/96
e t e z r e v i n 端
zete
Sayı: 96 / 2015 Genel Yayın Yönetmenleri Demet Açıkgöz Yazı İşleri İrem Topçuoğlu Cenk Bonfil
SERÇE SARAYI KAPILARINI AÇIYOR
Yazılar Alp Tunçer, Doğa Çöl, Bengisu Kepsutlu, Duygu Taneri, Mert Ofluoğlu, Efe Demiralp, Cenk Bonfil Arka Kapak: Demet Açıkgöz Teşekkür Sarper Durmuş,
ROMEO VE GIULIETTA: AŞKLA DEĞİŞİR DÜNYA
BU SEFER DAHA FARKLI ŞEYLER
BU HAFTA TİYATRODA NE VAR?
KÖPRÜDEN ÖNCE SON ÇIKIŞ
AMERİKAN GÜREŞİ OYUN TARİHİ - 1
HAYVAN KATLİAMINA DUR DE!
Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo
Facebook: http://goo.gl/jx7hxb
/ifbilgi
@ifbilgi
/
v i 端n
e t e z er
4
Serçe Sarayı Kapılarını Açıyor Yeni dizi bu perşembe akşamı başlıyor! / Mert Ofluoğlu
Umutsuz Ev Kadınları’ndaki sakar terzi Yasemin rolü ile hepimizin gönlünü fetheden Songül Öden’in yeni dizisi Serçe Sarayı bu akşam Star’da başlıyor! Songül Öden de tahmin etmiş olduğunuz üzere Serçe’yi canlandırıyor. Sırf bu yüzden dizinin adının Serçe Sarayı olması biraz zorlama gibi. Ayrıca isim benzerliğinden ötürü akıllara Sırça Köşk öyküsünü getiriyor. DİZİDE JÖN KITLIĞI YAŞANIYOR Dizinin jönlerine itiraz edilebilir: Mert Fırat ve Alican Yücesoy. Hayır, yeteneklerine diyecek sözümüz yok. Ama biz bu
ikiliyi daha geçtiğimiz sezon İntikam dizisinde Beren Saat’in etrafındaki erkekler olarak izlememiş miydik? Yani niçin yine aynı ikiliyi bir kadının etrafına koyuyorsunuz? Yeni isim arayışına gidilmemiş, tembellik yapılmış, halihazırda bir arada olan iki isim kullanılmış. Bu çok çok çok yanlış bir hareket ve daha dizi başlamadan eksi puan. DRAM 10 KOMEDİ 0 Diziyi 1-0 öne geçiren bir şey de var tabii: Dram olması. Biz dramları seviyoruz. Biz, gözyaşı ve entrika için Yalan Dünya’yı bırakıp Medcezir’e, Ulan
5
İstanbul’u bırakıp Paramparça’ya geçişyapmış bir seyirciyiz. Serçe Sarayı’nın dram olması ve şu sezonun en çok izlenen kanalı Star’da başlayacak olması onu öne geçiriyor. Dizinin konusu ise şöyle: Serçe, eşi Ramazan’ı trafik kazasında kaybettikten sonra çıkan taliplerin hiçbirini kabul etmez, kendini çocuklarına adar. Bir gün, tüm evlilik hayatı boyunca büyük bir yalanla yaşadığını öğrenir. Ramazan onu aldatmıştır. Evlilikleri boyunca bir başka kadınla birliktedir. Üstelik o kadından bir de erkek çocuğu vardır.
Serçe bunları yaşarken gençlik aşkı Kadir’in de yaşadıkları mahalleye geri dönmesiyle işler karışacaktır. Uzun lafın kısası, Songül Öden’i sabırsızlıkla bekliyoruz. Ve umuyoruz ki, dizi şöyle iddialı bir çıkış yapar da reyting savaşlarının kurbanı olmaz...Yani, Paramparça gibi bir anda reyting zirvesinin üstüne oturur mu oturmaz mı bilinmez, ama Kurtlar Vadisi ve Kocamın Ailesi’ne alternatif olacağı kesin. TV8’in yeni dizisi Maral’ın da perşembe akşamları ekrana geleceğini, sizin anlayacağınız işlerin iyice karışacağını da not düşelim.
