/27
ün
e t e z r ive
ı’ndan s a t f a oda H M k r o Y ca… n u l o _New n Duma _Konu a Bir Umuttu ys _GeziO
muz u r o p a r
var
zete
Sayı: 27 / 2013 Genel Yayin Yönetmenleri Can Olguner Berkem Ceylan Yayın Koordinatörü Özge Yılancı
V POZİSYONUNDA SEVİŞİN
ONUN GİBİSİ GELMEDİ
Yazı İşleri Gökberk Ertunç Simge Gürkan Tuna Ateş Yazarlar Gökberk Ertunç Mert Ofluoğlu Merve Yazkan Oğuzhan Karakaş Emrecan Kaya
O ESNADA YAŞANAN DİĞER ŞEYLER
Teşekkür Sarper Durmuş Halil Nalçaoğlu Aylin Dağsalgüler Tasarım Erdal Özbek
İletişim Fakültesi Öğrencileri tarafından hazırlanmaktadır.
/ifbilgi
@ifbilgi
DIANA: “PRINCESS DI(E)”
LONDRA VE MİLANO ESİNTİLERİ
3
/
v i 端n
e t e z er
Londra ve Milano Esintileri
BORA AKSU
5
Bora Aksu, Londra’nın içinde bulunduğu soğuk ve kasvetli havanın aksine, güneşi ve güneşli yaz günlerinin anısını podyuma taşıdı. 13 Ağustos Cuma günü Bora Aksu markasının 10. Yıl dönümüydü. Türk asıllı tasarımcı bu özel günü; Ege sahillerinde geçen uzun ve sıcak yaz günlerinin çocukluk hatıraları ile resmetti.
İngiliz gülleri ile donatılmış Burberry’den, buram buram Feminizm kokan Prada’ya kadar, Londra ve Milano Moda Haftalarının öne çıkan koleksiyonları takdimimdir. Merve Yazkan
Ünlü tasarımcı, üstü dar alta doğru genişleyen kısa etekler, biçimli omuz detaylarına sahip üstler ve bluzlar, kimi zaman sade kimi zaman da geleneksel danteller ve kroşeler ile süslü tasarımlar, porselen mavisi küçük şirin yakalar, nergis sarısı ve göz alan pembeleri ile, bizi gardırobumuzdaki güneşli günlere götürdü. Başarılı tasarımcı, hayal gücünü geçmişten aldığı sürece, tasarımları gelecekte de ona büyük başarılar getirecek gibi gözüküyor. Bu koleksiyon da onun tamamen odaklanmış ve iyi bir şekilde sunulmuş kendi gerçeği. Aksu, beğenilen koleksiyonu ile 10. yılına muhteşem bir giriş yapmış oldu. Bir tasarımcı için Londra Moda Haftası’nın açılışını yapmaktan daha iyi bir doğum günü hediyesi ne olabilir ki?
6
MARY KATRANTZOU
7
Mary Katrantzou görsel.04 May Katrantzou, beklenmedik yerlerin örf ve adetlerinden, o yere özgü her detaydan ilham alır. Onu mücevher olarak ya da bir altın yumurta misali karşımıza çıkarır; yabancı değerlerden, mimari yapılardan etkilenir. Bu yüzden de Mary Katrantzou’nun defilelerinde her zaman güçlü bir mesaj vardır. Bu sezon da, ayakkabıların sağladığı yüksek etki ve fetiştik cazibeleri ile bir istisna olmadı. Bütün ayakkabı koleksiyonu, İrlanda’ya özgü ayakkabıların, sneakerların ve
terlikler in farklı yorumu ile ortaya çıktı. Katrantzou, backstage kısmında defilesinden “Defilenin farklı yanı, birbirinden farklı bütün ayakkabıların olması ve kadınların bunları giyiyor oluşuydu.” sözleri ile bahsetti. Koleksiyonda ayakkabı baskılarının olduğu deri detaylar ön plana çıkmış ve ipek elbiselere kadar her detay, Ghillie (İskoç dans ayakkabısı) etkisini yaratmak için pileler ve baskılar ile tamamlanmıştı. Straples elbiselerde ise bel kısmında görmeye alışık olduğumuz peplumlar göğüs kısmına çıkarak farklı bir hava yarattı. Ünlü tasarımcı ayakkabı baskılarının yanı sıra floral ve geometrik desenleri de unutmamıştı. Crop-top üstler de pantolonlar da vardı koleksiyonda, hepsi baskılı göz alıcı ve tam anlamıyla Katrantzou’ya özgüydü. Mary Katrantzou, ayakkabıları da kıyafetlere taşımış ve kadınlara giydirmiş oldu. Bu kadın, başka ne yapabilir ki!
