5 minute read

Yeni Nesilde Sosyalizmin Yükselişi

Yeni Nesilde The Economist

Sosyalizmin Yükselişi

Advertisement

Türkçe Söyleyen: Abdülhalim Karaosmanoğlu

The Economist February 16th- 22nd 2019 - The Rıse Of Millennial Socialism

Küresel ölçekli ana akım medyada en önemli dergilerden biri olan The Economist, varoldukları günden beri bütün ulus devletlerin en büyük tehdit olarak gördüğü korkulu rüyalarını; yani gençliğin sosyalizme doğru evrilmesini geçtiğimiz yıl kapağına taşımıştı. Kamuoyunda gündemi epeyce meşgul eden yazıyı, büyük düşmanı daha yakından tanımak maksadıyla, elçiye zeval olmaz diyerek müdahale etmeden yayımlıyoruz. Sovyetler Birliği’nin 1991 yılında gerçekleşen çöküşünün ardından 20. Yüzyılın ideoloji savaşı sona ermiş gibi görünüyordu. Kapitalizm, yarışı kazanmış ve sosyalizm büyük bir eko

nomik/politik başarısızlık yaşamıştı. Önemsiz örgütlerde, başarısız devletlerde ve Çin Halk Cumhuriyeti’nde varlığını sürdürmeyi başaran sosyalizm, 30 yılın ardından yeniden gündemimize girmiş durumda. Amerika’da kongre üyesi seçilen Alexandria Ocasio-Cortez, kendini demokratik sosyalist olarak tanımlayarak, 2020’de başkanlık için yarışacak olan Demokratlar arasında büyük sansasyon yaratırken; Britanya’da ise İşçi Partisi lideri olan Jeremy Corbyn, seçimlerde büyük oranda oy almıştı. Sosyalizm fırtınası geri dönüyor, çünkü onun batı toplumlarında neyin yanlış gittiğine dair kesin bir öngörüsü var. Solcular eşitsizlik, çevre ve elitlerden ziyade vatandaşlarda iktidarın nasıl sağlanacağına odaklanırken; buna karşılık sağcı politikacıların ise fikir savaşından vazgeçerek, şovenizme ve nostaljiye sığındığını görüyoruz. Yeniden doğan solun bazı şeyleri doğru yaptığını söyleyebilirsek de, modern dünya hakkındaki karamsarlıkları çok ileri boyutlarda. Onların

bütçeler, bürokrasi ve ekonomik alanda ürettiği politikalar ise naiflikten muzdarip. Sosyalizmin yenilenen canlılığı dikkat çekicidir. 90’lardan beri sol partilerin merkeze kaydığını biliyoruz. ABD ve Britanya’daki Tony Blair ve Bill Clinton gibi liderler, devlet ile piyasa arasında uzlaşı sağlayacak bir “üçüncü yol” bulduklarını iddia etmişlerdi. “Bu benim sosyalizmim” diye ilan etmişti Tony Blair, 1994 yılında emeğin devlet mülkiyetine olan bağlılığını ortadan kaldırırken. Kimse salak değildi, özellikle de sosyalistler. Sol, bugün üçüncü yolun sonunun ölüm olduğunu görebiliyor. Günümüz sosyalistlerinin büyük bir kısmı milenyumdan önce 1980- 2000 aralığında doğan Y kuşağından oluşuyor. Amerikalıların %51’i 18-29 yaş aralığında ve onların sosyalizme olumlu bir bakış açısı var. 2016 yılında yapılan ön seçimlerde, gençliğin büyük bir kısmı sosyalist aday Bernie Sanders’e, Hillary Clinton ve Donald Trump’ın toplamından bile daha fazla oy verdi. Fransız seçmenlerin ise üçte biri 24 yaşın altındaydı ve onlar da, 2017’de yapılan başkanlık seçimlerinde büyük oranda sol partilerin adaylarına oy verdiler. Ama yeni nesil sosyalistlerin hepsi genç olmak zorunda değil; Corbyn’i destekleyen seçmenlerin bir çoğu onun yaşlarındaydı. Yeni nesil sosyalistlerin hepsinin radikal amaçları olduğunu söyleye-

meyiz. Amerika’dakiler için en önemli gündem, dünyanın başka zengin ülkelerinde gayet normal ve gerekli bir talep olan, evrensel sağlık hizmeti. Soldaki radikal bir kesim, piyasa ekonomisinin avantajlarını korumak istediklerini de söylüyor. Tüm Avrupa ve Amerika’daki sol ise, akışkan bir koalisyon hareketi fikrini mayalamakla uğraşıyor. Her şeye rağmen ortak konularımız var. Yeni nesil sosyalistler, eşitsizliğin kontrolden çıkarak yayıldığını ve ekonominin de kendi menfaati doğrultusunda hile yaptığını düşünüyor. Onlara göre halkın tümü, devletin iktidarı ve geliri dengeli biçimde herkese eşit dağıtmasının hasretini çekiyor. Sosyalistlere göre, lobicilik faaliyetleri hükümetleri iklim felaketinin artan olasılığını görmezden gelmeye zorladı. Bürokratik kurumlardan, şirketlere kadar, toplumu ve ekonomiyi yöneten hiyerarşinin artık halkın çıkarına hizmet etmediğini ve demokratikleşmek zorunda olduğunu düşünüyor

lar. Lobiciliğin çevre ihmali laneti gibi anlaşmazlıkların da ötesinde, Batı’da eşitsizlik son 40 yılda ciddi bir artış göstermiştir. Amerika'da en tepedeki %1'lik kesimin ortalama geliri %242 oranında artarken, orta gelirliler için