6
7
Romeo ve GIulIetta: Aşkla değişir dünya 13 tır, 45 sanatçı, 270 kostüm ve 1 müzikal. Işıklar söner, sahne perdeleri açılır ve... Verona’ya hoş geldiniz! / Bengisu Kepsutlu Yüzyılların en popüler aşk hikayesi. Defalarca yazılmış, defalarca çizilmiş, farklı farklı uyarlanmış. Yediden yetmişe hepimizin bildiği, kitabını okumasa da filmlerinden birini seyrettiği Romeo’nun ve Juliet’in trajedisi. Bu sefer müzikale bürünmüş haliyle Zorlu Center PSM’de çıktı karşımıza. İlk defa 2001’de sahnelenen müzikal “Romeo e Giulietta, Ama e cambia il mondo”, orijinalinde fransızca. Müziklerini Gérard Presgurvic’in bestelediği ve bu ay İstanbul seyircisinin beğenisine sunulan İtalyanca versiyonu Vincenzo Incenzo tarafından çevirilmiş. Çılgın yapımcı David Zard ise pek bir iddialı: Shakespeare’in tam 420 yıl önceki hayalini bugünün imkanlarıyla gerçekleştirdiğine inanıyor. Aşkın dünyayı değiştireceği inancını kaybettiğimiz modern hayatta filmden baleye, operadan televizyon dizisine uyarlanmış, sakız misali çiğne çiğne bitmeyen bir masala dönüşmüş Shakespeare’in bir zamanlar yarattığı başyapıt. Açıkçası, insanların neden bir
8
türlü bıkmadığını anlayamadığım, üzerine konacak bir şey kalmadığını ve öz anlamını yitirdiğini düşündüğüm bir eserdi Romeo ve Juliet. Ama bütün ön yargılarınızı bir kenara bırakın, arkanızı yaslanın ve şovun keyfini çıkarın. “Her şeyi gördüm diyen, en çok gezen, okuyan ve hiçbir şeye şaşırmayan sen...
önüne seriliyor. Üstüne üstlük ses ve müzik dışında video mapping sayesinde dekorların da duyguları olduğu bir sahne söz konusu burada. Bir de işin içine dansları kattığınızda, bir bakmışsınız siz de dahil olmuşsunuz Romeo ve Juliet’in asırlık aşkına. Aşk dünyayı değiştirebilir mi bilmiyorum.
Verona’ya hoş geldin!” diye başlıyor müzikalin ilk parçası Verona. Son teknoloji sahne ve popa yakın müzikler Shakespeare zamanın karanlık ruhuyla çelişki içinde olsa da, seyircinin kendini hikayeye vermemesi elde değil. Ritmik ses efektleriyle karakterlerin nefes alıp verişinden kalp atışlarına kadar aşk, tutku, korku, nefret gibi bütün duyguları gözler
Shakespeare bu müzikali görse ne derdi? Onu da bilemem. Bildiğim tek şey, “Romeo e Giulietta, Ama e cambia il mondo” bittiğinde ayakta alkışladığım ve salondaki herkes ile beraber tek bir ağızdan “Bravo!” diye bağırdığım.
