Adalet ve Özgürlük İçin Savunma Sayı 3

Page 1

SAVUNMA Adalet ve özgürlük için

1 Mart 2017 Sayı 3

KÖMÜR İSİNE BULANMIŞ ADALET ARAYIŞI: SOMA Soma katliamı davası bilindiği üzere Akhisar Ağır Ceza Mahkemesinde halen devam ediyor. Davaya kamuoyu ilgisi azalmış olsa da sona yaklaşılmış durumda. Bizler de Adalet Okulu öğrencileri olarak davayı geçen yıldan bu yana takip ediyoruz. Bu yazıda davaya ilişkin katılma sürecimizden, davanın geldiği aşamadan ve toplumsal dava pratiği olarak Soma Davası’ndan bahsedeceğiz. Öncelikle Soma’da ne olmuştu sorusunu sorarak başlayalım. Malumunuz yaşadığımız ülke sık sık gündemi değişen veya değiştirilen bir konuma geldi. Bu açıdan halkımızın yaşadığı acılar çabuk unutulmakta ve yaşanmışların acısını paylaşamadan yenileriyle karşılaşmak durumunda kalıyoruz. Soma’da 14 Mayıs 2014’te Soma Kömür İşletmeleri Anonim Ortaklığı’nın işlettiği maden ocağında 301 işçinin öldüğü ve 176 işçinin yaralandığı bir katliam yaşandı. Elbette bu bir kaza değil, katliamdı. Organize bir şekilde, Bakanlık-TKİ-ELİ-SOMA A.Ş eliyle işlenmiş bir ihmaller zincirinin sonucuydu. Bizlerin, Ankara Adalet Okulu öğrencileri olarak davaya takip etmeye başlama sürecinden bahsedelim. 2016 yılının kasım ayında ÇHD Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı bizlere davayı anlatmış ve toplumsal niteliği itibarıyla yaptıkları avukatlık pratiğinden bahsetmişti. Bizleri heyecanlandıran bu konuşmadan sonra çorbada tuzumuz olsun diye çeşitli konularda davanın teknik yönlerine ilişkin komisyonlar kurduk. Duruşma günü geldiğinde bir çoğumuz heyecanla Akhisar’a gittik. Pek çok yakınını kaybetmiş aileyle tanıştık ve katliamın büyüklüğünü ve yaşatmış olduğu acıları iliklerimize kadar hissettik. Hala kalabalık gidemesek de duruşmaları takip ediyoruz. Davanın geldiği aşama itibarıyla ise sona yaklaşılmış durumda. Ceza Muhakemeleri Kanunu açısından yapılması gereken bir çok usuli işlem tamamlandı. Davada şu an 6 tutuklu sanık bulunmakta. Bu sanıklar arasında şirket genel müdürü, işletme genel müdürü gibi kişiler var. Tabi bu durum maden sektörünün pek hoşuna gitmese de tutukluluk halleri 2,5 yıldır devam ediyor. Bu durumun yaratılmasında davaya gönül veren halkın avukatlarının da etkisi büyük. Özellikle davanın bir önceki duruşmasında mağdur-müşteki avukatları esas hakkında iddialarını sundular. Burada özellikle Av. Derviş Emre Aydın’ın sunumu teknik niteliği ve belgelere dayanması açısından sanıklara kaçacak yer bırakmayacak türdendi. Bu sunuma göre katliamın bu kadar büyük olmasının bir çok sebebi olmasına karşın ana sebebi madenin bir bölümü olan S panosu için havalandırma tünelinin açılmamış olması. Yaklaşık 272 işçinin burada yaşamını

kaybetmesi bu durumu kanıtlar nitelikte. Şirket tarafından TKİ’ye sunulan rapor ve harita planlarında S panosuna havalandırma yapılacağı belirtilse de bu havalandırma 15 milyon TL’ye mal olacağı için yapılmamış. Para hırsının işçilerin ölümüne sebep olduğunun bu kadar net olması davanın çarpıcı yönlerinden birisi. Ayrıca davada şu an TCK md. 83 çevresinde yani “İhmali kastla adam öldürme” suçunun Av. Selçuk Kozağaçlı tarafından tarafından ileri sürülmesi ve bu cezanın sanıklar için her ölen kişi başına istenmesi ceza hukuku açısından tartışılan yönlerinden birisi olmuş durumda. Bundan sonrası için savcının esas hakkında mütalaasını sunması bekleniyor. Ancak 2 duruşmadır savcının mütalaayı sunması gerekirken süre talep etmesi, davaya Adalet Bakanlığı ve savcılık eliyle müdahale mi ediliyor sorularını akıllara getiriyor. Sonuç olarak Soma Davası bizlere pek çok şey öğretti. Toplumsal dava avukatlığı nasıl yapılır sorusunun bir cevabı niteliğinde bir dava adeta. Ezilenlerin adalet talebini ve ihtiyacını gösteren bir yargılamadır yaşanan. Bu açıdan bu davayı takip etmek biz adalet okulu öğrencileri olarak çok kıymetli. Davanın bir sonraki duruşması 18 Nisan 2017 tarihinde yapılacak. Hukuk fakültelerinde okuyan arkadaşları toplumsal bir dava görmek istiyorlarsa mutlaka gelmeliler.

