Bahar Dergi 09

Page 1

B A H A R

BAHAR DİJİTAL DERGİ

AYLIK KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT VD. SAYI 09 | 2021.01 | DİJİTAL DERGİ


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

02


BIR SAPKININ PORTRESI: “TANRI’NIN BIR KULU”, METİN YETKİN

BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

Harold Bloom’un Thomas Pynchon, Don DeLillo ve Philip Roth ile birlikte eleştirmene ve kuramcıya göre içinde gereksiz hiçbir gönderge barındırmadöneminin dört büyük yazarından biri olarak gösterdiği Cormac McCarth- masıdır. Yani, romandaki her kelimenin ve her cümlenin kurguda bir işleve y’nin sıradan gibi gözüken fakat katil bir ölü seviciye dönüşen Lester ka- sahip olması, bu göndergelerden herhangi biri çıkarıldığında kurgunun borakterinden yola çıkarak psikolojinin derinlerinde dolaştığı Tanrı’nın Bir Kulu zulmasıdır. McCarthy tabiri caizse sağlam bir kurgu inşa etmekle kalmamış romanı Sıla Okur’un çevirisiyle İthaki Yayınları etiketiyle raflarda yerini aldı. psikolojinin derinliklerinde dolaşırken klasik kurgunun tekniklerine metnin Cormac McCarthy, 1933 yılında Rhode Island’da doğdu, beşerî bilimler kapısını kapamış. Hatta, romanın ilk kısmında farklı anlatıcılar yer yer metnin eğitimini yarıda kesip dört sene boyunca ABD hava kuvvetlerinde çalıştı. 1957 bölümlerinde kendi hayatlarından kesitler sunarak Lester hakkında bildikleyılında üniversiteye geri dönüp öğrenci dergilerinde eserlerini yayımlamaya rini anlatarak hikâyeye dahil oluyorlar. Bu minvalde anlatıcılardan onun habaşladı. Ancak üniversiteyi yine bırakan yazar Şikago’ya taşınıp evlendi. yatına dair küçük ipuçlarını toplayabilir okur. Bu bilgilerden en önemlisi onun Geçimini sağlamak için araba tamirciliği yaparken ilk romanını kaleme aldı. anne babasız, yani sevgisiz büyümesi. Aslında bir kısır döngü içerisinde sapık Dosyasını sadece Random House’a gönderdi ve Faulkner’ın da editörü olan bir sevgi aramakta. Kadınlardan da istediği sevgiyi ve ilgiyi alamayınca onlara Albert Erskin tarafından The Orchard Keeper isimli eser değerlendirilerek hükmetmek için onları katlederek cansız bedenlerine tecavüz etmekte. Bu 1965 yılında yayımlandı. Kitap, ertesi yıl Faulkner Vakfı İlk Roman Ödülü’ne sapkınlığı dahi onun dürtülerini tatmin edemez zira kurbanlarına giydirdiği layık görüldü. 1968-1985 yılları arasında dört roman yayımladı. 1985 yılında iç çamaşırlarını giymeye başlar. Lester’ın dişil yönünü bu davranışı gözler yayımlanan Blood Meridian kitabı Ulusal Kitap ve Ulusal Kitap Eleştirmenleri önüne serer. Yine de onun en eril yönü her daim tüfeğiyle gezmesidir. Çocuk ödüllerini kazandı ve 20. yüzyıl Amerikan edebiyatının başyapıtları arasına yaşta çalışırken biriktirdiği paralarla bir tüfek alan Lester çok iyi nişancıdır ve girdi. 1992-1998 yılında “Sınır Üçlemesi”ni tamamladı. 2005 yılında beyaz tüfeği onun bir organı gibidir, onsuz bir şey yapamaz. Zaten, Freud da erkekperdeye uyarlanan İhtiyarlara Yer Yok yayımlandı. 2006 yılında basılan Yol lerin silahları penislerinin uzantısı olarak gördüğünü belirtmektedir çünkü ile de Pulitzer Ödülü’nü kazandı. 1973 yılında yayımlanan Tanrı’nın Bir Kulu, kendine güvenmeyen korkak insanlar silaha ihtiyaç duyar. Bazen sapkınlığını yazarın erken dönem eserleri arasında. Romandaki bazı ayrıntılardan yola idrak etse de bununla yüzleşmez Lester: “Yarasalar ayrıldıktan sonra baca çıkarak hikâyenin 1960’lı yıllarda geçtiği deliğinden görünen sayısız soğuk yıldıza düşünebilir. Yazar, romanının merkezine baktı ve bunlar neden yapılmıştır diye mekân olarak Amerikan taşrasını koydüşündü. Bir de kendisinin neden yapılmuş. Taşranın birincil özelliği insanların dığını.” [s.108]. “Kulağına fısıldayan ses bir tür kabile hayatı sürdüğü bu yerdeki şeytan değil, sıyırıp attığı halde ara sıra ataerkil yaşam tarzı. Kitabın başkahaklıselim sesi olarak uğrayan eski benramanı Lester, bir kadına göğüslerini liğinin sesiydi, öfkesinin kazdığı facia göstermesini rahatça teklif edebiliyor kuyusundan döndürmeye çalışan nazik Lester da adım adım dürtüsel şiddetin ölçüsünü örneğin. Kimi kadın ondan para istiyor artırarak kendi sonunu hazırlar. Önce parasını bitirir. bir el.” [s.119]. Nitekim cinsel sapkınlakimisiyse doğal olarak ona hakaret rın büyük bir çoğunluğu hasta olduğunu Öyle ki gaz lambasına patatesleri koyar, kabukları ediyor yahut saldırıyor. Bir gece, gecekabul etmez ve dürtülerinin sonlarını siyah olunca onları soyup yer, tabii çiğdir patates. liğiyle dışarıda kalan bir kadının üstünü hazırladığını bile bile eylemlerindeki şidBir ölüyle ilişkiye girmenin hazzı içerisindeyken parçalayıp çıkarıyor ve kısa zaman sondetin ölçüsünü giderek arttırırlar. Hasta tedbirsiz davranarak evinin yanmasına sebep olur. ra kadın şerife giderek ondan şikayetçi olduklarını kabul etmedikleri için de oluyor. Lester, kendinden utanmak yetedaviden kaçarlar. Bu noktadan sonra ◆ rine kadına küfür edip onu mesleğinden iyileşmeleri mümkün olmayan canileötürü küçük düşürmeye çalışıyor: “Ya re dönüşürler. Kitaptaki bir bölümün, bırakın orospu emeklisinin lafıyla...” Lester’ın hastalığına atıfta bulunduğu [s.40] Yaptığı ahlaksız davranışın cezası düşünülebilir: olarak ise sadece 9 gün kalıyor hapis“Suzie hastaydı bugün. Evet dedi, hanede. Kadınların yaşam tarzları, sehastaydı. Devam ettim: Suzie dün de çimleri, meslekleri erkekler tarafından hastaydı. Suzie hep hastaydı. Suzie hep onları ötekileştirmek veya onları taciz hasta olacak. Suzie hasta bir köpek.” etmek için kullanılıyor. Kadınların babaları ise onları “koruyan” bir figür ola- [s.38] Lester da adım adım dürtüsel şiddetin ölçüsünü artırarak kendi sorak karşımıza çıkmakta. Lester, bir gün bir kadını evinde taciz edince kadın nunu hazırlar. Önce parasını bitirir. Öyle ki gaz lambasına patatesleri koyar, orada bulunmayan babasının varlığına sığınıyor: “Lester Ballard, babam eve kabukları siyah olunca onları soyup yer, tabii çiğdir patates. Bir ölüyle ilişkiye gelsin seni gebertecek. Şimdi çabuk bas git yoksa karışmam!” [s.91]Görü- girmenin hazzı içerisindeyken tedbirsiz davranarak evinin yanmasına sebep nüşte yasalar şerif ve adamları tarafından sıkıca tatbik ediliyor gibi ancak olur. Evi yandıktan sonra bunu umursamaz, karların arasında oturur. Viski alyasaların yaptırımı pek yok. Bu doğrultuda Amerikan taşrasının çürük bir mak için çakısını satmaya çalışır, saatlerini ucuz fiyata verir, veresiye borçlaataerkil sistem üzerine inşa edildiğini görmekteyiz. Öte yandan, Lester’ın ka- rını kapatamaz, susuz gezer. Açlıktan sincap dahi yer. İlerleyen sayfalarda ise dınlarla olan ilişiği sözlü ve fiili taciz üzerine. Ancak Lester’ın bu sapık tarafı bir mağarada öldürdüğü kadınların cesetleriyle yaşayacak kadar akıl sağlığını bastırdığı cani tarafıyla birleşiyor. İçindeki sapkınlığı durduramayan Lester, yitirir. Yine de dürtülerini kontrol edemez. Oysa ilk bakışta sıradan bir insan artık kadınları katletmeye, onların cansız bedenlerini taşımaya, bu bedenlere izlenimi uyandırır Lester: iç çamaşırları, gecelikler giydirerek onlara tecavüz etmeye başlıyor. İşte ro“Başkaca ses çıkmayan pastoral sabahın içinden çıkagelişlerini izleyen man, 27 yaşında sapkınlığının pençesine düşerek insanlıktan çıkan Lester’ın bir adam var ahırın kapısında. Ufak tefek, pasaklı, tıraşsız biri. Toz ve dilim sonunu hazırlayan süreci konu edinmekte. Bu sürecin irdelenmesi ise okura dilim gün ışığı içinden saman saplarını savururken dalaşmaya niyetli gibi bırakılmış zira romanda ne uzun paragraflar ne de uzun betimlemeler var, yürüyor. Sakson ve Kelt kanı var. Belki de aynı senin gibi Tanrı’nın bir kulu.” hatta iç çözümleme, iç monolog, bilinç akışı gibi teknikler dahi pek kulla- [s.7]​İşte, sıradan bir insan gibi gözükse de aslında hem bir cani hem de bir nılmamış. Yazarın başarısı tam bu noktada zira iyi romanın niteliği pek çok zavallı olan Lester’ın öyküsünü anlatıyor McCarthy.

