UNIVERZETE 50

Page 1

/50

e t e z r e v i n ü

rtaj’ o p ö R e sınız? l ı i r m e l r ı ü t emir G Festivali uza d y A ı Dosyas İstanbul Film m i ç e S _Yerel , şuradan bir orsunuz? n iy _Pardo letten ne bekl ab _Bir T

zete


Sayı: 50 / 2014 Genel Yayın Yönetmenleri Günseli Naz Ferel Yazı İşleri Ali Berhan Memişoğlu Demet Açıkgöz, Oğuzhan Karakaş

YEREL SEÇİM DOSYASI

PARDON, ŞURADAN BİR İSTANBUL FİLM FESTİVALİ UZATIR MISINIZ?

BOYUN EĞME

SERGİ’LESEK Mİ?

ŞİMDİ REKLAMLAR

YÜRÜYEN AYLAKLAR

ANADOLU ROCK EFSANESİ VE UNUTULUŞU

MARMARİS KIŞ UYKUSUNDA

Yazılar Duygu Taneri, Efe Metin Demiralp Fırat Alkan, Gökberk Ertunç Günce Kılıç, Kaya Görgüner Melis Us, Mert Ofluoğlu Okay Arda, Tamer Tuzcu, Uluç Akbaş 50, Sayı özel video: Bercan Aktaş, Berk Önder İlayda Gencer, Simge Gürkan Arka Kapak: Demet Açıkgöz Ön Kapak Tasarım: Mert Tanır Teşekkür Sarper Durmuş Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek

İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo

Facebook: http://goo.gl/jx7hxb

/ifbilgi

@ifbilgi


Üniverzete’nin

50.

sayısı dopdolu! Bu sayıya özel olan yazılarımız ve röportajlarımızdan önce hazırladığımız videoya bir göz kırpın deriz: Üniverzete ekibi olarak sizler için 50. sayımıza özel bir röportaj gerçekleştirdik. Acaba İstanbul Bilgi Üniversitesi, Santralİstanbul öğrencileri 30 milyon euroları olsa nasıl sıfırlarlardı diye sorduk. Cevapları ve yaklaşan yerel seçimler hakkındaki düşünceleri, 50. Sayı Özel videomuzda! Üniverzete 50. Özel Sayımıza hoşgeldiniz! İyi seyirler ve keyifli okumalar. http://youtu.be/X-f4Jo8wRMo

Üniverzete


4

Yerel Seçim DoSYaSı Bu hafta Üniverzete’de yaklaşan yerel seçimler için üç farklı yazı içeren bir dosya hazırladık. Öncelikle seçimlere kadar sizlerle değerlendirmelerini paylaşacak olan Tamer Tuzcu’dan seçimlere İzmir öncelikli olmak üzere genel bir bakış; ardında da Oğuzhan Karakaş’ın İstanbul’un seçimde belirleyici olacak olan ilçeleri üzerine yazdıkları; son olarak da Okay Arda, Kaya Görgüner ve Fırat Alkan’ın Üniverzete için TKP İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı Aydemir Güler ile yaptıkları röportaj ile 50. sayı özel yerel seçim dosyamızla, sizlerleyiz!


5


6

Yerel mi Genel mi? Türkiye yine bir seçim atmosferine girdi. Hangi parti hangi bölgelerde önde? İktidar ve muhalefet partilerinin yeni stratejileri neler? Türk halkı aslında hangi seçimleri yapacak? Tamer Tuzcu

Yerel Seçim Dosyası

Türkiye, tarihinde birçok kanlı seçim atmosferi geçirmiştir ama hiçbiri bu seneki kadar acı dolu olmadı. 15 yaşında ekmek almaya giderken gaz kapsülü ile başından vurulan Berkin Elvan’ın ölümünün ardından Tunceli’de polis memuru Ahmet Küçüktağ eylemler sırasında maruz kaldığı gazdan kalp krizi geçirdi. Bu da yetmezmiş gibi Burak Kocamanoğlu adlı bir vatandaş Berkin Elvan’ın cenazesinden sonra yaşanan silahlı bir çatışmada yaşamını yitirdi. Öncelikle bu kardeşlerimizin mekanı cennet olsun, tüm yakınlarının ve sevenlerinin başı sağ olsun. Önümüzde yerel seçim olmasına rağmen herkesin, özellikle iktidar partisinin bu

seçimleri genel seçim havasına sokması ayrıca liderlerin ortamı geren konuşmaları tansiyonu daha da artıyor. Türkiye gittikçe iki kutuplu bir kavga ortamına sürekleniyor. Gezi olayları ile başlayıp yolsuzluk davalarıyla devam eden süreçte önümüzdeki yerel seçimlerin de anlamı tamamen değişti. Yapılan anketler ve röportajlar gösteriyor ki halk sandığa giderken bulunduğu yerdeki belediye için değil ülkenin geleceğini düşünerek hareket edecek. AK Parti iktidar olduğu 12 yıl boyunca ilk defa bu kadar sıkıntılı bir süreç geçiriyor. Gezi olaylarındaki sert tutum arkasından gelen yolsuzluk davaları Erdoğan ve ekibini iyice sıkıştırmış durumda. Önümüzdeki yerel seçimlerin çok önemli bir viraj olduğunun farkında


7

Özellikle İstanbul’daki mitinglerde AKP cephesini Erdoğan temsil ederken, Chp mitinglerinde zaten hali hazırda başkan adayı olan Mustafa Sarıgülün bulunması ilginç bir anekdot olarak tarih sayfasına düştü. Genel olarak tüm seçim stratejisini kendi üzerinden yürüten Erdoğanın bu seçimden galip mi yoksa mağlup mu çıkacağı tüm çevrelerce merak edilen bir konu olmaya devam ediyor. Gâvur İzmir vs Güzel İzmir Seçimlere tam da 3 hafta kalmışken bu yazı dizisinde her hafta bir büyükşehrin seçim analizlerini yapıyor olacağız. Bu haftaki şehrimiz; Ege’nin incisi, CHP’nin kalesi ve AKP’nin en büyük hayali İzmir.

olan Erdoğan seçim çalışmalarını bizzat yürütüyor. Meydanlardaki seçim şarkıları ve afişler gösteriyor ki Başbakanlık ve Cumhurbaşkanlığı Erdoğan’a yetmemiş olacak tüm belediyelere kendi aday olmaya karar vermiş(!).

Son yerel seçimlerde sonucu en çok merak edilen il olan İzmir’de ibre yine CHP adayı Aziz Kocaoğlu’ndan yana gibi görünüyor. Genellikle ideolojik açılardan oy veren İzmir halkı cumhuriyetçi kimliğinden ödün vermiyor lakin son yıllarda doğu bölgelerinden aldığı göçler ve iktidar partisinin buraya gösterdiği özen sayesinde daha rekabetçi bir ortam gözüktüğü söylenebilir. Özellikle AK Parti’nin 2011 genel seçimlerdeki Binali Yıldırım ve Ertuğrul Günay kozlarını bu yerel seçimde de sürdürmesi ve tecrübeli parti kurmaylarından Binalı Yıldırım’ı belediye başkanlığına aday göstermesi, Erdoğan ve takımının İzmir’i ne kadar çok istediğinin bir kanıtı. CHP yönetimi ise zaten başarılı bir iş çıkartan deneyimli Aziz Kocaoğlu ile yollarına devam ediyor. Geçtiğimiz dönemde İzmir belediyesine yönetilen yolsuzluk


8

Yerel Seçim Dosyası

iddiaları hala akıllarda kalsa da anket ve kamuoyu yoklamaları CHP adayının halen en büyük favori olduğunu gösteriyor. İzmir’deki en büyük sorunun sürekli merkezle aynı çizgide olmaması olarak gösteriliyor. Türkiye’deki mevcut sağ görüşün merkezde temsil edilmesinin aksine İzmir diğer büyükşehirlerden ayrı olarak hep CHP yönetimini seçmiş ve çoğu kişiye göre bu durum hükümet

tarafından cezalandırma olarak geri dönmüş. Rakamsal veriler gösteriyor ki İzmir vergi gelirleriyle hazineye yaptığı yardımın yüzde 10’luk kısmını bile kamusal yardım olarak geri alamıyor sonuç olarak da ortaya üvey evlat muamelesi gören bir kent ortaya çıkıyor. Kısaca İzmir halkı bir ikilem içersinde: daha iyi hizmet için mi yoksa ülke geleceği için mi oy verilecek? Bu soru, her


9

seçim olduğu gibi bu seçimde de kafaları karıştırmaya devam ediyor. Yazının başında da belirttiğimiz gibi ülkenin içinde yaşadığı son durum ve krizlerden sonra, İzmir açısından ipi yine CHP adayı Aziz Kocaoğlu göğüsleyecek gibi duruyor. #biroyver Geçtiğimiz haftalarda internet aleminde çok başarılı bir videoyla karşılaştık: ‘’Bir

Oy Ver’’ adı altında çeşitli sanatçılar halkı oy vermeleri için çağırıyordu. Türkiye geneline bakarsak oy kullanmama alışkanlığı çok sık görülen bir sorun olmaya devam ediyor. Vatandaşlık hakkı ve görevi olan oy verme işlemini lütfen boş vermeyelim. Özellikle Türkiye’nin önündeki uzun bir süreyi etkileyecek bu seçimlerde herkesin sandık başında olmasını temenni ediyoruz.