bu artış altıda bir oranındadır. Fakat, bu yeni solun teşhisi de reçetesi de yanlıştır. Teşhisi ile başlayalım; eşitsizliğin kaçınılmaz olarak artacağını düşünmeleri yanlıştır. Amerika’da gelirler vergi düzenlemeleri yüzünden 2005 ve 2015 yılları arasında düşüşe geçmiştir. 2017 yılına kadar gelinen üç yılda, orta sınıfın geliri %10 oranında artmıştır. Onlarla ortak çekincemiz, tüm işlerin güvencesiz oluşudur. 2017 yılında 2-545 yaş aralığında her 100 Amerikalıdan 97 tam zamanlı çalışan iken, bu rakam 2005 yılında 89 idi. Fakat, güvencesiz çalışma biçiminin en büyük kaynağı, iş eksikliğinden değil, ekonomik gerileme riskinden kaynaklanmaktadır. Yeni nesil sosyalistler, ayrıca kamuoyunu da yanlış

teşhis ediyor. İnsanların, kendi hayatları üzerindeki kontrollerini kaybettikleri konusunda haklılar. Eşitsizliği halk da kızıştırıyor: halk arasında herkesten vergi alınması yerine, zenginlerden vergi alınması fikri çok yaygın. Her şeye rağmen, gelir ve servetin yeniden dağıtılmasını savunan radikaller çoğunlukta değil. Amerikan halkı, yeniden dağıtımın 1990’lardaki gibi yüksek olmamasını desteklerken, ülke en son şirketlere vergi yükünü keseceğinin sözünü veren bir milyarderi başkan olarak seçti. Bahsi geçen zenginler mevzusunda, bazı düzenlemelerle İngilizler, Amerikalılardan daha rahatlar. Solun teşhisi aşırı karamsar olmakla birlikte, asıl sorun siyasi açıdan tehlikeli olan reçetelerinde yatıyor: Maliye politikası. Zenginlerden yüksek oranda vergi alınarak, devletin geniş çaplı hizmet sunabileceğini savunuyorlar. Oysa gerçeklikte böylesi bir popülasyona hizmet sağlamanın tek yolu orta sınıftan alınan vergilerdir. Sosyalist kongre üyesi

Alexandria Ocasio-Cortez, en yüksek gelir grubundan alınan vergi oranını %70’e yükseltmeyi önerse de makul bir tahmine göre %0.3’lük bir artış 12 milyar dolara tekabül etmektedir. Bazı radikaller “modern para teorisi”ni savunarak daha da ileri gidiyorlar ki bu teoriye göre, hükümetler faiz oranlarını düşük tutarken yeni harcamaları finanse etmek için serbestçe borç alabilirler. Hükümetler yakın zamanda birçok politika yapıcıdan beklenenden fazlasını ödünç almış olsa bile, sınırsız borçlanmanın ekonomiye iyi geleceği fikri çılgın ötesidir. Ayrıca, yeni nesil sosyalistlerin piyasaya duydukları güvensizlik onları çevre hakkında yanlış sonuçlara varmaya götürüyor. Onlar iklim değişikliği ile mücadele için, özel sektör inovasyonlarını ve gelirden bağımsız karbon vergilendirmesini reddediyorlar. Bunun yerine kamu tarafından merkezi biçimde planlanacak yeşil enerji yatırımlarını öneriyorlar. Yeni nesil sosyalistlerin, demokratikleştirilmiş ekono

mi görüşüne göre, düzenleyici güç, tek elde toplamak yerine, tabana yayılmalıdır. Ancak yerelliğin şeffaflığa ve hesap verebilirliğe ihtiyacı vardır, İngiliz solu tarafından kolayca manipüle edilen komitelere ihtiyacı yoktur. Eğer İngiltere su hizmetleri, Corbyn'in niyet ettiği gibi yeniden kamulaştırılmış olsaydı, yerel demokrasinin parlak örnekleri olmayacaklardı. Bu durum Amerika'da da böyledir; yerel kontrol genellikle zaptedilmeye yol açar (...) Bürokrasi her düzeyde özel ilgi alanlarının etkisini yakalamak için fırsatlar yaratır. En saf güç, serbest piyasadaki bireylere aittir. Yeni nesil solcuların demokratikleşme talebi, iş dünyasına kadar uzanıyor. Onlar, şirketlerin yönetim kurullarında daha fazla işçi yer almasını ve şirketlerin hisselerini işçileriyle paylaşmasını istiyor. Almanya gibi geleneksel çalışma biçimine sahip ülkelerde böylesi bir katılım mümkündür. Ama sosyalistler şirketler üzerinde daha fazla kontrol sahibi olmak, böylece küreselleşmenin açığa çıkardığı kuvvetli iktidarı uzaklaştırmak istiyor. İşçileri değişime direnmeleri için güçlendirmek, ekonomiyi katılaştıracaktır. Bu durumun yol açacağı daha az dinamizm, ekonominin canlanması için gerekli olanın tam tersidir. Devlet, firmaları ve işleri değişime karşı korumak yerine, piyasaların verimli olmasını sağlamalıdır. İşler değil, işçiler devlet politikalarının odağında olmalıdır. Hükümetler, yeniden dağıtımı takıntı haline getirmek yerine, kira fiyatlarını düşürmeli, eğitimi iyileştirerek daha rekabetçi bir ortam yaratmalıdır. İklim değişikliğini önlemek için, piyasa ile kamu yatırımları birlikte gerçekleştirilmelidir. Yeni nesil sosyalistler, statükoya meydan okuyan taptaze bir istekleri olmasına rağmen, onlar da eski neslin sosyalistlerinin kolektif eylem inancından muzdaripler. Bu bireyselciliğin düşmanıdır, liberaller buna karşı çıkmalıdır.

This article is from: