Adalet ve Özgürlük İçin Savunma Sayı 4

Page 1

SAVUNMA Adalet ve özgürlük için

11 Mart 2017 Sayı 4

CEBELİTARIK’TAN ARMUTLU’YA MCCAN’DEN DİLEK DOĞAN’A Dilek Doğan, Küçük Armutlu’daki evinde 18 Ekim 2015 tarihinde katledildi. Bir kez daha hukuk düzenlerinin kutsayıp yücelttiği yaşam hakkı devlet eliyle ihlal edildi.Türkiye liberal hukuk düzleminde kabul ettiği uluslararası anlaşmalarda ve anayasada yaşama hakkını güvence altına almıştır. İnsan hakları düşüncesi liberal ideolojiye dayanır, dolayısıyla genel ve soyut düzeyde insan eşitliği ve özgürlüğü bu teorinin temel meselesidir. Ancak kağıt üzerinde kalan bu eşitlik ve özgürlük toplumsal eşitliği sağlamamaktadır. Eşitlik ve özgürlük; ancak sınıfların ortadan kalktığı, insanın insanı sömürmediği sosyalist dünyada mümkündür. Faşizmin kurumlaştığı ülkemizde liberalizmin bu geçici önlemi bile halka çok görülmektedir. AKP hükümetinin kendine özgülediği emniyet ve yargı teşkilatı halka düşmanca tavırlarla yaklaşmaktadır. Polisin kendi ifadelerinden ve davranışlarından bu açıkça anlaşılmaktadır. Dilek Doğan, işte bu düşmanca tavırların sonucunda katledilmiştir. Evine bir gece yarısı 13 polisle gelen devlet Dilek’in galoş giyin uyarısına kurşunlarıyla karşılık verdi. Bu insanlık dışılıktan sonra polis silahını kılıfına takıp devletin arkasında olduğunun bilinciyle ve pişkinliğiyle “Seni abin vurdu” dedi. “Ambulansa gerek yok” demeyi de unutmadı. Polis açıkça yargısız infaz yapmış, ihlal edilebilecek bütün kanunları ihlal etmiş, arkasındaki kanunsuz hükümete güvenerek bir de gözdağı vermiştir. Polis, 13 kişilik bir ekiple Hatice Ruken Kılıç isimli birisini aramak için Küçük Armutlu’daki eve geldiğini belirtiyordu. Küçük Armutlu, bir yanı Etiler, bir yanı Ortaköy bir yanı Rumeli Hisarı olan, Sarıyer ilçesinin bir küçük mahallesidir. Bu mahalleyi önemli kılan coğrafi özelliği değil elbette, kuruluş biçimidir. Mahalle halkın dayanışması ve kolektivizmle yaratılmıştır. Küçük Armutlu arazi mafyasına, devletin kolluk güçlerine, türlü çeşitli saldırı araçlarına karşı kendisini savunurken diğer yandan da halkın kendi örgütlülükleriyle yaşamı örgütlediği bir deneyimdir. Kendi haklarına sahip çıkmasını bilen, yıkımlara karşı mücadelede ismini duyurmuş bir mahalledir. Mahallenin mücadeleci özelliği nedeniyle devletin iyi bildiği bir mahalledir. Dilek Doğan’ın evi de orada bulunan birçok ev gibi defalarca basılmıştır. Ailesinin tüm fertleri siyasi şube tarafından bilinmekte, tanınmaktadır. Doğan ailesi evlerinin gece yarısı basılmasını meşru ve doğru bulmadıkları için her defasında

