/94
e t e z r e v i n 端
zete
Sayı: 94 / 2014 Genel Yayın Yönetmenleri Demet Açıkgöz Yazı İşleri İrem Topçuoğlu, Cenk Bonfil Yazılar Duygu Taneri, Özde Karadağ, Özge Yılancı, Günce Kılıç, Simge Gürkan, Dilara Şenbilgin, Pelin Öksüz, Cenk Bonfil, Elif Tavkul, Mert Elidüzgün Ön Kapak: Mert Tanır Teşekkür Sarper Durmuş,
TANIK OLDUĞUM BİR TECAVÜZ
Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek
SESSİZ KALMAYIN!
KUŞLARA İYİ BAKIN
GAZETECİ NUH KÖKLÜ ÖLDÜRÜLDÜ
#SENDEANLAT
İNSANLIK ÜZERİNE
ŞİMDİ ACI, HÜZÜN VE MİDE BULANTISI…
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo
Facebook: http://goo.gl/jx7hxb
/ifbilgi
@ifbilgi
“KADIN DOĞULMAZ, KADIN ÖLÜNÜR”
#özgecaniçin
Gencecik yaşında kaybettiğimiz Özgecan Aslan’ın ailesine ve sevenlerine baş sağlığı diliyoruz... Işıklar içinde uyu Özgecan, Umarız son gününü hatırlamazsın...
4
Kadıköy’de arkadaşlarıyla kartopu oynarken camına kartopu isabet eden esnaf tarafından bıçaklanan Gazeteci Nuh Köklü hayatını kaybetti. Üniverzete ailesi olarak; Ailesine ve yakınlarına başsağlığı diliyoruz. İnsan hayatı bu kadar ucuz olmamalı, cam kırıldı ama en çok Nuh’un canı acıdı...
5
6
TANIK OLDUĞUM BİR TECAVÜZ / Oğuzhan Karakaş Özgecan Aslan’ın vahşice öldürülmesi sürecinde yaşananlar yavaş yavaş aydınlanıyor. Radikal’den İsmail Saymaz’ın haberine göre cinayeti itiraf eden Suphi A. olayın yaşandığı gecede tecavüz vakası gerçekleşmediğini söylüyor. Yolcu olarak yalnızca Özgecan Aslan’ın olduğu minibüsün normal seyir yolunda olması gerekirken farklı yola sapmasının nedeni ise açıklığa kavuşmuş değil. Şimdilik göründüğü kadarıyla yaşananların sebebi de bu “sapma”. Normal yolda gitmediğini anlayan Özgecan Aslan, şoförle tartışarak bir kavgaya girişiyor ve ölüme giden korkunç dakikalar başlıyor. Özgecan Aslan’ın vahşice katledilmesinden sonra Twitter’da “#sendeanlat” etiketiyle çok sayıda kadın yaşadığı taciz vakalarını yazdı. Sokakta -hele bir akşam
vaktinde- tek başına yürümek, toplu taşıma aracında bulunmak birçok kadın için kâbus. Elle, o da olmuyorsa gözle tacizi birçok kadın yaşıyor maalesef! Bu cinayet sonrasında internet mecralarında suçlu olarak alt kültür grupları gösterildi. Muhafazakar yaşam biçiminin bir yansıması olarak kadını toplumsal hayattan dışlayıcı tutumun, taciz/tecavüz vakalarında payı olduğu dile getirildi. Kadın ve erkeğin cinsel özgürlüklerini yaşayamadığı atmosferin bu tür alt kültür gruplarında taciz/tecavüz vakalarına zemin hazırladığı belirtildi. Minibüsçüler –trafikte yaşanan birtakım haklı gerekçelerin etkisiyle- birçok internet platformunda mahkûm edildiler. Minibüslerin kaldırılması talebi gündeme geldi.
