SAVUNMA Adalet ve özgürlük için
10 Şubat 2017 Sayı: 1
ADALET OKULU KAPATILDI (MI)?
Merhaba! Adalet Okulu öğrencileri olarak sizleri selamlıyoruz. Sizlerle bu mini dergi projesiyle seslenmenin keyfini uzun çabaların ardından internet ortamında da olsa yaşıyoruz. Yaz kampımızda aldığımız bir dergimiz olsun kararının ardından neredeyse 2 mevsim geride bıraktık. Bu süreçte boş durduğumuzu sanmayın! Defalarca dergi çalışmalarımı yaptık, onlarca yazı, düzeltme, kapak tasarımıyla uğraştık. Ancak bizim eksikiklerimiz ve tecrübesizliğimiz OHAL faşizmiyle birleşince bir türlü size dergimizi sunamadık. Matbaadan dergi tasarımına tüm sorunlarımızı çözdük ve size sunmaya hazırlanıyorduk ki OHAL okulumuzu hedef aldı. Önce 3 ay süreyle faaliyetlerimiz durduruldu, ardından ise 677 sayılı OHAL KHK’sı ile Adalet Okulu Derneği resmi olarak kapatıldı. Bu sürecin ardından Ankara ve İstanbul binalarımız ile öğretmenlerimiz Halkın Hukuk Bürosu avukatları defalarca faşizmin hedefi oldu. ÇHD de aynı şekilde kapatıldı, basıldı, mühürlendi. Ankara ve İstanbul kurumlarımız basıldı, öğrenciler ve avukatlar birlikte gözaltı oldu. Bu süreçte bizler, gündemin hızına karşı koyamadık ve dergi projemiz çalışma programlarımızın derinliklerinde kalan bir başlık oldu. Bugün, yeni öğretim sezonu başlarken, sizlerle bu mini e-dergi vasıtasıyla 10 günde bir buluşmayı umuyoruz. Peki ama Adalet Okulu kapatılmadı mı? 677 sayılı KHK ile faşizm, yapabileceği tek şeyi yaptı, Adalet Okulu’nun tüzel kişiliğine ve resmi varlığına son verdi. Peki biz buna razı olup baş mı eğecektik? Bugün size sesleniyorsak tabi ki bu böyle olmayacak. Dernek kimliğimiz yok, ancak buna ihtiyacımız da yok. Biz zaten “hukukilik” denen aldatmacanın gerçek dışılığını fark ettiğimiz an hukuk fakültelerini aşmaya, bir yol aramaya başladık. Dolayısıyla varlığımızı ve meşruluğumuzu da Dernekler Kanunu’ndan almıyoruz. Ne yapıyorsak aynı yerden yapmaya, ne mücadele verdiysek aynı şekilde mücadeleyi mücadeleden öğrenerek devam ettirmeye kararlıyız. Baskıların, saldırıların varlığının ne kadar bilincindeysek, onların güçsüzlüğünün ve bizim gücümüzün de o kadar bilincindeyiz. Haklılığımız, adalet duygumuz ve bilincimizle daha iyilerini yapmaya niyetliyiz. Öğrenci arkadaşlarımızı bu öğretim döneminde de aramıza çağırıyoruz. Gelin, KHK’larla şekillendirilen sözde adil hukukun yerine gerçek adaleti birlikte koyalım. Birlikte koymanın yollarınız bulalım. Tekrar görüşmek dileğiyle... ADALET OKULU ÖĞRENCİLERİ
