UNIVERZETE 87

Page 1

/87

端n

e t e z r ive

zete


Sayı: 87 / 2014 Genel Yayın Yönetmenleri Demet Açıkgöz Yazı İşleri İrem Topçuoğlu

CAN DÜNDAR’IN “ABİM DENİZ” KİTABINA SANSÜR

“YARATICI DRAMA”NIN YARATICI ÇOCUKLARI

DÖNÜŞÜM EVİ

SİNEMADAN SEÇKİLER

PUSLU SAYFALARA YOLCULUK

HOLYWOOD’UN KAFASI BOZUK ADAMI; DAVID LYNCH

DEMOKRASİ KİME KADAR, NEREYE KADAR?

BOMONTİ BİT VE ANTİKA PAZARI

Yazılar İlgi Özdikmenli, Sermin Dakak, Alp Tunçer, Cenk Bonfil, Hazal Zeynep Altunal, Melike Makas, Aslıhan Atalar, Alp Kargören, Elif Tavkul Arka Kapak: Demet Açıkgöz Teşekkür Sarper Durmuş, Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek

İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo

Facebook: http://goo.gl/jx7hxb

/ifbilgi

@ifbilgi


/

v i 端n

e t e z er


4

Can Dündar’ın “Abim Deniz” Kitabına Sansür / Aslıhan Atalar İnsan ne kadar özgür bir birey olursa olsun düşünce hayatı küçük yaşlardan itibaren çevresel faktörler tarafından şekillenmiştir. Aile hayatımız, tanıdığımız insanlar, okuduğumuz okullar hatta okuduğumuz kitaplara kadar. Hepsi bir amaca hizmet eder. Kendi zihniyetimizi ve misyonumuzu bulmaya çalışırız bu şekilde. Aslında biz bireyler kendi fikirlerimizi dile getirirken etkisi altında olduğumuz çevrenin aklıyla konuşmaya başlarız. Sosyal hayatta düşünüldüğünde en basit örnek olarak okuduğumuz bir yazarı düşünelim. Bizim fikir hayatımıza ne kadar uygunsa ve bize ne kadar hitap ediyorsa; biz o yazarın kitaplarını

o derece fazla okuruz ve etkileniriz. Bu normal bir olgu olsa da önemli olan faktör bu etkinin çapı olmalı. Sürekli olarak aynı yazarların kitaplarını ve bu doğrultuda benzer görüşleri benimseyen yazarlardan faydalanmak her zaman için iyi bir fikir olmayabilir. Bu durum bireyin özgür düşünme yetisini köreltir ve bir tip düşünme kalıbı getirir her zaman için. Oysa herkesten öğrenebileceğimiz bir şeyler olduğunu kabul etmek gerekir. Okuyucunun asıl olarak dikkat etmesi gereken şey‘; okuyucu yazarın etkisi altında kalmaktan ziyade, görüşlerine yakın yazarların fikirlerinden bir yere kadar yararlanmalı, asıl olan kendi


5 düşüncesine bir yere kadar dayanak yapmak ve desteklemek olmalı. Maalesef ki bu bizim toplumumuz için hiçbir zaman geçerli olamadı çünkü bir kesim hep taraf olmayı tercih etti. Yalnız kalmaktan korktu. Toplumumuzun ve tüm dünyanın asıl sınavı; Öteki olanı anlayamamak, sevememek ve kabullenememek oldu... Geçenlerde hayatımızın her alanında karşılaştığımız bu durumun medyada apaçık bir örneğini gördük. Çok Satanlar listesinde 1.sırada olan, benim de severek okuduğum; Can Dündar’ın “Abim Deniz” adlı kitabının sansürlenerek Kanal 360’ta yayınlanan Çok Satan kitaplar vtr’sinden çıkarıldığı haberi medyaya yansıdı. Kanalın patronunun kitabın yazarına hakaret söylemiyle birlikte aslında gördüğümüz bu tablonun ana akım medyanın kendi istekleri ve kendi görüşleri doğrultusunda kararlar verdiğini, asıl hedef doğrultusunda gerçek olanın öneminin kalmadığını açıkça görebiliyoruz. Kitleye