7
Ben, aylar önce yaşadığım bir toplu tecavüz vakasını, hem de görece üst sınıftan kimselerin içinde olduğu bir tecavüz vakasını yazmak için bu metni kaleme alıyorum. Altı ay önceydi... 1 Eylül’ü 2’ye bağlayan bir gece yarısı. Facebook’tan telefonuma gelen bir arkadaş mesajıyla öğrendim. Gördüklerim karşısında büyük bir öfkeye kapıldım. Çok sayıda arkadaşım işin içindeydi. Herkes büyük bir şevkle fotoğraf paylaşıyor, üzerine yorumlar yapıyordu. Eldeki fotoğraflar kesmiyor, yeni fotoğrafların sızması bekleniyordu. Twitter’a girdiğimde yüzlerce erkeğin çıplak kadın fotoğrafları paylaştığını ve vahşi güdülerini tweet’lere döktüğünü gördüm. Evet, bildiğiniz gibi bu fotoğraflar başta Jennifer Lawrence, Kate Upton, Lea Michele gibi isimlerin olduğu Hollywood ünlülerine ve mankenlere aitti. Bu fotoğraflar söz konusu kişilerin iCloud hesaplarından birtakım anonim kişilerce illegal olarak ele geçirilmiş ve internete servis edilmişti. Dünyada internet kullanıcısı
olan, Hollywood sinemasını yakından takip edecek kadar orta/üst sınıf mensubu milyonlarca erkek, anonim tecavüzün merkezinde yer alıyordu. Bu görüntülerin ortaya çıktığı gece şu satırları yazdım: Bu gece birçok kadının mahrem görüntüleri internete servis edildi, ünlü oldukları için, üstelik Hollywood ünlüleriymiş, sanki öyle olunca her şey kabul edilebilirmiş gibi... Ünlü bir kadın olunca vajinan, göğüslerin, kalçaların kamu malı diye görülüyor çünkü. Ekşisözlük’te, Twitter’da, her yerde yazılanları yüzüm kızararak okudum. Yabancı sayfalara çok bakmadım, bizdeki durum neyse aşağı yukarı oralarda da aynı, erkekler aç kurt gibi görüntü ve video bekliyor... Kadın olmak hedef olmak, yem olmak, tüketilen bir ürün olmak çağımızda, maalesef. Arkada bıraktığı ve bırakacağı yaraları düşünen kim? Bir tane dahi erkek ünlünün mahrem görüntüsünün düşmemiş olması birçok şeyi açıklıyor aslında,
8
düşmeli demiyorum elbette. Bir insanın rızası olmadan özel görüntülerini tüm dünyaya servis etmek ne ile açıklanabilir? Sahte kimliklerle insanların en özel bilgilerine erişebilen İnternet zibidilerinin hiçbir ahlaki değerle ilgisi olmayacağını hesaba katabiliriz. Görüntüler internete düşer düşmez “haber”i hiç geciktirmeden veren Türkiye’nin en prestijli gazetesi Hürriyet için ne diyeceğiz? Tecavüzcüleri nefretle kınayan sokaktaki sıradan vatandaşın, eşimizin, dostumuzun görüntüleri zafer nidalarıyla takip etmesi...
Milyon dolarları olan o insanlar bu saat itibariyle büyük bir depresyona girmiş vaziyette, ya da kendileri dünyada en çok konuşulan isimler olduğu için memnunlar, “PR çalışması”dır, bilemem... Cinsimin tecavüze bu derece teşne olmasına canım çok sıkıldı yalnızca. Bu dünya çok güvensiz bir yer ve medeni zannettiğimiz insanlar ummadığımız derecede vahşi. Dünyadaki milyonlarca erkek, açıktan veya gizliden, tecavüz kültürünü içinde barındırıyor. Bu vahşilik aramızda dolanıyor.
9
10
Sessiz Kalmayın! / Duygu Taneri Evet duydular sesimizi, Çığlıklarımızı duydular. Yardım isteyişlerimizi, Haykırışlarımızı duydular. Sonra... Haberlerimiz çıktı her yerde, Acıyarak baktılar bize, Bazen suçladılar bizi, Bazen eleştirdiler. Peki sonu nasıl oldu? O vicdanlı, yardımsever toplumumuz için bize biçilen hak neydi? ‘Tecavüz edilen kadının ruh sağlığı bozulmamıştır’ diyerek cezayı hafifletme kararı... ‘Tecavüz sırasında kadın bağırmamıştır. Bu yüzden rıza göstermiş sayılır’ kararı... ‘Tecavüze yeltenildiği sırada kişi yakalandığı için suç tam anlamıyla işlenmemiştir’ kararı... ‘14 yaşındaki ilköğretim öğrencisine cinsel tacizde bulunan 23 kişinin serbest
bırakılması’ kararı... Bu kez kadına şiddetin, tecavüzün, cinayetin son kurbanı 20 yaşındaki üniversite öğrencisi Özgecan Aslan oldu. Nur içinde uyu Özgecan... Ben bunları yazarken, haberleri okurken utanç duyuyorum. Ama biliyorum ki yine hiçbir şey değişmeyecek. Yine yapılanlar unutulacak. Yine suçlular hak ettikleri cezayı almayacak. Ve bu kısır döngü geçmişte olduğu gibi devam edecek. Geçtiğimiz 7 yılda kadına yönelik şiddet yüzde bin 400 arttı. Her gün 5 kadın katledildi. 2014 yılının ilk 11 ayında 270 kadın katledildi. 2015 Ocak ayında 27 kadın öldürüldü, 7 kadına tecavüz edildi. ‘Bizim kültürümüz’ diye cümleler savuran cumhurbaşkanına sormak isterim, Bizim kültürümüzde erkek çocuğun kız çocuğundan üstün tutulmasının, yeni doğan erkek çocuğun tanıdıklara çıplak halde gösterilip bundan gurur duyulmasının nedeni nedir?