Madenciler 3 Aydır Tutsak Soma Katliamı davası “sabotaj, dış güçler” gibi gülünç iddialarla sulandırılmaya ve sorumlular cezasız bırakılmaya çalışlırken, işi için direnen maden işçileri 3 aydır tutsak. Volkan Çetin, Gökhan Ayaydın Soma Katliamı’nın ardından işten atıldılar, işleri için direndiler ve işlerini kazandılar. Bu kazanım patronları ve devleti rahatsız etmiş olacak ki, kurdukları Maden İşçileri Dayanışma ve Mücadele Derneği basıldı, günlerce gözaltında tutuldular ve boş iddialarla tutuklandılar. Biliyoruz ki esas olarak hedef alınan onların mücadeleleriydi. Hukukun; patronların emrinde, madencilerin karşısında olduğunun kanıtı olan bu davanın da takipçisi olacağız. Maden işçileri yalnız değildir!


SÖYLEŞİ: Direnen Kadınlarla Buluştuk İdil Kültür Merkezi’nin basılmasının ardından yapılan dördüncü etkinlikteyiz. Söyleşi Nazım’dan “Kadınlarımız” şiirinin okunmasıyla başladı. Karşımızda gözleri pırıl pırıl, gülüşleriyle umut taşıyan iki kadın olunca ilk soru gülmek üzerine oldu. Sizi hep gülerken görüyoruz, zor şartlar altında nasıl oluyor da hiç gülümsemenizi kaybetmiyorsunuz? Nuriye hocanın gözaltındaki fotoğraflarında hep yüzünde bir gülümseme, buna nasıl dayanıyorsunuz? Barkın Timtik: Gülmek bir halk gülüyorsa gülmektir. Mücadele moralle yürüyor. Emin olduğumuz şey umutlu olmak zorunda olduğumuz. Oğuz Meşe’nin yedi yemeğine gitmeyi de suç kabul ettiler. Her anı işkenceye çevirdiler. Cemevine çok ağır bir saldırı oldu, görüntüleri biz tutukluyken yayınlandı.Halkın değerlerine sahip çıkmak için oradaydık. Direndik, bu son olmayacak. Hayatın içinden çok basit bir cümle: “Haklıyız Kazanacağız”. Bizden gasp edilenleri geri alacağız, bu hakkın peşinde koşarken bunlarla karşılaşacağız. Nuriye Gülmen : Teslimiyet karşısında bir şey yapıyor olmak, direnişin kendisi; insanı çok güçlü kılıyor, direndiğimiz sürece gülmeye devam edeceğiz . Halkın Hukuk Bürosu, müvekkillerinin yanında açlık grevine başlayan Behiç Aşçı gibi avukatları olan köklü bir gelenek, ben kardeşim için açlık grevi yaparken de HHB yanımdaydı. Bu geleneğin temsilcisi olarak olanlar ve olacaklar hakkında ne diyebilirsin? Barkın Timtik: HHB bunlarla ilk defa karşılaşmıyor. Gelenek haline gelmesi direnişin sizde karakter haline gelmesi demek. Bugün burada olmak başlı başına bir direnişin göstergesi. Benim de kaygı duyduğum şeyler var; işkenceden, tutsaklıktan memnun değilim. Kölelik düzeni bir soruyla yıkıldı: “Uçsuz bucaksız Po ovasının ambarları dolu, biz neden açız?” Biz de bir soru soruyoruz: ''Neden?'' sorusunu soruyoruz. Beynimizi teslim etmemekle başlıyor her şey. Beynimizi emperyalizme teslim etmeyeceğiz. Kendi omuzlarımız üstünde kendi başımızı taşıyoruz. Bunun halk olmanın onurunu taşımakla ilgisi var. Aktif görünmediğim için hapishaneye giremedim, bunu kabul mu edeceğim? KHK ile ruhsatımı alacaksın, öyle mi? Ben olmam gereken yerde olup yapmam gerekeni yaptım. Cesaret neyin korkmaya değer olduğuna karar verebilmektir. Canımız acıyacak diye haksızlığa boyun eğmekten korkmalıyız. Eda ve Buket kardeşleri için direniyor. Onlar da direnme geleneğiyle hareket ediyor. Başkalarını yenen galip, kendini yenen kahramandır. Kendimizi aştığımızda kahramanlaşıyoruz. HHB geleneğiyle hareket ederek bunları söyleyebilirim. Bütün övgülerinizi bu gelenek adına kabul ediyorum. Bu kadar insanın içinde bu cürreti nasıl gösterdin? Nuriye Gülmen: Bu cüret, Elmas Yalçınlardan devraldığımız gelenekten kaynaklanır. Berkan Abatay’ın çok sevdiğim bir sözü var: Kahramanlık doğru zamanda doğru yerde doğru tavrı almaktır. Berkan, diyor ki, herkes korkar, benim de korkularım var, ama ben en çok alnıma leke sürülmesinden korktum. Benim açımdan durum şu: Politik kimliğimden dolayı çalıştığım kurumda defalarca soruşturma geçirdim, tutuklandım. Sonra bir gün geldi ve Fethullahçı yapılanmayla ilişkili olduğum iddiasıyla açığa alındım. Sonra KHK ile ihraç edildim. Bunca akıldışılık, asgari düzeyde mantıklı olma iddiası bile taşımayan bunca pervasızlık karşısında ne yapmalıyım? Evet, korkuyorum. Ama bu durumda beni yiyeceğim dayaktan, gözaltından vs.den daha çok korkutacak olan şey adaletsizlik karşısında susmak olurdu. Onuruma sahip çıkamamak olurdu. Direnişimiz karşılık buldu;Malatya'da 42.kez gözaltı oldu,Bodrum'da Engin Öğretmen’in içindeki kurt evde oturmasına izin vermedi.Alev Şahin halkın beş kuruş