Halkın avukatlığı suç değildir! Öğretmenimizi alacağız! Hukukun genel ilkelerini hiç duydunuz mu? Hukuk fakülteleri sıralarınıdan geçmş her öğrenci, hukuk denen “tanrıçanın” bu “ayetlerinden” haberdardır. Suç kanıtlana kadar herkes suçsuzdur, der tanrıça; herkesin savunulmaya hakkı vardır der. İnsan haklarından uzun uzun dem vurur. Ancak gerçekler hiç de böyle olmaz. Suç kanıtlanana kadar herkes suçsuzdur, ama devletin bekaası gereği istisnaları vardır. Herkes savunulabilir savunulmasına ama sistemin esenliği halkın bazı “sakıncalı” çocukları savunulmamalıdır. Savunulsa bile bu mahkeme salonlarında, hukuk tiyatrosunun dramatik oyuncuları olmaktan ileri gitmemelidir. Ama ferman padişahın da olsa, dağlar bizimdir. Devrimci avukatlar müvekkillerini her koşulda, her yerde çekinmeden savunmuşlardır. Bu savunu mahkeme salonlarından taşmış, hapishanelere, meydanlara, gerekirse cenazelere kadar gitmiştir. Bu “sınırı aşma” eylemi, devleti öfkelendirir. kendi koyduğu ve pek övündüğü yasalarını dişlerinin arasında çiğnemeye başlar. “Yapamazsın” der, “sakincalı çocukları savunamazsın” der. Boyun eğmezseniz, büronuzu basar, işkence yapar, tutuklar ve öldürebilir de... İşte, öğretmenimiz de Barkın Timtik de öyle bir avukattı. Mesleğinin hakkını sonuna kadar veren, müvekkilini savunması gerektiği kadar savunan bir avukattı. Devlet, iyi avukatlığı banka cüzdanındaki sıfırlarlar değil, mesleğini hakkıyla yapan bu avukatı cezalandırdı, 19 Aralık’ta öğretmenimiz, devrimci avukat Barkın Timtik’i tutukladı. Peki ne oldu? Yıldılabildiler mi onu? Peki ya yol arkadaşları, onlar yıldı mı? Asla. Ve şimdi biz, öğrencileri de onu almak için 16 Şubat’ta, Çağlayan Adliyesi’nde olacağız. Tüm öğrenci arkadaşlarımızı ve avukatları, mesleğini onuruyla yapan Barkın Timtik’i özgürlüğe çekip almak için çağırıyoruz. 16 Şubat’ta Çağlayan Adliyesi’ne!
“Ve serüvenciler düşer yollara... Onlar ki dünyanın son umudu, soyları tükenmeyen birer şahindirler...”
Cesaretle Zulüm Karşısında: 4 Şehir 10 Direnişçi Adaleti ayaklar altına alanlara karşı, onu var etmek için direniyorlar. Khk’lar ile işinden atılanların sayısı onbinleri geçti. Bu hukuksuzluklara karşı direniş bayrağı Ankara’da Nuriye Gülmen direnişiyle açıldı. Binler işinden atıldı. Binlerin onuru, adaletin, teslim olmamanın, boyun eğmemenin en güzel temsilcisi oldu. Nuriye Gülmen ile başlayan direniş büyüyor. Günlerdir Ankara Yüksel Caddesi’nde Nuriye Gülmen, Semih Özakça, Acun Karadağ ve Veli Saçılık “İşimizi geri istiyoruz” diyorlar ve bunun için direnişteler. Akp faşizmi tarafından hak hukuk denmeden mesleklerinden ihraç edildiler. Faşizme karşı sessiz kalmadılar. Sendikalar binlerce üyelerinin işten atılmış olmasına rağmen en ufak bir direnişi örgütleyemedikleri, korktukları halde emekçiler sendikaları aştı. İşleri ve onurları için direnmekten vazgeçmediler. Sömürücü egemenler gibi değil; dişiyle, tırnağıyla, emekleriyle kazandılar dünlerini, bugünlerini. Şimdi de emeklerine sahip çıkıyorlar, direniyorlar. Ve elbette kazanacaklar. Malatya’da direnen kamu emekçileri öğretmenler Erdoğan Canpolat, Özkan Karataş, Sertaç Ökdemir ve sağlık emekçisi Cengiz Uğurlu.30 gündür işleri için meydandalar. Fakir Baykurt’un dediği gibi, “Öğretmen yalvarmaz, öğretmen el açmaz, öğretmen boyun eğmez. Öğretmen ders verir!”