UNIVERZETE 88

Page 1

/88

端n

e t e z r ive

zete


Sayı: 88 / 2014 Genel Yayın Yönetmenleri Demet Açıkgöz Yazı İşleri

KARGA KÜLTÜRÜ

İrem Topçuoğlu Yazılar Filiz Kip, Atakan Ceyhan, Sermin Dakak, Gülin Ören, Cenk Bonfil, İrem Topçuoğlu Arka Kapak:

SOSYAL MEDYA’DA “LIKE”LARDAN ÖTESİ

Demet Açıkgöz Teşekkür Sarper Durmuş, Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek

KİMSENİN ÖLMEDİĞİ BİR GÜNÜN ERTESİYDİ

ELDRITCH HORROR

SADECE ‘HAYAL ÜRÜNÜ’ AMA TAM OLARAK ANDY WARHOL

ADI ÜSTÜNDE PLAYLIST

İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo

Facebook: http://goo.gl/jx7hxb

/ifbilgi

@ifbilgi


/

v i 端n

e t e z er


4

Karga K端lt端r端


5


6

Karga her anlamda özgür ve özgün Kadıköy’lü bir bar. 90’lı yılların ortasında kurulan Karga, köklü yapısının ardında 18 yaşında dinamizmini her daim koruyan ve arttıran genç bir ruh. Haydarpaşa mimarlarının lojmanı olarak tasarlanan dördüz binalardan birinde bulunan Karga, yenilikçi yapısının ardında geçmişi asla unutmuyor. Başından yangın geçen bina aslına uygun şekilde yeniden inşa edilmiş. Duvarlarında hala yangının izlerini taşıyor Karga ve insanlara ‘Karga eksikleriyle güzel’ duruşunu sergilemekten asla çekinmiyor. Yaşayan bir mimarisi var Karga’nın, eski yaşamlar her köşede karşınıza çıkıyor. Eski bir sandık dönüyor dolaşıyor ve bir bar tezgahı olarak belki yıllar sonra başka bir hayattan kargaya taşınıyor. Herkesin bir taraf seçtiği, bir yöne

gitmek zorunda hissettiği yıllar hiç bitmiyor. Ve bu tarafcılık, taraftarlık, ‘birşeycilik’ dünyasında karga kendini ‘hiçbir şeyci’ olarak tanımlıyor. Bu şekilde kalıplara sığmıyor, anlamlardan taşıyor ve muhalif yapısını her daim koruyor. Böylece hiçbir şeye hizmet etmediğinin altını bir kez daha çizmiş oluyor. Karga’nın bir tabelası yok kapısının üstünde yalnızca bir karga var. Bu da bize ticari amaç gütmediğini açık bir şekilde kanıtlıyor. Çalışanlarının ve ‘Kargalar’ olarak nitelendirdikleri kadronun kargayı ev olarak görmesi de bunu destekleyici bir nitelik taşıyor. İçerisinde Karga Mecmua, Canlı Karga, Karga Art olarak ayrılan Karga’nın 5 katlı mimarisinde son iki kat Karga Art’a ayrılmış. Karga özgün müziğin ve sanatın yanından hiç ayrılmayan bir duruş


7

sergiliyor. Tüm türlere ve tarzlara kapısı açık karganın ve müziğini ‘kaos’ müzik tarzı olarak adlandırıyor. Canlı Karga’da sahne almanın tek koşuluysa ‘özgün’, söz konusu Karga olduğundaysa bu koşul oldukça olağan karşılanıyor. Bununla birlikte Canlı Karga sahnesi her hafta sonu bağımsız müzikle buluşuyor. Karga sadece müzikle değil, kısa film, animasyon, film gösterimleri; paneller, atölyeler ve mecmuayla da her zaman yerini