03


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

04


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

BAHAR DİJİTAL DERGİ BAHAR DİJİTAL DERGİ, AYLIK KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT VD. SAYI 09 | 2021.01 SAHİBİ: BAHAR, EDİTÖR: ABDULHALIM KARAOSMANOĞLU, TASARIM: OKTAY AY, KAPAK GÖRSELİ: PERE BORRELL DEL CASO, [1835–1910] ESCAPING CRITICISM ADRES: MEŞRUTIYET CAD. KONUR II SOKAK 26/4 KIZILAY [ARKA BAHÇE] 06420 ANKARA, İLETİŞİM: +90 505 056 57 00 KATKI SAĞLAMAK İÇİN: baharbar2017@gmail.com Dergide yayımlanan tüm metinlerin her türlü yasal ve etik sorumluluğu, telif haklarıyla birlikte yazarlarına aittir. Dergi metinler için ayrıca bir telif ücreti ödemez.

05


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

BÜTÜN BOZ MÂLIK BIR BAB 06

KEMAL VAROL


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

ZGUNLARA R ADAMDI BAM KÜFRAN

07


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

S.09 | 01 Branko Milanović Çeviren: S. Erdem Türközü | www.dunyadanceviri.com

Kapitalizmin Krizi, Avrupalıların Sandığı Gibi Değil!

08


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

09


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

“Bu, hepimizin derhal evlerimizi kiralamaya ya da arabalarımızı taksiler gibi sürmeye başladığımız anlamına gelmez ama bunu yapmayarak neden olduğumuz maddi kayıpların farkında olduğumuz anlamına gelir. Fiyat doğru olduğunda [koşullarımız değiştiğinden ya da göreli fiyat yükseldiğinden], birçok insan yeni pazarlara katılacak ve böylece onları güçlendirecektir. Bu yeni pazarlar, nadiren uzun süreli tam bir çalışma gününe gereksinim duydukları için parçalı bir yapıya sahiptir.” ◆

010


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

Batı’da ücretlerin daha yüksek olması gerek diye kapitalizmin işe yaramadığını düşünebilirsiniz. Ama gerçekte, kapitalizmin pençesi mengene gibi sağlam. Olgular kapitalizmin krizde olmadığını gösteriyor. Hem coğrafi kapsam bakımından hem de tamamen yeni pazarlar yaratmış olması ve tarihsel olarak hiçbir zaman alışveriş nesnesi olmayan şeyleri metalaştırdığı alanlara [boş zaman veya sosyal medya gibi] genişlemesi bakımından, her zamankinden daha güçlü. “Kapitalizmin krizi” hakkında son zamanlarda çıkan kitap ve makalelerin çığ gibi artması, onun ölümü ya da iflasını öngörüyor. 1990’ları hatırlayanlar için, bununla, Hegelci “tarihin sonu”nun geldiğini iddia eden dönemin yazını arasında tuhaf bir benzerlik var. O kuramın yanlış olduğu kanıtlandı. İlkinin de olgusal olarak yanlış olduğuna ve sorunu yanlış teşhis ettiğine inanıyorum. Olgular kapitalizmin krizde olmadığını gösteriyor. Hem coğrafi kapsam bakımından hem de tamamen yeni pazarlar yaratmış olması ve tarihsel olarak hiçbir zaman alışveriş nesnesi olmayan şeyleri metalaştırdığı alanlara [boş zaman veya sosyal medya gibi] genişlemesi bakımından, her zamankinden daha güçlü. Coğrafi olarak, kapitalizm artık tüm dünyada baskın [hatta tek] üretim biçimidir: İsveç’te özel sektör şu anda işgücünün %70’inden fazlasını, ABD’de %85’ini ve Çin’de [kapitalist olarak örgütlenmiş] özel sektör katma değerin % 80’ini üretir. Bu, Doğu Avrupa ve Rusya’da komünizmin çöküşünden veya Çin’in örtmece olarak “dönüşüm” olarak adlandırılan şeye girişmesinden önce, açık bir şekilde söz konusu değildi. Girişimcilik olarak siyasetin genellikle sadece daha az gelişmiş ülkeleri etkilediği sık sık görülürken, şimdi Avrupa’ya yayıldı. Ayrıca küreselleşme ve teknolojik devrimler sayesinde, şimdiye kadar var olmayan yeni pazarlar yaratıldı: kişisel veriler için devasa pazar, kişisel otomobil ve ev için kiralama pazarları [Uber, Lyft ve Airbnb oluşturulana kadar hiçbiri sermaye değildi] ve serbest meslek sahipleri için alanlardaki pazar [WeWork ve benzerlerinden önce yoktu]. Bu yeni pazarların toplumsal önemi, önceden bulunmayan şeylere bir fiyat koyarak, basit malları değişim değeri olan metalara dönüştürmeleridir. Bu genişleme, hane halkı tarafından üretilen gıda, giyim, ayakkabı ve diğer malların ticari olarak üretilmeye başlandığı 18. ve 19. yüzyıl Avrupası’nda görülen kapitalizmin genişlemesinden temelde farklı değildir. Yeni pazarlar oluşturulduktan sonra, bu tür tüm mal veya etkinliklere bir “gölge fiyat” konur. Bu, hepimizin derhal evlerimizi kiralamaya ya da arabalarımızı taksiler gibi sürmeye başladığımız anlamına gelmez ama bunu yapmayarak neden olduğumuz maddi kayıpların farkında olduğumuz anlamına gelir. Fiyat doğru olduğunda [koşullarımız değiştiğinden ya da göreli fiyat yükseldiğinden], birçok insan yeni pazarlara katılacak ve böylece onları güçlendirecektir. Bu yeni pazarlar, nadiren uzun süreli tam bir çalışma gününe gereksinim duydukları için parçalı bir yapıya sahiptir. Böylece metalaşma, esnek ekonomiyle birlikte ilerler. Esnek bir ekonomide, eskiden parasallaştırılmamış hizmetlerin hem tedarikçisiyiz [öğleden sonraları pizza dağıtabiliriz] hem de alıcısıyız. Yaşlılara, çocuklara bakmak, yemek yapmak ve yemek

