Adalet ve Özgürlük İçin Savunma 5. Sayı

Page 1

SAVUNMA Adalet ve özgürlük için

21 Mart 2017 Sayı 5

NURİYE GÜLMEN VE SEMİH ÖZAKÇA AÇLIK GREVİNDE! DUYDUNUZ MU? Nuriye Hoca, Semih Öğretmen ve Acun Öğretmen Yüksel’de Ankara soğuğunda direniyorlar yaklaşık 4 aydır. Ankara’nın ayazını bilen bilir, ne karlar yağdı üzerlerine, ne yağmurlar ıslattı… Ama onların çelikleşmiş iradeleri vardı, ne kadar gözaltına da alınsalar, ne kadar soğukta da kalsalar Yüksel Caddesi’nde onları sıcak gülüşleriyle gördük hep. Nuriye Hoca heykelin önünde tek başına dururken bir gün Semih Öğretmen katıldı yanına. Ardından birçok yere yayıldı direniş ve devam ediyor yayılmaya. Direnişler devam ederken Semih Öğretmen ve Nuriye Hoca 11 Mart günü “işimiz, ekmeğimiz, onurumuz için süresiz açlık grevindeyiz.” diyerek açlık grevine başlayacaklardı. Açlık grevine başlayacakları günün öncesinde mecliste yaptıkları basın toplantısından hemen sonra Terörle Mücadele Şubesi polisleri tarafından gözaltına alındılar. Acun Hoca kendi okulunun önünde başladığı direniş sırasında polisin yaptığı işkence sebebiyle rahatsızlanmış ve kalbine pil takılmıştı. Gözaltına alındığında su, şeker ve ilaçlarını dahi almayı reddetti. Direnişi gözaltında da devam ettirdi. Semih Öğretmen gözaltına alındığında önce Tem’in arkasındaki bir spor salonuna götürüldü. Burada gözaltına alınmış onlarca insan tutuluyordu. Burada-kilere önlerine bakmaları, konuşmamaları dayatılıyordu. Semih Öğretmen spor salonuna sloganlarıyla, direniş ruhuyla girdi. Direnişine işkenceyle cevap verildi ve elleri ayakları kelepçelendi. Ancak Semih Öğretmen’in kararlığının sonucunda spor salonundan çıkarılıp nezarethaneye getirildi. Semih Öğretmen de direnişi gözaltında devam ettirdi. Nuriye Hoca gözaltına alındığında işkence yaptılar ve elinde yumuşak doku zedenlenmesi oluştu, direnişi gözaltında da devam ettirdi. Nuriye Hoca ve Semih Hoca başlayacakları süresiz açlık grevine gözaltına alınır alınmaz başladılar. Avukatların itirazları ve ısrarları sonucu Acun Hoca gözaltına alınmalarının ertesi günü yani 10 Mart günü savcılığa çıkarıldı. Savcılıkta direnişi sormuşlar ona, bir de evinden çıkan birkaç kitabı. Bir öğretmenin evinde kitap olmasından daha doğal ne olabilir? Acun Hoca sormuş savcıya, “Bana işkence yapma talimatını kim verdi?” diye. Savcı “Ben verdim” deyince, sormuş Acun Hoca da “Size bu talimatı kim verdi” diye. Susmuş kalmış savcı… En nihayetinde adli kontrolle serbest bırakıldı Acun Hoca. Ertesi gün çağrı yapılan saatte Yüksel Caddesi’ne birçok yerde direnen Kamu Emekçileri geldi. Semih Öğretmen’in eşi Esra Öğretmen, daha önce direnerek işini geri kazanan açlık grevi direnişçisi Hatice Yüksel ile birlikte açlık grevine başladı.

Nuriye Gülmen ve Semih Özakça gözaltı direnişlerinde su ve şeker alımını da kestiler.