koruyor. Paneller son zamanlarda siyasi bir yol izliyor. Her hangi bir mecra ya da otoritenin baskısından uzak bağımsız bir şekilde tartışılıyor ve Karga’daki asi ruh asla susturulamıyor. Atölyeler her zaman güncelliğini koruyor ve alanı sokak sanatına kadar uzanıyor. Karga’nın sokaklara taşan duruşuyla, bu uzanış oldukça bağdaşıyor. Karga Mecmua’daysa Karga’dan beklendiği gibi kemikleşmiş bir kadronun aksine kolektif bir grup çalışıyor. O ay mecmua konusuna göre yazılar editörler tarafından belirleniyor. Bir çok ticari mecranın aksine mecmuada Karga’nın reklamı yapılmıyor. Normal bir fanzinden farksız bir şekilde kar gütmenin ötesinde yalnızca sanatı amaçlıyor. Sadece Canlı Karga’daki performansları bilet satışıyla yapan Karga’nın, tüm etkinlikleri ücretsiz. Bu şekilde sanat halka karışıyor, sokağa iniyor. Ve Karga mimariyi aşan ruhuyla kendi kültürünü yaratıyor.


8

Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi Tek Kişilik, Tek Perdelik, Kalabalık Oyun / Filiz Kip “Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi” Sumru Yavrucuk tarafından yönetilen ve oynanan tek kişilik, tek perdelik bir oyun. Oyun tek kişilik, fakat aslında çok kalabalık! “Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi” travesti olan Umut karakterinin hayatını daha doğrusu hayatta var olabilme mücadelesini anlatıyor. Onun iç savaşını sizin iç savaşınız haline getirmeyi de başarıyor.

Hikâyeyi kendi ağzından dinliyor, yaşıyor ve hissediyorsunuz. Biraz önce dediğim gibi sahnede tek bir kişinin tek bir hayatı var ama onun hayatı kalabalık, kocaman... İzlerken sadece Umut’la değil ailesiyle, arkadaşlarıyla, kapıcısıyla, müşterileriyle ve en önemlisi kendinizle tanışacaksınız. Hepimizin hep bildiği ama sustuğu,


9 okuduğu ama unuttuğu, gördüğü ama başını çevirdiği gerçekleri bir tokat gibi yüzünüze çarpıyor Umut. Hemen hemen her gün yaşananlarının bir örneği aslında Umut’un hayatı. Ama oyundan çıktıktan sonra kendinize şu soruyu sormaktan geri duramıyorsunuz: Bütün bunlarda benim hiç mi payım yok? İşte tam da bu nedenle oyun başımızı çevirdiklerimize bir daha bakmamızı sağlıyor. Homofobik ülkemiz, ötekileştirme sevdamız ve nefret cinayetlerimiz var. Evet. Herkes biliyor, herkes susuyor, herkes ertesi gün hayatına kaldığı yerden devam ediyor. Peki, oyun sizi bu çıkmazların içinde sürüklerken başka ne yapıyor. Size hayatı anlatıyor aslında, tam içinden, bugünün dünden farksız olduğu bir coğrafyada, acıyla tatlıyı bir arada. Hadi Eğlenelim! Umut hayatını anlatırken hep acılardan zorluklardan bahsetmiyor tabii. Ne zaman çok zorlansa, anlatamayacak hale gelse başlıyor “Amaaan neyse hadi

eğlenelim” demeye ya dans ediyor ya şarkı söylüyor ama bir şekilde boğazında düğümlenen kelimeleri bir süreliğine unutuyor, unutturuyor. Bu onun hepimiz gibi acılardan kaçma yöntemi kendi de kaçıyor sizin de kaçmanıza izin veriyor. Fakat sadece bir süreliğine, sonra o acılarıyla siz vicdanınızla baş başa kalıyorsunuz yine. Umut, tam olarak insanı insana insanla insanca anlatıyor. Siz onun anlattıklarına sürüklenip giderken, bazen insanlığınızdan utanıyorsunuz, bazen onun yerinde olsam ne yapardım diye soruyorsunuz bazen de kızıyorsunuz, hatta çoğu zaman kızıyorsunuz, ama gülümsüyorsunuz da bir yandan insanca bir şeyler var çünkü hala Umut gibi mesela. Hem Sumru Yavrucuk’ın muhteşem oyunculuğunu görmek, hem de hayattan tanıdık ama aynı zamanda yabancı bir hikayeye tanık olmak isterseniz mutlaka izlemenizi tavsiye ederim. Oyunun bilgileri için: http://goo.gl/mJb7rh