8
MULBERRY
9
Bir başka İngiltere ile tanışmaya hazır olun. Fakat siz tanışmadan önce bir üzücü haberimiz var, Mulberry markasının vizyonunu değiştiren tasarımcısı Emma Hill resmi olarak markadan ayrıldı. Evet doğru duydunuz. Yani bu koleksiyon Hill’in son koleksiyonuydu. Ünlü tasarımcı, son eseri hakkında “Bu gerçekten basit.” yorumunu yaparak akıllarda soru işaretleri bıraktı. Emma Hill’in istediği yumuşaklık ve sevecenlikse, istediğini başarmış, tasarımlarına umursamazlık, ferahlık ve 20. Yüzyılın en güneşli, en aydınlık görünümlerini vermişti. Defilenin açılışı
Cara Delevingne ile yapıldı. Ünlü model gri uzun ceket ve aynı desenler içinde olan bermuda şort ile sahneye çıktı. Görünüm, platform topuklu sandaletler ve clutch çanta ile tamamlandı. Buraya kadar Hill, her şeyi yumuşak, kolay ve sevimli tuttu. İlerleyen bölümlerde ise, İngiliz bahçelerinin motifleri; kare kesimli oldukça büyük floraller ile süslü üstlerden, A kesimli deri eteklere kadar kendini gösterdi. Koleksiyona zaman zaman puslu bir hava çökerken, kalın giysiler de ortaya çıktı. Emma Hill, 60’lı yılların hakim olduğu koleksiyonu ile bize bahar havasına güvenilemeyeceğini bir kez daha göstermek istemiş anlaşılan.
10
BURBERRY
11
Burberry’nin yeni koleksiyonu, zarif ve naifti. Markanın tasarımcısı Christopher Bailey, 2014 İlkbahar/Yaz koleksiyonunun teması için İngiliz güllerini seçti. Öyle ki pastel tonların hakim olduğu koleksiyonda, güllerin siluetleri her fırsatta gözler önüne serildi. Dantel ve bir o kadar da cüretkar olan elbiseler, güller ile bezenmişti. Bir bakalım, koleksiyonda ve defilede eksik bir şey var mı? Duygusal ve huzur veren müzikler: check, final kısmı boyunca izleyenlerin
üzerine yağan taç yaprakları: check, trençkotlar: check, Cara Delevingne podyumda mı: evet. Buraya kadar her şey Burberry defilelerinde görmeye alışık olduğumuz şeyler. Fakat bu sezon zımbalar, bedeni sıkı sıkı saran, asi, güçlü ve etkili tasarımlar yok. Bu sezon Christopher Bailey oldukça rahat bir modda. Hem zaten onlar olmadan da Bailey’nin koleksiyonu; zarif formları, romantik dantelleri, transparanlığı ve sevgi dolu renkleri ile oldukça etkileyici ve kusursuzdu.
12
13
Gucci görsel.08 görsel.09 Gucci kızlarının asıl düşüncesi: “Hey, Gucci bir gece kulübünde giymek için muhteşem, değil mi?” olmalı. Fakat bu koleksiyonda, markanın kreatif direktörü Frida Giannini, onları ters köşeye yatırıyor. Frida Giannini, bu kez biraz daha spor ve rahat bir koleksiyonla çıkıyor karşımıza. Hem enerjik hem dikkat çekici, hem sportif hem de ışıltılı. Evet bunların hepsini bir koleksiyonda topluyor
ünlü tasarımcı. Doğu’dan da ilham almış Frida. Harem pantolonlar, kaftanlar, kimonolar koleksiyonun öne çıkanlarından. Tasarımcının bir başka ilham kaynağı ise 1910’lu yılların moda illüstratörü Erté. Ünlü tasarımcı, onu tasarımlarının formunu bulmak için bir kaynak olarak kullanmış. Transparan detaylar, floraller ve metalik desenler oldukça çekici bir formda karşımıza çıkıyor. Ünlü tasarımcı, sportif ve enerjikliğin yanı sıra seksiliği de korumayı başarıyor. Bu koleksiyon sanki bir çeşit “seksiliğin en rahat hali” gibi.