parasını AKP'nin mütahhitlerine peşkeş çekmemiş bir mimar,direniyor.Direniş başlayana kadar içimizde bir kor vardı şimdi hepimiz çok huzurluyuz.Betül Celep Kadıköy'de Aydın'da kamu emekçileri direniyor.Direnişimiz yayıldı büyümesini bekliyoruz. TBB hiç avukatların yanında olmadı,baroların durumu nedir?Hukuk nedir?Gözaltına alındığımızda ne yapmalıyız? Barkın Timtik: TBB artık avukatlığı temsil etmiyor, kendini devletin bir parçası olarak görüyor. Halbuki avukatlık ezilenlerle anılan bir meslektir. Avukata devletin değil halkın ihtiyacı vardir. Tutuklu olduğum süreçte arkadaşlarımız başardı, benim için açıklama yaptılar ama çok yetersiz. Onlar da mesleğin onurunun biz olduğumuzu biliyor. TBB'nin yaklaşımı sınıfsal değil, kravatlı, halktan kopuk avukatlığın temsilcisi. Hukukun iki ayağı vardır: Yargı ile hak ve özgürlükler ayağı .Yargı ayağı egemenlerin yasalaştırılmış iradesidir. Hak ve özgürlükler ayağını bir kenara bırakırsak hukuku savunmak demek, egemenlerin istediğini savunmak demek. Biz mevzuat amcaya uysaydık bir şey yapamazdık, mevzuat amcayı kendimize uydurduk, diyen bir bakan vardı. Bugün Beştepe mahkeme kararlarına rağmen yapılmıştır. Hak ve özgürlükler ayağında bedel ödeyerek kazandığımız hak ve özgürlüklerimiz vardır. Burjuva demokratik hak ve özgürlükleri savunmak bile devrimcilerin omuzlarındadır. Can bedeli kazanılan haklarımızı bir çırpıda alamazlar. Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkını, 4 günlük gözaltı süresini biz yazdırdık. Bir çırpıda gözaltı süresini 30 güne çıkarmalarına izin verecek miyiz? Devrimcilerin bu süreçte en uzun gözaltı süresi 17 gündür, direniyoruz. Suyu,şekeri kesip can bedeli direniyoruz. Henüz ölümümüzü göze alamıyorlar. Gözaltında eskiden ne yapıyorsak onu yapacağız, direneceğiz. Adımızı bağıracağız, güvendiğimiz avukata haber vereceğiz, söylediğimiz her şey aleyhimizde delil olarak kullanılabilir konuşmayacağız. Hukuk devleti bir aldatmacadan ibaret. Bu ülkede faşizm var. Haziran seçiminde milletvekili çıktı da ne oldu? 2013'te o ortamda bile iç güvenlik yasası çıktı, o zaman da sadece devrimciler karşı çıktı buna. Faşizm tekelci burjuvazinin krizidir. ABD başkanı Trump dünyanın en zenginlerinden birisi, bir tekel. Tekellerin ona ihtiyacı olduğu için orada. Varlık Fonu’na ülkenin bütün zenginliklerini aktardılar. Cerattepede halk direndi, istediklerini yapamadılar. Bunun üzerine devlet Cengiz Holding’e özel silahlı birlik oluşturma izni verdi. “Ben yapamıyorum, sen yap” dedi. Bu baskı bu zor bunun için gerekli. Faşizm AKP ile gelmedi, 12 Eylül’de kurumlaştı. Halkların çözümü direndiği yerde. Geleceğimiz için bedel ödemekten başka çaremiz yok. Sendikaların durumu nedir,neden harekete geçmiyorlar? Nuriye Gülmen: Sendika direnenlere sahip çıkmıyor. Bu durum yeni değil. KESK ve Eğitim-Sen teslimiyet bayrağını çekti. On bin üyesi açığa alındığında KESK yürüyüş kararı aldı, üyelerini davet etti. Sonra izin verilmediği için yürüyüşü iptal ettiler. Otobüslerle yola çıkmış insanları evlerine geri gönderdiler ve bir basın açıklaması okudular. Sebebi sendikada direnme geleneğinin olmaması. İcazetçilik bu noktaya getirdi. Direniş ne kadar sürecek?