9
10
Bu Sefer daHa farKlı şeyler Bakalım siz ne diyeceksiniz? / Cenk Bonfil Bu yazıda daha deneysel bir şey yaptım. Şöyle ki: Yeni bir ders almaya başladım: Şarkı Yazımı. Dersin ilk haftasında “Obje Yazımı” diye bir çalışma yaptık. Fazla düşünmeden herhangi bir obje seçip, kısıtlı bir sürede o objeden yola çıkarak aklına gelenleri yazıyorsun. Tek kural, yazının içinde yedi duyuyla ilgili (görme,
duyma, tatma, koklama, dokunma, organik, kinestetik) bir şeyler olması. Şiirsellik, uyak vs. yok. Serbest çağrışım kullanılıyor. Bu çalışmayı, bir hafta boyunca her gün bir kere yaptım. İlginç sonuçlar çıktı ortaya. Ben de paylaşmak istedim. “Bu ne ya?” da denilebilir, ilgi çekici de bulunabilir. Ben aklıma ne geldiyse yazdım. Yola çıktığım objeleri de başına yazıyorum. Buyurun: Pencere: “Masanın yanında pencere var. Pencerenin dışı da dünya. Severim dünyaya bakıp derin derin nefes almayı bazen. Martı sesini duyuyorum mesela şu an. Çok güzel değil mi? Uzun zamandır ağaç yerine moloz kokusu alıyorum ama. Çünkü sokak inşaattan geçilmiyor. Toz o kadar çok ki ağzıma giriyor, yutuyorum. Daha da kötüsü o evlerde yaşayacak sıcak aileleri değil, paranın tadını alıyorum.” Kağıt: “Kağıt önemli şey! Şu an bile yazdığım şey kağıt mesela. Kağıdın farklı çeşitleri var. Yani saman kağıdını sırf
11
koklamak için bile alırsın. Kitabın sayfalarını karıştırırken o hışırtı yok mu! Okurken kitabı kalbinin çarpması ya da... Hani o çevreni unuttuğun zamanlar... Sesli okurken karakterin yaşadığını dilinde hissettiğin kitaplar...” Taş: “Masamda bir taş var. Şu radyasyonu emdiğine inandıklarından. Adını bile hatırlamıyorum. Yine de gerçek olmasını isterdim. Hani şu stresi alır falan dediklerinin. Çok iyi doğrusu! Heyecan, stres, çarpıntıya son! Ne bileyim işte, ne derler kaygısına falan son! Elini sürüyorsun, kokusu yoktur muhtemelen de masaya tıklatıyorsun falan, bitiyor. Bir anda çevredekileri duymaz oluyorsun. Yemeğin tadı da daha güzel geliyor.” Maske: “Maskeden ne anlamlar çıkar değil mi? Benim bir V maskem var, onu da Haziran 2013’ten hatıra diye saklıyorum. Başka hiç maskem yok. Sokağa kendi yüzümle çıkmayı tercih ederim. Yüzüme dokunacak olsa biri, tanır beni. Tabii parfümü maskeden saymazsanız. Adımlarımı ritmik atarım. Maske takmadığımdan, sigara kokusuna burnumu kaparım. Ağız tadım da aynen beni anlatır. Anlayacağınız maskelerle, bazıları kadar işim yok.” Kamera: “Kameranın iki ucu var. Cambaz ipi gibi düşünebilirsiniz. İki tarafta durmak da kolay iş değil çünkü. Bir taraftaki kameranın düğmelerine dokunurken
diğeri kilometrelerce uzaktaki seyircilere dokunmaya çalışır. Seyirci, bunu becerebilen birinin gördüğünü görür, duyduğunu duyar. Bunu yapmak kolay iş değildir tabii. Sahne tozunun kokusunun üstüne sinmiş olması gerekir. Dünyada tatmadık şey bırakmamış olman gerekir. Cambaz ipine her çıktığında kalbinin delice çarpması gerekir. Sonra alkışlar, perdeee...” El: “El falına inanmam. Eller geleceği değil, geçmişi gösterir aslında. Genç bir elde nabzın attığını hissedersin. O elin görecekleri daha çok... Buruş buruş, çizgi dolu bir elin hayat çizgisi dedikleri çizgisi ancak ne kadar dolu bir hayat geçirdiğini anlatabilir. Eli öpüp alnına koyduğunda, onlarca senenin tadını alırsın. Mis kokulu bir el hayatının baharında olsa gerekir. Çarpıp dökmeli, elini nereye koyacağını bilememeli o el. Ancak çarptığı eşyaların kırıldığını duyup daha iyisini yapabilir.”
12
Bu Hafta Tiyatroda Ne Var?
