/90
端n
e t e z r ive
zete
Sayı: 90 / 2014 Genel Yayın Yönetmenleri Demet Açıkgöz Yazı İşleri
BİR ŞAİRİ ANMAK, CEMAL SÜREYA
İrem Topçuoğlu Yazılar Sermin Dakak, Alp Tunçer, İlgi Özdikmenli, Aslıhan Atalar Arka Kapak: Demet Açıkgöz Teşekkür Sarper Durmuş, Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek
SOSYAL MEDYA’DA POPÜLERLİK ÖLÇÜTÜ
EUGENE HUTZ
SİNEMA’DAN SEÇKİLER
BU HAFTA TİYATRODA NE VAR?
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo
Facebook: http://goo.gl/jx7hxb
/ifbilgi
@ifbilgi
/
v i 端n
e t e z er
4
BİR ŞAİRİ ANMAK, CEMAL SÜREYA Cemal Süreya’yı ölümünün 25. yıl dönümünde özlemle ve şiirleriyle anıyor olacağız… / İlgi Özdikmenli
5
Bazı şairler vardır, bi derdin şairidir. O dert içinize oturursa bir gün, tasa ederseniz mesela dünyanın gidişatını, çocukların ölmesini, adaletsiz düzeni, o vakit derinleşir içinizde o şairin mısraları, büyür ve anlamını bulur. Bazı şairler vardır, dilin şairleridir onlar da. Anadilleri en büyük aşklarıdır ve ne anlattıkları o kadar da mühim değildir o dili nasıl kullandığıyla kıyaslandığında… Kimi şairler ise sade insanı yazar, her insanın en az bir şiirinde kendisini bulduğu şairlerdir onlar. Kendisini yazar, aşkını, savaşını, ülkesini, içtiği sigarayı, seviştiği kadını yazar. İnsan hayatı bu, benzer şeyleri yaşamış her insan çeker bir mısra kendine yorumlar. İşte böyle bir “hayat şairi”dir Cemal Süreya. Kendisiyle birlikte, seni, beni ve nicelerinide anlatmıştır şiirlerinde. Yaşadıklarını şiirleriyle güzelleştiren bir adamdır Cemal Süreya.
Bir kahvaltı sofrası için yazdığı iki mısra anlatır bize duyduğu keyfi mesela: “Yemek yemek üstüne ne düşünürsünüz bilmem Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı” Aslında daha çocukluğunda tanışmıştır zorluklarla, acılarla, sürgünle. Ailesiyle, dünyaya geldiği şehir, Erzincan’dan sürgün edilirler. Annesini erken yaşta kaybeden şair böylece tanışır acıyla. Bir kaç kez evlenir, boşanır. Ancak yaşadıkları, satırlara dökülür ve o güzel şiirler bugün bile bırakmaz bizleri, eşlik eder hayatlarımıza. Çocukluğunda yaşadığı sürgünü “Bizi kamyona doldurdular, Tüfekli iki erin nezaretinde, Sonra o iki erle yük vagonuna doldurdular,
6 Günlerce yolculuktan sonra bir köye attılar, Tarih öncesi köpekler havlıyordu.” mısralarıyla anlatmıştır Süreya. Ama acısından çok; aşkını anlatır, aşık olduğu kadınları. Ve hatta öyle güzel anlatır ki, aşık olduğu kadınları kıskandırır. Dobradır, sözünü esirgemez, hislerini gizlediği hiç düşünülmez şiirlerinde. Bir kadın güzelse, güzelliğini anlatmayıda asla esirgemez; “Bak bunlar ellerin senin bunlar ayakların Bunlar o kadar güzel ki artık o kadar olur Bunlar da saçların işte akşamdan çözülü Bak bu sensin çocuğum enine boyuna
Bu da yatak olduğuna göre altımızdaki Bak bende yalan yok vallahi billahi Sen o kadar güzelsin ki artık o kadar olur…” Kimi zamanda; “Güzelsin sevgilim Ama çok yakından” mısralarını yazarak fikrini yine dobra bir şekilde dile getirmiştir. Ayrılıklarını, sıradan bir kadın ve sıradan bir adamın ayrılığı gibi anlatmamıştır mesela. O ayrılıklardır ki, sevdiğiniz yanı başınızda oturuyor bile olsa okuduğunuzda içinizi sızlatır. Şairin hislerini