10

İstanbul seçimlerinin kaderini belirleyecek ilçeler Yerel seçimlere az bir zaman kaldı, peki ya İstanbul’un seçimlerdeki belirleyici ilçeleri hangileri olacak? Oğuzhan Karakaş

Yerel seçimlere 10 gün kaldı. En çok merak edilen, üç büyük şehirde hangi parti ipi göğüsleyecek. Siyaset biliminin şaşmaz kuralıdır, genel seçim ile yerel seçim sonuçları kıyaslanamaz. Her şehrin, ilçenin, yörenin yerel dinamikleri vardır. Partilere bakılmaksızın adaylar öne çıkabilir kimi yerlerde. Yerel seçim bazında olmasa da Kamer Genç’in Tunceli(Dersim) şehrinden iki farklı kanatta parti olan Sosyaldemokrat Halkçı Parti(SHP) adayı olarak da, Doğru Yol Partisi(DYP) adayı olarak da milletvekili seçilebilmesi bunun bir örneğidir. 2004 seçimlerinde AKP Urfa Belediye Başkan adayı olup kazanan Ahmet Eşref Fakıbaba, 2009 yerel


11

seçiminde partiden aday gösterilmeyince bağımsız aday olup kazanmıştı. Bir başka örnek ise Mustafa Sarıgül. DSP diye bir parti Türk siyaset sahnesinden emekli olmuşken Mustafa Sarıgül’ün Şişli Belediyesi seçimlerinde DSP adaylığı ile CHP’yi geçmesi de bir örnek sayılabilir. İSTANBUL: 2009 yerel seçimlerinde AKP İstanbul Büyükşehir Başkan adayı Kadir Topbaş (%44.2) ile CHP Büyükşehir Başkan adayı Kemal Kılıçdaroğlu (%38) arasında 500 binlik bir oy farkı bulunuyordu. 2004 yerel seçimlerindeki oy oranı AKP için %45.3, CHP için %28.9 idi. Kılıçdaroğlu arkasına aldığı rüzgârla o dönem büyük bir ivme yakalamış, farkı 6 puana indirmişti. Aslında bakılırsa 2004 İstanbul seçimlerinde aradaki oy farkı da 700 bin dolaylarındaydı. AKP 1.9 milyon oy, CHP 1.2 milyon oy almıştı. 2009’da AKP yaklaşık 3.1 milyon oy, CHP ise 2.6 milyon oy aldı İstanbul’da. CHP’nin kalelerinde oy kaybetmeden “ortada” olan ilçeleri de kaptırmayıp, AKP’nin güçlü olduğu yerlerden oy tırtıklaması gerekiyor ki seçimi kazanabilsin. Aradaki 500 bin oy fark aslında 250 bindir. 250 bin oy gelirse seçim kafa kafaya bitecek. İki partinin güçlü olduğu ilçelerden ziyade son sandığa kadar kıyasıya bir seçimin beklediği ilçeleri hatırlayalım: (Tablo1) Partiler, bu ilçelerde birbirine fark atacak gibi görünmediğine göre seçimin kaderini asıl etkileyecek yerler iki partinin de oy deposu olan yerler. Kabul edelim ki, İstanbul seçimlerinde futbol terminolojisiyle “CHP atak yapacak, AKP savunmada kalacak”… Atak yapması gereken CHP, İstanbul seçimlerini kazanması için mutlaka AKP’ye giden oyları çekmesi gerekiyor. Bu sebeple yoğunlaşması gereken ilçeler: (Tablo2) 2009 yerel seçim sonuçlarından alınan bu oylara göre İstanbul genelinde 500 bin oy geride olan CHP,


12


13

İlçe adı

Birinci Parti

İkinci Parti

Fark

Ataşehir

CHP %41.2

AKP %39.7

3 bin oy

Başakşehir

AKP %39,

CHP %31

7 bin oy

Beylikdüzü

AKP %32.1,

CHP 30.6

bin 500 oy

Beykoz

AKP %37.3,

CHP %32.5

5 bin oy

Büyükçekmece

CHP %44,

AKP %43.8

300 oy

Çekmeköy

AKP %43.4,

CHP %42.4

700 oy

Eyüp

AKP %37.2,

CHP %32.3

9 bin oy

24 binlik MHP ve 19 binlik SP varlığı sonuçları etkileyebilir.

Kartal

CHP %41.3,

AKP %37.9

8 bin oy

Sarıyer

CHP %37.5,

AKP %31.8

8 bin oy

26 bin oya sahip MHP ve 9 bin oya sahip DSP’nin varlığı da ilçeyi etkiler

Silivri

CHP %46.6,

AKP %40

4 bin oy

Tuzla

AKP %40.6,

CHP %38.8

bin 700 oy

İlçe adı

Birinci Parti

İkinci Parti

Üçüncü Parti

Dördüncü Parti

Fark

Bahçelievler

AKP %47.5,

CHP %35

38 bin oy

Esenler

AKP %47.5,

SP %18.1,

CHP %13.7

80 bin oy

Esenyurt

AKP %42.2,

CHP %31.7

20 bin oy

Fatih

AKP %42.8,

CHP %29.4

32 bin oy

Gaziosmanpaşa

AKP %44.3,

CHP %20.4

60 bin oy

Güngören

AKP %43.8,

CHP %28.4

30 bin oy

Kağıthane

AKP %43.1,

CHP %22.7

45 bin oy

Küçükçekmece

AKP %47.2,

CHP %29.4

63 bin oy

Pendik

AKP %43.3,

CHP %31.9

33 bin oy

Sultanbeyli

AKP %51,

SP %21.7,

DTP %12.2,

CHP %7.6

62 bin oy

Sultangazi

AKP %48.4,

CHP %20.1

65 bin oy

Ümraniye

AKP %43.9,

CHP %22.3

64 bin oy

Üsküdar

AKP %37.9,

CHP %29.3

26 bin oy

Zeytinburnu

AKP %44.4,

CHP %33.3

17 bin oy

yukarıda saydığımız 15 ilçenin toplamında yaklaşık 635 bin oy geride. Yüklenmesi gereken ilçeler partinin oy depoları olan Kadıköy, Şişli, Beşiktaş, Bakırköy, Sarıyer gibi ilçelerden ziyade buralar. AKP, Gezi sürecinden itibaren kendisine

aşırı derecede bilenmiş Kadıköy, Beşiktaş, Şişli gibi merkez ilçelere açılamayacağına göre oylarını artırmaktan ziyade korumayı başarması gerekmekte. Yani, her halükarda yerel seçimin nabzı bu ilçelerde atacak..


