/60
ün
e t e z r ive “Bu ödülü Türkiye’de son 1 yıl içinde ölen gençlere ve Soma’da ölen madencilere adıyorum.”
zete
Sayı: 60 / 2014 Genel Yayın Yönetmenleri Günseli Naz Ferel Yazı İşleri Ali Berhan Memişoğlu,
Bİ’ SOMA HATIRASI
SAĞ YUMRUK HAVADA!
THE HUMAN BODY EXHIBITION
SEÇME CAPSLER II
ŞİMDİ REKLAMLAR
BÜTÜN ÇILGINLAR SEVER BENİ
KÖSE BURAK PESTİLİ
KOŞ VELOTURK KOŞ!
Demet Açıkgöz, Oğuzhan Karakaş, Yazılar Burak Şahin, Melis Us, Özüm Canbeldek, Duygu Taneri, Demet Açıkgöz, Merve Kocakıran, Can Olguner Arka Kapak: Demet Açıkgöz Teşekkür Sarper Durmuş Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo
Facebook: http://goo.gl/jx7hxb
/ifbilgi
@ifbilgi
/
v i 端n
e t e z er
4
5
Bi’ Soma Hatırası “Böyle konuşursan röportaj yapamayız” Yazar & Fotoğraf: Burak Şahin
Facianın dördüncü gününde gittiğim Soma ve çevresinde edindiğim gözlemlerime zorlukla da olsa değinmek istiyorum. Aslında durumun ana akım medyadan takip ettiğimiz şeylerden çok farklı olduğunu oraya gidince daha iyi anlıyorsunuz. Medya öğrencisi olarak facianın ilk 3 günü televizyon gazete vb. takip etmem sonucunda oraya sadece gidip yardım etmem gerektiğini hissetmiştim. Çünkü belirgin olan tek şey vardı kazadaki ölüm haberlerinin saatler geçtikçe artmasıydı… İstanbul’da yaşayıp okuyan ve pek Ege kültürü de olmayan biri olarak ana akım medyada takip ettiğim haberler sonucunda yapmak istediğim tek şey sadece “Soma” adlı yere gidip oradaki insanlara yardım edebilmekti. Aslında pek çoğumuz gibi ben de bilmiyordum “Soma” adlı yerin nerede olduğunu veya hangi mesleğin burada tercih edildiğini. İnsan keşke de demiyor değil; böyle bir faciayla karşılaşmasaydık da Soma’yı bilmeseydik gene diye. Öncelikle yardım etmek isteyen herkes gibi ilk olarak Soma’ya gitmek istedik. Ama facianın ikinci gününden itibaren başlayan tepkiler ve protestolar ise Soma ilçesine olan güvenlik önlemlerinin bir anda sıkı bir şekilde artmasına neden olmuştu. Bu yüzden de İstanbul plakalı arabamızla ilçenin girişinde bekleyen polislere takılmıştık. Ve saatlerce sadece “yardım” amaçlı geldiğimizi izah
edecek konuşmalar yapsak bile girişimize izin verilmemişti. O esnada bizim gibi yardım amaçlı gelen diğer insanlardan aslında yardım edilmesi gereken insanların Soma merkez ilçesinde değil de madenin etrafındaki köylerde çalışan ve hayatını kaybeden işçilerin aileleri olduğunu anladık. Etrafında dediğime de bakmayın siz, maden ocağına bir buçuk saatlik yolculuk sonrasında ulaşılan dağın tepesindeki köylerden bahsediyorum. İlk olarak gittiğimiz Çaltı Köyü’nde, faciada kaybettiği 22 yaşındaki torununun üzüntüsünü yaşayan gözü yaşlı bir teyze karşıladı bizi ve adeta sarıldığı anda kendi torununa sarılıyormuş hissiyatı vermişti. Tesadüfen, biz gittiğimizde orada bir televizyon kanalı da canlı yayın için bulunuyordu. Maden ocağından son anda kurtulan abi-kardeşle röportaj yapıyorlardı ki; muhabirin yaptığı sert uyarı direkt olarak kulağıma takıldı “Böyle konuşursan röportaj yapamayız” diye bir cümle duyduğum anda köylülerden de gelen tepkiler bir anda büyümüştü. O anda muhabirin köylülerin acısını bir yana bırakıp kanalına gelecek maddi ve manevi(!) cezayı üstüne basarak belirtmesi okuduğum bölümü bana bir kez daha sorgulattı. Bu olaydan sonra gittiğimiz 140 kişilik Köseler köyünde ise 14 işçinin hayatını kaybetmesi o köyde derin bir yara oluşturmuştu açıkçası. Çünkü tarıma elverişli olmayan ve sadece maden işiyle uğraşan dağın tepesindeki bir