14
FENDI
15
Karl Lagelfeld’in bilgi birikimi Fendi defilesinde yine kendini gösterdi. Burada Lagerfeld’in Fendi’yi grinin farklı tonları ile uyum içinde sunmasında şaşılacak bir şey yok. Burada grinin 50 tonundan bir alıntı da yok, burada sadece tonsal değişmelerin bolluğu var. Tabii ki, bu tek kelime ile muhteşemdi, Karl Lagerfeld’in muhteşemliği.. Lagerfeld, ton açısından bu kadar yoksun gri rengini bile havalı ve muhteşem gölgeler ile izleyenlerin beğenisine sundu. Griyi parlak renkler
ile bir araya getirdi, muhteşem renkleri organze gibi iddialı bir kumaş ile karşımıza çıkardı. Sözün özü modanın Einstein’ı yine yapacağını yaptı. Lagerfeld ve Silvia Venturi’nin hazırladığı 2014 İlkbahar/Yaz koleksiyonu, gri tonlarının yanı sıra parlak ve ferah renklerin ve sonu gelmeyen grafik desenlerin birlikteliğinden oluşuyor. Koleksiyonun öne çıkanlarından olan bu parlak renkler; turuncu, kobalt mavisi, kırmızı ve bunların ustaca kullanılmış karışımları. Elbiseler ve etekler midi formlarda karşımıza çıkarken, Cara Delevingne’in de içinde bulunduğu ünlü modeller, kısacık siyah peruklar ile podyumda boy gösteriyor. Lagerfeld bu ilginç defilesi ve farklı koleksiyonu ile bize; dijital dünyanın içinde, esprili bir dil kullanmayı ne kadar da sevdiğini bir kez daha gösteriyor. Sizce de bu koleksiyon bir çeşit Karl Lagerfeld’in manifestosu gibi, değil mi?
16
DOLCE & GABBANA
17
İtalya, Domenico Dolce ve Stefano Gabbana’nın yaptıklarını açıklamakta zorluk çekebilir. Onlar doğalarını büyük bir övgü ve gösterişle tasarımlarına taşıyorlar. Bu koleksiyonda da yaptıkları şey tam olarak bu: kadınlığın her detayını, kültürü, güneş ışınlarını, heykelleri, aileyi, sevgi ile kucaklamak. 2014 İlkbahar/Yaz koleksiyonunda tasarımcılar, bizi yaklaşık 5 bölümlük (tam sayıyı kestirebilmek oldukça zor) bir ilkbahar için Domenico Dolce’nin doğduğu yere, Sicilya’ya doğru yolculuğa çıkarıyorlar. Stefono Gabbana, bu sevimli bölümü “Bu koleksiyon bir Sicilya hayali“ sözleri ile açıklıyor. Yani bu sezonda, onların hafızalarına kazınmış bir Yunan-Roman görünümü tasarımlara yansıyarak podyumlara taşınıyor. Koleksiyonda Yunan heykelleri tasarımlarda beliriyor, armalar ile donatılmış kemerler madalyonlu hükümdar kaftanları ile karşımıza
çıkıyor, ayakkabılar, Yunan tapınaklarının sütunlarını andıran siluetleri ile neşeli bir formda, Gladyatör kızları ise altın renkli yapılı tunikleri ile podyumda. Bu çeşit kıyafetler kulağınıza pek de cezbedici gelmeyebilir fakat emin olun, onları kokteyllerde, gece davetlerinde, 21. Doğum gününüzde kısacası her fırsatta giymek isteyeceksiniz. Özellikle defilenin kapanışında, bir Dolce&Gabbana klasiği olan toplu yürüme esnasında ortaya çıkan altın parıltılı tasarımları gördükten sonra.