dağıtmak, alışveriş yapmak, ev işleri, köpek gezdirmek ve benzeri geçmişte hane içinde yapılıyordu. Kapitalizmin bu genişlemesi, potansiyel olarak ailenin rolü ve hatta hayatta kalması hakkında sorular ortaya çıkarır. Çocuk yetiştirmenin dışında ailenin temel iktisadî gerekçesi, karşılıklı yardım ve – ticarileştirilmemiş etkinliklerin aslında toplumsal cinsiyet açısından çarpıkpaylaşılmasıydı. Bu aşınırken, tek kişilik hanelerde ve hiç birlikte yaşamamış ya da evlilik yapmamış insan sayısında, uzun vadede, bir artış bekleyebiliriz. Zaten İskandinav ülkelerinde hanelerin %30 ila %40’ı yalnızca tek kişidir. Kapitalizm her yöne bu kadar yayıldıysa, neden krizinden bahsediyoruz? Çünkü batılı orta sınıfların rahatsızlıklarına ve popülizmin yükselişine odaklanıyoruz. Ama küreselleşmiş kapitalizmden duyulan hoşnutsuzluk evrensel değil: Bir YouGov anketi, küreselleşmeye desteğin Asya’da çok yüksek ve en düşük desteğin ise ABD ve Fransa’da olduğunu gösterdi. Batı’nın rahatsızlığı, küreselleşmeden elde edilen kazanımların eşit olmayan dağılımının bir ürünüdür. 1980’lerde küreselleşme başladığında, daha zengin ülkelere orantısız bir şekilde fayda sağlayacağı gerekçesiyle -özellikle “tarihin sonu” ile bir araya geldiği için- Batı’da siyasi olarak “alıcı buldu”. Sonuç tam tersi oldu. Özellikle Asya, başta en kalabalık ülkeler olmak üzere küreselleşmeden faydalandı: Çin, Hindistan, Vietnam ve Endonezya. ABD’de olduğu gibi Avrupa’da da % 1 yarar sağladı. Orta sınıfların beklentileriyle gelirlerindeki düşük büyüme arasındaki uçurum, küreselleşmeden ve ilişkisi gereği kapitalizmden memnuniyetsizliği körükledi. Bununla birlikte, çoğu ülkeyi etkileyen başka bir sorun daha varmış gibi görünür ve bu, siyasi sistemlerin işleyişi ile ilgilidir. İlke olarak, siyaset, boş zamanın ötesinde, hiçbir zaman bir piyasa işlem alanı olarak görülmedi. Ama ikisi de öyle oldu. Bu, siyaseti daha yozlaştırdı. Bir siyasetçi, görev süresi boyunca açık yolsuzluğa karışmasa bile, sonradan para kazanmak için edindiği bağlantıları kullanma eğilimindedir. Bu tür bir metalaştırma, yaygın bir kinizm ve ana akımda siyasetine ve siyasetçilerine karşı hayal kırıklığı yarattı. Girişimcilik olarak siyasetin genellikle sadece daha az gelişmiş ülkeleri etkilediği görülürken, günümüzde Avrupa’ya da yayıldı. İtalya’nın aşırı sağcı eski içişleri bakanı Matteo Salvini gibi şahsiyetlerin siyasi evrimini açıklamak başka şekilde zordur. Siyasi bağlantılar, siyasi kariyerler boyunca değerli bir varlık olarak da kullanılabilir: Goldman Sachs’a taşınan Avrupa Komisyonu’nun eski başkanı José Manuel Barroso’yu ele alalım. Bu metalaştırma, The End of History and the Last Man’i [Tarihin Sonu ve Son İnsan] yazan Francis Fukuyama’nın “karşılıklı özgecilik” olarak bahsettiği şeydir: Hukuka aykırı değildir, ancak zaman içinde ertelenen bir iyilik alışverişidir. Bu nedenle kriz, kendi başına kapitalizmden değil, küreselleşmenin eşitsiz etkilerinin ve kapitalizmin geleneksel olarak ticarileştirmeye uygun olmadığı düşünülen alanlara yayılmasının neden olduğu bir krizdir. Kapitalizm böylelikle çok güçlü hale geldi ve Avrupa gibi bölgelerde, güçlü inançlarla çatışıyor. Kontrol altına alınmadıkça ve “eylem alanı” eskisine indirgenmedikçe, henüz ticari olmayan alanların bu fethini sürdürecektir.

011


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

S.09 | 02 Ertürk Demirel

Plato’da Özne

012


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

013


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

Bu örneğin Hume için bir sorun doğuracaktır, çünkü o aklın arzulara gem vurabilmeye muktedir olduğuna inanmaz. Ve arzunun karalanmasının da psikolojinin kurucularının da öne sürdüğü gibi hatalı olduğu ortaya çıkacaktır, ama bu tartışmayı sonlandırmak için şunu söylemek yeterlidir: Plato için asıl özne akıldır. ◆

Modern özne kavramı antik Yunan kültürüne yabancı olsa da tam olarak biçimlendirilmemiş psişe hakkında fikirler filozofların eserlerinde bolca bulunmaktaydı. Bu yazıda tahlilimi Plato’nun psikolojisiyle sınırlı tutup, onun Phaedrus adlı kitabının 246e-254e kısımlarında bulunan savaş arabası benzetmesinin bir açıklamasını sunacağım. Bu diyalogda Plato, sözcüsü Sokrates aracılığıyla fani ruhlarla ölümsüz ruhlar arasında bir ayrım belirleyip fani ruhun kanatlı iki atın koşulduğu bir savaş arasına benzetildiği bir analoji sunar: atlardan biri asil, hızlı, pekin ve güçlüyken, diğeri kırma, yavaş ve zayıftır. Sürücü Formları, yani şeylerin gerçek özünü görmek üzere gökyüzüne yükselmek istediğinde, asil at hızla kanat çırpıp uçar ama zayıf at geride kalır ve savaş arabasını tekrar yere sürükler. İnsan her iki atı da iyi kumanda etmek istiyorsa, şeylerin bilgisini edinmeli, ilahi özden bir parça almalıdır ama insan bunu başaramazsa, düşer, yeryüzüne çarpar ve arabası devrilir.

belirlemeye çalışacağım. Öncelikle, psişe bu analojideki öğe sayısına bakılırsa pek çok nesneden meydana gelen bir varlıktır: yani bedensel ve zihinsel özlerden oluşur. İkinci olarak, bazı özler diğerlerine, yani sürücüye boyun eğer, ya da eğmesi gerekir ve bu da eğitim gerektirir. Bir sürücünün atları ustaca kontrol etmesi gerekir. Aslında iyi ya da kötü atlar yoktur, sadece iyi ve kötü sürücüler vardır. Ve son olarak, iyi bir hayat için psişedeki tüm öğelerin uyum içinde hareket etmesi gerekir. İlk husus kendiliğinden bellidir, çünkü bu analojide üç fail vardır. İnsan, “iyi” atın metinde belirtildiği gibi kendini kontrol edebildiği için iyi olduğunu [Ibid.], öte yandan ikinci atın özerk olmadığı için “kötü” olduğunu söyleyerek ikinci noktaya karşı çıkabilir. Bu öneri bir noktaya kadar diyaloğun yüzeysel bir okumasıyla da desteklenir: ancak Plato ikinci atın beceriksizliğinin, sürücünün “kötülüğü ve unutkanlığı”ndan kaynaklandığını belirtir.