6
köy halkı için nüfuslarının %10’unu kaybetmiş olması demekti bu. Köye vardıktan sonra taziye ziyareti için girdiğimiz ilk evde yakınlarını kaybetmenin acılarından ziyade bundan sonra hayatlarına nasıl devam edeceklerinden bahsettiler. Çünkü ziyaret ettiğimiz bu geniş ailede yaşlı bir annenin oğlu, kardeşi ve damadı vefat etmişti. Kaza kadar gündeme gelen ihmalkarlıklar hakkında da yaralı işçilerle konuştuğumuz zaman olayın ne derece ciddi bir boyutta olduğunu anlayabildik. Çünkü işçilerin önemli bir bölümünün taşeron firmalar tarafından sigortasız olarak çalıştırıldığı ve başlarına da iş kazası vs.
geldiğinde ise başlarındaki patronlar tarafından hastaneye kadar götürülüp hastanenin 100 metre gerisinde para verilerek “sakın madende olduğunu veya iş kazası olduğunu söyleme” gibi tehditler aldıklarını birinci ağızdan öğrenmiş olduk. Aile bireylerinden birini kaybeden başka bir eve girdiğimizde ise karşılaştığımız atmosfer hiç iç açıcı değildİ. O onurlu insanların mobilya bile olmayan evlerinde yer minderlerinin üstünde otururken o insanlara kimi kaybettiklerini sorduğumuzda bize çay ikram eden çocuktan geliyordu o ses “ Ben babamı kaybettim ağabey.” demişti o lise öğrencisi. Acısı taze olmasına rağmen
7
ziyarete gelen insanlara ikram işi ona düşmüştü evin küçüğü olarak. Derslerinin nasıl olduğunu sorduğumda ise bana direkt olarak “kötü” deyip şehir dışında yatılı okulda kaldığını ve babasından gelen harçlıkla da zar zor geçinebilidiğini belirtmekten çekinmemişti. Ailesi onu “oku da madenci olma” diye yatılı okula yollarken o, en kötü madenci olurum diye kendini avutuyordu ama bu facia onun da geleceğini de örselemişti belli ki. Böyle, birkaç ev ziyaretimizden sonra değinmek istediğim ortak bir nokta vardı. O da insanların evlerinin haliydi. Bu yüzden ana akım medyanın da bir kez daha sınıfta
kaldığını rahatlıkla söyleyebilirim. Çünkü orada televizyon veya gazetelerden olayı takip eden herkes işçilerin normal bir hayat yaşadıklarını ve neredeyse sadece iş kazası sonucunda hayatlarını kaybetmiş diye kendilerini avutarak yaşamlarına devam ediyorlardı. Orada ziyaret ettiğimiz evlerde ise en belirgin olan şey; bu insanların evlerinin hepsinin iyi durumda olmamasıydı. Düzeltilmemiş betonun üzerine ince bir halı atılmış, birkaçında ince yastık var ya da yok, kapısı olmayan iki yatak odası var ve muftak yok. Yemeklerini nerede yaptıklarını gerçekten bilemiyorum. Tabak ve ufak tencerelerin konulduğu evin girişinde sadece bir raf ve altında bulunan bir musluk çarpmıştı gözüme. Yemeklerini de muhtemelen piknik tüpüyle pişirip, yapıyorlardı. Gerçekleştirdiğimiz bu ziyarette beni en derinden etkileyen anlar ise bu insanların bu durumda bile ne kadar misafirperver oluşu ve aynı şeylerin bizim başımıza da gelse kendilerinin seve