14

“Boyun Eğme” Türkiye Komünist Partisi İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkan Adayı Aydemir Güler ile Sosyalizme karşı oluşan önyargıları, yerel seçimleri ve Gezi sürecini konuştuk. RÖPORTAJ: Fırat Alkan, Kaya Görgüner, Okay Arda


15

Ka y a : Tü r k i y e’ d e k i S o s y a l i z m itibarsızlaştırıldı,buna en büyük örnek sizin darbelerden beri süre gelen bir süreçle ‘gomünist’ diye biliniyor oluşunuz. Bu yaftalamanın sebebi nedir? Bu önyargıyı yıkmakta sosyalistler yetersiz mi kalıyor ? “TÜRKİYE’DEKİ ENTELEKTÜEL HAYATIN ÖNCÜSÜ KOMÜNİSTLERDİR” Aydemir Güler: Önyargı aslında Türkiye’ye özgü değil. Tüm kapitalist dünyada yeşertiliyor. Bu, karşı tarafın -kapitalizminbizi yıkmak üzere yürüttüğü ideolojik bir mücadele.Türkiye’de bu çok sakil bir biçim aldı, onların tabiriyle “edep dışı” argümanlarla yürütüldü yıllarca. Yenenler de yenilenlerin arkasından olabilecek en ağır şekilde konuştular; Türkiye’nin özelliği bu.Bunun karşısında komünist hareket dirençli durabildi mi? Tabii ki hayır. Avrupa’da bu durumu kırmış bazı ülkelerde güçlü, köklü ve işçi sınıfını temsil eden meşru komünist parti geleneği var ama bizim gibi geç kapitalistleşmiş ülkelerde komünizm tarihte defalarca yenilgiye uğramıştır. Ben bunu tarihi bir mücadele olarak görüyorum ve bu mücadelede komünistler bunun gibi bir değil defalarca yenilgiye uğradılar. Fırat: Solculara karşı kamuoyunda oluşmuş bir yargı var. Çok ve etkili konuşurlar ama icraata gelince topallarlar. Bu yargı doğru bir yargı mı? Aydemir Güler: Tamamen yanlış bir yargı. Türk şiirinden Nazım Hikmet’i çıkarın, ne kalacak geriye? Kalır tabii ki ama Nazımsız olmaz. Aziz Nesin’i çıkarın olur mu yani, nereye çıkarıyorsunuz? Örnek çok. Ama şu var, öyle bir birikim var ki Türkiye’ de ve bu, han hamam yapmak

meselesi değil; Türkiye’nin oluşan bir entelektüel aklı, kültürel hayatı var ve burada herhangi bir ideolojik akım değil, çok iddialı söylüyorum öncül akım komünistlerdir. Örgütlü bir komünist siyasi hareketten bahsetmiyorum. Komünizmin dünya görüşünden beslenmiş aydınların emeğidir bunu yapılandıran. Bunu görmezden gelip ‘Çok konuşurlar, iş yapmazlar’ diyorlar. Evet, han hamam çıkaramayız ama kütüphanelere sığdıramayacakları kadar kitap çıkarırız.(gülümsüyor) “ TÜRKİYE’NİN AKP ANAYASASINA SIĞMAYACAĞI HAZİRAN DİRENİŞİNDE KANITLANMIŞTIR” Kaya: Peki, bu durumda kendinize ve partinize yöneltilen eleştirilere zaman zaman katıldığınız, haklı bulduğunuz oluyor mu ? Aydemir Güler: Bir eleştiri değil de durum saptaması olarak “etkisizsiniz” diyorlar. Şimdi etkili olmak için eğer kimliğimizi değiştirmemiz gerekecekse kusura bakmasınlar yani, niye değiştirelim? Bu, etki kazanmak değil, kendini hırpalamaktır; öyle bir yola girmeyiz. Onun dışında TKP’ye yöneltilen eleştiri değil ama bizim sol dönemde kuvvetli olduğumuz taraflar da var, öte yandan zayıf olduğumuz taraflar da var. Kuvvetli olduğumuz taraf, biz geçen sene “AKP’nin öncülük ettiği anayasa, bir demokratikleşme sağlar mı sağlamaz mı?” sorusunu tartışıyorduk. Bu, sağda da, solda da tartışılıyordu. Türkiye’yi AKP anayasasına sığdıramazsınız ve bu patlar dedik ve bu patladı. Bunu öngören TKP tezidir ve bu Haziran direnişinde kanıtlanmıştır. Öbür taraftansa biz, ortaya çıkan bu hareketin kimi özelliklerinden öğrenmemiz gerekenler olduğunu


16

insanın birbirini kolladığını görüyorsunuz. “Aman yavaş! Biri yere düşmesin, zarar görmesin!”, biz bunu Gezi’de kazandık. Bu, çok büyük bir değerdir. Bu dayanışma, kardeşlik duygusu, birbirine sahip çıkma, beraber olma durumu Türkiye toplumunda yayılıyor ve bunun daha da güçlenmesi lazım. “AKP’NİN YAPTIKLARI ÜZERİNE SOĞUK SU MU İÇECEĞİZ?”

anladık. Fırat: Buradan çıkarılması gereken ders neydi ? Aydemir Güler: Bu hareket öyle ilginç biçimler alıyor ki son derece özgürlükçüydü ama Türkiye böyle bir toplum değildi. Biz, Türkiye’nin tarihine baktığımızda Türkiye’nin yaşadığı aydınlanmanın yarım yamalak olduğunu düşünüyorduk. Ama sanki Türkiye’nin arkasında olağanüstü aydınlanma geleneği varmış gibi bir halk aydınlanması dağı taşı sardı. Son olarak da Berkin Elvan’ın cenazesinde çok yoğun bir polis saldırısı ve yüz binlerce

Kaya: CHP yıllardır yaptığı klasik ulusalcı siyasetten uzaklaşıp birleştirici bir siyaset çağrısı yapıyor, bunu samimi buluyor musunuz? Aydemir Güler: Hayır! Yani şu nedenle hayır; bazı sorular bu şekilde etrafından dolaşabilinecek sorular değil. Kent meselelerinde ortada bildiğiniz suçlar var; suç yani, bildiğin suç! İstanbul açıkça katlediliyor, kimsenin özel mülkü olmayan kamusal değerler yok ediliyor. Suç suçtur. Siz şunu diyebilir misiniz, “Adamı öldürmüşler ama adam öldü artık yahu ne yapalım”. Katil aramızda dolaşabilir mi? Bu mümkün müdür? Bunun hesabının sorulmaması vicdana sığar mı? Şimdi CHP’nin buna cevap vermesi lazım. AKP’nin yaptıklarının üzerine soğuk su mu içeceğiz yoksa geri çevirmeye, halkın malını halka iade etmeye, kentleri yaşanabilir hale getirmeye mi çalışacağız? Şimdi bu cevaplanmadan, kim neyi birleştiriyor? Siyasal alanda da bu böyle. Şimdi bana sorarsanız CHP’nin birleştirici imajını pekiştirmek için önce bir bölmesi lazım, yani AKP’nin fişini çekmesi lazım. AKP’nin meşruiyeti yok. Cinayetler ve yolsuzluklar soruşturulmayacak; Atatürk Orman Çiftliği, 3. Köprü, 3. Havalimanı konularında yargı kararı uygulanmayacak


17

ve siz Meclis kutsaldır diyeceksiniz. Hayır, bu Meclisin nesi kutsal? Fırat: Sarıgül özellikle söylemlerinde AKP’li seçmene çok vurgu yapıyor ve onlardan oy istiyor. Bu, aktif siyasette de işe yarar gibi gözüküyor. Bu konuda siz ne düşünüyorsunuz? Mesela siz AKP seçmeninin size karşı bir sempati duymasını, onları kendinize doğru çekmeyi ister misiniz? Aydemir Güler: Bu zaten yer yer oldu. Mesela Gezi’de gayet de bize düşmanlaştırılmaya çalışılan kesimlerin, “Türbanlı bacılarıma saldırdılar” serzenişlerine rağmen türbanlı kadınların bizimle yürüdüğünü gördük. Elbette milyonlarcası orada değildi ama aynı görüntü Berkin Elvan’ın cenazesinde de vardı. Bu insanlar belki daha önce AKP’ye oy vermiş insanlardı bilmiyorum ama şimdi Türkiye’de milyonlarca insanın oyunu alan bir

partiden bahsediyoruz. Bence bu siyasi parti Türkiye’den tasfiye edilmesi gereken bir akımı temsil ediyor. Ama oyunu aldığı bir kitlenin tasfiyesi söz konusu olamaz tabii ki, o insanlar bizim halkımız. Zaten onlar hırsız olanlar değil ,onlar hakkıyla çalışıp geçinmeye çalışan insanlar. Okay: Muhafazakar kesimin kaygılarından biri de alternatif bir iktidar yapısının üretilememesi ve muhalefetin yetersiz olması. Buradan nem kaparak AKP seçmeni istikrarın bozulmaması için AKP’de ısrar etmeye devam ediyor. Bu görüş nasıl kırılabilir? Aydemir Güler:AKP seçmeninde bu görüşün şu anda kırıldığını düşünüyorum. 30 Mart’ta da AKP’nin çakılacağını düşünüyorum. Bunun başka bir seçeneği yok. Şöyle bir açıklamanın yararı olursa onu da söyleyelim, AKP bir rant dağıtma mekanizması kurdu. Bu rantın kremasını birkaç aile yiyor ama o ziyafet sırasında etrafa o kadar çok lokma saçıyorlar ki, bu yoksullaşmış, emeklilik hakkı gasp edilmiş, sağlık sistemi paralı hale gelmiş, çocuğunu okulda okutması bir kabusa dönüşmüş bu insanlar o lokmalara mahkum kalmayı bir kurtuluş yolu olarak görüyorlar. Bu, ölümü gösterip sıtmaya razı etme taktiği. Bunu sadaka gibi dini bir ambalaja sokuyorlar. Sadaka ayıp bir durum, insanın hakkı var yahu, ne sadakası! Hakkın kalsın ama sen bu İslami anlayışın bir parçası ol. Bunu böyle bir ambalaja da sokunca çarklar bir süre döndü ama ben bunun kırıldığını düşünüyorum. Şu bir deliliktir, yani bu olmaz; ortada insanların akıllarında tutamayacağı yolsuzluk rakamları uçuşuyor. Yani AKP’nin birçok oyu yoksul kesimden geliyor ve bu duruma “Helal olsun, bu yola devam!” denmesi imkansızdır.