Günlük basın açıklamasının yapıldığı sırada polis saldırdı. Acun Öğretmen, Esra Öğretmen, Malatya’da direnerek işini isteyen Özkan öğretmen, Veli Saçılık ile birlikte desteğe gelen 3 kişi gözaltına alındı. Bu saldırıdan sonra polis bir kez daha saldırdı. Fakat birçok insan dağılmayıp orada beklemeye devam etti. Alan yine çok kalabalıktı. Normalde gün içinde süren direniş gece de devam etti, ateşler yandı türküler söylendi. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça 14 Mart günü savcılığa çıkarıldılar ve adli kontrol şartıyla serbest bırakıldılar. 17 Mart günü polis tekrar saldırarak direniş alanındaki 9 kişiyi gözaltına aldı, gözaltına alınan 7 kişi serbest bırakıldı fakat Semih Öğretmen ve Nuriye Hoca Terörle Mücadele Şubesi’ne sevkedildiler. 19 Mart günü ikisi de yine serbest. Biz de biliyoruz ki bu saldırılar onların direnişlerini bitiremeyecek. Direnen Kamu Emekçileri yalnız değildir. Semih Özakça ve Nuriye Gülmen yalnız değildir!


Evet-Hayır ya da Halkın Dostları Kimlerdir? “Minibüste polisler de vardı. Bombayı onlar atacaktı. Ama son anda karar değiştirdiler. Bombayı bana attırdılar.” 7 üniversite öğrencisinin katledildiği 16 Mart Katliamı faili ülkücü Zülküf İsot

sadece adı sosyalist olan Sosyalist Enternasyonal gibi değilsek, bu partiyi ‘sol siyasetin sözcüsü’ olarak gündeme alamayız. Ancak, “Hayır Cephesi’nde” yer alan sol-sosyalist-ilerici kurumlara bu eleştiriyi yöneltebiliriz.

“Kapı açılır açılmaz içeri girdik. Hepsini yere yatırdık. Ne yapacağımız konusunda talimat almak için Abdullah'a birini gönderdik. Abdullah eter ve pamuk vermiş. 'Hepsini teker teker bayıltıp öldürelim' demiş. Dışarı çıkıp, arabada bekleyen Abdullah'la konuştum. 'Evde öldürmek zor olacak. ikişer ikişer götürüp öldürelim’ dedim. ‘Olur’ dedi.” 7 TİP’li öğrencinin katledildiği Bahçelievler Katliamı faili ülkücü Haluk Kırcı

İlkesizleşme tehditi altında bu kadar soldan uzaklaşırken, dilimiz liberalleşirken bu sürece bir yerde dur demek gerekiyor. 16 Mart’ta devrimci 7 öğrenciyi polis ile elele bomba ve silahlar ile katleden Ülkücü Hareket dostumuz olabilir mi? Sivas Katliamı’nda halka “Gazanız mübarek olsun” diyen Temel Karamollaoğlu dostumuz olabilir mi? Bu halk düşmanı, kontra güçlerin “Hayır” oyu demesi bizi sevindirebilir mi? Siyasetlerini hayır oyu üzerinden kuran kurumların bu rezilliklere sessiz kalmalarında bir “hayır” olabilir mi?