göre hedef belirlendiğini, toplumu istendiği şekle getirmede ve algıları değiştirmede nasıl etkili olduğunu ve aynı zamanda ne derece basit olduğunu da görebiliyoruz. Bir yazarı sevmemek, onunla aynı zihniyete sahip olmamak, o kitabın niteliğini değerlendirmek için bir ölçüt sayılamaz. Oysa ki insanlar bu kitabı okudukları takdirde göreceklerdir ki; kitap yaratılan subjektif algının aksine fazlaca objektif. Bu kitabın içinde; yanlışlar olduğu kadar doğrular da, hak ve haksızlıklar da var. Kitabın içinde Deniz Gezmiş’e ait fotoğrafların ve mektuplarının olması ve Deniz Gezmiş’i kardeşi Hamdi Gezmiş’ten dinlemek yazara güvenmeyi sağlıyor. Tabii bir o kadar da derinden etkiliyor. Kitabın dili de son derece yalın. Elinden bırakamıyorsun “ne oldu?”, “ne olacak!” diye. Kitabı 1 günde bitirmemden anlaşılacağı gibi; bir çırpıda, soluksuz okunuyor. Okurken “keşke”ler dolanıyor dilinde insanın, hiçbir anlamı olmadığını kabullensen de. Sonunda da ağlatıyor, kimileri için doğru olan şeylerin yanlış olduğunu veya kimileri için yanlış olan şeylerin doğru olduğunu bilsen bile. Bu bizim hayatı algılayış biçimimizle alakalı aslında. Gördüğümüz şeyin altında; bir başkalık var biz bunu fark edemesek bile... Nasıl görmek istiyorsak, baktığımızı da o şekilde algılıyoruz ama bu gerçek olanı değiştirmede bir ölçüt olmamalı bizler için. Bu kitabın sansürlenmesi, kitabın yok satma gerçeğini değiştiremiyor. “Abim Deniz” kitabı hakkında tek bildiğim ve tek söyleyebileceğim şey; hangi zihniyete olursan ol, hangi görüşü benimsersen benimse, bu kitabın okunması gerektiği!


6

“Yaratıcı Drama”nın Yaratıcı Çocukları Yaratıcı dramayla ilgili Berrin Politi Debayar’la konuştuk… / Cenk Bonfil “Yaratıcı drama”, bir süredir farklı eğitim programlarında, belki de bazı okullarda karşımıza çıkan bir kavram olmaya başladı. Bir süre popülerleşip daha sonra unutulan bazı kişisel gelişim yöntemlerine karşın, yaratıcı drama farklı meslek gruplarında çalışan insanların ve özellikle çocukların bireysel gelişiminde önemli bir yer tutuyor ve giderek yaygınlaşıyor. Peki nedir bu yaratıcı drama? Yaratıcı dramayla ilgili merak edilen sorulara yanıt bulmak için Tiyatrokare’de bu konuda eğitim veren Berrin Politi Debayar’ın yedi-sekiz yaş çocuklarıyla yaptığı bir derse katıldım. Çocukların okullarda uzun ders saatleri boyunca

oturması nedeniyle dikkat eksikliğinin ve hiperaktivitenin arttığı araştırmacılar tarafından gözlemlenirken henüz oyun çağındaki çocukların hem özgürce hareket ederek enerjilerini atabilecekleri hem de iletişim ve dikkat etme becerilerini geliştirebilecekleri, yaratıcılıklarını körükleyebilecekleri bir ortam gördüm derste. Dersin başında, kura çekilerek bir asistan seçiliyor. Böylece çocuklar sorumluluk almayı öğreniyor. Ayrıca, çalışmalara başlamadan önce eğitmen, önceki derslerdeki duruma göre “Biraz daha sakin ol.”, “İnat yapma.”, gibi hatırlatmalar yapıyor. Genelde bir köşede, kimsenin


7 duymayacağı şekilde yapılmasına alıştığımız bu uyarılar açık açık söyleniyor ve çocukların birbirinden ve öğretmenlerinden gizlisi saklısı, utanacak bir şeyleri olmamış oluyor. Çalışmalar; belli bir konu çevresinde yapılan canlandırmalar, tahmin oyunları ve doğaçlamalarla geçiyor. Örneğin Vivaldi’nin Dört Mevsim Senfonisi dinletiliyor ve çocukların hangi bölümün hangi mevsim olduğunu tahmin etmeleri isteniyor. Birkaç enstrüman gösteriliyor ve çocuklar hayali bir orkestra kurup canlandırma yapıyor. Ders döneminin sonunda, bir oyun sergilenmiyor. Çocuklar, sadece kendilerini geliştirmek için, sahneleme kaygısı olmadan eğitimlere katılıyor. Dünyanın genelinde – ve tabii ülkemizde - hala geçerli olan ezberci ve tek kalıba sokan eğitim sistemine karşın katılımlı, yaratmaya ve düşünmeye açık bir sistem yaratıcı drama. Ben daha da uzatmadan susayım ve

