/52
e t e z r e v i n ü eden
ma N VPN, A
tube ve u o Y , r e _TwItt rin Ardından le _Seçim oldu şimdi? ne _Peki,
zete
Sayı: 52 / 2014 Genel Yayın Yönetmenleri Günseli Naz Ferel Yazı İşleri Ali Berhan Memişoğlu Demet Açıkgöz, Oğuzhan Karakaş
TWITTER, YOUTUBE VE VPN, AMA NEDEN
SEÇİMLERİN ARDINDAN
PEKİ, NE OLDU ŞİMDİ?
DAHA 17
HERKES SAĞLAM BİR SEVİŞSE DE DÜNYA RAHATLASA!
PASS TICKET - LIEGE VE KOMŞU ŞEHİRLER
ŞİMDİ REKLAMLAR
KEMERLERİNİZ BAĞLAYIN
Yazılar Berkay Öktem, Burak Sarıca, Can Olgune, Can Türkmen, Efe Metin Demiralp, Gökberk Ertunç, İlayda Gencer, Mert Ofluoğlu, Nesil Arıyürek, Selin Tunca, Simge Gürkan, Tamer Tuzcu, Varım Gökmen Arka Kapak: Demet Açıkgöz Teşekkür Sarper Durmuş Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo
Facebook: http://goo.gl/jx7hxb
/ifbilgi
@ifbilgi
4
端niverzete
5
6
7
8
TwItter, Youtube ve VPN, Ama Neden Dns kaçırmadan ip yasaklamaya devletimizin tüm gücüyle internetle mücadele ettiği zamanlarda herkesin tanıştığı kavram; VPN. Gökberk Ertunç
Evde bilgisayar başında ürünlerini toplayıp YouTube’dan yemek tariflerine bakan herhangi bir insanın bile duyduğu şu sırada popüler olan sansür aşma yöntemi artık herkese oldukça tanıdık gelmeye başladı. VPN, yani Sanal Özel Ağ, bir bilgisayarı uzaktaki bir başka bilgisayara sanki yerel bir ağda bulunuyormuşçasına bağlanmasıdır. Ama Türkiye’de VPN’i kullanma amacımız bilgisayarımızı veya akıllı
telefonumuzu sanal bir ethernet kablosuyla özgür bir ülke üzerindeki bir başka modeme bağlamaktır. Ücretli ücretsiz birçok VPN servis sağlayıcısı var. Ama şu sırada sıkça kullanılan üç ücretsiz VPN sağlayıcısı ise; Tunnelbear, Hotspot Shield ve ZenMate eklentisi. Tunnelbear Tunnelbear ücretli veya ücretsiz olarak basit bir programla bizi özgür internete bağlayabilecek VPN sağlayıcısı. Üstelik Hotspot Shield’a göre daha hızlı ve şuan Türkiye’deki kullanıcılara internetlerinin baskı altında olması nedeniyle bir yıllık sınırsız bant genişliği verdi. Hotspot Shield
9
Engellemelerin ardından Türkiye’den bağlanan kullanıcı sayısındaki büyük artış sonrası Twitter üzerinde Türkçe geyik yapmasıyla gündeme gelse de nispeten daha çok reklam gösterdiği için ikinci tercih olarak da seçilebilir. Reklam temelli modeli yıllardır oturduğu için nispeten diğer tüm ücretsiz servislerin aksine daha güvenilir ve uzun ömürlü.
program kurmakla uğraşmayıp sadece ufak bir eklentiyle özgür internete girmek için tercih edilebilir. Ama basitliğine rağmen diğerleri gibi tüm bağlantınızı değil sadece Google Chrome üzerindeki bağlantınızı şifreler. Bu durumda diğer tarayıcılardan Twitter veya YouTube’a girmeye kalkınca engelleme sayfasıyla karşılaşmamız muhtemel.
ZenMate Google Chrome için geliştirilen VPN benzeri bir güvenlik vaat eden Proxy-VPN teknolojisi arası bir eklenti. Diğerleri gibi
Ama son olarak bu gibi ücretsiz VPN’ler şu anda çözüm gibi dursa da internetinizin tüm hızını kullanmak istiyorsanız bunların yeterli gelmeyeceğini bilmelisiniz.
10
Seçimlerin Ardından 30 Mart seçimlerinin sonuçları ne olursa olsun, AKP için zor günler başlamıştır. İç ve dış konjonktür, 2002-2010 yıllarının aksine, AKP’yi zorlayacak bir pozisyona girmiştir. Varım Gökmen
Gezi Parkı sürecinde sıkça rastladığımız “bu daha başlangıç mücadeleye devam” ve @fuatavni’den duyduğumuz “beklenen yarınlar yakındır” sözleri sadece AKP karşıtı grupların mücadeleye devam edeceğini değil, aynı zamanda AKP’nin de tarihinin en zorlu dönemine girdiğini işaret ediyor. Zira 2002-2011 yılları arasındaki, kelimenin tam manasıyla AKP için biçilmiş kaftan durumundaki iç ve dış konjonktür, 2011 yılıyla birlikte değişmeye başladı. Bu açıdan 2011 yılından sonraki ilk seçimlerinde böylesi yüksek bir oy oranı AKP’nin
krizlerini şu ana kadar doğru yönetebildiğini gösterir. Bundan dolayı AKP’nin 30 Mart seçiminden galibiyetle ayrılmasına, bir seçim zaferinden ziyade Recep Tayyip Erdoğan’ın halktan güven oyu/onay alması gibi bakılmalı. Seçimler öncesinde çoğu kişinin de kabul ettiği üzere, bu seçim sıradan bir yerel seçimden ziyade 17 Aralık sürecinin ve Gezi sürecinin Türk halkı açısından referandumu olarak anlaşılacaktı. CHP ve MHP’nin beklenenin çok altında performans sergilemesi insanlarda “daha ne olmalı” tarzı düşünceler uyandırırken, AKP zafer sarhoşluğuyla girdiği zorlu tünelin farkında değil. Bu sarhoşluğun ilerisi için doğrudan üç sonucu olacaktır; birincisi Recep Tayyip Erdoğan’ın özellikle gezi parkı olayları sonrasında bir kenara attığı başkanlık sistemi hayallerinin geri dönmesi, ikincisi
11
seçim sonrasında AKP’nin hiç hız kesmeden otoriterleşmeye/toplumu germeye devam edeceği, üçüncüsü seçim sonrasında Cemaat’in hiç karşılaşmadığı kadar büyük bir tasfiye süreciyle karşı karşıya kalması. AKP 2002 yılında iktidara geldiğinde, küreselleşen ve ekonomik açıdan genişleyen dünya ekonomisine entegrasyonu –tek parti olması sayesinde- kolayca sağladı. ABD’nin o dönemlerdeki İslam dünyasına yönelik yeni rol arayışlarında olması AKP’nin bir başka avantajıydı. Nitekim bu iki avantaj AB sürecinde ve yabancı yatırımlar konusunda AKP’ye inanılmaz yardımcı oldu. Fakat 2011’den sonraki süreç için aynısı geçerli değil. 2011’den sonra iç koşullar, 2013 itibariyle de dış koşullar AKP aleyhine gelişmeye başladı. Gezi süreci AKP’nin saygınlığını ciddi anlamda zedelerken, Hizmet hareketiyle olan kavgası temellerini yıktı. FED’in genişlemeye
son vermesi ve Cemaat sürecindeki hukuksuzluk yabancı yatırımcıların kaçması için yeterli oldu. FED’in küçülme politikasının devam etmesi, bu esnada hukuk sorunu, Kürt sorunu, işsizlik sorunu ve Cemaat sorunuyla uğraşan AKP’yi ciddi anlamda zor durumda bırakacaktır. Bu sorunların etkileri daha insanların cebine yansımadığı için AKP bu oyu almıştır. Fakat bunun uzun vade açısından yanıltıcı olduğunu belirtmek zorunludur. 30 Mart seçimleri Türkiye tarihinde, yerel seçim olmasına karşın bu kadar fazla kutuplaşmanın olduğu ilk seçimdi. Nitekim bu kutuplaşma ortamı seçimi bir yerel seçimden ziyade bir genel seçim havasına soktu. Nitekim Cnntürk’ün seçim özel programında Aslı Aydıntaşbas’ın da belirttiği üzere bu seçimler 17 Aralık ve hükümet-Hizmet Hareketi arasındaki çekişmenin bir savaşıydı. Nitekim, her ne kadar seçim sonuçları ve 17 aralık arasında bir ilişki olup olmadığını söylemek
12
