Univerzete I 12

Page 1

/12

ün

e t e z r ive

farklı k o ç z , Bu ke bet R E C A _ ’le soh k e r K ! lmedi e _Bay g acağız e Koşuyor? z y ı l a n m a t y r ek unu itcoin Nerey d _Baha a n a l ak o ltını B A n ı _Un uf n a l Düny _Dijita


Sayı: 12 / 2013 Genel Yayın Yönetmenleri Can Olguner Berkem Ceylan

ACER BU KEZ ÇOK FARKLI

DİJİTAL DÜNYANIN ALTINI BİTCOİN NEREYE KOŞUYOR?

BAY KREK’LE SOHBET

BİR BAŞKA AMSTERDAM

Yayın Koodinatörü Özge Yılancı Yazı İşleri Simge Gürkan Tuna Ateş Yazarlar Ali Berhan Memişoğlu Demet Açıkgöz Gökberk Ertunç Mert Tanır Merve Yazkan Teşekkür Sarper Durmuş Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek

BAHAR YALNIZ GELMEDİ!

UN UFAK OLANA DEK UNUTMAYACAĞIZ!

PİKSEL

KAMPÜS MODASI

FÜZYON MUTFAĞI

İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır.

/ifbilgi

@ifbilgi


ACER

BU KEZ ÇOK FARKLI


4

UZUN SÜRELİ SESSİZLİK ASPIRE R7 İLE BOZULDU Ali Berhan Memişoğlu

İ

lk dizüstü bilgisayarım Acer’dı. En uzun süre dayanan da o oldu. Hiç yarı yolda bırakmadı. Üzerinden 11 sene geçti, açsam hala çalışır durumdadır; ama cep telefonu 1 milisaniye hızlandı diye değiştirilen, yenilenen bugünün hızında tahammül edilemez bir haldedir eminim. Sanırım ben de o bilgisayarımı değiştirdiğimden beri Acer’ı en son geçen hafta “Acer & Star Trek Into Darkness” reklamıyla duydum.

Yeni notebook 3 Mayıs’ta piyasaya sunulacak diyordu reklamda; ama o reklamın sıradan bir notebook reklamı olduğunu kimse düşünemezdi; sunulan da sıradan bir notebook değildi. Hatta notebook bile değildi. Dizüstü, masaüstü ve tablet karışımı bir “şey” sunuldu. Tanıtımda Apple ve Samsung’un yaptığı gibi dev bir sahne ve ekran yoktu. Milk Studios’daydı ve sunum büyük kitlelere yapılmadı, birkaç teknoloji meraklısı dışında kimse yoktu.


5

Acer Aspire R7 farklı türlerin bileşimi olduğu için farklı cihazları da hatırlatıyor. Örneğin HP HDX laptop. (Ekranı 180° dönen ilk laptop) Lenovo IdeaPad, Toshiba Satellite, Asus Taichi… Ama en çok Microsoft Surface’a benziyor. Yine de ondan daha farklı. Acer onu “dokunmak için tasarlanan bir notebook” olarak tanımlıyor.

Windows 8’in çıkmasıyla beraber dokunmatik ekranlı bilgisayarlar oldukça arttı. Hatta yeni sürüm Windows satmak için bilgisayar üretimleri arttı. Windows bir öncekine oranla bambaşka bir tasarım sunduğu için kullanım da o kadar değişmek zorundaydı.

Aspire R7’ı sıradan bir notebook olarak ele alıp kapağı kaldırınca 15.6 inç büyüklüğünde dokunmatik bir ekranla “vice versa” tasarlanmış klavye ve touchpad şaşırtıyor. Ekran Acer’ın “Ezel” diye adlandırdığı büyük metal bir menteşeyle ortasından klavyeye bağlı. Bu sayede ekran istenilen yükseklikte kullanılabiliyor ama laptop olarak kullanmak isteyince touchpad’i kullanmak çok zor olabilir; çünkü eliniz direkt klavyenin üzerinde duruyor. Klavyesi olan bir tablet gibi kullanmak isteyince ekranı arkaya eğiliyor. Böylece touchpad ekranın arkasında kalınca, klavyeli bir tablet haline geliyor. Aspire R7 bu haldeyken, ekranı ters yüz edip karşıdaki kişiyle paylaşmak daha rahat oluyor. Yalnızca tablet olarak kullanmak istediğinizde ekran klavyenin üzerine yatırılıyor ama Ezel yüzünden dümdüz olmuyor. Aslında herhangi bir tableti kullanırken de yüzeye tamamen paralel kullanılmıyor.

