/78
e t e z r ive
端n
zete
Sayı: 78 / 2014 Genel Yayın Yönetmenleri Demet Açıkgöz Yazı İşleri Oğuzhan Karakaş, İrem Topçuoğlu Yazılar Cenk Bonfil, Elif Tavkul, Mustafa Burak Sarıca, İlgi Özdikmenli, İrem Topçuoğlu, Demet Açıkgöz
EKİM DEĞİL, “FİLMEKİMİ”
Arka Kapak: Demet Açıkgöz Teşekkür Sarper Durmuş Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek
YÜZYILLIK AŞK
TÜRK FUTBOLU NASIL BİTİRİLDİ? -PASSOLİG
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo
Facebook: http://goo.gl/jx7hxb
/ifbilgi
@ifbilgi
BENİ YAKINDAN TANIMAK İSTER MİSİN?
“YENİ İNSANLAR”
/
v i 端n
e t e z er
4
Yüzyıllık Aşk
İstanbul Modern’de açılan sergi Türk Sineması’nın 100 Yıllını konu ediyor. / İlgi Özdikmenli İstanbul Modern, kuruluşunun 10. yılında Türk Sinemasının 100. yılına ithafen bir sergi armağan ediyor sinema severlere. “Sanattan anlamam ben” diyenlerin bile keyif aldığı beyaz perde, bu kez geçmişiyle beraber bugününü getiriyor gözlerimizin önüne. Lumiere Kardeşler’in “L’Arrivée d’un train en gare de La Ciotat” adlı filmlerinin Türkiye’de ilk kez Galatasaray’da bir birahanede gösterilmesi üzerine Türk toplumu sinemayla tanışmıştı tanışmasına ama kendi kültürüyle bezenmiş, kendi sanatçısının rol aldığı Türk sineması ile insanımız tam anlamıyla sinemayı özümsedi. İmkanı olan her bireyin kapısını hiç değilse bir kez olsun çaldığı sinema salonlarında, galalarda, sanatçı ve hayranlar arasında ilk gösterimden bugüne öyle çok anılar birikmiştir ki, başlı başına bir film konusu bile olabilir bu yaşanmışlıklar.
İşte “Yüzyıllık Aşk” bu dev hatıra defterinin sayfaları arasında bizleri güzel bir gezintiye çıkarıyor, kendimizi sergi katına adım attığımız andan itibaren yılları arşınlarken buluyoruz. Bu sergi; Türk sinemasının doğuşu olarak anılan 1914 yılından günümüze koca bir yüzyılı seyirci ve sinema ikilisi üzerinden ele alırken, biz gençlere de geçmiş güzellikleri görme fırsatı sunuyor. Önce Semiha Berksoy tarafından seslendirilmiş, Nazım Hikmet’in “Son Otobüs” şiirini dinliyor ve başlıyoruz bu ne tarafa baksak diğer tarafta aklımızın kaldığı harika sergiyi büyük bir keyifle gezmeye. Sergi boyunca labirentler arasından geçerek, fonda Yeşilçam filmlerinin unutulmaz melodilerini duyarak ve bazı noktalarda her Türk insanının farketmeden bir bağ oluşturduğu o filmlerden parçaları izleyerek dolaşıyoruz.