/ Alp Tunçer Karanlığın ötesinden gelen sesler Ariel Dorfman’ın Karanlığın Ötesinden Gelen Sesler adlı oyunundan sahneye uyarlanan Sesler, Gana’dan Hindistan’a Afrika’dan Türkiye’ye kadar dünyadaki insan hakları suçlarına maruz kalmış ve mücadeleye devam eden insanların gerçek hikayelerini seyirciyle buluşturuyor. Oyunun kurgu ve montajını belge ve görüntülerle zenginleştirerek bu belgesel niteliğinde oyunu sergileyen Mekân Artı, suçun ve insan hakkı ihlalinin sıradanlaştığı dünyada mücadeleye devam eden insanların ortak endişesini anlatıyor. Tiyatro Artı, insan hakları mücadelecilerinin hayatına, karanlığın ötesinde olanlara ışık tutuyor. Cesaret tek bir sesle başlar, biz yapmamız gereken şeyi yaptık. Asıl önemli olan, bundan sonra yapacaklarımız diyerek. Yazan: Ariel Dorfman Çeviren: Sanem Öge Kurgu-Yönetim: Ufuk Tan Altunkaya Oyuncular: Melis Avçil, Murat Baykan Süre: 60 dk.
13
14
15
Köprüden Önce Son Çıkış Köprüden Önce Son Çıkış İnsan Kaynakları Zirvesi, sadece BİLGİ öğrencilerine özel olarak İstanbul Bilgi Üniversitesi Mezunlar Derneği Bilgim desteği ile, BİLGİ’li Girişimciler, BİLGİ’li Liderler Kulübü, Pantheon Kulübü ve BİLGİ Hukuk Fakültesi Öğrenci Temsilciliği tarafından düzenlenecektir. Zirve’de BİLGİ öğrencileri Zirve’de aynı zamanda Türkiye’de ve dünyada büyük ses getirmiş, tamamı BİLGİ mezunlarından oluşan girişimciler deneyimlerini paylaşacak. Program detayları en kısa zamanda facebook.com/ BilgiSonCikis ve twitter.com/BilgiSonCikis ’ta ! Kayıt için: http://koprudenoncesoncikis.bilgim.org.tr
16
Amerikan Güreşi Oyunları Tarihi - 1 WWE oyun serisinden önce çıkan güreş oyunlarının 1980’li yıllarda başlayan bir geçmişi var, bu yazı o oyunlardan bazılarına değiniyor / Efe Demiralp World Wrestling Entertainment, yani WWE, Amerika’da faaliyet gösteren özel eğlence şirketidir. NBA, NFL, beyzbol gibi bir ünlü spor dalı daha vardır. WWE ününü profesyonel güreş şovlarıyla Amerika’nın popüler sporu olmuştur. Japonya’da Tag Team Wrestling olarak çıkan oyun Amerika’da Big Bang Pro Wrestlingolarak piyasaya 1983 yılında çıktı. Geliştiren şirket ise Technos Japan’dir. Atarilere çıkan oyun Arcade, Commodore, Famicom ve NES platformlarında en fazla 2 oyuncuyla oynanıyor. İyilerin siyah-turuncu saçları ve kahverengi botları vardır. Kötüler ise
kiloludurlar, maskeli tayt ve beyaz botları vardır. Oyunda 4 güreşçi vardır. Oyunun amacı ise 10 defa kazandıktan sonra kemeri kazanmanızdır. Japonya’da ise bu oyun Tag Team Pro Wrestling adı altında çıkıyor. Amerika’da hangi adla çıkıyorsa Asya ülkelerinde farklı adlarda çıkıyor. Ancak oyun Japonya için biraz daha geliştirilmişti. Her iki oyun da puan sistemine dayalıydı. “Ne kadar çok vurursan o kadar puan alırsın” mantığındaydı. Yeni turnuvalar eklenmişti. Sega 1 yıl sonra APPOOOH oyunu ile Amerikalıların güreş oyununa yani Big Bang Pro Wrestling oyununa atıfta bulunuyordu. Maç kazandıktan sonra çıkan “A winner is you” yazısı ile Amerikaların dilini yani İngilizce gramerini