11
Bizim kültürümüzde erkeklerin ‘milli’ olmasından duyulan gururun nedeni nedir? Bizim kültürümüzde bakire olmayan bir kız için ağza alınmayacak şeyler söylemenin nedeni nedir? Bizim kültürümüzde erkeklerin istediğini yapması ve kız arkadaşlarının olmasının yanında kızların sokağa çıkmasını istemeyen zihniyetin, erkek arkadaşı olduğu için bir kızın şiddet görmesinin nedeni nedir? Bizim kültürümüzde kadınların mini etek veya şort giymesini, kırmızı ruj
sürmesini eleştirmenin nedeni nedir? Bizim kültürümüzde hamile olan kadınların sokağa çıkmalarını eleştirmenin nedeni nedir? Bizim kültürümüzde tecavüze uğrayan kadınların/kız çocuklarının hakkı nedir ve bunları yapanların serbest bırakılmasının nedeni nedir? Bizim kültürümüzde tüm bu olanlara karşı hala doğru düzgün çalışmalar yapılmamasının nedeni nedir? Bizim kültürümüzde seslerini duyurmak için toplanan insanlara karşı polisin gösterdiği şiddet ve insanları karalama kampanyasının oluşturulmasının nedeni nedir? Bizim kültürümüz sizin anlattığınız gibiyse bu yaşananların nedeni nedir? Doğu ve batı arasında sıkışmış bir ülkede, insanların giderek kutuplaştırıldığı bir ülkede, eğitim seviyesinin düşük olduğu bir ülkede, eğitim kurumunun ve diğer birçok kurumun bozuk olduğu bir ülkede, hayvanlara tecavüz edilen, hayvanların sadistçe öldürüldüğü bir ülkede, kadınların mesleklerinden dolayı ayıplandığı bir ülkede, kadına şiddetin her geçen gün arttığı, tecavüzün her geçen gün arttığı, cinayetin her geçen gün arttığı güzel ülkemde ne yazık ki insanlar çok kolay bir şekilde kullanılıyor ve susturulmaya çalışılıyor. Her canlıya yapılan şiddet suçtur! Sözlü taciz, fiziksel taciz, tecavüz, şiddet, cinayet! Sessiz kalmayın! Tepkisiz kalmayın! Unutmayın! Uyumayın, çabalayın!
12
Kuşlara iyi bakın “Sonra sözcüklerin kumda bıraktığı izlerin içine yerleştim...” Nilgün Marmara / Pelin Öksüz Özgecan ve tüm diğer gökyüzündeki kadınların anısına saygıyla... Daha önce Tezer’i yazmıştım. Anlayanlardan. Kadını anlayanlardan. Şimdi Nilgün... Nilgün , “Kuşlara iyi bakın.” diyerek kendini boşluğa bıraktığında 29 yaşındaydı. Bana kalırsa 80’li yıllarda yaşamanın da getirdiği ama hep olduğu gibi, başlı başına “yaşamanın” getirdiği bir ağırlıkla varoldu yirmi dokuz sene. Sebepleri o kadar hissedilir ve gözle görülür, bir o kadar da öyle ona ait ki söze dökünce onu incitecekmişim gibi hissediyorum. “Bu dünyayı başka bir hayatın bekleme salonu ya da vakit geçirme yeri olarak görüyordu.” demiş Cemal Süreya Nilgün’ün ardından. Bekleyebileceği kadar beklemiş olacak ki, “Ey iki adımlık yerküre, senin bütün
