UNIVERZETE 25 EYLUL 2014

Page 1

/75

e t e z r e niv

zete


Sayı: 75 / 2014 Genel Yayın Yönetmenleri Demet Açıkgöz Yazı İşleri Oğuzhan Karakaş, İrem Topçuoğlu

AYŞE HİT YAP. YAP AYŞE YAP

“BU PLAJ GÜNDÜZ BİZİM, GECE ONLARIN”

KRİSTAL ELMA

YENİ İNSANLAR

MENTOLLÜ SİGARALAR YASAKLANIYOR AMA NEDEN?

NEDEN?

Yazılar Yusuf Gökberk Ertunç, Pelin Öksüz, Cenk Bonfil, Mert Ofluoğlu, Buse Kayacan, Duygu Taneri Arka Kapak: Demet Açıkgöz Ön Kapak: Yağmur Yılan Teşekkür Sarper Durmuş Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek

İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo

Facebook: http://goo.gl/jx7hxb

/ifbilgi

@ifbilgi

SİZ ELMA YERKEN...


/

v i 端n

e t e z er


4

AYŞE HİT YAP. YAP AYŞE YAP Bu yazın galibi Ayşe ile kısa bir zaman tüneline giriyoruz! / Mert Ofluoğlu

Bu yaz herkesin diline dolanan tek bir şarkı vardı herhalde: Ayşe Hatun Önal’ın “Çak Bir Selam”ı. İddialı sözleri ve şarkının ilgi çekmesini sağlayan stüdyo klibi ile (Bkz: Uzay Yolu’nu anımsatan maskeler takmış erkek oyuncular ve Önal’ın bayrak pozları) şarkı kısa sürede hit oldu. Peki şimdi tüm gözlerin üzerine çevrildiği ve bir sonraki adımının merakla beklendiği Ayşe Hatun Önal nereden geldi nereye gidiyor? Zamanda kısa bir yolculuğa çıkalım. Ayşe Hatun Önal, 1999 yılında hayatımıza girdi. Kanal D’nin düzenlediği Miss Turkey yarışmasında birinci seçildikten sonra manken olarak uzun süre podyumlarda yürüdü. 2003 yılında ilk albümü olan “Sonunda”yı çıkardı. İlk klibini de “Çeksene Elini”ye çekti. Burada

bir duralım. Açıkçası “Çeksene Elini” pek de iyi bir şarkı değildi. “Ayılık var senin hamurunda... Çok canım acıdı çeksene aelllini! Sarılman da belli kırcan mı baellmii!” vasatlığındaki sözler ve on beşlik ergen genç kız ses tonuyla söylediği şarkı yine de ilgi çekmeyi başardı. Bunda şarkının elektronik altyapısı ve o döneme göre cüretkar sayılabilecek klibi de etkili oldu hiç şüphesiz. Uzun bir aranın ardından 2008’de “Sustuysam” adındaki ikinci albümünü çıkardı. “Kalbe Ben” isimli duygusal şarkısı “Çeksene Elini”den çok daha kaliteliydi ve daha çok sevildi. Ve şimdi, yine uzun bir aranın ardından unutulmaya yüz tutmuşken, “Çak Bir Selam” single’ı ile sahalara geri döndü. Hem de ne dönüş! Şarkısıyla ortalığı kasıp kavurdu. Düşünsenize, insanların gözünde bir zamanlar Ajdar (Kabul, ondan birkaç tık daha iyiydi) ile aynı klasa giren şarkılar söyleyen Ayşe Hatun Önal şimdinin neredeyse süper star’ı


5 oldu olacak! Sakın Önal’ı kötü anlamda eleştirdiğim düşünülmesin. Sözlerini ve bestesini kendisinin yaptığı harika şarkıları da var. Hande Yener tarzında pek de bilinmeyen nefis elektronikleri var. Hatta bu yoldan devam ederse, onun yarattığı elektronik müzik boşluğunu bile doldurabilir. Onunla ilgili tek kötü eleştirim, “Çak Bir Selam”dan önceki şarkılarında kelimeleri hep ağzında yuvarlaması, “ergen” kız ağzıyla şakıması... O zaman yazımızı, “Marslı” adındaki melodisiz/şiirsel şarkısının sözleriyle tamamlayalım! “Bir uzaylı çıksa da kurtarsa beni Bu olmam gereken bana zorunlu yüklenen hallerden Ay bıktım bu dünyalı zihniyetinden Sürekli bir şeyler istemelerinden Memnuniyetsizliklerinden Ama bana da geçti galiba bunların bu halleri Ay keşke bir dağ başında doğsaydım da Duymasaydım görmeseydim bunları Gördükçe iştahım kabarıyor İstediğim istediğim an olmayınca sinirlerim ayaklanıyor New York, Londra, Paris arrrrtıkk görmek istemiyorum