Hatta tabletler için smartcover’ların da katlanma özellikleri buna göre ayarlıdır. Acer belki de farkında olmadan iyi bir çözüm üretmiş gibi. Diğer bir kullanım şekli, Ezel dik durumdayken ekranı yere parallel kullanmak. Ne amaçla böyle kullanılır, tablet olarak kullanılan halinden ne farkı var diye düşünürseniz, herhalde klavyeye ulaşımının olmasıdır.


6

Kullanım şekillerinin yanı sıra Acer Aspire R7 fiyatına oranla fena olmayan bilgisayar özellikleri sunuyor. Zaten Wikipedia’da Acer için yazıldığı üzere; Acer çok pahalı olmayan bilgisayarları tüketiciyle buluşturan bir bilgisayar şirketi.

Onu bir tablet olarak düşündüğümüzde ekranı çok büyük, çok kalın ve tabii ki çok ağır. Bir laptop olarak düşündüğümüzde ise yetersiz. Her iki durumda da başarısız. En iyisi ona Acer’ın dediği gibi “dokunmak için tasarlanan bir notebook” demeye devam edelim. 15.6 inç full HD dokunmatik ekran, Intel i5 işlemcisi ve 6GB RAM Acer’ın lükse gitmediğini gösteriyor. Ama Dolby HomeTheatre audio sistemi, 500GB sabit diski ve 24GB SSD de hiç de fena olmadığını gösteriyor. 3USB, 1 HDMI port, SD kart okuyucu, WiFi ve Blutooth da diğer özellikleri. Amerika’da $999 olarak sunulacak Acer Aspire R7 Türkiye’de nasıl bir fiyattan satışa çıkar bilinmiyor ama uygun fiyatlı bir ürün olursa talep de o derece yüksek olur.


7

Acer yeni ürününün ilk örneğini sundu Aspire R7 ile. Harika bir ürün olmadığı aşikar. Satış rekorları kırmayacağı da belli; ama Aspire R7 bir süre sonra daha iyi bir şekilde karşımıza çıkarsa belki o zaman çok daha fazla satış yapabilir ve Acer marketteki eski yerine dönebilir. Acer’ı teknolojik ürünler sunan başka bir markaya benzetecek olursak Logitech iyi bir örnek olur sanırım.

Çok pahalı olmayan ve ortalama gibi gözüken ürünler sunsa da aldıktan sonra beklenenden fazlasını veriyor. Uzun süreli yokluğu Acer’a bazı şeyleri kaybettirse de onları geri kazanmaması için bir sebep yok. n


Bay Krek’le Sohbet


9

ALİ & EREN, BERKUN ‘BAY KREK’ OYA İLE KONUŞTULAR Ali Berhan Memişoğlu & Eren Kasapoğlu

B

abamın Cesetleri’nin çıkış cümlesinin “Şeytanın arkadaşıyım ve hayatta kalacağım” cümlesi olduğunu söylemişsiniz. Bu cümleden içinde aile dramı olan bir hikâye nasıl çıktı?

Hatırladığım kadarıyla daha önce de birkaç röportajda benzer bir şey söylemişim ve o röportajı yapan kişi de onu takip ettiği için Babamın Cesetleri’yle ilgili bunu sormuştu, yoksa o tamamen bir çağrışım, çok spontane gelişen bir durum. O an aklıma gelen ilk cümle -ya da her zaman bir cümle olmak zorunda da olmuyorbir kelime, bir renk, ya da bir kumaş herhangi bir şey olabiliyor. Kim ne yapıyorsa yapsın bu geçerlidir. Hani acıktığımızda aklımıza ne yiyeceğimizle ilgili bir şey gelebilir kadar basit bir şey. Yoksa birden hani müthiş bir buluş yakalamışım gibi, böyle bir cümle düşünüp sonra da o cümlenin üzerine bir oyun kurmak gibi değil pek. O an düşündüm, hatırlamaya çalıştım aklıma ilk gelen oydu. Zaten özellikle yazarken tüm bunlardan bağımsız adeta böyle yarı şuurlu bir halde yazıyor insan ya da en azından bende böyle oluyor. Başkalarının tecrübelerini bilemem. O esnada çok fazla net ve açık bilinçli olmak iyi de değil. Biraz o akış içerisinde şahitlik etmek ama dediğim. Bu asla böyledir, şöyledir diyemem. Kendimi de öyle bir yetkide görmediğim gibi hatta bu söylediklerimden emin de değilim çünkü her seferinde değişen şeyler de olabiliyor. Her oyun üzerinde yazdıklarınız da değişebiliyor. Ama yani böyle bir şeyle başlamak bir “starter” gibi oluyor aslında, o kadar. Öner Erkan’ın “Baba öl artık” dediğinde seyircinin gülmesi; Şerif Erol’un “Just watch my friend” ile başlayan tiradı bittiğinde ya da oyunun sonunda oluşan duygusal hava senaryoyu yazarken planladığınız şeyler mi? Genel anlamda bir plan var ama; bu plan o