7 paylaştırır o mısralar; “Şimdi sen kalkıp gidiyorsun. Git. Gözlerin durur mu onlar da gidiyorlar. Gitsinler Oysa ben senin gözlerinsiz edemem bilirsin Oysa Allah bilir bugün iyi uyanmıştık Sevgiyeydi ilk açılışı gözlerimizin sırf onaydı,
Bir kuş konmuş parmaklarıma uzun uzun oturmuştu Bir sevişmek gelmiş bir daha gitmemişti Yoktu dünlerde evvelsi günlerdeki yoksulluğumuz Sanki hiç olmamıştı Oysa kalbim işte şuracıkta çarpıyordu…” Şiirlerine inanmıştır, edebiyatın, şiirin iyileştireceği şeyler olduğuna öylesine inanmıştır ki; “Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek” demiştir Üvercinka’da. Ve bir insanın hayata ve aşka karşı, duruşunu en güzel anlatan satırların sahibidir Cemal Süreya; “Kim istemez mutlu olmayı Ama mutsuzluğa da var mısın?” Yani o; zamanın eskitemeyeceği duyguları, zamanın eskitemediği şiirlerle anlatmıştır. İçimizden bir şairdir ve insan doğasını en iyi tasvir eden şairlerdendir bana göre. “Sevda Sözleri”ni rastgele açtığımda okuduğum her şiir, hangisi olursa olsun, kaçıncı kez okuduğum hiç farketmeden aynı tadı verir mesela. Yaşamdan kopar şiirleri, bu yüzden de asla tamamlanmayacağını söyler şiirlerinin. Cemal Süreya’yı ölümünün yıl dönümünde şiirlerini okuyarak, paylaşarak, sevdayla anıyoruz… Ve biliyoruz ki; ne kadar şiir okursak o kadar zenginleşiriz, çünkü üstadın da belirttiği gibi bir mısra daha söylesek sanki herşey düzelecek…
8
Sosyal Medya’da Popülerlik Ölçütü Sosyal medya, fenomenler, milyonlarca takipciler; peki isin asli ne? / Aslıhan Atalar Sosyal medya şu sıralar duymaya alışkın olduğumuz ve olmaya devam edeceğimiz bir kelime. Peki nedir bu sosyal medya? Sosyal medya diye adlandırdığımız kavram oldukça geniş ve tek bir şekilde tanımlanması güç bir kavram. En basit şekilde tanımlamak gerekirse sosyal medya; haber, içerik ve bilgiyi paylaşma, okuma ve keşfetme alışkanlıklarının değişmesi, sosyoloji ve teknolojinin aynı potada erimesi ve iletişim
şeklinin monolog düzeyden(bir kişiden çok kişiye), diyalog düzeyine(çok kişiden çok kişiye)geçişidir. Geleneksel medya ile arasındaki en büyük fark ise haber kaynağının kurumlardan bireylere kaymasıdır. Örnek vermek gerekirse kaza anının görüntülerinin güvenlik kamerasının kaydı ile değil, cep telefonu ile çekmek veya televizyonda överek anlatılan bir otelin hizmetinin aslında kötü olduğunu bir kişinin blogundan
9 veya sosyal medyada olan hesaplardan öğrenmek gibi. 1995 tarihli bir makalede, Newsweek yazarı Clifford Stoll, MIT Medya Laboratuarını, “İnsanlar bir gün online olarak kitap, gazete alacaklar.” dedikleri için küçümsüyor, “laptopları plaja götürecek hali yok ya!” alaycılığında sakınca görmüyordu. Online alışverişin geleceğini, “internette güvenli para transferi yöntemi bulunsa dahi” parlak bulmuyordu. Fakat bugün geldiğimiz noktada bu tezin ne kadar yanlış olduğunu apaçık görebiliyoruz. Sosyal medya, değişen dünya ile birlikte, dünyanın almaya çalıştığı düzenin bir parçası ve globalleşmenin nihai sonucu. Biz sosyal medyayı tanımlarken aslında birbiriyle sıkı bir ilişki içerisinde olan bir kavram da karşımıza çıkıyor beraberinde; sosyal medya kullanımı ve