Şu sıralar Mars’aa taktım acilen gitmem lazım. Hani bir düğmeyle iki dakikada Dünya’nın bir ucuna gidemezsem Diğer tarafa gözlerim açık gidcem galllba Düzenli çalışmak beni kasıyo Çalışmayınca da boşluk içime doluyo Evlensem kaynananam olmasa Çocuk yapsam sesi çıkmasa Az çalışsam çok maaşım olsa Ömrüm boyunca tatil olsa Olllsa da olllsa! Her şey benim olsa! Diyorum ki şöyle bir uçan halım olsa Ev içinde yürümekten kurtulsam Her gün yemek yemek yorucu geliyo bana Bir hap atsam da karnım doysa Kimseyle tartışmadan fikirlerimin hepsi kabul olsa Gözümü açtığım günden beri tatmin edemedim ben beni Her defasında yeter sandım, sahip oldukça fazlasına taktıııımm Hani nerde benim tahtım çabbbukk bulup getirsinler Olmasın sakın Süleyman’ınki! Eskimiştir bence onunki...”


6

“Bu Plaj Gündüz Bizim, Gece Onların” Caretta caretta’ların arkası sağlam / Cenk Bonfil

Taze üniversiteye başlamış biri olarak, derginin okurları “Kim bu ya?” demesin diye –asıl konuya girmeden önce- kendimi bir tanıtayım diyorum. Ben Cenk. Bilgi Üniversitesi’nde Medya bölümüne yeni başladım. Okulun ilk gününde kendimi Üniverzete’nin içinde bulacağımı, hatta bir de bana güvenip yazı yazmamı isteyeceklerini tahmin etmezdim ama dergideki ilk yazımı yazıyorum işte. Yaz tatilinde gittiğim, beni etkileyen ve umutlandıran bir yer hakkında: İztuzu Plajı. İztuzu Plajı, Muğla-Dalaman’da yer alan, IUCN (Dünya Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Birliği) tarafından kırmızı listeye alınmış caretta caretta kaplumbağalarının Akdeniz’deki ana üreme yerlerinden biri. 1980’lerin başında turizme açılması, otel ve marina yapılması planlanan bu bölge, çevreci derneklerin çabasıyla, 1988 yılında “Köyceğiz-Dalaman Özel Çevre Koruma Bölgesi” ilan edilmiş. O

zamandan beri bölgeye hayvan ya da araç girmesi yasak, plaj da 20.00-08.00 saatleri arası kapalı. Bilindiği gibi, bizim insanımızın kafasında “Kurallar çiğnenmek içindir.” mantığı bayağı bir yer etmiştir. Öyle ki yeşil ışıkta karşıdan karşıya geçip kırmızı ışıkta beklemek gibi basit ve bizi koruyacak bir kurala bile uyanımız azdır. Beni şaşırtan, İztuzu’nda işlerin tersine döndüğünü görmek oldu. Ben, bir İstanbullu olarak doğanın mahvedilmesini görmeye alışık biriyim. İztuzu’nda ise caretta caretta’ların yaşam alanını korumak amacıyla konulmuş bazı kısıtlamalara büyük bir saygı duyulduğunu gördüm. Plajda işler aynen şöyle işliyor: Plaj, sabah sekizde açılıp akşam sekizde kapanıyor. Kuma gömülmüş yumurtalardaki kaplumbağalar, akşamları yumurtadan çıkıp ilk nefeslerini almak için denize ulaşmaya çalışıyorlar. Etraftan gelen ses ve ışık kaplumbağaları yanlış yönlendirip denizden uzaklaştırabileceği