10

an bana bu planı şimdi anlat desen anlatamayacağım fakat; o an oyunu yazarak uygulayabileceğim bir plan gibi. Dolayısıyla sanki “tarif edilemez sadece uygulanabilir bir plan” sanırım. Bu oyun özelinde de aslında insanlar doğal olarak sahnede izledikleri durumu yarattığı kişiler üzerinden, oyunla ilişki kuruyorlar. Oradaki o baba oğul ilişkisi ön plana çıkıyor doğal olarak ama; benim için onunda özünde yani baba oğul arasında da olabilir, herhangi bir başka bir ilişki ağında da olabilir, yani o özgürlük meselesi gerçekten özgür olmak meselesi. Hayatta hiçbir şeyi yük olarak taşımamak meselesi gibi şeylerdi. Krek’te ilk kez senaryosunda Berkun Oya imzası olmayan bir oyun izledik bunun devamı gelir mi? Bizim için tabii harika bir şey bu. Fuat, (Mete) Krek’te çalışan biri zaten. İki üç senedir burada üniversitede yani Bilgi’de ders ilişkimiz de oldu. Benim öğrencim oldu diyemem çünkü kendimi hoca olarak görmediğim için onu öğrenci gibi görme şansım da yok. Ama bu ders ilişkisi içerisinde başlayan ve sonra burada Fuat çalışırken artan iyi bir bağ oldu aramızda. Fuat da aslında o sürecin sonunda bu oyunu yazmış. Haberim de yoktu. Bir de bunu çok serseri ve şık bir şekilde yaptı. Bir adamın burnuna sokup “Oyun yazdım! Oyun yazdım!” gibi değil. Zaten onlar

arkadaşlarıyla böyle bir okuma tiyatrosu gibi hazırlanmışlar, bana sadece on dakikan varsa gelip bakar mısın dedi. Şurada hemen, bitirme projesi olarak çadırda oynuyorlardı ben de izledim; çıktığım gibi de Fuat’a: “Gel bunu Krek’te yapalım, ben yönetmek istiyorum bu oyunu, kabul eder misin?” dedim, o da etti. Çok da iyi oldu, ben aslına onun yaşlarındayken yazdığım şeyleri düşündüğümde de Fuat’ı çok ileride görüyorum, yolunun da çok açık olduğunu düşünüyorum. ”Hep aynı adamın oyunlarını yönettiğim için aslında az biraz anlıyorum artık onu, tanıdım.” peki Iska’yı yönetmek zor oldu mu? Iska’yı yönetirken zorluk belki oldu ama şöyle bir model uyguladım galiba farkında olmadan, zaten Fuat’ın oyununun benim ilgimi çekmesinin sebebi de oydu, ben oyunu kendim yazmışım gibi yönettim çünkü Fuat’ın yazdığı şeyi kendime yakın buldum, kendimden izler buldum, kendimden izler buldum derken benzerlik ya da bir esinlenme ya da bir etkilenme değil; his olarak iki birbirinden bambaşka müzik bizde aynı hisleri yaratabilir ya hani... Orhan Gencebay’ın bir şarkısı ile Schubert’in bir şarkısının bir varyasyonu arasında bir bağ kurabiliriz gibi bir şeyden bahsediyorum, his olarak yakınlıklar vardı benim için dolayısıyla biraz yine eskiden yaptığım gibi kendim yazmışım gibi yönettim aslında.


11

Iska’da pek alışık olmadığımız bir dekor var, izleyiciden nasıl tepkiler aldı? Özellikle renklerin seçimi, odaların seçimi oyunu desteklemek için mi yoksa sadece şık bir hareket olsun, dikkat çeksin diye mi ? İyi tepkiler aldı. (Gülüyor) O tamamen zaten sahne üzerinde yaptığınız her şey. Her şey ile kastettiğim tam olarak, bir oyuncunun parmağını on derece sola oynatması bile mutlaka bir planın parçasıdır. Marifet onları sanki hiç bir planın parçası değilmiş gibi göstermek aslında. Dolayısıyla Iska’da gördüğünüz dekor ve ışıkların yanma süreleri ve her şey tabii ki o rejinin bütünlüğü içindeki detaylar. Birine aynı şeyi anlatmanın bir çok yolu vardır. Hepimiz hayat içinde bununla karşılaşırız, bir şey anlatmak isteriz ve binlerce yolla anlatılabilir. En doğru yolu bulmak adına dikkat ettiğiniz her şey hayatta küçük bir diyalogda bile böyle, seyirciyle sahneden kurduğunuz yine bir diyalog