18

Pardon, Şuradan Bir İstanbul Film Festivali Uzatır Mısınız? Akbank’ın desteği ile gerçekleştirilen ve her yıl yaklaşık 150 bin izleyiciye ulaşan festival, Türk sinemasının yüzüncü yılında bomba gibi geliyor! Melis Us

1982 yılından itibaren İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı tarafından her sene, Nisan ayı içinde çeşitli sinemalarda düzenlenen İstanbul Film Festivali, bu yıl gücünü Türk sinemasının yüzüncü yılıyla birleştiriyor. İstanbul Film Festivali direktörü Azize Tan, sinema yazarları Fatih Özgüven, Engin Ertan ve akademisyenler Selim Eyüboğlu ile Umut Tümay Arslan 100.

yıla özel film seçimleriyle hazırladıkları 33.İstanbul Film Festivali’nin programını, İstanbul Martı Hotel’de yapılan toplantıyla açıklandı. Açılış konuşmasını yapan İKSV Genel Müdürü Görgün Taner, etkinlikte emeği geçen İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı başta olmak üzere festivale destek veren tüm kuruluşlara teşekkür ederken, festival programında yer alacak iki yüz festival filminden bahsetti. Buna ek olarak Türk sinemasının yüzüncü yılının tema olarak nasıl işleneceğine de değindi. Festival programı


19

hakkında ayrıntılı bilgi ise İstanbul Film Festivali Direktörü Azize Tan tarafından, festival programında yer alan filmler ve etkinlikler ile festivale katılacak konukları açıklayacak şekilde ele alındı. Festival programı sadece film gösterimlerini içermiyor; sinemacıların katılacağı söyleşiler, atölye çalışmaları ve sinema dersleri de yapılacak. Etkinliğin büyük destekçisi Akbank’ı temsilen bankanın genel müdürü Hakan Binbaşgil de konuyla ilgili “Bu yıl Türk sinemasının yüzüncü yılı olması, bu seneki festivali biraz daha farklı kılıyor. Türk sinemasına baktığınız zaman,

özellikle son yıllarda bir gelişme söz konusu. Nitelikli yapımlar ve alınan uluslararası ödüller söz konusu. Seyirci de artıyor. Bunlar bana göre önemli bir gelişmeler” yorumunda bulundu. Festivalin açılışı gerçek hayat hikayesinden uyarlanmış olan Philomena (Umudun Peşinde) ile yapılacak. Festivalin ön plana çıkan filmlerinin isimleri ise şöyle; Kitap Hırsızı, Kürklü Venüs, Aşk Bulmacası, Tutsak, Görünmeyen Kadın ve bunlara ek olarak Berlin Film Festivali’nin açılış filmi olan ve Jüri Büyük Ödülü’nü kazanan Büyük Budapeşte Oteli. Bu İkiliye Dikkat! Bu yıl gerçekleştirilecek olan İstanbul Film Festivali 100. Yıl özel bölümüyle karşımıza çıkıyor. Adını da bir filmden alan “Bu İkiliye Dikkat!” bölümünde filmlerin ele aldığı temalar; cinsiyet mücadeleleri, iktidar tutkusu, kent, köy ve taşra algısından sonra İstanbul’un yarattığı etki, Kürt meselesi ve azınlıkları içeriyor. Azize Tan, Fatih Özgüven, Engin Ertan ve Selim Eyüboğlu ile Umut Tümay Arslan tarafından seçilen bu filmler, Türkiye’nin son yüz yılda yaşadıklarının bir aynası mahiyetinde. PhIlomena ( Umudun Peşinde ) Martin Sixsmith’in yazdığı, Philomena Lee’nin Kayıp Çocuğu adlı kitaptan uyarlanan filmin başrolünü ünlü oyuncu Judi Dench üstleniyor. Filmde, oğlunu arayan bir kadının yaşadıkları dünyaca tanınmış bir politika yazarının dikkatini çekiyor ve yıllarca bir manastıra kapatılmış olan bu kadının oğlunu bulması süreci işleniyor. Sixsmith’in gerçek bir öyküden kitaplaştırdığı film, Oscar’a En İyi Film


20

Kitap Hırsızı başta olmak üzere, En İyi Kadın Oyuncu, En İyi Uyarlama Senaryo ve En İyi Müzik kategorilerinde aday gösterildi. Ayrıca üç dalda Altın Küre adaylığının yanı sıra BAFTA ve Venedik Film Festivali’nden de En İyi Senaryo ödülünü kazandı. Kitap Hırsızı Avustralyalı yazar Markus Zusak tarafından kaleme alınmış olan Kitap Hırsızı’nın sinema uyarlaması olan film, Nazi Almanyası’nda geçiyor. Hikayede II. Dünya Savaşı yıllarında bir üvey anne ve baba ile birlikte yaşayan Liesel Meminger’in, evlerine sakladıkları Yahudi genç Max ile aralarındaki ilişkinin Max’in Liesel’e kitap okumayı öğretmesi üzerine hayatlarını nasıl değiştirdiği anlatılıyor. IMDB’den 7.7 almış olan filmin, ilk olarak 2005 yılında yayınlanan kitap versiyonu da çok sayıda ödül kazandı ve 230 hafta boyunca New York Times’ın En Çok Satanlar listesinde yer almayı başardı. Büyük Budapeşte Oteli Bu yıl Berlinale’nin açılışını yapan Wes

Anderson’ın yeni filmi Büyük Budapeşte Oteli, hayali bir dünyanın kapılarını aralıyor. Orta Avrupa’da efsane bir otelin hikâyesini anlatan film Jude Law, Tilda Swinton, Owen Wilson, Adrien Brody ve Ralph Fiennes gibi ünlü oyuncularla dolu bir kadroya sahip. Anderson’ın daha önce yapımcılığını üstlendiği Moonrise Kingdom isimli filmi, sınırlı sayıda kopya ile vizyona girmiş ve salon başına 130 bin dolar gelir elde etmişti. Yönetmen, şimdi rekoru yeni film Büyük Budapeşte Oteli kırdı. Büyük Budapeşte Oteli, Amerika Birleşik Devletleri’nde sadece 4 ayrı sinemada vizyona girdi ve tek bir hafta sonunda 200 bin’er dolardan toplamda 800 bin dolar kazandırdı. Olay yaratan filmde, Büyük Budapeşte Oteli’nde 1920’lerde lobi görevlisi olarak çalışan Zero Moustafa’nın otelin sahibi olma macerasını anlatılıyor. Okumadan Geçmeyin! Lale kart sahiplerine ön satış gerçekleştiriliyor. Eğer Siyah Lale sahibiyseniz 18 Mart’ta, Beyaz, Kırmızı ve Sarı Lale


