/92
端n
e t e z r ive
zete
Sayı: 92 / 2015 Genel Yayın Yönetmenleri Demet Açıkgöz Yazı İşleri İrem Topçuoğlu Cenk Bonfil Yazılar Filiz Kip, Tuğçe Kılınç,
ORMANLARDAN HEMEN ÖNCEKİ GECE
Cenk Bonfil Ön Kapak: Vasya Kolotusha Arka Kapak: Demet Açıkgöz Teşekkür Sarper Durmuş, Halil Nalçaoğlu
‘AHMET BEYLER’LE GÖRÜŞTÜK
Aylin Dağsalgüler
DOCTOR WHO DOLU BİR GÜN
Tasarım Erdal Özbek
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo
Facebook: http://goo.gl/jx7hxb
/ifbilgi
@ifbilgi
AKLIMA İLK GELENLER
/
v i 端n
e t e z er
4
Ormanlardan Hemen Önceki Gece Sokağın köşesini dönüyordun, seni o zaman gördüm... / Filiz Kip Fransız yazar Bernard Marie Koltés’in Ormanlardan Hemen Önceki Gece adlı oyunu, Biriken Tiyatro prodüksiyonu ve Rıza Kocaoğlu performansıyla, geçtiğimiz hafta Zorlu Center’da prömiyer yaptı. Ormanlardan Hemen Önceki gece oldukça hızlı ve aktif bir metine sahip. Oyun boyunca sisteme, şehre, yalnızlığa, ötekileştirmeye, aşka karşı bir başkaldırının süreçlerini izliyorsunuz. Metin içinde bir sürü farklı hikâye barındırıyor
fakat metnin genel teması “sevgi” üstüne kurulu. Oyun metninin bu kadar soluksuz ilerlemesi kahramanın anlatacağı hikâyeleri anlatmaya yeterli zaman bulamaması mı ya da soluklanmak için durursa dinleyicisini kaybedeceği endişesinden midir; yoksa asıl mesele dinlenmek değil de kendini dinlemek midir? Hepimizin Anlatmaya İhtiyacı Var Kendini bir “yabancı” olarak tanımlayan kahramanımız yağmurlu bir gecede,
5 şehrin içinde aklındakileri anlatacak birilerini arıyor. Ve bir “oda”... konuşmak, anlatmak, dinlenmek ve anlaşılmak için bir oda... Bir anda anlatmaya başlıyor ve neredeyse hiç soluk almadan, anlatmaya devam ediyor, anlattığı hikâyelerin bazen kendi zihninin yansımaları olduğunu düşünüyorsunuz, bazen ise sokaktan geçen birilerine anlattığını; ama en sonunda aslında anlattığı kişinin siz olduğunu hissedebiliyorsunuz. İşte o noktada anlattığı hikâyelerin aynı zamanda kendi zihninizin de birer parçası olduğunu anlıyorsunuz. Böylece kahramana, inandıklarına, baş kaldırışına ortaklık ediyor ve onu anlamaya başlıyorsunuz. Hepimizin anlatacak hikâyeleri var ve dinlenilme ihtiyacı, özellikle yalnız kaldığımız ya da yalnızlaştırıldığımız zamanlarda... Oyun işte tam bu noktada seyirci ile özdeşleşiyor bence.