“Tanrıların savaş arabaları düz koşuda bile geme uyup hızla yükselir,” der Plato, “ama ötekiler emek harcar, zira kötü at ağır gider, sürücüsü eğitimli olmadığı zaman savaş arabasını aşağıya çeker ve bu da ruh için ıstırap saati ve en büyük çelişkidir” [1925: 246a]. Bu çelişkide atlar kanatlarını kaybedip şeylerin gerçek özünü görme şansından olabilir ki o zaman ruh tamamen ete dönüşür. Plato’nun özlü biçemine rağmen, bu analoji cevapladığından fazla soru doğurur: atlar neyi simgelemektedir ve sürücü kimdir? Bir savaş arabasının yere çakılması ne anlama gelmektedir? Hatta daha önce, bir savaş arabası niye yere çakılır? Bir kere düştükten sonra tekrar geri yükselebilir mi? Yer sıkıntısı yüzünden dikkatli bir okurun zihninde beliren tüm sorulara bir ipucu veremeyebilirim ama bu analojiye bakaran psişenin genel yapısını

Dolayısıyla ikinci at ilkinden aşağı değil, sadece yapı olarak farklıdır. Sürücü psişenin en yüce öğesini temsil eder ama analojinin yüzeysel yorumlarına karşı Zaborowski şöyle öne sürer: “Ruhun sadece en yüce öğesi değil, ortadaki, savaş arabasıyla temsil edilen öğesi de kendini kontrol etmeye muktedirdir, ama bu kontrolün önem ve derecesi farklılık gösterebilir ve sonuncusunun özerkliği ilkinin özerkliğine kıyasla zamansal düzende daha öncel olabilir” [2016: 199]. Zaborowski’nin tahliline göre, psişenin her üç öğesinin üçü de bir ölçüde karmaşık yapıda ve özerktir. Bu da bu resimdeki en yüce öğrenin, yani aklın da birden çok öğeden oluştuğunu gösterir. Eğer sürücü akılsa, atlar nedir peki? Metindeki işaretlere bakılacak olursa güçlü at cesaret, zayıf ise arzudur. Akıl ikisine de hükmeder ve salt doxa değil

014


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

de evrenin gerçek bilgisine erişmek ve Formların dünyasına yükselmek için atları eğitir ve onların davranışlarını kontrol eder. Ancak sürücü arzularında ılımlı olamazsa [yani zayıf atın gemini salarsa] psişede bir dengesizlik oluşur ve insan asla ulvi bir zihin halini yakalayamaz. Daha doğrusu, Plato’da “arzu” “akıldan yoksun” demektir [Caram, 2019 :126] ve boyun eğildiğinde aklı kolayca yozlaştırabilir. Plato’nun arzuyu akla çelişki halinde teşkil eden duruşu öznenin tarihinde bir akım oluşturup Aydınlanma sırasında aklı övüp arzuları kötüleyen pek çok düşünür tarafından benimsenecektir. Dolayısıyla öznenin psişesi işleyişi Akıldan farklı olan arzularının kontrolü altına geçerse, özne düşer. Arzunun özerkliği bıçak üzerinde seyreder, zira özne yüce şeyleri arzularsa, Formların bilgisine erişebilir, ama insan arzularına boyun eğer, onların üzerindeki kontrolü kaldırırsa, psişesindeki ilahi öğeyi kaybeder ve basit bir hayvana dönüşür. Ben, Plato’nun özne modelinin akılcı olduğunu ve psişenin diğer öğelerinin, gemi elinde tutan akıldan daha aşağı olduğunu öne sürüyorum. Demek ki Plato için öznelliğin açmazı budur: öznenin düşmesi arzu yüzündendir, oysa akıl onun yücelere çıkmasını sağlar. Aklın övgüsü ve arzunu karalanması dolayısıyla Plato’yla başlar ve onun ayak izini takip eden ötekiler tarafından da benimsenmeyi sürdürür. Ancak eğer arzu özerkse insan nasıl onun üzerinde kontrol sağlayabilir? İnsan nasıl kendini yüce şeyler arzulamak üzere eğitebilir? Bu örneğin Hume için bir sorun doğuracaktır, çünkü o aklın arzulara gem vurabilmeye muktedir olduğuna inanmaz. Ve arzunun karalanmasının da psikolojinin kurucularının da öne sürdüğü gibi hatalı olduğu ortaya çıkacaktır, ama bu tartışmayı sonlandırmak için şunu söylemek yeterlidir: Plato için asıl özne akıldır.

015


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

S.09 | 03 Röportaj Onur Akmehmet [OnbirOnsekiz]

Kürtçe Rap Dosyası; XEM XEM: Siyasetle, savaşla, silahla bir şekilde değişemeyen bu atmosferi biz hiphop kültürüyle en azından gençler arasında değiştirebiliriz. O algıyı yıkabiliriz. Bu söyleşi 25 Eylül 2020 tarihinde yapılıp ve 01 Ekim 2020’de OnbirOnsekiz’de yayımlanmış ve Bahar Dergi için deşifre edilmiştir. www.onbironsekiz.com

016


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

017


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

Herkese Merhaba, ben Onur Akmehmet. Bu hafta konuğum rap müziğin alternatif seslerinden XEM. Doğumundaki ismiyle Devran Çelik. Covid dönemindeki söyleşilerimi bölümlere ayırıyorum, şimdiden her bölüm için benim aklımda yer eden imajları paylaşacağım. İlkbahar gününde Batman’da sahne alan yüzbinleri belki de hayatlarında ilk kez duydukları bir müzik türüyle tanıştıran 15 yaşında bir çocuk. Başka bir şehre taşınan bir genç adam ve o şehirdeki ilk günlerinde şimdi Türkiye’nin starı olan birisiyle geçirilen hakiki zamanlar. Ve dünyaya bakıp ülkenin en güzel dillerinden biriyle “devran”ı anlatırken insanların kanını kaynatıp dans ettiren bir müzisyen. İşte kayıtta özellikle son 10 yılına gittik müzisyenin. 2010-2015 arası aktif bir şekilde rap müzik yapmış sonra uzun bir süre müziğe ara veriyor. Bunu etraflıca konuştuk birçok açıdan da bize anlaşılır gelen nedenleri var. Ve sonra yaşadığı İstanbul’da düzenlediği Kurdish Rap Night konseriyle tekrar müziğe dönüyor. Bu gecede Kürtçe rap müzik yapan hem yurt içinden hem de yurt dışından onlarca müzisyeni bir araya getiriyor. Ama iş organizatörlükle kalmıyor. Almanya’da bulunun Red Music Digital adlı müzik şirketiyle bir anlaşma yapıyor ve üç şarkılık mini bir albüm yayınlıyor. Albüm sonrası da yine burada Istanbul’da kendi konserlerine ve Kurdish Rap Night etkinliklerine devam ediyor. Ayrıca rock grubu Bajar ile birlikte Türkiye’nin üç büyük kentinde ortak konserlerde de yer almış Xem. Evet, buyurun dinlemeye diyorum. - Hoş geldin. - Hoş bulduk. - Bir cuma günü buradayız. Saat bir oldu, güzel bir zaman. - Aynen aynen. - Tabii şimdi yeni saç stiliyle buradasın. - Aynen şimdi herhalde dinleyiciler göremeyecek ama evet yaklaşık bir aydır yeni bir saç stiliyle dolaşıyorum. - Neden çok güzeldi saçların, şimdi bu nereden çıktı? - Aslında ben rasta yapacaktım, arkadaşlar da saçların iyi kesme ya da rasta yapma, rasta sonrası kesmek zorunda kalıyorsun hani- o yüzden ben de bir Afrika örgüsü şeklinde takılıyorum bakalım bir iki ay sonra… - İki arada bir derede mi yani? - Aynen öyle. Ama şu an mutluyum yani, hem reaksiyonlardan hem benim kendimi görüş açımdan hoş geliyor bana. - Peki memlekete gittin yakın zamanda, her yere gittin, bir de köye de gittin, bu saçlarla nasıl reaksiyonlar aldın? - Şöyle, ben doğduğumda merkezde doğdum. Batman merkezde doğdum. Köyüme hiç gidememiştim sadece işte iki yaşındayken ailemle bir orayı ziyaret etmişliğimiz varmış. Hayal meyal hatırlıyorum. İşte oraya gitmek benim için çok duygusal bir andı zaten. - Nasıl? Hayatında ilk kez mi köyüne gittin? - Aynen öyle, çünkü yasaklıydı uzun zamandır benim köyüm yasaklıydı ve maalesef işte o 90’lı yıllardaki problemlerden dolayı köy yakmalarından, köy boşaltmalarından dolayı. Hem o açıdan çok duygusaldı hem de halihazırda yerleşmiş birkaç tane aile vardı oraya onlarla tanışmak, işte onların saçıma ya da şu an ki görünüşüme tepkileri hoştu. Bu açıdan şanslıyım ailem bana çok saygı duyuyor bu konuda.

