UNIVERZETE 98

Page 1

/98

端n

e t e z r ive

zete


Sayı: 98 / 2015 Genel Yayın Yönetmenleri Demet Açıkgöz Yazı İşleri İrem Topçuoğlu Cenk Bonfil

BİLGİLİLER BİR ARADA!

İlgi Özdikmenli Yazılar İlgi Özdikmenli, Demet Açıkgöz, Efe Demiralp, Bengisu Kepsutlu, Aslıhan Atalar, Doğa Çöl, Duygu Taneri, Mert Ofluoğlu

“AH!” DEDİRTEN KADINLAR...

AMERİKAN GÜREŞİ OYUNLARI TARİHİ - 3

LA JETÉE: SİNEMATİK ZAMANSAL FOTOROMAN

SERGİ’LESEK Mİ?

ERASMUS PROGRAMI İLE GİTMEK İÇİN EN İYİ 5 ŞEHİR

8 SANİYE

Arka Kapak: Demet Açıkgöz Teşekkür Sarper Durmuş, Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek

İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır. Üniverzete’yi Takip Edin: Twitter: http://goo.gl/4WDwpo

Facebook: http://goo.gl/jx7hxb

/ifbilgi

@ifbilgi


/

v i 端n

e t e z er


4

Bilgililer bir arada! BilgiM, BİLGİ mezunlarını bir araya getirerek aralarında bağ kurmak, bu bağı geliştirmek ve mezunlar ile BİLGİ öğrencileri arasında ilişkileri geliştirmek amacı ile 16.11.2009 tarihinde kurulmuştur / Mezunlar, öğrenciler ile sektörün önde gelenlerini buluşturdu! İstanbul Bilgi Üniversitesi santralistanbul Kampüsü’nde İstanbul Bilgi Üniversitesi Mezunlar Derneği BilgiM tarafından BİLGİ’li öğrenci kulüpleri ile birlikte “Köprüden Önce Son Çıkış!” isimli İnsan Kaynakları Zirvesi yapıldı. Zirvede kurucu ortağı BİLGİ Mezunu olan Prosis İnsan Kaynakları Danışmanlığı da proje ortağı olarak yer aldı.

On dokuz konuşmacıdan on birinin BİLGİ Mezunu olduğu zirvede, iş dünyasının önemli isimleri öğrencilere mezuniyet sonrası ile ilgili tavsiyeler vererek kendi iş hayatı süreçlerinden paylaşımlarda bulundular. Öğrenciler Zirveye İK 101 konuşması ile hazırlandılar! İstanbul Bilgi Üniversitesi Danışma Kurulu Başkanı Prof. Dr. Deniz Ülke


5

Arıboğan’ın açılış konuşması ile başlayan zirve oturumlar öncesinde Prosis İnsan Kaynakları Danışmanlığı Kurucusu BİLGİ Mezunu Aslı Uzunlu Akkülah’ın İK 101 sunumu ile öğrencilerin zihinlerinde zirve öncesi İK kavramının netleşmesini sağlayan özel sunumu ile başladı.

International Türkiye İnsan Kaynakları Yöneticisi Özlem Akkoç, Ak Sigorta İnsan Kaynakları Yöneticisi Elif Bağcı öğrencilere iş görüşmelerinde açık ve net olmanın öneminden bahsettiler.

Açık ve net olun

Sibel Eren gençlere işe alım süreçlerinde samimi olmalarını tavsiye ederken, kendisi de BİLGİ Mezunu olan Canan Emgen, hızlı büyüyen dinamik bir marka oldukları için dinamik ve yeniliğe açık adayların ilgilerini çektiğini anlatarak, “Türkiye’de üniversite patlaması var. Dolayısıyla pek çok da mezun... Mezunlar arasında farklılaşma staj tecrübesi ile başlıyor. Üniversite sıralarında staj konusuna önem verilmeli. İş görüşmelerine giderken şirket hakkında araştırma yapmadan gidilmemeli. İş bulabilmek bazen

Etkinlikte “İnsan Kaynakları Yöneticilerinden Yeni Mezunlara Bir Bakış” adlı ilk oturumu BİLGİ Mezunu ve Zirvenin proje ortaklarından Prosis İnsan Kaynakları danışmanlığı kurucusu Aslı Uzunlu Akkülah’ın moderatörlüğünde konuşmalarını yapan PwC Türkiye İnsan Kaynakları Grup Lideri Sibel Eren, Toyota Türkiye İnsan Kaynakları Yöneticisi Seda Koytak, Mavi Jeans Yetenek Çekme ve İşe Alım Müdürü Canan Emgen, Grontmij