5
6
İnsanların, filmlerle buluştuğu sinema salonlarını “seyirci mabetleri” olarak ele alan sergide şehir şehir ilk sinema salonlarından yakın tarihe kadar kurulan nice sinema salonlarını, gişelerini, galaları siyah/beyaz fotoğraflarla paylaşıyor bizlere bu sergi. Türk sinemasının çınarları Cüneyt Arkın, Türkan Şoray, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit, Ediz Hun gibi isimleri kendi röportajlarıyla birlikte görüyoruz duvarlarda. Samimiyet kokuyor ustaların sözleri, cevapları.. Cüneyt Arkın “Tercih yapılsa sinemayı mı tercih edersiniz, aşkı mı?” sorusuna; “Sinemada bir nevi aşktır.” diyerek karşılık veriyor mesela. Belki de bu sıcaklık, içtenlik insanları yıllardır Türk Sinemasına, beyaz perdeye bağlayan diye içimden geçiriyorum bende. İlerlediğimizde gördüğümüz iki güzel kadına ait köşeler bizlere sinema seyircisinin ne kadar fanatik olabileceğinin bir kanıtı halinde sunuluyor. Bu iki köşe Türkan Şoray ve Filiz Akın’a ait. Çay tabağında resmi olan Türkan Şoray’ı, Filiz Akın’ın boy boy fotoğraflarından oluşan çerçeveleri ve üzerinde yine fotoğrafının olduğu cüzdanı görüyoruz. Yine fanatik
bir hayran tarafından arşivlenmiş olan Yılmaz Güney’e ait kartpostallar, notlar, fotoğraflar, gazete küpürleri ve ayakkabılarının olduğu “Yılmaz Güney’in Hapishane Dolabı” ise sergi boyunca bana en çok etki eden unsurlardan biri oldu. Bu, tıpkı bir film şeridi gibi özenle ve büyük bir uyumla hazırlanmış sergi hakkında izlenimlerimi paylaştıktan sonra, Yılmaz Güney’in dolabına yakından baktığımda gördüğüm, beni çok etkileyen, kendi el yazısıyla yazmış olduğu bir kaç güzel satırı sizlere aynen aktarmak niyetindeyim; Biz birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için, diyebileceğimiz bayramlar istiyoruz… Mutlu, özgür ve insanın insanca yaşayabileceği günler bizim sürekli bayramımız olacaktır… O günlere ancak beynimizin ve kollarımızın ortak gücüyle varabiliriz… varacağız da…
7
8
Ekim Değil, “Filmekimi” Filmekimi ve “Leviathan” / Cenk Bonfil
Film hakkında verilen bilgi yoğunluğu: Orta İstanbul Kültür Sanat Vakfı’nın her sene Ekim ayında düzenlediği, sinemaseverlerin sabırsızlıkla beklediği “Filmekimi”, 10 Ekim Cuma günü Beyoğlu, Kadıköy ve Nişantaşı’nda bulunan Atlas Sineması, Beyoğlu Sineması, Rexx Sineması ve
Nişantaşı City’s Life salonlarında gösterilen filmlerle nihayet başladı. Adını duyduğumdan beri merak etmeme rağmen ilk defa bu sene ben de, biraz son anda olsa da, Filmekimi’nde gösterilen “Leviathan” filmine biletimi aldım, Rexx Sineması’nda festivalin ilk günü gösterilen filme gittim. Salona girdiğimde ilk düşündüğüm, “Film dediğin
9
böyle izlenir!” oldu. Günümüzde küçük sinema salonlarına tıkılmış, genelde her seansı on-on beş kişiden fazla seyirci bulamayan vizyon filmlerine karşın, tahminen beş yüz-beş yüz elli kişilik bir salon neredeyse tamamen doluydu. Anne babamların anlattığı eski sinemalar geldi aklıma. Kent Sineması, Site Sineması, As Sineması, Konak Sineması, artık olmayan – Emek Sineması… Sadece böyle büyük bir salonda, sinemada olduğunu hissederek film izlemek için bile gidilirdi. “Leviathan”a gelecek olursak: 2014, Rus yapımı olan filmin senaristi ve yönetmeni Andrey Zvyagintsev. Film, dünya prömiyerini yaptığı, Cannes Film Festivali’nde “En İyi Film” ödülünü aldı. Filmekimi’nin internet sitesinde filmin tanıtımına bakacak olursanız, “Kremlin’le polemiğe giren, yozlaşmaya karşı cesur bir başyapıt” olarak tanımlandığını görürsünüz ki devletle başı belaya giren fakir bir köylüyü işlediği düşünülürse