“Pir Sultan Şenliği diye sağa sola kafir Marx'ın resimlerini asarlarsa, komünist propaganda yaparlarsa Sivas halkı ne yapsın...” Sivas katliamı hakkında, dönemin belediye başkanı Temel Karamollaoğlu Giriş yaparken, yazı konusunda bir şeyi belirtmekte fayda var. Başlığın aksine, bu yazı bir referandum yazısı değil. 16 Mart Beyazıt Katliamı’nda katledilen devrimci-demokrat öğrencileri henüz anmışken, ülke siyasi skalasında solda bilinen, duran ya da görünen siyasi yoğunluklara ilişkin bir izlenim yazısı. Birlik ve ittifaklar sol siyasetin her zaman en önemli gündemlerinden biri olmuştur. Biz hukukçular ya da hukuk öğrencileri olarak da, toplumsal davalarda, hak ihlallerine karşı mücadelede bir arada durmayı her zaman önemseriz. Tabii ki mücadele alanımız halkın sorunları olduğundan, mücadele içinde halkın her kesimi ile dirsek temasında bulunuruz, iç içe oluruz. Seçim sonuçlarını bir ölçü olarak alırsak ülkemizde 23 milyon AKP’li, 12 milyon CHP’li, 5 milyon MHP’li var. Elbette biz de halkın avukatlığını yapma iddiasında olan hukuk öğrencileri olarak bu insanları yok saymamız mümkün olamaz. Evet biz bir hak mücadelesi içindeyiz ve uğruna mücadele ettiğimiz halkın gerçeği bu. Onları örgütlemeli, onlardan kazanmalıyız. Peki sorun ne? Ülkemizde reel politikanın en önemli gündem maddesi şu an referandum. Referandum gündemini yorumlamak dediğimiz gibi bu yazının bir görevi değil. Ülkedeki sol, demokrat, ilerici diyebileceğimiz kesimlerin büyük bir kısmı “Hayır” oyu için çalışma yapıyor. Elbette ki bu çalışmanın hedef aldığı kitle de “Evet” oyu verenlerden olacak. Bu yönde çalışma yapılacak. Peki siyasi çalışmada ilkesizleşme tehlikesi ne olacak? Bir fotoğraf karesi. Ülkenin ‘sosyal demokrat’ partisinin lideri, işkenceyi savunmasıyla bildiğimiz “insan hakları savunucusu” Barolar Birliği başkanı, geçmişi katliamlarla dolu ülkücü partinin bir üyesi ve Sivas Katliamı savunucusu, yukarıda katliam hakkındaki fikirlerine yer verdiğimiz Temel Karamollaoğlu. Bir arada fotoğraf veriyorlar, bunu propaganda malzemesi olarak kullanıyorlar. Ne için? Hayır oyu için. Yine aynı ‘sosyal demokrat’ partinin genel başkanı, 16 Mart Katliamı’nın, Bahçelievler Katliamı’nın faillerini, hatta bir çok CHP’linin katillerini ‘tavlayabilmek’ için ‘bozkurt işareti’ yapıyor ve diyor ki: Ben de ülkücüyüm. Aynı kişinin daha önce “Ben Dersimli devrimciyim” dediği de hatırımızda. Marx’ın dediği gibi: Katı olan her şey buharlaşıyor. Elbette, ‘sosyal demokratlığı’ kendinden menkul parti üzerinden sol siyasetlere eleştiri yöneltmek gibi bir işe girmeyeceğiz, zira ülkemizin sol-sosyalist potansiyeli özellikle Anadolu’da CHP’ye yöneliyorsa bu bizim yetersizliğimizdendir. Tabi günümüzde

Ülkücü hareket mi değişti? Dün Bahçelievler’de “öldürme tekniği” konusunda anlaşmazlığa düşen, Beyazıt’ta bombalarla pusu kuran ülkücü harekete ne oldu? Bugün de aynılar. Bugün de İstanbul Üniversitesi’ne yine sadık dostları polis ile birlikte saldırıyor; devrimci, demokrat, ilerici öğrencileri yaralıyor, ihbar ediyorlar. Kürt öğrencilere Anadolu’nun çeşitli yerlerinde saldırıyor, yine katlediyorlar. Gerici faşist çeteler mi değişti? Dün Sivas’ta yakanlar, Maraş’ta sözde “Allah için” öldürenler, dün Hizbullah bugün Işid fikriyle yeniden dirilmediler mi? Domuz bağlı ölüm hücrelerini, dünyanın her yerinde halkın en uğrak yerlerinde patlayan katliam bombalarını unuttuk mu? Bugün de kadınlara saldıran, Alevilerin kapılarını işaretleyen katliamcı zihniyet ülkemizde kayıp mı oldu? Ne onlar değişti, ne de arkalarını yasladıkları devlet. Değişen şey acaba bizim hafızamız mı oldu? Eli solcu, devrimci, demokrat, halk kanına bulaşmış bu eli kanlı çete artıklarını unuttuk mu? Evet, hayır, referandum çalışması derken, unuttuk mu halkın dostları kimlerdir? Halkın düşmanları kimlerdir? Peki unutursak düşmanlarımızdan nasıl ayırt edileceğiz? Evet, halkın her kesimi faşizmin hedefindedir. Halka yönelik saldırılarda savunmanın görevimiz olduğu da bir gerçek. Ancak bunu yaparken ilkelerimizi feda edemeyiz, katillerinden nefret etmeyi ihmal edemeyiz. Nefret, en insancıl histir, katillerimizden nefret etmek ise belki en doğal sebepsonuç ilişkisidir. 16 Mart’ı, Bahçelievler’i, Maraş’ı, Sivas’ı unutmayacağız. Hak ve adalet mücadelemizi onlar için, onların öfkesi ve onların inancıyla devam ettireceğiz.

16 Mart’ta ne olmuştu? 16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde polis ve ülkücü çeteler işbirliğiyle okuldan çıkan devrimci öğrencilere bomba ve silahlarla saldırdı. Abdullah Şimşek, Baki Ediz, Cemil Sönmez, Hamit Akıl, Hatice Özen, Murat Kurt, Turan Ören katledildi, 41 öğrenci de yaralandı. Saldırıdan polisin haberi olduğu, bilgi notuyla bildirildiği dava görülürken ortaya çıktı. Sanıkların çoğu beraat etti. En sonunda da dava zamanaşımından düştü. Kontrgerilla çetelerinin en kanlı katliamlarından biri olan 16 Mart üzerine türküler yakıldı, Ama adalet sağlanmadı, suçlular cezalandırılmadı. 16 Mart şehitlerini saygıyla anıyoruz.


DİRENEN ÖĞRETMEN ENGİN KARATAŞ İLE SÖYLEŞİ Kamu Emekçilerinin rüzgarı ülkeyi sararken direnişin ateşini Bodrum’a taşıyan öğretmen Engin Karataş ile buluştuk. Söyleştik. Öğretmenimizden dersimizi aldık. anlattılar durumu. Onlarla konuştuktan sonra içim rahatladı. Direniş yapmakta bir sorun yok dedim. Hatta ben oradan annemlerin yanına gelmiştim ara tatilde. İzmir’den direkt Malatya’ya geçtim. Orada bulunan arkadaşları, direnen emekçileri ziyaret ettim ve 4 gün onlarla beraber gözaltına alındım. Bu çok güzel bir duyguydu. Hayatımda hiç bu kadar onurlu, dolu ve manevi olarak beni tatmin eden 15 tatil yaşamamıştım. O arkadaşlarla birlikte gözaltına alınmak, direnmek çok güzeldi, benim için onurdu. Aynı zamanda Malatya sendika şubesi, KESK’in eylem kararını uygulamıyorlardı. Onlar için de güzel mesaj olduğunu düşünüyorum. Düşünsenize birisi Bodrum’daki denizi bırakıyor, gidiyor Malatya’ya arkadaşları ile beraber gözaltına alınmaya. Savunma: Peki Hocam Bodrum’da niçin direnme kararı aldınız? Ne gibi etkenler etkili oldu?

Savunma: Hocam öncelikle sizi tanıyarak başlayalım. Hangi okulda çalışıyordunuz? Hangi KHK ile işinizden oldunuz? Bu süreç nasıl gelişti?

Bodrum’da Güler Mustafa Kızılarcı İlkokulunda çalışıyordum ben. 29 Ekim tarihinde çıkan 675 numaralı OHAL kararnamesi ile ihraç edildim. Ben, ihraç edilmeden önce idari olarak ve adli olarak bir cezam yoktu. Hiç bir soruşturma yapılmadı, açığa alınmadım, herhangi bir soru bana sorulmadı. Bir gecede, o 29 Ekimde ucuz bir şekilde bir KHK yayınlandığını ve adımızın da o listede olduğunu öğrendik. Ondan sonra bu süreç başladı. Sendikamız maddi olarak gereken yardımları yaptı. Savunma: Hocam isminizi ilk olarak Malatya’da direnen kamu emekçileri ile beraber duyduk daha önce? Oradaki direnişe nasıl dahil oldunuz?

Oradaki arkadaşlarla, aslında şu dönem çok ilginçtir, Türkiye’deki pek çok insanla tanışmaya başladım. Gerçekten direnen insanlarla tanışıyoruz. Belki de bu dönemin bize faydası bu oldu. Malatya’daki arkadaşlarla İstanbul’dan Ankara’ya KESK’in emekçi yürüyüşü vardı. Orada tanıştım. Hatta ben niyetimi söyledim onlara: ‘Nuriye hoca gibi meydanlara çıkmak istiyorum’ dedim. Baktım o sıra Malatya’daki Erdoğan hocalar da çıkmayı planlıyorlardı. Hatta onlar çıkmak için öncelikle çalışma vs. yapmışlardı. Konuştuk sonra, Erdoğan hocalarla aynı gün meydanlara çıktık. Ben Bodrum’da çıktım onlar da aynı gün Malatya’da çıktı. Hatta direnişe başladığım 4. günü beni 1 gece gözaltında tuttular. Polise mukavemetten işlem yaptılar. Polisin birisi numaradan rapor almıştı. Sonra Malatya’ya Erdoğan hocaların yanına gittim. O şekilde tanıştım. Savunma: Polise mukavemetten işlem nasıl oldu tam olarak?

Baktılar ki bunlar ben her gün çıkıyorum meydana. Benden kurtulmak için bir yöntem denediler. Ben o gün gözaltında duydum polislerin ne gibi işler çevirdiklerini. Polislerden birisi diğerine dedi ki ‘Sana da rapor alacağız.’ Öbürü ‘Niçin’ dedi. ‘Senin elin arka tarafta oynadı ya’ dedi. Bunun demesinin sebebi de bana ters kelepçe yapmaya çalışırken olmuş. Ama kesinlikle benim tarafımdan polise herhangi bir darp vs. olmadı. Ama polisler rapor aldı. Hatta ben gözaltındayken baya dalga geçtiler bu durumla. Polisler rapor alınca savcı 1 günlük gözaltı kararı verdi. Beni nezarete öğrenci velim koymuştu. O da polisti. Ondan sonra da adli kontrol şartıyla serbest bıraktılar. Ayda bir adli kontrol için imza vermem gerekiyormuş. Aslında bu durum da çok absürt. Çünkü bir insan kaçacak olsa bir ayda dünyanın öbür ucuna gider. Savunma: İlginç bir durum gerçekten. Basına vs. hiç yansımamıştı.

Farkındalar aslında suçsuz olduğumun ama bir gözdağı vermeye çalışıyorlar. Sonra Bodrum’daki avukatlara sordum. Buradaki avukatlar da korkuttular beni. Tutuklayacaklar seni vs. laflar ettiler. Ben daha sonra Ankara’daki Nuriye Hoca’yla konuştum. Daha sonra Ankara’daki Avukat Engin Bey ile konuştum. Onlar bana

Evet Bodrum genelde zenginler, burjuvazi tarafında kullanılan bir yer. Ama onlar burayı bu hale getirmeye, bu halde göstermeye çalışıyor. Bundan memnun olan bazı zenginler de var. Gördüğüm kadarıyla belediye de aynı şekilde. Sanıyorlar ki Bodrum’a çok turist gelir, çok zengin oluruz. Genelde turizme baktığımız zaman, Türkiye’nin her yerinde öyledir, turizmden işçiler memurlar çalışanlar kazanmıyor. Sadece patronlar kazanıyor. Öte yandan bu patronlar çok zeki veya aydın insanlar değiller. Onlar sanıyorlar ki daha çok kazanırsak daha çok mutlu oluruz. Zaten yeterince zengin olmalarına rağmen doymuyorlar. Bu da Bodrum’daki bütün herkes için hayatı mahvediyor. Oysa Bodrum bence zenginlerin değil, Bodrum; çocukların, memurların, emeklilerin, işçilerin. Yani burası patronların değil. Mesela burada fiyatlar işçiye göre pahalıdır. Bunun sebebi belediyedir kesinlikle. Maalesef burada eski solcu insanlar da fazla. Mesela duyuyoruz bazen, işte filanca yerden çok meşhur sosyalistlerden birisi gidiyoruz yanına; “Ben buraya dinlenmeye geldim kardeşim” diyor. Ya ama burada da var direniş bitmiyor ki. Burası 13 yıldır yaşadığım bir şehir burası. Herkese bir şeyler öğrettiğim, öğrendiğim bir şehir burası. Savunma: Halkın bu direnişe tepkisi nasıl oldu?

Aslında çok iyi buranın insanı. İç Anadolu’da, Konya da vs. olsam işim daha zor olurdu. İnsanların pek çoğunu dediğim gibi tanıyorum zaten. Halkın ilgisi de yoğun baya. Savunma: Hocam Bodrum’da bulunan demokratik kitle örgütlerinin direnişe yaklaşımları nasıl oldu?

İlk başta şaşıranlar oldu ve bunun zararlı olabileceğini düşünenler de oldu. Eylemsiz olanlar halan ‘bu eylemin kötü olduğunu, kendilerini eylemsiz gösterdiğini düşünüyor. Onlar da görüyorlar ki biz Eğitim-Sen’den ayrı değiliz. Ben çok çalışıyorum zaten sendika için. Şu dönem herkesin korktuğu geri çekildiği bir dönem bunu biliyoruz. Bundan dolayı kimseye dargınlık da duymuyorum. Onlarda da korku biliyorsunuz zamanla yenilenebilecek bir duygu. Onlar da eskisi gibi değil. Mesela koca Muğla’da KESK’in eylemini bodrumda başlattık. Demek ki bu arkadaşlarımızın ne kadar direnmenin önemini anladıklarının da bir göstergesidir. Benimle birlikte olurlar o ayrı bir şey. Ama gözaltına alındığımda o arkadaşlarım hep desteğe geliyorlar. Direnişi takip ediyorlar yani. Herkesin direnişe katkısı farklı yani. Burada da hep insanlara şunu söylüyorum yani: “Biz burada 8 kişi ihraç edildik Eğitim-Sen’li olarak” diye başlıyorum konuşmalara. Savunma: Hocam gördüğümüz kadarıyla eylemlilikleriniz renkli geçiyor. Ne gibi şeyler yapıyorsunuz eylem esnasında?

Eyleme çıkmadan önce akşam ve sabahları düşünüyorum; ne yapsam diye. Çeşitli farklı yöntemler bulmaya çalışıyorum. Çünkü neden? Mesela bu durum bu alana renk katıyor. Alandan her gün geçen her gün farklı bir şey görüyor. Yani renklendirmeye çalışıyorum aslında. Buraya bir tek kâğıt yazsaydım eğer, hep aynı şeyi çok klasik olurdu. Ama şimdi insanlar merak ediyor. Bugün ne yapacak diye. Yani bu gün ne var acaba diye. Şu an mesela etrafta kâğıt uçaklar çoğalmaya başladı. Bugün de bunu yapıyoruz. Uçak yapıp atıyoruz. Bir de alan da daha uzun süre nasıl kalırım bunu düşünüyorum. Çünkü polis bazen 1 dakika da bazen 20 dakika da beni gelip alıyor. Mesela bir kere fırça getirdim buraya boyayla yazı yazdım yavaşça. Çevremden gelen herkesle konuşarak yaptım bunu. Bazen tahta kalemi ile yazdım. Bazen afişimi burada yapıştırdım mesela. Kocaman


mukavva getirdim öğrencilerimin resimlerini burada yapıştırdım. Son zamanlarda yere yapıştırıyorum kocaman büyük kağıtları. Ve ilerde şöyle bir planım var. Bir çuval otla gelicem. Otla yazıcam ‘İşimi öğrencilerimi geri istiyorum’ yazısını. Çünkü polis onları yerden toplayana kadar çok uzun zaman geçiriyor. Yerdekileri toplayıncaya kadar polisler ben bir kişiye daha anlatıyorum mesela başımdan geçenleri. Bu günkü eylemim henüz yazıyı çıkarmadığım için hareketli geçmiyor. Ama biraz sonra hareketlenecek. İnsanlar toplanmaya başlayınca ben başlayacağım konuşmaya. Savunma: Öğrencilerinizden gelen oluyor mu peki direnişinizi ziyarete?

Aslında mezun ettiğim öğrenciler buraya çok gelirler ama genelde onlar öğlenden sonra okula gidiyorlar. Buraya gelmeyi çok istiyorlar ama ben buradayken onlar okuldalar. Bir kısmı da lisedeler tabi ki. Şimdi benim birinci sınıf öğrencilerim var. Yeni okuttuğum. Onlar buraya yakın ve sık sık geliyorlar. Ama öyle ki ben Bodrum’da herhangi bir liseye gittiğimde öğretmenim diye koşan bir sürü çocuk oluyor. Bir yerde 13 yıl emek harcayınca böyle güzel anlar oluyor. Savunma: Hocam son olarak şunu sorayım. Şu anda Ankara’da, İstanbul’da, Malatya’da, Düzce’de, Aydın’da direnişler başladı. Siz de bu direniş ateşini bodrumdan yakarak destek oldunuz. Neler söylemek istiyorsunuz direnişe dair direnenlere dair?

Ben Bodrumdaki direniş ateşini Ankara’dan getirdim. Bir kav aldım oradan. Nuriye Gülmen, Semih Özakça, Veli Saçılık ve Acun Karadağ onlardan bir kav aldım. Hatta ben Acun Hocayla tesadüfen internette tanıştım. Neler yapmak gerektiğini konuştuk. Onlarla konuşmadan önce okuldan atıldığım birinci gün gitmedim okuldan. Hatta ikinci gün gittim okula başka öğretmen vardı benim sınıfımda; daldım içeri ‘Yazın çocuklar’ dedim. Öğretmen, müdür, memur ve veliler herkes şaşırdı böyle. Yeni gelen öğretmen giremedi derse o gün. Üçüncü gün yine gittim okula. İnanmazsınız benden sonra 3 tane öğretmen koydular, üçü de değişti. Hatta bir emekli öğretmene sormuşlar; demiş ki “Ben ihraç edilmiş bir öğretmenin sınıfına girecek kadar kendimi küçük düşürmem” demiş yani. Böyle onurlu davranışlar da oldu. Acunla internette tanıştıktan sonra; Acun hoca dedi ki “ Ben yarın okulumun önünde direneceğim.” Ben de okula giriyorum ya ben de dedim, okulun içinde direneceğim. Girdim okula başıma güvenlikçiler toplandı “Çık hocam nolursun mezara girseydim de bu durumu yaşamasaydım” falan dediler. Ben de dedim ki bir öğretmen sorgusuz sualsiz çalıştığınız okuldan atıldı. ‘Hiç başınız ağrımasın istiyorsunuz yani, sizi rahatsız edecek biraz’ dedim. Kolay kolay çıkmayacaktım. O gün de oturdum kantinde. Hatta bekliyordum polis gelir beni atar diye. Polis bile gelmedi o gün. O gün akşama kadar kaldım ama tam eylem gibi olmadı yani. O akşam Acun ile konuştum. Sonra beni sendikadan çok aradılar. “Engin, bırak gözaltı süresi 30 gün şöyle yapacaklar vs.” dediler. Annem babamla halen mücadele ediyorum yani. İnsanlar kanunları çok bilmedikleri için hukuktan polisten çok korkuyorlar. Aslında bizim yaptığımız eylemlerin halka böyle bir gösterdiği gerçek de var. Evet polis sizi gözaltına alır ama ertesi gün tekrar salmak zorunda. Direnmek en meşru bir haktır yani. İşimi istediğim için polisin beni gözaltına alması hoşuma da gidiyor. Düşünsenize gözaltına alınmak isteyen biri varsa tam fırsat. İşimi istiyorum diyin, gözaltına alının yani. İlginç bir şey. Direnen arkadaşlarıma çok saygı duyuyorum. Alev Şahin, Betül Celep, Malatya’daki direnen arkadaşlarımız hepsine saygı ve sevgi duyuyorum. Sevgilerimle.