Yabancı olmanın ya da aidiyet arayışının ne demek olduğunu ve bu kavramların zihinlerimizdeki karmaşalardan ibaret olup olmadığını düşünmeye başlıyorsunuz ve izlerken ister istemez kendi içinize dönüyorsunuz. Metnin ritminin yanı sıra, oyunun performans aşaması da müthiş bir efor gerektiriyor. Oyunun metni bu kadar hızlı akıp giderken, Rıza Kocaoğlu’nun hem monologlardaki hem de vücut dili kullanımındaki başarısı kanıksanamaz bir gerçek. Soluksuzca hızlı akan bu metinde Rıza Kocaoğlu hem metnin duygusunu seyirciye başarılı bir şekilde geçiriyor hem de performansıyla göz doldurmayı başarıyor. Metnin temposunun sakinleştiği yerler de var elbette fakat seyirciyi hazırlıksız yakalayıp, tabiri caizse, silkelediği yerler çoğunlukta. Kahramanımız
6
da metinle paralel bir performans içine bürünüyor. Rıza Kocaoğlu bazen anlatırken oturup yavaşlıyor, seyirci de onunla beraber sakinleşiyor, bazense soluksuz monologlar söylerken bir yandan da sahnenin bir ucundan diğer ucuna koşuyor. Bu anlarda seyirci kahramanın baş kaldırışını, can çekişini gözlemlerken, oyuncunun yüksek enerjisi ve başarılı performansı sayesinde bu duyguları kendi içinde de hissedebiliyor. Örneğin oyunun bir bölümünde kahramanımız cam bir kutunun içine giriyor, sahneye yansıtılan görüntüler ve sesler ile cam kutunun içinde oyununa devam ediyor. Bu bölüm benim için bu karmaşık duyguların anlamını kazandığı ve karakterin naifliğinin en çok hissedildiği bölüm oldu. Aslında çok gergin ve duyguların fırtınalı olduğu bu sahnede kendi zihnimin karmaşıklığını sahne üzerinde
izliyor gibiydim, artık o yabancı adeta bendim. Söylemeden geçemeyeceğim bir diğer nokta ise dekor kullanımının işlevselliği ile ses ve müzik kullanımındaki başarı. Özellikle tek kişilik bir oyun için ancak bu kadar güzel ve yerinde kullanılabilecek bu öğeler performansı kusursuz hale getiriyor. Özelikle oyunun final sahnesinde Simge Büyükedes tarafından seslendirilen Vivaldi’nin “Sopsa Son Disperzetta” aryası adeta bir rüya gibiydi. Siz de hem bu güzel atmosferi yaşamak hem de Rıza Kocaoğlu’nun müthiş oyunculuğunu görmek isterseniz oyunu izlemenizi şiddetle tavsiye ederim. Oyun bilgileri için: http://www.zorlucenterpsm.com/ ormanlardan-hemen-onceki-gece
7
8
‘Ahmet Beyler’le Görüştük Müsaitseniz akşama size de gelirler / Cenk Bonfil
Bir müzik grubu var. Adından tut şarkılarına, müzik ve sanat görüşüne, isim koyulamayan müzik tarzına, amatör ruhla profesyonelce çalışmalarına, samimiyetine kadar her şeyi başlı başına bir tartışma konusu olabilir. Onlarla tanışma hikayem şöyle: Mezun olduğum lisede her sene bir konser düzenlenir, farklı şarkıcı ve müzik
grupları çağırılırdı. Ben de öğrenci olarak bu konserlerin birinde görevliydim. Bana konsere gelecek gruplardan biriyle, “Ahmet Beyler”le konser boyunca ilgilenme işi düştü. Grubun ismini duyunca şaşırdım tabii. “Ne, Ahmet Beyler mi?” Kapıda karşıladım onları, bekleme odalarına götürdüm. Olmasını beklediğim “sanatçı kaprisi” onlarda yoktu. Gayet rahat sohbet ediyorlar, beni de içlerine
9 “Ahmet Beyler”den daha detaylı bahsedecek olursak: Ahmet Acar basgitar, piyano ve arka vokalde (ve hayır, grup isminin kendi ismiyle pek alakası yok). Mert Altar Büyüköner trompet; Cenk Güçbilmez ise davul ve ‘envai çeşit perküsyon’ çalıyor. Eren Tokgöz ise gitar, melodika ve vokalde. Kendilerine “birlikte çalalım, söyleyelim, eğlenelim misyonerleri” diyorlar. Amaçları konserlerinin ev ortamındaymış gibi samimi geçmesi. Seyircinin “Ahmet Beyler”e misafirliğe gelmiş gibi hissetmesini istiyorlar. Müziği maddi amaç güderek yapmıyorlar. Bir bakıma amatörler yani. İnternet sayfalarında amaçlarını “2011 yaz aylarında bir araya gelen Ahmet Beyler, müsaitseniz akşam size de konser vermeye gelecekler.” sözüyle açıklıyorlar. Sayfanın geri kalanını onlara bıraktım.
katıyorlardı. Konser öncesi de sonrası da onlarla durdum odada. Hatta bana “Sen git konsere, keyfine bak ya.” dediler ama onlarla oturmak, konser sonrası yorumlarını dinlemek daha ilginçti doğrusu. Ayrılırken fotoğraf göndermemi rica ettiler, konserlerine davet ettiler, teşekkür edip gittiler. Cidden sürekli aklımda olsa da bir türlü gidemedim konserlerine. Buna rağmen, birkaç sene sonra onlara yazıp röportaj yapmak istediğimi söyleyince “Ah hayırsız, bir konserimize gelmedin. İşin düştü, yaz hemen.” demediler. “Tabii, çok seviniriz.” dediler, soruları içtenlikle cevapladılar, konserlerine yine davet ettiler.