Berrin Politi Debayar ve birbirinden enerjik, akıllı, cin gibi, “yaratıcı” çocuklar; yaratıcı drama hakkında bildiklerini ve görüşlerini anlatsın. Tiyatroya nasıl başladınız? Eğitiminizi nerede aldınız? Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı Opera Ana Sanat Dalı Müzikal ve Operet mezunuyum. Dormen Tiyatrosu’nda “Şarkılar Susarsa” müzikalinde oynayarak tiyatroya başladım. Şu ana kadar ne gibi çalışmalarda bulundunuz? Söylediğim gibi, “Şarkılar Susarsa” müzikaliyle sahne hayatım başladı. Bu oyundan sonra “Fındıkkıran”, “Anlat Şehrazat”, “Delidolu” müzikallerinde başrol oynadım. Farklı okullarda Sosyal Aktivite öğretmenliği yaptım. Öğretmenlik yaptığım bu okullarda - İngilizce ve Türkçe – Grease, Fame, Lüküs Hayat gibi oyunlar sahneye koydum, dans grupları


8

çalıştırdım. Halen okullarda müzikal yönetmenliği yapıyor, Tiyatrokare’de ve özel gruplara yaratıcı drama dersleri veriyorum. Neden sahnede olmak yerine eğitmenliği seçtiniz? Sahne ve televizyonda bir dönem bulundum. Ana branşım müzikal ve Türkiye’de ne yazık ki popüler değil. Yapılan en iyi müzikallerde de oynadım ama artık yok. Televizyon dizilerinin ise uzun çalışma saatleri var. Bir dönem yaptım ama daha sonra eğitim yönünü daha zevkli buldum. Yaratıcı drama ile tanışmanız nasıl oldu? Oğlumu beş sene evvel yaratıcı drama derslerine götürdüm ve o zaman tanıştım. Araştırma yapıp, İstanbul Drama Sanat Akademisi’nden “Yaratıcı Drama Liderlik Sertifikası”, Yıldız Teknik Üniversitesi’nden de “Pedagojik Formasyon” alıp bu yolda ilerlemeye başladım.

Yaratıcı drama nedir? Yaratıcı drama; insanların doğuştan gelen yeteneklerini geliştiren, kendilerini tanımalarını ve iç dünyalarına ayna tutmalarını sağlayan en önemli çalışmalardan biridir. Gelecekteki eğitim serüvenlerinde belirleyici olan bu becerilerin bir kısmı yaratıcı drama sayesinde kazandırılabilir. Drama, sözcük olarak Eski Yunanca’da “bir şey yapmak” ve “oynamak” anlamına gelen “dran” kelimesinden türemiştir. Yapma ve oynama eylemini insana ait duygu, düşünce ve davranışlarla düzenleyerek insanlara sunan tiyatro ile birlikte anılan drama; sahneleme kaygısı olmaksızın eğitim içinde kullanılmaya başlandığından beri “yaratıcı drama” olarak ifade edilmektedir. Yaratıcı drama eğitimi Türkiye’de ne durumda? Nasıl başladı, gelişmeler ne yönde? İstanbul dışında da rağbet görüyor mu? 1911’de yapılan ilk drama derslerinde,


9 İngiltere’de Harriet Finlay-Johnson’ın adı geçmektedir. Günümüze yaklaştığımızda 1985 yılında yapılan ilk bilimsel seminerden itibaren belirli bir yükseliş içinde olan yaratıcı drama, eğitim alanında kendinden sıkça söz ettirir duruma gelmiş, Prof. Dr. İnci San’ın çabaları sonucunda dernekleşmiştir. Son üç dört senedir popülerliği arttı hatta eğitim içinde bile kullanılmaya başlandı. Yaratıcı dramaya ilgi nasıl? Hangi yaş grupları daha fazla ilgi gösteriyor? Dediğim gibi, son üç dört senedir popülerliği arttı, eğitim içinde de kullanılmaya başlandı. Değeri anlaşıldı diyebiliriz. Beş - sekiz yaş arası en çok ilgi gösteren yaş aralığı. Dersin içeriği nedir? Bir derste ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz? Bir yaratıcı drama çalışmasının meydana gelişini, başlangıçtan itibaren ele aldığımızda şu aşamalarla karşılaşırız: Plan hazırlama aşaması, amaç ve kazanımları (Hedef/Davranışlar) belirleme, içerik hazırlama, uygulama aşaması, hazırlık, ısınma oyunları, etkinlikler, doğaçlama

rol oynama, dramatizasyon, pandomim, diğer etkinlikler, oluşum, değerlendirme aşaması. Eğitim alan kişilerde nasıl bir gelişme gözlemliyorsunuz? En önemli gelişme içine kapanık çocukların kendilerini daha rahat ifade etmeye başlamaları; utangaçlıklarını sona erdirip daha rahat, daha konuşkan, daha yaratıcı fikirler üretip paylaşmaları. Yaratıcı drama eğitimi almak için herhangi bir kriter var mı? Dört yaş ve üstündeki herkes yaratıcı drama eğitimi alabilir. Yaratıcı drama neden öğrenilmeli? Yaratıcı drama; yaratıcılığı geliştirir, yaratıcı yanların farkına varılması ve ilerletilmesine olanak sağlar. İletişim becerilerini geliştirir, mevcut iletişim birikimine yeni kazanımlar sağlar. Birlikte çalışma ve katılımcı olma alışkanlıkları, grupla bir arada çalışarak ürün verme becerisini kazandırır. Bağımsız karar verme becerilerini geliştirir, uygun ortam yaratarak bağımsız karar verme