21

Büyük Budapeşte Oteli sahibiyseniz de sırasıyla 19,20,21 Mart tarihlerinde biletinizi alabiliyorsunuz. (Öncelikli satış dönemlerinde Siyah, Beyaz ve Kırmızı Lale üyeleri her seans için en fazla 2 indirimli bilet, Sarı Lale üyeleri ise 1 indirimli bilet satın alabilecek.) Genel satış, 22 Mart’tan itibaren başlayacak. Biletler, Biletix’den saat 10.00 ile 19.00 arasında online veya elden alınabiliyor. Ayrıca herhangi bir ek ücret ödemeden Atlas ve Kadıköy Rexx sinemasından da bilet satışı yapılacak. Biletlerinizi tüm Biletix satış noktalarından referans numaranız, satın alma işlemi sırasında kullandığınız kredi kartı ve kimliğinizi göstererek teslim alabiliyorsunuz eğer seansa gitmeden önce alma imkanınız olmazsa da dert etmeyin. Biletler seans günü ve seans saatinde festival sinemalarında kredi kartı ile kimliğinizi göstererek teslim alabiliyor. İstanbul Modern ve Pera Müzesinde gerçekleştirilecek olan gösterimlerin bilet fiyatı 6 TL olacak. Eğer öğrenciyseniz ve öğrenci indirimiyle bilet aldıysanız, öğrenci olduğunuzu ispatlayacak bir belgeyi (paso, öğrenci kimliği vb.) yanınızda götürmeniz gerekiyor. Aksi takdirde 6 TL’lik farkı ödemek zorunda kalabilirsiniz. Festivalin, reklam filmleri veya film sunumları seans başlama saatini

etkilemeyecek şekilde ayarlanıyor dolayısıyla salon girişlerinde sorun çıkmaması için seanslara vaktinde gitmelisiniz. Film başladıktan sonra salona izleyici alımı durduruluyor ve gösterimler sırasında ara verilmiyor. Patlamış mısır, su vb. ihtiyaçlarınızı halletmenizi tavsiye ediyoruz. Filmler genellikle İngilizce ve Fransızca dillerinden çevriliyor. Çeviri konusunda herhangi teknik bir arıza yaşandığında çevri sistemi durduruluyor ve film altyazısız oynatılıyor. İstanbul Film Festivali, Türk sinemasının önemli yapıtlarını restore ettirerek gün ışığına çıkarıyor ve bu klasiklerin yeni kopyalarını Türk sinemasına kazandırıyor. Bu yıl sinemaseverler 2006’da festivalden Sinema Onur Ödülü alan Yavuz Turgul’un yazıp yönettiği Muhsin Bey filmini Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Prof. Sami Şekeroğlu Sinema-TV Merkezi tarafından restore edilmiş kopyasıyla izleyebilecek. İKSV, İstanbul Film Festivali’ne hazırlık sürecinde ve 11-18 Nisan 2014 tarihleri arasında gerçekleşecek olan Köprüde Buluşmalar atölyelerinde görev almak isteyen gönüllü stajyerler arıyor. Konu hakkında ayrıntılı bilgiye http://www.iksv.org/tr/insankaynaklari/ acikpozisyonlar#1 adresinden ulaşılabilir.


Sergi’lesek mi? Geçmişten günümüze serginin yolculuğuyla bu ay şehirde görülmesi gerekenler. Duygu Taner

Şimdiye kadar - “belki” birçok sergiye gitmiş olsak bile - sergilerin geçmişten günümüze nasıl geldiğini düşünmemişizdir. Hem kişisel hem yerel hem de evrensel boyutuyla bir serginin katkılarını da pek sorgulamamışızdır muhtemelen. Aslında, bir durup yapmak lazım. Sergilerin geçirdiği evrim insanoğlunun ilk çağlarındaki küçük kasaba ve kent pazarlarıyla başlayıp 19.yüzyıldaki panayırlara kadar uzanıyor. Nüfusun artmasıyla yaşanan kentleşme için sergiler, Sanayi Devrimi’yle beraber ortaya çıkan ürünlerin tanıtım ve pazarlama ihtiyacını karşılamak için kuruluyor. ‘Sergiler Çağı’ olarak da adlandırılan 19.yüzyıl, bugünkü modern fuarcılığın temelini

oluşturuyor. Sergilerin bu tarihsel yolculuğundan yola çıkarak bize verdiği faydalar da yadsınamaz bir gerçekliğe sahip günümüzde. Özellikle son yıllarda, ülkemizde de sayıları gittikçe artan birçok yerli ve uluslararası sergiler açılmaya başlandı. Artan galerilerle birlikte Türkiye’nin çeşitli illerinde birçok sergi gezilebiliyor artık. Sergiler, sosyal, teknoloji, siyasi ve kültürel alanlarda gelinen seviyeyi gösterirken aynı zamanda iletişimde de önemli rol oynuyor. İnsanların birbirleriyle iletişim kurmalarında, etkileşiminde, bilgi paylaşımında son derece etkili bir yerleri var. Sergilerin temel amaçları arasında, kültürel zenginlikleri sergilemek, projeleri paylaşmak, yeni fikirler üretmek yer alıyor. Bu noktada da farklı teknolojiler ve sanatlar kullanılarak eserler veriliyor. Bunları düşündüğümüzde Mart ayı bizler için dopdolu bir ay olmaya devam ediyor çünkü bu ay, farklı içerikte birçok sergi açıldı ve devam


23

ediyor. İşte bu ayın öne çıkan sergileri: 1. Marc Quinn - Aklın Uykusu Aklın Uykusu, sanatçının otuzdan fazla eserini sunarken beden ve kimlik konularını merkez alıyor. Farklı tekniklerin ve teknolojinin kullanıldığı sergi 27 Nisan’a kadar Arter’de gezilebilir. Sergi hakkında Üniverzete’de yayınlanmış yazımızı okuma isterseniz ise buyrun: http://goo.gl/bi9rd7

1 3

2. Suat Akdemir – Hayattan Soyut İzler Son yıllarda yaptığı ve farklı dönemlere ait olan eserlerin bulunduğu sergide, Akdemir’in tuvalleri, kağıt işleri, fotoğrafları ve ‘müzelik’ bisikleti yer alıyor. Küratörlüğünü Bedri Baykam’ın yaptığı sergi 13 Nisan’a kadar Piramid Sanat’ta. 3. Murat Şahinler – İçimde Bir His Var Son dönem çalışmalarının yer aldığı sergi, sosyal, kültürel ve psikolojik konulara da değiniyor. Sergi 23 Mart’a kadar Pilot Galeri’de görülebilir. 4. Doğaya Dokun Fotoğraf Sergisi Doğa fotoğrafı konusunda uzman birçok fotoğraf sanatçısı, Türkiye’nin çeşitli yerlerinde çekilmiş fotoğraflarla insan ve doğa arasındaki ilişkiyi anlatıyor. 25 Mart’a kadar Fransız Kültür Merkezi’nde. 5. Komşular İstanbul Modern’in 10. yıl kapsamında hazırlanan sergi Türkiye’nin komşu coğrafyalarından Balkanlar, Kafkaslar


24

5

kadar Nar Art Sanat Galeri’de ziyaret edilebilir. 7. Picasso – Doğduğu Evden Gravürler ve Seramikler Farklı konuların gerçekçi betimlemelerinden kübist ve sürrealist yorumları olan gravür ve seramiklerin olduğu sergiye, Picasso’nun sahip olduğu kişisel eşyaları da eşlik ediyor. Sergi 20 Nisan’a kadar Pera Müzesi’nde. ve Orta Doğu’dan öncü sanatçıların yapıtlarını sunuyor. 8 Mayıs’a kadar İstanbul Modern’de gezilebilir. 6. Burhan Doğançay – Özgün Baskı Çağdaş Türk resminin en önemli isimlerinden biri olan Doğançay’ın özel koleksiyonlarından derlenen 16 resminin baskı belgeleri ve orijinal bir resminin bulunduğu sergi 20 Nisan’a

9

8. Havadis: 100 Yıl Önce Türk basınında 1913’teki önemli olay ve gelişmelerden derlenen haberlerin yer aldığı sergide aynı yıldaki süreli yayınlardan 26’sının Arap alfabesiyle çıkan nüshalarının yanında bugünün Türkçesine uyarlanan haberler ve fotoğraflar yer alıyor. 31 Mart’a kadar Cumhuriyet Sanat Galerisi’nde görülebilir.


25

8 9. Aurora - Kuzey Ülkelerinden Çağdaş Cam Sanatı Kuzey Avrupa ülkelerinden cam sanatçıları, camın modern yorumunu bizlere sunuyor. Artık malzemelerin kullanılarak teknolojinin sınırlarının zorlandığı sergi 20 Nisan’a kadar Pera Müzesi’nde.

10. Ersin Alok – Konumsal Konumlar Dünyanın önde gelen sanatçılarından Alok’un, doğadaki soyut gerçeklere ışık tutan ve abstre fotoğraflarının da yer aldığı sergi 5 Nisan’a kadar S-Art By Sürmeli’de gezilebilir.