seve bize yardım etmeye hazır olduklarından bahsedişleriydi. Kocasını kaybeden bir kadın “Allah korusun, sizde de deprem olsa biz koşa koşa gelirdik” derken, arkadan yaşlı annesi yetişmişti “Biz Ege’nin yerlileriyiz burada kötü insan göremezsin yavrum” diyerek kendilerini bu şekilde rahatlıkla tanımlamışlardı. Ve bu ziyaretlerin sonunda bize bir kez daha kendimizi sorgulama fırsatı vermişti bu insanlar; biz burada bir üst modeli çıktığı anda telefonumuzu değiştirirken onlar 8 kişilik bir ailede sadece bir tane cep telefonu kullanıyorlardı. Biz sadece kapıdan baş sağlığı dilemek için geldik derken, onlar hemen ellerindeki son bisküvi paketini alarak hiç tereddüt etmeden çayla birlikte ikram edip bize sonsuz cömertlikleri sunarak aslında bize ne kadar onurlu bir iş yaptığımızı da bize kanıtlıyorlardı…
8
SaĞ yumruk Havada! “... hesaplanarak yapılan bir şey de değildi.” Melis US
9
Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği bölümünü mezunu Nuri Bilge Ceylan, daha sonra Mimar Sinan Üniversitesi’nde iki yıl sinema eğitimi görmüş ve sekiz filme imza atmış bir yönetmen. Sinema ile olan ilişkisinde yaşadığı duygu değişimlerini anlattıktan sonra “Kendimi ifade etme konusunda görüntüler yerine sözlerde daha becerikli olduğumu düşünseydim kesinlikle sinemaya bulaşmazdım” diyor. Hayatta ne yapmak istediğini bilip ona göre yaşamasıyla bizlere örnek olan Nuri Bilge Ceylan’ın son filmi ise Kış Uykusu. Film, Türkiye’den Zeynofilm, Almanya’dan Bredok Film Production ve Fransa’dan Memento Films ortak yapımı olarak çekildi. Bir Zamanlar Anadolu’da filminden sonra hayata geçirdiği bu filmin başrolünde Haluk Bilginer yer alırken, kadroda kendisine Demet Akbağ, Melisa Sözen, Ayberk Pekcan, Serhat Mustafa Kılıç, Tamer Levent, Nejat İşler ve Nadir Sarıbacak gibi oyunculuk konusunda başarı yakalamış isimler eşlik ediyor. Çekimler kış mevsiminde iki ay boyunca Kapadokya’da, kalan dört hafta boyunca da İstanbul’daki stüdyoda gerçekleştirildi. “Kış Uykusu” filminin yönetmeni Nuri Bilge Ceylan, Cannes
Film Festivali’nde Altın Palmiye ödülü kazanmasıyla ülkemize büyük sevinç ve gurur yaşattı. Ceylan’ın ödülü almasından sonra sağ yumruğunu havaya kaldırarak vediği poz, Yılmaz Güney’in pozuna benzetilince; “Ben ödülü alırken öyle bir şey (sağ yumruğunu kaldırması) yapmadım. Daha sonra bir fotoğraf çekimi var karşınızda yüzlerce fotoğrafçının olduğu? Orada sürekli çığlıklar halinde bağırarak sizden çeşitleme yapmanızı, elinizi kaldırmanızı, gözlüğünüzü çıkarmanızı, yumruğunuzu sıkmanızı, elinizi cebinize sokmanızı isteyen, bağıran bir güruh var. Bir şeyler yapmak zorunda kalıyorsunuz ama tabii ki Yılmaz Güney’e bir selam olarak da algılanabilir. Orada bir saniye için yumruğumu da sıktım. Tabi Yılmaz Güney’i çok severim ben. Sinemasını çok severim, Yol filmini çok severim. Hayatını ilginç bulurum. Çok okumuşumdur. Yani öyle bir ilişki kurulması da beni rahatsız etmez. Ama çok bilinçli, böyle hesaplanarak yapılan bir şey de değildi. Bir saniye içinde gelip geçen bir şeydi.” dedi. Üniverzete ekibi olarak; Nuri Bilge Ceylan’ı tüm Türkiye gibi tebrik ediyoruz..