Önce grup üyelerini tanıyalım. Kendinizden biraz bahseder misiniz? Müziğe nasıl başladınız, nasıl bir araya geldiniz? Ahmet Beyler: Eren gitar ve vokalde. Cenk perküsyon çalıyor. Altar trompet, ukulele ve ksilofon. Ahmet ise basgitar. Ahmet ile ikinci kuşak kuzeniz (Eren Tokgöz konuşuyor) ama aile düğünleri dışında birlikte hiç çalmamıştık. Ta ki 2011 sonlarında eski grubum dağılana kadar. Tam da o sırada Ahmet de kendi grubundan ayrılmıştı. Yeni bir grup kurma ile kurmama arasında gidip gelirken basçı var, kuzenle deneyelim diye düşündüm ve eski grubumdan davulcu Neşet’i de alarak Ahmet Beyler’i kurduk. Tibet Ağırtan’ın “İş Güç Rock’n Roll Çalışan Müzisyenler Platformu”ndaki Afrotolia grubundan Cenk’i transfer ettik, Altar’ı da bizim mahallenin stüdyosu Beyaz Tuşlar’da tek
10
başına trompet çalışırken bulduk, onu yalnızlıktan kurtardık, gruba dahil ettik. Kuruluş hikayesi bu şekilde. Müzikle uğraşanlar kabaca ikiye ayrılabilir. Müzik yapanlar ve müziği yaşayanlar olarak. İkinci gruba dahil olabildiğimiz kadar olmaya çalışıyoruz. Yaşantımızdan, doğadan, ilişkilerimizden, etrafımızdaki her şeyin müziğini çıkarmaya çalışıyoruz. “Koku” filminde güzel kadınların kokusunu çıkarmaya çalışan çocuğun yaptığı gibi. Ama biz güzel kötü ne varsa, onların müziğini çıkarmaya çalışıyoruz. Genelde müzikle uğraşanlar aileleri tarafından yönlendirilmiş, en azından desteklenmiş oluyor. Bizde de benim annem müzik delisi, Ahmet’in babası da akordeon ve gitar çalıyor. Altar’ın babası da trombon ve trompet. Genelde olduğu gibi küçük yaşlarda başlayıp, çala çala, çeşitli gruplardan geçe geçe bir araya geldik. Neden “Ahmet Beyler”? A.B.: İnsanlar kendi isimlerini kendileri
koyamıyorlar. Mesela sana “Neden Cenk?” desem bunu ailene sorman gerekebilir. Neyse ki grupların böyle bir şansı var. Biz kendimize sıcak bir isim ararken birkaç denemeden sonra “Ahmet Beyler”de karar kıldık. Hem bu zamanın çok da hoşlanmadığımız insan tiplerini çağrıştırmayıp daha eski adamları hatırlattığından, hem “Ahmet Bey ve ailesi veya yakınları” anlamını taşıyıp “birlikteliği” ifade ettiğinden hem de Türkiye’de milyonlarca Ahmet olmasından dolayı taşıdığını düşündüğümüz “anonim/isimsiz” ya da herhangi biri olma anlamından dolayı. Kendinizi “birlikte çalalım, söyleyelim, eğlenelim misyonerleri” olarak tanımlıyor, müzisyenin çalıp seyircinin dinlemesindense hep beraber müzik yapıp keyifli vakit geçirmeyi tercih ediyorsunuz. Müzik ve sanat hakkındaki görüşünüzü biraz açar mısınız? A.B.: Her ne kadar müzik veya herhangi bir sanat eserinin çıkışı kişisel nedenlere dayanıyor olsa da bunu paylaşmaya başladığımız noktada, eğer söylediklerimizle aynı fikirde iseniz veya çaldıklarımızdan