10

Sosyal Medya’da “LIke”lardan Ötesi / Cenk Bonfil

Sosyal medyayla çok yeni tanışmış olsak da, onun hayatımızda büyük bir etkisi var. Sosyal medya ya da daha genel düşünürsek internet, en basit tanımıyla bir iletişim aleti. Onu diğerlerinden farklı kılan, üstüne yazılar yazdıran özelliği ise bu iletişim aletinin radyo veya gazete gibi tek taraflı değil, çift taraflı, hatta çok taraflı olması. Sosyal medya bize önümüze hazır gelen bilgiyle yetinmeyip kendi içeriğimizi oluşturma imkanı sağlıyor ve küresel bir iletişim ağı yaratıyor. Sosyal medya sayesinde artık Anadolu’nun küçük bir köyünde yaşayan birine de dünyaca ünlü bir sanatçıya da ulaşmak çok kolay. Peki gerçekten iletişim kurma amacına uygun kullanıyor muyuz sosyal medyayı? Adının da çağrıştırdığı gibi sosyal bir ortam mı yaratıyoruz biz sosyal medyada yoksa oyun oynamak, arkadaşların

resimlerine bakmak, kim kiminle nereye gitmiş haberdar olmaktan öteye geçmiyor mu kullanma nedenlerimiz? Yanlış kullanımdan dolayı, topluma ve bireye çok büyük zararları olduğunu savunmakla birlikte; bilgiye ulaşım ve iletişimde bir devrim yarattığını düşünüyorum sosyal medyanın. Evet, sosyal medya uzağı yakınlaştırdı, mesafeleri ortadan kaldırdı. Önümüze hazır konan bilgiye muhtaç olmadığımızı gösterdi, sesimizi dünyaya duyurdu. Ne var ki sosyal medyayı kullanış şeklimiz, asıl amaçlarıyla her zaman da örtüşmüyor. Bilim Üniversitesi’nden bir araştırmaya göre Facebook’un en fazla kullanılan işlevi arkadaşların fotoğraflarına bakmak. En fazla kullanılan ikinci işlevi arkadaşların profiline bakmak


11

ve üçüncüsü ise video izlemek. Kabul etmek lazım, çoğumuz gerçekten de bundan fazlasını pek yapmıyor. Sosyal medyayı kullanışımız, magazin programlarında çıkan “Kim kiminle nerede görülmüş, ne giyiniyormuş?” haberleri gibi. “Sosyal medya arkadaşları”mızın magazinini yapıyoruz yani bir bakıma.

Birdenbire herkes gazeteci gibi hareket etmeye başladı. Sosyal medyada en çok izlenen haber kanallarını solladı geçti. Polis tarafından vurulup gagasındaki zeytin dalını düşüren güvercinin resmedildiği karikatürde, zeytin dalını havada yakalayan Twitter kuşuydu. Mi Minör

Ancak sosyal medya’da çok başarılı olan ve iyi sonuçlar getiren işler de oldu. Bunlar sosyal medyada ses getiren işlerin sadece bir kısmı:

Gezi Olayları Gezi’yle ilgili fazla söze gerek yok aslında. Sosyal medyanın haberleşme mecrası olarak Türkiye’de en çok ön plana çıktığı olay oldu. Herkes elinde telefonlar - en çok Twitter, Facebook ve diğer sosyal medya araçlarından – bildiklerini paylaşmaya, insanları bilgilendirmeye başladı.