7 için akşamleyin plaja deniz veya kara yoluyla girmek yasak. Plajın ortasında iki şerit halatla bir sınır oluşturulmuş. Bu sınırın içinde yumurtalar olduğundan, buraya şezlong koyamıyor ve burada oturamıyorsun. İki halatın arasında, yumurtaların olduğu yerlere, orada yumurta olduğunu belirten, üstüne basılmasını engelleyen işaretler konulmuş. Plajda bir de yaralı kaplumbağalar için bir tedavi merkezi var. Şezlong koymayı bırak, kumsalda en ufak bir çöp bile yok. İnsanlar kaplumbağaların yaşam alanına gayet saygılı. Gündüz; kendilerine ayrılan bölgede plajın tadını çıkartıyor, hayvancağızlara bulaşmıyorlar. Gece ise plaj tamamen kaplumbağaların. İlk defa insanların,

doğaya hükmetmek yerine oranın asıl sahibi olan hayvanlarla uyum içinde yaşadığını gördüm. Çok da doğasever bir toplum olmadığımız ortada. Böyle bir toplum nasıl oldu da İztuzu Plajı’na böylesine sahip çıktı bilinmez ama buradaki tutum umutlandırdı beni. Demek ki “insanlık ölmemiş”, “istersek oluyormuş” dedirtti. Böyle olmak lazım. Bizden sonrakilere maddi olmayan bir şeyler de bırakmak istiyorsak eğer, hükmetmeye çalışmak yerine uyumlu olmayı öğrenmek lazım.


8

Çarşamba, Perşembe, Cuma ama ne Cuma… ardından 2 gün uyudum. Hem de ne uyudum… / Demet Açıkgöz

26. Kristal Elma Yaratıcılık Festivali 17-19 Eylül arası Santral İstanbul’da yapıldı. Sevgili okulumun ev sahipliği üstlendiği festivalde; Bilgi Üniversitesi öğrencilerine ve çalışanlarına ücretsiz katılım hakkı sağlandı… Tabi ki bu ayrıcalık öğrenciler tarafından bir güzel sömürüldü. İyi de yapıldı. İlk gününden kapanış partisine kadar koşturmacayla geçen bir Kristal Elma’yı daha şükür olsun ki geride bıraktık. Ayakta kalmayan derman, üstümüze üstümüze gelen kara sular derken, “o kadar para harcandı insan şuraya iki tabure koymaz mı?!” isyanlarıyla kendimizi bile şaşırttık. Brand Room, Eli Acıman sahnesi, Hub derken; “dur dur şu konuşmacı saat kaçtaymış!” telaşları üç koca günün özeti oldu. Yurtdışından ve Türkiye’den gelen birçok

katılımcıyla birlikte geçirilen bu zaman bize kattıkları kadar aldıkları da bir hayli çoktu. Diyorum ya yorgunluktan konuşmacı dinlerken esnemek çok ayıp oldu. 17’sinden beri Kristal Elma hakkında çok fazla şey yazılıp çiziliyor, ben size en zevk aldığım konuşmalardan bahsedip buralardan gideceğim. İlk konuşma “A Social Soundtrack of TV” Levent Erdem yönetimindeki konuşma pek bir açık sözlülükle başlıyor ve salon inliyor.. “Biz Amerikan kaşığıyla Türk boku yemeyi çok severiz!” Oturum Twitter gibi sosyal platformları kullanmanın, 360 derece kampanyalarda sonucu nasıl iyileştirdiği konusunda aydınlatıcı açıklamalarda bulunuyor. Twitter’ın takip edilebilirliği, televizyon karşısında Twitter


9

kullanımının aktifliği ve bunların beraber çok iyi anlaşmalarından bahsederken gözümüze Genart Medya’nın kurucu ortağı Burak Yılmaz takılıyor, sonrası biraz kopuk… Abi işler nasıl? Akılda kalan konuşmalardan bir diğeri ise “Yeni Rakı: Bi’ büyük sihir” oturumuydu. Levent Kömür’ün kendi hayatıyla birleştirerek Yeni Rakı’yı anlatması, sunumuna Zeki Müren’le başlaması bizi bizden alıyor. “Olsa bir küçük içerdik” oturumunda kendi kişisel anılarını anlatırken bir yandan da “biz diğer markalar gibi değiliz, yaptığımız kampanyaları birbirimize beğendirmeye çalışmıyoruz, biz Yeni Rakı’ya kendimizi beğendirmeye çalışıyoruz” diyerek farklılıklarına dikkat çekiyor. Dünya üzerinde hiçbir içeceğin bu kadar baskın bir kültürü olmadığından bahsederken, “akşam rakı içelim!” dediğinizde ne yiyeceğinizi de bilirsiniz, diye ekliyor. Son olaraksa; birçok markanın tüketicisine el sallayarak dikkat çekmeye çalıştığı bu dönemlerde, Yeni Rakı’nın bunu asla yapmadığını, kendi tüketicilerinin onların yanında ve arkasında olduğundan