dolayısıyla o diyalogda da her şeye dikkat etmeniz gerekiyor. Beden dilinize, konuşurken neresine baktığınıza, ağzınızdan çıkan her lafa, ilgisi dağıldığında toparlamak için neler yapmanız gerektiği gibi dolayısıyla aslında her an ne yapıyorsak aynı şeyleri yapıyorsunuz sadece biraz daha uzun prova gerektiriyor o kadar. Bir süredir TV ile iç içesiniz, bunun yanında bir de Radikal’deki yazılar; peki yeni bir film planlarınız arasında var mı? Mesela “İyi Seneler İstanbul” ? “İyi seneler Londra’yı yazdıktan sonra beş sene hiç bulaşmadan kendimi daha fazla hazırlamam, çalışmam gerektiğini hissetmiştim. Beş sene doldu hatta altıncı seneye giriyor ben de haziranda bir senaryo yazmaya başlıyorum. Önümüzdeki iki sene içerisinde her şey yolunda giderse bitecektir. İlk film biraz hızlı olmak zorunda olmuştu. İlk filmden edindiğim


12

tecrübe: biraz daha sabırlı, sakin ve biraz daha özenli çalışmak istiyorum. Bir dönem Krek’te sahnelenen oyunlarda sahnede de hep siz vardınız ama Berkun Oya’yı artık sahnede göremeyecek miyiz? Tiyatroyu kurduğumuz zamandan o bahsettiğiniz zamanların sonuna kadar geçen sürede oynamak zorundaydım çünkü oyuncu bulmamız o zaman çok zordu. Biz, Ali (Atay) ile tiyatroyu kurduğumuz zaman mesela ben dört kişilik bir oyun yazıyordum, Ali’nin oynayacağı belliydi o zaten oyuncu ve tiyatronun hep oyuncu başıydı. O bana diyordu ki: “Üç kişi bulacağımıza iki kişi bulalım kimseyi tanımıyoruz, insanlar da bizi tanımıyor, insanları ikna etmek zaten çok zor, dört kişilik oyun yazıyorsun, bari sen oyna da iki kişi bulalım.” gibi bir süreçti. Öyle devam etti ama; ne zaman ki benden daha iyi oyuncular ile çalışma şansına sahip olduk artık benim oynamama gerek kalmadı. Krek kadrosunda popüler oyuncular yer alıyor bu durumun size geri dönüşü nasıl oluyor? İzleyici profiliniz de bir değişiklik yaratıyor mu? Yıllardır hep yaşadığımız, yıllarca da yaşayacağımız bir şey. Büyük bir zarar da yok burada. Bütün mesele türler bilgisidir. Krek seyircisi sapla samanı ayırmayı bilen bir seyirci. Bu da bizim için çok büyük bir şans, öyle olmasa da zaten Bartu, Öner ya da diğer arkadaşlar bundan rahatsız olurdu bana varana kadar çünkü her akşam çıkıp düzenli bir oyun oynayan onlar. Tabii ki aralarında olabilir ama insanlara oyunlara ne gelin diyebilirsiniz ne de gelmeyin. Burada önemli olan sizin hani dediniz ya “popüler isimler” burada tiyatro yapan herkes için popüler olan şey, burada yaptığınız şey. Dolayısıyla o kendiliğinden bütün bu sorduğunuz soruların cevabı da, bütün bu kaygılar da,