. Onlar işte Fakir Baykurt’un anlattığı öğretmenlerden. Direnişe başladıkları günden bugüne gözaltına alınıp, sürekli para cezası kesiliyor. Suçları çok büyük, alınteriyle çalışıp emek verdikleri işlerini istiyorlar. Oysa ekmeğine, onuruna sahip çıkmayan neye sahip çıkabilir? 24 kez gözaltı oldular, 24 kez işkence gördüler? Ne gam. Direniş kararı almak zaferin kendisi değil midir? Direniş büyüyor ve daha da büyüyecek.Khk ile ihraç edilen binlerden biri de Betül Celep. Kadıköy Khalkedon Meydanı’nda eyleme başladı. Akp polisinin her türlü eylem pazarlıklarına, tehditlerine rağmen direnmeye, direnişi büyüterek devam ediyor. Meydanı da hiç boş kalmıyor. Gasp edilen haklar için direnmek haktır. Onlar hırsız değil, katil değil, darbeci değil emekçiler... Bulundukları yerleri direniş alanına çeviriyorlar. “Derneklere vurduk kilidi gitti” denilen günlerde her yeri direniş kurumu yapıyorlar. Deprem olur, sel olur, yangın olur, iş cinayeti olur ölen hep HALK. Düzenin bozukluklarının faturasını çeken hep halktır. Çimentosundan
çalınmış binalar, olmayan kurtarma ekipleri, alınmayan iş güvenliği ve üstlenilmeyen sorumluluklar. Bu adaletsiz düzende deprem görmüş halkın çıkarlarından başka hiçbir şey düşünmeden mimarlık yapan Alev Şahin, halk için mimarlık yaptığı için işinden ihraç edildi. Bu adaletsizliği duyurmak ve işine geri dönmek için Düzce’de oturma eylemine başladı. Haklarımızı kimse bize lütfetmedi, mücadeleyle kazandık hepsini. Mücadele ile kazanılan haklar yine mücadeleyle korunur. Sendikalar için cepleri dolsun, koltukları altlarında olsun yeter!! Bizler sendikalara değil emekçilere inanıyor, güveniyoruz. Biliyoruz ki bu direniş mutlaka kazanacaktır. Tüm kamu emekçileri direnen bu geleneğe güç vermelidirler. Her şeyin sonunda direnen kamu emekçileri teslim olmama onuruyla yaşayacaklar. Adalet adalet diyoruz. Adaleti arıyoruz, hukuk fakültelerinde adalet diyoruz. Adalet. Peki nasıl olacak adalet, hangi mahkeme veriyor Nuriye Gülmen’in hakkını? Kolu kopartılan Veli Saçılık işten de atıldı. Hani adalet? Betül Celep hangi suçun cezasını çekiyor. Erdoğan Canpolat hangi suçu işledi. Ama yok. Umutsuzluğa zaman yok. Adaletsizliğin en büyüklerine maruz kalanlar bize öğretiyor, nasıl aranır adalet. “Biliyoruz; yıkılır bir gün saltanatınız, ayaklarının altında kalırsınız bu halkın!”
