![](https://assets.isu.pub/document-structure/200421110206-edcdd573934a336de28ab86eb63099ab/v1/04c792e1ae6fb0cc13a2896ba867a553.jpg?width=720&quality=85%2C50)
3 minute read
Zümrüd-ü Anka
from Bahar Dergi 03
Melis Tekin Akçin
Şu anda mezarlıkta olmalısın. Mezar taşına sarılmış kenarları oyalı yazma, rüzgârda salınıyor nazlı nazlı. Bir cevap bulmaya çalışıyorsun olanlara. Ufak bir vicdan azabı gölgeliyor göz bebeklerini. Gölgelemeli de. En azından bunu borçlusun bana. Gömleğinin sol göğüs cebinden çıkarıyorsun sigara paketini ve çakmağını. Bir tane sigara yerleştiriyorsun dudaklarının arasına. Dumana boğuluyor ciğerlerin. Paketi ve çakmağı geri koyuyorsun katlanmış mektubun arkasına. Ellerin tereddütle mektubu tekrar çıkarıyor. Kat yerlerini düzeltiyorsun dizinin üzerinde. Sevgili Refik Bey, 25 Şubat 2020 Her şey, ya da hiçbir şey, ya da olanların bir bölümü, şu anda elinde tuttuğun kağıt parçasında yazılı. Ne hüzünlü değil mi? Bir kağıt parçasına sığmak için yarışan koskoca otuz yılın anıları… Her gün beni soruyormuşsun. Nasıl olduğumu, neler yaptığımı. En çok da neden hiç arayıp sormadığımı. Ne kadar vefasız olduğumu anlatıyormuşsun her yerde, benim için bu kadar çalışıp didinmene rağmen hiç de kıymet bilmediğimi…
Advertisement
Kapat gözlerini… Evimizin bulunduğu dar sokaktayız şimdi. Sokağın her iki yanına tek katlı evler sıralanmış. Kiminin sıvası dökülmüş, en çok da bizimkinin. Ya da bana öyle gelirdi küçükken, hep biz daha eksikmişiz gibi. Yürüyoruz sokakta. Sen, annem ve ben. Arada esen rüzgâr, sokağın orta yerine getirip bırakıyor çöp kokusunu. Tül perdelerin arkasında meraklı gölgeler. Sen her zamanki gibi önden yürüyorsun. Elinde tuttuğun ucu püsküllü sarı kehribar tespih salınıyor sen yürüdükçe. Annemin kafası öne eğik. Dışarıda kaldığını düşündüğü saçlarını başörtüsünün altına sokmaya çalışıyor sürekli. Arada bir de sana sesleniyor: ‘Refik Bey biraz yavaş yürüyün, lütfen.’ Evimizin bir üst sokağındaki boş toprak alan bunca zaman yalnız kalmışlığının acısını çıkarırcasına, hıncahınç insan dolu. İlk defa geliyorum böyle bir yere. Çok sevindiğimi belli etmemeye çalışıyorum. Şımardım diye geri götürebilirsin eve. Anneme de kızarsın sonra ne biçim terbiye ediyorsun bu çocuğu diye. Aklımdan geçen senaryolardan kaçmanın bir yolu olarak annemin ellerini daha sıkı tutuyorum. Herkes en sevdiği kıyafetleri giymiş. Benim üstümde de siyah elbisem ve annemin ördüğü cepleri beyaz papatya işlemeli kırmızı hırkam var. Gökyüzü rengârenk uçurtmalar ve balonlarla dolu. Yerde çekirdek kabukları. Önümüzden pamuk şekerci geçiyor, şekerlerini arabasının camekânına asmış. Rüzgâr, çocukların kahkahalarını getirip lunaparkın orta yerine bırakıyor. Sana bakıyorum, belki bana da alırsın hani şu masal pembesi olanlardan. Yüzüme bakmıyorsun bile. Dudaklarımda asılı kalıyor tebessüm. Dönme dolabın önünden geçiyoruz. Kafanı çeviriyorsun bana doğru. En azından bir oyuncağa binmem için izin dileniyor gözlerim. Nafile. Kafanı çeviriyorsun. Dondurma arabası yerdeki taşları sıçratarak geçiyor yanımızdan. Sık sık yolunu kesiyor çocuklar. ‘Kız çocukları sokakta dondurma yemez’, diyorsun. Kabulleniyorum. Rüzgâr, hafif bir yumru getirip yerleştiriyor boğazıma. Atlıkarıncanın önündeyiz. Atların yükselip alçalmasını izliyorum büyük bir hayranlıkla. Bembeyaz güpürlü elbisesiyle bir kız var atın üstünde. Nenesi parmaklıklara dayanmış, onu izliyor sevgi dolu bakışlarıyla. Kıskanıyorum o kızı. Bu kadar fazla sevilebildiği için. Sahi, sevgisizlik de sevgiye dahil mi? Ellerini yaslıyorsun parmaklıklara. Nasırlı, acıtan, küt parmaklı ellerini. Söyleniyorsun. Neymiş efendim, kız çocukları bacaklarını açıp at mı binermiş. Hem de herkesin içinde. Annem başını daha da öne eğiyor sanki. O anda atlardan birinin eksik olduğunu fark ediyorum. Üstünde atı olmayan beyaz bir direk yükselip alçalıyor müzikle. Yanınızdan sessizce ayrılıp atlıkarıncanın arkasındaki brandalara doğru yürüyorum. Yerde bir şeker buluyorum. Hemen alıyorum. İçim kıpır kıpır. Rüzgârın dalgalandırdığı brandaların arkasında siyah, kolu kırık, boyaları dökülmüş bir atla göz göze geliyoruz. O da mı babasından kaçmış acaba diye düşünüyorum. Beni görünce gözleri parlıyor onun da. Acısını biraz olsun dindirebilmek için bildiğim en iyi avutma yöntemi olarak elimdeki şekeri uzatıyorum ona. Bense yanınızdan habersiz ayrılmanın cezasını biliyorum. Ellerin gittikçe büyüyor, çirkinleşiyor. Kaçmak istiyorum. Neden mi hiç aramıyorum seni. Sevgi dilenmekten yoruldum çünkü. Şimdi, yeni başlangıçlar zamanı. Şimdi, yeniden doğma zamanı. Hoşça kal. Nilay! En uzaktaki gezegenlerin dahi seçilebileceği kadar berrak bir gökyüzü. Ayaz var dışarıda. Bir adım daha atıyorum balkonun parmaklıklarına doğru. Bedenimi boşluğa bırakıyorum. Gittikçe hızlanıyor yüzüme değen soğuk hava. Kulağıma, aşağıdan geçen insanların tiz çığlıkları çalınıyor. Nefessiz kalıyorum. Saramadığım yaralarımdan sızıyor kanım… Huzurluyum. Çünkü biliyorum, yeniden doğmak için, önce biraz ölmeli insan.
LOVE? I DO NOT KNOW
![](https://assets.isu.pub/document-structure/200421110206-edcdd573934a336de28ab86eb63099ab/v1/a42fa3e23977c95a6052c86b8f78aafc.jpg?width=720&quality=85%2C50)