17 oluyor. Hakemin içinde bulunduğu ilk oyunlardan bir tanesidir. Hatta ilgi çeken bir diğer taraf ise kameramanın ilk defa oyunun içinde olmasıdır ki bu özellik yeni oyunlarda bile yok. Karakterleri ise Star Man, King Slender, Kin Con Karn ve 4 farklı isim daha. Karakterlerin gerçekle bağlantısı yok. Hepsinin özel bitirici hareketi var. Body Slam oyunu ise en çok ilgimi çeken oyunlardan bir tanesi. Sega tarafından çıkartıldı oyun. değiştiriyorlardı. Hala ad lisansı almakta zorlandıkları için o zamanların güreşçilerinin adlarını değiştirdiler. Hulk Hogan’ı H.Hogen yaparak, Andre The Giant’ı, A Giants yaparak. Bu iki büyük ismi ve birçoğunu farklı yaptılar ancak o zamanki grafiklerine şimdi bakarak da anlayabiliyorsunuz kimin kim olduğunu. Mat Mania, 1985 yılında Taito tarafından geliştirilen güreş oyunudur. Big Bang oyunundaki gibi Japonya’da farklı adla çıkar oyun: Taito Wrestling Assosication. Arcade platformunda yer aldı. 2 kişi oynanabilir. Oyunun satılma stratejisi ise taraftarların arasında Superman, Batman, Robin, The Jackson’s Five, John Travolta ve Star Wars’tan Darth Vader yer alır. 6 tane güreşçi vardır: The Player, Insane Warrior, Karate Fighter, Coco Savage, The Pirane ve Golden Hulk. Bu zamanda böyle isimleri görmek gerçekten komik geliyor. Yakın zamanda da PES oyunlarında da böyle bir durumla karşılaşmıştık. Lisansını alamaması doğal bir durum ancak hala farklı geliyor. 1986 yılında çıkan bir diğer güreş oyunu ise Pro Wrestling. Nintendo çıkarıp geliştiren
Farklılığı ise o zaman kadın güreşçiler ön planda değildi. Ancak radikal bir karar alıp kadın güreşi oyunu çıkardılar. O zamanın grafik şartları dolayısıyla da pek erkek-kadın güreşçiler farkı olmuyordu. Kadınları da erkek gibi gösterme vardı. Oyun Japonya’da bir artı özelliği ile çıktı; oyunda farklı evrenden gelen uzaylılarla da karşılaşabiliyordunuz. Bop N’ Wrestleoyunu Commodore 64, ZX Spectrum 48K’da çıkıyor 1986 yılında. Rock ‘N Wrestle adıyla da bilinir. Oyunu çıkaran Melbourne House, geliştiren ise Beam Software’dir. 10 güreşçisi vardır. 4 temel renk vardır. Bu oyundan bahsetmemin nedeni ise oyun ilk çıkan oyundan da kötü. Çok az grafik var, oynanışı ve oyun sıkıcı. Ancak tek iyi tarafı ise müzik eklenmiş olmasıdır. M.U.S.C.L.E. (NES) oyunu en kötü çıkan güreş oyunlarından bir tanesidir. Oyunu bildiğim için de oynadığınızda zevk vermez. Kötü renkler, grafikleri, oynanışı ve karakterleri vardır. 1986’da çıkan bir oyun olmasına karşın daha iyi bir oyun olabilirdi.