Nuriye Gülmen: Direnişe başladığımız gün kazandığımızı düşünüyoruz ama elbette somut kazanım elde etmek istiyoruz. Direnişi büyüterek, yükselterek kazanacağız. Bu yüzden açlık grevine başlayacağız. Bizi açlıkla terbiye etmeye çalışıyorlar, buna müsaade etmeyeceğiz. Kendi bedenimizi açlığa yatıracağız onları zorlayacağız. Direnişimizin bir sonraki aşaması süresiz açlık grevi olacak. Sendikal mücadeleye bakışınız nedir? Nuriye Gülmen: Sendikal mücadeleye dair yeni bir tasarrufmuz yok, sendikalarda olmaya devam ediyoruz. Kirli ittifakların içinde yokuz. Böyle bir süreçte pazarlıklara girişmeyi doğru bulmuyorum. Bizim tek gündemimiz var: Direniş. Kamu emekçileri daha büyük, daha güçlü nasıl direnir? Direnmek için devrimci olmaya gerek yok, sorgusuz sualsiz işsiz bırakılmışsınız. İşini, ekmeğini istiyorsun, çok temel bir şey; sağlıklı düşünen herkesin direnmesi gerekir. Bugün direnenlerin sayısı belki 30 kişi. Bizim tek düşüncemiz faşizmi nasıl gerileteceğiz, bizden sonra KHK ile atılan olmasın. Barikat olalım KHK’ların önünde, KHK’ları paçavraya çevirelim. Bizim iddialarımız bunlar. CNN sizi 2016’nın önde gelen 8 kadını arasnda gösterdi, bu konuda ne diyorsunuz? Nuriye Gülmen: Cnn’in direnişi görmesi kitlelere ulaşmak açısından önemli. Bir kez daha söylemiş olayım, o isimlerle aynı listede yer almaktan onur duymuyoruz. Her gün hava raporu izler gibi sizi izliyoruz, direnişinizle gurur duyuyoruz. Eyleminize halkın tepkisi nasıl, nasıl bir ortamda devam ediyorsunuz? Nuriye Gülmen: Gözaltılar devam ederken polisi durduran şeylerden biri de halkın sahiplenmesiydi. Herkes çok korkuyor deniliyor; ama öyle bir şey yok. İnsanlar polise bağırıyor, “Öyle mi götürülür, siz napıyosunuz?” diye. Bir sürü insan tepki gösterdi polise. Polis ne yapacağını şaşırdı. Götürmek istiyor, gitmiyorsun; sürük-

. ISKENCE .