10

olanakları sağlar. Kendine her yönüyle güvenen bireyler yetişmesini sağlar. Empati duygusunu geliştirir; bireye olaylara başka pencereden bakmayı öğretir. Kendini ifade edebilme becerilerini geliştirir, bireyin grup içinde kendini özgürce ifade edeceği olanaklar sağlar. Kişinin kendini tanımasını, bireyin kendi farkındalığının artmasını sağlar. Dikkat dağınıklığını önler, bireyin etkinliklere ve olaylara yoğunlaşmasını sağlar. Konuşma, dinleme, anlatım becerilerini geliştirir; bireyin her tür olanağını ve organını kullanarak kendini anlatması için ortam yaratır. Kalıcı öğrenimin yolunu açar, bireyin yaparak ve yaşayarak sağlıklı bir biçimde öğrenmesini sağlar. Çalışanlara da bu eğitimi tavsiye ediyor musunuz? Onlar için de programlar var mı? Yetişkinler için de kesinlikle gerekli. Bugün hala topluluk önünde konuşamayan, heyecanlanan, iletişim sorunları olan kişiler var. Profesyonel hayatta bayi eğitimleri, çalışanlara motivasyon ve kaynaşma eğitimleri hep yaratıcı drama yöntemi kullanılarak yapılıyor.

Gelecekteki planlarınız neler? Bu eğitimi yaygınlaştırmak için neler düşünüyorsunuz? Amacımız “yaratıcı drama”nın önemini anlatmak, küçük yaşlarda bu eğitimin alınmasını sağlamak ve yeni yaratıcı drama liderlerini yetiştirip bu eğitimi yaymaktır. Ülkemizde yeni yeni yaygınlaşan bir yöntem bu. Çocuklardan… “Bu dersin çok güzel geçeceğini biliyordum ve bu dersten çıkmayacağım.” 7 yaşında “Bu dersten asla çıkmam, çok eğlenceli ve güzel bir ders.” 8 yaşında “Bu ders acayip eğlenceli ve çok güzel bir ders.” 7,5 yaşında “Bu ders çok iyi ve bu derste çok eğlenceli şeyler yapma imkanı bayağı da bir büyük. Lütfen bilmem ne, bilmem ne, bilmem ne…” 8 yaşında


11


12


13


14


15


16


17


18

Sinemadan seçkiler Bir filmin ötesinde... “One Flew Over the Cuckoo’s Nest” / Alp Tunçer

1962 yılında Ken Kesey tarafından yazılan One Flew Over the Cuckoo’s Nest kitabından aynı adla sinemaya uyarlanan film, Milos Forman’ın yönetmenliğini üstlendiği ve Jack Nicholson’un muhteşem performansıyla sinemanın en özel filmleri arasına ismini yazdırmayı başarmıştır. Jack Nicholson’un rolünü üstlendiği Randle Patrick McMurphy karakteri bir suçludur. Hapishane’den kurtulmak için

deli rolü yaparak daha az güvenliğe sahip akıl hastanesinin yolunu tutmuştur. Akıl hastanesinde bulunduğu sürece bir yandan kaçma planları yaparken, bir diğer yandan diğer hastalarla kendine has üslubuyla farklı bir diyalog kurmaktadır. Fakat terapilerdeki kendi başına buyruk hareketleri ve özgürlüğe olan düşkünlüğü sebebiyle, diğer hastalara kötü örnek olduğunu düşünen başhemşire Mildred (Louise Fletcher) ile


19 büyük sorunlar yaşıyor ve belki de hiçbir zaman bu sorunları çözemeyecektir. Düzenin her alanında çarpıklıklar bulunmaktadır. Ve bu çarpıklıklar ortaya çıkıp düzelmesi gerekirken, maalesef halının altına itilmektedir. Milos formanın bu filminde de aslında halının altına itilen çarpık düzenin eleştirisini görmekteyiz. ‘50ler, ‘60lar Amerikası, sağlık sisteminde, zihinsel sorunları olan kişilerin, sorunlarını çözmek amacıyla kurulan akıl hastanelerinde, aslından sorunlarının çözülmediği, aksine bu insanların ölünceye kadar toplumdan tecrit edilmek üzere kullanılan, ikinci bir hapishane türünde tutulduğu net bir biçimde ortaya konulmuştur. Bu film, Milos Forman ve bu filmde oynayan her oyuncu için çok önemli eşik noktalarından biri olmuştur. Hem söylenilen düşünce anlamında sistemin içerisindeki yanlışlıklar çok açık biçimde ortaya