11 zevk alıyorsanız, - veya her ikisi de- bu artık bizim parçamız olmaktan çıkıp hepimizin ortak bir zevki veya fikri haline dönüşüyor. Bu yüzden de konserleri dostlarımızla sohbet ettiğimiz veya eğlendiğimiz anlar olarak görüyoruz. Birilerinin çaldığı birilerinin söylediği bir ortamdan çok birlikte eğlenilen bir ortam yaratmaya çalışıyoruz. Zaten konser vermemizin amaçlarından biri de bu. Yoksa evde veya stüdyoda da müzik yapmaktan aynı şekilde zevk alıyoruz. Yaptığınız müzik türünü nasıl tanımlıyorsunuz? A.B.: Belli bir kategoriye sokamıyoruz, sokmak da istemiyoruz. İlk albümümüzde şubatta çıkıyor - yer alan parçalara bakıp bir değerlendirme yapacak olursak içinde Beatles da var, Balkanlar da var, Ege de var. Türk müziği, klasik müzik, rock falan da var. Çok iddialı gibi olabilir ama her birinden parçalara damlamış gibi geliyor Bildiğim kadarıyla hiçbiriniz ya da çoğunuz konservatuvar mezunu değilsiniz. Müzisyenlik, müziğin maddi değeri, sanatın ödüllendirilmesi konusunda ne düşünüyorsunuz? Birçok ödül aldığınızı da okudum. A.B.: Evet, hepimiz alaylıyız. Bu aralar çok gündemde olan bir konuya değinmiş olduk bu soruyla aslında. Zorlu Center’da sahnelenen operadaki koronun seçimi ile ilgili bu aralar bir tartışma var. Konservatuvarlı müzisyenler Zorlu’ya, fiyatları düşürmeye çalıştığı için kızıyorlar. Sanat, müzik, hatta daha genel ifadesiyle “güzellik” - çirkin olanın da ayrı bir güzelliği var - daha geçen haftalarda
Çetin Altan’ın da söylediği gibi lüks değil, bir ihtiyaç. Bazı toplumlar bunun bilincinde, bazıları birkaç yüzyıl ya da binyıl sonra farkına varacak. Bu farkındalık oluştuğunda bir sanat eserinin hakkıyla sahnelenebilmesi için gerekli kaynağın yaratılması para kaybı olarak görülmeyecek olsa gerek. Müziğin okulundan mezun olanların; bildikleri, sevdikleri müziği yaparak maddi olarak sorun yaşamamalarını diliyoruz. Bunun için vergilerimizden alınacak paraları helal ediyoruz. Şu ana kadar inanmadığımız pek çok şey için alınan paraları helal etmiyoruz. Müzik dışında ayrı işlerden para kazanıp, kendimizi müzikle ifade eden alaylı bizler için müzikten kazanamadığımız parayı kendi adımıza çok dert etmiyoruz ancak sadece müzikle uğraşanlar adına dert ediyoruz. Evet, geçmiş gruplarımızla ve bireysel olarak kazandığımız ödüller var. (Halıcı, Jack Daniel’s, Rock’n Dark) Ödüllerin maddi bir getirisi yok. İnsanları yaşama bağlayan müziğin maddi olarak da getirisi olması müzik yapanların da mutlu olabilmesi için gerekiyor. Belki herkes bunun daha fazla farkına varırsa müziği maddi olarak da daha fazla destekleyecek. Büyük kurumlardan veya devletten bahsetmiyoruz. Onlar zaten desteklemek durumunda. Çaldığınız parçaların sözü ve müziği hep size ait. Bunların oluşum sürecinden bahsedebilir misiniz? Nelerden besleniyorsunuz? A.B.: Her şeyden besleniyoruz. Birinin size kızmasından, sizi sevmesinden, ailelerden, insanlardan, hayvanlardan, Türkiye’den, havadan, sudan... İçinizde bir heyecan uyandıran her şey, eğer bünyeniz isterse
12 müziğe ve söze dönüşüyor. Aranızda, çaldığınız enstrümanlar dışında, bir iş bölümü var mı? Parçalar bir kişiye mi ait yoksa genelde grubun ortak çalışması mı oluyor? A.B.: Parçaların düzenlemelerini hep birlikte yapıyoruz. Müzik dışındaki işlerde ise iş bölümü var. Altar teknik konularla ilgileniyor, Cenk organizasyon işleriyle, Eren müziksel işlerle, Ahmet de kırtasiye işleri ile. Dünyada ve Türkiye’de beğendiğiniz, kendinize yakın hissettiğiniz sanatçı ya da müzik grupları var mı? A.B.: Kişisel olarak sevdiğimiz gruplar var. Grup olarak ortak bir zevkimiz yok.