Tutkunuzu karşı tarafa verin


6 zaman alabiliyor, ümitler yitirilmemeli. Her görüşme bir deneyim, bir performans. Görüşmelere giderek kendinizi geliştirebilirsiniz. Tutkulu olun ve bu tutkuyu karşı tarafa verin.” dedi. Önceliğiniz kendinizi tanımak olmalı Özlem Akkoç, gençlere uzun süreli stajlar yaptırırken onların yeteneklerini de keşfettiklerini söylerken, Seda Koytak ise, “Hayalin gerçeğe dönüşmesi için stajlar ve sosyal hayat ile doğru işi seçebilmek çok önemli. Görüyoruz ki pazarlama herkesin hayali ama bunu seçen kişi pazarlamaya uygun biri değil. Farklı alanları seçerse daha başarılı olacak. Bu yüzden önceliğiniz kendinizi tanımak olmalı.” dedi. Uçmaktan korkmayın BİLGİ Mezunu CitiPR Kurucusu Derya Aslan’ın moderatörlüğünde, “Farklı sektörler, farklı deneyimler, yönetici olma süreçleri” adıyla yapılan ikinci oturumun konuşmacıları ise, Young & Rubicam Türkiye (C-Section, Plasenta) Finans Direktörü Ayça Sebat Özdemir, OMD Türkiye Dijital Direktörü BİLGİ Mezunu Tuncay Yavuz, Hilton Worldwide Türkiye Bölgesi Pazarlama Müdürü BİLGİ Mezunu Burcu Yatmazoğlu, Unilever Türkiye Gıda Grubu Finans Direktörü Nilüfer Derinalp, L’oréal Türkiye Ülke Hukuk Müşaviri Av. Burcu Modanlı, Vodafone Türkiye Pazarlama Yöneticisi BİLGİ Mezunu Dilara Acar oldu. Ayça Sebat Özdemir, çalışma hayatında ne istediğini bilmenin önemini vurgularken Tuncay Yavuz, kariyerinde

başarısızlığın ortasında kaldığı günleri anlattı. Öğrencilere, “İlk yıl her şeyi deneyin. Hedefleriniz sabit kalmasın” dedi. Burcu Yatmazoğlu, “İş hayatıyla ne kadar erken flört etmeye başlarsanız sizin için o kadar iyi olur. Gerçek iş hayatında neler oluyor gözlemlemeye başlayın. Bir şeyleri deneyin.” öğüdünü verdi. Burcu Modanlı, “İş hayatı bir maraton. Bu süreçte başarısızlık veya başarıya çok odaklanılmamalı. Bunlar birer fırsat olarak değerlendirilmeli. Okul hayatında yapılan aktiviteler, kurslar, stajlar ilerisi için daha doğru kararlar almada yardımcı olacaktır.” dedi. Hedef koymanın önemini anlatan Dilara Acar ise, “Uçmaktan korkmayın. Yüksek hedefler koyun. Kendinizi iyi donatın ve keyif aldığınız, eğlendiğiniz işi


7

yapın.” dedi. Zirvede tamamı BİLGİ’li Girişimciler girişimcilik hikayelerini anlattılar! Zirvenin ikinci gününde ise girişimcilik özel oturumu “Girişimciliği bir de BİLGİ Mezunlarından dinleyin” başlığı ile yapıldı. İstanbul Bilgi Üniversitesi Mezunlar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Doğuşcan Oto’nun moderatörlüğünde tamamı BİLGİ Mezunu olan Ahmet Emre Sarı (Markafoni Kurucusu – Melek Yatırımcı) Arda Koterin (Insider Kurucusu

-SOCIAPlus-) Özgür Sağmal (Open Media Grup Kurucusu) Ece Candan (Istanbul’ Entourage Kurucusu) katılımları ile gerçekleşen girişimcilik özel oturumunda Markafoni kurucularından Ahmet Emre Sarı, “ ‘Ceketimle giriyorum, ceketimle çıkarım’ diyerek girişimciliğe başladım. Kendi projelerimizi öz kaynaklarımızla gerçekleştirmek istedik ve iyi bir ekip olduk.” dedi. Oturumların ardından öğrenciler ve konuşmacılar, bire bir tanışma ve sohbet etme imkanı da buldular.


8

“Ah!” dedirten kadınlar... Ruhumuza biraz müzik değsin... / Demet Açıkgöz Uzun zamandır sevdiklerimi gözler önünden saklıyordum, ne kadar eski ne kadar yeni önemli değilken, ruhumu göklere götürüyor bir anda yere bırakıyorlardı.. Yine bir şeyler alıp gidecek şarkıları, kırıklarınıza iyi gelsin diye seçtim...

Kadın sesinden, kalp masajı ne güzel. Playlist: https://www.youtube. com/playlist?list=PLBh 0z9bhxTrlfMZ1JgEvVru 87WfscrO3M


9


10

Amerikan Güreşi Oyunları Tarihi - 3 WWE oyun serisine gelmeden önceki son aşamadayız. Ancak hala belli belirsiz sorunlar var. Gelişme sürecini yakından görmek ister misiniz? / Efe Demiralp Amerikan güreşi oyunlarındaki üçüncü yazımıza gelebiliriz. Üç sayı geçti. Seriyi yarıladık diyebiliriz. Şimdi ise üçüncü seriye geçebiliriz. 2001’de WWF SmackDown! 2: Know Your Role ise aynı yıl içinde iki defa çıkan başka bir oyundur. Oyuna madde (merdiven, sandalye, masa...) geliyor ve ikili bitirici hareket yapabiliyorsunuz partnerinizle.