sırf Kremlin’le değil, güçsüzün ezildiği herhangi bir sistemle polemiğe girdiğini söyleyebiliriz. Film konusunu, dürüstlüğüyle sınanan Hz. Eyüp’ün hikayesinden alıyor. Rusya’nın kuzeyinde, küçük bir köyde oto tamircilik yapan Kolia; oğlu Romka ve ikinci karısı Lilya ile yaşamaktadır. Belediye başkanı Vadim Sergeyich’in, evini ve dükkanını satın alma teklifini reddedince Vadim, gittikçe daha da sertleşir. Kolia’nın ise istediği para değildir. O, tek varlığı olan evini, doğduğundan beri içinde yaşadığı doğayı korumak istemektedir. Moskovalı avukat arkadaşı Dmitri ona yardım etmeyi kabul eder. Kolia, belediye başkanı Vadim’in teklifini reddetmekle bir bakıma devlete karşı gelmiş olur. İlk karısından olan çocuğu Romka ile hiç geçinemeyen genç karısı Lilya’yı da kaybedince hayatı alt üst olacaktır. Üstelik, polis onu, karısının katili olmakla suçlamıştır. İlahi adaleti ve Tanrı’nın iyilere karşı merhametini
10 sorgulamaya başlayan Kolia, kasabanın rahibine gider… Hz. Eyüp, dürüstlüğüyle tanınmış bir peygamberdir. Hikayeye göre Tanrı onu, dürüstlüğünden ve kendisine bağlılığından dolayı büyük bir aileyle, refah içinde bir hayatla kutsamıştır. Şeytan ise Tanrı’ya, Eyüp hakkında onunla aynı fikirde olmadığını söyler. Eğer elinden bütün verdiğini geri alırsa, Tanrı’ya lanet okuyacağını düşünmektedir. Tanrı şeytana, Hz. Eyüp’ü sınaması için izin verir. Hz. Eyüp bütün varlığını kaybedince Tanrı yerine ilk, kendi doğduğu günü lanetler ve mitolojik bir yaratık olan Leviathan’ı çağırarak doğduğu günü mutlak karanlığa boğdurur. Daha sonra durumu arkadaşlarıyla tartışınca, “Bu dünyaya çıplak geldim, bu dünyadan çıplak gideceğim. Tanrı verdi, Tanrı alır. Tanrı’nın ismi kutsal olsun.” der. Böylece dürüstlüğünü bir kere daha gösterir. …Kolia, kasabanın rahibine gider. Ondan, Hz. Eyüp’ün hikayesini dinler, Leviathan’ı öğrenir. Evi buldozerle yıkılır. Devlete karşı gelmenin bedelini ödemiştir ama rahipten dinlediği hikaye de kafasındadır artık. Esinlendiği kaynaktan dolayı, konusundan bahsedince dini içerikli bir filmmiş gibi görülebilir ama devlete karşı gelen güçsüz birinin yaşadıklarını anlatır aslında film. Benim - bunun gibi festivaller dışında geçerliliğini büyük ölçüde yitirmiş eski tip sinemalardan da bahsedince - aklıma takılan kısım bu vatandaşdevlet çatışmasıdır. Vadim’in, Kolia’nın küçücük evini satın almak istemesi, Kolia’nın ise ona karşı gelmesi ve başına açılmadık dert kalmaması konuşulacak başka konular getiriyor akla ama ben konu içinde kalmaktan yanayım. Yine de
günümüzde ticari amaçlar için yıkılan eski tip sinema salonlarıyla bu tip bir salonda gösterilen filmde evi yine ticari amaçlar için yıkılan fakir bir köylünün konu alınması gibi ilginç bir bağlantıya dikkatinizi çekmeden edinemeyeceğim. Filmin orijinal dilinde, Rusça olarak gösterilmesinin ve hem İngilizce hem Türkçe altyazı bulunmasının Rusça bilmeyen bir seyirci kitlesi için biraz dikkat dağıtıcı olduğunu düşünsem de ne kadar yabancı bir dil olursa olsun filmi orijinal dilinde, doğal haliyle izlemek gerektiğine inananlardanım. Oyuncu kadrosunda da tanıdık isim göremediğim için bu konuda yorum yapmak yerine sadece isimlerini vermekle yetinebilirim: Baş karakter Kolia’yı Alexey Serebryakov canlandırıyor. Belediye başkanı Vadim’e Roman Madyanov, Lilya’ya Elena Lyadova, Romka’ya Sergey Pokhodaev hayat veriyor. Avukat Dmitri’yi ise Vladimir Vdochenkov oynuyor. Filmekimi’nden “Leviathan” hakkında diyeceklerim bunlar. Film beni sürüklesin, alıp götürsün diyenler için hayal kırıklığı olacaksa bile dini bir hikayeden yola çıkıp bir sistem eleştirisi yaparak ilginç bir yorum ortaya koydukları için bi’ izleyin derim.