018


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

- Saçların konusunda mı? Yoksa genel seçimlerin konusunda mı? - Genel seçimler konusunda çünkü maalesef şimdi Türkiye’de sadece Kürtler arasında değil genel itibariyle bütün halklar arasında belli başlı bir tabu var her konuda. Bu tabi dış görünüşe de yansıyor. Ailem bu konuda biraz daha beni serbest bırakıyor o açıdan biraz daha rahatım. Genel itibariyle güzeldi memlekete gitmem. Batman’dan sonra Mardin’e gittim. Ben Mardin’i daha çok seviyorum mesela kendi şehrimden daha çok seviyorum. - Şimdi mesela Batman’dan bakınca Mardin metropol gibi mi oluyor? - Hayır aslında çok büyük bir fark yok sadece şey işte Mardin’in çok daha bir antik-otantik havası var. - Batman endüstriyel böyle? - Aynen biraz daha, zaten son 30 yıldır şehirleşmiş bir yer Batman ve her gittiğimde büyük bir gelişme görüyorum mesela. Ama işte Mardin’de çok oturmuş bir kültürel mozaik var. Kozmopolitan bir şehir. - Ne yapıyorsun oraya gittiğin zaman, yani kimle takılıyorsun? - Ya şöyle son iki senedir gittiğimde sadece ailemi görüyorum yani çünkü çok fırsatım olmuyor. Arkadaşlarımı görme fırsatım olmuyor. Pek zamanım olmuyor. - Çünkü Mardin genç kültürün de baya olduğu bir yer. Orada yok mu bağlantılar? - Var var var olmaz mı? Yani orada zaten bu klip çekimi için ve bir misafirim vardı onu da ağırlamıştım orada. Onunla beraber bir klip çektik. Dolayısıyla pek fırsatım olmayacağını bildiğim için kimseye haber etmedim ve şu an zaten orada olduğumu ve klip çektiğimi bilenler darılıyor. Niye geldin haber etmiyorsun falan diye ama yani fırsatım olmayacaktı onu bildiğim için bu sefer pek kimseyle takılamadım. İnşallah bir dahakine işte oraya etkinliklerle gitmek istiyorum orada daha çok interaktif bir durum oluşur. - Klibi kendiniz mi çektiniz? - Klibi Batman’da ki bir yönetmen arkadaşım çekti. O da benim çocukluk arkadaşım Veysel Seçen. Onunla beraber çektik. - Peki önceden yazılıyor mu bu? Yani senaryosu var mı? - Aslında şöyle, İstanbul’da çekecektim sonra da memlekete gidecektim ben. Bir türlü kısmet olmadı, sonra ben Batman’a giderken benim bir misafirim vardı Güney Afrika’dan gelmişti bir kadın arkadaş. Onunla böyle bir fikir geliştirdik. Aslında benim fikrimdi ona danıştım o da onayladı. Sonra yönetmen arkadaşımı da dahil ettim işin içine, o da onayladı. Ondan sonra senaryoyu da ben biraz Mardin’le bütünleştirici bir kafayla düşündüm, minimal bir senaryo yazdım ve doğaçlama bir şekilde çekmeye başladık 2-3 gün içerisinde. Ve güzel tatlı bir şey de oldu şu an kurgu aşamasında ara ara böyle bir revizeler oluyor tatlı bir şey çıkacak gibi, bakalım. - Kurguyu da mı aynı kişi yapıyor peki? - Kurguyu Volkan Yalçın diye bir arkadaşım yapıyor. O da sağ olsun geçen BİYAN şarkımın klibini de montajlamıştı. - Bunlar Youtube’da yayınlanacak? - Aynen Youtube’da yayınlanacak benim kendi kanalımda.

- Ne zaman yayınlanacak? - Ya muhtemelen bir hafta on gün sonraya yetişir herhalde. - Tamam, bu yayınlandığı zaman onlar da yayınlanmış olacak. - Aynen öyle. - Eğer bunu dinlerken aynı anda da klipleri görmek isterseniz Youtube’da X E M yazıyorsunuz. - XEM, X E M aynen öyle. Yani şöyle bir komik durum da var… - Biliyorsun öyle bir şey de var, dijital para var. - Aynen, doğru Bitcoin’de var öyle bir terim. Bir de benim Türk arkadaşlarım da şeyi diyemiyor mesela ‘’X’’ harfini çıkaramadıkları için yani ‘’hem’’ diyorlar mesela - “H” “H”yi telaffuz ederek diyorlar değil mi? - Aynen, ya o biraz zor işte biraz zor geliyor herhalde ama bilmiyorum. - Bu biraz gırtlak yapısıyla alakalı. - Kesinlikle kesinlikle, doğal yani. - Şimdi Gam demek tabii. Baya da yüklü bir ad. Sen şimdi böyle bir adı aldığın zaman da diyor ki insan ‘’e niye gam”? Yani bir sürü şey seçebilirdi, şimdi bu kılık kıyafetle, şu andaki halinden bahsediyorum e zaten de genelde sempatikliğin, gülen yüzün. Neden gam adını seçtin? Seçme hakkın varsa neden gam dedin kendine? - Ya şöyle gam yani Xem. Kürtçe’de iki anlamı var. Bir mesela bildiğimiz gam olarak Türkçe’deki haliyle. Ki Ahmet Kaya’nın müzik şirketinin ismi de öyledir; Gam müzik. Diğer anlamı da bizim biraz daha umursamak, umursamamak anlamıyla kullanıyoruz biz halk dilinde. Ben biraz o anlamıyla seçmiştim aslında. - Yani hangisi? Umursamak mı? Umursamamak mı? - Umursamamak, benim kritik bir sürecim olmuştu geçmişte. Ankara’da yaşarken. O anda tabii müzik yapmıyorum işte pasif olduğum bir dönem vardı yaklaşık bir 4 senelik. O süreçte aldığım bir karardı aslında müzik yapmayı planlamıyordum ama böyle bir isim değişikliğine gittim. Eski ismim XEM değildi bu arada. İsim seçerken de hani öyle bir isim seçeyim ki beni tarif etsin bu sefer ve Kürtçe olsun, gibi. - Tamam ama biz gamsız diyoruz mesela yani sen diyorsan ki bu kelimenin anlamı benim kendime koyduğum haliyle GAMSIZ mı demek? - Gamsız tam değil de çok böyle umursamaz diyeyim. Gamsız biraz daha farklı, biraz daha negatif kalıyor. Umursamaz biraz daha tatlı, sempatik kalıyor diyebiliriz yani. Halk dilinde öyle bizde Kürtçede öyle kullanıyoruz. - Mesela nasıl kullanırsınız, birisine sıfat olarak mı söylenir? - Yo şöyle mesela atıyorum herhangi bir durum karşısında işte şey dersin: ‘’Nexamamıne’’ yani umurumda değil. Ya da ‘’neke xem’’ yani umursama şeklinde kullanabiliyorsun. Şunu da söyleyeyim geçende İngilizce ve Kürtçe öğretmenliği yapan bir arkadaşıma söylemiştim, bu ismi çok isim olarak kullanan pek insan yok o anlamda da biraz tatlı geliyor bana, hoş yani. -Şimdi müziği bıraktığım bir zaman var dedin, ben biraz tabii