The Human Body ExhIbItIon 2005’ten beri yoğun ilgi! Özüm Canbeldek
11
The Human Body Exhibition,Gforce Exhibition tarafından düzenlenmiş ve dünyada yirmi milyon kişi tarafından ziyaret edilmiş muhteşem bir sergi. İlk kez 2005’te Florida’da açılan serginin amacı, plastinasyon yani sıvı silikon ile çürümenin durdurulması ile insan anatomisini tüm ayrıntılarıyla göstermek. Sergide ceninden
insan yaşamının son aşamasına kadar ikiyüzden fazla bütün ve parçalanmış insan dokusu yeralıyor. Bunların yanı sıra sergide kas, sinir, sindirim, dolaşım, üreme, boşaltım sistemleri de gösteriliyor. Sergideki küçük bir parçanın yapılmasının bir hafta, tam bir vücut örneğin yapılmasının ise bir yıla kadar uzayabildiği söyleniyor.Human Body Exhibition’daki bedenlerin tümü doğal sebeplerle ölmüş ve eğitici amaçlarla hükümet tarafından bağışlanmış. Sergi boyunca verilen
bilgilerin düzeyi, ilkokuldan tıp öğrencilerine kadar her yaştan ve eğitim seviyesinden ziyaretçiyi düşünerek ayarlanmış. Sergi boyunca ‘Bunları biliyor muydunuz?’ başlığı altında sağlık önerileri veriliyor ve tıp fakültesinden doçentler gruplara eşlik ediyor. Ayrıca sağlık, tıp ve kişisel bakımla ilgili bilgiler halkla paylaşılıyor. Sergide bulunan vücut örneklerine, fizyolojik özelliklerini sergilemek ve yaygın aktivitelerde nasıl çalıştıklarını göstermek amacıyla poz verdirilmiş. Örneğin; kas galerisinde, spor yaparken kaslarınızın nasıl karmaşıklaştığını görüyorsunuz. Serginin mekan detayları da tüm ayrıntısıyla düşünülmüş. İskelet sistemi ile başlayarak sırasıyla kas, sinir, dolaşım, sindirim, üreme ve boşaltım sistemleri sergileniyor ve son olarak gelecekteki insan vücuduna bir bakışla tur bitiyor. Tercih edenlerin ziyaret edebileceği ek bir galeride ise, anne karnındaki gelişim, embriyodan fetusa kronolojik olarak sergileniyor. Bunların yanı sıra sergide siyah ile mor karışımı ışıklar vücutlara verilmiş böylece vücutlar ve organlar rahatça incelenebiliyor. Şimdiye kadar onlarca ülkede yer alan bu büyüleyici sergi şimdi de İstanbul Akvaryum Bilim Merkezi’nde ziyaretçilerini bekliyor.