18
Hayvan Katliamına DUR de! İnsanlar yüzünden sokaklarda yaşam mücadelesi vermek zorunda kalan dostlarımızın yanında olun ve bu katliama karşı çıkın / Duygu Taneri Her geçen gün şiddetin ve cinayetin arttığı ülkemizde hayvanlara yapılan şiddet, tecavüz ve ölüm de giderek artıyor. Her hafta köpeklere tecavüz haberleri, sahibi tarafından ormanlara ve barınaklara bırakılan hayvanların haberleri, belediyelerin hayvanları kendi elleriyle ormanlara bırakıp ölüme terk ettikleri haberleri ve mahallelerde hem belediyelerin hem de insanların yaptığı zehirli mamalarla hayvanları besleme haberlerini okuyoruz. İnsanlara bile değer vermeyen hiçbir canlıya saygısı olmayan
kişilerin yaptıklarını değiştirmek için uğraşan, farkındalık yaratmaya çalışan duyarlı insanlar ülkemizde maalesef oldukça az. Onların yaptıklarını bozma ve sokakta yaşam mücadelesi veren hayvanların ölümünü sağlama ve meşrulaştırma çalışmalarını yürüten ve bunlara destek veren kişilerin sayısı da ne yazık ki çok fazla ve günden güne de artıyor. En acısı da devlet eliyle bu çalışmaların desteklenmesi ve sağlanması. ‘5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’ ile açıkça
19 meşrulaştırılmaya çalışılan bu katliamları desteklemek için de ULUSLARARASI Refakatçi Hayvan Yönetimi Koalisyonu (ICAM) tarafından 3- 5 Mart’ta İstanbul’da düzenlenen, “Uluslararası Köpek Nüfusu Yönetimi Konferansı’’ yapıldı. 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu amaç madde 1 şöyle der: ‘Bu Kanunun amacı; hayvanların rahat yaşamlarını ve hayvanlara iyi ve uygun muamele edilmesini temin etmek, hayvanların acı, ıstırap ve eziyet çekmelerine karşı en iyi şekilde korunmalarını, her türlü mağduriyetlerinin önlenmesini sağlamaktır.’ Belediyelerin ve onlara bağlı kişilerin yaptıklarını göz ardı edersek kanunun 1. maddesinde yazılanla ICAM Konferansı’nın İstanbul’da hatta Türkiye’de yapılmasına göz yummak
nasıl bir şey? Hiçbir hayvan hakları oluşum ve örgütlerinin davet edilmediği konferans, 5199 sayılı kanunun Türkiye’de önünü açtığı hayvan deneylerinin, bazı sektörlerde ‘ham madde’ olarak kullanımlarının, toplama yani katliam kamplarının (Kısırkaya Toplama Kampı ve yakın zamanda Pendik’te yapımına başlanacak olan bir diğer toplama kampının) bizlere asıl amacını açıkça gösteriyor. Bunun yanı sıra, devlet ‘hayvanların refahı için’ diyerek yapmaya çalıştığı katliam kamplarından önce kendi barınaklarının pisliğini, yetersizliğini, hayvanlara yapılan kötü muameleyi değiştirerek ve hasta hayvanların özenli bakımını sağlayarak temiz ve geniş yerlerde hayvanlara düzenli olarak mama ve su vermeyi, hayvanları kısırlaştırmayı
20
yani ilk görevini yerine getirmeye çalışmalı. Bu yıllardır olmadığı için Kısırkaya Toplama Kampı, Pendik’te yapımına başlanacak olan kamp ve ICAM Konferansı yapılmak istenileni açıkça gözler önüne seriyor. Sokakta yaşam mücadelesi veren hayvanlar için ‘hastalıklı, tehlikeli, kontrol altına alınmalı, kamu sağlığı için’ denilerek insanların destekleri alınmaya
çalışılıyor. Hayvan ticaretinde ve hayvanların barınaklara ve ormanlara atılmasında büyük bir rolü olan pet shoplar ise yine meşrulaştırılmaya çalışılarak insanların oraya gitmesi sağlanıyor. Hayvan katliamını destekleyen, sokaktaki hayvanları bizden kopararak onlar için ötanaziyi savunan, tüm canlıların sahip olduğu yaşama hakkını onların ellerinden almaya çalışan zihniyetin karşısında yer alın! Pet shopların karşısında yer alın! 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’nun karşısında yer alın! ICAM Konferansı’nın karşısında yer alın! Hayvanlara yapılan şiddetin, tecavüzün, kötü bakımın, işkencenin karşısında sessiz kalmayın! Bu dünya sadece insanların değil, sadece insanlar için değil.
21
e t e z r e niv
ü
Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)
zete