11
12
Türk futbolu nasıl bitirildi? -Passolig Ali Ece’nin de dediği gibi ‘Ligin adı Süper Lig ama benim sünnet düğünümde bile bazı maçlardan daha fazla kişi vardı.’ / Mustafa Burak Sarıca Geçen sezon gündeme geldiğinden beri büyük tartışmalara neden olan ve birçok taraftar grubu da dahil olmak üzere büyük bir kesimin tepkisini çeken “Passolig” bu sezon uygulamaya konuldu ve sonuç gerçekten de felaket oldu. İngiltere, Almanya, İtalya gibi bir tribün kültürüne sahip olmamamızın üstüne bir de passolig eklenince tribünler neredeyse bomboş kaldı. Anadolu takımlarının maçlarında gerçekten de ‘’bir sünnet düğününden daha az kişi olması’’ bir yana İstanbul takımlarının maçlarında bile doluluk oranı büyük ölçüde düşmüş durumda. Rakamlara girerek boğulmaya gerek yok, tv de herhangi bir maçı açtığımızda o maçta ‘acaba ev sahibi takım seyircisiz maç cezası mı aldı?’ diye düşünüyorsak bu işte gerçekten büyük bir
sorun vardır. Hatta çok daha somut bir örnek vermek gerekirse; Galatasaray’ın geçen sezon bütün Şampiyonlar Ligi Maçları’nı kapalı gişe oynaması ve bu sezonki Anderlecht maçında stadın sadece 3’te 2’sinden azının dolu olmasını sayabiliriz. Bu olayın baş sorumlusu, göreve geldiğinden beri skandal kararlar almaktan bıkmayan Yıldırım Demirören ve tabi ki onu görev başına getiren siyasi irade. (Belki de tepkilere rağmen hala istifa etmemesini sağlayan da aynı irade.) Aynı, siyasi iradenin aldığı kararlarda halkı tanımaması, halkın görüşlerine önem vermemesi gibi Yıldırım Demirören de futbol izleyicisinin görüşlerine, taraftar gruplarının tepkilerine rağmen Passolig sistemini hayata
13
geçirdi. Sistemin amacı ise tribünlerdeki suç oranın düşürmek ve tribünleri taraftarlar için daha ‘güvenli’ bir yer haline getirmek olarak açıklanmıştı. Ancak Yıldırım Demirören daha çok yakın bir zamanda sistemin asıl amaçlarından birini ağzından kaçırdı; “Passolig ile siyasi tezahürat yapmak isteyenler ve rantçılar tribünden gitti.” Amaç, her zamanki gibi hükümet karşıtı olan aktiviteleri, tribünlerdeki siyasi protestoları engellemek. Ama buna şaşırmamalıyız. Meydanlarda kendisinin protesto edilmesini çekemeyen bir hükümet tabi ki de aynı toleranssızlığı tribünlerde de gösterecekti. Ve Passolig ihalesini kazanan Aktifbank’ın bu kart üzerinden elde edeceği gelir. 1 taşla 2 kuş vurmak da diyebiliriz buna. ‘Hem karşıt görüşüm olan insanları stadlara sokmam hem de
Aktifbank’I ihya ederim.’ Passolig’e gösterilen tepkilerin en büyük sebebi de aslında ne fişlenme korkusu ne de başka bir şey. Asıl sebep seyircilerin haklı olarak bilet parasının üstüne bir de Passolig kart parası vermek istememesi ve taraftarların büyük kısmının bu paranın nereye gittiğini bilmesi. Zaten stadyumlara zar zor seyirci çekebiliyorken bir de bu işi daha külfetli hale getirerek kendi ayağına kurşun sıkmış oldu TFF. Gerçekten de harika bir stadı olan Kayserispor ve Kayseri Erciyesspor’un geçen sezon Passolig yokken ve bilet fiyatları 10 tl den başlamasına rağmen hala dolu tribünlere oynamamasını okuyamayan ve buna çözüm aramak yerine bunu daha da kötü duruma getiren bir zihniyetle karşı karşıya olmak ülkede futbola küsmek için gayet yeterli bir sebep. Bakalım TFF ve onları atayanlar Passolig’in ‘patladığını’ ne zaman farkedecekler? Zaten bir türlü tribünlere çekemediğimiz futbol seyircisi tamemen Türk Futbolu’na küsmeden önce yapılan hatanın farkına varılması ve futbol seyircisinin söylediklerine kulak verilmesi dileğiyle.