Bir yıl sonra WWF SmackDown! Just Bring It Playstation 2 platformunda çıkan ilk oyundur. WWE adını almadan önceki son oyun oluyor WWF adı altında. WWE adıyla ilk oyununa kavuşan şirket WWF SmackDown! Shut Your Mouth 2002 yılında çıkıyor. Buradaki yeni özellik ise artık güreşçileri ringin dışına atma özelliği geliyor. Bununla da yavaş yavaş şu andaki oyunun temelleri atılıyor diyebiliriz.


11

Playstation’ımdaki ilk oyunuma gelebiliriz şimdi. WWE SmackDown! Here Comes The Pain. Çok zor bulunan bir oyundu. O zamanlar bende daha öncesine dayanan bir sevgiyle bulduğum ve anında aldığım bir oyun. Bir tane kalmışken orada bırakmak istememiştim. Bu WWE oyununda da belli bölgelerini sakatlama özelliği gelmişti. Ne kadar o bölgeye vurmaya çalışırsanız oradan sakatlanmayenilme olasılığınız artıyor. Sonra WWE SmackDown vs. RAW serisi geliyor 2004 oyunuyla başlayarak 2011’e kadar gidiyor. Bu serinin en başlıca oyunlarının önde olan oyunları ise 2004 oyununda ses eklenmesi güreşçiler tarafından. WWE adı altında en fazla satan oyunu 2006 yılında çıkıyor. Şu anda Amerika’da çok satılan WWE konsolu ise 2007 yılında Xbox 360’la tanışıyor. 2009 oyununda ise Road To Wrestlemania modu geliyor. Her güreşçinin hayal ettiği yolculuk sonunda 2009 yılındaki oyunla buluşuyor. Ve yeni inferno maçı (ringin çevresi alevlerle kaplı) oyunun fazla satmasına katkıda bulunan özellikler arasında. Ve tabi ki o zamana kadar en iyi yapılan oyundu. Her

anlamda. Bence bu zamana kadar en eksik olan özelliklerden bir tanesiyse güreşçilerin kıyafetlerini değiştirme şansı bulunmamasıydı. En azından renk değiştirebilme yeri olmalıydı. Bunun kırılma oyunu ise 2010 yılında başlıyor. Ayrı olarak artık Playstation Network ve Xbox Live kullanarak WWE güreş severlerini bir araya toplamaya başladı. Satın alma işlemleri olmaya başladı. Ek güreşçileri indirme gibi. 2011 yılında yapılan oyunda ise, yetmişten fazla yıldız yer almaya başladı. Ancak hala 2009’da yaptığı oyunun tadını karşılayamadı. Öte yandan WWE rakibi olan TNA de (Total Nonstop Action) bir oyun çıkardı 2008’de. Türkiye’ye gelmedi oyun. İzlediğim kadarıyla aslında hareketlerin birleşimi oyun görüşünü WWE’den daha iyiydi. Ama WWE gibi bir devi oyunda da yenemediler. İlk ve son oyunu oldu.


12

La jetée: Sinematik Zamansal Fotoroman Chris Marker’ın fotografik eserinde: anılar, zaman ve aşk / Doğa Çöl


13


14

İnsanların oldum olası zamanla bir problemleri olmuştur. Zamanların değişmesi, zamanın geçmesi hep korkutucu gelmiştir. Bunun tam tersi de geçerli olabilir bazen: insanlar gelecekte bekledikleri bir şeye yaklaşmak için zamanın daha çabuk geçmesini isterler. Chris Marker’da filminde insanın zaman ile olan boğuşmasını işliyor. 3. Dünya Savaşı’ndan sonra Paris’te yaşananları ele alan filmde, nükleer savaşın sonrasında yaşanan açlığın ve yoksulluğun önüne geçebilmek için zaman yolculuğu deneylerinde kullanılacak yeterince güçlü bir aday aranıyor. Bu aday, mahkumlar arasından bulunup deneylere başlanıyor. Mahkumun seçilme nedeni ise savaştan önceye, çocukluğuna ait çok derin ve güçlü bir anısının olması. Mahkumun anısında Orly Havaalanında bir adamın ölüşü ve orada gördüğü bir kadın var. Bu hafızayı neden hiçbir zaman bırakamadığını ve tam olarak neler olduğunu hatırlamasa da bu hafızaya tutunup bilim adamları

tarafından geçmişe yollanıyor. Geçmişe gittiğinde anısındaki kadını bulup onunla romantik bir ilişkiye giriyor ve aşık oluyor. Deneylerin sonucunda artık mahkumun geleceğe de gönderilebileceği anlaşılıyor. Geleceğe gönderilip gelecekte yaşayan insanları kendi zamanına yardım etmesi için ikna ediyor. Geri döndüğünde tutsağı olduğu bilim adamlarının başarısından sonra ona ihtiyaçları kalmayacağı için öldürüleceğini anladığında gelecekteki insanlar ona yardım etmeyi teklif ediyorlar. Hayatının son anlarını gelecekte yaşayabileceğini sunuyorlar ama mahkumumuz geçmişe, aşık olduğu kadının yanına dönmeyi tercih ediyor. Filmin yapısı gereği biraz da Chris Marker’ın finansal problemleri yüzünden doğan bu ilginç fikrin hayata geçirilişi çok stabil gibi görünse de hikayenin akıcılığı ve döngüselliği filmi bir fotoromandan alıp sinematografik bir anı makinesi yapıyor. Şimdi izlediğimizde o