popülerlik ölçütü. Ipsos KMG Digital Bölümü tarafından yapılan araştırmaya göre, Türkiye’de, sosyal medya kullanımı dünya ortalamasının çok üzerinde. Dünyada online nüfusun %62’si sosyal medyaya bağlanıyorken bu oran bizde %79. Cep telefonundan sosyal medyaya bağlanma oranı oldukça yüksek. Neredeyse yarısı sosyal medya hesabını her gün kontrol etmezse rahatsız oluyor. Buluşmalarını sosyal ağlardan düzenleyenlerin oranı bile %15. Bu verilere bağlı olarak aslında birçok insanın sosyal mecrayı etkin kullanma isteği bir o kadar da popüler olma isteği ile alakalı. Ne kadar etkinsen o kadar popüler oluyorsun. Sosyal medya ağlarında çok bağlantısı ve arkadaşı olan, çok mesaj paylaşan, sık statü güncellemesi yapanlar, beğeni oranlarının fazla olması veya
10
bir ifadenizin veya internette yer alan bir yazının twitter’da birden popüler olması gibi faktörler kişilere veya markalara fenomen, popüler gibi ölçütler koymamızı sağlıyor. Hepimizin merak ettiği şey ise bu bireyler veya markaların sahiden popüler olup olmadığı. Kimileri için evet, kimileri için hayır! “Aslında sayılara inanmayı bıraktığımız zaman popüler kavramını daha net anlayabiliriz çünkü bu sayıları arttırmak ve manipüle etmek çok kolay bir işlem. En basitinden bir 15-20 lira karşılığında, sadece 10 dakikada 6000 Twitter takipçisi ya da Facebook sayfanıza like kazanabilirsiniz. Sonra da insanlar bu oluşturduğunuz fake takipçiler sayesinde sizin takipçi sayınızın fazla
olmasına bağlı olarak sizi eklemeye başlayabilir. Fakat bazen hiç hesapta olmayan bir şeyle karşılaşabilirsiniz ; Instagram’ın milyonlarca sahte hesabı silmesi gibi. BBC’nin haberine göre meydana gelen bu durum sonucunda, Instagram’ın kendi hesabında bir gecede 18 milyon 880 bin 211 takipçi azaldı ve Instagram hesabında takipçi sayısı 64 milyon 131 bin 228’den 45 milyon 251 bin 17’ye düştü . Ayrıca yaklaşık 1 milyon takipçisini kaybeden ve takipçi satın almakla suçlanan Rap şarkıcısı Ma$e hesabını sildi. Bu durum bireylerin kendini kandırma ve kanıtlama sonucunun bir parçası. Aynı zamanda da sosyal ağlar sayesinde oluşturulan çoğu markanın da stratejisi. Ipsos araştırmalarına göre, sosyal medyada markalarla ilgili rakamlar da ilginç boyutlarda. Her beş sosyal medyacıdan dördü en az bir markanın takipçisi. Sosyal medyadan her konuda fikir alıyor, paylaşımda bulunuyorlar. Sosyal medya etkisi ile marka/ürün satın alabildikleri gibi, almaktan da vazgeçebiliyorlar. Markalar için sosyal medyada var olmamak bir seçenek değil artık ama olmak da yeterli değil. Ne şekilde var olacağını doğru planlamak ve sosyal medya takibi de yapmak durumundalar. Aslında sosyal dediğimiz bu medya her yönüyle bir bütün ve artık hayatımızın kopmaz bir gerçeği. Sosyal medya etkileşimin en hızlı ve sık şekli bir taraftan da bu etkileşim içinde en iyi taraflarımızı gösterdiğimiz ve duygularımızı dışarıda bıraktığımız bir dünya. Bu dünyadan ayrıldığımızda ise kendimizi zihin bulanıklığı içinde buluyoruz ve bu illüzyon ve yanılgının içinde kendimizi kandırmak çok hoşumuza gidiyor şüphesiz.