019


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

020


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

zaman dilimini şöyle kafamda oturttum: Sen 2010’ların başında üniversiteye gitmeye başladın önce Erzurum sonra Kütahya sonra Ankara’ya yerleşiyorsun ama yani lise zamanında ve üniversitede müzikle uğraşıyorsun. Sonra hayat başlıyor Ankara’ya taşınıyorsun hiç müzik yok hayatında, ne yapıyordun Ankara’da? Niye bıraktın müziği? En güzel yaşlar bunlar. Ne oldu? Bir şey oldu, bana söyle onu. -Şöyle yani ben 2009 hatta 2008 diyebilirim benim başladığım sene olarak. Ama 2010’da artık bir kültür merkezinde sanatçı olarak yer almaya başladım. 15-16 yaşındayken. -Batman’dayız di mi? Kaç kişi izliyor bizi kültür merkezinde? -Kültür merkezinde yapılan etkinliklerde mi? -Yoo yani o dediğin etkinlerden birinde kaç kişi izliyor yani Kültür merkezi 200 kişilik mi? -Yani işte bir newroz etkinliğinde mesela 150 bin insan katılıyor newroz etkinliğine… -16-17 yaşında bir insan için baya yüksek. -15 yaşındayım bu arada, 1 Mayıs etkinliğinde mesela 20-25 bin arası insan katılıyor. Ya da 8 Mart kadınlar günü etkinliği için yine 10 bin civarı insan katılıyor ve o etkinliklerde sahne alıyorum ben 15-16 yaşımda. -Ve katılan en küçük yaşta sanatçı sen misin? -Aynen öyle, ya zaten Batman’da çok rapçi de yoktu. Rapper olarak çok insan yoktu. Artı bir de benim Kürtçe yapmış olmam, Kürtçeyle başlamış olmam biraz daha çok şeydi beni biraz daha alternatifsiz kılıyordu o anlamda. Yoktu yani. - Daha alternatif buradan bakınca, oradan bakınca alternatifsiz oluyorsun. Çok güzel. Evet. -Ve kültür merkezindeki tek rapçiydim o da bir avantajdı benim için. Ve sahne almaya başladım o etkinliklerde güzel tecrübeler edindim. Ondan sonra ben artık tamamen müziğe girişmeye çalıştım. Ve 2010 bir süreç diyebilirim benim için 2010-2015 arası hem şarkılar ürettim hem klipler çektim hem sahneler almaya devam ettim kültür merkezinde olduğum süre içerisinde. Artı bir de Avrupa’daki arkadaşlarımla kaynaştım. İşte Kürdistan bölgesinin diğer parçasındaki insanlarıyla kaynaşmaya başladım. Mesela Irak’taki parçadaki insanlarla işte Suriye’deki işte İran’daki, buradakilerle… -Peki burada nasıl oluyor? Yani Sosyal medya o kadar da gelişkin değil o zamanda. Ne yapıyorsun? E-mailleşiyor musun? - O zamanlar Facebook üzerinden ilerliyorduk. -Klip yapmış mıydın o zamanlar? -Tabi tabi ben o zamanlar klip de çektim ve biz o zamanlar belli başlı şu an ki Türkçe rap’de popüler olmaya başlayan, seri haline gelen o düet projeleri oluyor ya, biz 2010’da, 2011-2012-2013’de yapmıştık yani. -Fiziksel olarak yan yana olarak mı yapıyorsunuz? Yoksa dijital olarak birleştiriyor musunuz? -Dijital olarak, yani herkes kendi parçasını kaydediyordu bu mix’de birleştiriliyordu. Kliplerde aynı şekilde herkes çekiyordu sonra montajda birleştiriliyordu.

021


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

-Soruya geri döneceğim o zaman, Niye bıraktın? Üniversiteye gittin diye mi bıraktın? -Aslında hayır yani şöyle üniversiteye Erzurum’a gittiğimde orada bir klip de çekmiştim yani. Mesela 2014 senesinde Erzurum’a gittim. Ondan sonra Kütahya’ya yatay geçiş yaptım, üniversite için. Orada maalesef ne bir stüdyo vardı, ne benim yapacağım müziği kaydedecek bir stüdyo vardı… Kürtçe, rap, Kütahya.

bunları herkes bunlardan geçiyor diye, sen de mi standart bir şekilde yaşadın yoksa ağır tarafları oldu mu? - Benim için ağır tarafları oldu. Zaten ben çok kendimi kolay bir insan olarak tanımlamıyorum. Bu tarz konularda mücadele etme konusunda. Ama o dönemler çok yıprandığımı hissetmiştim ve müziğin artık biraz daha çok böyle bana iyi gelmediğini de düşünüyordum ve ne için yaptığımı da bilmiyordum aslında.

-Evde yapsaydın? Yani bir laptop’ı açıp da yapabilirsin. - Ya öyle bir şeyim yoktu bir de okuduğum bölüm grafik tasarımdı ve çok yoğun bir programdı yani üniversitede çok ben takılamadım da, dolaşamadım da, kendi öğrencilik hayatımı çok iyi de yaşayamadım çünkü çok yoğun ve zor bir bölümdü.

-Peki ben anlamıyorum, zor bir insanım diyorsun, üniversiteyi okudun hatta bitirdin galiba di mi? -Aynen bitirdim.

-Neden? -Ya grafik tasarım hem bilgisayar üzerinde çok iş yapıyorsun hem el, pratik anlamda çok iş yapıyorsun ve zaman çok kısıtlı oluyor. Müziği o anlamda biraz o şekilde bıraktım. Ve benim biraz daha aslında problemlerim de vardı o dönem. Yani içsel problemler vardı, işte belli başlı duygusal problemler vardı. Şahsi problemler diyebilirim yani hayatımla ilgili. -Ya tamam duygusal tarafı çok ilgilendirmiyor beni, ama başka ne var? Yani böyle varoluşsal sorunlar var mı? -Hayır hayır, o derece böyle çok şey değil de. - Standart şeyler olarak bize sunuyorsun

-Ailenle ne tür bir sorunun olabilir ki, yani gurbette okuyorsun? -Yanlış anlaşılmasın, ailemle olan problemlerim değil yani her ergenin ya da her yeni yeni yetişen bir insanın belli başlı bir hayatla ilgili problemleri oluyor. Kendisiyle ilgili problemleri oluyor. Hayatı tanıma, kendisini tanıma… Ben zaten her şeyin başının kendini tanımaktan geçtiğine inanan bir insanım. Ve ben o dönem çok iyi tanıyamıyordum kendimi. -Bu ne demek? -Yani ne istediğimi bilmiyordum mesela. Ne yapacağımı bilmiyordum. Aslında kimlerle arkadaşlık kurmam gerektiğini dahi düşününce yanlış kararlar vermişim mesela. Dolayısıyla bu seni yanlış noktalara sürükleyebiliyor. Bir bakmışsın ki aslında hayatının merkezine koyman gereken şeyler arkanda bıraktığın şeyler oluyormuş. Mesela müzik mesela hayal mesela işte belli başlı projeler.

Şimdi ben o dönem bunlardan uzak kaldığımı çok sonradan fark ettim. Ankara’da iken fark ettim mesela. Üniversiteden iki sene sonra fark ettim. Yani o dönemi ben işte sadece bir atıyorum bir ilişki, duygusal bir ilişki ya da bir aile problemi gibi sınırlandırmak istemiyorum. Çok daha fazlası vardı. Ve o dönem aldığım yanlış bir karardı bana göre, şu an düşündüğümde. Ama düşündüğüme dönersek tekrardan, beni ben yapan da, o dönemler mesela. O yüzden iyi ki de bir yandan bırakmışım diyorum. Biraz geri çekilip kendimi tanıma fırsatı buldum, kendim yapacağım müziği iyi bir şekilde dinleme ve araştırma fırsatı buldum. İyi bir dinleyici oldum o süreçte. Artı şu an ki ‘ben’e hazırlamış oldum kendimi. O anlamda biraz daha olumlu bakıyorum. Yani o dönem öyle oldu sonra müziği bıraktım mesela, üniversite döneminden sonra. Zaten mezun olduktan sonra Ankara’ya taşındım. -Niye Ankara’ya gittin? - Şöyle o da mesela belki ilgi çekici bir şey olabilir dinleyenler için. Ben Kütahya’da okurken 2015 yılında, Ezhel, şu anki Türk rapinin bence en iyisi. Ais Ezhel o zaman. Kendisi bana ulaşmıştı. -Şimdi 2015 Ankara’da yaşayan bir genç, nasıl tanışıyorsunuz? -Ben Kütahya’dayım okul okuyorum o kendisi bana Facebook’tan mesaj attı. -Neden atıyor 2015’de sana, sen artık aktif olarak müzik de yapmıyorsun ama bir yerde bir klibini mi görmüş? -Ya duruyordu Youtube’da çalışmalarım duruyordu. Ortak çalışmalarım, şarkılarım falan duruyordu. Sağ olsun kendisi Kürtçe öğrenmeye çalışmış, emek göstermiş ve kursa gitmiş Ankara’da. Kurslara gitmiş, öğrenmeye çalışmış ve öğrendikten sonrada ben, tabi öğrenme nedeni de şu bana sonra aktardığı şey: Daha iyi anlamak istiyorum yani hem Kürtleri hem bu kültürü hem bu dili ve bence bir insanı anlamak için zaten dili bilmek gerekiyor ya. O halkın her türlü hikayesini anlamak için o halkın dilini de öğrenmek gerekiyor. O da zaten dil konusunda çok yetenekli bir insan. -2015 Ankara’da olan bir müzisyen sana, ki o zamanda çok rap falan da yapmıyor. Biraz daha reggea var. Sana mesaj atıyor, bu neden seni etkiliyor? O da şey yapmış bakmış işte Kürt rapçiler kim diye bakmış sana atmış orada. Neden seni değiştirsin ki bu? -Beni bir şey değiştirmedi, o dönemde

022


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

şöyle bir durum oldu, yani ben müziğe ara vermiştim ve Ezhel benim dinlediğim bir isimdi. Bir rapçi olarak dinlediğim bir isimdi ve playlistimde şarkıları vardı. 2010’dan bu yana hep dinlerdim, takdir ederdim ve onu standart bir rapçi olarak görmezdim. Ve bu onu benim için farklı kılıyordu. - O zaman o seni keşfetmemiş, sen onu keşfetmişsin zaten! - Aslında daha öncesinden keşfetmiştim. İşte klişe bir laf yani kalp kalbe karşıymış muhabbeti gibi bir şey oluyor yani ben gerek kullandığı enstrümanlar işte kurduğu reggae grubundaki yaptığı solistlik. İşte hem gitar çalıp hem söylemesi. Artı şarkı içerikleri. Şarkıların bazılarının içeriğinde de birkaç kelime de olsa Kürtçe olması. Ben bunu 2010’dan bu yana biliyordum ve takdir ede ede dinliyordum kendisini. 2015’de kendisi bana ulaştığında ben tabii etkilendim yani şaşırdım. Beni beğendiğini ve Kürtçe rap’in hani nasıl bir platformu olduğunu, kimlerin olduğunu araştırmış, beni beğenmiş ve bir arkadaşı daha beğenmişti Rezzan diye, o da Avrupa’da şu an. Sonra işte yolun düşerse Ankara’ya beklerim, tanışabiliriz diye ben de tamam demiştim. O dönem de ben müziğe ara vermiştim ama Batman’da bir tiyatro grubu vardı, orada benim arkadaşlarım oynuyordu zaten. Tiyatro grubunun hocası da benim arkadaşımdı. Kendisi beni aradı ve bir şarkı yapmamı istediler onlar için, bir koreografi dansı için. Ben de müziğe ara verdiğimi söylemiştim ama ikna ettiler beni bir şekilde ben de Ankara’ya gittim. Çünkü Kütahya’da kayıt alamayacağım. Ezhel’in o dönemki prodüktörü DJ Suppa onunla konuştum. ‘’Böyle bir şarkı projesi var stüdyonuzu kullanabilir miyim’’ diye o da ‘’tamam bıracım gel stüdyo müsait istediğin zaman kayıt yaparsın’’ diye. Ben de gitmeden işte Ezhel’e de haber ettim. Bro ben geliyorum haberin olsun. O da tamam dedi ve o dönem gittiğimde sağ olsun kendisi ve arkadaşı beni ağırladı ve o dönem 4-5 gün beraber geçirdik Ankara’da. -Yıl 2015 mi? - 2015, 2015’in sonlarına doğru daha henüz Türkiye’deki sorunlar patlak vermemiş. Bu bombalama olayları, politik problemler vs. ikinci seçim henüz yapılmamış. Yani o dönem ben o tiyatro için yapacağım şarkıyı kaydettim ve sonra Ezhel’in de isteğiyle beraber bir şarkı yapma durumu gelişti. Tamamen stüdyodaki enerjiye bağlı olan bir durumdu ve doğaçlama bir şekilde stüdyo ortamında bir şarkı yapalım muhabbeti gelişti ve yaptık. -Peki tamam, Ankara’ya nasıl yerleştin sen? -Ben o ilk Ankara ziyaretimden sonra Ankara’da ki ortamı çok beğendim. Yani benim biraz şansım vardı çünkü işte Ezhel’ler beni ağırladı ve onların ortamlarındaki insanlar çok bilgili, birikimli, samimi ve çok kreatif insanlardı bu benim ilgimi çekti. -Gençlerbirliği maçına gittin mi? Götürdüler mi seni? -Yok gitmedim, o maça gitmedim. Ama o ortam beni cezbetti ve ben mezun olduktan sonra yani 3 seçeneğim var. Ya Batman’da kendi şehrimde kalacağım ya İstanbul’a taşınacağım işim gereği ya da Ankara’ya diye bir seçenek gelişti ben de Ankara’yı seçtim. Çünkü İstanbul’a her sene gelip gidiyordum ama trafiğinden dolayı insan yoğunluğundan dolayı ben burada yaşayabileceğimi sanmıyordum. -O zaman sen Ankara’da olduğun müddet dönüş mü yaptın müziğe? -Hayır iki sene orada kaldım ama…