14
15
“YEni insAnlAr” Röportaj: Demet Açıkgöz
Adeta tüm güzel renkler onun Cem Çelik/32 Bu yolu nasıl seçtin? Herhangi bir yol yok benim için. Türkiye’de yollar engebeli olsa da (gerçi sağ olsun hükümetimiz duble yol yaptı ama) arada farklı yollara girip kayboluyoruz işte. Bu zamana kadar neler yaptın? Ders çalışmayı sevmem, beceremem de. İşletme okuyup bankada veznedar (küçümsediğimden değil, bana göre olmadığını vurguluyorum) ya da su işlerinde bilmem ne sorumlusu, olmayacağıma göre okumanın bir manası yoktu benim için. Ama çok okudum, çok araştırdım. Sinema tutkunuyum. Müzik yaptım senelerce, arada bir şeyler karaladım, şimdi de hiç gitmediğim yerlere gidip kamp yapıyorum, geziyorum. Arada da fotoğraf çekiyoruz işte. Yaptığın çalışmaları tek bir cümleyle anlatır mısın? Manidar
Bundan 20 sene sonra nerede, n’ yapıyorsun? Ufak bir orman evinde, koltuğuma yaslanıp, bira içip dünya kupasını izlerim heralde. Bugün olmayı en sevdiğin yer? Saroz körfezi Hayatının bir fon müziği olsaydı, bu ne olurdu? M83 – Midnight City Eğer dini inancın bir yemek olsaydı, bu hangisi olurdu? Spagetti Dünyaya ikinci bir isim verme şansın olsa, bu ne olurdu? Sound Son bi’ halka sesleniş yapacak olursan? Şu kısacık hayatta “kariyer” diye kıçınızı yırtmayın. İsminizin başında yazan ile değil, yaptıklarınızla hatırlanın.
16
17
http://instagram.com/cem__celik https://twitter.com/cem_celik https://www.flickr.com/photos/cemcelik/ https://www.behance.net/
18
19
Cem Çelik
20
21
22
Beni Yakından Tanımak İster Misin? İstanbul Bilgi Üniversitesi Halkla İlişkiler Bölümü son sınıf öğrencileri her yıl olduğu gibi bu yılda farkındalık seminerlerinin 7.sini gerçekleştirmeye devam ediyor. Sedef hastalığına dikkat çekmek, sedef hastalığının bulaşıcı bir hastalık olmadığını kamuoyuna duyurmak ve sedef hastalarına fotoğraf yoluyla destek olmak amacıyla Sedef Hastaları dayanışma derneğinin düzenlemiş olduğu “Dokun Bana” adlı yarışmanın ödül törenine 31 Ekim Cuma günü hazırladıkları özel bir organizasyonla ev sahipliği yapacak. Gerçekleştirilecek organizasyonda, Türkiye’deki sedef hastalarını sedef hastalığı konusunda bilgilendirmek ve toplumu bilinçlendirmek amacıyla 2010 yılından bu yana faaliyetler gerçekleştiren Sedef Hastaları Dayanışma Derneği (SHDD)’nin düzenlediği, “Dokun Bana” adlı fotoğraf yarışmasının kazananlarına ödül verilecek. Bilgi Üniversitesi Halkla İlişkiler son sınıf öğrencilerinin Sedef hastalığına farkındalık yaratmak amacı ile gönüllü olarak iletişim çalışmaları ile destekledikleri derneğin ödül töreni, 31 Ekim 2014 Cuma günü saat 14.00’de İstanbul Bilgi Üniversitesi santralistanbul Kampüsü’nde gerçekleşecek. Yarışmada dereceye giren ilk 3 fotoğraf ödüllendirilirken, ilk 40 fotoğrafçıya fotoğraflarını 15 gün (1-15 Kasım)
süresince İstanbul Bilgi Üniversitesi santralistanbul Kampüsü’nde sergileme hakkı verilecek. Projeye, Türkiye’deki sedef hastalarına destek olmak ve bu konuya dikkat çekmek için Novartis İlaç firması ve Taze Fikir ajansı koşulsuz destek vermektedir. Sedef Hastalığı Hakkında: Tıp dilinde psoriasis adı verilen sedef hastalığı, ataklarla birlikte genellikle yaşam boyu devam eden bir hastalıktır. Deride hastalığa ismini veren sedef veya gümüş renginde kepeklenmeler (pullanmalar) ile birlikte, eklemlerde ve tırnaklarda da bazı belirtiler ortaya çıkabilmektedir. Sedef hastalığı tedavi edilebilir ve/ veya kontrol altına alınabilir. Hastalığın nedeni tam olarak bilinmemektedir. Bağışıklık sistemi, genetik ve çevresel faktörlerin karşılıklı etkileşimi sonucu geliştiği düşünülmektedir. Hastalık erkek ve kadınlarda yaklaşık eşit oranda görülür. Herhangi bir yaşta ortaya çıkabilen sedef hastalığı en sık 20-30 yaşları arasında başlasa da bebeklik döneminde ve ileri yaşlarda da ortaya çıkabilir. Sedef hastalığı önceden kestirilemeyen ataklar ve iyilik dönemleri ile genellikle uzun süreli bir seyir izlemektedir. Hastalığın belirtileri ve şiddeti kişiden
23
kişiye ve hatta aynı kişide zaman içinde değişiklik gösterebilir. Genel olarak hastalığın şiddeti ileri yaşlarda azalma gösterir. Sedef hastalığına yatkın bireylerde fiziksel travmalar, güneş ışınları, enfeksiyonlar, stres, bazı ilaçlar, sigara ve aşırı alkol tüketimi hastalığın gelişimine veya şiddetlenmesine yol açabilmektedir.