11
12
Eugene HUtz
Dünyayı ayaklarına dolayan Çingene / Sermin Dakak Eugene Hütz, 1972 Ukrayna doğumlu müzisyen ve oyuncu. Çocukluğunu çingene kökenli olduğundan bu ırkın neşeli, duygulu müziklerini dinleyerek geçirdi. Ukrayna’da yaşanan Çernobil felaketinin ardından ülkenin batısına doğru göç eden Hütz Avrupa’da yapılan
müziklerle tanıştı burada. Özgür ruhlu Hütz, çingene kökenli olduğundan olsa gerek birçok yerde göçebe olarak yaşadı. Polonya, Macaristan, Avusturya, İtalya’da yaşadıktan sonra nihayetinde 1993 yılında kendini dünyaya tanıtacağı yer olan Amerika’ya geldi. Burada
13
Gogol Bordello’yu kurdu. Tarzlarını Gypsy Punk olarak adlandırdıkları grup, bulunduğu bölgede isim yapmaya çoktan başlamıştı. Balkan müzigi ve rock müzigini birleştirerek bambaşka bir şeye imza atan Hütz öncülüğündeki grup Avrupa’da, Amerika’dan çok daha popülerdi artık. Ülkemizde de hatrı sayılır kitlesi olan Gogol Bordello sık sık buralara gelip eğlenme garantili konserler vermekte. Müziklerine yazdığı sözlerden protesto yönünü rahatlıkla görebiliyoruz. İnsan hakları ve doğa gibi konularda aktivist
ruhunu sakınmadan gösterdi. 2007 yılının Haziran ayında İstanbul Sulukule’ye bir ziyarette bulundu, burada yapılacak kentsel dönüşüm kapsamında evleri yıkılan çingene kökenli insanların haklarını savundu. Hatta burası için şarkı bile yaptı. ‘Sulukule-Educate Thy Neighbour!’ (Sulukule - Uyandır Komşunu!) diye yaptığı şarkıyı turne kapsamında gittiği her ülkede çaldı söyledi. Yaptığı bu güzel şeylerlerin ardından başrolünde Eljiah Wood’un oynadığı Everything Is Illuminated (Her Şey Aydınlandı) filmiyle karşımıza çıktı. Ayçiçek tarlaları ve Ukrayna’nın yemyeşil arazilerinde boğulduğumuz filmde Hütz, yaptığı her işte olduğu gibi burada da oyunculuğun hakkını tamamen vermiş. Filmografi: Filth and Wisdom (2008) Everything Is Illuminated (2005) Kill Your Darlings (Kısa Film) (2004) Ecstasy in Entropy (Kısa Film) (1999)
14
15
16
17
Sinema’dan Seçkiler Uçsuz bucaksız yollardaki yalnızlık… Easy Rider / Alp Tunçer 1969 yapımı Dennis Hopper’ın hem yönetmenliğini yaptığı, hem de başrolünü Peter Fonda ile paylaştığı, Jack Nicholson’un efsane repliğinin damga vurduğu, hem kendi döneminde, hem de günümüzde sıra dışı olan film Easy Rider. Film uyuşturucu satışından kazandıkları parayı harcamak amacıyla motosikletleri ile Amerika’yı gezinen iki hippinin öyküsünü anlatmaktadır. İsminden de anlayacağımız gibi, hayatı çok umursamayan, para kazanmayı dert etmeyen, ama yaşam için harcamayı tercih eden insanları anlatır. Ama bu yaşam şekli onları hangi noktaya götürecektir veya Amerika’daki düzen buna müsaade edecek midir? Bu soruların cevabını film bize gösterecektir. Bağımsız sinemanın en önemli örneklerinden birisi olarak kabul edilen Easy Rider filmi, 1960’lı yıllarda Hollywood sinemasına karşı bir hareket olan Amerikan bağımsız sinemasının ilk örneklerindendir. Hollywood sinemasının stüdyoya bağımlı projelerine karşı alternatif olarak ortaya çıkmıştır. Yapımcılar artık çok büyük bütçelerin haricinde de film yapabileceğini görmüştür. Filmde geleneksel sinemada görülen karakterle özdeşleşmeyi
18