lüyor, insanlar tepki gösteriyor. Çaresiz kaldılar. Biz alanı kazandıktan sonra her yerden insanlar gelmeye başladı. Alanda Fetö gerekçesiyle işten atılan emekçiler geliyor, hikayelerini anlattılar. 109 gün oldu, alan hiç boş kalmadı. Provoke etmek için gelen iki ya da üç kişi oldu. Talebimiz o kadar meşru ki “Ben AKP’ye oy veriyorum ama bu yaptığını hiç doğru bulmuyorum” diyenler oldu.Tarif etmesi mümkün olmayan şeyler yaşıyoruz. “Hayatımın en kötü dönemini yaşıyorum, siz direnişe başladınız ve ben kendime geldim; şu an beni hayata bağlayan şey bu direniş” diyen insanlar var. “Karnınız tok mu, sırtınız pek mi” diye soruluyor. Beni en çok gençler heyecanlandırıyor. Çok şaşkınlıkla ve safça soruyorlar “Siz böyle yapınca işinize geri mi döneceksiniz” diye, anlatıyoruz. Gözaltına alınırken söylüyorduk “Buraya bir otursak ne yapacağımızı çok iyi biliyorlar, o yüzden izin vermiyorlar” diye. Çok güzel etkinlikler yaptık. 100. gündeki etkinliğimiz mesela, insanlar kafasını çıkaramıyor biz “100. günde, 100 kişiyle halay çekiyoruz” dedik. O günün sorusu “100 kişi gelecek mi?” Saat 5 oldu, bir sürü insan halaya geldi, o kadar insan da etrafımızda bekliyor. Polis çaresizlik içinde saldırdı, gaz kullandı, çocuğa köpeğe gaz sıktı. Bir süre sonra geri geldik, baktık insanlar gitmemiş. Polis dağıtıyor, kitle geri geliyor. Dediler ki, “Gezi’den sonra ilk defa böyle bir şey oldu. İnsanlar bir şey yapmak istiyor, bir şeye tutunmak istiyor.” Direnişimiz çok güzel bir karşılık buldu. Anne oğul gözaltına alındılar. ‘’Ben oğlumla birlikte gözaltına alınmaktan onur duyuyorum.’’dedi. Perihan Abla, “75 yaşında beni tekrar hayata bağlayan şey bu direniş oldu” diyor. Memur gibi öğlen bzimle geliyor, insanlara tek tek anlatıyor, imza topluyor, bildiri dağıtıyor. Bir de Güleç’imiz var. Polis gözaltı yaptığında özellikle Semih’in arkasından gidip havlıyor. Gezi Direnişi’nde keşfedilmiş, hep eylemcilerin tarafında olmuş bir köpek. Biz başlayınca da geldi direnişe katıldı, en daimi destekçimiz Güleç. Nice direnişlerde ve görkemli zaferlerde buluşmak dileğiyle. Barkın Timtik ve Nuriye Gülmen’e teşekkür ediyoruz.

Faşizmin devlet geleneği:

“Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz, kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.” (Anayasa, md 17) “Hiç kimse işkenceye veya insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele veya cezaya tabi tutulamaz.” (Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi, md 3) “Terörle mücadele ediyor Türkiye. Terörle mücadele sürerken bir muhalefet milletvekili çıkıp, ‘Mardin’de Koruköy’de ne oluyor? Orada bir köyü neden çevirdiniz?’ diye soru soruyor. ‘Orada işkence yapıyorsunuz’ diye bir anlayışı ortaya koyuyor. Bir yaşlıdan bahsediyor. ‘Ona işkence ediyorsunuz’ diyor. Hukuk devletinin dışında hiçbir şey yapılmıyor.” (İçişleri bakanı Süleyman Soylu) Köy basma, ev yakma, toplu işkenceler ve insan kaçırmalar. 90’lı yıllardan aklımıza kazınan bu kadım devlet gelenekleri bugün Nusaybin’in küçük bir köyünde, Xerabe Bava’da yeniden karşımıza çıktı. Devletin Koruköy ismini uygun gördüğü bu köy 11 Şubat’tan beri abluka altında. Köye giriş çıkış yasak, neler yaşandığı ise sürekli olarak çıkan ambulanslardan anlaşılıyor. İletişim yok, işkence, ev baskınları, çatışma... Devlet tüm “kudretiyle” bu küçük köye saldırıyor, milliyetçi reflekslere hitap etmek için yine Kürt halkının üzerine ölüm, işkence yağdırmayı seçiyor. Anaların akan göz yaşlarıyla akıyor “hukuk devletinin” makyajı ve pis yüzü ortaya çıkıyor. Abdi Aykut, Xerabe Bava’da yaşayan bir köylü. Gördüğü işkenceler sonucu yanda gördüğüm fotoğrafı köyde yapılanların bir kanıtı oldu. Kanlı giysileri, kulağında bandaj, yüzü, burnu kan içinde. İşkencenin en somut, en çirkin, en kanlı halini uygulanmış üzerinde. Ve sonra ülkenin içişleri bakanı çıkıp, Abdi Aykut’a yapılan işkenceyi terörle mücadele olarak yorumluyor. Hiç de rahatsızlık duymadan “hukuk devletine uygun” diye geçiriyor kendi yargısından. Aslında bu ikiyüzlülüğe aşinayız. Ülkenin Barolar Birliği Başkanı, hukuk örgütlerinin birliğinin başkanı Reina katliamının failine işkence yapılmış halde, boğazı sıkılırken çekilen fotoğrafı “Emniyet teşkilatımızı yürekten kutluyorum. İşte Türk Polisi.” diye paylaşmamış mıydı? Sonra da bunu “39 insanın katili yakalandı” diye savunmamış mıydı?