15 koruyucularıdır; zamana ve yaratıcılarına karşı koyarlar. Filmlerin ve fotoğrafların görsel olarak bir kalıcılığı vardır ve içindeki hisler, düşünceler ve zaman kaybolmaz. Chris Marker’ın filminde kullandığı bu teknik de bir nevi düşünceleriyle ve öyküsüyle zamana karşı koyuyor. Şimdi her ne kadar üzücü olsa da yarattığı bu eser kendisinden bile daha fazla yaşadı ve yaşamaya da devam edecektir, biz unutmadıkça ve izledikçe asla kaybolmayacaktır.

zaman izleyeceğimizden çok farklı algılanabilecek bir film La jetée. O zamanlar bakıldığında tam bir bilim kurgu fotoromanı olarak algılanacak film şimdi ise geriye yönelik bir zaman tüneli. Chris Marker’ın filmleri genelde eleştirmenler tarafından “essay film” (deneme filmi) olarak geçer ve La jetée de kesinlikle bu kategoride çok başarılı bir örnek. Fransız Yeni Dalga’sının en özel örneklerinden olabilir bu film benim için (bir diğeri Alain Resnais’nin L’Année dernière à Marienbad). Zaman ve aşk’ın döngüsel biçimde anlatılışı, Chris Marker’ın hikayesini bir filozof gibi seyirciye sunması çok etkileyici. Chris Marker’ın eğitiminin felsefe üzerine olması da hiç şaşırtıcı gelmiyor filmlerini seyrettikten sonra. Yeni Dalga’nın öyküsel ve sinematografik tekniği ile Chris Marker’ın inanılmaz fotoğrafları düşüncelerine dinamiklik katıyor. Fotoğraflar zamanı durdurur bir anlamda ve filmler geçmişin hareketli

Sanatçıların filmler ve fotoğraflar çekmesinin bir nedeni de bu olabilir ki buna çoğu kişi hayır diyemez. İnsanlar unutulmaktan korktukları kadar ölümden korkmazlar. Bu düşünce her ne kadar korkutucu olsa da Chris Marker’ın bize gösterdiği gibi kabullenmemiz gereken şey, hikayede de olduğu gibi, insanlar her ne kadar zamana karşı koymaya çalışsa da zaman bir şekilde onlara yetişiyor ve eritiyor her şeyi. Chris Marker bu eserini yaratırken Marcel Proust’tan da yardım almış olsa gerek. Marcel Proust, zaman ve anılar (ve onların kaybolması) hakkında Chris Marker’dan daha da takıntılı biriydi. À la recherche du temps perdu (Kayıp Zamanın İzinde) adlı 7 ciltten oluşan kitabı da Chris Marker’ın bu küçük filminin yanında zaman hakkında ne kadar takıntılı biri olduğunu gösteriyor. Kitabın tamamında anılardan bahsediliyor ve Marcel Proust da Chris Marker gibi anıların ve zamanın insan hayatındaki etkisini bir o kadar da etkileyici bir öykü ile anlatıyor. Marcel Proust’un üzerinde durduğu bir başka şey ise “istemsiz hafıza” olarak adlandırdığı düşünce. En basit


16

örneği ise bir bisküviyi çaya batırmanın geçmişimize dair aklımıza getireceği anılardır. Chris Marker’ın mahkumu da tam anlamda bundan acı çekiyor hayatı boyunca. Hayatı boyunca hatırladığı ama neden hatırladığını bilemediği şeyin aslında kendi ölümü olduğunu anlayınca hiç bir şeyin kaçınılmaz olduğunu, zamana insanların tutunamayacağını çünkü zamanın aslında tutulabilir bir şey olmadığını anladığında görüyor. Marcel Proust’un odak aldığı konu anılardan çok anları ve zamanı tecrübe eden hikaye anlatıcısının semiyoloji (işaretler) ile anlama çabası ve mutlak gerçeğe ulaşarak sanatçı olması. Chris Marker’ın özellikle ilgilendiği kısım da burası olsa gerek filmlerinde ve özellikle bu filminde. Hikaye anlatıcısı (yazar/yönetmen) yaşadığı tecrübelerle zamana karşı koyacak işaretçileri ararken mutlak gerçeğe ulaşma çabası ile eserlerini ortaya çıkarıyor. Bu yaşanış

sırasında sanatçı sanatçılığının farkına varıyor ve zamana kendisinden daha uzun hatta sonsuza kadar dayanabileceği düşüyle birlikte bir eser yaratıyor. Chris Marker’ın hikayesindeki mahkum da sanatçının geçtiği bu dönemlere, yaşadığı bu sıkıntıya dair bir analoji olarak görülebilir. Bugüne kadar anlatılacak belki de bütün hikayeler anlatıldı ve her sanatçı aynı zihinsel zorluklardan ve her insan gibi zamanın acılarıyla bir süreçten geçiyor fakat her sanatçı, bunu kendi biçimiyle, insanlara kendi buldukları işaretçilerle mutlak gerçeğe ulaşma çabasını paylaşıyorlar. La jetée bu acı dolu serüvene karşı koymanın tek yolunun kendimizi zamanda akıntıya bırakmak olduğunu gösteriyor bize. La jetée Fransız Yeni Dalga’sının en özel filmlerinden, çünkü film olmamakla kalmayıp, film olmak için uğraşmıyor.