bahsederek haklı bir şekilde gururlanıyordu... oturum boyunca Levent Bey’in heyecanı ve işine duyduğu aşkı birebir yaşadık, bu oturumda olumsuz diyebileceğim tek bir şey varsa o da rakı dağıtılmaması olabilirdi… “Tut şunun ucunu!” Reklamcılıkla alakası olmayan insanların bile Ali Taran’dan sonra en çok tanıdığı isim şüphesiz Serdar Erener’dir. Brand Room’da gerçekleşen ve kapasitesinden çok kişinin dinleyici olarak katıldığı konuşmada girişi “aslında çok bir şey anlatmayacağız..” diyerek Erener yaptı. “80’lerden 2010’lara çok değişiklik var mı?” diye merak ederek ortaya çıkardıkları bu projenin yurtdışında bir örneği mevcut. John Webster’in reklamları kullanılarak yapılan araştırmada Türkiye’de fenomen olmuş reklamlardan birkaçı kullanılmış ve bu reklamlara daha önce maruz kalmamış çocuklar seçilerek işe başlanmış. Çocuklara izletilen reklamlarda çocuklar için en önemli şeyler; Renkli ve parlak,içinde gerginlik olmazsın, varsa da tatlıya bağlansın, Sonu merak ettirsin,


10 Komik olsun, Akılda kalsın, gibi maddeler… Zaten bize çok uzak olmayan maddeler… Yapılan araştırmanın sonunda çocukların en sevdiği reklam “Tutşunun ucunu döşiyelim abi..” ile FıratPen’in olmuş. Kendilerini günümüze kadar geldikleri için tebrik ediyoruz. Yine Serdar Erener konuşması sırasında yurtdışındaki reklamlara da değindi; Yurtdışında var olan beyaz fon önü reklamlar burada tutmaz, biz rengarenk şeyler seviyoruz derken; 30sn’de en iyi yönlendirilebilecek duygu komikliktir, reklamcı da buna oynar. Ağlatmak için daha fazla zamana ihtiyaç var dedi. Ee, bu daha da fazla para demek oluyor. Ah küçük bir ipucu; Şayet Erener’e bir fikrinizden bahsetme fırsatı yakaladıysanız 140 karakterde anlatabileceğinizden emin olun. Laf kalabalığından hoşlanmıyormuş. Tekrar ediyorum Anthropomorphe! Telefonunuza büyük bir aşkla bağlı olduğunuzu biliyoruz. Hatta arabanızın ismi bile var ve ne yazık ki zor anlarınızda sizi kurtaran ipad’inizi bağrınıza basmak istiyorsunuz işte

bunlar hep Anthropomorphe! Yazarken biye copy-paste yaptığım bu şahane uzunluktaki cümle aslında Haluk Sicimoğlu’nun araştırmasındaki ilk adımlardan biri. Televizyon, bilgisayar, cep telefonu ve tabletlerin hayatımızdaki yeri, bizim için ne oldukları ve kişiliklerini adlandırmaya çalıştıkları bu araştırmada bir de Game of Thrones karakterleri kullanılmış ki tüm salon kahkahalara boğulup ne kadar gerçek tanımlar olduğunu konuştuk. Kristal Elma’nın son gününde akşam Black Box’da gerçekleşecek parti vardı ve biz çok yorgunduk. Yine de sabahtan yanımızda getirdiğimiz elbiselerimizi giyerek partinin yolunu tuttuk. “Mikemmel” ikramları kaçırdık ama Levent Erim hocamızın DJ setinde yerini almasıyla başlayan partide eğlendik, yalan değil. Ardından Gripin ve onun hızlıca geçmesiyle Teoman! “Amaağn bu adamın sesi bitmiş ne bu şimdi…” fısıltıları arasında kendisi yine şahaneydi. Ölüsü de dirisi de bir dedirten tavırları ve sahnede çirkin bir adam oluşunu unutturan seksiliği ile el ayak titretti… Ardından ise Kristal Elma’nın son günü Hub’da konuşmacı


