Univerzete 91

Page 1

/91

e t e z r e v i n 端

zete


Sayı: 91 / 2015 Genel Yayın Yönetmenleri Demet Açıkgöz Yazı İşleri İrem Topçuoğlu Cenk Bonfil Yazılar Mert Ofluoğlu, Cenk Bonfil, Demet Açıkgöz Arka Kapak: Demet Açıkgöz

KALANDAR ATEŞİ SİZİ DE ISITSIN

Teşekkür Sarper Durmuş, Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek

İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo

Facebook: http://goo.gl/jx7hxb

/ifbilgi

@ifbilgi

WHİPLASH

ŞİMDİ REKLAMLAR


/

v i 端n

e t e z er


4

KALANDAR ATEŞİ SİZİ DE ISITSIN Trabzonlu olup da “Kalandar”ı bilmeyen birinden “Kalandar’ı çok seven” birine geçiş yaptığım şu günlerde; bundan bahsetmeden duramazdım!… / Mert Ofluoğlu ZAMANA KARŞI YARIŞ: YAŞADIĞIM EN HIZLI GÜN Eğer İstanbul-Trabzon uçağım 1 dakika geç kalkmış olsaydı, 18.00’de Meydan’dan kalkan Kalandar servisini kesinlikle kaçırırdım. Neyse ki şans benden yana gidecekti, ama o gün bunu bilmediğimden, açıkçası hiç ümidim yoktu: Kesin yetişemeyecektim. Çünkü Türkiye bir haftadır kar ve buzun etkisindeydi, ayrıca benim uçağımdan önceki Trabzon

uçakları iptal edilip duruyordu. Hatta biz “acaba uçak kalkacak mı” bilinmezliği içinde 15.45’teki uçağa 15.15’te alınırken, saat 12.00’nin yolcularının uçağı rötar üstüne rötar yemeye ve insanlar sinirden kudurmaya devam ediyordu. Ama mucizevi bir şekilde bizim uçak sorunsuz bir kalkış ve iniş gerçekleştirdi. Saat 16.00’da kalkmış, 17.20’lerde Trabzon’a inmişti. Zamana karşı yarışım da o an başladı. 17.40’ta bavulumu


5 almış bir şekilde koştur koştur havaalanından çıktım. Bizimkilerle hasret gidermek bir yana, sarılıp öpüşemedim bile neredeyse, beni havaalanından alıp Meydan’a bıraktıklarında bavullarımı da onlarla eve yolladım! Saat tam 18.00’de Kalandar servisinin son yolcusu olarak yerimi almıştım. Bu yaşadığım bir rüya olmalıydı! KARAKONCOLOS’TAN KALANDAR’A Bu Kalandar’ı nereden duydum, nasıl merak saldım inanın bilmiyorum. Aslında bir Karadenizli olarak “Kalandar” diye bir şeyin varlığından bile pek haberdar değildim, ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu, sadece kulağımda belli belirsiz bir “Kalandar” sözcüğü vardı o kadar. Bir yıl önce gazetede “Doğu Karadeniz’deki efsanevi karakoncolos yaratığını” anlatan iki üç cümlelik bir yazıya rastladığımda, “karakancolos”u

iyice araştırıp mutlaka yazdığım romanın bir yerinde kullanmaya karar vermiştim. Karakoncolos’da beni yöredeki bir etkinlik olan Kalandar’a dek götürmüş ve bu şenlikle ilgilenmemi sağlamıştı. Yörede böyle bir şey yapılmasından hayli etkilenmiştim. Uçak tarihim 13 Ocak olunca da, madem romanda da anlattım, o zaman yaşayıp kendim de görmeliyim şu Kalandar’ı dedim. Peki nedir bu Kalandar? Kalandar, Rumi Takvim’e göre yılın ilk ayı. Kalandar’ın birinci günü, Miladi Takvim’e göre Ocak ayının 14. gününe tekabül ediyor. Nasıl ki yeni yıl 31 Aralık akşamı kutlanıyor, işte Rumlar da o akşamı 13 Ocak’ta kutluyor. Bir zamanlar Doğu Karadeniz’de yaşayan Rumlar vesilesiyle yörede yaşayan halkların da benimseyip kutladığı bir şenlik olan Kalandar, şimdi yörede pek fazla Rum kalmadığından uygulanırlığını yitirmiş. Ama köylünün ilgisi sebebiyle çeşitli yaylalarda çeşitli şenlikler yapılmaya devam ediliyor. Kalandar’ın ritüeli, etkinliği, uygulaması çok! En basit ve herkes tarafından bilinen Kalandar uygulaması, erkek çocukların bir evin kapısına “çanta atıp” mani söyleyerek içine elma, armut, ayva, mandalina gibi şeyler konulmasını talep etmesi. Herkes biliyor dediysem, herkes eksi ben. Çünkü ben bu çanta/ sepet atma işini bile bilmiyordum! Ama bana kızmayın. Bu gelenekten köylerde yaşayıp haberdar olmayanlar dahi var. Kalandar bir dağın yamacından diğerine büyük farklılıklar gösterebiliyor da ondan...