için çok erken olsa dahi, Başbakanın – gelenekselleşmiş- balkon konuşmasında muhalefet partilerinden ziyade “paralel yapıya” yüklenmesi, Başbakanın kendi öznelliğinde seçimi böyle anladığını gösteriyor. İşin bir diğer tarafı AKP’nin kutuplaştırıcı dilinin yine işe yaramış olması. Bu sefer karşısında muhalefet değil paralel yapı vardı ve AKP toplumu daha doğru analiz eden taraf oldu. Başbakanın bu kutuplaştırıcı dili kullanmaya devam edeceği ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yine bu dili kullanarak başarıya ulaşmaya çalışacağı açık görünüyor. Gezi sonrasında otoriter demokrasi/başkanlık hayallerinden vazgeçen Başbakanın tekrardan bu çizgiye dönmesiyse, yakın vadede ılımlı bir ülke/siyasi dil görme isteğimizi geçersiz kılıyor. CHP ve MHP’nin bunca olaya karşın oylarını arttıramaması muhalefette ciddi anlamdaki boşluğu işaret ediyor. Nitekim CHP’nin seçim öncesinde muhafazakar tabana onca seslenişine karşın muhafazakarlardan oy alamaması –Nazlı Ilıcak’ında belirttiği üzere- merkez sağdan bir parti
kurulmadıkça AKP’nin iktidardan inmeyeceğini gösteriyor. Muhafazakar taban AKP’ye bir bağlılık duygusu içinde ve bu bağlılığın sebebi sadece AKP İslamcıları çevreden merkeze taşıdığı için değil, aynı zamanda şu anki Türkiye’yi yaratan parti olduğu içinde. Bu açıdan bakıldığında muhafazakar tabanın oyunu ancak muhafazakar temelden gelen, insanların kendisini görebileceği birisi kazanabilir. Bu kapsamda CHP’nin gelecekte daha da merkez sağa kayacağını hatta ve hatta bir genel başkan değişikliğinde merkezden bir adayın partinin başına geçebileceğini düşünebiliriz. Velhasıl uzun lafın kısası AKP özellikle 2013 yılında artarda yaşadığı iki önemli krizi doğru yönetmiş görünüyor. Bunda muhafazakar tabanın AKP’ye vasi gözüyle bakmasının da etkisi vardır. Fakat bu sonuçlar yanıltıcı olmamalıdır. Zira en başta da söylediğim gibi bu krizler daha başlangıçlardır. AKP gelecek krizlerin altından kalkabilirse yenilmez olur fakat kalkamazsa yavaş yavaş eriyip tarihe karışır.
13
14
Peki, Ne oldu şimdi? Türkiye uzun bir seçim maratonundan sonra pazar günü sandık başındaydı. Ak parti hala resmi olmayan sonuçlara göre kullanılan oyların yüzde 45 ini ve 49 ilin belediye başkanlığı ile seçimden zaferle ayrıldı. Peki, bundan sonra neler olacak? İktidar ve muhalefet partileri hangi yolları izleyecek. Tamer Tuzcu
Öncelikle belirtmek gerekiyor ki hala resmi sonuçlar tam olarak belli değil. Ortada birçok hileli yönlendirme var; özellikle Ankara, Yalova, Ağrı, Antalya, Kastamonu gibi yarışın çekişmeli olduğu ve aradaki farkın çok az olduğu illerde oylar tekrar tekrar sayılıyor. Partiler halen itiraz üstüne itiraz yapıyor, gerilimse hala hat safhada gün içeresinde parti yetkilileri tarafından karşılıklı açıklamalar yapıyor. Meydanlar ise karışmaya müsait durumda birçok insan Yüksek Seçim Kurumunun ve sandıkların muhafaza edildiği yerlerin önünde nöbet tutuyor. Genel bir analiz yapacak olursak seçimlerin Ak parti önderliğinde kazanılacağı herkesçe malumdu lakin beklenen oy oranın üzerinde alınması hatta elinde bulundurduğu belediyelere yenilerini katması sırf muhalefet çevresini
değil Ak parti seçmenini bile şaşırttı. Bu durumda da önümüze 2 seçenek geliyor; ya Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ında dediği gibi halk gerçekten tüm bu olayların bir komplo olduğuna inandı ve Ak parti sandıkta aklandı ya da maalesef ki ortada çok büyük bir oyun ve hile var ki zaten 2 gün geçmesine rağmen hala tam olarak resmi sonuçlar açıklanamıyor. İlk iddiaya gelecek olursak, seçim zamanı yayınlanan tapelerin ve 17 Aralıkta ki yolsuzluk iddialarının Ak parti tabanında beklenen etkiyi göstermediği aşikâr. Bunun en büyük nedeni hali hazırdaki medyanın zaten etki altında olması ve toplumun geniş kesimine yansıtılamaması ve var olan belge ve fezlekelerin hükümet ve parti tarafından ustalıkla örtbas edilmesi olarak gözüküyor. Burada şunu anlamak gerekiyor ki balkon konuşmasında söylendiği gibi bu hükümet millet önünde asla temizlenmemiştir bunun tek yolunun sandık değil adalet ve mahkeme önü olduğu çok açıktır ama maalesef ki güzel Türkiye’mde adalet ve yargı bağımsızlığından bahsetmek ancak küçük çocukların kandırılabileceği argümanlardır. İkinci iddia ise gerçekten çok vahim yurdun her yerinden vatandaşlar tarafından
15
ihbarlar geliyor. Başta Ankara olmak üzere birçok ilde seçimler sırasında elektrik kesilmesi ve bu sırada bazı(!) kişilerin seçimlerin kullanıldığı okulları basıp oyları değiştirmeye çalıştığı söylentileri var, bunlar söylenti olarak da kalmayıp birçok vatandaş bu anları görüntüleyip sosyal medya üzerinden farkındalık yaratmaya çalışıyor lakin yine ana akım medya suskunluğunu ve penguen geleneğini sürdürdüğü için bunlardan çoğu kişi yine haberdar olamıyor. Skandal durum bununla da kalmıyor birçok sandıkta oyların yanlış hesaplandığı, hatta Yalova’da CHP’nin oylarının bir üstündeki HEPAR’a yazıldığı bile kayda geçti. Bunların bilerek veya bilmeyerek mi yapıldığı şuan için belli değil ama 1 oyun bile çok önemli olduğu bir seçimde böyle hataların görülmesi kafaları gerçekten karıştırmış durumda. Asıl tartışmalar tabi ki sonucu en çok merak edilen illerden biri olan Ankara da
yaşanıyor. Mansur Yavaş ve Melih Gökçek arasında yaşanan büyük rekabet sabaha kadar sürdü. Gece 4 sularına kadar arada ki farkı 2000 oya kadar inmişken bir anda akışın durması ve Ankara bazı karanlık olayların haberinin gelmesi, hemen ardından arada ki farkın bir anda 20 bin dolaylarına çıkması birçok insanın aklında soru işaretleri bıraktı. CHP yönetimi ve Mansur Yavaş gelen ihbarlar ve tutanakların üzerine Yüksek Seçim Kuruluna itiraz etmeye hazırlanıyor. Birçok gönüllü vatandaşta belki Türkiye de ilk defa gözüken bir özveri ile oylarına sahip çıkıyor. Bu demokrasi arayışımızda özlenen bir tablo tabi ki ama olayın başlangıcında böyle talihsiz olaylar yaşamakta gerçekten can sıkıcı bir durum olmaya devam ediyor. Son olarak balkon konuşmasını da temel alarak Türkiye’nin bundan sonraki geleceği ile ilgili konuşursak; önümüzde ciddi yol ayrımları olduğu çok açık özellikle bundan sonra cumhurbaşkanlığı seçimleri çok daha önemli bir konuma geldi. Eğer sonuçlar bu şekilde onaylanırsa AK partinin elini güçlendirdiği ve bundan sonra daha saldırgan bir yönetim sergileyeceği de kuşkusuz. Seçimlerin şimdiden tüm halkımızın için hayırlı olmasını temenni ediyoruz.