17


18

Sergi’lesek mi? En güncel yedi sergiye gitsek mi? / Duygu Taneri

1.Hüseyin Aksoylu – Açlık

Artworks Galatasaray’da.

İkinci solo sergisiyle insanın doğa ve toplumsal düzene uyum sağlama sürecini irdeleyen sanatçı, sorunsalını tuval, video, heykel ve bilgisayarla üretilen imaj gibi farklı medyumların olanaklarıyla araştırıyor. 4 nisana kadar Art On’da.

3. Inge Morath - Tuna Nehri fotoğrafları

2.Ümmühan Yörük – İlerisi Pi Artworks’teki ikinci sergisinde Yörük; gelecek kaygısının, zorunlulukların ve geleceğe dair bilinmezliğin hissettirdiklerinden yola çıkıyor. Yörük’ün sergisinde kumaşları birleştirerek yaptığı resim ve heykeller yer alıyor. 11 nisana kadar Pi

Fotoğraf tarihinin en önemli kadın fotoğrafçılarından Inge Morath’ın Tuna Nehri fotoğrafları sergisi sanatçının, 1965 – 1995 arasında tanıklık ettiği Tuna ve kıyısındaki medeniyetlerin hikayesini anlatıyor. 29 nisana kadar Özel Sen Jorj Avusturya Hastanesi’nde. 4. Judith Raum – Eser Goethe-Institute Istanbul ve SALT Beyoğlu iş birliğiyle Judith Raum’a ait “Eser” adlı enstelasyonu, geçmişte yaşanan büyük çaptaki olayları ve toplumsal


19

değişimi konu ediniyor. 24 mayısa kadar Salt Beyoğlu’nda. 5. Zora Volantes – Rotasyon Sergide evrendeki gezegenleri konu alan sanatçı; sanatını resim, mekan ve performanslarla ifade ediyor. Mevlana C. Rumi ve dervişlerin dönüşleri ile ilgilenmesi ise bu serginin ilham kaynağı olmuş. Bu sergide sanatçı resim ve mekan çalışmalarının yanı sıra, canlı bir performans da gerçekleştiriyor. 6. Objektiften Tuvale Nostalji Resim ve Fotoğraf Sergisi İki büyük sanatçı ARA GÜLER ve EROL

DERAN aynı sergide buluşuyor. Fotoğraf sanatçısı ARA GÜLER ve kanun virtüözü, ressam Prof. Dr. EROL DERAN. Bu sergide Ara Güler’in eski İstanbul karelerini, Erol Deran ustalıkla tuvaline aktarıyor. 18 nisana kadar Amelek Sanat Galerisi’nde. 7. Çizgi Melike Kılıç’ın kağıt yüzeylere yaptığı mekan ve insan figürleri, Eylül Ceren Ersöz’ün ahşap yüzeylere çizdiği portreler, Kaan Bağcı’nın geometrik çizgilerle birleştirdiği hayvan figürleri , Güneş Bulut Yılmaz’ın ise portreleri yer alıyor. Birbirinden farklı olan ve desen işleriyle bir araya gelen bu dört sanatçının sergisi 26 nisana kadar Mixer’de.


20

Erol Büyükburç Denince... “Ben Erol Büyükburç’um; Türkiye’nin en büyük sanatçısıyım, bana soracaksınız, ben saksı değilim.” / Aslıhan Atalar

Erol Büyükburç denince aklıma ilk Elvis Presley gelir nedense. Saçlarının zift gibi siyahından mı, porselen kusursuz dişlerinden mi yoksa abartılı, şahsına münhasır tarzından mı bilmem. Şüphesiz ben dahil, bizim kuşağımızın onun hakkında hatırladığı tek ve yegane cümleyi duyar gibiyim. “Ben Erol Büyükburç’um; Türkiye’nin en büyük sanatçısıyım, bana soracaksınız, ben saksı değilim.” Ama o bir eğlence figürünün ötesinde, 60’lı yıllarda Türk pop müziğinin gelişimindeki en önemli isimlerden biri. Sınırlı kitle iletişim araçlarına rağmen vaktiyle ülkeyi ünüyle çalkalamış, kitleleri yerinden oynatmış bir sanatçı. Hatta zamanında sahip olduğu ünü, Tarkan’nın şu zamanda sahip olduğu üne benzetebiliriz. Belki de daha fazlası.. Erol Büyükburç efsanesinden

bihaber olan bizler için bu oldukça şaşırtıcı bir durum olsa da. O, Türkiye standartlarında büyük bir şöhret tatmıştı. Haliyle o kadar büyük bir şöhretin günbegün yok olması, yaşarken eksilmek ve eskimek bir sanatçı için en üzücü hem de en zor şey olsa gerek. Bu da bu sektörün ona yaptığı son vefasızlık oldu. Belki yirmi yıl önce vefat etseydi sadece müziğiyle hatırlanacaktı ama ister sevin ister sevmeyin o şüphesiz, Türkiye’de müzik devrimi yapmış, pop müzik tarihine adını altın harflerle yazdırmıştır. Ne demiş Özdemir Asaf: “Saatiniz Bir bakıyorsunuz üç Bir bakacaksınız hiç...” Bir efsane düşünün... İşte o Erol Büyükburç... Mekanı cennet olsun...