hep böyle Hrant’ın lafı gibi, “su çatlağını bulur” demesi gibi, bunlar hep böyle çatlağını bulur kendi yerlerine yerleşir. Afife Jale ödüllerinde bu sene Babamın Cesetleri ile üç adaylığınız ve bir ödülünüz var, bu durumu oyunun yönetmeni olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? İyi değerlendiriyorum. Ben de çok ödül alayım kafası yoktur. Gidilir alınır, bedava içki vardır falan. Yani ödül geceleri gidilmesi gereken bir gecedir. Ne aldığın için ne almadığın için ekstra bir duygu yaşadığın bir şey olması lazım. Oyuncuların hoşuna gider böyle şeyler ve bu da iyi bir şeydir. Ama önemsiz olduğu için değil, sadece ne kadar önemsenmesi gerektiğinin bilincinde olması gerekir. Yönetmen, oyuncu, yazar her kimse ve hani bu bir düzen, bu düzen içinde yaptığımız işin yan eylemleri gibi bunlar ne çok içine girip ne de uzak durup, biraz böyle bayram ziyaretine gider gibi gidiyoruz biz onlara. Hani bayram ziyareti de öyle bir şeydir ya gidilmesi gerekir, yapılması gereken şeyler vardır. Onlar yapılır ve çıkılır, rahat bir sigara içilir ve hayat devam eder. Ödül törenleri de bizim için biraz öyledir. İnsan bazen sevinir, bazen canı sıkılır ama; öncelikli bir psikoloji belirlemesi yapmaz bu tip şeyler. Krek’te üniversite öğrencilerine yönelik bir çalışma, olanak vs. var mı? Burada zaten Bilgi Üniversitesi öğrencilerine yönelik epey bir olanak var, staj imkanları vs. Üniversite bizim için en kilit seyircidir. Üniversite bizim için bu işin kalbidir, üniversitedeki öğrenci bizim için, bizi yükselttiğinde en çok yükselten, düşürdüğünde ise en çok düşüren seyircidir. Bizim için kıstas üniversitedir bu yüzden sadece Bilgi Üniversitesi’ne değil tüm üniversitelere Krek her zaman açıktır. n


BAHAR YALNI Koç Üniversitesi Bahar Şenliği Koç Üniversitesi Bahar Şenliği, Sosyal Aktiviteler Kulübü tarafından düzenlendi bu sene. 11 Mayıs Cumartesi günü başlayan ve 12 Mayıs’ın da ilk saatlerine taşan şenlik, açıkçası bu eğlenceli bahar şenlikleri furyasına iyi bir başlangıç olmadı. Şenliğin iyi yanları konser alanının geniş, sahnenin büyük, ses sisteminin de hiç fena olmayışıydı. Ücretsiz ulaşım sağlanması da hafife alınacak bir şey değildi. İyi bir başlangıç olmamasının sebebi ise şenliğin herhangi bir ‘’üniversite’’ etkinliğini andırmamasıydı. Okulun tüm binaları kapalı ve kilitliydi, dolayısıyla yiyecek seçenekleri

de etkinlik için özel belirlenmiş olan menülerden ve fiyatlardan oluşuyordu. Fiyatlar yüksekti, seçenek azdı, bir vejeteryan olarak pilavdan başka yiyecek bir şey bulamadım. Tuvalet imkanı ise, tercih edildiği an ‘hayatımın en iğrenç ilk üç tecrübesi’ sıralamasında yerini alacak olan seyyar tuvaletlerden başka bir şey değildi. Bilet fiyatları, bu kadar kısıtlı seçeneğe sahip, tek günlük bir şenlik için çok uçuktu. Tüm bunlara rağmen o gün kampüs delicesine kalabalıktı! Üzülerek söylüyorum, etkinliğin bir üniversite şenliği olduğunu hatırlatan tek şey alkol yasağıydı. Buna rağmen delicesine


14

IZ GELMEDİ..! 11 M

AYIS

sarhoş olup konserler sonrasında kavgaya tutuşan öğrenciler de ayrı bir can sıkıntısı oldu. Kendimi okuldan dışarı zor attım! Konserler ise organizasyonun yanında çok daha iyiydi. Bengü’nün katlanılması zor performansından sonra uzun süredir dinlemediğim Teoman ilaç gibi geldi, ancak onun da en bilinen parçalarını sıralayıp, İstanbul’da Sonbahar’da iki ıslık çaldıktan sonra sahneden inmesi biraz samimiyetsizdi. Tarkan ise gecenin sonunda günün en iyi performansıyla biraz boşuna gelmediğimi hissettirdi. Günlük hayatta dinleyip dinlememekten öte, samimi ve enerjik bir performans insanı her zaman eğlendirir.

HER SENE OLDUĞU GİBİ BU BAHAR DA BERABERİNDE BİRÇOK ŞENLİK GETİRDİ. SÖZ KONUSU BAHAR ŞENLİKLERİ OLUNCA ÜNİVERSİTELER ADETA BİRBİRLERİYLE YARIŞIYORLAR! GEÇTİĞİMİZ İKİ HAFTA İŞTE TAM DA BÖYLE BİR HAFTAYDI. BAHAR ŞENLİKLERİ MAYIS BOYUNCA DEVAM EDİYOR. ŞU ANA KADAR YAPILAN ŞENLİKLERİ SİZİN İÇİN DEĞERLENDİRDİK Günseli Naz Ferel