Daha 17
17
Henüz 42 yaşında teknik direktörlük kariyerinin 17. kupasını daha sezon bitmeden kaldıran Guardiola ve başarıya doymuş Bayern Münih, kupalarına yeni kupalar eklemeye devam ediyor. Can Türkmen
Geçtiğimiz sezon Bayern Münih’in, dolu dizgin yoluna devam ederken devre arasında Jupp Heynckes’in ayrılacağını ve Joseph Guardiola ile anlaştıklarını açıklamasının ardından futbol dünyası şaşkınlık içine girmişti. Herkesin “ Burası Barcelona değil başarılı olamaz” dediği İspanyol teknik adam, daha sezon bitmeden Bayern Münih’te 3.kupasını kazandı. Sezon başlar başlamaz ilk önce UEFA Süper Kupa’yı daha sonrasında Kıtalararası kupayı kazanan Pep, şimdi de Bundesliga’nın bitimine daha 7 hafta kala şampiyonluğunu ilan etti. Jupp Heynckes’in geçtiğimiz sezon inanılmaz bir futbol gösterisi ile “triple” yaparak Şampiyonlar Ligi’ni, Lig Kupası’nı ve Bundesliga’yı kazanmasının sonrasında “Bu takım daha ne yapabilir ki?” soruları da her futbol izleyicisinin kafasındaydı.Hatta takım kaptanı Philip Lahm’ın “Beni bu sezon sık sık maç yapmak değil de sık sık kupa kaldırmak yordu.” sözleri, takımın nasıl bir başarı içinde olduğunun da göstergesiydi. Sezon başında Guardiola’ya aslında hazır bir takım verilmiş gibiydi. Peki çok iyi giden bir takımı devam ettirebilir
miydi? Guardiola’nın kendine has pas oyunu Bayern Münih’te işe yarayıp yaramayacağını sadece birkaç ay içinde görecektik. Pep, Barcelona’da yaptırdığını Bayern Münih’te yaptırmaya başladı.Heynckes’in 12 yıl aradan sonra Münih’e bir Avrupa kupası getirmesine rağmen Bayern, geçen sezondan daha korkutucu bir takım haline gelmiş durumda. Lig ikincisi Borussia Dortmund’a 25 puan fark atarak zafere ulaştılar. Kendi sahasında veya deplasmanda hep pas yaparak ofansif futbolu düşünen, total futbolun gerekliliklerini yerine getiren bir kulüp olma yolundalar. İspanyol teknik adam, bütün takıma hem ofans hem de defans yaptırmaya alıştırdı. Asla defansına yardım etmeyen Robben ve Ribery’nin defans yapmaya başlaması, büyük olasılıkla tesadüf değil. “Futbol basit bir oyundur. Zor olan ise basit futbol oynamaktır.” demiş efsane eski futbolcu ve teknik direktör Johan Cruyff. Bu felsefenin yani total futbolun kurucusu olan Rinus Michels’in ve devamında onun izinden giden Johan Cruyff’un başarılı olmasındaki en büyük etken bu oyun sistemi. İkisinden sonra birçok teknik adam bunu denedi ve pek de başarılı olamadı. Ta ki 2008 yılında Barcelona teknik direktörü Frank Rijkaard’ın kovulduktan sonra yerine Barcelona B takımının antrenörü Joseph Guardiola’nın getirilmesine kadar. Uzun yıllar Barcelona’ya hizmet etmiş, Barcelona altyapısından yetişmiş ve kaptanlığını yapmış olan İspanyol antrenöre A takımının emanet edilmesi, en başta Katalan ekibi taraftarlarını biraz tedirgin etmişti aslında. Daha sonrasında göze
18
hoş gelen futbol, ayağa pas, kat eden beklerle birlikte başarının da gelmesi gecikmedi. İspanyol teknik adamın belki de en büyük şansı, kariyerine Barcelona gibi dev bir kulüpte başlaması ve Lionel Messi gibi bir “kriptonlu” ve onun arkasında Inista ve Xavi gibi maestrolara sahip olması. Guardiola’nın Barcelona’dan ayrılıp kendini 1 sene inzivaya çektiği dönem Messi için şu sözleri söyledi.” ``En büyük amacım Messi`yi dünyanın en iyi futbolcusu yapmaktı, ama o beni dünyanın en iyi hocası yaptı. “Elbette süperstarlara sahip olmak büyük şans fakat onları birbirine uyumlu bir şekilde oynatmak da bir yetenek. Futbol
yorumlarının giderek acımasızlaştığı bu dönemlerde, Guardiola’ya en fazla söylenen söz şüphesiz “Barcelona ve Bayern Münih’te teknik direktör olmayan da başarılı olur” eleştirisidir. Birçok futbolsever başarılı bir teknik adamın düşük bütçeli takımlarda da şansını denemesi gerektiğini düşünür. Örneğin Jose Mourinho’nun Porto’yu Avrupa şampiyonu yapıp dev bütçeli takımlara göre daha düşük bütçeli bir Portekiz takımıyla başarı sağlaması gibi. Tabii Pep, henüz 42 yaşında ve sezon bitmeden 17. kupasını kaldırmış durumda. İleriki yıllarda daha mütevazi bir takıma gidip orada da başarı sağlayıp sağlayamayacağını tabii gitmeden asla bilemeyiz.
19
20
Herkes Sağlam Bir Sevişse de Dünya Rahatlasa!