12
Seçme Capsler II
Malum finaller geldi çattı. Bizde finaller için hazırlanmış en güzel capsleri sizler için bir araya getirdik. Duygu Taneri
13
14
Şimdi Reklamlar Bu hafta en çok +1 bölümünü sevdim ama Demet Evgar’da cabası, ayrıca meyhane ne güzel şey, dur dur “Şimdi Reklamlar” Demet Açıkgöz
Kısacık bir nefes alışın ardından yine Şimdi Reklamlar’la karşınızdayız, çok televizyon programı açılışı gibi olan ilk satırı ciddiye almayacağınızı bildiğimden, bu hafta da; yeri geldi sevdik, yeri geldi yerdik ama biz de tüketiciysek “daima haklıyız” diye tüm söylenenlere göğüs gerdik. Hep Yeni Kal! İnternette dolaşırken belki rastlamamışsınızdır ama burada tanıdığınız insanlar var. Meyhanedeyiz.biz için Blab imzalı “20 güzel insan profili” reklamları içimizi ısıtıyor, yüzümüze gülücük konduruyor. Meyhanede geçirdiğimiz anlarda yan masamızda yahut, yanımızda oturan arkadaşlarımızın hallerini bir de meyhane çalışanlarından dinleyin. Göbek atarken iyi ama bahşiş vermeyeceğimci, şarkı sözünü unuturum ama yeniden de yazarımcı, özel misafir getireni derken. Bizi almışlar reklamların içine koymuşlar, öyle de güzel yapmışlar ki; dayanamadım hemen paylaşayım dedim. Reklamları izlemeniz için olanak sağlayacağım ama Blab hakkında küçüğünden bir bilgi vermek istiyorum. Kendileri daha minicik bebek bir
ajans ama The Cat Report listesinde 2013’ın en yaratıcı ajansları ve reklamverenleri listesinde kendine yer edindiler. Adlarını çok sık duyacağız! www.meyhanedeyiz.biz Patron orada: http://youtu.be/3E2LpAzE778
Şarkı Sözü Uydurucu: http://youtu.be/0keTHoSSRpI Fotoğraf Çektirici: http: //youtu.be/dG46SWbWbUs Çok özel misafirimi getirdimci: h t t p : / / yo u t u . b e / A M n F p N Y B b d E Kaç Kaç olducu: http://youtu.be/zV8jCrliuso Burası ne yazanıyordurucu: h t t p : / / y o u t u . b e / x C y LA s 5 0 y r 0
15
Bunu Bizim Orada Yiyeceksinci: http://youtu.be/xZor0W6xbII Tırtıklı’sı ayrı, Dalgalı’sı ayrı dert. Yeni dönem Cipso reklamları ve ardından gelen üç nokta ATCW (Ali Taran Creative Workshop) imzalı “tııırtıığklığğ cipso” reklamlarından sonra “Cipso dalgalı” reklamları da ekranlarda dönmeye başladı. “Tııırtıığklığğ cipso” reklamları sırasında büfeci abimizden ağzını yaya
yaya cips isteyen kardeşlerimizin ağızlarına gelişine vurmak istemiş olsak dahi, tüketiciyi bu şekilde hırpalamamamız gerektiğini ilk derslerde öğrendik. Bu ne komik, ne yaratıcı, hiçbir yerinden tutulamayan Tırtıklı Cipso reklamından, Dalgalı Cipso reklamına geçiş yaptık. Dalgalı Cipso reklamları; tırtıklının aksine güzel bir içgörü yakalamış ve oradan yürümüş, başak tarlasında görmeye alışkın olduğumuz güzel ablamız, saçma bir şekilde oradan oraya süzülürken bir anda gerçek hayata dönmektedir. Dönmektedir de o dans nedir? Daha fazla konuşamayacağım, sizi buradan alalım. Cipso Dalgalı: http://youtu.be/LEflKZGQP14 Cipso Tırtıklı: http://youtu.be/Kp9wq9QJcYI Kuytu köşeler. Meltem Cumbul’un samimiyetsiz