konmuştur, hemde bunun sonucunda film bir kültürel miras olarak kabul edilip, şuanda Amerika Birleşik Devletleri kongre kütüphanesi tarafından ‘’kültürel, tarihi ve estetik olarak önemli’’ filmler listesine alınmıştır. Bunun yanı sıra, filmin başarısı doğrultusunda, 9 dalda Oscar adayı gösterildiği 1976 Akademi Ödüllerinde en iyi erkek oyuncu, en iyi kadın oyuncu, en iyi yönetmen, en iyi uyarlama senaryo ve en iyi film dalında 5 dalda Oscar almıştır. Şunu da eklemek gerekir ki aynı yıl ödül töreninde Sidney Lumet’nın yönetmenliği yaptığı Dog Days Afternoon, Stanley Kubrick yönetmenliğini yaptığı Barrry Lyndon ve Steven Spielberg’un yönetmenliği yaptığı Jaws filmlerinin olması ve buna rağmen, onların arasından sıyrılarak b u kadar ödül alması ayrıca bir başarı ve gerçekten bir filmin ötesinde olduğunun bir diğer kanıtıdır.


20

Puslu Sayfalara Yolculuk / Melike Makas Puslu Kıtalar Atlası, İhsan Oktay Anar’ın 1995 yılında görücüye çıkan kitabıdır. İletişim Yayınları’ndan çıkan eser, yazarın ilk kitabı olma niteliğini de taşır. İhsan Oktay Anar lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimini Ege Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde yapmıştır. Bunu, felsefe ile bu kadar yakın olduğunu, Puslu Kıtalar Atlası’nın her satırında adeta iliklerimize kadar hissettirmiştir. Ege Üniversite’sinde bir süre öğretim üyeliği

görevinde bulunan Anar, buradan emekli olmuştur. Henüz ilk bölüm olan “Konstantiniye’de Birkaç Kişi”nin girişinden ağır ama bir o kadar da ilgi çekici bir dille karşılanıyoruz. “Ulema, cühela ve ehli dubara; ehli namus, ehli işret ve erbab-ı lavata rivayet ve ilan, hikayet ve beyan etmişlerdir ki…” Okumayı seven-sevmeyen herkesin gözünü korkutan bu satırlar cesaretsiz


21

ellerin arasında kaybolup giderse güzel bir kitap okunmadan kapanabilir, bu hazineye yazık edilmiş olabilir. Başa alıp tekrar okuyor ve yolumuza devam ediyoruz. Zaman atlamalarının olduğu kitapta ana konu 1681 İstanbul’unda geçmekte. Yazar yaptığı tasvirler ve anlattığı masallarla mekânları bize tanıtıyor, tamamen kurgusal ve çekici bir evrenin kapısını okuyucularına aralıyor. Kullandığı üslup bize anlatılan dönemi anımsatıyor ve esere daha kolay adapte olmamızı sağlıyor. Felsefi düşüncenin ilk şartı sorgulayıcı ve açık fikirli olmak, fikirlere sırt

çevirmeden önce onlara bir şans tanımak bu kitabı sevmek için de geçerli diyebiliriz. Feylesof Rendekar’ın fikirleri kitap boyunca irdeleniyor. Kubelik adlı karakterin kötü çevirisi sebebiyle Rene Descartes, Rendekar olarak karşımıza çıkıyor. Yine aynı sebepten ötürü feylesofun kitabının adının “Zagon Üzerine Öttürme” olduğuna da inanmamız gerekiyor. Önemli karakterlerimizden biri olan Uzun İhsan Efendi yazarla aynı adı paylaşıyor. Uzun İhsan Efendi uyuyarak rüyalarında diyar diyar dolaşıyor. Böylece gezmeden, yorulmadan Puslu Kıtalar Atlası’nı tamamlamak için gece gündüz çalışıyor, yani uyuyor. Uyumak için özel bir sıvı alan karakter eylemlerinin aksine yaşamanın ve hayatta edinilen tecrübenin önemine değiniyor, hayatını kitaplarla geçiren bu kişi kendi yaşayamadıklarını oğlunun yaşamasını istiyor. Yaşanan tüm olayları rastlantısal olarak birbirine kurgulanmış. Buradan yola çıkarsak ilk olarak yazarın masalsı anlatım yolunu tercih etme, romandaki fantastik yapıyı okuyucuya hissettirmek isteğini görüyoruz. İkinci ve en can alıcı nokta olarak ise Uzun İhsan Efendi’nin kitabın arka kapağında söylediği sözün doğruluğunu anlıyoruz: “Dünya bir masaldır!” Yazar, eserindeki kendine ait tanrısallığını Uzun İhsan Efendi karakterine devrediyor. Burada daha önce bahsettiğimiz açık fikirli olmak niteliği devreye giriyor. Uzun İhsan Efendi’nin hayali olduğunuz gerçeğini kabul edemeyecek kadar duygusalsanız bu kitabı sevemeyebilirsiniz. Burada en çok dikkatimi çeken bir