işkencecilerimiz ve onlardan nefret ediyoruz. İşkenceye tolerans mı göstermeliyiz, bize her gün yapılanın, halka sürekli yöneltilenin onlara yöneltilince gözlerimizi mi kaçırmalıyız?  İlkelerimiz değerlidir. İlkelerimiz bizim ideolojik olarak durduğumuz yerden kaynaklıdır. Konu ilkelerimizse oldukça kıskancızdır, onları savunuruz, bedel öderiz, hapis yatarız, gerekirse ölürüz. Bugün hem bir hukukçu olarak, hem de bir sosyalist olarak işkenceye karşı çıkmak zorunluluğumuzdur. İlkelerimiz konforlu alanlarımız değildir, bazen bizi zorlayabilir, bazen dişlerimizi kıracak kadar sıkmamıza, tırnaklarımızı elimize kanatacak kadar bastırmamıza sebep olabilirler. Ancak bugün işkenceye karşı çıkmak bizim için, konu düşmanlarımız bile olsa bir görevdir. Metin Feyzioğlu’nun durumuna düşmemek için, gerçek bir hukukçu olabilmek için, insan haklarından bahsedebilmek için bir görevdir işkenceye karşı olmak. İşkenceye alkış tutmak bir hukukçunun alnında kara lekedir, bu leke bizim alnımıza yakışmaz.

İşkence üzerine düşünmeye buradan başlayalım. Devletin işkence politikasının tarihi çok eskilere dayanıyor. Yıldırma, onur kırma, gözdağı verme amacıyla yapılan işkenceye karşı halklar yüzyıllardır direniyor. Magna Carta’dan Fransız İhtilali’ne, köle ayaklanmalarından hapishane direnişlerine kadar işkence ile mücadele için çok bedeller ödendi. Yani her şeyi olduğu gibi Anayasa’ya ve insan hakları sözleşmelerine koydurabildiğimiz “İşkence Yasağı” maddesini dahi mücade ederek, can bedeli kazandık. Hala da işkence görüyoruz, hala da işkenceyle mücadele ediyoruz. İşkence gören bir Işidli katile karşı 100 Kürt köylüsü işkenceden geçirilir. Işid İşkenceye karşı olmak bizim için, hem hukukçu olarak hem de insanlık onuruna sahip üyeleri-ne bu uygulama da genel değildir. Reina katliamının faili işkence görürken, bir birey olarak zorunluluk. “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek” sloganı attığı için Işid’in Türkiye sorumlusu Ebu Hanzala, eşiyle birlikte elini kolunu sallayarak, “polis gözaltına alınıyor, tutuklanıyor insanlar. İşte bu yüzden işkenceye karşı çıkmak bizim nezaretinde” gözaltına alınmaktadır. için ilkesel. İşkence gören bir “Fetöcü” işkenceci polis karşılık 100 solcu mahallesinden Evet, işkence bize yapıldığında, işçilere, devrimcilere, halka, Abdi Aykut’a “Dergi dağıtıyor” diye gözaltına alınır ve işkence görür. Onlardan biri Engin Çeber yapıldığında karşı çıkıyoruz, yumruklarımızı sıkıp en gür sesimizle giriyoruz slogana. olur, işkenceye karşı direnir ve katledilir. Engin Çeber değerlerimiz için ölmüştür. Hukukçuyuz, mahkemelere koşuyoruz, suç duyuruları yapıyoruz, eylemlere Zaten işkenceye onay vermemizin ya da yok saymamızın en kötü sonucu bizim katılıyoruz. Peki nefret ettiklerimize yapılınca işkence ne demeliyiz? Bugün, Barolar değersizleşmemiz, hasmımıza benzememiz olacaktır. Birliği başkanı 39 kişinin katili Işid üyesi caniye işkenceyi savunuyor. Doğru yer onun olduğu yer mi? İşkenceci polis şefleri bugün gözaltına alınıyor, “Fetö üyeliği” Amasız, istisnasız, “İnsanlık onuru işkenceyi yenecek” sloganını savunmak ve suçlamasıyla tutuklanıyor ve işkence görüyorlar. Makatlarına jop sokulmasına kadar işkenceye bir hukukçu olarak, bir insan olarak karşı durmak görevine sahibiz. giden işkencelere maruz kalıyorlar, bazıları intihar ediyor. Evet, onlar bizim Xerabe Bava köylüleri yalnız değildir!