21
Mabel Matiz ile şarkılarının sözlerini, çocukluğunun üzerindeki etkisini ve daha binbir türlü farklı şeyi konuştuk. Buyrun, sohbetimiz. Berkay Öktem
Mabel Matiz son yılların en çok dikkat çeken isimlerinden biri. Özellikle 2. albümü olan “ Yaşım Çocuk” ile daha geniş kitlelere ulaştı. Dinleyicisini arttırmasında hiç kimseye benzemeyen özel bir yoruma sahip olması ve şarkı yazarlığında farklı bir ruh yakalaması etken. Neredeyse Anadolu yakasında gerçekleşen her konserine gittiğim Mabel Matiz, samimiyetiyle beni de hayran kitlesi içerisine kattı. Sözü kısa keselim o anlatsın: Senin şarkı sözlerini çok beğeniyorum, beni etkiliyor. O şarkılardan biri de “Krallar”. Burada kralların bilmediğinden ve utanmadığından bahsediyorsun. Neyi bilmezler, neden utanmazlar? Krallar gücü simgeler ya bu oraya da bir gönderme mi? Kral hep bildiğini okuyor, başka da bir şey bilmiyor gibi. Tarih, kendi gücünden başı dönmüş sapkın muktedir hikayeleriyle dolu ve maalesef aynı tarih benzer şeyleri yazmaya burada da devam ediyor. Şarkı doğrudan burayla ilgili. Her gün yaşadığımız, bir başka kral safsatası. En ufak bir utanma, akıl, vicdan emaresi olmaksızın hem de. Düşünmekten, ağrımaktan yorgunuz. Kralların keyfi uğruna dönen dolaplar, ölen çocuklar, yitirilen inançlar, elbette unutulmayacak. Sonunu Aysel Gürel bağlamış: “Sultan
Süleyman’a kalmadı!” Alaimisema şarkısında “kır normali koynunda” diyorsun; burada bir eleştiri var toplumun normlarına karşı. Sana göre ne normal ne değil? Alaimisema, homofobi ve cinsel ayrımcılık karşıtı bir şarkı. Üzücü, kırıcı birtakım durumlardan söz ederken dalgasını da geçiyor aslında. “Kır normali koynunda” sözü şarkının damarı. Bir nevi benim koynum benim kararım. Cinsel tabularla, genel ahlak denen yalanlarla ve normatif olduğu söylenen daha bir sürü şeyle ilgilenmiyorum. Normal kelimesini ve anımsattıklarını sevmiyorum çünkü ömrüm ve etrafımdaki ömürler bunlarla kavga etmekle, bunların yaralarıyla geçti. Benim özgürlük ve irade alanımı, vicdanımı ihlal etmeyen, oralara zarar vermeyen bir şey beni niye rahatsız etsin? Ya da seni? Bütün insanlar hiç kötülüksüz, ayrımcılıksız, birbirine zarar vermeden, birbirine karışmadan, gönüllerince ve rızalarınca şöyle sağlam bir sevişseler de şu dünya bir rahatlasa. Buna da ülkemizden başlasak misal… Senin şarkılarında çocukluk durumuna bir gönderme var . Çocukluğa; hata, günah, düşmek, yaralanmak gibi durumlarla yaklaşıyorsun. Bundan biraz bahsedelim mi? Çocukluk dönemi açık yara gibi. Çocukluğumuzda aldıklarımız ya da maruz kaldıklarımızla yaşıyoruz hayatlarımızı bence. Ben içine kapanık bir çocuktum, bir Akdeniz kasabasında
22
meyve bahçeleri içinde garip bir mutlulukla büyüdüm. Baskın bir terzi anne karakteri ile sefere gidip gelen ve yüzünü ara sıra gördüğüm şoför bir baba arasında. Buralardan aldığım, beni düşürüp kaldıran, var eden pek çok şey var tabi. Bunları yazmamak ne mümkün.. Hâlâ rüyalarımda doğup büyüdüğüm mahalleyi, evi, dedemlerin evini ve odalarını görüyorum. Bu çok uzun yıllardır ve sıklıkla böyle. Edip Cansever’in dediği gibi: “Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk. Hiç bir yere gitmiyor.” Seni çok seven ve hiç sevmeyen iki kesim var, bunun ortası yok. Bu durumu neye bağlıyorsun? Dinleyici psikolojisi nasıl bir şey sence?
Valla pek bir şey anlamıyorum. Fanatikliğin her türlüsü beni ürkütür. Neden illa siyah ya da beyaz olmak zorunda her şey, ben anlamıyorum, kafam almıyor. Seviyorsan git konuş, sevmiyorsan radyoyu, tv’yi kapat. Karşıtını bu kadar yok eden, hiçe sayan fanatik kutuplaşmaları sevmiyorum. Yaşadığımız çağla da ilgili. İnternet genel iletişimi uçururken her şeyi ve herkesi birbirine yakınlaştırırken özelde pek çok şeyin de değerini azalttı, üslupları bayağılaştırdı. Nefreti kolaylaştırdı ve çoğalttı sanki. Sosyal medya, takipçiler, mention’lar, filan… Küfretmek bile anlamını yitirdi yitirecek orada. Bildiğim, şu: Birini gerçekten sevmek-dinlemek-izlemek ile birini takip etmek bambaşka şeyler.
23
Dinleyicinin bu tavrı popüler olan sanatçılara karşı genel bir tutumu mudur? Bu durumu onla ilgili olabilir mi? Olabilir. Göz önünde olmakla da ilgili tabi. Biri bir şey başardıysa, mümkünse burnundan getirilmeli hali.. Oldukça kırıcı. Neredeyse İstanbul’daki her konserine geldim. Ceyl’an Ertem’le hep beraber görüyorum sizi. Aranızda iyi bir dostluk ve dayanışma da var. Bu dostluk biz dinleyicilerinizi olumlu etkileyen bir durum. O dayanışmayı seviyoruz. Ne söylemek istersin bu konuda?
Ceylan’a ve dostluğuna rastladığım ve onunla aynı dönemde müzik yaptığım için çok şanslıyım. Çok benzer aile ortamları içinde, aynı şarkılarla büyümüş, aynı şarkıcılara âşık olmuş, aynı posterleri asmışız odalarımızın duvarlarına Ceylan’la. Daha tanışmadığımız dönemden keskin organik bağlarımız var bir kere. Referanslarımız çok benzer sanki. Bunu hissetmek beni mutlu ediyor. Birbirimizin konserlerine gelir gideriz, birbirimize ilham veririz; bu, dayanışmadan da öte bir hayat paylaşma-yaşama hali artık. Dinleyicilerimiz de bir arada ve kardeş. Sanki bütün bu şarkılar şiirler bizi her geçen gün biraz daha birleştiriyor ve ailemiz kocaman bir ormanda büyüdükçe büyüyor. Aynı zamanda Yıldız Tilbe’yi çok sevdiğini biliyoruz. Sana Yıldız Tilbe’yi bu kadar yakın hissettiren o duygu nedir? O bir ozan. Aşkın çıplağından ve onu dillendirmekten asla korkmayan büyük bir âşık. Yıldız Tilbe buraların görüp görebileceği en gerçek şeylerden biri. Ne desem eksik kalacak. Büyük saygı duyuyorum kendisine. Her halini seviyorum. Vaktiyle çok yalnız bırakıldı; biliyorum bu o’nun artık umurunda değil. Ama bu ülkede affetmeyeceğim şeylerden biridir onun yalnız bırakılması. Son olarak söylemek istediğin bir şey var mı? “Her günüm başka Leyla / Çok üzgün olabilirim / Bu yürek benim değil mi? / Yollara atabilirim” (Nazan Öncel’den)
24
Pass TIcket LIege ve Komşu Şehirler Pass Ticket’ın ikinci yazısında Belçika’dan izlenimler Üniverzete’de! Nesil Arıyürek
25
Belçika denildiğinde akla ilk gelen çikolata, bira, Brüksel, Brugge ve kanallar olabilir fakat Belçika’da fazlası var. Liege; Belçika’nın üçüncü, Valon Bölgesi’nin en büyük şehri… Bir yıl önce orada yaşayan dostlarım vesilesiyle ziyaret ettiğim bu şirin şehirde geçirdiğim 4 gün sonunda tavsiye edeceğim bir yer haline geldi. Başlangıçta tek amacım arkadaşlarımla vakit geçirmekti, benim için hiç evden çıkmasak bütün gün otursak hiç sorun olmazdı fakat onlar bu ziyareti daha özel bir hale getirmek için bir plan yapmışlardı bile. Coğrafya bilgimin azlığından Avrupa’nın tam ortasına düştüğümün farkında değildim
ki ‘’Haydi kalk Hollanda’ya gidiyoruz!’’ dediler. Arabayla gitmesi 2-3 saat süren ve Hollanda’nın en eski kentlerinden biri olan Maastricht, benim gibi Hollandasever biri için bulunmaz bir nimetti. Hollanda’nın diğer kentlerini aratmayan muhteşem mimarisine göz gezdire gezdire etkilenmem bittikten sonra çağdaş sanat ve eski ustaların çarpıcı mimarisinin sergilendiği Bonnefanten Müzesi’ne gittik. Sanatsever dostlarımla sanata doyduktan sonra şu an maalesef ismini hatırlayamadığım şirin bir cafeye gittik. Orada vakit geçirirken benim gözüm bisikletlere takıldı, aklıma Amsterdam’lı bisikletli günler geldi fakat hava durumu bana karşı olduğundan bulunduğum atmosfere geri döndüm. Ardından başka bir cafeye gitme önerisi geldi ve plana sadık bir şekilde ilerledik. Şimdilerde adı Selexyz Dominicanen Bookstore olan bu kitapevi içerisinde küçük bir cafe barındırıyordu ama bu onunla ilgili tek ilginç gerçek değildi. Antik Dominik Kilisesi’nin restorasyonu sonunda kitapevine dönüşen bu yer benim için bir Reform başyapıtıydı ve o günü zirvede sonlandırdık. Ertesi günün sürprizi batı Almanya’nın Eifel bölgesinde yer alan küçük bir tatil beldesi olan Monschau idi. Paskalya Bayramı’nın henüz bitmesi sebebiyle etrafta tavşanlar ve yumurtalar görürken ben yine daha önce adını duymadığım bir yere ayak basmanın sevincini yaşıyordum. Sürekli yaşayan nüfusun az olması sebebiyle belediye binasının önünde bir evlilik ağacı vardı ve oldukça şirin görünüyordu.