22

kişinin hayali olma olasılığını düşünmekti. “Vanilla Sky” filminde en çok dikkatimi çeken karakter, son sahnede çatıdaki komiserdi, kendisini sadece başkarakterin hayalinin ürünün olmasını öğrenmesiyle “ben hayal olamam!” diyerek isyan etmiş ama kısa sürede kabullenmişti bu durumu. Bu eserde de o komiser memuruna benzer, hatta daha ilgi çekici, daha hayata dair bir karakter var. Uzun İhsan Efendi’nin kitabın sonundaki mektubunda söz ettiği Ali Sait Çelebi. Uzun İhsan Efendi dünyanın onun düşünden ibaret bir varlık olduğunu anlar. Bunun üzerine oğluna yazdığı mektupta bu gerçeği söylediği ilk kişiyle karşılıklı konuşmalarını yansıtır: “Bu fikrimi ilk kez Mihel çıkmazındaki kıraathanede Ali Sait Çelebi’ye açmıştım.

Biliyorsun, bu iyi niyetli adam bana neredeyse olağanüstü bir saygı duyar ve ne söylesem hemen inanır. Ona, oturup sohbet ettiğimiz bu kıraathanenin kahvecisinin, müşterilerinin ve yaşadığımız dünyada geri kalan ne varsa hepsinin, sadece benim düşüncemde var olduklarını söylediğimde parmağıyla hepsini işaret ederek , ‘ya ben’ diye sormuştu. Malum cevabı alınca nedense bir hayli hüzünlenmiş, kafasında kim bilir neler kurmuştu.” Her sayfada yeni soru işaretleri bırakan kitap insanı düşündürmesi yönüyle işlevsellik kazanıyor. Puslu Kıtalar Atlası, felsefeyle edebiyatın eşsiz bir sentezi niteliğinde. Puslu sayfalar arasında tarihe yapılan yolculuktan payına düşeni almayı bilecek okuyucunun mutlaka bir şans tanıması gereken eserdir.


23


24


25

Holywood’un Kafası Bozuk Adamı; DavId Lynch / Sermin Dakak

Amerikalı yönetmen. Herkes yönetmen kimliğiyle tanımıştır ilk olarak fakat ben Lynch’i sadece yönetmen kalıbına sokmayı pek sevmiyorum. Ressam, sinemacı, müzik adamı ve belki biraz tuhaf ama mobilya tasarımcısı. Kolektif sanat adamı. Filmlerinde, resimlerinde ve müziklerinde anlaşılma derdi olmayan. Çıkan yemek tamamen bilinçaltım, ister beğenir ister beğenmezsin mottosuna sahip. Anlaşılması zor dahi. Soğuk, mutsuz ve içine kapanık şu günlerde en yakın bulduğum isim. Küçükken eline neşteri alıp ölü hayvanları keserek organlarını fotoğraflayan, çizen bir kişiden bahsediyoruz. Epey kafa karıştıran cinsten yani. Rüya, bilinçaltı, korku ve gizem en sevdiği kelimeler olsa gerek ki, filmlerinde en çok rastladığımız ögelerden. Tabi bunu direkt olarak sunmuyor önünüze. İzleyiciyi düşündüren, çıkarım yapmaya yönelten bir tarza sahip David Lynch. Haliyle ilk izleyişte anlama zorluğu yaşattıran yerler çıkarıyor izleyicilerin karşısına. Bunu çözümlemenin zevkini öğreten Lynch, geçmeyen sıkıcı dakikaları bunlarla ezebiliyor. Senaryosu ve tekniği insan zihniyle oynuyor. En güzel ve kanımca en ağır filmi “Mulholland Drive”(2001) filminde de görüldüğü gibi. Zaman, mekan ve kişiler karışık. Mantık dışı sahneler kurguyu bozmuyor. Rüyalarında gördüğün cinsten aslında. Baktığında -birazcık- alışılagelmişin dışında her şey. “Lost Highway” (1997) ve “Blue Velvet” (1986) filmleri de buna dahil.