arka bahçelerini gördüm ben.” yazacak kadar beklemiş olacak ki o boşluğa bırakmış kendini. Sylvia’yı, Virginia’yı, Nilgün’ü unutmam hiç mümkün olmadı. Bu dünyadan sizin yüzünüzden, bizim yüzümüzden, bu dayatmalar yüzünden ve ince ruhlu güzel kadınları anlayamayacak kadar zalimliğimizden, körlüğümüzden, pisliğimizden, tutunamayanları daha da itişimizden, düzenlerimizden, sistemimizden, olmayan merhametimizden, toplum adına hepimizden utanıyorum. Geriye de Nilgün’ün şu satırlarından başka söyleyecek söz kalmıyor bana. “Çocukluğun kendini saf bir biçimde akışa bırakması ne güzeldi. Yiten bu işte!” Nilgün Marmara
13
Anıt Sayaç “ ‘Anıt Sayaç’, Türkiye’de kadına yönelik şiddetten ölen kadınların anısını yaşatmak için internet üzerinden kurulmuş bir anıt ve her gün güncellenen bir sayaçtır. Kadına yönelik şiddet olaylarında 2012 yılının Ocak ve Eylül ayları arasında 125 kadının hayatını kaybettiği açıklandı. Anıt Sayaç kadın cinayetlerinin artarak devam ettiği böyle bir ortamda farkındalık yaratmak ve bilinmeyen verileri açığa kavuşturmak için düşünüldü. Ölen kadınlarımızın isimleriyle anılacağı bu web sitesi, kadına karşı şiddet konusunda toplumun duyarlılığını geliştirme projesi olmanın ötesinde ölen kadınlara adanmış bir anıttır. Artış tehdidi tabiatında gizli bu sayaç, şiddetin sürekliliğinin de habercisidir. Kaygı veren bir artış, ağırlaşan bir birikim yanında, aciliyete davet eden bir geri sayım da var ‘Anıt Sayaç’ta. Sayaç attıkça umut eksilmekte; tane tane tükenmektedir.” http://anitsayac.com
14
Gazeteci Nuh Köklü Öldürüldü Üzerimize lapa lapa kan yağıyor! / Hazal Zeynep Altunal Gazeteci Nuh Köklü öldürüldü. Bu haberin 5N1K’sı, üzerinden insanlığa ve insan olmaya dair kanlı ve korkunç tümevarımlar yapılacak türden. Gazeteci Nuh Köklü; 17 Şubat Salı günü Kadıköy Yeldeğirmeni’nde, akşam 20:00 sularında arkadaşlarıyla kar topu oynarken, dükkanının camına kar topu isabet eden bir esnaf tarafından, bıçaklanarak öldürüldü. Nuh Köklü cinayeti, bir nefret cinayetidir. Nuh Köklü cinayeti, üzerinde yaşadığımız coğrafyada hayatta kalıyor oluşumuzun tamamen ve yalnızca tesadüflere dayandığının ispatıdır. Nuh Köklü cinayeti nefretin, camı kıran bile değil cama yalnızca isabet eden bir kar topunun bir cana mal olabileceğinin kanıtıdır. Tacizle, şiddetle, sopalarla başlayan ve “Esnaf
yeri geldiğinde askerdir, polistir” diye nefret yüklenen zihinlerin işlediği bu cinayet, bu ülkede tertemiz hayatların ne kadar kolay bitirilebileceğinin göstergesidir. Bu olay, işlediği cinayet sonrasında “Ben yarın çıkacağım, rahatım” diye bağırabilecek katillerin bu ülkede hukuku aslında ne kadar iyi tanıdığının en yakın örneğidir. Hepsinin dışında, nefretin yıkıcılığına karşı umutları söndüren asıl detaysa, bir gazeteci olay yeri esnafıyla röportaja gittiğinde “Çok iyi adamdı, ne zaman gelse gülümserdi” diye yorumların yapılacağından emin olmamızın sebebi bu topluma yerleşmiş zehirli ikiyüzlülüktür bence.