26


27

Şimdi Reklamlar Madem bugün 50. Sayımızı okuyorsunuz, biz de size ona yakışır reklamlardan bahsederiz! Demet Açıkgöz

#BerkinElvanÖlümsüzdür Sanırım en doğrusu hepimiz için çok anlamlı olan bir ilandan başlamak olacak. New York Times’da yer alan Berkin Elvan için yapılmış ilanı burnumuzun direğini sızlattı. Güzel uyu canım kardeşim. MGM: Carrie – A Telekinetic Coffee Shop Surprise Anneciğim korkuyorum. Reklamlar her zaman televizyonda dönecek, markaların virallerini

Facebook’ta göreceksiniz diye bir şey yok! İşte tam da bundan bahsederken MGM “Carrie” adlı korku filminin tanıtımı için bir kafe dolusu oyuncunun arasına zavallı kurbanların girmesini bekledi. Kurulan düzenekler, heyecan verici planlar sonucunda o zavallı insanların yerine kendimizi koyduğumuzda tüylerimiz diken diken oluyor, ayrıca ilk okul hocamızın öğrettiği Nas ve Felak sureleri o sırada işe yarayabilirdi… http://youtu.be/VlOxlSOr3_M


28

TNT: Push to Add Drama İnteraktif işleri her zaman sevmişizdir, bir reklamın tam göbeğindeyseniz şayet onu zaplama şansınız da olmuyor hatta o zaman olayları siz başlatıyorsunuz. TNT için 2012 yılında ajans Duval Guillaume’nin yaptığı çalışma hepimizin ağzını açık bırakmıştı. TNT’nin ‘Daily Dose of Drama’ kanalının tanıtımı için olan bu çalışmayı izlerken “adamlar neler yapıyor” diyeceğinizin farkındayız. http://youtu.be/316AzLYfAzw Red Bull: Stratos “Red Bull kanatlandırır” hem de ne! Red Bull’un stratosfer atlayışı

denilince akla “o abi ne akla hizmet oralardan atlıyor?” sorusu da peşinden geliyor. Bu rekorun sahibi Felix Baumgartner’ı ve formasının üzerindeki markayı hepimiz çok iyi tanıyoruz. O kadar yeni oldu ki, belki sadece bu heyecan verici anı tekrar izlemek istersiniz. Bu arada, inerken tökezlemedi bile. http://youtu.be/FHtvDA0W34I

Hot Outdoor Advertisers – Coca-Cola Coca-Cola ve içimizi ısıttığı reklamlara her gün yenileri ekleniyor. Televizyonda izlediğimiz reklamlarının yanı sıra tüketicilerini o kadar güzel yerlerde, o kadar güzel durumlar içinde bırakıyor ki; o duraklar bizde olsaydı ne zaman kırılırdı, diye düşünmeyiverip yorumsuzca ve içimizdeki aşkla seyretmeye devam ediyoruz. http://youtu.be/sIp-jcuO-kU KARŞILAŞTIRILMALI REKLAM Karşılaştırmalı reklam anlayışı dünyanın bir çok yerinde var, son duyumlara göre Türkiye’de de bu gerçekleşecekmiş. Tam olarak nasıl olacak, markalar bunu kaldırabilecek mi bilemiyorum ama ben en keyif aldıklarımdan biraz bahsedeceğim.. Pepsi diyorsam; Pepsi vereceksin! Ufak sevimli bir kız sizden Pepsi isterse onu kandırmaya çalışmayın olur mu? Çünkü hiç ummadığınız şeyleri yaşayabilirsiniz. http://youtu.be/jPHUGog186A


29

verdiği reklama bakalım. BlackBerry kaşınmış olacak ki; sektörün devi Apple’a kafa tutmuş. Cevap gecikmemiş, basit ve net. Ah bu arada bu reklamı ilk izlediğimde BlackBerry kullanmanın acısını ve ezikliğini yüreğimin ta derinlerinde hissetmiş ve hemen iPhone almak istemiştim. http://youtu.be/zMFuPbUQBPQ

Ya hiçbir şey göründüğü gibi değilse? 2002 yılında Almanya’da yapılan bir karşılaştırmalı reklama göz gezdirelim. McDonald’s ve Burger King’in kapışmasında Burger King öyle bir atak yapmış ki; tarihlerine yazılan bu kara lekeyi nasıl sildiler bilinmez. http://youtu.be/0GpUhULRIuA Apple vs. BlackBerry Hadi biraz da hayatımızın neredeyse en önemli markası haline gelmiş Apple’ın BlackBerry’e çok güzel cevap

DHL TheRace İki sempatik kargo görevlisi, iki rakip; aynı adrese teslimat yapacaksa aralarında nasıl bir yarış başlar? Az çok tahmin edilesi görüntüler olsa da sonu beklenmedik bir şekilde bitiyor. Kısacası siz ikincili kapışın canlarım, birinci belli… http://youtu.be/S6UWHpSlQAc Sınır tanımaz Çocukluğumuzda dilimize dolanan reklam jingleları başımızı bazen belaya sokar bazense yüz güldürürdü. Madem eskilerden reklamlar paylaştık, herkesin hatırladığı ve bizim jenerasyonun diline dolanan O.K reklamını hatırlayabiliriz. http: //alkislarlayasiyorum.com/ icerik/100960/ Bozaci-ok-prezervatif-reklami Bunun hemen ardındansa yurtdışından “zamanında condom kullanaydık iyiydi” hissiyatı yaratan bi’ reklama bakalım, ayrıca o çocuk çekilmez! http://youtu.be/WqVuJ9JJBJY


30

“The Walking Dead”, Ekim 2010’da Amerika’nın AMC kanalında pazar günleri yayınanmaya başlayan dizi, giderek artan reytingleriyle hafta sonunu süslemeye devam ediyor. Makyajları “yok artık” dedirterek gözleri hayretler içinde bırakan bu dizinin tarihine göz atmak isterseniz, yolculuğumuza başlayalım. Efe Metin Demiralp

Yürüyen Aylaklar


31

spoiler: yüksek The Walking Dead, Amerika’nın yapmış olduğu korku-drama üzerine yazılmış olan bir yapım. Her sezon kalitesi artan grafiğiyle izleyicisini büyüleyen dizi, birçok ödüle layık görüldü. Üçüncü sezonun galasında ise tarihe kablolu televizyonların en çok izlenen drama dizisi olarak geçmeyi başardı. Dizinin konusu, aynı adlı çizgi romanından alınma. Kıyametin sonrası, olarak görülen dizi, zombiler tarafından

alt üst edilen dünyanın savaşını veren Rick Grimes’in hikâyesidir. Çizgi roman zamanları “The Walking Dead” diziden önce ilk olarak 2004 yılında halkla buluştu. Çizgi romanı, aynı zamanda da dizinin yapımcısı Robert Kirkman tarafından oluşturulan, seri halinde siyah-beyaz olarak çıkmaya başlamıştı. Şu anda 20 yayını raflarda olan serinin, 21. serisi için kitabevlerini doldurması


32

bekleniliyor. 21.serinin ismi ise “The Walking Dead Vol.21: All out Wars(Part 2)”. Çizgi romanında da Rick ve Carl’ın başından geçen olaylara konu edinmişti. Ancak daha sonrasında Rick ve Carl’ın hikâyesi sonlandırılınca başka hikayelerle devam etti. Türkiye’de ise basım adı “Yürülen Ölüler” olup Hanife Kılıç çevirisiyle kitapçılarda yerini aldı. Televizyon dizisinin kadrosuna bakacak olursak… Dizi ilk sezonuna başrollerinde Andrew Lincoln (Rick), John Bertnal (Shane),

Sarah Callies (Lori), Lori Holden (Andrea), Jeffrey DeMunn (Dale), Steven Yeun (Glenn) ve Chandler Riggs (Carl) ile başlamıştı. Ancak ikinci sezonundan itibaren, her sezon kadrosunda bazı değişiklikler olmuştur. Ekibe yeni oyuncular, yeni heyecanlar gelmiştir. Kim gibi? Norman Reedus (Daryl), Melissa McBride (Carol), Lauren Cohan (Maggie), Danai Gurira (Michonne) başlıca olmak üzere birçok yeni karakter. 4.Sezon 4. sezonun başlıca karakterleri ise Rick, Carl, Michonne, Glenn, Carol, Maggie, Hershell, Beth, Vali, Tyresse,

Sasha ve Bob. Vali’nin başarısız atağından sonra hapishanede, Rick’in grubunda barışçıl bir atmosfer vardır. Rick’in artık lider olmayacağını söylenir ve konsey oluşur. Hapishanede bütün kararlar, herkesin onayıyla gerçekleştirilecektir. Carol çocuklara nasıl savaşılacağını ve silahın nasıl kullanıldığına dair dersler verir gizlice. Ancak bir süre sonra Carl bunu fark eder. Olaylar hız kesmeden devam eder. Bu seferki savaşları, salgın bir ölümcül hastalık olan griptir. Salgından ilk etkilenenler Karen ve David’dir.