21


22

8 SANİYE Bu güzel yaşam hikayesinden ve beyaz perdeden bizlere hatırlatılan gerçeklerden yola çıkarak diyorum ki; bu film bir başucu filmi. / İlgi Özdikmenli 27 Şubat 2015 tarihinde vizyona giren 8 Saniye adlı Türk-Alman ortak yapımı film, hayatımda beni en çok etkileyen filmler arasında yerini aldı bile. Bunun bir çok sebebi var, işte o yüzden bugün filmin bende bıraktıklarını anlatırken zaman zaman spoiler vereceğim yazımda. Çünkü film öyle etkileyici ki hem hakkında konuşulacak çok sahne, çok mesaj, çok replik var hem de hakkında konuşmanız çok güç. Bu güçlüğün sebebini, filmden çıktığınızda kendinizi kendinizle yüzleşiyor buluvermenize bağlıyorum. Film, yalnızca beyaz

perdede değil, sonrasında da yer ediyor zihninizde. Her film için bunu söylemem ancak 8 Saniye gerçekten herkesin görmesi ve izlemekten çok hissetmesi gereken bir film olmuş. Tüm oyuncular ve özellikle Ömer Faruk Sorak harika bir iş çıkarmış, emeği geçen herkesi tebrik ediyor ve herkese bizimle buluşturdukları bu güzel iş için teşekkür ediyorum. Film, gerçek bir hayat hikayesi, aynı zamanda filmin başrolü Esra İnal, anlatılan hayat hikayesinin de sahibi. Esra İnal’ın ilk oyunculuk deneyimi olmasına


23

rağmen, sinemadan çıkışta kendisine sarılmak istetecek kadar samimi ve başarılı. Filmin dış mekanları tamamen Almanya - Berlin’de çekilirken iç mekanlarda Türkiye kullanılmış. Filmin iskeletini oluşturan rüya sahneleri ise; Türkiye’nin “tüm dünya görse şu güzellikleri keşke” dediğimiz turistik bölgelerinden seçilerek, ileri tarihte filmin vizyona gireceği Avrupa ülkeleri için görsel bir şölen hazırlanmış. Aslında bu film, bir kadının hayatını yaşamak ve anlamlandırmak adına dünyaya, insanlara ve zihniyetlere karşı verdiği mücadelenin çok doğru mesajlarla sunulmuş hali diyebilirim. Konusu sebebiyle spiritüel bir tarafı var; Esra rüyalarında gördüğü şeyleri yaşıyor, yani olacak şeyleri rüyasında görüyor çoğu zaman. Duvarların arkasından

geçenleri bilebiliyor ve camdan başkasına baktırıp kimin geçtiğini sorduğunda doğru şeyi gördüğünü fark ediyor. Rüyalarını çok derinden yaşıyor ve rüyaları boyunca gerçeklik hissine kapılıyor. Rüyalarında çocukluğundan beri hep aynı adamı görüyor ve o adamın kendisini rüyaları boyunca kötü durumlardan kurtardığını hissediyor. Bir süre sonra rüya ve gerçek birbirine karışıyor, yaşam kendisi için çok zor hale geliyor. Çevresi tarafından anlaşılmıyor hatta deli olduğu düşünülüyor bir dönem. Belirli bir süre akıl hastanesinde kalıyor. Başından geçen her olayda anlıyoruz ki Esra tabulara karşı çıkıyor. Hayatını başkasının yönetmesine izin vermiyor. Ne eniştesinin, ne kocasının ne de sevgilisinin. Kendisini arıyor. Doğru olanı yapmak için uğraşıyor.


24

Başından kötü bir evlilik geçiyor. Kendi kararını verip evlendiği gibi bu evliliğin onu kötü etkilediğini ve boğmaya başladığını fark ettiğinde yine kendi kararını alarak çevresindekilerin kötü düşüncelerini hiçe sayarak ayrılıyor. Yeni başlangıçlardan korkmuyor Esra, hayatın en dibine vurduğu noktadan, kendini su yüzüne çıkarmayı başarmak için çok çabalıyor. Bu direnci sinemaya öyle güzel aktarıyorlar ki hayat hikayesi boyunca onun başarıya ve mutluluğa ulaşmasını arzularken buluyoruz kendimizi. Kaderini kendisi değiştiriyor, önce kendi hayatından başlıyor değişmeye. Kendince kendine zararlı gördüğü ne varsa bir bir kurtuluyor. O hayatına giren her adamın “sen bana emanetsin” cümlesine aldırmıyor ve hayatını değiştirmeye karar verdiği gün aynaya bakarak “Sen bana emanetsin, sana son nefesime kadar ben bakacağım!” diyor ve bir kadının yalnızca kendine ait olduğunu çok içten bizlere anlatıyor. Bir gün o çocukluğundan beri rüyalarında gördüğü adamı bir kitabın arkasında görüyor, onunla tanışmak üzere yollara düşüyor ve hiç düşünmeden Meksika’ya gidiyor. Meksika’da şimdi