Cenk Beirut’u seviyor, Altar caz ve çingene cazı seviyor, Ahmet Beatles dinliyor, Eren - yeni bir şey bulamazsa - Manu Chao dinliyor, Queen dinliyor. Kendimize benzettiğimiz bir grup pek yok. Sizce kime benziyoruz? Şu ana kadar ne gibi çalışmalarda bulundunuz? Gelecek planlarınızda neler var? A.B.: Geçirdiğimiz üç yıl boyunca çalabildiğimiz kadar çok yerde konser verdik. İstanbul dışında Bursa, Ankara, Adana’ya gittik. Üniversite şenliklerine çıktık. Radyolara çıktık. Festivallere çıktık. Şubat ayında on bir parçalık ilk albümümüz “Pasaj” yapımdan çıkıyor. Bundan sonra da aynı şekilde ne kadar çok yerde çıkabilirsek çıkmaya çalışacağız. Sonra ikinci albüm, üçüncü albüm diye gidecek. Okuduğuma göre 2012’de kurulmuşsunuz. Genç bir grup sayılırsınız. Sizin gibi genç müzisyenlere/müzisyen adaylarına ne söylemek istersiniz? A.B.: Evet, grup genç sayılır ama hepimizin ayrı ayrı gruplarda geçirdiğimiz uzun bir grup geçmişimiz var. Kendimizi ifade etmeye çalışıyoruz, zaten müzik de budur. Siz de kendinizi ifade edebiliyorsanız ne mutlu size. Eklemek istediğiniz bir şey var mı? A.B.: Facebook sayfamızdan ve web sitemizden grubun konserlerine ve diğer haberlerine ulaşabilirsiniz: https://tr-tr.facebook.com/ ahmetbeylerofficial http://www.ahmetbeyler.net/ Görüşme için çok teşekkürler, ilk konserimize bekliyoruz. Ben teşekkür ederim.
13
14
15
16
Doctor Who Dolu Bir Gün Buluşma için başvuru formu doldururken, “Doctor Who dolu bir gün geçirmek istiyorum” demiştim ve beklentimin çok iyi bir şekilde karşılandığını söyleyebilirim / Tuğçe Kılınç
Doctor-Who Türkiye Facebook Grubu ve CNBC-e iş birliğiyle düzenlenen İstanbul’daki ilk Doctor Who Hayran Buluşması, 31 Ocak’ta Maslak’taki CNBC-e binasında gerçekleşti. Bir Doctor Who hayranı olarak ben de oradaydım. Doctor Who’nun başlangıç hikayesini anlatan An Adventure in Space and Time filminin gösterimiyle başlayan etkinlik, 1965 yapımı olan Dr. Who and the Daleks filminin gösterimiyle devam etti. An Adventure in Space and Time filmini daha önce izlemiş olmama rağmen bir salon dolusu Whovian* ile birlikte izlemek filme daha çok zevk kattı. İkinci film olan Dr.Who and the Daleks’in ise adını bile duymamıştım, salondaki çoğu kişinin de benimle aynı durumda olduğunu söyleyebilirim. Böylece sadece eğlenmiş değil öğrenmiş de olduk.