Bıçaklanmış bir halde ölü bulunurlar. Grup, bunun kimin yaptığını merak eder ve araştırmalara başlar. Ancak bu hastalık bitmemiştir. Glenn, Sasha ve Lizzie’ye de bulaşır. Hastalık diğer grup üyelerine bulaşmasın diye onları hücreye kapatma kararı almışlardır. Çare bulunması için Daryl, Michonne, Tyree Bse veob ilaç bulmak için yola koyulurlar ve bulurlar. Bu sırada Rick kimin Karen ve David’i öldürdüğünü bulmuştur: Carol. Rick, Carol’ı kovar. Ana karakterler dışında birçok kişi de virüsü kapmıştır. Hala virüs sonlanmamıştır. Bu sırada canlı çıkmayı başaran Vali,


33

Martinez ve Shumpert’le kamp yapar. Ertesi gün yoluna tek başına devam eder. Eskiden beri yaşadığı Woodbury’i mahveder. Chambler ailesini bulana kadar hedefsizce yoluna devam eder. Ailede iki kız kardeş Lilly, Tara, babaları David ve Lilly’nin kızı Megan vardır. Vali, Megan’ı kendi kızı olarak görmeye başlar. Aile, babaları ölmeden önce ona yardım ettikleri için Vali’ye bağlanır. Vali ve aile güvenli bir yere gitmek için yola koyulurlar ve farklı bir grupla karşılaşırlar. Katıldıkları grupta Martinez’i bulur. Oradaki liderleri tek tek öldürüp kendisi başa geçer.

bıçağıyla öldürür. Bu arada Vali’nin grubunda Lilly ve Meghan kamptadırlar. Meghan aylak tarafından ısırılır. Lilly, Meghan’ı Vali’nin yanına getirir. Vali, kızı kafasından silahla vurur. İki grubun arasından savaş çoktan başlamıştır. Vali’nin ordusu yenilmiştir. Ancak hapishanede kalınamayacak kadar hasar vardır. Savaş sırasında kim yanyanaysa hapishane sırasında Rick’in grubu ayrılır. Rick, Carl’la, Michonne tek(daha sonradan Rick ve Carl’ı bulur), Daryl ve Beth beraberdir. Maggie, Bob ve Sasha’yladır. Glenn salgın hastalık dolayısıyla savaşta yer

Sonra ilk baştaki hedefine geri döner: Hapishaneyi almak ve Michonne’u öldürmek.

almamıştır. Tek başına hapishaneden çıkarken Tara’yla beraber yola devam eder. Son grup ise Tyreese, Carol(grubu takip ederek bulur), Lizzie ve Mika’yla devam eder yoluna. Glenn yolcuğulunu Maggie’ye bulmaya adarken yollarına Asker Abraham Ford, Rosita ve Eugene adında üç yeni karakterle karşılaşırlar.

4. sezonun yarı finalinde beklenmedik heyecanlarla karşılaşırız. Vali, yeni ordusu yani grubunu doldurur ve hapishanedeki asıl kadroyu, herkesi, öldürmek ister. Daha önceden Michonne’u ve Hershell’i tehtid amaçlı alı koymuştur. Tankla ve arabalarla grup hapishaneye varır ve Vali, Rick’le konuşur. Hedefinden şaşmaz. Rick, Vali’nin grubundaki insanlara iyi olduklarını söyler ve birlikte yaşamak gibi bir fikir sunar. Vali reddeder ve Hershell’i Michonne’un katana

Talking Dead: “Talking Dead” ise 2011 yılında yayına girer. Sunucusu Chris Hardweck’tir. Her bölümün ardından dizinin bölümünü tartışırlar. Oyuncuları, yönetmenleri, yapımcıları ya da hayranlarını burada görebiliriz.


34

Bir Tabletten Ne Bekliyorsunuz?

Taşınabilir bir çalışma merkezi mi? İnternet ve Video mu? Yoksa sadece teknolojik bir macera mı? Gökberk Ertunç


35

Akıllı telefon devri sonrası şimdi de “laptop mu, bilgisayar mı?” tartışmasını geride bırakıp tabletlere geldik. Ama Tablet dünyasına girmeden önce tercihlerimizin nasıl oluşacağına dair bir fikrimizin olması sonradan pişmanlık yaşamamak için teknolojinin çakallık dünyasında gerekli. İlk olarak ihtiyaçlarımızı belirlemeliyiz, yani klavye şart mı yoksa değil mi? Klavye şartsa zaten laptoplara veya Docklu(tablete takılan klavyeli) tabletleri seçmek durumundayız. Apple’ın iOS tarafında ve Android’in birçok üst düzey tabletinde bu tarz dock’lar mevcut. Asus Transformer serisi Andoid de bunun yaratıcısı olmasına rağmen artık birçok alternatif çıktı. Bu durumda artık yalnızca buna göre bir tablet bakmak kalıyor. Yok, yazı yazmayı değil de İnternette dolaşmayı düşünüyorsak seçeneklerimiz daha çok. Samsung, Asus cephesinden uygun Android tabletlerin ve Apple marka iPadlerin bolca çeşidi var. Bu durumda seçim daha çok telefonumuza bakıyor. Aldığımız uygulamaları rahatça kullanmak açısından iPhone’umuz varsa iPad; Android cephesinde bir telefonumuz

varsa Android bir tablete bakmak en mantıklısı. Çünkü iki farklı ekosistem aynı uygulamaya iki kere para harcamak ve iki farklı dünya üzerinde yazılımları kullanmayı öğrenmekle cebelleşmek demek. Şuraya kadar aslında nasıl bir tercihin akıllıca olacağı belli ama asıl ilginizi tablet değil de teknoloji ve keşfetmek geliyorsa bir üçüncü seçenek de var:

Teknoloji ile uğraşan, kurcalamayı seven ‘’geek’’ler olarak aslında üçüncü seçenek Android’te Google’dan 18 ay boyunca en güncel yazılımı alacağı belirtilmiş Nexus serisi . iOS’ta güncelleme problemleri o kadar olmasa da Android cephesinde Google markalı bir tablet dışında pek bir seçenek yok. Geek bir bilgisayar kurdunun zaten şu yazıyı okumadan ne alacağı aklında belirmiştir ama gene de son olarak hatırlatmış olayım, bir tabletten ne bekliyorsunuz?


36

Anadolu Rock Efsanesi ve Unutuluşu Önce Dadaloğlu, “Bu dağlar bizimdir” diye haykırdı. Sonra Cem Karaca, Adiloş Bebe ile memeye saldır emrini verdi. Barış Manço domates, biber ve patlıcanını eksik etmedi. En son da son bir ekspres trenine atlayıp Göğe gittiler. Uluç Akbaş

60’ların başı, Türk Sanat Musikisi herkesin gönlünde taht kurmuş, insanlarda duygu patlamaları hep ağır ve dramatik oluşumda. Tabii bu sadece İstanbul’u değil tüm Anadolu’yu sarmış durumda. Ara ara en eski sazlarımızı çalmıyor ve Halk ozanlığını yapmıyor değiliz. O sırada, gazetelerde ve radyolarda İngiliz dört gencin, irili ufaklı haberleri var. The Beatles demişler kendilerine. Rolling Stones, Led Zeppelin, Yes vb. gruplarda manşetlerde yer etmiyor değil. Önce anlaşılamadı, telli çalgılar elektriğe bağlanmıştı vurmalı çalgılar da bir kombinasyonla ayrı bir çalgı aleti oluşturuyordu. Türkiye; elektro gitar, bas gitar ve bateriyi tanıdı.


37

O sıralar, annesi opera sanatçısı bir genç bu gruplara özenmiş, Robert Koleji’nde kurduğu “Dinamik” adlı rock müziği grubu ile Elvis şarkılarını yorumluyordu. Grup dağıldı ama solistin hevesi geçmedi. Türkiye’de Türk rock müziği olmalıydı. Hevesi büyüktü ama devlet* daha büyüktü. Askere gitti. 121. Jandarma Er Alayı’nda kendisi gibi bir erin bağlamasına kulak verdi. Askerlik ve hasretten olacak ki adam sazını ağlatıyordu artık. Orada o küçük konseri dinleyenler arasındaki hevesli er Cem Karaca, Türk müzik tarihinde darbe yaratacak bir plan yaptı. Fikir basit ve olağanüstüydü: Yeni tanınmış rock müziği çılgınlığını, Anadolu çalgıları ve ezgileri ile birleştirmekti. Adı zaten belli olmuştu: “Anadolu Rock”. Zaman geçti. Apaşlar, Kardaşlar,

Dervişan ve Moğollar geçti. Barış Manço, rock’n’roll müziğinden bu fikre geçti. O sadece Türkiye’nin değil, Uzak Doğu’nun da fatihi oldu. Bir treni vardı ki onun Kurtalan Ekspres adlı; rayından durmaz sallar geçerdi konser alanını. Onlar, halkın sorunlarını ele aldı. İlginçtir ki, aşk Anadolu Rock için üçüncü plandaydı. Asıl önemli olan ezilmiş halkın hakkıydı, hasretti, vuslattı, memleket özlemiydi. Hatta ölümdü. Alt tabakadaki insanların hayatlarını anlatırlardı. Öyle geçti Anadolu Rock. Hapse girdi, sürgün edildi, yine direndi. 2004’te kurucusu Cem Karaca ile beraber uğurlandı. Türk müzik tarihinde saklı ve mütevazı bir şekilde efsane olarak kazındı. Kimse onlar gibi olamadı. Sonra ve şimdi?