26 “Hollywood’da hep geleneksel tarzda filmler yapılıyor. Öyküleri herkes anlıyor ve herkesin anlamadığı küçük bir nokta bile olsa telaş başlıyor. Ama işin asıl ilginç yanı, daha soyut kavramlarla uğraşmaya başlayınca ortaya çıkıyor. Sinemanın asıl büyüsü, gücü; içgüdülerle hissetmekte, insanların tuhaf ve unutmayacakları bir hisle filmden ayrılmalarını sağlamakta yatıyor...” Sözüyle de klişe Hollywood filmlerinin azılı katili. Belki de en sevdiğim özelliği. Yine bu soğuk günlerde filmlerinden

ziyade müzikleriyle de size yakın gelebilir. Prodüktör olarak başladığı müzik kariyerine, kendi filmlerine yaptığı soundtrackler ve albüm çalışmalarıyla devam ediyor. Elektronik tarz müziklerindeki karmaşıklık ve saykodelik hava filmleriyle paralel doğrultuda. Çıkardığı EP albüm olan “Good Day Today” (2010) ile beklediği başarıya ulaşan Lynch, ardından “Crazy Clown Time” (2011) ve “The Big Dream” (2013) albümlerine de imza attı.


27

FİLMOGRAFİ: Mulholland Drive - Mulholland Çıkmazı(2001) The Straight Story (1999) Lost Highway - Kayıp Otoban(1997) Lumière et Compagnie (1995) Twin Peaks: Fire Walk with Me - İkiz Tepeler (1992) Wild at Heart -Vahşi Duygular (1990) Twin Peaks - İkiz Tepeler (1990) TV Serisi Blue Velvet - Mavi Kadife (1986) Dune (1984) The Elephant Man - Fil Adam(1980) Eraserhead (1977)


28

DEMOKRASİ KİME KADAR, NEREYE KADAR? Demokrasi ve özgürlüğün savunmadığımız bir ideoloji taradından da hakedildiğine inanıyorsak, gerçek özgürlükten söz edebiliriz / İlgi Özdikmenli Bugün Türkiye’de neler oluyor? Bugün Türkiye’de güçlerin birbirini ezme mücadelesie tanıklık ediyoruz. Cemaat hükümeti, hükümet cemaati itibarsızlaştırmaya çalışıyor. Önce tapeler geliyor sonrasında hükümet cemaate yönelik hukuk ilkelerini ve medya etiğini sarsarak baskınlar gerçekleştiriyor. 14 Aralık Pazar sabahı, aralarında polislerin,Samanyolu TV’nin dizilerinin senaristlerinin ve Zaman Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’nın olduğu ve 13 ilde 23 kişinin gözaltına alındığı Cemaat operasyonu gerçekleştiriliyor. Ve ne yazık ki, Cumhuriyet’ten, eşitlikten, adaletten, özgürlükten, haktan, hukuktan bahseden “aydın” kesimin büyük bir kısmı “yesinler birbirlerini”

demekle yetiniyor. Bugün temelde savunduğumuz özgürüğün, basın özgürlüğü ayağında, desteklemediğimiz bir görüşünde en az bizim kadar hak sahibi olduğunu unutmak; kendi ilkelerimize ters düşmektir. Öyle bir durumla karşı karşıyayız ki; sapla saman birbirinden hızla ayrılıyor. Renkler kendilerini belli ediyor ve ayrışıyorlar. Bu hızlı ayrışmanın içinde her ideolojiden önce “insan hakları”nı ve “özgürlüğü” savunan bizler kabul etmeliyiz ki; demokrasi, herkes için demokrasidir. Özgürlük herkes için özgürlük talep etmektir. Eğer ki gerçek eşitliğe, gerçek özgürlüğe inanıyorsanız; sizin gibi olmayanların haklarını da sonuna kadar savunmalısınız. Neden? Çünkü bugün


29

şöyle bir gerçek var; evet hiç birimiz unutmadık cemaatin, gezi döneminde izlediği tutumu, Balyoz’u ve daha nicelerini… Hiç bir zaman da unutmayacağız. Ancak bugün bizler, temelde savunduğumuz şeyin demokrasinin ilkelerine ters düşerek, zamanında onlar özgürlük dağıtmadılar, savunmadılar bugün neden biz büyüklük edelim diye düşünemeyiz. Düşünürsek adaletin, kime göre, neye göre, nereye kadar olduğunu kimseye savunamayız hatta bu içine düştüğümüz çelişkiyi kendimize bile açıklayamayız. Cemaati sevmek zorunda değiliz, ancak yapılan baskının karşısında duvar olmak durumundayız. Bu memlekette özgürlük adına ne zaman bir girişimde bulunulsa, ceremesi çekilmişte olsa, zamanında sizin savunduğunuz doğruları başkaları sizinle savunmamışta olsa, aynı hataya düşmek, onlardan farksızlaşmaktır yalnızca. Yalnızca kendi çıkarlarımız, kendimiz için özgürlük, kendimize kadar eşitlik için yaşarsak ne bugüne kadar bunu yapmış sağ kesimden, ne de gezide susan cemaatten ayırt edilebiliriz. Temelde savunduğumuz demokrasi ve özgürlüğün, desteklemediğimiz bir görüş tarafından da kullanılma hakkını görmezden gelmek kendi argümanlarımızı