15

15-17

MAYI

S

Bilgi Mayfest

13-17 MAYIS

İTÜFest* İTÜFest, şüphesiz, bu sene hem bu kadar uzun sürüp hem de her güne ayrı güzellikte konserler serpiştiren tek üniversite festivali. İTÜFest gerek bilet gerek yiyecek fiyatları ile diğer bahar şenliklerine göre çok daha ‘‘öğrenci cebi’’ne uygundu diyebilirim. Konserler dışında hazırlanan etkinlik alanları ve hazırlanan alternatif sahnedeki öğrenci etkinlikleri son derece keyifliydi. Koç ve Bilgi’de yaşanan ezici, upuzun kuyrukların aksine konserlere girişte online bilet barkodlarının telefonlardan okutulması sayesinde hiçbir bekleme sorunu yaşanmadı. İTÜFest’in bir başka güzel yanı her gün için ayrı ayrı belirlenen konserlerin birbirleriyle uyum içinde olmasıydı. Redd ile Gripin’in, Malt ile Teoman’ın, Pinhani ile de Sezen Aksu’nun aynı gün sahne alması son derece isabetli bir karar olmuştu. Bu uyumlu konser planlamalarının tek istisnası ise 16 Mayıs’ta Bulutsuzluk Özlemi ile Sıla’nın sahne almasıydı. Aynı gün sahne almalarından ziyade, Bulutsuzluk Özlemi’nin Sıla’dan önce sahneye çıkmasını çok saçma buldum. Bunun dışında İTÜFest atölyeleri, oyunları ve konserleriyle son derece keyifli bir bahar şenliğiydi.

Değerlendirdiğim son bahar şenliği ise İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin Mayfest’i! Mayfest’in üç gün boyunca kampüste tam anlamıyla bir ‘’şenlik’’ olmanın hakkını verdiğini düşünüyorum. Her taraf oyunlarla, müziklerle, danslarla ve yiyecek standlarıyla doluydu. Sadece konserlere giriş için biletin gerekmesi ise Mayfest’in en hoşuma giden yanı oldu. Bu sayede isteyen istediği gün, istediği konsere katılıp diğer tüm etkinliklerin tadını çıkarabildi. Mayfest’in olumsuz olduğunu söyleyebileceğim yanı ise, biletler dışında her şeyin son derece pahalı olmasıydı. Biletlerin de normalden daha yüksek bir fiyata satıldığını kabul ediyorum ancak yiyeceklerin ve büyük oyun aletlerinin olağanüstü fiyatlarının yanında sönük kalıyordu. Son gün Redd’in ve Melis Danişmend’in birbirinden güzel performanslarına gereken ilginin olmamasını da organizasyon hatası olarak görüyorum. Son gün konser alanına çimlerin dahil edilmesi, alana giriş kabul edilmeye başlandığında insanların sahneye değil çimlere yönelmesine sebep oldu ve ilk iki konser hakkettiği ilgiyi görmedi. Teoman’ın performansı ise Koç’ta ve İTÜ’dekilerin tıptatıp aynısıydı, samimiyetsizdi. Bunların ötesinde Bilgi Mayfest, etkinliklerinin bolluğuyla, samimi ortamıyla ve çimlerle müziğin keyfini aynı anda çıkarmamızı sağlamasıyla son derece renkli ve keyifliydi!


16

Bahar şenlikleri devam ediyor! Birçok üniversitenin ayrı ayrı düzenlediği bahar şenlikleri bu değerlendirdiklerimle sınırlı değil tabii ki! Önümüzdeki günlerde birçok farklı şenlik daha düzenlenecek. Bunlardan birkaçı: - Marmara Üniversitesi Bahar Şenliği: 23-25 Mayıs - Sabancı Üniversitesi Offtown Festival: 25 Mayıs - Kocaeli Üniversitesi Bahar Şenlikleri: 27-29 Mayıs - Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Bahar Şenliği: 3-8 Haziran

*Emrecan Kaya’nın gözlemleriyle.


Un ufak olana dek unutmayacağız!


18

E

mniyet müdürü ile eski kontrgerilla, yeni mafya adamlarından birisi aynı masada otururlarken Behzat Ç. yanlarına gelir.