16
tavırlarının ardından Kotex güzel bir anlaşmaya imza atarak Demet Evgar’ı renklerine bağladı. “1Kadın 1Erkek”le idolümüz haline gelen Evgar, şimdi de Kotex kadının rahatlığını anlatmak için kameraların karşısında. Özel günlerin vazgeçilmez kuralı olan
“hayatı kendine dar etme” durumunun artık geride kaldığını bunun değiştiğini bize kanıtlamak isteyen Evgar; “Allahını seven arkamı kontrol etsin!”den çok yol katettiklerini hatta inanmıyorsak KurallarıKaldır. com’a girerek özel günde kesinlikle
17
Kotex: http://vimeo.com/95147575 Daikin İvana Sert’in diline yapışan ve hiç komik olmayan dondurmasından sonra, Daikin ürünlerinin fonksiyonel faydalarını tanıdık isimlerin işleriyle bağdaştırdıkları yeni reklam filmlerini yayınlamaya başladı. Ozan Doğulu, Savaş Akat, Bahar Korçan ve Volkan Işık gibi isimleri reklamlarında oynatan Daikin; tasarımı, ürün gücü, bütçeye uygunluğu gibi başlıklara önem göstermiş. Daikin’in üstünlüğünü kabul eden isimler bir bir Eski Mo kürkünü üstüne geçirirlerken “umalım o kürk yapay” olsun demeden de duramadık. Ivana ve dondurması: http://youtu.be/hRcas7XS6qE
uyguladığınız kurallardan bahsedebileceğinizi ve bu sayede sizin kuralınız seçilirse beraber skeçte oynayabileceğinizi söylüyor. Demet Evgar’ın reklamdaki paranoyak halleri de gülümsetmiyor değil. Bize bizi anımsatan kadınları seviyoruz.
Ozan Doğulu: http://youtu.be/LQeHJlBBcGQ +1 Geçen sene Kristal Elma’da Wieden + Kennedy’den Eric Quennoy ve Mark Bernath’ı dinleme şansım olmuştu. Eğlenceli sunumları ve tavırlarıyla birlikte Wieden + Kennedy’e olan sevgim ve hayranlığım artarken kendime mani olamamıştım. Her yaratıcı işin altından çıkan bu ajans yine tartışmasız heyecan verici bir işe imza attı. Bu haftanın Bonus reklamında onların “epik” yağ reklamlarına yer veriyoruz. Biz alt tarafı bir yağ reklamında bu kadar prodüksiyona alış değiliz arkadaşım, alışmışız pilav görmeye… Elimiz ayağımız titredi! http://vimeo.com/91621300
18
Bütün Çılgınlar Sever Beni İlişkilerimize, kıskançlıklarımıza ve de arkadaşlıklarımıza bakış açımızı değiştirecek çılgınlar var Merve Kocakıran
İlişkilerdeki paranoyaklık, güvensizlik ve erkeklik halleri üzerine olan mükemmel bir komedi. Şu güne kadar izlediğim en güzel oyunlardan biri diyebileceğim kıvamda. Mükemmel oyunculuklar mükemmel senaryo. Mert Fırat’ı genelde dram rollerinde görmeye alışmamıza rağmen bu oyunda bütün seyircileri kahkahalara boğuyor. Aslı Tandoğan soğuk bir rolde olsa da sempatikliğiyle herkesi kendine hayran bırakıyor. İlk defa bir tiyatro oyununda yer aldığına inanamayacaksınız. Aslında arp sanatçısı olan Aslı Tandoğan bu yeteneğini bu oyunda seyircilere de gösteriyor. Arp sesi oyunu daha romantik bir hale