Mi Minör Gezi’nin olduğu sene, ondan birkaç ay önce oynanmış, sosyal medyanın vazgeçilmez parçası olduğu bir tiyatro oyunu. Oyunun yönetmeni ve başrol oyuncusu Mehmet Ali Alabora. Oyun interaktif bir oyun. Sahne yerine hikayenin geçtiği hayali Pinima ülkesinin meydanı olan boş bir alan var. İsteyen kenarlarda oturup oyunu izliyor, isteyen meydanda durup Pinima halkından biri olarak oyuna katılıyor. Mehmet Ali Alabora’nın oynadığı “Başkan” karakteri, Pinima’da hiçbir sorun olmadığını iddia ediyor ve alışılmadık kanunlar çıkarıp duruyor. Ne var ki sokakta müzik yaparken polisin gelip susturduğu ve “mi” notasıyla piyanodaki ince sesleri çalmasının yasak olduğunu söylediği “Piyanist” ve müzisyen arkadaşları Başkan’ın fikirlerine katılmıyorlar


12

bütün dünya anlayabilsin diye İngilizce olarak, Pinima’da başına gelenleri anlatıyor. Seyirciler Twitter’da tweet atarak Pinima’da geçen olaylar hakkında fikirlerini söylüyorlar. Hatta örgütlenip eylem yapmak üzere oyuna katılmaya gidiyorlar. Bir gazeteye “Gezi’nin provasını yapmışlar” manşetiyle konu olan - ve Alabora’nın başını derde sokan - bu oyun, izleyenlere Gezi’den önce geleceğe karşı bir izlenim sağlamıştı. Change.org

ve başları dertten kurtulmuyor. Bu oyuna katılan bir seyirci olarak sesinizi çıkarmayıp iki saatlik rahat bir oyun geçirebilirsiniz. Eğer Piyanist’i desteklemek isterseniz, Pinima polisleri pek hoş davranmıyor size. (Bana davranmadılar. Üstüme su döktükleri için oyun bitiminde, kuruyana kadar dışarı çıkamadım. Başkan’a attığı kağıt ise yerden alınıp ağızıma tıkıldı.) Oyun, “Ustream” üzerinden internette canlı yayınlanıyor. Yayını yapan ise Piyanist’in kendisi. Elindeki akıllı telefonla oyunu çekiyor,

Bu site sosyal medya aktivizmininin ek aktif olduğu platformlardan biri. Yapılan bir haksızlıktan, meşru olmayan bir durumdan rahatsız olan bir kişi change. org’da bir imza kampanyası başlatıp durumu kamuoyu ile paylaşabiliyor. Gezi’de insanlar Twitter’da nasıl örgütlenip sokakta toparlanmışlarsa burada da aynı şeylerden rahatsız olan kişiler toparlanıp seslerini yetkililere duyurabiliyorlar. Yeterli imzayı toplayan ya da basına da yansıyan kampanyalar istenilen sonuçlara ulaşabiliyor. ALS Ice Bucket Challenge Geçtiğimiz yaz aylarının fenomeni olmuş, sosyal medyanın gücünden


13

bahsederken akla ilk gelecek kampanya ALS Ice Bucket Challenge’dir. ALSA’nın (ALS Association) ALS hastalığına dikkat çekmek ve insanları bağış yapmaya teşvik etmek için başlattığı bir kampanya bu. Kampanyada başınızdan aşağı buzlu su atıp ALSA’ya bağışta bulunuyor ve aynısını yirmi dört saat içinde yapması için de başka birine meydan okuyordunuz ve bu böyle bütün dünyayı dolaşıyordu. Fikir ne kadar dahiyane olsa da bir yerden sonra insanların bağış yapmayı unutup kampanyayı serinlemek ve eğlenmek için bahane olarak kullandığı bir gerçek. Bu nedenle ve dünyada susuzluktan ölen birçok insan varken suların boşa harcanması nedeniyle, kampanya çok eleştirildi. “Interrail Türkiye” Interrail, Avrupa’nın birçok ülkesinde geçerli, Avrupa’yı makul fiyatlara gezmek için tasarlanmış, genelde öğrenciler tarafından tercih edilen bir tren biletidir. “Interrail Türkiye” ise yöneticisinin Interrail kuruluşuyla resmi olarak hiçbir bağının olmadığı, gezmeyi seven insanların toplandığı ve birbirlerine fikir danıştığı bir Facebook grubu. Şu an grubun kırk bir bin küsur üyesi var.