6 evinin önündeki açıklıkta yapılacaktı. Biz de arabadan inip beş dakika boyunca oraya yürümeye başladık. Arabanın kuru zemini yerini çamurlu, balçık balçık, adeta bataklık bir yola bırakmıştı. Hazırlıklı olan herkes çizme ve bot giymişti, benim İstanbul ayakkabılarımsa anında çamur olmuştu tabii. Ama şimdi sızlanmanın değil, Kalandar ruhuna bürünmenin zamanıydı!

DAĞLARIN ETEKLERİNDE, VADİNİN DERİNLİKLERİNDE... Meydan’dan Maçka’ya giden yol 1 saat sürdü. Hava karanlık olduğu için yolu sadece minibüsün farları aydınlatıyordu ama ben etrafımızın ağaçlarla, ormanlarla, köy evleriyle çevrili olduğunu biliyordum. Kenarlara yığılmış çamurlu kar kütlelerine bakılırsa birkaç gün öncesinden iyi kar yağmıştı –zaten çığ düştüğü haberlere çıkmıştı– ama yollar buz tutmamıştı neyse ki. Tabii buz tutmadı dediysem, minibüs çıkması gereken yere kadar da çıkamadı. Saat 19.00’da başlayacak olan etkinlik, Yazlık (Rumca adıyla Livera) köyünün muhtarının

Ben böyle bir kalabalıkla karşılaşacağımı tahmin etmiyordum. Sanki dağın başında değil, şehirde bir düğündeydik! 500, 600 kişi vardı şenlikte! Toplandığımız meydanın etrafındaki yollar araba ve minibüs kaynıyordu. Bir AVM’nin otoparkında araba park edecek yer bulamazsınız ya, işte aynen öyleydi köyün yolları. Köy halkından tutun şehirden gelen Kalandar meraklılarına, turistlere dek çok geniş bir profili vardı bu kalabalığın. Herkes çok moderndi. Herkes Kalandar ruhunu yaşıyor, sadece yaşadığı anın tadını çıkarıyordu. Öyle ya, böyle bir havada yaylaya gelen herkes belli ki Kalandar’a istekli ve hevesliydi. Selfie’ler, fotoğraflar, video çekimleri havada uçuşuyordu! İki üç derecelik soğuğa aldıran yoktu. Meydanda üç büyük ateş yakılmıştı. Ortada horon tepiyordu insanlar. Konser sahnesinde kemençeciler falan vardı. Bir an nerede olduğumu unuttum. Gece boyunca çay ve mısır ikramı yapıldı. Bu ikramlar köyün muhtarı ve ailesinin yaptığı ikramlardı. Bir ara mandalina ve elma sepetleri çıktı ortaya, devriyedeki jandarmalar için peynirli poğaça ve lahana sarması da vardı.


7 SANKİ CADILAR BAYRAMI Kalandar’da köyün genç erkekleri belli kılıklara bürünürmüş. Bu şenlikte de geleneklere uygun olarak köyün genç erkekleri belli kılıklar içindeydi. Yüzleri boyalı, kostümlü ve maskelilerdi. Kimi erkek “çirkin gelin” denilen kılığa girmişti, kimi sakal bıyık takmıştı, kimi orman adamı, kimi kurt adam olmuştu, kimi yaşlı bir kadın kılığındaydı... Meğer TRT Avaz ekibi de belgesel için çekimdeymiş. Böyle olunca kostümlü erkekler temsili olarak bir mani söyleyerek muhtarın evinin kapısına çanta attı: “Kalandarız kulandarız / Biz Livera uşağıyız / Ahırda dişi buzaklar / Yukarıda erkek uşaklar...” Bu Kalandar’ın aslında