-Kimin için çalışıyorsun sen? -Ben yalnızca bu memleket için çalışıyorum. Müdürüm de bilir. Biz zamanında bu memleket için kurşun da attık, kurşun da yedik. Biz bu memleket için yalnızca Doğu’da savaşmadık. Aynı zamanda Avrupa’da da savaştık. -Ne yaptınız, ikinci Kosova kuşatmasına mı katıldınız? -ASALA’yı bitirdik. Bu sahneyi hiç unutmam. Aklıma Susurluk kazasını getirir. Malum, devletin kirli ilişkileri açığa çıkmıştı; siyaset-polis-mafya üçgeni aynı araçtaydı. O dönem Tansu Çiller, “Devlet için kurşun atan da kurşun yiyen de şereflidir” diyerek ne akla ne vicdana sığan bir zihniyete sahip olmadığını bir kez daha ispatlamıştı. Bir başka sahnede ise Behzat, öldürülen savcı eşiyle tartışıyordu. “Artık senin hukukun yok. Bitti o. Onların hukuku var” diye bağırdığında “Hukuk neden hep birilerinde ve hep o birileri için?” diye düşündürtmüştü.

Behzat Ç.’den Siyasi Mesaj!

Son bölümde ise savcı cinayetinin düğümü çözüldü. Milletvekili, yargıç, iş insanları, mafya, tetikçiler, iktidar savaşında bulunanlar… Hepsi aynı masadaydı, hepsinin o cinayette parmağı vardı. Behzat Ç. üzerine çok şey yazılabilir. Behzat Amir’in trajedisi, ekibindeki insanların öyküleri, trans cinayetlerinden, Cumartesi Anneleri’ne dek işlediği toplumsal mağduriyetler… Bütün bunlarla birlikte Behzat Ç. insanlara, devleti ve o “kötü adamları” sorgulamalarının sebeplerini serdi. Üstelik polisiye bir dizi olarak!


19

Dizinin ilk sezonunda Ercüment Çözer karakteri üniversitenin birinde ders anlatır. Derste “Karl Marx, tarihin gördüğü en büyük saygısızdır” der. Marksist devlet kuramına göre pek çok yorum var. Bunlardan bir tanesi Marx’ın önemli metinlerinden Grundrisse’den (Ekonomik Politiğin Eleştirisine Katkı) kaynaklı gelen yorumlardır. Öyle bir Marksist devlet analizine göre hukuk ve politika sermayenin üzerinde yükselen üstyapıdır. Böylece, hukuki ve politik ilişkiler ile ekonomik ilişkiler birbiriyle örtüşür. D ev l e t i n ‘ç ı k a r ı n ı ’ ko r u y a n h â k i m … Kontrgerillayla içli dışlı emniyet müdürü… Değişen hukuk sistemi… Sermayenin ihaleleri… Finalde ise her birinden hesap soran proleter kahraman: Muzaffer! Cumartesileri tatil; artık Cuma akşamları evde durmamız için hiçbir gerekçe kalmadı. n


D�j�tal Dünyanın Altını B�tco�n Nereye Koşuyor?


21

BİRKAÇ DOLAR EDEN, DİJİTAL MANYAKLARIN KULLANDIĞI UFAK BİR SANAL PARA BİRİMİYKEN KIBRIS KRİZİ SONRASI YÜZLERCE DOLAR ETMEYE BAŞLAYAN YENİ KRAL BITCOIN’İN HİKAYESİ Gökberk Ertunç

1

Kasım 2008’de Satoshi Nakamoto adı altında kendini gizleyen bir kriptograf tarafından dünyaya yayılan bir algoritmaya dayanan dijital bir para birimi olan Bitcoin, yatırımcısını %600’lük bir yükselme ile kilise önünde deve kestirecek kadar sevindirerek gündemimize girdi. Bunun sonucunda 2013 başında 10 dolar civarında işlem görürken birkaç hafta içinde hiper deflasyonla değeri yüzlerce dolar olan bu para birimi dinozor ekonomi yorumcularını faka bastırdı.


22

Bitcoin anarko kapitalistlerin, siber anarşistlerin ve radikal liberallerin desteklemesi sonucu kullanıma girmişti. Her tür devlet ve merkez bankasından bağımsız bir biçimde sadece bilgisayarlar arası bir şifreli kod parçası değişimiyle çalışan sistemi ile, özellikle bahsetmesi bile Türk ve hatta dünya aile yapısına aykırı ve çoğu eyalette yasak olan bazı şeylerin pazarlandığı derin internetin ünlü alışveriş sitesi Silkroad’ta popüler olmuştu. Şimdi ise artık global bir spekülasyon aracı olma yolunda emin adımlarla ilerliyor.