26
Bu günün akşamında Liege’e dönüp II Baro’da yemek yedik, eğer pizza ve şarap seviyorsanız kesinlikle öneririm. Bir gün daha geçmişti ve bugünün rotasında trenle Belçika’nın Flaman Bölgesi’nde bulunan Anvers’e gitmek vardı. Sabahın erken saatlerinde koşa koşa trene yetiştikten sonra uyuklamalı, kitap okumalı, müzik dinlemeli
sakin bir tren yolculuğu geçirdik. Trenden iner inmez beni muhteşem bir tren garı karşıladı. Bu görkemli yapının altında biraz vakit geçirdikten sonra meşhur Anvers Pazarı’na gittik. Çoğuklukla yiyecek ve bitkilerden oluşan bu pazarda benim için alacak bir şey olmasa da yerliler için oldukça önemli bir alışveriş kaynağıydı. Anvers program dahilindeki en büyük şehir olması sebebiyle yapacak birçok şey vardı. Alışveriş ve meşhur Belçika waffleını yemek de bunlardan biriydi. İşin o kısmını da hallettikten sonra akşam trenine yetişmek için gara döndük ve uyuklamalı bir tren yolculuğu daha geçirdik. Ertesi sabah dolu dolu geçireceğim son gündü ve günlerdir parçalı bulutlu, kapalı hava bugün benim şansıma oldukça güneşliydi. Liege’de nadir görülen bu durum herkesi sokağa atmıştı, biz de bu vesileyle günümüzü Liege’de geçirdik. Öncelikle dostlarımın evinin yanında bulunan ve benim ‘’merdivenleeer’’ adını verdiğim uzun bir merdiveni çıktık. Dar sokaklar arasında gezinirken Liege’i yukarıdan görmek mümkündü. Farklı bir yoldan aşağı doğru inerken arada dostlarımın arkadaşlarını görüyor, selamlıyorduk. İstanbul gibi büyük bir şehirde yaşayan benim için çok samimi ve güzel bir şeydi bunları görmek. Tek sorun kimsenin İngilizce bilmemesiydi, bu nedenle olaylara biraz ‘’fransız’’ kalıyordum. Yine de ellerinde olsa benimle sohbet etmekten çekinmeyecekleri insanların yüzünden okunuyordu. Liege’de biraz sanatçı havası koklamak istiyorsanız Casa Ponton’a gidip meşhur Belçika biralarından deneyebilirsiniz. Ama güneş
27
hala orada, gün daha bitmedi! Koca bir günü aynı yerde geçirmeyecektik tabii, hala yüzümüze gülen güneşten faydalanmak için bir caddeye çıktık. Hava böyle birden ısınınca her yer kalabalıklaştığından bizim şansımıza Le Petit Paris isimli bir gay bara oturmak düştü. Eşcinselliğin kesinlikle bir ‘’hastalık’’ olarak görülmediği bu nazik kentte herkese el sallayarak masamızı genişlettik ve kocaman bir aile olduk. Bu sırada ben yeni bir Belçika birası denerken sevgili arkadaşım Bahar da benim ağzımdan ‘’Paralel anlam akışının azizliğine uğradım.’’ diye not alıyordu.
Ayrılık zamanı gelip çatınca Brüksel’e doğru erkenden yola çıkıldı ve uçuş saatinden önce ben de işeyen küçük çocuk heykelini gördüm! Artık dönüş vakti olduğu için Brüksel benim pek dikkatimi çekmiyordu ve geldiğim günden beri geçirdiğim zamanı düşününce bu kısa tatili özel hale getirenin arkadaşlarım olduğunu anladım. Seyahat ederken lokal bir rehbere sahip olmak bir artıdır fakat yanınızda oralı dostlarınız varsa seyahatiniz eşi benzeri olmayan bir serüvene dönüşür. Bahar ve Necmettin’e sevgiler,
28
Şimdi Reklamlar Bazen güldürmüyorsun, neden böyle yapıyorsun? Demet Açıkgöz
Sosyal Medya’da “kısıtlamalar” ardı ardına gelirken, bunun Twitter’a girememek yahut Youtube’dan video izleyememekten çok daha büyük bir sorun olduğunu sanırım fark edemiyorlar. e-Ticaret sitelerinin Sosyal Medya’yı aktif olarak kullanmaları sonucunda; marka bilinirliklerini arttırırken, yaptıkları herhangi bir kampanyayı burada test edildiği unutuluyor. İşin özüne döndüğümüzde “kısıtlama” adı altında gerçekleşen bu yasaklamalar ne çözüm, ne de doğru değildir. Bu aynı zamanda ülkesinin geleceğini/ ekonomisini düşünen kişilerin yapacağı bi’ şey de değildir. IP’dir VPN’dir derken yasaklanmayı kabul etmeyerek
girebildiğimiz o nadide sitelerimizin tez zamanda açılmasını umuyorum. Müşteri temsilcilerine bir mention atıp kendimi arattığım, dünyanın bir ucundaki markanın dillere destan viralini izleyebildiğim mecraları üzen kalpler de kırılsın. IP’mizle, haysiyetimizle oynuyorlar. Azıcık gülüp dalga geçebildiğimiz bu satırların hepsi bir yana; özgürlüğümüzü elimizden alıyorlar. Bizi korkutuyorlar. Gerçi bu maksimum 10 dakika sürüyor ve milletimin üstün zekasıyla ortalıkta capsler dolanmaya başlıyor. Geçti bile! Hadi o zaman biz şimdilik Türk televizyonlarının yakın zamanda bize sunduklarına bakalım. Tadelle’ye Bi’ Şey Oldu Kara Şovalyeli reklam filminin ardından daha da gençleşen Tadelle’yi
29
yakın zamanda 6-8 sn arasında değişen reklam filmleriyle televizyonda görmeye başladık. Bu bi’ acayip Tadelle reklamları ilk önce pek bir anlamsız geliyor. Serinin devamını görmeye başlayınca ne yapılmak istediği çözlüyor. Reklamlarda kullanılan teknikleri tiye alan Tadelle bunun için bir çok senaryo yazmış. “Noter huzurunda”, “Denediniz mi?”, “Ürün yerleştirme” hatta “ekran bölme”ye bile farklı bir açıdan yaklaşmış ve bu reklam filmlerinin gerçek hayatta nasıl olabileceğine dair spoiler vermiş. Reklamlarda Vine fenomeni haline gelmiş; Nejat Uygur ve Sina Özer’in kullanılıyor olması sebebiyle de maksimum 8 saniyede bittiği farkediliyor. Kanımızca; kısa, eğlenceli ve sıkmayan bir iş olarak hayal edilip, hayata geçirilmiş. Keyif verici olmasının yanında ne yazık ki bazen güldürmüyor.