Türkiye’de yaklaşık bir milyondan fazla kişiyi etkilediği tahmin edilen hastalığın toplum tarafından bulaşıcı bir hastalık olarak yanlış algılanması, hastaların hem özel, hem de çalışma yaşamını olumsuz etkilemektedir. Hastaların daha rahat bir yaşam sürebilmesi toplumsal önyargıların azalmasıyla yakından ilgilidir. Sedef hastalığı bulaşıcı değildir. Sedef Hastaları Dayanışma Derneği Hakkında: Sedef Hastaları Dayanışma Derneği, sedef hastalarının dayanışmalarının gerekliliği ve istekleri üzerine kurulan, kamu yararına çalışan, sedef hastaları ve yakınlarından oluşan ve kar amacı gütmeyen bir oluşumdur. Dernek, ulusal ve uluslararası organizasyonlara katılarak, Türkiye’deki hastaları temsil etmek, sedef hastalığı hakkında bilgilendirmek, toplumu bilinçlendirmek, hasta haklarını korumak, sedef ile ilgili sivil toplum faaliyetlerinin etkinleştirilmesi ve geliştirilmesini sağlamak ve bu konuda çalışmalar yapan kişi ve kuruluşlara destek vermek amacı ile 2010 yılında kurulmuştur. Siz de derneğin çalışmalarına destek olarak sedef hastalarına yardımcı olabilirsiniz. Daha fazla bilgi için: www. psoriasis.org.tr adresini ziyaret edebilirsiniz.
24
Bu ay siz hangi konserlere gideceksiniz? Ağustos ayında “Bazen Sadece Konsere Gitmek İstersin” adlı yazımda İstanbul’da görmek istediğim sanatçılar hakkında yazmıştım. O yazıda olan Jack White, Lykke Li’yi ve onların yanı sıra daha bir çok başarılı sanatçıyı önümüzdeki haftalarda izleme şansına sahip olacağız. Hangi konser/konserlere gideceğinizi düşünürken dinlemeniz için bu sanatçıların konserlerinde mutlaka duyacağınız parçalardan oluşan şarkı listesi: http://goo.gl/MwfjzV Bir de unutmadan, bu sefer konsere gittiğinizde telefonunuzu elinize almayın, instagram’lık iyi bir fotoğraf için uğraşmayın; siz filtre seçerken Jack White stage dive yapabilir!
Bütün konseri ya da bir şarkıyı videoya almaya çalışmayın onun için youtube var. Ve onlar bu konuda sizden çok daha başarılılar. O iki saat için hayatı durdurup her şeyi unutun ve kendinizi müziğe verin. Pişman olmayacaksınız. Ekim: [26] Yüzyüzeyken Konuşuruz - Karaköy Külah [29] Ah! Kosmos - Salt Beyoğlu [31] İlhan Erşahin’s Wonderland - Moda Sahnesi [31] Dillon/White Mink - Babylon Kasım: [1] Chet Faker - Black Box [5] The Boxer Rebellion - Salon İKSV [7] Jack White - Black Box [18/19] Lykke Li - Babylon
25
e t e z r e üniv
Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)
zete