DİRENMENİN ESTETİĞİ*: MİMAR ALEV ŞAHİN Adaleti inşaya hevesli bizler acaba direnen bir mimardan daha iyisini bulabilir miydik? Biz bulamayız diye düşündük, zorlu bir yolculuktan sonra Düzce’ye vardık. Düzce’de Alev Şahin’i bulmamız hiç zor olmadı. Yanına gittiğimizde “Biz yabancı değiliz” diyene kadar, yaşadıklarını anlatıyordu ki “Yoldaşlarım gelmiş” diye sarılıp tanıştık. Ardından kurumlara “kiliti vurduk gitti” denilen bugünlerde şehrin meydanına kondurulmuş bu direniş kurumunda güzel sahleplerimizle öğretici olduğu kadar da keyifli bir gün geçirdik. Zaferde yine geleceğimiz sözüyle... Savunma: Direniş kararı nasıl alındı? Ben işimi iyi yapan bir mimarım, kimse diyemez ki Alev işe geç gelir, işini kötü yapar. Zaten benim atılmamdan sonra bile bunu diyen çıkmadı. Ve ben işten atıldım. Nedir benim suçum? İçim çok rahat, ben halka karşı bir suç işlemedim. Belli ki birilierinin ayağına bastım, birilerinin tekerine çomak soktum.. Tabi onu da ben suç olarak görmüyorum, benim halkıma karşı alnım açık. Ben 9 gündür burada duruyorum, Düzcelilerden biri de gelip bana “Alev hanım sen şu haksızlığı yaptın, şu haksızlığa göz yumdun” demedi. Hatta haber sitelerinde benden bahsedilince Düzceliler “Çok iyi bir mimardı, işini hakkıyla yapardı, çok şaşırdım” yazdılar. Ki aynısını buraya gelip de söylediler. Halka suç işlememenin rahatlığıyla direnişe başladım. Benim alnım açık, gizli saklı işim yok, fikirlerimi de kimseden saklamam sonuna kadar savunurum. O yüzden rahatım, o yüzden gönül rahatlığıyla direniş kararı aldım. Halka güvendim.
Savunma: Halka güvenme konusunda, Düzce’de direnişe başlama kararı bizim için şaşırtıcıydı. Ağır sonuç olarak linç ya da en azından kimsenin ilgilenmemesinden korkmadınız mı? Elbette bizim de şüphelerimiz vardı. Hatta arkadaşlar Ankara’da yapsan daha iyi değil mi dediler? Ama ben burada çalıştım, ne yaptıysam burada yaptım, burada ekmeğimden edildim. Buradan gitmek onlara boyun eğmek olurdu. Yani şüphelerimiz kadar güvenimiz de vardı. Halkın içindeyim, halk için çalıştım, çalmadım, çırpmadım, onlara karşı bir suç işlemedim. Bu esnaflara girip çıkan bir insandım. herkes tanırdı. Bugün de Düzce halkına verdiğim her selamın karşılığını aldım. Biri çay verdi, şuradaki küllüğümü bile esnaf verdi bana. (Biz oradayken dahi insanlar poğaçasından simidine ikram ettiler, ) Burada Mhp’lilere, Saadetlilere kadar halkın her kesimi ziyaretime geldi. İmza verdiler, yanındayız dediler. Telefonumu dahi iş arkadaşlarım aldı ki hepsinin görüşü benden de başka, birbirinden de.
Savunma: Peki sendikalar, partiler, odaların tavrı nasıl oldu? Mimarlar Odası bana çok sahip çıktı, açıklamalar yaptılar. . Diğer odalar da açıklama yapacaklar. Üzerimdeki montu SES’li emekçi kadınlar hediye etti. Hdp temsilci düzeyinde geldi. Saadet Partisi’nin il başkanı bile geldi. Henüz Chp ziyaretime gelmedi. Atıldığım gün KESK ile açıklama yaptık, arada ziyaret ediyorlar. Yapı-Yol-Sen’in temsilcisiydim bir dönem. Kocaeli temsilcilikleri ziyaretime geldi. TMMOB Kadın Grubu da desteğime gelecek. Buradaki kuruluşlar yanımdalar. Tüm yerel gazeteler haberimi yapıyor. Dolayısıyla halk, kurumlar, Mimarlar Odası direnişime sahip çıkıyorlar. Çünkü beni biliyorlar, beni tanıyorlar, haklılığımı biliyorlar, dolayısıyla gönül rahatlığıyla sahip çıkıyorlar. (Biz oradayken Düzce Barosu’ndan avukatlar ile Burası Düzce gazetesinin sahibi de ziyarete geldi.)
