
4 minute read
Bedenin Gizli Anahtarı
from Bahar Dergi 03
Bedenin Gizli
Anahtarı
Advertisement
Jean Baudrillard

Bedenin yeniden sahiplenilişinin, ele geçi- rilişinin iyi bir örneği bize Elle dergisindeki, “Bedeninizin Gizli Anahtarları; Komplekssiz Bir Hayatın Yollarını Açan Anahtarlar” başlıklı bir makalede verilir. Metin başlarken, “Bede- niniz sizin hem sınırınız hem de altıncı duyu- nuzdur” der, bedene ve imgesine sahip çıkışın psikolojik öyküsünü yazarken ciddileşir: “6 aylık olmaya doğru, hâlâ belli belirsiz bir şe- kilde, ayırt edici bir bedene sahip olduğunuzu algılamaya başladınız.” Ayna evresine bir ima (psikologlar böyle adlandırıyor”), erojen böl- gelerine ürkek bir ima (Freud der ki) ardın- dansa esas olana geçilir: “Bedeninizle barışık mısınız? “Ve hemen ardından. “ B.B. bede- niyle barışık.” “B.B.'deki her şey güzel, omuz, boyun, bel altı.” “B.B.’nin sırrı mı? Onun sırrı bedeninde oturmasıdır. Elbisesine tamamen uyan bir hayvancık gibi olmasıdır.” [Bedenin- de mi elbisesinde mi oturuyor? Elbisesi mi bedeni mi ikinci konuttur? Tam olarak: Bede- nini bir elbise gibi taşır ki bu “oturmak” fiilini bir moda ve takım etkisine,“hayvancık” ta da pekiştirilen bir oyun ilkesine bağlar.] Eğer eskiden bedeni sarmalayan ruh idiyse, günümüzde ruhu sarmalayan bedendir, ama ruhu sarmalayan çıplaklığın (ve dolayısıyla ar- zunun) padaması olarak ten değil: prestij giy- sisi ve ikinci konut olarak, gösterge ve moda göndergesi olarak ten (ve dolayısıyla anlam değiştirmeden elbisenin yerine geçirilebilir olarak; tıpkı çıplaklığın günümüzde tiyatroda ve başka yerlerde sömürülmesi ve tüm sahte cinsellik etkisine rağmen aslında giysi modası paradigmasında fazladan yeni bir terim ola- rak ortaya çıkması gibi). Metnimize geri dö- nelim: “Kendini tanımak, bedenini okumayı öğrenmek gerekir” (aksi takdirde B.B.’nin ter- si olursunuz). “Yere uzanınız, kollarınızı açınız. Ve sağ elin başparmağıyla kol boyunca yüzük parmağın- dan dirsek ve koltukaltına kadar uzanan gö- rülmez hatta ilerleyiniz. Aynı hac bacakları- nızda da mevcut. Bunlar duyusallık hatlarıdır. Bu sizin hassas bölge haritanızdır. Başka has- saslık hatları da var: omurga boyunca, ensede, karında, omuzlarda... Eğer onları tanımıyor- sanız, ruhtakine benzer bir bastırma bedende
de kendini gösterir. Bedeninizde, duygusallığınızın yaşamadığı, düşüncenizin uğramadığı bölgeler gözden düşmüş topraklardır... Bu bölgelerde dolaşım zor olur, buralarda dirilik eksiktir. Ya da selülit (!) buralara hepten yerleşmeyi amaçlar...” Başka bir şekilde söylenirse: Eğer bedensel ibadetlerinizi yapmıyorsanız, ihmal günahı işliyorsanız, cezalandırılırsınız. Çektiğiniz bütün acılar, kendinize (kurtuluşunuza) gösterdiğiniz suçlu sorumsuzluktandır. Bu “hassas bölge haritası” üstünde esen garip ahlâki terörizm dışında (ve bu terörizm püriten terörizmle eşdeğerdir, ne var ki sizi cezalandıran Tanrı değil bedeninizdir; eğer ona karşı hassas olmazsanız hemen kötücül ve baskıcı olan ve intikam alan beden). Bu söylemin herkesi kendi bedeniyle uzlaştırma görünümü altında, tehlikeli çift olarak özne ve nesneleşmiş beden arasına toplumsal yaşamınkilerle aynı ilişkileri ve toplumsal ilişkilerinkilerle aynı belirleyicileri yerleştirdiği görülür: Şantaj, baskı, işkence sendromu, evlilik nevrozu (bu metni okuyan kadınlar birkaç sayfa sonra şunu okuyacaktır: Eğer kocanıza karşı sevecen değilseniz, evliliğinizin başarısızlığının tüm sorumluluğunu taşıyacaksınız), Hiledeki özellikle kadınları hedefleyen bu örtük terörizmin ötesinde ilginç olan, hiç de bedeni daha iyi tanımak için değil, ama