38

Rock müziği devam etti ama sadece “rock” kaldı. Her tarafta duyulan ezgisi gibi kendi halinde Türkçe rock müziği doğdu. Konu çoğunlukla* aşk, sevgiliye olan ihtiyaç veya küfürdü. Tabi bu kadarı da yetmedi. Türkçe pop çöktü, tüm tarihin ve oluşumun üzerine, aynı ritimler ve anlamsız ya da çok basit

melodik konuşmalar geçiyor artık. Çok şaşırtıcı*, bu kadar insan bu müziği, bu basitliği nasıl kabul eder? Barış Manço bir söyledi mi o şarkıda ki sözü dinleyenler dolaylı anlardı. Cem Baba’yı hiç karıştırmıyorum bile. Örnek mi? Tabi buyurun:

Kalktı hilal kaşları sordu kim bu serseri Çekti gitti arabayla egzozuna boğuldum Gözümde tomurcuk yaşlar ağır ağır doğruldum Ustam geldi sırtıma vurdu unut dedi romanları İşçisin sen işçi kal giy dedi tulumları İşçisin sen işçi kal işçisin sen işçi kal Cem Karaca, Tamirci Çırağı


39

Aşağıdaki örnek ise klibinde araba yakan Demet Akalın’ın Sepet adlı

şarkısından:

Kaç kere denedik denedik denedik Yetmedi yine denedik Yılda en az iki üç kere bozuk bir ilişki tazeledik Söyle nereye kadar böyle nereye kadar Çok basit bir karar iki çift sözüme bakar Tak şu sepeti koluna Herkes kendi yoluna Arama sorma boşuna gitmiyor hoşuma laralalarala Not: Söz ve müzik kendisine bile ait değil.

yaşatmaya çalışıyor.

Ne yazık ki hala ikinci örnekteki şarkı ve benzerleri rağbet görüyor. Nice üstadları, Anadolu Rock müziğini icra edenleri uğurladık. Zaman geçtikçe efsane de unutulmaya yüz tuttu. Hala ayakta olan Kurtalan Ekspres, Anadolu Rock efsanesini en azından sözleri ve coverları ile

Çıkardıkları “Göğe Selam 1” ve “Göğe Selam 2” albümleri ile şu anki jenerasyona tarihi anlatmaya çalışıyorlar. Evet, doğru, yakında bu adamları ve bu tarzı anlayan kimse kalmayacak ama o zamana kadar Anadolu Rockçılar varlığını sürdürmeli ve sürdürecektir de.


40

Marmaris Kış Uykusunda Şehir kış uykusundan çıkmak üzere. Hala vaktiniz varken, Marmaris. Mert Ofluoğlu

Kıyı şeridi boyunca uzanan altın sarısı kumsallar, ıssız gökyüzünde parıldayıp içi ısıtan kızgın bir güneş yok, palmiyelerin arasında mayolarıyla gezinen turistler görmek mümkün değil. Yaz aylarının gözde tatil yeri Marmaris, kışın yerel halkıyla yalnızlığına terk ediliyor. Şehir kış uykusundan çıkmak üzere… Hala vaktiniz varken, Marmaris’e gidip şu maddeleri deneyimleyin:


41

1 – Kaldırımlardaki odun ve kömür çuvallarının şok etkisi yaratmasına izin verin. 2 – Şehrin üstündeki incecik is tabakası ile şaşırın. 3 – Yalnızca barların ve diskoların değil, kafelerin ve restoranların çoğunun da kapalı olması hayalet kasaba etkisi verebilir. Açık bulduğunuz ilk yere dalın! 4 – Her yerde arı Ege şivesi var. Dinleyin! 5 – Bisikletle şehri keşfetmek için bundan uygun zaman olabilir mi? Pedallayın! 6 – Denize giren birkaç kişi göreceksiniz. Siz de girin.


42

Bir sabah uyanıyorum ve ağlıyorum. Annem söylüyor, diyor: “Berkin’i kaybettik.” Bir sabah uyanıyorum ve ağlıyorum. İnsanlık kavramı takılıyor aklıma. Günce Kılıç Öğrendim ki; öfkenin silahları ve insanlıktan yoksun bedenleri vardı. Aylardan hazirandı ve ben babama gitmek istiyordum. Tomalardan, siyasi söylemlerden, şiddetten, nefretten, doğruları için ölen-öldürülen insanların gerçekliğinden, üzerime sinen gaz kokusundan sıyrılıp, babama gitmek istiyordum. Haberleri görüyordum sonra. Bir tanesi şöyleydi: “Ekmek almaya giden çocuk gaz kapsülü ile başından yaralandı, 14 yaşında, durumu ağır.”

Gördüm ki; insanlar, aylarca insanlığı hatırlatmak istedi unutanlara. Lakin Brecht’in bir yazısını okumuştum (şans eseri): “Yaşayabilmek için hemen unutmalı. İnsanlığı unutmalı insan.” Gördüm ki; bazı insan olanlar, bedenlere sahip bazı öfkeler tarafından öldürüldüler.


43

Bir sabah uyandım ve ağladım. Berkin’in ölümünü, bu öfkeyi kabullenemedim, kabullenemiyorum. “Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler.” Bir gece çok karanlık oldu. Berkin öldü. “Sık gözüne sık!”, “Vur kafasına vur!” Polis önümde bir kızı dövdü, yok yere. Ben korkarak köşeye sindim. Korkaklığım utanca bıraktı yerini. Dedim “Ekmek almaya giderken öldü!” Dedim “Dayak yiyerek öldü!” Dedim “Kendine gel! İnsan olduğu için öldü!” Bir gece çok karanlık oldu. Pilav satan bir çocuk ağır yaralandı. 15 yaşında. Biri öldü. 22 yaşında. Başbakanın açıklamasını duydum: “Türkiye o işleri aştı. Kendi kendini piyasa topladı. Borsa akşama doğru yükselmeye başladı.” Sahi mi? Anlayamadım. Aşılası bir durum muydu öfkenin ve nefretin masum insanları öldürmesi? Aşılası bir durum muydu insan canının bazıları için sadece borsayı ifade etmesi? Aşılası bir durum muydu öfkenin bedenler ele geçirerek insan kılığına girmesi? Anlayamadım, anlayamıyorum. Evlatlarını kaybeden annelerin, babaların isyanını dinledim televizyonda. Şarkılı, türkülü seçim otobüslerine karıştı sesleri. Ülkenin sıkıntısı da büyüktü hani; havada güneş vardı lakin barajlar dolmadı ama neyse ki borsa bunları da aşmıştı değil mi? Ölümü borsayla eş değer tutanlar,

ölümün acısını da seçimle bir tuttular. Acısı taptaze bir anneyi yuhalamayı ve yuhalatmayı, acısı taptaze bir halkı nekrofili ile suçlamayı bir inancının temel taşı görenler ve bedenlerini öfkeye teslim edenler, tabii ki insanlığa da pek bir alaka gösteremediler. Lakin sofralarından balını eksik etmeyenler, bir çocuğa ekmek almayı galiba çok gördüler. Gene sofralarından balını eksik etmeyenler, bu kez dediler ki: “Polis nereden bilsin çocuk mu değil mi?” Sandılar ki; her büyüyen çocuk, bedenini öfkeye teslim etti ve ekmek almaya giden bir çocuk belki de sırf sapanı olduğu için terörist ilan edildi. Sandılar ki; güç insan olmayı gerektirmezdi çünkü güç hayli hayli öfkeden de beslenebilirdi. Sandılar ki; güç, insan canından ve insan ahlakından da önemliydi… Bir gece çok karanlık oldu ve ben televizyonda Berkin’i gördüm. Dedi ki; “Çocuklar öldürülmesin, şeker de yiyebilsinler.”


/50

ü

e t e z r e niv Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)

zete


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.