18
PRADA
19
Herkes bilir ki Miuccia Prada, sezona yön veren trendlerin ve arzu nesnelerimizin sahibesidir ve yine herkes bilir ki sezonun trendleri Prada defilelerinden çıkar. Bu sefer bir istisna olmasını bekliyorsanız hayal kırıklığının tadını çıkarın çünkü yeni bir trend kendini gösterdi bile: ‘crop-top’lar. Miuccia Prada, bu sezon için farklı ve sanatsal bir koleksiyon hazırladı. Mesa, Gabriel Specter ve Jeanne Detallante gibi isimlerin içinde bulunduğu sanatçılar, tasarımlara hükmeden kadın yüzlerinin sahipleri. Bu kıyafetlerde Feminizmi görüyor musunuz? Miuccia Prada, görmenizi istiyor. Kadın temasının çarpıcı bir şekilde koleksiyona hükmetmesinin sebebi de tam olarak bu. Sevgili Miu Miu’muz oldukça iddialı. Backstage röportajında da söylediği gibi o bu sezon “kışkırtıcı” olmak istiyor. Koleksiyonda ‘crop-top’ trendine farklı
bir form kazandıran, büstiyer havasında desenler hemen hemen her tasarımın üzerinde karşımıza çıkıyor. Sanatsal kadın yüzleri payetler ve renkler ile buluşarak koleksiyona farklı bir hava katıyor. Bu kadınlar, kadınsı ceketler ve çantalara Retro dokunuşlar kazandırıyor. Kısa elbiselerde de, pileli okul eteklerinde de, hatta kürklerde bile yine onlar var. Elbiseler ve etekler ile diz altına kadar uzanan futbol çorapları eşleşiyor. Görünüm renkli materyallerin içindeki sandaletler ve kuş tüylü takılar ile tamamlanıyor.a
Onun gibisi gelmedi Cem Zamur
21
Türkiye de futbol kitaplarının azlığını düşündüğümüzde , bu kitap nadide bir parça. Futbolu seviyorum diyen herkesin en az bir kere okumasını öneririm. Oyunculuk meziyetleriyle, dönemlerinin yıldızları aynı zamanda fikir insanlarını anlatıyor bu kitap bize. Tarih kitaplarından yavaş yavaş unutulan bu isimlerin oynadığı takımların taraftarlarıyız hepimiz. Lefter ‘i hiç izleyemedim, 19 yaşındayım ve o dönemde ki kayıtlara ulaşmanın güçlüğü nedeniyle, kısa görüntülerden izleyebildim. Tıpkı yılların eskitemediği sinema tiradlarının baş döndürücü etkisi gibi, her izleyişimde bambaşka duygular uyandırıyordu Lefter usta.
Peki Metin Oktay’a ne demeli ? Ağları delen gollerinden mi bahsetmeli yoksa gönül ağlarımızı sarsan karakterinden mi ? Kendisini savenleri bir kez olsun üzmeyen güzel adam. Yalan yok, uzun yıllar Hakkı Yeten’in isminin Baba Hakkı olduğunu sanıyordum. Ancak birazdan bahsedeceğim kitabı okuduktan sonra gördüm ki, “Baba” kelimesi onun isminin ışığında anlam kazanıyordu. sanırım herkes saydığım üç ismin içinde bulunduğu bir kitabı okumak ister. Ancak Cem Zamur bizlere çok daha güzel, unutulmaz ve arşivlik yazılarından oluşturduğu “arşivlik” bir kitap sunmuş. Aynı zamanda kitabın gelirlerini Van Çocuk Evine bağışlayarak
22
son yılların en güzel golünü atmış. İlk satırından son satırına kadar büyük bir keyifle okuduğum ve bitmesin diye “her gün bir hikaye” şeklinde programladığım , dayanamayıp hepsini aynı gün okuduğum bir kitap. Kitabın en
güzel tarafı ise, kitabın kahramanlarının “hakiki” efsanelerden oluşması. Uçan Kaleci Cihat Arman’dan tutun, futbol sanatçısı Yusuf Tunaoğlu’na, Bir Vefa Abidesi Galip Haktanır’dan, Mehmetçik Basri’ye kadar pek çok üstat. Bunlara ek olarak Lefter, Metin Oktay , Baba Hakkı. Kitabın arkasında da yazıldığı gibi, Türkiye de spor okur yazarı olmak, takımdan ayrı koşu yapan sporcu olmak gibi. O nedenler, İletişim Yayınlarına ayrıca bir parantez açmak lazım. 25’den fazla futbol ve spor kitabı basılmış son zamanlarda . Bunda Tanıl Bora’nın payı çok büyük. Yabancı bir sporcu ile ilgili onlarca içeriğe ulaşabilirken, kendi efsanelerimizin sadece (ne yazı ki) isimlerini biliyoruz. Böylesine özgün çalışmaların artması, daha bilinçli spor severlerin yetişmesi için çok önemli. Bu kitaplara gereken önemi vermediğimiz için, sporumuz bugün ki halinde. Efsanelerimiz gelecek nesillere aktaramayan bizlere karşı, Bill Shankly için internet sitesi açıp, bugüne kadar yaptığı bütün röportajları hiçbir ücret almadan derleyenler ! Kitabın arka tarafında yazan yazının bir
23
bölümü ile bitirelim yazımızı. Ankara da yaşayanlar kitabı Kızılay Dost Kitapevin de bulabilirler. “ Televizyonun olmadığı, namlı futbolcuların renkli bir fotoğrafın neredeyse nadir eser kıymeti taşıdığı zamanların, kendi halinde yıldızları.. Futbolun hayatın her anını istila etmediği zamanların aşkla oynayan kahramanları.Bazılarının ismi hala büyük (Lefter’, Metin Oktay’ı kim bilmez), bazılarının sadece ismini duymuşluğumuz var, bazıları unutulmuş. Onların hikayeleri, futbol tarihiyle beraber, gündelik hayatımızın ve duygularımızın tarihine tanıklık ediyor. “
24
O Esnada YaĹ&#x;anan
25
Diğer Şeyler
O gün kar gibi beyaz olan Microsoft Word sayfasının karşısına geçmiş, dergi için kaleme alacağım yeni yazının konusunu düşünürken epey bir şey oldu. Üçüncü katta yenen bir öğle yemeğinde bir sosyolog birden bir kadın tanıdı ve ona aşık oldu. Beşinci katta hala uyumakta olan biri yatağından düşerek yeni güne sert bir “merhaba” dedi. Bodrum katındaki apartman görevlisi karanlıkta tuhaf bir şey gördüğünü sandı. Birinci katta yalnız yaşayan kadın geçen yıl ölen kocasının duvardaki siyah beyaz resmini çıkarıp onun yerine bir takvim astı. Yedinci katın sol tarafındaki evde uğursuz bir hayalet dolandı. Sekizinci katın sol tarafındaki evde oturan adam “Yeni kiracılar” diye düşündü. Onuncu kattaki çocuk televizyonun sesini biraz daha açtı. Hemen alt katındaki evde çayını yudumlamakta olan kadın, üst kattan gelen can sıkıcı şarkının cılız sesini duydu. Asansör üçüncü katla dördüncü kat arasındaki boşluğu çıkarken içindeki adam aynadaki solgun suratına baktı ve dünkü bu vakitte orada olmayan kırmızı bir leke gördü. Apartmanın hemen dışında bir taksi şoförü kendisini çağıran müşterinin hangi binadan çıkıp geleceğini sabırsızlıkla beklemeye başladı. Apartmanın diğer tarafında bir kadın kaybolan çocuğunun dönmesini endişeyle bekledi, bu geri dönüş için on üç yıl geçmesi gerekeceğini bilmiyordu. Yandaki terk edilmiş gibi görünen tek katlı eski ev aslında terk edilmemişti ve zorla oraya kapatılan bir kadının gömleği hiç tanımadığı bir adam tarafından çekiştirerek yırtıldı. Semtin biraz ilerisinde, şehrin
26
başka bir köşesinde bir çocuk bakkaldan aldığı gazetenin kuponla ne hediye ettiğini görmek için gözlerini sayfada gezdirdi, az sonra cahil bir adamın sürdüğü kamyonetin altında kalıp ölecekti. Kamyonetin üç araç önündeki otomobili süren kadınsa sevdiği adamdan ayrılmanın verdiği hüzünle ağladı. Ağlayan kadının korna çaldığı dikkatsiz yaya, eve gidince izleyeceği dizinin verdiği sevinç nedeniyle acele etmesinin pişmanlığını yaşadı. Benim bunları yazdığım odadan kilometrelerce
O gün kar gibi beyaz olan Microsoft Word sayfasının karşısına geçmiş, dergi için kaleme alacağım yeni yazının konusunu düşünürken epey bir şey oldu. Mert Ofluoğlu
uzaktaki başka bir şehirdeyse, kişilik özellikleriyle ilgi alanları benimkine çok benzeyen ve hep tanışmak istediğim ruh ikizim buna benzer bir yazı yazarken “Acaba şu anda kilometrelerce uzaktaki başka bir şehirde, kişilik özellikleriyle ilgi alanları benimkine çok benzeyen ve hep tanışmak istediğim ruh ikizim de buna benzer bir yazı yazıyor mu?” diye düşündü. Artık yazıma başlamam gerektiğini hatırlatırcasına beyaz ekranda yanıp sönmekte olan sabırsız imleç beni uyarırken, bulunduğum odanın beton duvarlarının ötesindeki sonsuz dünyada yaşanan karmaşayı bilmiyordum elbette. Sadece tahmin edebiliyordum. “Yazar tıkanması” dedikleri bu muydu? Biraz hava almak için dışarı çıkmalı, havayla birlikte bu ayın dergilerini de alıp yazıma başlamak için odama geri
dönmeliydim. Ben de aynen öyle yaptım. Önce odamdan, sonra evimden, sonra da apartmanımdan dışarı çıktım. Dergileri almak için terk edilmiş gibi görünen tek katlı evin yanındaki markete gidiyordum. O sırada yanımdan geçen adam ben asansördeyken bir kadın öldürmüştü, ama bana öyle beklemediğim bir anda başıyla eğilerek nazik bir selam verdi ki, ben bu imajı ancak New York uçağına yetişmeye çalışan bir beyefendiye yakıştırdım. Hemen aynı şekilde karşılık verdim. Belki o da beni caddede yeni açılan kafeye giden tipik bir genç olarak görmüştü, aslında ben ondan ilham alan yetenekli bir gençtim. Haberi yoktu. Nihayet dergilerimi aldım. Şimdi yazımı yazmaya başlayabilirim. Ama ileride bir kamyonet bir çocuğa çarptı sanırım. Birileri polisi arasa iyi olacak.