polisle tartışmakta, uygulamalarını kabul etmediklerini beyan etmektedirler. Bu nedenle ailenin tavrı, tutumu, polise karşı tavırları, sertlikleri polislerce öngörülebilir davranışlardır. Operasyonu yapan birliklerin, olay sonrasında ifadeleri alınmış, bu ifadelerde baskın yapılacağı evler konusunda brifing aldıklarını açıklamışlardır. Operasyonu yürüten birliğin başındaki sanık polis Yüksel Moğultay’da nasıl bir eve gideceğini bilmektedir. Birliğin sorumlusu olarak aileyi sakinleştirici, olgun ve dikkatli olması gerektiğini bilmektedir. Yapması gerekeni yapmayıp Dilek’i vurmayı tercih etmiştir.Neden ? ÇÜNKÜ, sanık devleti temsil etmektedir…. Her türlü keyfiliği yapabileceğini düşünmektedir. En ağır suçu da işlese bundan sıyrılabileceğini düşünmektedir. Dilek Doğan davası, AİHM’nin “McCan Kararı” ile önemli bir benzerlik gösterir. Bu davanın esası şöyledir: Birleşik Krallık, İspanya ve Cebelitarık yetkilileri, 1988 yılının başlarında IRA’nın Cebelitarık’ta bir silahlı eylemde bulunacağı haberini almışlardır. Anlaşıldığına göre, eylemin hedefi, İngiliz Kraliyet Muhafız Alayı’nın her salı günü, saat 11:00’de nöbet değişimi için toplandığı alandır. Cebelitarık Emniyet Müdürüne tavsiyede bulunmak ve kendisine yardım etmek için bir grup görevli Cebelitarık’a gönderilmiştir. Bu grupta, İngiliz Özel Hava Kuvvetleri’nden (SAS) askerler, İngiliz İstihbarat Servisi’nden görevliler ve bomba uzmanları vardır. Eylemde bulunacaklar, daha önce patlayıcı bulundurmaktan mahkûm olan Bay McCann, daha önce bombalama eyleminden mahkûm olan Bayan Farrell ve bomba yapım uzmanı Bay Savage’dir. 6 Mart sabahı Cebelitarık emniyetinden bir polis, zanlıları teşhis edebilmesi için sınırdaki göçmen bürosuna gönderilmiştir. Zanlıların isimleri ve fotoğrafları kendisinde mevcuttur. Saat 15:00 sularında üç zanlı toplanma alanında buluşmuşlar ve park edilen arabaya bakmışlardır. Zanlıların burada gözaltına alınmaları düşünülmüş, ancak Emniyet Müdürünün kişilerin kimliklerinin bir kez daha teyit edilmesini istemesi üzerine vazgeçilmiştir. Üç zanlı bir kavşakta ayrılmışlar, McCann ve Farrell birlikte, Savage ise tek başına caddelerde yürümeye


başlamışlardır. Kendilerini sivil giysili ve ceketli, silahlı ikişer asker 10 metre kadar mesafeden izlemiş tir. O sırada geçen bir polis aracının siren sesini duyan McCann, sinirli bir şekilde geriye doğru dönmüş, kendisini izlemekte olan askerlerden biri, McCann’in üzerindeki uzaktan kumanda düğmesine basacağını düşünerek McCann’e ateş etmiş, aynı anda Farrell’in elini çantasına doğru attığını görünce, bu kez Farrell’in aynı şeyi yapabileceğini düşünerek ona da ateş etmiştir. Diğer askerle birlikte 12 kez ateş etmişlerdir. Silah seslerini duyan Savage de arkasına dönmüş, iki veya üç metreden izlemekte olan askerlerden biri ‘Dur’ diye bağırmış, ancak elini arkaya doğru götürdüğünü görünce ateş etmiştir. Her iki asker Savage’e toplam 15 kez ateş etmiştir. Üç zanlı da ölmüştür. Zanlıların üzerinde silah veya uzaktan kumanda düğmesi bulunamamıştır. Alandaki Renault marka araçta da bomba yoktur. AİHM’nin bu davaya ilişkin değerlendirmesinde şu hususlara dikkat çekilmektedir: Mahkeme’ye göre, ya yetkililer araçta bomba bulunmadığını biliyorlardı, ki mahkeme bu ihtimali göz ardı etmiştir, ya da operasyonu kontrol etmekle yetkili kişiler çok ciddi bir hesap hatası yapmışlardır. Sonuç olarak mizansen, yapılan istihbarat değerlendirmelerine göre, öngörülebilir bir ihtimal olarak ölüm vuruşlarıyla tamamlanmaktadır. Cebelitarık’a girmelerini önlememe kararı, bu başlık altında dikkate alınması gereken konuyla ilgili bir faktördür. Mahkeme, kolluğun halka olan düşmanca tavrını, hataya yer bırakmayacak ısrarda olan 16 kurşunu, öldürme kastını göz ardı etmiştir. Ancak taraflar iddialarında kolluğun kastını dile getirmişlerdir. Zanlılar İspanyol yetkililerinin yakın takibi altında idiyseler, beyaz Renault marka aracın kiralandığını görmüş ve bomba taşımadığını biliyor olmalıydılar; yetkililerin olaydan önce bombayı etkisiz hale getirmemiş ve halkı korumak için çevreyi güvenlik altına almamış olmaları, yukarıdaki iddiayı desteklemektedir. Dilek’in evine gelen polisler de aileyi yakından tanımaktadır, daha önce aynı evi basmışlarıdır ve baskından önce aile hakkında brifing almışlardır. Polisin benzer olaylardaki tavrı zaten bilinmektedir. Kürdistan’da kent içinde düzenlenen sayısız ev baskınına katılan Jitemci pols Ayhan Çarkın için söylenen ‘’Görev aldığı ev baskınları en fazla beş dakika sürüyor ve evlerden sağ çıkan olmuyordu" sözü defalarca doğrulanmıştır. Aşağıda yer alan kendi itirafları da bu yöndedir: ’’PERPA baskını, basit bir gaz bombasıyla yapılabilecek bir operasyondu. Silah kullanılması gerekmezdi. Buna rağmen yargısız infaz yaptık. Yakalanabilirlerdi ama çatışma sürüyor süsü verildi. O dönemde, bu işlerin içerisinde yer alan 150’ye yakın kişi hâlâ etkin görevde. Bu kişilerin hakkında işlem yapılması gerekiyor. İsimlerini tek tek savcıya söyledim Biz, yasallık perdesi altında terör örgütü gibi çalıştık. Ölen insanların bir çoğu slogan attı. Geri adım atmadı.’’

tülerde polis Yüksel Moğultay’ın öldürme kastı açıkça görülmektedir. Bununla beraber AİHM polisin operasyonlarda uyması gereken ve eğitimini aldığı kuralları göz önünde bulundurmaktadır. Kişileri daha önce ve farklı bir yerde yakalama imkânı varken silahlarıyla birlikte yakalayıp adalet huzuruna çıkarma düşüncesiyle yakalamama ve operasyon sırasında öldürme, güvenlik güçlerinin güç kullanmalarının gerekliliğine ilişkin makul inançları bulunduğu savunmasını kuşkuya düşürebilir ve mutlak gereklilik ile orantılılık ilkesini ihlal edebilir (McCann ve Diğerleri, §203-5). Operasyonunun bir bütün olarak 2. maddenin gereklerine uyacak bir tarzda kontrol ve organize edilip edilmediği, askerlere verilen ve kaçınılmaz olarak öldürmeye yönelik zor kullanma sonucunu doğuran bilgi ve talimatların, üç zanlının yaşam hakkını yeteri kadar dikkate alıp almadığı sorusu ortaya çıkmaktadır. Masum insanların oturduğu apartmandaki kadın ve çocukların bulunduğu bir daire kapısının açtırılması sırasında çıkan gürültüye karşılık görünmeyen bir hedefe doğru yoğun ateş sonucu öldürme (Gül, §78, 82) Gül kararı da Dilek Doğan davasına benzemektedir, Dilek’in devam eden yargılamasında hakimlerin bu kararları göz önüne almaları gerekir. AİHM benzer davalarda, bireyin doğal olmayan ölümünden sonra devletin etkili ve yeterli soruşturma yapmamak suretiyle ‘hareketsiz kalma’sını da yaşama hakkına bir müdahale olarak görmektedir. Bu davaların ortak niteliği, cumhuriyet savcısının, güvenlik güçlerinin karışmış olduğu bir hukuka aykırılığa dair bireylerce ileri sürülen şikayetler açısından, olaya karıştığı iddia edilen güvenlik güçleriyle görüşmeyerek veya onların ifadelerini almayarak, güvenlik güçlerince sunulan olaya ilişkin raporlara itibar ederek ve çok az veya hiç bir delil olmamasına rağmen olayları takip etmemesidir. Dilek Doğan davasında da sanık Yüksel Moğultay duruşmalara katılmamış, mahkeme dosya hakkında gizlilik kararı almış, delilleri olması gerektiği gibi toplamamış, adeta sanığı korumaya geçmiştir. Tüm bu açılardan hem Anayasa hem de AİHS defalarca ihlal edilmiş, hukuksuz uygulamalar gerçekleştirilmiştir. Zaten yeterli çözümü sağlamayan devletin kendi burjuva hukuku da yine kendisi tarafından ihlal edilmiştir. Adalet talebimizi yineliyoruz. Bozuk adalet yeter artık! Acemi ellerle yuğurulan,iyi pişirilmemiş adalet yeter! Yeter katıksız,kara kabuklu adalet! Dura dura bayatlayan adalet yeter!

Dilek DOĞAN’ın vurulma görüntüleri polis tarafından aylarca saklandı. Bu görün-

MAHKEMELERİN ALENİLİĞİ ÜZERİNE Adalet Okulu öğrencileri olarak bu konu özellikle bizleri ilgilendirmektedir. Çünkü hukuk fakültesi öğrencileri olarak pek çok davanın takibini yapmak, okulda aldığımız teorik eğitimin, pratikte nasıl uygulandığını görmek açısından son derece önemlidir. Ancak son zamanlarda özellikle Çağlayan Adliyesi’nde hukuk fakültesi öğrencileri olarak bizlerin en doğal hakkı olan duruşmalara girmemiz engellenmektedir. Yazımızda bu durumun hukukiliğini, yaşadığımız birkaç örnek olay açısından açıklamaya çalışacağız. İlk önce “alenilik” kelimesini açıklayarak başlayalım. Aleni kelimesi Türk Dil Kurumu’na göre “Açık, ortada, meydanda, herkesin içinde yapılan” anlamlarına gelmektedir. Yapılan mahkemelerin aleni olması deyimi; yargının herkesin içinde yapılan bir süreç olduğu anlamına gelmektedir. Bu ilke Anayasa madde 141’de yer almaktadır: “Mahkemelerde duruşmalar herkese açıktır. Duruşmaların bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına ancak genel ahlâkın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hallerde karar verilebilir.” Bu maddeye göre yargılamayı yapan mahkemenin kararı olmadan hiç kimsenin duruşma salonuna girişi engellenmemelidir. Ayrıca Ceza Muhakemesi Kanununda da “Alenilik” ilkesine yer verilmiştir. CMK 182. maddede mahkemelerin aleni olma hali şu şekildedir : “(1) Duruşma herkese açıktır. (2) Genel ahlâkın veya kamu güvenliğinin kesin olarak gerekli kıldığı hâllerde, duruşmanın bir kısmının veya tamamının kapalı yapılmasına mahkemece karar verilebilir.(3) Duruşmanın kapalı yapılması konusundaki gerekçeli karar ile hüküm açık duruşmada açıklanır.” CMK’da ise istisna olarak duruşmaların nasıl kapalı hale getirilebileceği anlatılmış ve bu durum şartlara bağlanmıştır. Yani bir duruşmanın kapalı hale getirilmesi için 3 şart aranmaktadır. Birincisi genel ahlak veya kamu güvenliğini bozan bir durumdur. İkinci şart bu kapalılık kararını kovuşturmayı yürüten mahkemenin kendisi karar vermelidir. Son şart ise kapalılık kararı açık duruşmada verilmeli ve gerekçeli olmalıdır. Gerek CMK, gerek anayasada mahkemelerde duruşmaların açık yapılması ana kural haline getirilmiştir. Kapalı duruşma yapma ise ağır şartlara bağlanarak istisna bir hal olmuştur. Peki yukarıdaki paragrafta açıkladığımız ilke uygulamada ve adliyelerde nasıl uygulanmaktadır? Özellikle çağlayan adliyesinde bu durum hukuka aykırı bir şekilde devam etmekte ve mahkemelere hukuk fakültesi öğrencilerinin hatta stajyer avukatların girişi engellenmektedir. Özellikle OHAL döneminde açılan ve Özel yetkili mahkeme olan 23. Ağır Ceza Mahkemesi, 24. Ağır Ceza Mahkemesi ve 25. Ağır Ceza Mahkemesinde duruşma salonlarının önüne 1

metrelik bariyerler konulmakta ve yukarıda açıkladığımız ‘alenilik ilkesi’ açık bir şekilde ihlal edilmektedir. Genellikle bahane olarak güvenlik görevlileri salonun dolu olması sebebini ileri sürmeye çalışmış olsalar da yaşadığımız bir olay bu durumun hiç de böyle olmadığını göstermektedir. 1 Mart günü birçok duruşma olduğu için duruşma takip etmeye bizler de çağlayan adliyesine gitmiştik. Aslında gidiş amacımız Grup Yorum davasına girebilmek ve bu önemli davayı izlemekti. Daha sonra salonun doluluğu gerekçe gösterilerek; tutuklu sanıkların akrabaları dışında kimsenin alınmayacağı söylendi. Davaya ilgi yoğun olduğu için ancak birkaç hukuk fakültesi arkadaşımız ısrar sonucu duruşma salonuna girebildi. Giremeyen öğrenciler ise başka bir duruşma izlemeye karar verdi ve 25. Ağır Ceza Mahkemesine gitmeye karar verdik. Burada ise yine bariyerler vardı ve güvenlik görevlilerine duruşmaları takip etmek için geldiğimizi söylediğimizde yine salonun dolu olduğu vs. gerekçelerle girmemize izin verilmeyeceği söylendi. Ancak bizler biliyorduk ki salon boştu ve keyfi bir şekilde içeri girmemize izin verilmiyordu. Bunun üzerine güvenlik görevlileri ve mahkeme kâtibiyle tartıştık. Onlara ‘hukuk fakültesi öğrencisi olduğumuzu ve mahkemelerin aleni olduğundan’ bahsettik. Onlar ise ‘burasının özel yetkili mahkeme olduğunu’ söylediler. Bunun üzerine mahkeme başkanı ile halkın avukatları görüştü. Başkanın böyle bir durumdan haberi yoktu ve alınmamız gerektiğini söyleyerek, içeri girebildik. Buraya kadar anlattığımız aslında bir ısrarın sonucuydu. Duruşma izleme hakkımızın bu kadar kolay engellenmemesi açısından önemli bir kazanım oldu bizler için. Sonuç olarak buraya kadar anlattıklarımız anayasal bir ilkenin hukuka aykırı olarak nasıl uygulanmadığını bizlere göstermektedir. Bu durum şimdilik çağlayan adliyesinde uygulanmaya çalışılsa da hukuk fakültesi öğrencileri olarak bu hakkımızı kaybetmemiz için ısrarcı olmamız gerektiği çok açıktır. Dolayısıyla kapalılık kararı olmadan ‘duruşmaya giremezsiniz’ söylemleri tamamıyla hukuka aykırıdır. Ayrıca çağlayan adliyesinde bu mahkemelere izleyici alınmaması talimatını da Savcılık eliyle verildiği yaşadığımız olayda mahkeme heyetinin haberi olmaması açısından çok açıktır. Yukarıda CMK 182 de belirttiğimiz üzere duruşmanın işleyiş ve düzeni mahkeme başkanına aittir. Dolayısıyla bunun gibi pek çok hukuka ve uygulamaya aykırı iş Çağlayan adliyesinde uygulanmaktadır. Duruşma izleyebilmek bir haktır. Bu hakkımıza sahip çıkalım.


ile buluştuk Grup Yorum tahliye olalı henüz 2 hafta olmamışken, ayaklarının tozuyla İdil Kültür Merkezi’nde buluştuk. Hukuksuzluğu bir de onlardan dinledik. İyi okumalar. Savunma: Toplumdan soyutlanmış bir sanat anlayışından bahsedilebilir mi? Toplumdan soyutlanmış bir sanat anlayışı eskiden beri tartışılan bir konudur sanat sanat için midir yoksa sanat toplum için midir?

Çok köklü çok eski bir tartışmadır. Meselenin özü şudur: sanat halktan çıkar, sanat insandan çıkar, sanat milyonlarca insanın yaşadığı yerden çıkar. Canlı bir organizma gibidir ve bu nedenle sanatı ondan soyutlamak, özel insanların yaptığı bir uğraş haline getirip halktan koparıldığında aslında bu sanat olmuyor. Çünkü soyut bir sanat. Yaşam mı daha güçlü yoksa sanat mı daha güçlü? Yaşam mı daha estetik, yoksa sanat mı daha estetik? Burjuva sanatçılar kendilerini çok üstün görürler. Sanat bu yoğun hastalıklı ruh hali ile üretildiğinde hayatın bu kaba halini daha estetize ediyormuş ve çok üstün bir estetik anlayışı varmış diye propogandasını yapmaya çalışılır ancak bu ölü bir sanattır. Çünkü kendisiyle birlikte, kendi sanatı ile birlikte 20, 30, belki de 50 yıl sonra yok olur giderler. Sanatları bugüne de tarihe de kalmaz. Halkın içinden doğan şey ise çok daha güçlü, çok daha canlıdır. Mesela hüznü anlatacaksın, hüzün içerisinde coşku vardır. Diyelim ki dünyanın en iyi ressamı bir resim veya tablo yaptı. O resmin kendisini mi çok büyük bir eser, çok büyük bir estetik algı, yoksa hayat mı? O canlı yaşamın öncesi var, sonrası var. O canlı yaşımın bir ilişkisi var ve onu sen alıp soyutlayıcı bir obje olarak koyuyorsun. Kaç saat bakabiliriz böyle bir resme? Dünyanın en iyi resmine kaç saat bakabilirsin? iki saat, üç gün, bir ay bu kadar ama bir insanla ömür geçirirsin. En güzel kadın tablosu diyelim, bakamazsın ömür boyu ama bir insanla ömrünü geçirirsin. Sevgin de gerçektir, yaşamdır. Sanat ondan daha üstün bir şey yapamaz. O nedenle sanatçı da halkının o mütevazi yaşam içerisinde, onu yaşayarak, onu anlamaya çalışarak, onun eserlerini ortaya koyar. Bu nedenle hayat çok daha güçlüdür. Bundan dolayı da halktan çıkar sanat. Halkın sanatçıları, halktan sanatçılar çok daha kalıcı olurlar, yüzlerce yıl yaşarlar. Belki onun adını duymayız ama eserleri yüzlerce yıl yaşar. Eserleri mutlaka ileri doğru gider, yaşar, başka sanatçılar eklerler, eksiklerini tamamlarlar ve eser canlı bir organizma şeklinde yaşar. Bu nedenle halkın sanatı ölümsüzdür! Savunma: Peki sizin sanatınız nasıl? Siz sanatta ne yapmayı hedefliyorsunuz?

Biz sanatımızla aslında halkımızı anlamaya, halkımızın yaşamını yorumlamaya, onu estetize etmeye çalışıyoruz. Halkımızın acılarını, adalet özlemini, coşkusunu, inancını, tarihini, hatta gelmiş olan o tarihini ve yaşamını yorumluyoruz. Hayatla bağı olan bir sanat aslında bizim yaptığımız. Sanatımız ekmek kavgasına, adalet kavgasına küçük mütevazi bir katkıdır. Grup Yorum’un yaptığı budur ve Grup Yorum ile başlamadı bu iş. Bin yıllık çok büyük bir Anadolu geleneğinin ya da dünyadaki ilerici halktan yana olan sanatçıların yaptıklarını, halk için yaptığı eserlerin çözümlenmiş, damıtılmış halidir Grup Yorum’un yaptığı. Grup Yorum bugün onların mütevazi bir öğrencisi ve bu öğrenciliği yapmaya devam edecek. Daha

doğrusu halkımızın ve yaşamın öğrencisiyiz. Yoktan bir şey var etmedik biz. Biz o yolu temsil ediyoruz. Çok köklü, çok geniş bir Anadolu halk kültürü, Anadolu halk kültürünün sanatı ve şarkıları var. Onları yeniden yorumluyoruz, yeniden şarkılandırıyoruz. Bugün ki hayatın şarkılarını ve geleceğin şarkılarını yapıyoruz. Bu yönüyle halkın tarafındayız Bu da çok güçlü bir bağ kuruyor. Halkla kurduğumuz bu bağ çok büyük bir zenginlik katıyor bize. Hem üretim anlamında zenginlik katıyor hem de sanatımızın daha da ilerlemesi anlamında katkı sağlıyor. Çünkü biz sürekli öğreniyoruz ve öğrenmeye devam ediyoruz. Defalarca baskın yaptılar. Enstrümanlarımızı kırdılar, işkenceyle gözaltına aldılar. Savunma: Size niçin bu kadar kin besliyorlar? Niçin saldırıyorlar?

Neden çünkü halkı aydınlatıyoruz ve halkın öncüleriyiz. Halkın sanatçılarını sustururlarsa, halkın aydınlığını susturlarsa, halkı da daha rahat susturabileceklerini varsayıyorlar. Bir mesaj halka verdikleri, güçlü bir mesaj Grup Yorum üzerinden. Bakın Grup Yorum’u bile aldık diyorlar. Grup Yorum’u bile susturduk. Neden? Grup Yorum 32 yıllık mücadelesinde halkla çok güçlü ve çok köklü bir bağ kurmuş olduğu için. Grup Yorum hem sanatıyla hem halkla olan bağı ile çok güçlü bir yere sahip, çok güçlü bir etkisi var. Grup Yorum’u susturma amacı halkta bir korku yaymaktır. Grup Yorum’u tamamen susturmak istiyor. Neden? Çünkü Grup Yorum öyle ya da böyle milyonlarca insana ekmeği, adaleti, özgürlüğü, umudu veriyor. Karamsarlık yerine başka bir duygu veriyor. Korku yerine kararlılığı, meşruluğu, haklılığı veriyor. Aslında Grup Yorum vermiyor. Grup Yorum tarihini hatırlatıyor halkımıza. Diyor ki; arkadaşım sen Pir Sultan’ı biliyorsun, Bedrettin’i yaşıyorsun. Sen Köroğlu’nun, Karacaoğlan'ın torunlarısın. Senin tarihin bu ve bu tarihin evladı olmak ile onur duymalısın. Sahte, unutulan Avrupa kültürü gibi değilsin. Senin sahte Rambolar’ın yok. Gerçek kahramanların var. Kurtuluş Savaşı’nı kazanmış bir milletin çocuğusun sen. Biz bunları anlatıyoruz ama bunları bastıran, sindiren düzenin kendisi ve bu nedenle çok köklü, çok şiddetli bir şekilde bastırarak hem grup yorumu hem de bütün halkı susturmaya çalışıyorlar. Savunma: Diğer sanatçılar, popüler sanatçılar, pop sanatçıları yani gündemde olan sanatçılar var. Onlar halkı aydınlatmıyorlar mı? Onlara niçin saldırmıyorlar?

Milyonlara ulaşan değil zorla, medya tekelleriyle milyonların dinlediğiymiş gibi gösterilemeye çalışılanlar o müzisyenler, o şarkıcılar sahtedir. Yani zorlama ile insanların gözüne soka soka bak bu önemli bir alan, bak bu önemliymiş meğer ben de izlemeyelim diyerek seni koşullandırıyor, seni onu


izlemezsen ayıp, suç işlemişsin psikolojisine sokuyor. Neden onların önünü açarlar aslında halkı dertlerinden soyutlayıp bencilleştirirler. Bunun yanında yozlaştırıcı kültürü de yayarlar. Örneğin uyuşturucu propagandasını çok açık yaparlar. “Ben uyuşturucu kullanmadan sahneye çıkamam” diyorlar, magazin programlarında kıyafetinden her şeyine halktan öte batı kültürü, burjuva kültürünün propagandasını yapıyorlar. Yoksul halk yoktur bunların yaşamlarında, halkı bencilliğe, özentiye yönlendirdiği için önlerini açarlar. Mesela Beyazıt Öztürk’ün programında bir kadın “Ülkede katliam var” diyor, ondan sonraki gün linç ediliyor, onlara diyorlar ki siz halkı eğlendireceksiniz sadece. Portekiz’in diktatörü Salazar 3F ile “Fado, Futbol, Fiesta” ile yönetmiş ülkeyi, “Futbol stadyumlarını beşik gibi kullanın” demiş, “Halkı uyutun stadyumlarda”, bugün de benzerini uyguluyorlar. Diğer ikisi de sanatla ilgili; fiesta eğlence ile fado arabesk müzik gibi, bizim arabesk müziklerimize benzer. Sanatı ne kadar etkili kullanıyorlar, sanatı uyutmak için, halkın tarihini kültürünü unutturmak için yapıyorlar,

Halktan kopuk tatil yörelerinde, halktan kopuk lüks yerlerde yaşamamalı. Cebimizde akbilimizle en yoksul mahallere gidip orada yaşamalıyız. Gerçekten halk kendi sanatçısına çok önem verir, aç açıkta bırakmaz. Ülkemizde çok büyük konserler düzenledik buna rağmen cebimizde milyarlar olmadan yaptık bunları. Halkı bir araya getirerek, hep birlikte dev organizasyonlar yaptık. Yapılabildiğini gösterdik. Halkla beraber her şeyi yapmak mümkün. Halk ozanları yüzlerce yıl halkın içinde yaşamışlardır, aç açıkta kalmamışlarıdır. Halkın acılarını, tarihini adalet özlemini dile getirmişlerdir. Halktan öğrenmişler, halkla beraber omuz omuza yürümüşler. Halk sanatçıları bugün de böyle olmalı. Grup yorum da bu dönemde eski ozanlarımızın yaşadığı gibi yaşıyor aslında. Bizim sanatçılarımızdan da talebimiz, isteğimiz budur.

Savunma: Peki, sanat böyle olmalı da sanatçı kimliği nasıl olmalı?

Sanatçı kimliği soyut değildir, bu ülke tarihine bakarsak örneğin Neşet Ertaş demiş ki “Ben halkımın ayağının türabıyım” diyerek halkı o kadar büyük mertebeye koymuştur. Sanatçı üstün insan değil, öyle gösteriliyor, tersine o halkın çok mütevazı bir çocuğu, bir öğrencisi olmalı. Bugün popüler olan çok üstün gibi görünenlerin durumu geçicidir, kalıcı olan halkın sanatçısıdır. Sanatçı halkın çocuğu olduğunda ölümsüzlüğü yakalamış olur. Bu da basittir, halkın tarihini, halkın kültürünü, halkın adalet özlemini, halkın edebiyatını, şarkılarını, türkülerini benimseyerek. Çok usta var ülkemizde Ruhi Su, Mahzuni Şerif bunu başarmıştır. Savunma: Peki, bu kadar yoz kültürün içinde halkın sanatçısı nasıl mücadele edebilir, siz nasıl ediyorsunuz?

Halkın sanatçısı öncelikli olarak halkın içerisinde olmalıdır, sade ve basittir bu.

Hücremde Bir Gün İngiliz Toplama Kamplarında Direnen İrlanda Yazar: Bobby Sands Yayınevi: Sosyalist Yayınlar Çevirmen: Şen Süer Kaya ''Eskiye oranla iskelete dönmüştüm, ama önemli değildi.Çözülmemekten başka hiçbir şey önemli değildi. Bir kez daha döndüm. Soğuk çok etkiliydi. ‘Çözülmeyi reddeden tek bir Cumhuriyetçi Siyasi Savaş tutuklusunun dayanma gücünü kıracak hiçbir şeyleri yoktu tüm emperyalist cephaneliklerinde’ diye düşündüm. Ve bu çok doğruydu. Direncimizi kırmayı başaramazlar ve asla başaramayacaklar. Soğuktan donarak yeniden döndüm. Kar pencereden battaniyenin üstüne yağıyordu. ‘Tiocfaidh ar la’ dedim kendi kendime. Tiochfaidh ar la.''* Kar batteniyenin üstüne yağar; çünkü Bobby Sands ve yoldaşları mücadelelerini kriminalize etmeye çalışan İngiliz hükümetinin suçlu kıyafetlerini giymektense battaniyeye sarınmayı yeğlemiştir. 1972'de açlık greviyle kazandıkları siyasi mahkum statüsü “Demir Leydi” hükümetince geri alındı ve Long Kesh Hapishanesinin yeni inşa edilen "H-Blokları"nda hücre hapsine çarptırıldılar. Bu sistemde, her iki kanadında 25 hücrenin ve orta çizgisinde de idari alanın olduğu, "H" şeklindeki sekiz tane hücre bloğu bulunur, tıpkı F Tipleri gibi şiddeti tekrar üreten bir mimari. Bunlara karşılık IRA mahkumları yeniden siyasi savaş tutuklusu olarak tanınmak için büyük bir direniş başlattılar. ''Smash H Blocks''**direnişin önemli sloganlarından biri oldu. 1976 Eylül'ünde başlayan battaniye protestosunu 1978 Mart'ında yıkanmama protestosuna dönüştürdüler. Bu protestolar sürerken işkence inanılmaz boyutlara ulaşır.Tuvalet kağıdına yazıp gizlice dışarı çıkardığı bu küçük kitapta Bobby Sands ''İngiliz toplama kamplarında'' bir gününü anlatır. Bütün vücut boşlukları insan onurunu hiçe sayarak aranmasına rağmen tutuklular dışarıya notlar sızdırmayı ve dışarıdan bilgi almayı başarır. Bu kitap da bu yöntemle yayımlanır ve dünyaya işkenceyi açıklar. Devrimci akıl bir kere daha galip gelmiştir. Ceza Bloğu dedikleri özel işkencehaneden döndüğünde şunları yazar: “H Blok'a döndüğüm zaman ölü gibi görüntüme gardiyanlar bile şaşkınlıkla bakakaldı. Fiziksel olarak bitkindim ve akılca tükenmiştim.

Açlık, dayaklar, zoraki banyo, sıkıntı ve soğuk aklımda kaldı.İki hafta sonra oraya bir on beş gün daha katlandım. Önceki karabasanın aynıydı, üstelik beşle çarpılmışı. Çılgın bir hayvan gibi yaşadım, her üç günde bir beni aç bırakıyorlardı... Onlara teslim olma güdümle sürekli savaşıyordum. Ama ayakta kaldım, onları yine yendim.” Hapishaneyi bir okul haline getirmişlerdir. İrlandaca dil derslerinin yanı sıra Che, J. O'Connoly okurlar. Saldırıların arkasından şarkılar söyleyerek direnirler. Bobby Sands Nazi kamplarının tarihe gömüldüğünü sanmasına rağmen onlardan birinde tutulmanın şaşkınlığı içindedir. Buna rağmen asla geri adım atmaz, direngenliğini şu satırlar özetler: “Direnmekten savaşmaktan gurur duyuyordum. Dışarıda bizi yok edemezlerdi; cehennem deliklerinin içinde bize acımadan işkence ediyorlardı ve gene yok edemiyorlardı. Korkuyordum, ama teslim olmayacağımı biliyordum. Boyun eğmektense tüm işkence silahlarının zalim gücünü göğüsleyebilirdim.” Bu insanlıkdışı toplama kampında bile yaşam sevgisinden bir şey kaybetmezler, hücresinin bir köşesinde yığılan yemek artıklarıyla kuşları besler: “Köşeden birkaç ekmek kırıntısı alıp pencereden fırlattım. Küçük dostlarımı hatırlamıştım yeniden. Kış, yeri kaplayan ve toprağı gizleyen karıyla zorlu bir dönemdir kuşlar için. Kış ince battaniyeleriyle onlar için de zorlu bir dönemdir.” Ardından Ocak 1980'de 53 günlük açlık grevi gelir, ne var ki İngiliz Hükümeti bu grevle kabul ettiği taleplerin hiçbirini uygulamaz. Bu tutuklular arasında büyük bir güvensizliğe yol açar ve son açlık grevine 1 Mart 1981'de hükümetin onları tekrar aldatmasına izin vermeme kararlılığıyla başlarlar. Onlar aracı kabul etmedi, hükümet de birebir görüşmeyi. Bütün dünyadan İngltereye tepkiler çığ gibi yükselirken Türkiye’deki cunta rejimi eylemcilerden yana değildi. Açlık grevi sürerken milletvekili seçilen Bobby Sands için de, İngiliz parlamentosu için de bunun bir anlamı yoktu. “Yüce meclis” bir üyesini ölüme yollamakta beis görmemişti. işte bu kararlılıkla açlık grevini 66 gün sürdürdü. Fidel onları şöyle selamlamıştı: "Altmış gün boyunca açlık grevinde kalarak idealleri uğruna ölme kudretine sahip insanların huzurunda despotların eli ayağı titrer! Bunun yanında, yüzyıllar boyunca insani feda ruhunun simgesi haline gelen İsa'nın çarmıhtaki üç günü nedir ki?" Türkiye’deki açlık grevlerinde Sands’in adı parola olup dilden dile dolaştı. Tek tip kıyafete karşı direnen Apo, Fatih, Hasan, Haydar'ın, zindanlarda onuru savunan Ayçe İdillerin, “Ben son olayım” diye ölüme yürüyen Fatma Koyupınar’ın direnişine eklenerek büyüdü Bobby Sandslerin direnişi. *Tiochfaidh ar la! = Bizim de günümüz gelecek!


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.