engelleyecek pek çok unsur vardır. Karakter klasik Hollywood sinemasının aksine hiçbir otoriteyi tanımayan; bir yere, bireye, topluma bağlı değildir. Bir manada filmde, özgürlükler ülkesi olarak sunulan Amerika, kendi içinde farklılıklara ve bireysel özgülüğe karşı ne kadar hoşgörüsüz bir tutum takındığından bahsedilmiş ve net bir biçimde vurgulanmıştır. Genç kuşağın bu mantaliteyi değiştirmeye çalışması ve kendi görüşlerini ortaya çıkarma çabası filmin ana kaynağını oluşturuyor. Bunun dışında vurgulanması gerekir ki, filmin çekildiği dönemine bakıldığında, en eleştirel birkaç yapımdan biridir. 1968 kuşağının değindiği noktalara parmak basmaktadır. Easy Rider filminin müzikle özel bağı da var. “Heavy Metal” kelimesi ilk olarak Steppenwolf’un 1968 tarihli ‘BornTo Be Wild” şarkısının sözlerinde kullanılmıştır. Grubun kendi adını taşıyan ilk albümünde bulunan bu şarkının “Easy Rider” filminin müziklerinde yer alması sayesinde geniş kitlelere ulaştı. Daha sonra
müzik tarzının adı oldu. Heavy Metalcilerin saç uzatması, motosikletlere ilgi duyması, deri ceket giymesi kısmen Easy Rider filminin konu ettiğin kuralsız yaşamın bir uzantısıdır. Metalcilerin hayat felsefesi ve dış görünüşünde Easy Rider filminin etkisi büyüktür. Jack Nicholson’un filmde çok az bir zaman bulunması ve yardımcı erkek karakteri oynamasına rağmen çok etkileyici sahneleri bulunmaktadır. Bunun en belirgini, Dennis Hopper ile ateş başında yaptığı sohbetten ibarettir. Bu sohbet şöyle gerçekleşir; Dennis Hopper neden dışlandıklarını, neden insanların kendilerinden çekindiğini sorar. Jack Nicholson’un verdiği cevap ise çok nettir. Onlar senden korkmuyorlar, senin ifade ettiğin özgürlük anlayışından korkuyorlar. Çünkü insanların hepsi farklı olandan korkar. Aynı olanı bozacağı için… Bu söz filmi belki de 1968 kuşağını özetleyen bir replik olarak tarihe kazınmıştır.
19
20
21
Bu hafta tiyatroda ne var? Ustanın elinden bir Delinin hatıra defteri / Alp Tunçer Nikolay Gogol’un en sevilen öykülerinden olan bir Delinin Hatıra Defteri 1965 yılında sahneye uyarlanmış ve ülkemizde ilk tek kişilik oyun olarak Genco Erkal tarafından Ankara Sanat Tiyatrosu’nda oynanmıştı. Yıllar boyunca sanatçı aynı eseri üç kez, üç değişik yorumla sahneledi. Şimdiki yapım oyunun 50. yıl kutlaması olarak gündeme geliyor. Gogol’un palto, burun ve bir delinin hatıra defteri adlı üç bölümden oluşan eseri tiyatro oyunu halini alınca tek bir bölümde toplanmış oluyor. Kısaca konusu çevresinde sürekli aşağılanıp alay edilen bir devlet memurunun, platonik aşkı olan burjuva kızının bir asilzadeyi sevdiğini öğrenmesiyle
yıkılması, ve hedef değiştiren hayallerinin soylu bir beyzade, kral olmaya yönelmesi ve sonuç olarak delirerek ‘’ispanya kralı’’ olmuş bir halde akıl hastanesine kapatılmasını konu alıyor. Gogol ‘un yazmış olduğu ve Genco Erkal’ın Türk tiyatrosunda sahnelediği, bu toplumsal kara mizah başyapıtı bir kez daha güldürürken içimizi acıtacak. Oyunun gösterim tarihleri için: http://goo.gl/B8IT0L Yazan: Nikolay Gogol Türkçesi: Coşkun Tunçtan Uyarlayan/Yöneten/Oynayan: Genco Erkal Müzik: Mete Sakpınar Sahne tasarımı: Duygu Sağıroğlu Kostüm: Özlem Kaya
e t e z r e üniv
Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)
zete