11 olan Cem Yılmaz’ın partide de küçük bir gösteri yapmasıyla sahne Hollanda’dan gelen dansçılara kaldı. Biraz basit, özenilse daha kaliteli olacak dans gösterileri esnasında Massive Music bekleneni vermedi… yüzlerde bir hüzün, gönüllerde derin bir yara bıraktılar. “Allahsız bi Rihanna çalaydın bari..” nameleri esnasında partiyi terkettik. Alkollü, yorgun ve gece acıkması üçlemesiyle; Kristal Elma’yı resmen geride bırakmış olduk. Kristal Elma notları: - David Shing bu sene ayakkabıları değil

pantalonu abarttı. Zebra deseni mi o? - Serdar Erener, Fatma Şahin’i tanımıyormuş gibi davrandı.. - TBWA alınmadık ödül bırakmadı, - Blab şahane bir ajans <3 - Öğrenilen: Prenste beyaz at mühim değil de, sakalı olsun! - “Kendimi Danimarka’da hissettim” Cem Yılmaz - Yalçın Sezer (İş Bankası) sahnelerin adamı! - Bedavaya anca bu kadar Cem Yılmaz. - Yiğit Karaahmet’in Taraf’taki yazısı çok “hiçbir şey aklıma gelmedi, giydireyim dedim”


12


13

“Yeni İnsanlar” Röportaj: Demet Açıkgöz

Yağmur Yılan / 28 Bu yolu nasıl seçtin? Küçüklüğümden beri her zaman birşeyler çizerdim. Zamanla bu durumun böyle gelişeceği belli birşeydi. Bu zamana kadar neler yaptın? Üniversite eğitimimi Resim üzerine tamamladım. Ayrıca yandal olarak moda tasarım da okudum fakat yapmak istediğim iş kesinlikle resim oldu. Bir çok karma sergiye katıldım, kişisel sergim için ise çalışmalarıma devam ediyorum. Onun dışında Marsmelov adında el çizimi tişörtler yaptığım bir markam var onunla ilgileniyorum. Yaptığın çalışmaları tek bir cümleyle anlatır mısın? Anlatacak en doğru cümleyi bulamadım. Bundan 20 sene sonra nerede, n’ yapıyorsun? Bu kadar uzun vadeli


14

düşünmemiştim ama heralde evcil hayvanlarımla birlikte hamakta resim yapıyor olurum. Bugün olmayı en sevdiğin yer? Atölyem Hayatının bir fon müziği olsaydı, bu ne olurdu? Muhtemelen bir tane olmazdı. Eğer dini inancın bir yemek olsaydı, bu hangisi olurdu? Bamya olurdu.

Dünyaya ikinci bir isim verme şansın olsa, bu ne olurdu? Kaotik küre Son bi’ halka sesleniş yapacak olursan? Bir şeyi çok şey yapmayın! http://instagram.com/yagmuryilan http://yagmuryilan.tumblr.com/ https://www.facebook.com/ yagmuryilan https://twitter.com/yagmuryilann


15


16

Mentollü Sigaralar Yasaklanıyor Ama Neden? Türkiye’de şuan da resmi yollardan ulaşabileceğimiz sınırlı sayıda birbirinden farklı sigara türü varken bunlardan Mentollü’leri piyasaya veda ediyor / Yusuf Gökberk Son yıllarda Amerika’dan Avrupaya bir çok ülkede yasaklanması tartışılan mentollü sigaralar ilk yasağı ülkemizden yemiş olarak duruyor, peki bunca ülkenin mentollü sigaralarla dertleri nedir? Dünya’daki tüketici kitlesinin aksine Türkiye’de genelde sigaraya başlayan gençler tarafından tercih edilen mentollü sigaralar Amerika’da Siyahi nüfus tarafından tercih edilen yasaklanma gayreti nispeten sınıfsal veya latent ırkçı yaklaşımlar içerebilmesi muhtemel bir konu ama Otoriteler bu konuda tamamamen bu gayretle mi bu yasaklamaları düzenliyor? Mentollü sigaralardaki mentol sigaranın