Savunma: Ailenizin tepkisi nasıl oldu, size boşver, gel burada çalış diyen olmadı mı? (Aslında Alev hoca bu soruya eş dost dışında olumsuz cevap verdi ama ayağımız uğurlu gelmiş olacak ki ziyarete gelen eski bir CHP yöneticisinden iş teklifi aldı :) ) Buraya gelip iş teklifi eden olmadı, tabii ki ailemden, tanıdıklarımdan teklifler aldım ancak onlara da anlattım gerekeni. Başka bir yerde de çalışabilirim ancak şu an bu direnişin sebebi sadece benim işim değil. Ortada bir adaletsizlik var, önce bu adaletsizlik çözülecek. Önce ben hakkımı alacağım, önce işimi geri alacağım. Ondan sonra ben ne yaparsam yaparım, ancak bu adaletsizlik çözülene kadar, adalet sağlanana kadar. Yok, benim talebim bu. İşimi, ekmeğimi ama kendi işimi, hakkıyla yaptığım işimi geri istiyorum ben. Ailem de zaten arkamda, direnişimi anlıyorlar, destekliyorlar, sahip çıkıyorlar. Elbette endişeleri vardır ama haklılığımı biliyorlar.
Savunma: Burada bir gün nasıl geçiyor? 13-18 arası hafta içleri buradayım. Geçen hafta Nuriye’lerin yanındaydım, genellikle Ankara’ya gidiyorum. Müdavimlerim var, sürekli birileri gelip gidiyor. Yalnız bırakmıyorlar, Ptt İşçi Meclisi’nden arkadaşlar nöbetleşe yanımdalar. Benim gibi yoruluyorlar, çalışıyorlar. Konuşuyoruz, herkes gelip bir derdini anlatıyor. Artık insanlar bende direnmeyi görüyorlar, gelip kendi dertlerini anlatıyorlar. Herkes mağdur, herkes farkında. (Biz oradayken de haksız yere hapis yattığını söyleyen biri geldi, imza attı.) Herkes kazanmamı istiyor. Olumsuz bir şeyle karşılaşmadım. Esnaflar memnun, biz burayı bir alan yaptık. Burası uğrak bir yer oldu, direnişim Düzce’de bir şeyleri değiştirdi. Köpeklerimiz var, çocuklarımız var. Halk kendi arasında kulaktan kulağa yapar ya, öyle bir şey yapmışlar “Alev’e dokunmayın, komünisttir falan ama iyi kızdır, bizim kızımızdır” diye, işte öyle sahip çıkıyorlar bana.
Savunma: Haklısınız, peki kazanacak mısınız? :) Zafere inancım tam. Öyle ki kafamda kuruyorum, arkadaşlarla konuşuyorum, davullu horonlu halaylı bir kutlama yapacağız bu meydanda. Devlet de rahatsız benden farkındayım, valiliğin yakınında, şehrin en işlek yerindeyiz biz. Rahatsızlar. Daha ne kadar sürecek bu böyle, polisler “Soğuk Alev hanım daha ne kadar sürecek” diyor. Tabi dertleri benim üşümem değil, biz burada bir şey değiştirdik, ilk gün saldırma hazırlığı yaptılar. Ama halk öyle bir sahip çıktı ki, cesaret edemediler. Geri çekildiler, görüyorsunuz artık burada polis bile yok. Burayı direniş meydanına çevirdik. Buranın nüfusu 370 bin, ben 320 imzayı geçtim şimdiden. Biz acaba nasıl olur diye başladık imza işine, inanılmaz yerlere vardı iş. Dediğim gibi, benim suçum yok, benim halka bir suçum yok, halka karşı alnım açık. Kendileri de bir şey diyemiyor zaten, ben onca soruşturma, mobbing gördüm ama kimse de bize bir şey diyemiyor. Halen de diyemiyor. İşimi iyi yaptım, halk için yaptım. Bu yüzden de zafere, kazanacağıma inancım tam.
*Peter Weiss’ın 1937-1944 anti-faşist direnişlerinin öykülerini siyaset ve sanat düzleminde yeniden kurduğu kitabının adıdır.
“Dövüşenler de var bu havalarda / El ayak buz kesmiş / Yürek cehennem / Ümit öfkeli ve mahsun / Ümit sapına kadar namuslu...”
Adaletsizlik Sarayının Önünde Bir Adalet Nöbeti: Barkın Timtik İçin Çağlayan’da, İstanbul Adalet Sarayı önünde, tam 5 haftadır bir direniş sürüyor. Halkın Hukuk Bürosu avukatı ve öğretmenimiz Ebru Timtik 5 haftadır kar, kış, soğuk, çamur demeden kardeşi avukat Barkın Timtik için özgürlük ve adalet istiyor. Ebru Timtik ve direnişçi HHB avukatı Ayşegül Çağatay’ın hem misafiri olduk, hem de hoşça sohbet ettik. Savunma: Eylemin amacını biz biliyoruz ama bir kez daha soralım. Kar, kış, soğuk demeden niçin burada beklemektesiniz? Bu eyleminiz amacı nedir? Ayşegül Çağatay: OHAL’i bahane ederek halka saldırıyorlar. Bu öyle bir saldırı ki avukatlar da belediye başkanları da öğrenciler de hedef tahtasında. Kürdistan'da da böyle bu durum, burada da. Barkını da aslında bu yüzden tutukladılar. Orada olan olayın bir propaganda veya başka bir şey olmadığını kendileri de biliyorlar ama halka saldırının, halka gözdağı vermenin bir yöntemi bu. Biz burada Barkın için bekliyoruz, Barkın’ı tutsaklıktan söküp almak için. Barkın bizim meslektaşımız , arkadaşımız , yoldaşımız bir yanı bu direnişin. Bir diger yanı ise onlara şunu demek için; “Biz buradayız, OHALde dahi biz asla teslim olmayacağız, ne yaparsanız yapın ne bizleri teslim alabilirsiniz ne de bizim üzerimizden halka gözdağı verebilirsiniz bunun için buradayız.”
Savunma: OHAL’de hukuksuzluğa maruz kalan pek çok insan var. bu insanlara ne söylersiniz? Ebru Timtik: Önce insan kalabilmenin, yani onurlu bir insan, ruhsal bir kişilik bütünlüğüyle bir insan olabilmenin insan kalabilmenin bir yolu bu zülmün karşısında bir şey söylemek. Bütün dinlerde vardır, kültürlerde vardır aynı şekilde bizim Anadolu kültüründe de vardır. Biz ne olursa olsun mazlumun yanında saf tutmaya çalışırız, böyle bir refleksimiz vardır, bu açıdan birisi tek başına ise ve bir ordu ona saldırıyor ise “Ayıptır” deriz. Tek başına bir insana saldırıyorsun utanmadan. Ya da işkence niçin bu kadar büyük bir ayıp ve suç? Çünkü siz sahipsiz, silahsız bir insanı sıkıştırıyorsunuz, devletin gücü arkanızda, silahınız var her şeyiniz var ve onun üzerine yükleniyorsunuz. Bu yüzden işkence hem etik olarak büyük bir ayıp, hem de hukuksal olarak bir suç. Bunları bir arada düşündüğünüzde insanın, bu ahlaka aykırılığa, hukuka aykırılığa karşı koyması insan kalabilmenin bir şartı. Şimdi aynı şey bizim için de geçerli. Bunlara boyun eğecek durumda değildik yani boyun eğemezdik, sessiz kalamazdık işkencelere, hukuksuzluklara... Bu yüzden de gözaltına alındığı an itibari ile kapısındayız, Barkın gözaltına alındı karakoldaydık. Tutuklandı Silivri'deydik, sevk edildi şimdi adliyenin kapısının önündeyiz, Hiçbir şekilde bırakmayacağız. Bu bizim insan kalabilmemizin koşulu, sahiplenmemizin koşulu, sevgimizi göstermenin, saygımızı göstermemizin, gücümüzü göstermenin bir koşulu. Yani her ne olursa olsun onu sahiplenmeye devam edeceğiz