tamamıyla fetişist ve gösterişe! bir mantık uyarınca bedeni en parlak, en mükemmel, en işlevsel nesne olarak dışarıya yönelik olarak oluşturmak amacıyla kendi bedeninizin içine doğru kıvrılma ve onu narsisik olarak “içeriden ” kuşatma telkinidir. Bu narsisik, ama yönlendirilmiş bir narsisizme özgü ilişki, beden üstünde bakir ve sömürgeleştirilen “topraklar” daymışçasına işlediği biçimiyle; görünür mutluluk, sağlık, güzellik, muzaffer hayvansılık göstergelerini moda piyasasına çıkarabilmek için bedeni bir maden ocağı gibi “ şefkatle” araştırdığı biçimiyle, bu ilişki gizemli ifadesini şu okuyucu itiraflarında buluyor: “Bedenimi keşfediyordum. Tüm arılığı içinde heyecan kuşatıyordu her yanımı.” Ya da daha iyisi: “ ...Bedenimle aramda bir kucaklaşma oldu. Bedenimi sevmeye başladım. Onu severken, onunla çocuklarıma gösterdiğim şefkatin aynısını göstererek ilgilenmek istedim.” Şefkatin çocuk/beden, biblo/bedene doğru geri giden bu içe doğru kıvrılması anlamlıdır; üstüne titrenen, yatıştırılan... ve iğdiş edilen penis metaforu. Bu anlamda, ilginin en güzel nesnesine dönüşen beden, (başka insanlara karşı) normal olduğu söylenen tüm şefkati kendi yararına tekelleştirir. Ancak bunu yaparken kendine has bir değer almaz, çünkü bu şefkatin yön değiştirmesi sürecinde, herhangi bir başka nesne, aynı fetişist mantık uyarınca, bu rolü oynayabilir. Beden psişik olarak sahip olunan, güdümlenen ve tüketilen bu nesnelerin sadece en güzelidir. Ama temel olan, özgürleşme ve kendini tamamlama sistemi olarak düzenlenen bu narsisik yeniden kuşatmanın aslında, her zaman aynı zamanda etkili, rekabetçi, ekonomik tipte bir yatırını olmasıdır. Böylece “yeniden sahip çıkılan” beden “ kapitalist” amaçlara bağlı olarak zaten bir yatırımdır: Başka bir şekilde söylenirse, eğer bedene yatırım yapılıyorsa, bu bedeni kârlı kılmak içindir. Bu bedene öznenin özerk ereksellikleri açısından değil, normatif bu haz ve hedonist verimlilik ilkesine, yönlendirilmiş bir üretim ve tüketim toplununum kodu ve normlarına doğrudan endekslenmiş bir araçsallık zorlamasına göre sahip çıkılır. Başka bir şekilde söylenecek olursa, beden bir kültür varlığı gibi çekip çevrilir, düzenlenir, sayısız toplumsal statü göstergelerinden biri olarak güdümlenir. “Çocuklarına duyduğu şefkate benzer bir şefkatle bedeniyle ilgilendiğini” söyleyen kadın şunu da ekler: “Güzellik enstitülerine gitmeye başladım... Bu krizden sonra beni gören insanlar beni daha mutlu ve daha güzel buluyorlar.” Haz aracı ve prestij sergileyicisi olarak yeniden ele geçirilen beden, demek ki üzerine geçirilmek istenen özgürleşme söyleninin ardında, kuşkusuz bedenin entek gücünde sömürülmesinden daha derin şekilde yabancılaşmış bir emek oluşturan bir kuşatma emeğinin (ilgi, saplantı) nesnesidir.
Buna içimdeki şeytan diyordum, müdafaasını üzerime almaktan korktuğum bütün hareketlerimi ona yüklüyor ve kendi suratıma tüküreceğim yerde, haksızlığa,tesadüfün cilvesine uğramış bir mazlum gibi nefsimi şefkat ve ihtimama layık görüyordum.Halbuki ne şeytanı azizim,ne şeytanı?Bu bizim gururumuzun,salaklığımızın uydurması…İçimizde şeytan yok.İçimizde aciz var…İradesizlik,bilgisizlik ve bunların hepsinden daha korkunç bir şey: Hakikatleri görmekten kaçmak ihtiyatı var….Hiçbir sey üzerinde düşünmeye,hatta bir parçacık durmaya alışmayan gevşek beyinlerimizle kullanmaya lüzum görmeyerek nihayet zamanla kaybettiğimiz biçare idaremizle hayatta dümensiz bir sandal gibi dört tarafa savruluyor ve devrildiğimiz zaman kabahati meçhul kuvvetlerde, insan iradesinin üstündeki tesirlerde arıyoruz.
Sabahattin Ali, İçimizdeki Şeytan