Cadılar Bayramı’yla pek alakası olmasa da bir nevi Cadılar Bayramı diyebiliriz çünkü sırf bu çanta atma işi bile Cadılar Bayramı’nı andırıyordu. Maskeler, kostümler de cabası! En azından Maskeli Balo yakıştırması yapabiliriz Kalandar için. Şenliğe katılan bizler için de maskeler unutulmamıştı. Masaların üstünde çeşitli maskeler vardı. Bir korku filminin setine döndü bir ara ortalık! Aslında bu maskelerin elle yapıldığı, dikildiği de olurmuş. Ama bu şenlikte hepsi hazır alınmıştı. İlginçtir ki, etkinlikte görüp sorduğum yetmiş seksen yaşındaki teyzeler bile “karakoncolos”tan pek haberdar değildi. “Bizden önceki Rumlar bilir onu en iyi” demekten başka pek yardımları dokunmadı ne yazık ki. Kimi kostümler “karakoncolos olmak” niyetine giyildiyse de, tam anlamıyla bir karakoncolos yoktu şenlikte... Başka ne diyeyim... Saat 21.00 olduğunda minibüs tekrar şehre dönmek üzere harekete geçince resmen karalar bağladım! İnanın çok isteksizce, adeta üzüntüyle ayrıldım içi ısıtan Kalandar ateşinin yanından. Geçirdiğim akşam inanılmazdı. İstanbul’u, trafiği, havaalanını bir anda unutmuş ve Trabzon’a iner inmez bu harika şenliğe katılmıştım. Yetişebilmiştim. Şans benden yanaydı. İstemiştim ve olmuştu. Çok mutluydum. Bundan sonra her Kalandar’a katılmak istiyorum! Diliyorum ki; bir Kalandar’da ateş sizi de ısıtsın...


8

WhIplash Klişe sevmeyenlere sesleniyorum, bu film izlenir! / Cenk Bonfil Film hakkında verilen bilgi yoğunluğu: Hafif Genç yönetmen Damien Chazelle’in yazıp yönettiği, J.K Simmons ve kariyerine hemen hemen yeni ama sıkı bir başlangıç yapmış Miles Teller’ın oynadığı Whiplash; gerek Akademi Ödülleri, Altın Küre, BAFTA gibi aldığı hatırı sayılır ödüllerle, gerekse aslında alışılmış olan bir konuyu etkileyici işleyiş tarzıyla bu sezon, adından sıkça söz ettirdi. ABD’nin en iyi konservatuvarında okuyan, tutkulu bir caz bateristi Andrew Neiman ile fazlasıyla sert ve acımasız öğretmeni Terrence Fletcher’ın ilişkisini anlatan filmi izlerken kimi yerlerde

gerilim filmi izliyormuş hissine kapılıyor, bazen bir müzikale geldiğinizi sanıyor, Fletcher’ın psikopatça eğitim anlayışı ve Andrew’un delilik denilebilecek azminin suratına yansımasını görünce dehşete kapılıyorsunuz. Bütün bunlar birleşince, ortaya izlemeye değer bir film çıkıyor. Her ne kadar aldığı ödüller ve oyuncuların performansları takdire şayan olsa da filmi izlenmeye değer kılan şey, kariyerine yeni başlayan bir müzisyenin hayatını, çektiği zorlukları ele alış biçimi. Whiplash, en acımasız haliyle gösteriyor


9

bilmediğimiz bu hayatı. “Sanat dünyası acımasızdır.” klişesinin gerçekliğini yüzümüze çarpıyor. Bu acımasızlık zaman zaman fazla abartılı gösterilip “Yok artık daha neler!” dedirtebiliyor ama yine de seyirciyi etkiliyor. Fletcher, öğrencilerinden çok – hatta tamamıyla – orkestrasının mükemmelliğini ve kendi ismini düşünüyormuş gibi gözüküyor. Bu nedenle Andrew birçok kez, orkestranın asıl bateristiyken, birden bire kendini onun yerine geçmiş kişinin nota sayfalarını çevirirken buluyor. Bir konserden beş dakika önce asıl baterist konumuna gelirken diğer konserden beş dakika önce konserdeki yerini kaybetmenin eşiğinden dönüyor. Seyirci, filmi izlerken birçok kez ‘artık işler rayına oturdu’ yanılgısına düşüyor fakat hemen sonrasında Fletcher beklenmedik bir kararla hikayenin akışını değiştiriyor.