getiriyor ve Aslı Tandoğan bu yeteneğiyle herkesi kesinlikle büyülüyor. Oyundaki diğer bir oyuncu olan Volkan Yosunlu da mükemmeldi. Hem komedi hem romantizm tarafını tam anlamıyla yerine getirdi. Oyuncuların sempatikliği güzel bir oyunu daha da mükemmel bir hale getirdi ve hepsi kendilerini ayakta alkışlattı. Kahkahalarla izleyeceğiniz tek kelimeyle mükemmel bir komedi. Stefan Tsanev’in yazdığı, dilimize Hüseyin Mevsim tarafında çevrilen “Bütün Çılgınlar Sever Beni” insan ilişkilerini basit ama çarpıcı bir dille sahneliyor. Oyunu televizyon ekranlarından tanığımız Mert Fırat, Aslı Tandoğan ve Volkan Yosunlu sergiliyor. Oyun bir adamın karısını birkaç güzel sözle elde etmeyi başarmışsa, acaba bunu başka biri de yapabilir mi sorusunu kendisine sormasıyla başlıyor. Bu
19
kıskanç adam büyük bir şüpheyle ve hastalıklı tavırlarla karısını takip ediyor, ardından en yakın arkadaşına acayip bir teklifte bulunuyor. Bu kıskanç Yosif karakterini canlandıran ise Mert Fırat’tan başkası değil. Televizyondan ve beyaz perdeden takip ettiğimiz bu popüler oyuncunun tiyatro performansına tek kelimeyle açıklıyorum: “muhteşem”. Çok başarılı olarak çevrilmiş bu oyunda Mert Fırat’ın her geçen gün oyunculuğuna neler kattığına şahit oluyoruz. Sahnede aldığı alkışlarda bile büründüğü tavırdan mütevazi kişiliğini bir kez daha görmüş oluyoruz. Ayrıca oyun sonrası hiç sıkılmadan hatta espriler yaparak kendisini bekleyen bütün hayranlarıyla tek tek fotoğraf çekilmesiyle de bütün izleyicilerin kalbinde taht kuruyor. Gelelim bu kıskanç kocanın oyununa, karısına ve en yakın arkadaşına. En yakın arkadaş rolündeki Angel’a; Volkan Yosunlu can veriyor. Kendisini ekranlarda ufak tefek rollerde görmüş
olabilirsiniz fakat kendisi sanki Angel rolünü oynamıyor, adeta Angel olarak doğmuş durumda. Jest, mimikleri, oyunu sahnelerken olan sempatik tavırlarıyla yeni hayran kitleleri elde edeceğe benziyor Volkan Yosunlu. Karısını kıskanan arkadaşına yardımcı olamaya çalışırken yaşadığını ruh halini, psikolojisini ve aşkını çok başarılı bir şekilde ortaya koymakta. Oyunun belki de en çok şaşkınlık yaratan karakteri ise Maria-Aslı Tandoğan. Muhteşem bir arp çalışıyla hepimizi ilk önce şaşkınlığa uğratıyor. Bu yeteneği ve duru güzelliğiyle de bir kez daha bizleri kendisine hayran bırakıyor. Tabii ki yeteneğini de es geçmiyoruz. Kadın-erkek ilişkisi üzerine, özellikle de erkek bakış açısını ti’ye alan oyun, izleyenleri bir taraftan güldürürken, öteki taraftan da kendilerine ve ilişkilerine dair bir muhakemeye itiyor. 80 dakika boyunca hep düşünüp hem de kahkahalarla güleceğiniz bu oyunu şiddetle tavsiye ediyoruz.