15
16
#SENDEANLAT “Sen de Anlat!” dendi ve tweet sayısı 950 bini geçti, burada bir yanlışlık olsa keşke... / Biz sadece Özgecan’dan daha şanslıydık... Ve ne yazık ki şans her zaman bizden yana değildi.. Bu başlık altında okuyacaklarınız her gün ofise gelip giden, birbirini gören Üniverzete yazarlarına/çalışanlarına ait... Utanç duymanız gereken ama yerinize bizim utandığımız olaylar... Lise sonda Taksim’de 2 arkadaşımla karşıdan karşıya geçmek için ışığın yanmasını beklerken popomu birden sıkan bir el ve donup kalmam. Metrobüste otururken yanımdaki erkeğin cinsel organına dokunarak bacağıma bacağını sürtmesi ve metrobüsten hemen inmem. Maça gitmek için metroda olduğum sırada arkamdaki kişinin popomu ve kalçamı ellemeye başlaması ve bir gencin görüp onu dışarı atması. Duygu Taneri / Üniverzete, Yazar “Erasmus programıyla gittiğim Helsinki’de tam 5 ay yaşadım. Sadece bir kere sözlü tacize uğradım. Bir Türk tarafından... “ Dilara Şenbilgin / Üniverzete, Yazar Dolmabahçe-Kabataş arasında yürürken 40 yaşlarında bir adamın defalarca sözlü tacizine uğrayıp, etraftaki insanların gözümün içine baka baka ben ağlarken ve bağırırken, yanımdan geçip yürümesi; bundan iki yıl önce nasıl bir yerde yaşadığımı baya sert bir şekilde bana
öğretmişti. Pelin Öksüz / Üniverzete,Yazar Antalya’dan İstanbul’a gelirken şortlarımı sırf korktuğum için yanıma alamamak. Yurdumla okulum arasında sadece 3 dk yürüme mesafesi olmasına rağmen her sabah ve her akşam birçok kez sözlü tacize ya da bakışlara maruz kalmak. Akşam geç saatte sokakta yürürken ya da taksideyken babamla konuşuyormuş taklidi yapmak. Yazdığım ikinci ve üçüncü tacizler ise her gün başıma geliyor! Simge Gürkan / Ünivezete, Yazar ve Fotoğrafçı Dolmuşta yanıma oturan, kucağında bebeği olan leş kargasının, uyuyakalmamı fırsat bilerek, çocuğunu umursamadan taciz etmesi... Dolmuşta üzerindeki takım elbiseden dolayı adam sandığımız haysiyetsizin bacağımda dolaşan pençesi... O kadar çoklar ki kaldırımda, dolmuşta, metrobüste... Ağlasan, bağırsan, isyan etsen, o kadar çoklar ki; ağzını kaparlar... Günce Kılıç / Üniverzete, Yazar
17
Dolmuşta dibime kadar giren ve fazla samimi olmaya çalışan adamla arama çanta koyduğum için kendisinden kilolarımla ilgili hakaret yemişliğim var.
Toplu taşıma araçlarındaki hangi “anımı” anlatsam seçemedim. Taciz edilmediğim bir yolculuk geçirmedim. Özge Yılancı / Üniverzete, Editor Yazar
Sokakta beklerken yanıma yanaşan arabaya “herhalde yol soracak” diyip safça yaklaşırken “gideceğiniz yere kadar bırakalım” cümlesini duyup, cevap vermeden hızlı adımlarla yerimi değiştirmeye çalışırken takip edilmişliğim de... Demet Açıkgöz / Üniverzete, Genel Yayın Yönetmeni
Kadın olmanın zorluğunu omuzlarımda hissetmeye başladığım 15-16 yaşlarıma geri döndüğümde ne kadar korku dolu ve çaresiz kaldığım anlarım oldu benimde tüm kadınlarımız gibi. Hangisinden başlamalıyım?
10 yaşındaydım. Arkadaşlarımla dışarıda oyun oynuyordum. Postacı bir şey sorarak apartmanın içine çağırdı. Hangi dairede kimi bulabileceği gibi “anlamsız” sorular sorarken bir yandan beni “okşamaya” çalışıyordu. Okuldan eve yürüyordum. Karşıdan gelen adam elinde gazete taşıyordu. Tam önümden geçerken gazeteyle kapattığı bölgeyi görüşüme açtı. Koşarak eve kaçtım.
17-18 yaşlarındayken yoldan çevirdiğim bir taksiye tek başıma bindim. Sarıyer orman yolundan eve gitmek üzere yola koyuldum. Takside geçirdiğim süre içinde, şoför beyefendinin taksinin dikiş aynasından bana gönderdiği sapık ruhlu bakışları ve sözlü tacizleri o kadar büyük bir korkuya kapılmama sebep oldu ki, telefonum çalmış gibi yapıp, bütün yol babam polismiş ve beni evin önünde bekliyormuş gibi davranmak zorunda kaldım. O gün o orman yolunda giderken kafamda yazdığım senaryoları ve yaşadığım korkuyu asla unutamam.. Buse Kayacan / Üniverzete, Yazar
18