Noter Huzurunda: http://youtu.be/xt0HLPCbBF0 Denediniz mi? : http://youtu.be/KstAqZIRl3M Efsanevi buluşma : http://youtu.be/GhSZropLcr0 Ekran Bölme: http://youtu.be/pX07yrasUWA “Tadelle” Nejat Uygur & Sina Özer Reklam Filmi Kamera arkası : http://youtu.be/IsoEUGJ6zKc “Kırmızı Ruj” mu? Her izlediğim de bu hafta yazacağım dediğim bir reklam ise Eti Browni Intense’in mükemmel serilerinin devamı olan “kırmızı ruj” reklamı. Intense reklamlarını anımsarsınız. Çıta o kadar yükseklerdedir ki; aramızda “bundan sonraki yüzleri kim?” diye konuşurduk. Sonuçta; Demet Evgar’lı, Nejat İşler’li aman efendim Timuçin Esen’li reklam filmleri
30
kendisinin mutlu olduğuna inanamadım. Olmuyor, Burçin çok özür dilerim ama sorun sende değil yanlış seçimlerde…
izlemiş. Televizyona yapışmış bir kitleyiz. Bu kadar överken ve Intense diyince ciddi anlamda reklamlarından keyif alırken karşımıza Burçin Terzioğlu çıktı. Kendisine kötü söz söylesek taş oluruz kabul. Bir yandan gerçekçi olup yazmak gerekirse Intense’e yakışmamış, oturmamış. O bakışlar ne yazık ki seksi değil, ruju tam kırmızı değil, zaten tavırları inandırıcı da gelmiyor. Ben reklamı oturup izlerken
Burçin Terzioğlu olan üzücü Intense: http://youtu.be/ vtZJSkyMIj8 Geçmişi anımsayalım güzelim Evgar’lı Intense: http://youtu.be/g2ErJaoAxEA Neydin ne oldun Roberto… 1,2,3 güldük ama yeter… Nurhayat’lı Dacia reklamları artık beni sıkmaya başladı. Kadının yarattığı karakteri dibine kadar sömürerek yapılmaya çalışılan reklamlarda artık komik bir yan göremez oldum. Son reklam filmi olan Roberto Carlos reklamıysa gerçek anlamda bir felaket. Hayır, koskoca Carlos’u bizden biri yapmaktan söz etmiyorum. Bildiğiniz komik olmayan ve fazlasıyla itici olan bir reklam. O kötü espriler, bu güzel iki insanı harcıyor. “Çıkayım Sivas’ın yaylalarına” aman Tanrım gerçekten çok komik evet, yılın esprisi… Rica ediyorum, madem bu kadar bütçeniz var neden daha akıllıca düşünülmüş reklam filmleriyle karşımıza gelmiyorsunuz! Anlam veremiyorum. Gerçekten bu tahmin
31
ettiğinizden daha çok üzülüyorum, ben bi’ şarkının kelimesini değiştirip reklam yazarı olmaya gidiyorum. Hoşça kalın. http://youtu.be/0UfmKF2dA1M GO VEGAN! Eskilerden bir işle size bu yazının bonusunu verelim dedik. Gelin Fallon
Londra tarafından PETA için hazırlanmış bu reklam filmine bakalım. Geçen haftalarda Vegan olmak hakkında dergimizde yayınlanan yazıyı da destekleyecek bir reklam filmi. Böyle edepli cümleler eşliğinde çok ciddi bir iş izleyeceğinizi düşünmeyin. Bunu istemiyoruz. Reklam filmini izlemeye geçmeden önce bunun Türkiye’de yayında olması ihtimalini düşünelim istiyorum. Zaten izlediğinizde bunun mümkün olmadığını göreceksiniz. Bu çok özgür olduğumuz Sosyal Medya’ya sınırlama dahi getirir (Elimizde ne kaldıysa). Bu arada küçük bir not; sanırım Vegan olmak beyler için bir hayli hayırlıymış. Go Vegan: http://vimeo.com/52808152
32
Kemerleriniz Bağlayın İtalya’da yaşayan ünlü yönetmen Ferzan Özpetek yine seyirciyi derinden etkileyecek tutkulu ama bir o kadar da dramatik bir aşk hikayesi yarattı. Selin Tunca
Spoiler: Orta Ülkemizde 14 Mart’ta vizyona giren yeni filmi “Kemerlerinizi Bağlayın/ Allacciate le Cinture” ünlü yönetmenin son filmlerine göre pek neşeli bir film sayılmaz. Filmi izlemeye başladığınızda kendiniz başlarda çok derin bir aşk hikayesinin içinde bulacağınızı zannedip biranda kanser hastalığının korkunç etkileriyle karşı karşıya
kalıyorsunuz. Ferzan Özpetek bu sefer, izleyicinin eğlenceli, bol kahkahalı ve kalabalık italyan ailelerinin gürültülü akşam yemekleriyle geçen senaryo beklentilerinin tam tersini yapıp son derece dramatik ve kimi zaman izleyicinin hayata ve kanser illetine isyan edip hüngür hüngür ağlamasına sebep olabilecek kadar dramatik bir senaryo yazmış, ünlü senarist Gianni Romoli ile birlikte. Film, iki kişinin aşkı üzerine değil daha çok Kessia Smutniak’ın canlandırdığı Elena karakterinin yıllar boyu geçirdiği değişimi ve olgunlaşmasını ele alıyor. Diğer başrol oyuncusu yani esas adamımız Antonio (Francesco Arca) ise
33
oyunculuğu kıyaslandığında diğer oyunculara göre biraz sönük kalıyor. Kendisinin ilk sinema deneyimi olmasına rağmen filmin bir kısmında canlandırdığı 13 yıl sonraki Antonio için 12 kilo alması yinede takdir edilemeyecek bir durum değil. Film, Elena ve Antonio’nun çekişmeli ama bir o kadar da tutkuyla anlatılan aşkıyla başlayıp biranda 13 yıl sonrasına geçiliyor. Bu tip geçişler her zaman izleyicinin dikkatini çekmiş ve filmi sıradan bir romantik- komedi havasından çıkartıp daha heyecanlı bir aşk filmine dönüştürmüştür. Ancak Ferzan Özpetek bunu yaratmak isterken bir çok karakteri tanıtmadan ve bazı olayların ucunu açık bırakarak devam etmiş. E haliyle bu durum
izleyicinin kafasında tam Elena ve Antonio’nun tutkulu aşkıyla oluşmuş kalplerin biranda soru işaretlerine dönüşmesine neden oluyor. Çünkü filmin devamında gördüğümüz çift hiçte birbirine inanılmaz derecede aşık ve tutkulu bir çift değil. Ta ki Elena’nın tedavi sırasında Antonio ile arasında geçen olayları seyredene kadar. Gelelim filmde bizlere tanıdık gelen ve Ferzan Özpetek filmlerinde her zaman olan detaylara. İlk olarak filmdeki aile bireyleri çok sempatik ve aralarında sürekli bir didişme durumu olsa da birbirlerine son derece bağlılar. Bunları Elena’nın ailesi için söyleyebiliriz ama Antonio için söyleyemeyiz çünkü esas adamımızın ailesi anlatılmıyor filmde.
34
Bir diğer güzel detay ise tabi ki müzikler. Ferzan Özpetek her zamanki gibi müzik seçimleri ile izleyiciyi senaryonun içine çekmeyi çok iyi başarıyor. Diğer filmlerinde genelde Sezen Aksu parçalarına yer veren yönetmen bu defa Aynur Doğan’ın seslendirdiği kürtçe “Bexo” parçası ile izleyiciye bambaşka bir müzik keyfi sunuyor. Filmde Özpetek’in diğer filmlerinden tanıdığımız yüzler de var Paola
Minaccioni (Egle) ve Elena Sofia Ricci ( Dora) gibi. Filmin en çok güldüren karakterleri diyebiliriz onlar için. Filmde çok kısa yer verilen Elena’nın en yakın gay arkadaşı Fabio, (Flippo Scicchitono) filme yakışıyor ve rahat tavırlarıyla izleyiciyi etkiliyor. Filme yüzeysel bir şekilde baktığınızda bir aşk filminde dikkat
35
çekebilecek çoğu unsur var; yasak aşk, tutku, aldatma, sadakatsizlik ve dram. Ancak tüm bunlar bir arada kullanılmak istenirken izleyicinin kafasında nasıl, neden, ne oldu gibi sorular oluşuyor. Kimi izleyiciye göre filmi iyi yapan şey bu soru işaretlerinin oluşması aslında ama kimisine göre de tamamlanmamış bir film. Tüm bu tartışmalar izleyicinin film hakkında konuşmasını sağladığı için aslında senarist ve yönetmenin kıvrak zekasına hayran kalmamak elde değil.