Bitcoin’in diğer para birimlerinden en önemli farkı ise, global bir para birimi olup hiçbir regülasyona ve ulusal para politikalarına bağımlı olmaması. Oyunda asker basmak gibi işlevler için kullandığımız, tüm dünyada geçerli tek bir para birimi hayali artık çokta uzak değil gibi. Peki Bitcoin’e neler olacak? Forbes’taki analistlere göre Bitcoin, 90’lı yıllarda Yahoo gibi internet şirketlerinin gerçek değerinin kat kat üzerine çıkmasıyla oluşmuş olan dotcom balonuyla benzer karakterleri gösteriyor. Ama onlar yanılıyor da olabilirler, 90’lı yıllardaki internet şirketlerinin durumu ile bitcoin tamamen farklı şeyler. Çünkü bitcoin düzenli para akışına dayanan bir şirket değil; 21 milyonla sınırlanmış, artan talebe karşı sabit bir rezervi olan bir para birimi. Bu nedenle günümüzün sürekli trilyon dolarlık parasal genişleme politikalarına maruz kalan ulusal para birimleri ve dolar karşısında değeri sonsuza giden bir değer alabilir. n


23

kaynak: businessinsider.com

kaynak: businessinsider.com


NABZA GÖRE ŞERBET


25

“FÜZYON MUTFAĞI DÜNYA BARIŞINI SAĞLAMAK İÇİN SÜRDÜRDÜĞÜ ARAŞTIRMALARININ SONUNA GELDİ: NABZA GÖRE ŞERBET!’’

MALZEMELER: ● ● ● ● ●

1 adet ananas 1 adet domates 500 g böğürtlen 200 g şeker 18 mg brolimielone (Füzyon Mutfağı’ndan temin edebilirsiniz)

Can Olguner

N

abız. . . Zamanın başlangıcından beri atan, bazen yavaşlayan, bazen hızlanan bir olgu. Bazen savaşlar çıkaran, yakıp yıkan, bazen barış ve huzur getiren bir parçamız. Füzyon Mutfağı, anlaşmazlıklar ve uyumsuzlukların doğurduğu çatışmaları engellemek için söz konusu ortamdaki bütün nabızları uyumlandıran bir şerbet keşfetti. Güney Amerika’da enerji çalışmalarını sürdürüren, ismini terk etmiş, artık sadece Dada (Kardeş) olarak bilinen bir bilgenin sohbetlerinden yararlanan mutfağımız, Dada’nın yedi beden fikrinden yola çıkarak bir formül arayışına girdi. Dada, insanın görünen fiziksel bedenine ek olarak altı bedeni daha olduğundan, yani aynı yerde farklı titreşim değerlerine sahip olan ve farklı frekanslarda ama aynı zamanda birbirine bağlı, birbirinden etkilenen ve beraber varolabilen, toplamda yedi bedeni olduğundan bahsediyor.


26

Etrafımızda yaşanan olumsuzluklar, travmalar ise bu yedi beden arasındaki uyumu zayıflatıyor. Bedenler arasındaki uyum zayıfladığı zaman ise vücut kimyamız ve psikolojimizde ciddi ve olumsuz yönde, çoğu zaman agresyona yol açan etkiler görülüyor, nabzımız düzensizleşiyor. Uyumu tekrar sağlamak için ise haftalar süren bir meditasyon ve detoks programına girmeniz gerekiyor. İşte bu noktada Füzyon Mutfağı bu süreci bir bardağa sığdırmayı başarıyor. “Kardeşim beni rahat bırak artık” değiniz anlar için mutfağımızın önceden geliştirdiği Brolimielone adlı kimyasalı ananas, domates ve böğürtlen ile birleştirdiğimizde yedi beden uyumunu sağladığımızı gördük.

Asistanımız Berkant Cereyan üzerinde denediğimiz Nabza Göre Şerbet’in işe yaradığını “Kirlian” fotoğraf tekniğini kullanarak belgeleyebildik ve yedi bedende mükemmel uyumu gerçekleştirdiğini kanıtladık. Dilimlenmiş ananas, domates ve böğürtlenlerimizin suyunu bir katı meyve sıkacağında sıktıktan sonra brolimielone ve şekerimizi ekliyoruz ve iki dakika boyunca hızlı bir şekilde karıştırıyoruz. İçeceğiniz servise hazır! On beş dakika içinde etkisini gösteren bu leziz içeceğin şimdiye kadar çözemediği bir anlaşmazlık bulunamadı. Düzenli ve uyumlu bir nabız için, lütfen “Yedi Beden Akort Anahtarı” olarak da adlandırabileceğimiz Nabza Göre Şerbet için. n



28

Özge Yılancı

Medya ve İletişim Sistemleri 2. Sınıf


29


30

Taylan Türkkan

Medya ve İletişim Sistemleri 1. Sınıf


31


32

İlayda Gencer

Medya ve İletişim Sistemleri 1. Sınıf


33



/12

端n

e t e z r ive


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.