İnsanlık Üzerine Özgecan’a, diğer hepsine... / Cenk Bonfil Bundan iki sene önce, bir tiyatro oyununa gitmiştim. Adı “Mi Minör”dü. Şu ana kadar izlediğim oyunlar arasında beni en çok etkileyenlerden olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Öyle ki oyuna iki kere gittim. Sekiz kere gidenler olduğunu da duydum. Oyun hakkında konuşacak, tartışacak çok şey var ama burası bunun yeri değil. Konuşacak daha önemli konular var ne yazık ki. Oyun, Pinima denen bir ülkede geçiyor. Oyunda Başkan var; onun polisleri, kanallarda onun koyduğu kuralları tartışan ama eleştirmeyen uzmanlar var. Bir de Piyanist var. Bir sokak piyanisti... Başkan’ı sorgulama cesareti gösteren, kanunlarına boyun eğmeyen sayılı kişilerden biri. Oyunun başında, Piyanist piyanosunu çalarken Pinima polisleri geliyor ve onu “Sen utanmıyor musun tanımadığın adamları çalmaya!” diyerek susturuyor, bundan böyle piyanonun ince seslerini ve “mi” notasını çalmanın
yasak olduğunu söylüyorlar. Sustururken dediklerinde, bir eğrilik göze çarpıyor zaten. “Mi” sesi ise isyanı ve kadın sesini temsil ediyor. Daha sonra gelen kurallar ise şöyle: Kadınlar kendi aralarında, erkekler kendi aralarında eşit. Böylece ayrımcılık sorunu ortadan kaldırıldı diyor Başkan. Kadınların otobüste çikolata ve yalayarak dondurma yemesi yasaklanıyor. Kadınlar için içmelik, sıcak dondurmalar üretiliyor. Yolda yürürken yere tükürmeleri ve hapşırmaları da yasak. Oyunun sonuna doğru gelen, dananın kuyruğunun koptuğu olay da şu: Başkan televizyona çıkıyor, Pinima’da aile ve özellikle de anne kavramının kutsal olduğundan bahsediyor. Bu nedenle de ailelerin devamlılığı için kadınların kürtaj yapması ve bebek düşürmeleri yasaklanıyor. Bu kural, gelecekte anne olacak genç kızlar için de geçerli oluyor. Ayrıca, kocasının ‘kabahati’ yüzünden anne olamayan kadınlar devlet dairelerine gidip Başkan’dan randevu alabiliyorlar.
19
Böylece Başkan, ülkesinin kadınlarının anne olmasına kendisi yardımcı oluyor. Ülkesine gerçek bir baba olmak istediğini söylüyor. Evet, mide kaldırıcı değil mi? “Bu nasıl saçmalık ya!” değil mi? Geçtiğimiz günlerde yaşanan olaylara bakınca kim gerçek olmadıklarını söyleyebilir? Dolmuşla eve gidememenin, yalayarak dondurma yemenin yasak olmasından daha mantıklı olan bir tarafını bulabilecek biri var mı? Erkeklerin ve kadınların sadece kendi aralarında eşit oldukları - tıpkı bazı etnik, dini grupların, mezheplerin diğerlerinden daha eşit olması gibi – defalarca kanıtlanmadı mı? Özgecan’ın başına gelenler ne yazık ki ilk değil. Umarım son olur demek geliyor içimden. Ve evet, biliyorum. Son olması aslında o kadar da kolay değil. Bunun için yapılması gereken nedir, onun cevabını vermek de zor. Yine de denemek istiyorum. Öncelikle şunu idrak etmeliyiz ki bu mesele kadın – erkek meselesi değil, insanlık meselesidir. Tıpkı diğer bütün ayrımcı düşünceler ve eylemler gibi. Irkların, dinlerin, milletlerin ayrımından söz edemiyorsak kadın – erkek ayrımından da söz edemeyiz. Böyle acı bir olaya da kadın olarak, erkek olarak değil; insan olarak tepki göstermeliyiz. Tepki göstermekten kastım ‘sadece’ sokaklara dökülüp
tecavüzcüyü kınamak, slogan atmak değil. Hayatımızın her anında tepkimizi gösterebilmeliyiz. Ağzımızdan çıkan kelimelere dikkat etmekten tutun, tecavüzcülere verilmesini istediğimiz cezalara kadar. Ve hatırlamalıyız. Özgecan’ı; katliamlarda, savaşlarda, terör saldırılarında, soykırımlarda ölen diğer herkesi. Ve anlatmalıyız. Bu insanların hissettiklerini anlamaya çalışmalı, diğerlerine de anlatmalıyız. Başından böyle bir olay geçip kurtulanlar da kendi hikayelerini anlatmalı. Böylece hem hatırlarız hem de korkmayız. O yüzden #sendeanlat Mi Minör’le başladım, Mi Minör’de Piyanist’i oynamış Pınar Öğün’ün, onunla iki sene önce oyuna gittiğimde yaptığım görüşmede söyledikleriyle bitireyim: “.....Yani ben yeni bir ideolojiye inanmıyorum çünkü analog dünya düzenini oluşturan ataerkil sistemin artık çalışmadığını ve erkek-egemen sistemin bir şekilde çökmeye başladığını, kadınların bedenleri yok olduğu için erkeklerin bedenlerinin de yok olduğunu düşünüyorum. O yüzden de bizim barış içinde yaşayabilmemiz için öncelike iki cinsin birbiriyle barışması gerektiğini düşünüyorum. Bu eşitliği de feminizm olarak değil, eşitlikten de öte varoluşsal bir denklik olarak görüyorum. Yani kadın kendi bedeninin erkekten ne kadar farklı, erkek de kadından ne kadar farklı olduğunu görür ve aslında iki tamamlayıcı faktör olduklarının farkına varırlarsa daha barışçıl bir dünya meydana geleceğini düşünüyorum.”