içimini kolaylaştırırken zararını azalmıyor aksine arttırıyor. Bunun ilk nedeni mentolün sigara dumanında mentolün yanarken ihmal edilebilecek miktarda da olsa Benzen isimli endüstiyel aromatik hidrokarbon’a dönüşmesi ki bu hidrokarbon da birinci derece kanserojen olduğundan pekte sigara gibi zaten hali hazırda bir çok riski bulunan bir tüketim maddesinde bulunması pekte hoş karşılanmıyor. Diğer bir zararı ise akciğer yüzeyine yapışan mentolün sigara içmenin en temel nedeni olan nikotinin akciğer tarafından emilimini azaltıp içtiğimiz her bir sigaradan aldığımız nikotinin azalmasına yol açması. Normalde


17

nörotoksin olarak sınıflandırılan nikotini daha az almamız iyi bir durum olurdu ama bu durum sigaradan aynı keyfi almak için daha çok sigara tüketmemize yol açacağından zaten sigara ile oldukça yorulan bir akciğerin daha fazla sigara dumanıyla imtihan olmasına neden oluyor. Bunlar gibi nedenlerin dışında Otoritelerin temel motivasyonu olan konu ise mentollü sigaranın sigaraya başlamanın ve devam ettirmenin kolaylaştırdığını düşünülmesi. Her ne olursa olsun sonuçta 26 eylül’den sonra mentollü sigaralar Dünya’da ilk olarak Türkiye’de yasaklanıyor ve devamı da gelecekmiş gibi duruyor.


18

NEDEN? Niğde Barınağı bizler için gizlenmişlerden sadece bir tanesi / Duygu Taneri Benim aklım almıyor! Ben bu görüntüleri, söylenenleri, olanları bir türlü kabul edemiyorum! Ama artık şaşırmıyorum maalesef... Neyden mi bahsediyorum? Gazetelere “ Niğde Barınağı’nda köpekler birbirini parçalayıp yiyor iddiasi” olarak yansıyan Niğde Barınağı rezaletinden. 12 Eylül günü bir hayvansever barınağı ziyarete gidiyor ve diğer köpekler tarafından parçalanarak yenen köpeği ayrıca ölüme terk edilmiş bazı can çekişen kedi ve köpekleri cep telefonuyla

kaydedip sosyal medyada paylaşıyor. Barınağı ziyaret eden hayvanseverin söyledikleri, çektiği fotoğraflar korkunç! Sosyal medya sayesinde öğrendiğimiz bu duruma birçok hayvansever tepki gösteriyor ve olay gazetelere yansıyor. Change.org’da kampanyalar başlatılıyor ve Niğde Cumhuriyet Başsavcılığı’na konuyla ilgili suç duyurusunda bulunuluyor. Bu sırada ülkemizde yaşanan her olay sonrası bir yetkilinin hemen ortaya çıkıp yaptığı klasikleşmiş konuşmalardan birini de Niğde Belediye


19 Başkanı yapıyor ve ‘Görüntüler bizim barınağımıza mı ait bilmiyoruz yaşananlar gerçek mi bilmiyoruz ama bu “münferit”, “istenmeyen” olay da olmuş olabilir.’ diyor. Neden bu “münferit” ve “istenmeyen” olaylar hep bizi buluyor da önceden yaşanılabilecekler karşısında önlem alınmıyor, yapılması gerekenler yapılmıyor merak ediyorum! Belediye Başkanı’nın bu konuşmasından sonra Haytap Hayvan Hakları Muğla Temsilcisi Türkan Dağdelen Niğde’ye giderek hem barınağı hem de Belediye Başkanı’nı ziyaret etti ve hayvanların, barınağın çok kötü durumda olduğunu, birçok ihmal ve eksik olduğunu dile getirdi. Belediye Başkanı’yla konuştuklarını ve her şeyin düzeltileceğini söyleyen Türkan Dağdelen barınağa aynı zamanda kısırlaştırma ünitesi koyulacağını ve yeni veteriner getirileceğinin de haberini verdi. Yani şimdilik bazı şeyler yoluna sokulmaya başlandı her ne kadar geç de olsa. Ben artık insan denilen varlığın bu dünyada neye yaradığını anlayamaz oldum. Hayvanlar bizim dostlarımız. Onlar bizi sürekli seven, yanımızda olan ve sadece