direnişindeyken diğer avukatlarda bu direnişi duyurmayı, tecrit politikası kalksın diye eylemler yapmayı sürdürüyordu. Tek gündem ölüm oruçlarıydı. Eylemler yapılıyor, bildiriler dağıtılıyor, kamuoyu oluşturuluyordu. Ve direniş zaferle sonuçlandı. İşkence… İşkence bu ülkenin gerçeğiydi. Ve yine müvekkiller işkence görüyorlardı. Görüşe yüzleri gözleri morarmış şekilde geliyorlardı. Müvekkiller avukatları teselli ediyordu: “”Abi sen moralini bozma iyiyiz biz. Faşizm! Biz bunlara karşı olduğumuz için buradayız. “ İşte bu sevgi, belki de bu avukatlığın sırrı. Bu yüzden devrimci avukatlar her şeyi göze alıyor ve mücadele ediyorlar. Halka sırtını dönmemek gerektiğinin en güzel örneğidir devrimci avukatlar. Her zaman halkla iç içe olmuşlardır. Bir abi, bir abla edasıyla yaklaşmışlardır yoksul halk çocuklarına. Onlarda her zaman ailesi gibi görmüştür avukatları. Düzenin yozlaşmış ve kirlenmiş avukatları burnu havada, halktan kopuk, tek derdi para kazanmak iken; devrimci avukatlar haklı olanı savunmak için gözaltına alınmayı, işkence görmeyi, tutuklanmayı göze aldılar ve hala alıyorlar. Ne ABD, Ne AB, Tam Bağımsız Türkiye

Sene 2005. AB süreci bütün ülkeye en büyük gündem olarak sunuluyor. Emperyalizmin bu yalanına karşı protesto gösterileri düzenleniyor, tabi polis saldırısı arkasından geliyor. Bağımsızlık mücadelesi, emperyalizme savaş devrimcilerin mücadelelerinin başında gelir. Amerikan emperyalizmine karşı devrimcilerin sergilediği tutum elbetteki onun işbirlikçilerini rahatsız etti. Gözaltılar, işkenceler, düşman ordusuna saldırır gibi saldırılar. Devrimci avukatlar gözaltı sürecinde de, dava sürecinde de onları yalnız bırakmıyor. Kitabın dili oldukça sade ve halktan. Olayları analiz etme yönünden gayet başarılıdır. Olayların tarihleri ve içerikleri, kullanılan sayısal veriler, kitabın sonunda yer alan kronolojik olarak sıralanmış olaylar işçilerin, öğrencilerin ve tüm halkın bilmesi gereken yaşanmışlıklardır. Propaganda tesiri alında kalan milyonlara yıllarca yanlış anlatılan olayların bir kısmı bu kitapta yer alıyor. Özellikle bir avukatın kaleminden çıkmış olması hukuk öğrencilerinin dikkatini çekebilir. Şimdiden keyifli okumalar...