20
21
Şimdi acı, hüzün ve mide bulantısı… / Demet Açıkgöz Bu dergi her hafta o kadar kolay çıkmıyor, hiçbir acıyı kolay atlatmıyoruz, atlatamıyoruz… Şimdi Özgecan’dan sonra geriye kalanlar ise ağlamaktan şişen gözler, yetersiz kelimeler, daimi olacak mutsuzluk ve mide bulantısı… “Kadın olmak zor!” demeyeceğim… Kimilerine insan olmak daha zor, kadın olmak acı verici. Aşağılayıcı bakışların arasından geçmek, değer görmemek. İşimizin dört duvar arasında ve bir yatağın üstünde, bir adamın altında olduğuna inandırılmak. Yerimizin ev olduğunu düşündürmek, düşünmek,
bazen “acaba” demek… Kadın olmak zor değil de, insan olmak hiç bu kadar zor olmamıştı. Öyle ki; insan olduğunu düşünen sen, tabi ki otobüste cinsel organını koluma yahut kalçama dayayabilirsin, tabi ki yoldan geçerken arkamdan laf atabilir, hatta çok istersen gelip elleyebilirsin. Dolmuşta iki dakikalık uyuyuşumdan faydalanıp ellerini bacaklarımda gezdirebilirsin. Beni evime kadar takip edip, elimi ayağımı titretebilir, yalnız yaşadığım için kapı zilime adımı yazdırmayabilirsin… Dış görünüşümden dolayı
22 sana evet demem gerekirken, “hayır!” dedim diye bana hakaretler edebilirsin... Çünkü bu tam olarak benim sana yanlış sinyaller vermemden kaynaklanıyor… Her şeyin suçlusu benim, benim davranışlarım, otobüse binmem, bazen açık bazen de kapalı giyinmem, gecenin bir yarısı arkadaşlarımla eğlenebileceğimi düşünmem, eve yalnız dönmem, o karanlık sokaklardan bilmiyormuş gibi yalnız geçmem. Olur da bunlardan daha ileri gitmek istersen; bana sormadan bedenime sahip olabilirsin, hatta üzerine beni öldürebilirsin çünkü seni sinirlendirmiş olabilirim, korkumdan bağırmış, boş anıma gelmiş sana vurmuş olabilirim. Sen en iyisi beni öldür, sen en iyisi bildiğini yap, çünkü sen; aslansın! Kaplansın! Ananın babanın biricik oğlusun, en önemlisi sen erkeksin, sen yine insanlığı teğet geç ki ben öleyim… Çünkü ben bunu hak ettim. Yani kesin hak etmişimdir…Bu içimi döktüğüm satırlardan sonra yaşadığımız acı verici olayın ekranlardaki, sokaklardaki
yansımalarına göz atalım… Filli Boya, Simsiyah! Önce Filli Boya’nın merkez binasını komple siyahlar içinde gördük. Ardından reklam kuşakları satın alarak renklerini bir kenara bırakıp ekranları #Özgecaniçin hashtag’i ile siyaha boyadı… Bu davranış için kendilerini tebrik edenler olduğu gibi, bunun gerçek bir reklam olduğunu unutmamamızı isteyen insanlar da oldu… İçsel duygularını bilemeyiz ama bir markanın reklam kuşaklarını satın alıp yaptığı bu davranışı televizyon kanallarının kendi bünyelerinde başaramayışını görmezden gelmemek lazım… Bunun yanında Filli Boya’nın uzunca bir süre konuşulacağı şimdiden belli oldu. Minibüs ve Taksiler… Öyle güzel insanlar var ki, bu yaşanan olaydan sonra kendilerine kötü kötü bakılmasını, araçlarında tedirgin olunmasını istemiyor ve rengini belli ediyor… Türkiye’nin birçok yerinde Minibüsçü, Taksici abilerimiz kendilerinin kadından yana olduklarını belirtti… Bunu yapmalarına ihtiyaç olmasaydı keşke, keşke böyle insanlık dışı varlıklar onları da bir genellemenin içine sokmasalardı… Bu güzel insanları kalplerinden öpüyoruz… “Etek giy Taksim’e Gel!” Bu yaşanan acıdan sonra “mini etek giyip gezmesinler” diyen bazı geri kafalı, akılsız ve aklının başka organlarıyla yer değiştirdiğini düşündüğümüz erkeklere inat gerçek erkeklerimiz etek giyip sokağa çıkma eylemi yapmaya karar verdiler. Tahrikse tahrik diyenler sizi yürüyüşe çağırıyorlar… Alican Yücesoy da