çürütmekten başka bir şey olmayacaktır. Ne zaman ki bu memleket, kimseyi fikrini anlatıp, yazdığı için suçlamamayı öğrenir, işte o zaman eşitlikten ve adaletten söz edebiliriz.Bir kaç yıl önceki faşizm döneminin lideri bugün fasizmle karsi karsiya kalmis durumda. Bu duruma karşı bile adaleti savunmak, kendi görüşlerimizi temellendirip meşrulaştıracaktır üstelik. Basının bastırılması, darbe yemesi hiç bir demokrasi ilkesiyle örtüşemez. Bu noktada yapılması gereken en temel şey; “kime yapıldığına değil, ne yapıldığına bakmak”tır. Nasıl ki bir doktor önüne gelen ağır yaralı hastadan nefret dahi etse hayatını kurtarmak zorundadır, bizlerde bugün gezi ruhunu kaybetmemek ve gerçekten eşitlikçi bir bakış açısına sahip olduğumuzu göstermek istiyorsak, kendi ilkelerimiz için bu adalete/özgürlüğe karşı yapılan her suçun arkasında kim var bakmaksızın karşısında durabilmeliyiz. Tıpkı “Düşüncelerine katılmam ama onları savunabilmen için canımı veririm.” diyen Voltaire gibi bizlerde geçmişteki yaralarımızı intikamla sarmak ve bu hukuksuzluktan keyif almak yerine, yapılan yanlışı görüp karşısında durabilmeliyiz.


30

Bomonti Bit ve Antika Pazarı Eskiye Rağbet Var,Bomonti’ye de Nur Yağıyor! / Hazal Zeynep Altunal Bomonti’deki bu pazar, pazar sabahları erken saatlerde Feriköy halk pazarının yerinde kuruluyor. Son zamanlardaki popülerliğini duymamış olsanız da bir pazar günü Bomonti ıssızlığında sokaklarda gezinecek olursanız kendini illa farkettiriyor zaten. İçeri giriyorsunuz ve gerçekten girdiğiniz anda biraz gözünüz dönüyor, bunu kesin olarak söyleyebilirim. Pazarda her bit pazarında

olduğu gibi ürün yelpazesi komik derecede geniş tabiki, ama ilginç olan tezgah sahipleri içindeki demografinin de çeşitliliği. Başıma bir şey gelmeyecekse, bu pazar bit pazarı kavramına “tam anlamıyla bir zaman makinesi” gözüyle bakışımızı biraz değiştiriyor diyebilirim. Çünkü evet antika müzayede ürünlerinin ve bir dolu eski kitabın, koleksiyon oyuncağın, fotoğrafın, plağın, fotoğraf


31

makinesi tezgahının yanında ihraç fazlası gözlük ya da kıyafet satan tezgahlar da var. Girişteki gözlemeci amcanın anlattığından duyduğumuz kadarıyla 35 liraya tezgah kiralamak mümkünmüş, dolayısıyla üzerinde 90’lardan itibaren cep telefonu evriminin küçük bir örneği bulunan bir elektronik tezgahının yanında el yapımı takılarını satan bir hanımefendinin tezgahını görebiliyorsunuz. Ama benim bit pazarlarında ve sahaflarda enteresan bir

şekilde hep ilgimi çeken şey üzerine “50 KRŞ” yazılmış kocaman bir sandığın içinde yığılı fotoğraf ve kartlar oluyor. Şimdi “yaşanmışlık” geyiğine girerek içinizi bulandırmak istemiyorum, olaya o kadar romantik bir açıdan da bakmıyorum zaten ama örneğin Almanya’dan Bakırköy’e atılmış üzerinde karlı dağ resmi olan bir kartın üzerindeki yazım hatalarından onu atan aileye dair bir tümevarım yapmaya çalışmak bana gerçekten eğlenceli geliyor.


32


33


34

aDı üStünDe PlaYlıSt / Alp Kargören

Merhabalar, bu hafta sizler için Deep House’un kral ve kraliçelerini bir araya getirdik. Hazırlarken dahi çok keyif aldığımız bu listede oldukça kaliteli vokal ve Dj’ler sizlerle birlikte.. Peki bu kral ve kraliçeler kimler diyecek olursak; geçtiğimiz aylarda ülkemizi de ziyaret eden ve kendisini “Feel What You Want” ile tanıdığımız Phonique, son albümünü 2010 yılında çıkaran ve bu albümüyle “Mercury Music Prize” ödülünü alarak kalitesini kanıtlamış İngiliz Pop grubu “The XX”, Vance Joy, BANKS, Bondax ve daha fazlası sizleri bu playlistte bekliyor. Tüm parçalarda background effectleri ile sizleri büyüleyeceğine inandığımız listemiz bu sayımızda sizlerle birlikte, keyfini çıkarın! http://goo.gl/TJKlRT


35


e t e z r e niv

ü

Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)

zete


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.