Halkın Avukatı: Devrimci Bir Avukatın Anıları Yazar: Avukat Özgür Yılmaz Yayınevi: Boran Yayıncılık “Avukatlık elimizden alınabilir ama devrimciliğimize karışamazlar” demişti Halkın Hukuk Bürosu avukatları. Halkın Hukuk Bürosu, Devrimci Sol Ana davasını üstlenmiştir ve bu davayı üstlenmekten gurur duyduğunu her yerde çekinmeden söylemişir. Kimsenin konuşmaya dahi cesaret edemediği dönemlerde Halkın Hukuk Bürosu avukatları avukatlık pratiklerini ve politik görüşlerini mahkemelerde savunmaktan asla geri durmayan bir bürodur. Dev-rimci ideolojiye bağlı kalmış, avukatlıklarını da yaşam biçimlerini de ideolojilerine ve düşüncelere göre şekillendirmişlerdir. Özgür Yılmaz bu kitapta linçleri, hastane önlerini, gözaltıları, eylemleri, cenazeleri, mahalleleri, hapishaneleri ve elbette mahkemeleri anlatmıştır. Anlattıkları olaylar Halkın Hukuk Bürosu’nun ve devrimci avukatların yaşadıklarının sadece bir kısmıdır. Devrimciler gözaltına alındığında avukatları görünce, evet, mutlu oluyorlar. Çünkü onlar sadece avukatları değil, aynı zamanda yoldaşları. Devrimci avukatlar hükümetlerin her zaman hedefinde olmuşlardır. Defalarca gözaltına alınmış, linç girişimlerine maruz kalmış, bürolarına baskın yapılmış ve tutuklanmışlardır. Baskılar onları yıldıramamış, mücadeleden vazgeçmemişlerdir. Çünkü tarihsel haklılıklarının bilincindeler. Bu ülkede her gün katliamlar yaşanıyor, her gün halk zulüm görüyor. Buna sessiz kalamaz bir devrimci. Gecekonduları yıkmaya geldiklerinde avukatlar sessiz kalmamışlardır, halkın yanında siper olmuşlardır. Halkın avukatlığını örgütlemişlerdir. Yakupabdal mahallesi… Ankara’nın merkezine uzak bir yerleşim yeri. Mahallede yıkımlar olacaktır. Halk ne yapacağını bilmemektedir. “Çok az kişiyiz direnemeyiz. Yapacak bir şey yok, elimizden bir şey gelmiyor” gibi soru işaretleri halkın kafasındadır. Yıllarca bu çaresizlik öğretilmiştir halka. Örgütlü bir halkın gücünü bilmemektedirler. Üç kişiydiler, on iki oldular, yüz oldular ve gitgide arttılar. Yıktırmadılar evlerini. Hukuki her türlü yola başvurulmuştu ancak yıkmak için gelen bir avuç gözü doymayan asalak onların karşısındaydı. Zamanları yoktu, direndiler, kazandılar. İki göz evlerini kurtardılar. Halk elbette korktu, insanoğlu korkar. Ama korku duvarları bir kez aşıldı mı her zorluk aşılır. Kitaptan bir başka hikaye. Behiç Aşçı; tecrit politikasına karşı ölüm orucu direnişine başlayan müvekkillerinin ölümlerine göz yumulmasına izin vermedi ve kendisi de ölüm orucu direnişine başladı. 293 gün ölüm orucunda kaldı ve ölüm orucu direnişi zafere dönüştü. Ölüm orucu direnişinde 122 insan katledildi. Behiç Aşçı ölüm orucu

KADINLARIMIZ Toprak öyle bitip tükenmez, dağlar öyle uzakta, sanki gidenler hiçbir zaman hiçbir menzile erişemeyecekti. Kağnılar yürüyordu yekpare meşaleden tekerlekleriyle Ve onlar ayın altında dönen ilk tekerlekti. Ayın altında öküzler başka ve çok küçük bir dünyadan gelmişler gibi ufacık kısacıktılar ve pırıltılar vardı hasta kırık boynuzlarında ve ayakları altından akan toprak, toprak, ve topraktı. Gece aydınlık ve sıcak ve kağnılarda tahta yataklarında oyu mavi humbaralar çırılçıplaktı. Ve kadınlar birbirlerinden gizleyerek bakıyorlardı ayın altında geçmiş kafilelerden kalan öküz ve tekerlek ölülerine. Ve kadınlar bizim kadınlarımız: korkunç ve mübarek elleri ince, küçük çeneleri, kocaman gözleriyle anamız, avradımız, yarimiz ve sanki hiç yaşanmamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen ve dağlara kaçırıp uğrunda hapis yattığımız ve ekinde, tütünde, odunda ve pazardaki ve kara sabana koşulan ve ağıllarda ışıltısında yere saplı bıçakların oynak, ağır kalçaları ve zilleriyle bizim olan kadınlar, bizim kadınlarımız şimdi ayın altında kağnıların ve hartuçların peşinde harman yerine kehriban başlı sap çeker gibi aynı yürek ferahlığı, aynı yorgun alışkanlık içindeydiler. Ve onbeşlik şaraplenin çeliğinde ince boyunlu çocuklar uyuyordu. Ve ayın altında kağnılar yürüyordu Akşehir üzerinden Afyon`a doğru. Nazım Hikmet


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.