Savunma: Peki kimdir Barkın Timtik? Neden tutuklu? Ayşegül Çağatay: Barkın Timtik önce halkın avukatı. Halkın Hukuk Bürosu'nun bir üyesi, bir parçası. ÇHD’nin genel merkez yöneticisi Barkın Timtik devrimci bir avukat. Avukatlığın en onurlu yüzünü temsil ediyor ve devrimcilerin,işçilerin, emekçilerin, öğrencilerin avukatı,halkın avukatı. Barkın tutuklanmadan önce şöyle demiş; “Halk çocukları sahipsiz kalmayacak.” Halk çocuklarını sahipsiz bırakmamak için tutuklandı ve asla sahipsiz bırakmadı. Asla kimseyi faşizmin eline vermedi, her zaman mesleğini ne Savunma: Son olarak duruşmadan bahsedelim. pahasına olursa olsun yaptı. Bu yüzden tutuklandı, egemenleri rahatsız Ebru Timtik: 16 Şubat'ta görülecek duruşma. Aslında hiç mahkemeye ettiği için. çıkmadan serbest bırakılmaları gerekirdi. Mahkemenin önündeki dosya kesinSavunma: Peki halkın tepkisi nasıl? Ebru Timtik: Şöyle söyleyeyim genel olarak insanlar çekingen, korkuyu görebiliyorsunuz insanların gözünde ama bir süre sonra senin burada sürekli durduğunu gördüğünde daha çok cüret edebiliyorlar yanına gelmeye. Bazıları ürkek gülümsüyorlar, bazıları geçerken “Sizi destekliyorum” diyor ama hiç duraksamadan, çoğunlukla “Adalet yok” diye bağırıyorlar. “Ben 30 yıldır arıyorum bulamadım siz nasıl bulacaksınız." 1-2 tane olumsuz şey söyleyen de var ama onlar söyleyip kaçıyorlar “Buyrun gelin konuşalım” dediğimizde konuşmaya meyilli tipler değil. "Helal olsun, siz cansınız, iyi ki varsınız" şeklinde gelenlerde oluyor çoğunlukla merak ancak bir korku da var Çünkü burada bakın MOBESE kameraları var, polis sürekli burada duruyor kendilerine bir zarar getireceğinden endişe edenler de var oluyor.
likle gizlilik kararını gerektirmeyen bir dosya aslında ama gizlilik kararı koydular. Biz şimdi mahkemede işkenceyi anlatacağız, mahkemede gizlilik kararının hukuksuzluğunu anlatacağız. Mahkemede sürgün sevkinin gereksizliğini anlatacağız. Yani bugüne kadar bizim söylediklerimizin mahkemede doğrulanmasını istiyoruz, bekliyoruz ama dersiniz ki “İnanıyor musunuz?” Her dört hakimden,savcıdan birinin tutuklandığı bir yerde diğer hakim ve savcıları hukuka uygun karar verebilmelerinin koşulu gerçekten yok. Yani yalnızca işlerinden çok cesur olanlar bir şeyler yapabilir. Biz eskiden beri bağımsızlığı tartışırız bağımsız bir yargının olmadığını söyleriz ama şu anda yargı yok. Bu yüzden bir beklentiniz var mı diye sorarsınız “Hayır bizim öyle bir beklen-
timiz yok ama kendimize güveniyoruz, kendimize inanıyoruz, Barkın’a inanıyoruz, müvekkillerimizin haklılığına inanıyoruz buradan güç alıyoruz .”