Yönetmen: Kıvanç Sezer Babamın Kanatları sinemanın sürekli popüler kültür üzerine yoğunlaştığı, hep aynı kurgu üzerinde çalıştıkları aşk filmlerinden, mide bulandıran küfürlü mizah(!) filmlerinden gına geldiğimiz bugünlerde “Oh be” dedirten bir film. Filmin teknik açıdan eleştirecek donamımız yok, zaten böyle bir sinema sektöründe işlenen konu teknik eleştirisinin beş adım önüne geçiyor. İbrahim 50 yaşlarında, Kürt ulusundan. yeğeniyle birlikte bir inşaatta işçi. Güvencesiz yaşam koşulları, emeğine karşın aldığı ücretin trajikomikliği ve bir de bakmak zorunda olduğu uzaklarda bir ailesi. Ezilmişlik, utangaçlık, bıkkınlık, sorumluluk. İbrahim bir gün doktora gidiyor ve kanser olduğunu öğreniyor. Ölüp gitmesi umrunda değil pek, ailesini düşünüyor. Onsuz onlara bakacak bir kimse yok çünkü. Evleri Van depreminde yıkılmış, ev kredisi ödüyor şimdi. Eşi ve kızları eşinin kardeşinin evinde kalıyor. Arada internetten görüntülü konuşuyor onlarla, ibrahim pek anlamıyor böyle şeylerden, yeğeni aracılığıyla bağlanıyor kızlarına ve eşine. Söyleyemiyor bir türlü kanser olduğunu, nasıl söyleyecek ki. Malulen emekli olmak için sigortaya gidiyor, derdi emeklilik gününü ölüm gününden önceye denk getirip ailesini güvenceye almak. Şu kadar ay daha çalışacaksın diyor vezne memuru, çalışmazsan şu kadar para ödeyeceksin diyor. İbrahim için büyük meblağ, sermayedarlar için çok küçük. Şefe gidiyor avans istiyor, milyon liralara ev satanlar İbrahim’e paramız yok diyor, oyalıyorlar. Ve film, güzide aşk filmlerinin aksine mutlu sonla bitmiyor. Aynı inşaatta işçi olan üniversite işçisinin inşaattan düşerek öldüğü aklına geliyor, ailesine kan parası vermişlerdi o gencecik adamın. Verecekleri para ev kredisini kurtarır diyor İbrahim, atıyor kendini konduların göremediği kibirli yüksek katlardan. Ölüyor İbrahim. Filmin sonunda sermayenin çirkin yüzü bir kez daha teşhir oluyor. Sermayedarların çirkin yüzü, işçi sınıfının yüce emeği. Akıllara Soma geliyor, Ermenek ve Torunlar cinayetleri..

Son 10 günde;

-Polis tarafından katledilen Berkin Elvan 11 Mart’ta mezarı başında -Dilek Doğan davası sonuçlandı. Katil 6 yıl 3 anıldı. ay hapis “cezasıyla” ödüllendirildi. -Tarlabaşı’nda bir evde çıkan -Malatya’da, Aydın’da, Ankara’da, İstanbul’da yangında 3 çocuk hayatını kaybetti. kamu emekçileri defalarca gözaltına alındılar. -Gazi, Halepçe ve Beyazıt katliamları -HSYK kararnamesiyle 220 hakim ve savcı ihraç için protesto gösterileri düzenlendi, edildi. katledilenler anıldı.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.