Etkinlikte, “doctorwho.gen.tr” tarafından gerçekleştirilen bir sohbet köşesi, gerçek boyutta Doctor Who kartonlarıyla fotoğraf çekimleri, sürpriz hediye çekilişleri, birbirinden lezzetli ikramlar ve tabi ki bir cosplay yarışması yer aldı. Etrafta dolaşan Doctor Who karakterlerini görmek inanılmaz eğlenceliydi! Maalesef buluşma, kanalda ayrılan yer sebebiyle, sadece 120 kişi ile sınırlıydı ama bu eğlencenin dozunu elbette düşürmedi. Buluşma için başvuru formu doldururken, “Doctor Who dolu bir gün geçirmek istiyorum” demiştim ve beklentimin çok iyi bir şekilde karşılandığını söyleyebilirim. Umarım hayranları bir araya getiren bu gibi buluşmalar, daha büyük organizasyonlarla devam eder. Buluşmadan sonra, bu hayran buluşmasının
17
gerçekleşmesini sağlayan “Doctor-Who Türkiye Grubu”,“doctorwho.gen.tr” yöneticisi ve “doctorwhotr.com” kurucusu Umut Çevik de büyük bir incelik göstererek sorularımı cevapladı. Şimdi sözü ona bırakalım. Sizce grubunuz tarafından yapılan bu etkinlik, diğer Doctor Who hayran buluşmalarından ne derecede farklıydı? Şimdi ben bu soruya cevap olarak ne verirsem vereyim, kendi etkinliğimi övüyor olacağım ama şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Türkiye’de hayranlar daha Amerika ve İngiltere’deki etkinliklere bakıp bizde niye olmuyor derken biz o aşamayı geçmiştik. İlk defa bir Whovian topluluğu Bursa’da toplandı. 10 kişi kadardık ama bir karar verdik: Daha iyisini yapacağız, durmadan
ilerleyeceğiz. Ve bu şekilde başkalarına da ilham verdik ve başka yerlerde de yapılmaya başlandı. Bu etkinliğin diğerlerinden farkı ise bir salonda ikramlar ve çekilişler eşliğinde güzel bölümleri izleyip bu sıcaklığı yakalamaktı. Türkiye’de bu kıvamda bir Doctor Who etkinliği olmamıştı. Ben bunu gerçekleştirdiğim için çok mutluyum. Bu gibi organizasyonların devamı gelecek mi? İlerideki Doctor Who hayran buluşmaları için aklınızda ne gibi fikirler var? Bu organizasyonların devamı gelecek mi? Elbette gelecek, boşuna isimlendirme planları yapmıyoruz. Önce Bursa’da başladık, şimdi İstanbul’da
18
19
yaptık. Sırada Ankara, İzmir, Antalya gibi şehirler de var.Ve şu unutulmasın, biz evinden ayrı kalmış üniversite öğrencileriyiz. Bütçemiz ya da sponsorumuz yok. Eğer kalkıp başka bir şehre gidiyorsak, bu bizim için çok önemlidir. Ben daha önce İstanbul’a hiç gelmemiştim, sadece bu etkinlik için geldim. Etkinlik hakkında herhangi bir yorumunuz, söylemek istediğiniz herhangi bir şey var mı? Etkinlik için söylemek istediğim bir şey yok. Söylenmesi gerekenleri zaten katılımcılar söyledi.
Sadece tek bir şey söylüyorum. Daha iyileri de olacak. Son olarak, ileride daha güzel organizasyonlara imza atacaklarına inandığım Umut Çevik ve etkinlikte emeği geçen herkese, gittiğim ilk hayran buluşmasını çok güzel bir anı haline getirdikleri için teşekkür ediyorum. Buradan tüm Doctor Who hayranlarına gelecekteki buluşmaları kaçırmamalarını ve bunun için de facebook.com/doctorwhotr adresine girerek Doctor Who Türkiye Grubu’nu takip etmelerini öneririm. *Whovian: Doctor Who hayranı kimse.
20
Aklıma İlk Gelenler Biraz da müzik dinleyelim dedim / Cenk Bonfil Her ne kadar müzikle yakından ilgilensem de sanatçı ve şarkı bilgimin eksik olduğunu düşünürüm hep. Bana kalırsa, hele enstrüman çalan biri için, her tür müzikten çok engin bir bilgim gerçekten yok ama ne kadar öğrenirsen öğren hep
eksiksindir bu kadar geniş bir konuda değil mi? Bir şarkı listesi hazırlayayım dedim. Listedeki şarkılar tür olarak ortaya karışık, çoğu bilinen sevilen şarkılar. Yine de bir kişi bile bilmediği bir şarkı dinlese mutlu olurum. Buyurun efendim:
21
melankolik bir havada. Benim tercihim ilkidir. İkisini de listede bulabilirsiniz.