“ikinci babam” dediği o hep rüyalarında gördüğü adamı buluyor ve hayatını yeniden onun yardımıyla anlamlandırıyor. İnandığı şeyin ve hislerinin peşinden koşarak gitmesi ise izleyicilere bir diğer anlamlı mesaj olarak kalıyor. Hiç bir zaman hayattan korkmamak gerektiğini gösteriyor film. Önce kendisiyle barışıyor; dönüyor ve ailesiyle, geçmişiyle barışıyor. Yolda eski


25

eşini görüyor, onu yeni eşi ve çocuğuyla buluyor ve yüzündeki kocaman gülümsemeyle “seni affettim” dercesine ona sarılıyor. Affetmiş olmanın iç huzurunu görüyoruz adımlarına devam ettiğinde yüzünde. Esra İnal sanki “Değişimden korkma, her şey senin elinde” diyor izleyicisine. Ve bunu öyle içten bir bağ kurarak yapıyor ki izleyici kendi hayatını düşünüyor. Affedemediklerini, değiştiremediklerini veya başardıklarını görüyor.

Yaşamaktan, yenilmekten ve denemekten korkmayan, önce kendisiyle sonra hayatla barışan harika bir kadının hikayesini izliyoruz. Ama iki saat boyunca yalnızca bir film izlemiş olmuyoruz, Esra’nın filmin sonunda söylediği “Şimdi bu salondan en az birini affetmiş olarak çıkın, bunun için 8 saniyeniz var.” cümlesi ile affetmenin yarattığı huzuru hatırlıyoruz. Bunun da ötesinde filmde anlatılan güneş yılı hesabına göre; bir güneş yılının 255 milyon yıl sürdüğünü bu yüzden insanlar ömürlerini güneş yılına göre hesaplarlarsa ortalama insan hayatının 8 saniye sürdüğünü öğrendiğimiz için güneşin bakış açısından yanıp sönen kıvılcımlar olduğumuzu da hatırlıyoruz. Ne kadar mutlu yaşarsak, o küçücük zaman dilimini ne kadar güzel şeylerle doldurursak o kadar iyi diye düşünüyoruz. İşte tüm bu güzel yaşam hikayesinden ve bizlere hatırlatılan gerçeklerden yola çıkarak diyorum ki bu film bir başucu filmi. Zaman zaman okuduğunuz ve asla bıkmadığınız, her seferinde içinden güzel bir şey çekip çıkardığınız o her daim başucunuzda duran kitap gibi bu film de tekrar ve tekrar izlenecek bir film. Gitmediyseniz, mutlaka gitmelisiniz dememe gerek var mı?


26

Erasmus Programı ile gitmek için en iyi 5 şehir Geçtiğimiz hafta sonu Erasmus için İngilizce sınavına giren Bilgi öğrencileri, sonuçlarınızı beklerken tercihinizi tekrar gözden geçirin. Bu yazı sizin için yazıldı! / Bengisu Kepsutlu Türkiye’nin 2004 yılında katıldığı Erasmus Programı 1987’den itibaren üniversite öğrencilerinin ülkeler arası değişimini destekliyor. İsmini Rönesans edebiyatçısı ve hümanizm akımının öncülerinden biri olan Desiderius Erasmus’tan alan program, öğrencilerin farklı ülke ve üniversitelerde deneyim kazanarak değişik kültürlere karşı hoşgörü geliştirmelerini amaçlar.

Sizin için Erasmus Programı kapsamında gidebileceğiniz en iyi beş şehri belirledim. 1. Prag, Çek Cumhuriyeti Avrupa’nın kalbi. Altın Şehir. Masal Şehri. Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag. Avrupa’nın tarihi doku açısından en iyi korunmuş kenti, Erasmus için biçilmiş kaftan.


27

Ziyaret edenleri eski çağlara götüren bu şehirde okumak rüya gibi olsa gerek. Prag’ın Macaristan, Almanya ve Avusturya gibi ülkelere yakınlığı da bir çok öğrenciye cazip gelen önemli bir faktör. Ayrıca turist sayısının çok yüksek olduğu kentte iletişim problemi

çekmezsiniz çünkü nüfusun büyük bir oranı İngilizce biliyor. Sanat tarihi, mimarlık ve ekonomi alanlarında eğitim alan öğrenciler için Prag güzel bir tercih olabilir. 2. Kopenhag, Danimarka ( Danimarka’nın başkenti olan Kopenhag pahalı yaşam şartları nedeniyle Erasmus için çok fazla tercih edilmiyor. Ancak hemen hemen her üniversitede İngilizce eğitim verilmesi ve çok sayıda yabancı öğrenci olması sayesinde burada kendinizi yalnız hissetmeyeceksiniz. Tünelleri ve köprüleriyle ünlü olan bu şehir Danimarka’nın ticaret merkezi. Kopenhag’ın taşlı meydanları, parkları ve eski binaları gönülleri feth ediyor. Özellikle medya, finans ve pazarlama okuyanlar için Kopenhag kesinlikle doğru seçim.