23
eyleme katılacağını açıklamış. 21 Şubat, Cumartesi günü Taksim! #sendeanlat Bu hafta dergimiz çalışanlarıyla bizim de dahil olduğumuz Twitter üzerinde başlayan hashtag ile birçok kadın ve erkek uğradıkları tacizleri anlatarak, artık utanması gerekenin kendilerinin olmadığına karar verdi… Ki zaten utanması gereken de bizler değildik… https://twitter.com/anlatsen Nihat Doğan ve dibi görüşü Kadın tacizleriyle alakalı anlamsızca attığı tweetlerin ardından, Acun Medya ile olan ilişkisinin kesilmesi, Galatasaray’la olan ilişkisinin kesilmesi, Change.org’da kendisine suç duyurusunda bulunulması için açılmış imza kampanyası ve insanlıkla olan bağlarının kopması sonucu kendisi dayanamayıp yeni bir açıklama daha yapmış… Aman çok önemli! https://www.change.org/p/ istanbul-cumhuriyet-başsavcılığı-na-nihat-doğan-hakkında-suç-duyurusunda-bulunarak-nihat-doğan-ın-cezalandırılmasını-ve-adaletin-hakkı-bulmasını-talep-ederiz?recruiter=42198756&utm_source=share_petition&utm_medium=facebook&utm_
campaign=share_facebook_responsive&utm_term=des-lg-share_petition-custom_msg&fb_ref=Default Kocam öğrencilerini taciz ediyor, durdurun! Tüm bu yaşananların ardından Fatma Ayça Gezen eşinin ki kendisi Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Mehmet Rıza Gezen’dir, öğrencilerini taciz ettiğini ve kendisinin de tehlikede olduğunu belirtti… Yardım istedi... http://www.cumhuriyet.com.tr/video/ video/216377/_Kocam_ogrencilerini_ taciz_ediyor_durdurun_.html Son olarak Ecobella Home’un seneler öncesinin reklamı, inanın marka halen var mı, yok mu bilmiyorum. Sadece bir soru soruyor size; “Hayatınızda bir gün bile kadın olmanın ne demek olduğunu düşündünüz mü?” diye… Düşünmediyseniz eğer, lütfen buyrun sizi önden alalım… Boğazıma oturan düğümler size eşlik edecek. https://www.facebook.com/video. php?v=10155231371755531&set=vb.174855305530&type=2&theater
24
“Kadın doğulmaz, Kadın ölünür” “... haberleri okumamak için olabildiğince direniyorum!” / Özde Karadağ Cinsiyet kavramı ile ilgili çok sorun var; daha ne kadar kötü olabilir derken ‘insan olmak’la ilgili sorunlar çıkıyor karşımıza. Bu ülkede o kadar çok acı yaşandı ki ben artık bakamıyorum. Özgecan cinayeti ile ilgili önüme çıkan onca haberi okumamak için olabildiğince direniyorum. Ben bu ülkede delirmekten korkuyorum. Bu ülkede aklıselim kalmak için illa ki üç maymunu oynamak, olanlara susmak, cahilliğe ve haksızlığa alışmayı kabul etmek mi gerekiyor? Bu ülkede yaşayabilmek için cahil olmayı mı öğrenmek gerekiyor? İlla her gün yenisini gördüğümüz bu canavarların komik cezalar alışını izlemekten kaçınmak mı gerekiyor? Hegemonik iktidar altında düşünmeyi es geçen bunca
kişiye insan olduğunu hatırlatabilmek keşke sadece bir ütopya olmasa. Ne çok kadında ne çok taciz hikayesi vardır. Bu ülkenin kadınlarına gerçekten yazık ediyorlar. Ama inanın bu ülkede insan olmayı becerebilmiş, kadınları sevebilmiş erkeklere de çok yazık ediliyor. Kadınların kendileri için korktukları kadar onlar da kadınları için korku yaşıyorlar. Simone de Beauvoir’nın da anlattığı gibi: Yetiştirilme biçimi kadını koşullandırır ama kadın bu tuzağı bozabilir ve bozmalıdır. Mutlu olurken suçluluk duymayacağımız bir dünya düzeni dileğiyle.
25
üniverzete
#özgecaniçin