Ferzan Özpetek’in 10. filmi Kemerlerinizi Bağlayın’ı olumlu ve olumsuz yanlarıyla ele aldık. Eğer İtalyan sineması sizin de ilginizi benim gibi çekiyorsa izlemenizi tavsiye ederim. Özellikle kadınların meme kanserine ilgilerini çekmek için de son derece dikkat çekici bir film. Çünkü eğlenceli bir aşk filmi izleyeceğiniz zannederken aslında hayatın acı ama gerçek yanlarıyla yüzyüze geliyorsunuz .
36
Dizi Dizi Sorular Öyle Bir Geçer Zaman Ki salının, Yaprak Dökümü çarşambanın ve Aşk-ı Memnu perşembenin dizisiydi. Kanal D zirvedeki yerini kaybetti ve artık hiçbir kanalda “günün dizisi” yok. Mert Ofluoğlu
Kanal D’nin üstünde kara bulutlar dolaşıyor! Aşk, Kayıp, Fatih, Cinayet… Bu sezonun birbirinden zengin oyuncu kadrolarına rağmen birer birer yayından kaldırılan Kanal D dizilerinden bazıları. Öyle Bir Geçer Zaman Ki, Yaprak Dökümü ve Aşk-ı Memnu dönemi çok da eskide değil oysa. Bu sezon ne oldu da en çok izlenen dizilere ev sahipliği yapan Kanal D’nin yıldızı sönüverdi? Nurgül Yeşilçay’lı, Dolunay Soysert’li, Nebahat Çehre’li diziler çok da iddialı başlamışlardı oysa. Aslına bakılırsa Kanal D, bu sezon sessiz sedasız yola
çıkmayı kendi istedi. Her yıl gösterişli bir sezon tanıtımı yapan ve belli bir konsept etrafında kısa film çeker gibi tanıtım filmi çeken kanal, bu yıl hiçbir dizisinin istikrar sağlayamayacağını sezinlediğinden midir nedir tanıtım filmi çekmedi. Hal böyle olunca, meydan diğer dizilere kaldı. Özellikle Fox’un çektiği tanıtım filmi çok başarılı bulundu. Günün dizileri nereye kayboldu? Ah, ah, eskiden böyle miydi? “Perşembe dizim” diyerek sahiplendiğimiz ve uğruna dost meclislerini ektiğimiz dizimiz bir bakmışız hop diye pazartesi gününe, olmadı salıya, oradan pazara alınabilirdi. Şimdi bu heyecanla beklediğimiz bir “günün dizisi” kaldı mı da, gün ve saat değişikliğine şöyle ağız tadıyla üzülebilelim! Sahiden de, sezon finalini ya da büyük finalini gün
37
sayarak beklediğimiz bir dizi kaldı mı Allah aşkına? Muhteşem Yüzyıl bile artık herkesin gözdesi değil, hele Meryem Uzerli’nin olaylı ayrılışından ve kendisiyle birlikte seyircisini de “tüketişinden” sonra... Kara Para Aşk ve Zeytin Tepesi gibi dizilere dağılmaya başladı Kanuni’nin seyircisi. İki ay gibi uzun bir süre ekranlarda dönen iddialı fragmanlarıyla kendini tüketmeyi başaran Kurt Seyit ve Şura da beklenen etkiyi yaratmadı. Uzun lafın kısası bu sezon bu dizi salı akşamının dizisidir, şu dizi cumanın dizisidir diye bir muhabbet dönmedi.
Yükselişteki kanal: Fox! Kim ne derse desin, bu sezonun gizli bir yıldızı varsa o da ne Kanal D ne Star: Fox! Dizileri yükselişte, seyircisi de kanala gönülden bağlı. Ayrıca çok fazla reyting almayan dizilerini de hemen yayından kaldırmayıp izleyicisine sadık bir imaj yaratıyor. Karagül, Umutsuz Ev Kadınları ve kısa süre önce biten Sana Bir Sır Vereceğim kanalın ünlü dizilerinden. Hele Karagül, laf aramızda kendini tekrarlamaya başlasa da, cuma akşamları zirveden inmek bilmiyor. Hem de karşısında Medcezir gibi bir dizi varken. Kalbimden geçen de sevgili Yalan Dünya aslında… Sahi ne oldu ona, cuma akşamlarının istisnasız reyting rekortmeni dizisi değil miydi o? Belki de kanallarda ya da senaryo matematiklerinde hiçbir suç yok. Suç bizzat biz ne izlemek istediğini bilmeyen kararsız seyircilerde!
38
Blogların Gücü Adına, 1. Yıl Özel!
Bugün 1. yılımızın şerefine sizlerle tam 1 değil 2 değil 3 tane blog paylaşacağım! İlayda Gencer GELİYORUZ ! Haberlerle dolu, hayatınızı kolaylaştıracak ve daha da eğlenceli kılacak küçük hilelerle, renkli tv dizileriyle ilgili bilinen bilinmeyen tüm gerçeklerle bomba gibi geliyoruz. Bugün bir çoğumuzun heyecan ve merakla takip ettiği sitesi kapatıldığında ‘yaaa şimdi nereden izleyeceğiz ? ’ dediği yurt dışında yayınlanan dizilerle ilgili olarak 22 Dakika adlı blog’u, Hayatınızı bir çok alanda kolaylaştıracak sizleri yeni heyecan ve zevklerle tanıştıracak olan A Beautiful Mess ve son olarak da ‘dünyada neler oluyor
yahu kendi gündemimizi takip etmeye çalışmaktan dünyayı unuttuk’ dediğiniz günleri geride bırakacak olan The Huffington Post’ la tanışacağız.
İlk olarak adları Elsie ve Emma olan 2 güzel genç bayanın sahibi olduğu A Beautiful Mess isimli çok kapsamlı bir life style blog olan, aradığınız her şeyi hemen hemen bulabileceğiniz bu blog’dan bahsedelim. Ön planda 2 kişilik bir ekip gibi gözükse de arkasında bir çok çalışanı bulunuyor.Elsie ve Emma’nın bloglarını tanımlama şekilleriyse hayatı daha güzel ve yaşanabilir kılmak için küçük notlar
39
ve yemek vs gibi şeyler paylaşıyorlar. Blog’a girer girmez göreceğimiz 6 ana kısımdan oluşan bu blog El Sanatları, Fotoğraf, Yemek Tarifleri, Dekor, Moda ve Güzellik gibi konu başlıklarını içeriyor. Benim en sevdiğim kısımsa El Sanatlarına olan ilgim ve birkaç şeyi bir araya getirerek yeni bir şey yaratmanın verdiği hazdan olacak ki Crafts(El Sanatları) kısmı. Bu blog’a ulaşmak isterseniz; Pinterest: http://www.pinterest.com/elsiecake/ Twitter: https://twitter.com/elsiecake Facebook: https://www.facebook.com/pages/ Red-Velvet-Shop/148165501885246 Bloglovin: http://www.bloglovin.com/ en/blog/4526/a-beautiful-mess R S S : h t t p : / / f e e d s . f e e d b u r n e r. com/a_beautiful_mess
2. olarak 22.Dakika adlı blogdan bahsetmek istiyorum. Bu blog merak ve heyecanla takip ettiğimiz yabancı dizilerle ilgili pek çok şeyi açığa kavuşturan, üye olan kişilerinde katkıda bulunabileceği daha çok bir açık kaynak gibi olan güzel ve faydalı bir blog. Siteye üye olabilmek için sayfaya girer girmez göreceğiniz sağ tarafta ki ‘Üye Ol’ kısmından bunu gerçekleştirebilirsiniz. Yeni başlayanlar için ‘yazarken nelere dikkat etmeli’ adlı kısımdan sizin için gereken
yardımı alıp yazınızı mükemmelleştirebilirsiniz. Blog Tanıtım, Haber, Video, Biyografi ve Özel Dosyalar olmak üzere 5 ana kısımdan oluşuyor. Bu blog’a ulaşmak isterseniz ; RSS: http://22dakika.org/ Twitter: https://twitter.com/22dakika Facebook: https://www.facebook. com/22dakika.org
Son olarakta Dünyaca ünlü bir blog olan Huffingstonpost’tan bahsedelim biraz. Kayıtlarda Amerikan Liberal haber sitesi ve blog’u olarak geçen bu haber portalı Arianna Huffington, Kenneth Lerer ve Jonah Peretti tarafından kurulmuş. Sitede bir çok haber, haber kaynağı ve köşe yazısı bulunuyor. Site genel olarak siyaset, medya, iş, eğlence, yaşam, stil, yeşil hareket, dünya haberleri ve komedi içeriğine sahip. Yani ‘little little in to the middle’ diye tabir ettiğimiz terimi bu haber sitesi için kullanabiliriz diyebiliriz. 4 yıl içinde kayda değer ve önemli bir haber sitesi haline gelen Huffingtonpost 9 Mayıs 2005 tarihinde kurulmuş. Sağ yukarda göreceğiniz Create Account kısmından siteye dilerseniz üye olabilirsiniz. B u b l o g ’a u l a ş m a k i s t e r s e n i z HuffPost kısaltmasını kullanarak Facebook, Twitter, Google+, RSS’ den ulaşabilirsiniz. Nice birlikte yıllara!