Bu bitmeyen dalgalanmalar filme bir gerilim havası katıyor ve izleyicinin koltuğuna yapışmasını, arada bir de ağzını biraz fazla açmasını sağlıyor. Fletcher, “insanları onlardan beklenenin ötesine iteklemeye çalıştığını” söylüyor ve bunun için her türlü yönteme başvurabiliyor. Whiplash, Andrew’un aşk hayatından kısaca bir bahsetse de ‘aşk’ kesinlikle filmin odak noktasında değil, hatta olmaktan bayağı uzak. Andrew, sürekli gittiği sinemada gördüğü, patlamış mısır satan Nicole adlı kıza gidip yemeğe çıkmayı teklif ediyor. Okul hayatlarından bahsederken görüyoruz ki Andrew’un gelecek hayallerine, buna ulaşmak için gösterdiği azme karşın Nicole, ne istediğine hala tam karar verememiş biri. İkinci buluşmalarında – Andrew, Fletcher’ın asıl


10 bateristi olmuşken - Nicole’e devam edemeyeceklerini, en iyisi olmak istediğini ve onun kendisinin önünü tıkayacağını, bu yüzden de zaten gelecekte büyük bir kriz yaşayıp ayrılacaklarını söylüyor. Bu, Nicole’ün yüzünü ikinci ve son görüşümüz oluyor. Yani Andrew’un kısa süreli aşk hayatı, onun yine müzik konusundaki azmini göstermek için kullanılmış. Konunun gençlik aşklarıyla bulandırılmamış olmasını her ne kadar doğru bulsam da Andrew’u daha iyi tanıtmak için kullanılan küçük aşk unsurunu da biraz havada kalmış buldum. Hikayeye hiç katılmasaydı ya da – sadece - biraz daha fazla yer verilip Andrew’un bu azminin günlük yaşamına yansımaları da gösterilseydi biraz daha oturaklı olabilirdi belki. Filmin; üstünde tartışılması konuşulması gereken birçok noktası var belki ama itiraf etmeliyim ki yazıyı yazarken beğendiğim tarafları baskın çıktı. Bu nedenle birkaç detayı es geçmiş olabilirim. Yine de beğenseniz de beğenmeseniz de izlemeye pişman olmayacağınız bir film.


11


12

Şimdi Reklamlar Uzun soluklu sessizliklerin ardından azıcık ortalık karıştırmaya geldim. / Demet Açıkgöz Arkadaşlar maç ne oldu? (Ofix.com) https://twitter.com/ofixcom/ status/552435407078449152 Hayır, sen nasıl düşündün bunu, bir de sonunda Ahmet Çakar’a kurabiye yedirmeler falan.

Son dönemin en popüler futbol programını kullanarak “iyi iş” mi yapmış oldular bilinmez ama son karedeki Ahmet Çakar bakışı her şeye değer! İşten kovulması gereken metin yazarı (Casper) http://youtu.be/qzDhPYq3-Ag

Adeta 4 küçük çocuğun oynadığı bir reklam filmi. Bir de oyunculuktaki yeteneksizlikleri. Hayran kaldım hay-ran!

Kaç zamandır ekranlarda kötü bir şarkı dönüp duruyor. Neden nasıl onay


13

verildiğini, neden sevildiğini bir türlü anlamış değilim. Hadi reklam ajansın stajyerlerine iş yaptırdı ve sana getirdi. Arkadaş sen neden kabul ediyorsun. Neden düzgün cümlelere sahip bir sokak şarkısı yazamıyorsun. “Atara atar, gidere gider” ne, üfürmüşler, bunlarda buna para vermiş. Rezalet.

Yukarıdaki acıklı Casper şarkısından sonra kulaklarınız bayram etsin istiyorum. Mutlu olun istiyorum. Benim derdim size acı çektirmek değil, sizi mutsuz etmek hiç değil. Ben buraya ne yazdıysam hep mutlu olun diye yazdım. İşte karşınızda Deneysel Bankacılık şarkısı ve inanılmaz klibi, ah bir de üzerine dans koreografisi...

Katlanabilirseniz dinleyin.

Ellerinizden öpüyorum.

Queen’in yerini alır (Deneysel Bankacılık)

Nurella! http://youtu.be/NzRPpxX55gg

https://twitter.com/DeneyselBanka/ status/552808943886409728

MeyveniSec.com için Yedigün’ün yeni


14

yüzü Nur Yerlitaş oldu. Capslere konu olan mimikleriyle son dönemde adından söz ettiren jüriliğinin konu alındığı reklam filmi izleyiciyi güldürdü. Beklenmedik bir anda karşımıza çıkan Nur Yerlitaş çok sempatik ve bir o kadar katlanılamaz bir durumda. Reklamın

kötü olduğunu söyleyemeyiz. Fakat yine bir reklam ajansı, sosyal medyada dolaşan ve yaratıcı zeka ürünü olan capsleri kullanarak, ne yazık ki kendinden hiçbir şey katmayarak bir reklam daha yaptı. Kısacası ajansların işi kolaylaştı. Dua etsinler de yeni capsler ve yeni fenomenler ortaya çıksın.


15


e t e z r e üniv

Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)

zete


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.