27
28
DIana: “PrIncess DI(e)” ‘Fahriye Evcen sandım! Tuna Ateşi
29
30
Film, II. Elizabeth oğlu Galler Prensi Charles’ın 1981-1996 yılları arasında evli olduğu, Prens William ve Prens Harry’nin annesi, Galler Prensesi, dünyanın en ünlü kadınlarından Diana’nın hayatının son iki yılını (1995-1997) anlatıyor. Bu iki yılı izlerken Prenses Diana’nın hayatında bir büyük aşk, bir de “son” kaçamak olmak üzere iki hikayeye tanık oluyoruz: Prens Charles’tan sonra zor dönemler yaşadığı hayatında, onu tekrar mutlu eden Pakistanlı kalp cerrahı Hasnat Khan ve bu büyük ilişkiden sonra kısa bir süre beraber olabildiği, o trafik kazasında Prenses Diana ile beraber hayatını kaybeden Mısırlı işadamı Dodi Fayed. Kraliyet ailesinden artık bıkmış, resmi olarak olmasa da Prens Charles’tan
ayrılmış olan Diana hayatından nefret etmektedir. “Ben hiç günyüzü göremeyecek miyim?” demek üzereyken Hasnat Khan’la tanışır ve filmimiz bir anda geçtiğimiz yıl Kasım ayında izlediğimiz “Evim Sensin” tadında bir çirkinliğe kavuşur. Prenses Diana’nın (arkasından konuşmak gibi…) o hali, o tavırları… Tanrım! Genç ve enerjik bir kişiliğe sahip olduğunu ve dünya çapında bu yüzden bu kadar sevildiğini biliyoruz. Ancak filmde gördüğüm insanı bir süre Fahriye Evcen sandım. Katlanılması zor bir karakterdi. Film boyunca Prenses Diana’nın peşinden hiç ayrılmayan magazin muhabirlerinin çığlıklarını aklımda tekrar ettim “Di’, Di’, Princess Di(e)!”
31
Prenses Diana Evi Toplayıp, Rujunu Sürüp, Aynaya Öpücük Kondurdu O kadar romantik ki, sevdiğinin evini gizlice silip süpürdü, giderken rujunu sürüp, aynaya da bir kocaman öpücük bıraktı ki “Sefgilimm” tadında bir duygu uyandırsın bizlerde. Film genelde böyle küçük, bazen çok büyük vıcık romantik ve dramatik ögelerle doluydu. Sahilde koşan Diana, sahilde el şakaları yapıp yarılan Diana, “Facebook Güzel Duvar Yazıları” gibi şiir girişimlerine tav olan Diana... Bu filmi sevmemek için kendimi zorluyor gibi gözüküyor olabilirim. Bu anlattıklarım okurken o kadar tiksinç gelmiyor da olabilir. Ama filmdeki anlattığım bu tür sahneler sanki çok komik bir şakayı çok kötü anlatmak gibi. Aynı eylemler ufak değişikliklerle, gerekli vurgularla yapılsaydı belki bu Türk Romantik-Drama havası hiç oluşmazdı. *Ve film boyunca tek bir gerçek Prenses Diana görüntüsü yok. Ne bir fotoğraf, gazete manşeti, tv görüntüsü.
zete
/27
端n
e t e z r ive