40
Malzemeler: 190852g irmik 1452g un 200g zeytinyağı 52g şeker 51g toz şeker 2 adet şeker pancarı 5 adet patlıcan 2 adet domates 2 adet biber 2 adet yumurta 2 adet limon 16m bakır kablo 1 adet duvar
Zaman Yolculuklu Şam Tatlısı
Zamane çocukları bazen elinizi öper, bazen elinizi büker… Can Olguner
41
olduğu gibi yine imdadınıza yetişiyor ve karşınıza leziz olduğu kadar karışık, karma karışık bir tarifle; “Zaman Yolculuklu Şam Tatlısı” ile çıkıyor. Önceden verdiğimiz “Solucan Deliği” tarifinin aksine, bu sefer EinsteinRosen köprüsünü kullanmadan, daha eski bir bilginin ışığında zamanda yolculuk denen inanılası güç olguyu irdeliyoruz. Genel bilginin aksine zamanda yolculuk ilk kez Avustralya’da değil, Şam’da gerçekleşmiştir. Eski Bilge Baba Ganuş, Şam’da yaşadığı dönemde, günümüzde orta yaş krizi, o sıralar ise “Gobop” diye adlandırılan bir psikolojik rahatsızlık ile mücadele etmekteydi. Sürekli gençlik aşkları, maceraları, dostlukları ile zihni meşgul olan, sonsuz paranoya tünellerinde kaybolan Ganuş, çareyi bazı bilgileri doğrulamak adına şüpheli gördüğü hatıraların yaşandığı anlara geri gitmekte buldu… Pers Kralı’nı neden kızdırmıştı? Eskimolar neden onunla Füzyon Mutfağı sizlerle bir yıldır çok dalga geçmişti? Aborijinler onu beraber olduğumuzu zannetmenizin neden köyden kovmuştu? Gerçekten gururu içinde omuz, sırt ve göğsünü Truvalı Helen önce ondan mı hoşlanıkabartarak gündoğumunu izliyor. yordu? Bu soruların tümü uykusuzluk Geçtiğimiz bir yıl içinde Epik Ali Paşa ve dolaylı olarak dikkatsizliğe neden Tatlısı mı yemedik, Kararlı Ekmek ile oluyor, sürekli kaybettiği okçuluk ya seçimlerimizi mi kolaylaştırmadık. da satranç müsabakaları ile Şam’da Belki de Kaslı Pasta ile yükümüzü alay konusu oluyordu. hafifletirken, Uçan Tavuk ile beğeni topladık, sevgili ailelerinin gözüne Tek neşesi şam tatlısıydı… İrmikten yapılan bu leziz yiyecek kısa bir süre girdik… için de olsa bütün dertleri, tasaları Geçtiğimiz bir yıl demişken, eğer geç- ortadan kaldırıyor, Ganuş’un çirkin mişte ziyaret etmek istediğiniz her- yüzüne bir meleğin gülümsemesini hangi bir zaman dilimi var ise, ki neden yerleştiriyordu. Bazı günler diğerleolmasın, Füzyon Mutfağı her zaman rine göre daha karanlık oluyor, daha
42
çok şam tatlısı yiyordu. Şekeri iyice yükselen Ganuş asabi ve dengesiz, tahmin edilemez davranışlar sergiliyordu. İşte böyle bir günde, Ganuş evinde terli terli koşuştururken bütün bakır eşyaları toplayıp Şam’ın en yetenekli demir ustasına gitti ve bu eşyaları eritip kendisine bir zırh yapmasını istedi. Usta’nın elinden Şam’ın o güne kadar gördüğü en güzel zırh çıktı. Zırhın güzelliği karşısında büyülenen Eski Bilge, hemen bu şaheseri üzerine geçirdi ve Şam sokaklarında koşmaya başladı. Koşarken Şam’ın en güzel kızına gözü takıldı ve karşısında duran tezgahı yıkarak geçti. Helen’e ne kadar da çok benziyordu kız! Ah ah... Bu sırada bir tepsi baba gannuş’u da üzerine dökmüş oldu ve bugün bildiğimiz adına o an sahip oldu. Mekansal zekasını tamamen yitiren Ganuş hızla koşarak dar bir sokağa girdi. İki duvara da sürtünen zırh kıvılcımlar saçmaya başladı ve Eski Bilge kendini bir anda Truva’da buldu… Yüksek şeker, irmiğin özümseme sürecini dengelemesi, bakır, baba gannuş, bir anıya odaklanma ve ortaya çıkan kıvılcım ise zamanda yolculuğun formülünü oluşturdu. Bu keşiften sonra sık sık geçmişi ziyaret eden Ganuş, akıl sağlığına kavuştu fakat birkaç hafta sonra ortadan kayboldu ve bir daha izine rastlanmadı. Hazırlanışı: İrmik, un ve yumurtaları bir kapta karıştırdıktan sonra fırına verin,
yirmi dakika 200 derecede pişirin. Baba gannuş için biber, domates ve patlıcanlarınızı ateşte közledikten sonra bir kapta zeytinyağı ve tuz ile karıştırın. Başka bir kapta ise su, limon ve şeker ile şerbetinizi hazırlayın. Fırından çıktıktan sonra, şerbetinizi karışımınızın üzerine yavaşça dökmeye başlayın. Şam tatlınızı afiyetle yedikten sonra, bakır kablonuzun tamamı ile vücudunuzu sarın ve bu işlem de tamamlandığında baba gannuş’u üzerinize sürün. Geri dönmek istediğiniz ana yoğunlaşın ve koşmaya başlayın. Duvarın yanından geçerken yüzeye temas edin ve kıvılcım çıkana kadar koşmaya devam edin. Kıvılcım çıktıktan sonra kendinizi dönmek istediğiniz anda bulacaksınızdır. Bu tarifin sadece geçmişe gitmek için kullanıldığını hatırlatıyoruz. Geleceğe gitmek için bu tarifi kullanamazsınız. Bu, eskilerin tarifidir ve onlara göre gelecek daha yazılmamıştır. Füzyon Mutfağı hepinize afiyetler diler ve sonsuz şükranlarını sunar. Daha nice yıllara beraber tanıklık etmek ümidiyle, saygılarını sunar. Uyarı: Füzyon Mutfağı’nda yazılanların tamamı hayal ürünüdür. Bence değildir ama saygıdeğer profesörlerim öyle oldukları ile ilgili hemfikirdirler. Uzun lafın kısası burada yazılanları evde denemeyin. Şayet siz de bu yazılanların gerçek olduğunu düşünüyorsanız, aramıza hoşgeldiniz.
43
44
Oğuzcan Turan Bilgi Üniversitesi Reklamcılık
45
46
Azrasu Baki
Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri
47
48
Taylan Türkkan
Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri
49
/52
e t e z r e v i n ü
Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)
zete