1. Whitney Houston I Wanna Dance With Somebody: Öldüğünde içim acıyan, çoğu gibi vakitsiz gidenlerden Whitney. Böyle bir ses dünyaya pek ender gelir. 2. Amy Winehouse Tears Dry On Their On: Bu şarkının iki versiyonu var. Daha ritimli olan bu isimle geçiyor. Tears Dry (Original Version) olarak bulabileceğiniz ise daha yavaş, “27’ler Kulübü” üyesi Winehouse’un çoğu şarkısı gibi
3. Leonard Cohen Almost Like The Blues: Bu ara radyoda sık sık çalan bir parça ve kanımca “Leonard Cohen” isminin hakkını veriyor. Listeye eklediğim klipte sözler de var. Sözlere dikkat etmeniz, anlamanız tavsiye olunur. 4. ABBA Rock Me: Çok iyi bilinen bir grubun çok iyi bilinmeyen birçok şarkısından biri bu. Ben pek severim. 5. Frankie Valli & The Four Seasons The Night: “Beggin’”, “Can’t Take My Eyes Off Of You” gibi birçok ünlü, dilden dile dolaşan
22 6. Dirty Dancing Time Of My Life: Klasikleşmiş bir filmin filmden daha güzel, ünlü şarkısı. 7. Queen Under Pressure: Bu ara dilime dolandı, ben de listeye ekledim. Bir “Bohamian Rhapsody” ya da “Don’t Stop Me Now” kadar ünlü olmasa da çok iyi şarkı. Sözlerini de açıp okuyun, anlayın derim.
şarkı söyler bu grup ama her şarkısı da çok iyi bilinmez gibi geliyor bana. Grubun şarkıları arasında en sevdiklerimden biridir bu.
8. Fame: Filmin ünlü şarkısı... Irene Cara söylüyor. Zamanında “Fame”in amatör bir lise prodüksiyonunda oynadığım için yeri bende ayrıdır, aklıma da oradan gelmiştir muhtemelen. 9. Michael Jackson The Lady in My Life: Michael Jackson da sayılı dehalardandı. Bu şarkının hemen hemen yarısından sonrası arka vokal ve Michael Jackson’ın üstüne yaptığı doğaçlamalarla geçiyor. O kısımları özellikle beğenirim. 10.BoneyM The Rivers of Babylon: BoneyM’in tarzı bana nedense şu anki disko müziğinin başlangıcı gibi gelir ve keşke böyle kalsaymış diye geçiririm içimden. 11. Levent Yüksel Dedikodu: Biraz da yerli şarkılardan gidersek... Orhan Veli şiirini bestelemek, konuşurmuş gibi yazıldığından, kolay iş olmasa gerek. Şairin bu şiiri - çoğu şiiri gibi – samimi, matrak.
23
12.Mazhar Fuat Özkan Buselik Makamına: Türk müziğine damgasını vurmuş bir grup... Bence grubun en etkileyici yanları; şarkılarında çok ses kullanmaları, şarkı sözlerinin derinliği. Bu parçada da Leyla ile Mecnun’a gönderme yapıp tasavvuftan bahsediyorlar. “Leyla’yı geçme faslındayım, Mevla’yı bulma yollarında...” 13.Candan Erçetin Sessiz Gemi (Sans Toi Je Suis Seul): Candan Erçetin’in “Aranjman – Arrangements” adlı albümünden... Herkesin bilip sevdiği “Sessiz Gemi”
şarkısını sanatçı, hem Türkçe hem Fransızca sözlerle söylüyor. 14.Barış Manço Kara Sevda: Türk müziğinin en büyük isimlerinden desem herhalde abartmış olmam. Bu şarkıyı seçmemin nedeniyse bu aralar, bir arkadaşla çalmaya çalıştığımızdan, şarkının hep aklımda olması. Dinlemek isteyenler, şarkılara buradan ulaşabilir:
https://www.youtube.com/watch?v=eH3 giaIzONA&list=PLpxS1xmfq1WlEZxPCF gjHBTt8vLHiFzb-
e t e z r e v i n ü
Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)
zete