20
Köse Burak Pestili İstenmeyen tüylerinizi Köse Burak istiyor! Can Olguner
Malzemeler: l 24 kg üzüm l 11 kg kayısı l 17 kg dut l 1 tutam tibet yakı tüyü l 1kg şeker
Bazen istenmeyen kuzenler olur, kuzen serkan, selin olur. Bu insanları siz istemezsiniz ama başka insanlar ister. Aynı böyle insanlar gibi tüyler vardır vücudumuzda, istenmezler. Farklı olarak bu
21
tüyleri kimse istemez, onlar sahipsiz kalır. Düzeltme; sahpsiz kalırdı! Füzyon Mutfağı gurur ve merakla sunar: Köse Burak Pestili! Yaz çok yaklaştı ve istenmeyen tüylerinden kurtulmak isteyen bazı okurlarımızın talebi üzerine araştırmalarımızı bu konu üzerine yoğunlaştırdık ve şaşırtıcı bir efsane ile karşılaştık. İstanbul’un Ataköy semtinde bir zamanlar Köse Burak adında, istenmeyen tüy bakımından zengin bir şahıs yaşarmış. Efsaneye
göre, ensesindeki ve göğsündeki kıllar sakalıyla birleşir, kollarını sıvadığı zaman o siyah şeyler ışığı çekip bulunduğu yeri karanlığa mahkum edermiş. Kimse onu sevmezmiş, alaycı bir lakap olan “Köse”yi uygun görmüş semt ahalisi. Köse Burak düşünmüş taşınmış, gezmiş görmüş ve en sonunda yolu Tibet, Lhasa’ya düşmüş. “Parlak kafalı adamların ülkesi Tibet!” diye düşünmüş kendi kendine ve bu nazik keşişlere sırlarını sormuş. Köse Burak kollarını sıvadığında işin ciddiyetini anlayan keşişler hızlı bir şekilde özel pestillerinin tarifini vermiş. Pestili yedikten otuz saniye sonra pasparlak bir vücuda kavuşan Köse Burak, gerçekten de Köse olmuş! Pestilin hazırlanışı fevkalade basit. Ezdiğimiz üzüm, dut ve kayısılarımızı dikdörtgen parçalara ayırıp, aralarına tibet yakı tüylerini yerleştirerek güneş altında kurumaya bırakıyoruz. Pestili yedikten kısa bir süre sonra istenmeyen tüylerinizden kurtuluyorsunuz. Küçük bir hatırlatma; bu işlem sırasında çok büyük bir ihtimalle “istenen” tüylerden de kurtulacaksınız, bunu da göz önünde bulundurarak, bu seçeneği dikkatlice değerlendirmenizi tavsiye ediyor ve afiyetler diliyoruz. Uyarı: Füzyon Mutfağı’nda yazılanların tamamı hayal ürünüdür. Bizce değildir ama saygıdeğer profesörlerim öyle oldukları ile ilgili hemfikirdir. Uzun lafın kısası burada yazılanları evde denemeyin. Şayet siz de bu yazılanların gerçek olduğunu düşünüyorsanız, aramıza hoşgeldiniz.
22
koĹž veloturk koĹž! Veloturk projesinde son durum... Berkem Ceylan
23
Veloturk ikinci yarışını 18 Mayıs’ta Berlin’de koştu. Siz bu yazıyı okurken de üçüncü yarışımız için Kopenhag yollarında olacağız. Berlin ıslak ve rüzgarlıydı. 120 kilometrelik parkur boyunca yağmur durmak bilmedi. Açık alanlarda da rüzgar çok kuvvetliydi. Finişe geldiğimizde hepimiz titriyorduk; otele zor gittik. Berlin yarışının detaylarını veloturk.org adresi üzerinden Sarper Günsal’ın kaleminden okuyabilirsiniz. Veloturk projesinin başarı kıstası yarışlarda alınan iyi veya kötü
dereceler değil. 1000 çocuğa 1000 bisikleti teslim ettiğimiz de proje de başarıya ulaşmış olacak. Yola çıkarken doğu ve güneydoğu illerindeki çocukları hedef kitlemiz yapmıştık. Ancak Berlin yarışının hemen arifesinde gerçekleşen ve hepimizi çok üzen Soma felaketi bizim de gündemimizi değiştirdi. Haziran ayı içinde Soma’da 200 bisiklet dağıtacağız. Felaketten birinci dereceden ya da ikinci dereceden etkilenmiş birçok çocuk var. Soma zaten bir işçi kenti olduğundan halkın illa ki bi noktada canı maalesef yanmış durumda. Yüzünüzün karası alnımızın akıdır. Kopenhag’ta iki farklı formatta yarışacağız. Cuma günü 25 kilometre bireysel zamana karşı, pazar günü 155 kilometre yol yarışı. Pazar için yağmur beklentisi var; Berlin’den sonra sıçana döneceğimiz bir başka yarış olacak muhtemelen.
e t e z r ive
ün
zete Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)