bizden sevgi bekleyen sessiz canlarımız. Onlara neden eziyet ediyoruz? Onların neden çok basit ihtiyaçlarını karşılamıyoruz ve acı içinde ölüme terk ediyoruz? Lütfen bu dünyanın sadece insanlara ait olmadığını, onu hayvanlarla ve doğayla paylaştığımızı unutmayın. İnsanlar sadece insanlar için yaşamıyor. Niğde Barınağı’na ait sosyal medyada ve basında yer alan fotoğrafları buraya da koyarak sizlerle paylaşmak istemedim. Onları hep görmek istediğimiz ve olması gereken hallerini sizlerle paylaşıyorum. Niğde Barınağı’ndaki öncelikli ihtiyaçlar mama, battaniye ve uyuz ilacı. Unutmayın ki hem sokaklarda hem de barınaklarda sizlerin yardımına muhtaç birçok hayvan var. Lütfen onlara destek olun.


20

Siz Elma Yerken... Brand Room’daki sarı t-shirtlülerden biriydim / Pelin Öksüz Siz elma yerken... Biz o elmaları parlatıyorduk sanırım. Kristal Elma’ya bu sene ilk kez katıldım. İlk cümlemden anlaşılacağı üzere hem katılıp hem çalıştım. Bir reklamcılık öğrencisi olarak elmanın tam ortasında olmak çok yorucu olmanın yanı sıra çok da eğlenceliydi. Brand Room’daki sarı t-shirtlülerden biriydim. Şu size kulaklık dağıtan, Eli Acıman odasını tarif eden, bir milyon kez “Tuvalet üst katta” diyen... Bu kutsal görevlerimin dışında, çoğu Brand Room’da olmak üzere birçok konuşmayı da dinleyebildim. Fakat o konulara girmeyelim.(Sadece Levent Kömür’ün Yeni Rakı sunumundan sonra kendini meyhaneye atmak isteyenlerden biri de bendim, bunu belirtmezsem ölebilirdim.)

Geleyim başka bir değerli Levent hocamıza... Brand Room’daki Levent Erden’in sunduğu panele katılanlarınız hatırlar. Konuşmanın sonuna doğru süremizin bittiğini haber vermek için Levent Hocanın yanına kadar gidince kendisinin güzel latifelerine hedef oldum. Ha bir de yukarıda parantez içinde yer verdiğim Yeni Rakı sunumundan sonra yüzümüzde oluşan gülümseme, bir de ödül töreninde kendisini gösterdi. Derginin sevgili genel yayın yönetmeni Demet ile ödül törenini izlerken, mezun olunca kuracağımız ajansın temellerini attık. Yok, lafın gelişi de değil. Bayağı dekorasyonu falan hallettik. Önümüzdeki yıllarda bir elma da bize ayırın ey ahali!


21

Aslında kapanışı Black Box’ta içip dans ederek yaptık ama ben kendi kapanışımı şöyle yapmak isterim:

Bu sene mezun olacak ve hala reklamcı olmakta kesin karar kılmamış bir reklamcılık öğrencisi olarak, birçok taraftan bakış açımı değiştiren bu festival için (kendimi de katarak) tüm emeği geçenlere teşekkür ederim. Birkaç ekstra: -Türkiye’de reklamcılığa büyük emeği geçmiş bir usta Eli Acıman’ın ismiyle anılan salonun yerini tarif ederken çok acayip kelimelere şahit oldu kulaklarım; ~Elif Acıyaman odası nerede? ~Elay Acımen (Amerikan aksanıyla) salonunu arıyorum... -İtiraf ediyorum; Serdar Erener konuşma yapmaya gelirken salonda olağanüstü hal ilan edildi. -İtiraf ediyorum; Happy People Project standında Zeus’u gördüm ve muhtemelen tanrılarla toplantı yapıyordu.


e t e z r e üniv

zete Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.