28

3. Amsterdam, Hollanda Kuzeyin Venedik’i ya da Özgürlüklerin Kenti olarak da bilinen Amsterdam’a gelirseniz eğer hiç sıkılmayacaksınız. Ortalamanızı tehlikeye sokacak renkli gece hayatı ile beraber Anne Frank Huis, Rijksmuseum ve Van Gogh Museum gibi ünlü müzelerle kültür-sanat hayatının da oldukça zengin olduğu bu şehirde

okumak bir eğlenceye dönüşüveriyor. Yediden yetmişe neredeyse herkes İngilizce konuştuğundan kente ayak uydurmak hiç de zor değil. Özellikle edebiyat ve siyaset bilimleri öğrencilerine uygun olan Amsterdam, Erasmus için en çok tercih edilen şehirlerden biri. 4. Varşova, Polonya İkinci Dünya Savaşı’nda en çok zarar gören şehirlerden biri olmasıyla ünlü olan Varşova aslında önemli bir eğitim merkezidir. Parkları, bahçeleri, müze ve galerileriyle burası adeta tarih, sanat ve kültür başkenti. İçinden çıkmak istemeyeceğiniz kütüphaneler sayesinde Varşova’da geçireceğiniz zaman öğrencilik hayatınızda en başarılı olacağınız bir dönem haline gelebilir. Varşova mimarlık, mühendislik ve ekonomi bölümünde okuyan öğrenciler için bire bir.


29

5. Viyana, Avusturya Avusturya’nın başkenti Viyana ikinci dili Almanca olanlar için popüler bir tercih. Çeşitli dönemleri yansıtan mimarisinin yanı sıra opera ve kahve kültürüyle de ünlüdür bu kent. Şehirden Almanya, İsviçre ve İtalya gibi ülkelere olan ulaşım kolaylığı buraya gelen öğrencilere bol seyahatli bir

dönem vaat ediyor. Uluslararası ilişkiler, mühendislik ve felsefe bölümü öğrencilerine tavsiye edilen Viyana, özellikle konservatuvar eğitimi alanlar için ilham verici bir şehir. Ülke tercihi tabii ki kişinin okuduğu bölüme ve eğitim dili, kültür, yaşam şartları gibi kategoriler arasında belirlediği önceliklere göre değişim gösterir. O yüzden bu liste tamamen görecelidir.


30

ÜNİVERSİTELERİ “YİK”TI “YAK”TI! Yeni uygulama Yik Yak’la dedikodu kazanı kaynıyor... Hem de fokur fokur! Peki siz hala karıştırmaya başlamadınız mı?/ Mert Ofluoğlu Öyle bir dönemde yaşıyoruz ki WhatsApp’a on dakika bakamayınca kafamızdan kuruyor da kuruyor, Facebook’a giremeyince sararıp soluyor, tweet’leyemeyince titreme geçiriyoruz. Sanki bir iş adamıyız, internete bakmasak dünya bizden geri kalacak (aynen, biz dünyadan değil de o bizden geri), öylesine bağımlıyız! Peki tüm bu kaos ortamında yeni bir bağımlılık olan Yik Yak’a hiç gerek var mıydı? Aslında tam “bir bu eksikti” durumu Yik Yak...

Ama herkes kullanıyor, biz hiç geri kalır mıyız... Çok saçma bir şey mi, olsun sen indir... Yik Yak, daha çok yeni bir uygulama aslında. Şimdilik sadece İngilizce ve İspanyolca dillerinde sunuluyor ve sıkı durun: Kullanmak için on yedi yaşından büyük olmanız gerekiyor. Yik Yak, bir sosyal medya duvarı olarak tanımlanabilir. Burada kesinlikle anonimsiniz! 2.5 kilometre civarında yeni arkadaşlar bulabilir,


31 anonim olarak yeni konular açabilir, “Ayşegül’ün burnunda ben çıkmış”, “Mehmetcan Aslı’yı terk etmiş”, “Ekrem Hoca’nın dükkan açık kalmış” şeklinde bombaları ilk siz patlatabilirsiniz! Hayır, bunların Yik Yak hakkında seviyesi düşük espriler olduğunu sanmayın zira Yik Yak tam da böyle çalışıyor. Kendisi Amerika ve İngiltere’de üniversite öğrencilerinin yeni gözdesi. Ama birbirini çekiştirmek için sınırsız bir özgürlük hakkı sunduğundan, daha şimdiden ortalığı, ebeveynleri, okul yönetimlerini karıştırmış durumda. Peki Yik Yak Türkiye’de ne zaman

yaygınlaşacak, ortalığı nasıl “yik”ip “yak”acak? Kullanan çevreler var elbette, ama Twitter gibi, Facebook gibi, WhatsApp gibi günlük hayatımıza girmesi için biraz daha beklememiz gerekiyor. Tıpkı Instagram gibi sadece telefondan girebileceğiniz bu uygulamayla size mutlu mesut dedikodular dileriz. Aman sakın çizmeyi çok aşmayın, olur da okulun dişli hacker’ı Yik Yak’ı kırar mırar, kim olduğunuz açığa çıkar, sonra siz üzülürsünüz yani... Not düşümü: Benim de böyle deli sosyal medya fikirlerim var. Bir gün bu sulardan da çıkar belki uygulamalar, kim bilir...


e t e z r e niv

ü

Fotoğraf: Demet Açıkgöz (Zararsız Haller)

zete


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.