Grubu tanıtan “Biz Kimiz” yazısında, yardımlaşmayı ve seyahate teşviki amaç edindikleri yazıyor ve sayfaya üye olup gönderilere ve altına yapılan yorumlara şöyle bir baktınız mı yardımlaşmanın, grubun ruhuna işlediğini görüyorsunuz. İlk defa yurt dışına çıkacak olup hiçbir şey bilmeyen biri de yardım isteyebiliyor, hayatını yollarda geçiren gezginler de. İnsanlar kalacak yer soruyor, birbirlerini evlerinde ağırlıyor, seyahatteyken buluşup gezmeye beraber devam ediyor. Dahası grup olarak yurtiçi gezileri, yılbaşı partileri ve doğuya yardım kampanyaları düzenliyor. Rastarules “Rastarules” kendine takma ismini seçmiş bir ressam ve heykeltraş. Rastarules sanatın parayla satılmasına karşı olduğu için, yaptığı eserlerin fotoğrafını Instagram’da paylaşıp belli bir yerdeki çöp kutusunun önüne belli bir saatte bırakacağını duyuruyor ve ilk gelenin o eseri alacağını söylüyor. Sanatın bireyi ve dolaylı olarak dünyayı değiştirme gücü olduğuna inanan biri olarak sosyal medyanın sanatı insanlara ulaştırmak için kullanılmasından daha güzel bir şey düşünemiyorum.


14

EldrItch Horror Fantasy Flight Games’ten korku dolu bir oyun / Mehmet Atakan Ceyhan

“Korku mu? Bu oyun sizi nasıl korkutabilir? Bu ne ya? Aa bu Monopoly mi?” Eminim hepinizin içerisinden geçen sorular bunlardır. Genel olarak bu ilginç sektörü anlatarak başlayabiliriz yazımıza. Sayın okurlar, bu Board Game’dir, Türkçe meali ile masaüstü oyunu veya kutu oyunu da diye geçiyor ülkemizde. İnsanlarca biraz eskimiş bir oyun türü olarak görünse de bu hala yaşayan, her geçen gün yenilenen bir eğlence aracıdır. Gelişen teknoloji ile oyunlar artık sanal ortamlara taşındı. Ne kurma derdi var ne de oyun bittikten sonra toplama derdi var. Monopoly’den yani en bilindik

masa oyunundan örnek vermek gerekirse, güzelce oyuna başlanır, zarlar atılır, çılgınca eğlenilir ve oyunun en sonuna gelinir. Oyunu toplamak meşakkatli bir iştir ve bunu genelde kaybeden taraf yapar. Hele bi’ de bu daha gelişmiş diyebileceğimiz masaüstü oyunlarda bunları hayal edin. Yüzlerce pul, yüzlerce sıralanması gereken kartlar, ayrı ayrı konulması gereken sayfalar yani bu tür bir oyun oynamak istiyorsanız dikenine katlanacaksınız. Gelelim bugünkü oyunumuza; şu an karşımda yaklaşık iki haftadır beklediğim


15 bir kutu duruyor. Kutuyu açtığım gibi elime lanet olası kural kitabını aldım. Önümde yaklaşık 30 sayfa vardı, oyunu tam olarak oynayabilmek için anlamam gereken 30 sayfa... Yaklaşık 4 saat sancılar eşliğinde, öfleye püfleye kuralları okudum, anladım. Efendim, oyunumuz 1 kişiden 8 kişiye kadar destek sunuyor bizlere ama benim önerim oyunu maksimum 4 kişi oynamanız. Bunun sebebi de fazla kişi olunca oyundaki bir turun inanılmaz derecede uzamasıdır ki bir turun uzaması demekte oyuncuların dikkatinin bozulmasına yol açar. Alt tarafı bir masaüstü oyunu bu, neye bu kadar dikkat etmemiz lazım diye soranlar olabilir. Eğer oyunun atmosferine kendinizi kaptıramazsınız, oyunda kullandığınız karakterin açısından olaylara bakamazsınız, oyundan bir gram bile tat alamazsınız.

Oyunun sizden istediği, sadece olayları yaşamanız zaten. Oynayacağınız insanları iyi seçin. 4 kişiden bir tanesi bile oyuna odaklanmazsa o oyundan kimse zevk alamıyor, deneyimlerime güvenin. Oyunumuzun Hikayesi Dünya bir felaketle baş başadır. Seneler öncesinde tarihe gömülmüş bir yaratık insanlar tarafından yeniden uyandırılmıştır. Bu Ancient One güzel Dünyamıza sürekli portallar açıp belirli noktalara istila etmektedir. Azatoth, Shub-Niggurath, Cthulhu ve son olarak Yog-Sothoth bu oyunda seçilebilir Ancient One’lardır. Bu isimler bazılarımıza tanıdık gelebilir. Oyun tamamiyle Amerikalı ünlü korku yazarı H.P Lovecraft’ın eserlerinden alınmıştır. Bizim oyundaki amacımız ise Dünya’da


16

olaylar yaşayarak ipuçları biriktirip, bu Ancient One’ın sırlarını teker teker deşifre edip, onun hakkında bilgilere ulaşıp akıl sağlımızı yitirmeden hayatta kalmak ve bu Ancient One’ı yok etmektir. Biraz karmaşık bir cümle oldu ama oyundaki görevimiz de inanın bu kadar karmaşık ve zor. Oynanış Kutumuzu açıyoruz ve oyunumuzu yaklaşık 20 dakikada kuruyoruz. Herkese rastgele bir biçimde karakter sayfalarımızı veriyoruz. Oyuncular karakter hikayelerini okuyarak oyuna kendini hazırlayabilir. Bunu kesinlikle yapmanızı tavsiye ediyorum. Oyun kurulduktan sonra bir durmamız lazım. Gerekli ortam ışığı ve arkadan gelecek hafif bir Eldritch Horror Playlistini de hazırladıktan sonra

oyuna başlayabiliriz. (Playlist için: http://goo.gl/SkftBQ) Eğer bundan önceki oyun olan Arkham Horror’u oynadıysanız bu oyuna kolaylıkla aşina olacaksınız. Akıcılık eski oyuna nazaran çok daha iyi bir seviyede, Arkham Horror’daki bütün eksiklikler teker teker giderilmiş. Öncelikle oyuncular arasında konuşur, kimin ne yapacağını, neyin peşinde koşacağını belirlerler. Herkes karakterini bir bölgeye götürür ve korku dolu dakikalar oyunumuzun ikinci safhasında yani Encounter Phase’de başlar. Örnek olarak bir olay yaşamak gerekirse: “Kapalıçarşı’ya girdin. Orası tıklım tıklımdı, esnaflar sürekli bağırıyor bir şeyler satmaya çalışıyordu. Adım atacak yer yoktu, ilerleyemiyordun. Sonra arkanda


17 bir el hissettin. (Observation zarı at) Eğer 5 veya 6 atarsan; Arkanı döndüğün anda onun bir hırsız olduğunu farkettin ve onu tek yumrukta yere serdin. Eğer 5 veya 6 atamazsan; envanterindeki eşyalardan iki tanesini ıskarta edersin.” Bu en basit olaylardan biri sadece hani ödülü bile yok korkunç da değil zaten. Korkunç olayları ipuçlarını toplarken veya Dünyamıza açılan kapıları kapatırken yaşayacağız. Bu safhayı kazasız belasız atlattıktan sonra Mythos Phase’e geçiyoruz. Her geçen Mythos Phase’de Ancient One daha da güçlenir ve başımıza daha büyük belalar açmaya başlar. Dünya’da söylentiler çıkar, canavarlar gönderilir, gökyüzü kırmızıya döner, sert kış gelir, bir çok şey oluyor hepsini yazmayayım. Oyunumuz bu şekilde tahmini

olarak üç saat oynanır. 3 saatin son bir saatinde masada herkesin göz bebekleri büyür, tüyler diken diken olur, kollarda ve bacaklarda hafif hafif titremeler ve karıncılanma başlar. Almalı mıyım? Öncelikle, Fantasy Flight Games’in birkaç oyunu belli kitlenin talebinden ötürü ülkemizde satılmaya başlanmıştır. www.oyuncakasker.com ve www.amazon.com’dan oyunu alabilirsiniz hatta ve hatta Amazon.com’un canlı chatine bağlanıp indirim bile isteyebilirsiniz, denedim oluyor. Gelelim başlığımızın sorusuna, eğer FRP sever veya bilgisayarda RPG oyunlarını layıkıyla oynayanlardansanız, bu oyun tam anlamıyla size göredir. Dediğim gibi oynayacağınız insanlarda bu tür oyunlara tutkulu insanlar olması gerekir.


18

Sadece ‘Hayal Ürünü’ Ama Tam olarak Andy Warhol “Ama ünlü olmak o kadar da önemli değil. Ünlü olmasaydım Andy Warhol olduğum için vurulmazdım.” / Sermin Dakak 20. yy Amerikan pop sanatının öncüsü, ressam, grafik tasarımcısı, fotoğrafçı, deneysel sinema yapımcısı ve yayıncı, Nico ve The Velvet Underground’un kaşifi. Tek kelimeyle açıklamak gerekirse ‘Sansasyon’. Andy Warhol (gerçek adı Andrew Warhola), 6 Ağustos 1928’de Pennsylvania eyaletinin Pittsburgh kentine yerleşen Polonyalı göçmen ve fakir bir ailede dünyaya geldi. Annesi Julia Warhola tarafından sanata yöneltildi

ve 1949 yılında Carnegie Teknoloji Enstitüsü Sanat ve Tasarım Bölümü’nden mezun oldu. Mezun olduktan sonra Pennsylvania’dan New York’a taşındı. 1952 yılında New York’a taşınan annesi Julia Warhola ile 1971 yılına dek birlikte yaşadılar ve birlikte sanat yaptılar. Sanat Hayatı Sanat hayatına Glamour ve Harper’s


19 Bazaar gibi moda dergilerinde illüstrasyonlar yaparak başladı. Fakat Warhol için bu yeterli değildi çünkü o sanatçı olmak istiyordu ve bunu çevresindeki soyut dışavurumculardan farklı olarak yapmak istiyordu. Kendine farklı bir yol arayan Warhol, bu işe sevdiği şeyleri resmederek başladı. Küçükken hastalandığında içmeyi çok sevdiği ‘Campbell’s Soup’u resmetti ve bu eseri açtığı sanat kapısının ilk anahtarıydı. Warhol, daha sonra Amerikan popüler kültürünün bütün ürünlerini malzeme olarak görmeye başladı. Marilyn Monroe portresi ve Coca Cola çalışmalarıyla dünyayı salladı. Eserlerinde serigrafi tekniğini ilk kez tuvale uyguladı. Tekrarları seviyordu çünkü tekrarlar onun için anlam boşalmasını sağlıyordu.

1962 Yılında Manhattan’da ‘Factory’ diye adlandırdığı stüdyosunu kurdu. Resim dışında da çalışmalarının çoğunu fabrikada gerçekleştirdi. Warhol, çektiği kısa filmlerle Bağımsız Film Ödülü’nü kazandı. “Empire” ve “Sleep” adında iki deneysel uzun film çekti. ‘Empire’ 8 saat sürüyordu ve 8 saat boyunca Empire State Binası’nın karşısına konulmuş sabit bir kameradan Empire State Binası’nı, ‘Sleep’te ise birinin 6 saatlik uykusunu görüntülüyordu. Warhol’un 1966’da yaptığı “Chelsea Girl” adlı filmi, ticari salonlarda gösterilen ilk underground film olarak tarihe geçti. O yıllarda fabrika aşırı özgür ve sıradışı olmasıyla insanlar tarafından tam bir ilgi odağıydı ve New York’a gelen herkes fabrikayı görmek istiyordu.


20

Her konuda farklılık yaratan Warhol bir röportajında ‘‘Birisinin yazdığı kitabı okumaktansa, kendine iç çamaşır alışını seyretmeyi tercih ederim’’ demişti. Warhol’un bu kıskandıran hayatı sürüp giderken, dönemin sıkı feministlerinden olan ve fabrikada çalışan Valerie Solanas “Warhol’un hayatım üstünde çok fazla kontrolü vardı” gerekçesiyle Warhol’u üç yerinden vurdu. İnsanlar buna neden olarak, Valerie’nin Warhol’a film yapması için bir senaryo verdiğini fakat Warhol bunu kullanmayınca Valerie’nin senaryoyu geri istediğini ve Warhol’dan “Kayboldu” cevabı almasını gösterdi. Vurulmasının ardından

dönemin çok ünlü isimleri ile portre çalışmaları yaptı. Geniş bir hayran kitlesine sahip olsa da, hayat tarzı, yaptığı sanatın özgün olmaması ve eşcinsel olması nedeniyle bazı gruplar tarafından nefret ediliyordu ve sürekli hedef olarak gösteriliyordu. ‘’Bir gün herkes 15 dakikalığına meşhur olacak’’ diyerek günümüz dünyasına eleştirisini belirten Warhol, geçirdiği safra ameliyatından sonra 58 yaşında hayatını kaybetti. Warhol, 1975 yılında kendi yazdığı ‘’Andy Warhol Felsefesi – A’dan B’ye ve Gerisin Geriye’’ kitabında Polonya göçmeni


21 annesinden çocukluğuna, Liz Taylor’dan Rolling Stones’a, Fabrika’sından filmlerindeki oyuncularına, Aşk, seks, yemek, güzellik, sanat, şöhret, çalışma, para, başarı, New York, sanat sosyetesi ve dahası üzerine samimi yorumlarından oluşan felsefesini açıkladığı kitabını çıkarmıştır. “Hep mezar taşımın boş olmasını istediğimi düşündüm. Bir şey yazmasın, ismim de olmasın. Yok, “hayal ürünü” yazmasını isterdim.” Andy Warhol Warhol Hakkında Bilinmeyenler: -Takma adı ‘Drella’ idi. Dracula ve Cindirella’nın karışımı olan bu öteki benliğini, bir ‘drag queen’ olarak resmetmişti - ‘Pop art’a öncülük etmenin dışında, Warhol Interview adlı bir dergi çıkardı, gece kulübü açtı, kablolu yayında gösterilmek üzere 2 TV şovu hazırladı. Andy Warhol’s TV ve Andy

Warhol’s Fifteen Minutes adlı tv şovları MTV’de gösterildi. -21 yaşındayken, “The Broad Gave Me My Face, But I Can Pick My Own Nose” adlı resmi, Associated Artists of Pittsburgh’ün düzenlediği yıllık sergiye kabul edilmedi. -29 yaşındayken burnuna estetik yaptırdı. -20’li yaşlarındayken saçlarını griye boyamaya ve gri peruk takmaya başladı. Bu görüntü sayesinde ne kadar genç göründüğünün fark edileceğini düşünüyordu. -Dindar bir Katolik olarak yetiştirilen Warhol, New York şehrindeki evsiz barınaklarına sürekli yardım yapardı. -1979 yılında, 24 saat süren Le Mans yarışları için, BMW’nin M1 model arabasını elle boyamıştı.


22

adI üstünde PlaylIst / Alp Kargören Merhabalar, malumunuz artık final haftası geldi kapıya dayandı ve doğal olarak kendisiyle birlikte stresini sıkıntısını da getirdi koydu önümüze... Kimimiz başladı bu gergin haftanın hazırlığına kimi “başlamayı ne kadar daha erteleyebilirim?” hesapları yapıyor. Biz diyoruz ki; gelin, bu stresten sıkıntıdan sizi yaklaşık 1 saatliğine de olsa uzaklaştıralım. Nasıl mı? Cevabı aşağıdaki linkte, şimdiden herkese finallerinde başarılar diliyor ve sizleri bu haftaki huzur dolu playlist’iniz ile başbaşa bırakıyoruz. https://www.youtube.com/playlist?list=PLkb-fQg1Tm6sXgc_1_cztI829HOmcYfoT


23


e t e z r e v i n ü

Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)

zete


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.