-Neden bu güzel başlangıçtan sonra Ankara’da müzik yapmadın? -İşte biz şarkıyı yaptık mesela o dönem. Şarkıyı yaptık çok eğlenceli, tatlı bir şarkıydı, reggae bir şarkıydı ve maalesef biz o şarkıyı yayınlayamadık. Çünkü bizim şarkıyı kaydettikten hemen 1 ay sonra artık Türkiye’de işler çok karıştı. Yani her gün ölüm haberleri, bombalama haberleri, bir sürü mevzu dönüyordu ve insanlar ölürken biz çok eğlenceli bir şarkı yayınlamak istemedik. Bu tamamen sadece benim de isteğim değildi. Ezhel’in de isteği buydu. -Kürtçe olduğu için mi? -Hayır, ben Kürtçe okumuştum ezhel Türkçe okumuştu, nakaratı yine Ezhel okumuştu ve Kürtçe okumuştu. İşte insanlar ölürken biz böyle ortak bir proje yapıp, kendisi yine rap platformunda, rap camiasında yine çok popülerdi o dönem. Yani şuandaki gibi mainstream değildi ana akım değildi ama çok popülerdi ve dolayısıyla benimle yapacağı bir şarkı ister istemez dikkat çekecekti. ‘’Aa kürt bir rapçiyle bir şarkı yapılmış’’ ama işte burada insanlar ölüyor, siviller ölüyor, polisler ölüyor, askerler ölüyor atıyorum herkes ölüyor anlatabiliyor muyum? -Tamam o tarafını anladım ama sonra da mı yayınlamadınız? -Şöyle bir bahtsızlık oldu diyeyim, bana aktarılan şeyi biliyorum, işte stüdyonun bilgisayarı çökmüştü, öyle bir durum olmuştu. -Hadi hadi bence birisi bilerek onu sildi. - Onu hiç bilmiyorum, hiç polemik yaratmak istemiyorum ama böyle bir durum olmuştu. Sonra biz yeni bir şarkı için zaten sözleştik sonra ben Ankara’ya taşındım. -Yani kişisel bir husumetten dolayı olmadı mı? -Hayır hayır hiçbir şekilde kişisel bir husumet yok, tamamen benlik bir durum yok aslında, şarkılık bir durum yok. Bilgisayarın çöktüğü söylendi, Ezhel’e de öyle söylenmiş. Bu arada, sadece bizim o proje değil yani Ezhel’in orada yaklaşık 2 albüm projesi gitmişti. -Yok onu birisi yaptı, başka türlü olmaz. Yani gitti mi bu şarkı? - Aynen o şarkı gitti, ikinci şarkımızı ben Ankara’dayken kaydettik. O da ben İstanbul’a yerleşmeden önce böyle buraya geleceğim, tabii o dönem ben şimdi şöyle bir şey de söyleyeyim. Mesela Ankara’dayım okey müzik yapmıyorum, ara vermiştim, herhangi bir şey yok ama Suppa’nın yaptığı çok güzel etkinlikler vardı. Dj Suppa’nın ve tabii Ezhel de buna dahil AGA-B de buna dahil. Ve benim orada birçok Türk rapçiyle tanışma fırsatım oldu. Sağ olsunlar dışarıdan birileri geldiği zaman ben o stüdyoda sanki ev sahibiymişim gibi tanıtılıyordum. Yapılan etkinliklerde gelen bütün Türk rapçilerle tanışma fırsatım oldu. Ve onların fikirlerini aldım. Yani Kürtlerle ilgili bakış açılarını sordum. Kürtçe müzik hakkındaki bakış açılarını sordum, Kürtçe rap hakkındaki bakış açılarını sordum, kimin hangi noktada durduğunu anladım. Kimin samimi-samimiyetsiz olduğunu anladım yani orada ben çok şey kavradım ve Suppa sayesinde bir etkinlik nasıl yapılıyor, işin mutfağı nedir, işin organizasyon boyutu nedir ve o dönem edindiğim farkında olmadan edindiğim tecrübeler bugün İstanbul’da son 1 senedir yaptığım etkinliklere yansıyor. -2019’da bir Kürtçe rap etkinliğini düzenledin, organize ettin ve ondan sonra da artık zaten hayatında da yeni bir dönem açılıyor son 1,5 senedir. Artık yani full bu iştesin sen yani bundan sonra böyle nadasa bırakmak, yok part time yapmak diye bir şey yok yani artık bodoslama daldık. Ama eğer bodoslama daldıysak 2020 yılındayız,

023


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

işte hani 2015-2016 o yapmışsınız ya parçayı hani yayınlamamışsınız ondan da çok da farklı bir zamanda değiliz yani şimdi. Hatta bazı açılardan daha da kötü zamanlardayız. Bu kaydı yaptığımız gün konuşuyoruz seninle, bu Cuma günü 82 tane gözaltı, isimsizler var işte 16 tane gözaltı, bugünün sabahında oldu bunlar. - Henüz göremedim ama her gün oluyor, alıştık artık. - E peki böyle bir zamanda hadi el ele tutuşalım nevruzu kutlayalım şarkısı olur mu? Gider mi? Dinler mi insanlar? O şarkı mesela şimdi gider mi? - Kesinlikle evet, çünkü ben her zaman sanatın canlı kalmasını ve görevini umut veren bir mekanizma olarak sürdürmesini istiyorum. Yani sanat böyle bazı zor koşullarda, okey şimdi insanlar korkuyor, insanlar susuyor, bir sürü muhabbet var şuan Türkiye’de dolayısıyla herkes kendini iyi bir şekilde de ifade edemiyor. Ama eğer zaten sanat da bu açıdan durursa, herhangi bir şekilde ifade gücünü yitirirse o zaman sanatın da bir anlamı kalmayacak. -Hayır ama diyorum ki sanat halkların birleşmesi, ben biraz önce el ele tutuşması dedim yani bu mesajlar kaybolmaz mı? Böyle sanat konuşunca biraz artık üstten bakmaya başlıyoruz sanki toprakla olan irtibatımızı yitiriyoruz gibi geliyor bana. - Ya ben şunu söyleyebilirim, mesela 2015 dönemiyle ilgili kıyaslarsak mesela benim bakış açım şu: O dönem 2-3 senelik ya da 3-4 senelik hazırlanmış olan bir proje vardı, bir paket vardı sözde ve o insanlara umut bağışlamıştı ve çok güzel bir atmosfer yaratmıştı. Fake olsa bile bir dönem insanlar buna inandı, bir umut sezdi, hissetti. İşte 2015’deki o dönem insanlarda şu kırılganlığı yarattı, mesela bizde de, herkeste de, şimdi her şey güzel gitmeye başlamışken birden böyle tam tersine dönüp, insanların kapısının önünde savaş başlayınca mesela benim halkımın… İşte Batman’da, Diyarbakır’da, Cizre’de, Sur’da, Nusaybin’de bunlar birden başlayınca insanlar barış beklerken, barış umarken ertesi gün kapısında savaş bulunca. Onun kırılganlığıyla şuan ki 2020’nin kırılganlığı bir değil yani anlatabildim mi? Orada bir umut kırılganlığı oluyor, orada tamamen bir şok etkisi yaratıyor insanlarda çünkü yani burada işte o dönem çok güzel şeylerden bahsedilirken birden savaş gelişiyor. -Peki ben sana senin müziğinle alakalı soruyorum. Ben Kırmançi bilmiyorum tamam mı? Ama en azından araştırdığım kadarıyla, şarkı sözlerin çok politik değil, isyan da yok. -Eskiden çok politikti. -Son zamanlardakilerden bahsediyorum. - Ya zaten eski şarkılarımın hiçbiri herhangi bir yerde yok. Herhangi bir şekilde insanlar bulamayacak ama. -Neden eskiden politik olan müziğin, şimdi değil? - Şu an yaptığım aslında ilk 2019’da kaydettiğim ilk EP 3 şarkılık ve 1 şarkı nevrozla ilgili aslında nevroz içeriği, anlamıyla isteyen politik tarafa da çekebilir isteyen kültürel tarafa da çekebilir. Ben sadece nevrozun önemini anlatmıştım o şarkıda ama isteyen istediği mesajı da algılayabilir. -Tekrar soruyu sormam lazım burada araya gireceğim çünkü dedin ya eskiden politikti o şarkıları şu anda kimse bulamaz, şu an o kadar politik değil, ne oldu? -Şu an değil demedim, aslında diyorum ki biraz form değiştirdi, ben de değiştim, benim fikirlerim de bazı konularda değişti. Çünkü

024


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

insanlar değişiyor, zaman değişiyor. - Daha sert olma zamanı değil mi? Neden daha yumuşuyoruz? -Ben şuna inanıyorum yani mesela bir mesajı olduğu gibi direkt aktardığın zaman bazı insanlara çok radikal gelebiliyor, bazı insanlar bunu algılamak dahi istemiyor, dinlemek dahi istemiyor. Ama bazı mesajları biraz daha güzel yoldan aktarabilme şansın olursa bu da işte sanatın verdiği bir yetenektir bence. Bunu başarabilirsen bu çok daha etkili bir yol oluyor. Ve ben bu tarafta ilerlemek istiyorum, yani eskiden tutunduğum o radikal tavırda olmak yerine, ki zaten o zaman çok daha yaş itibariyle gençtim. 16-20 yaş arası kast ettiğim seneler. Biraz daha artık olgun bir şekilde ve biraz daha kreatif bir şekilde bunu yansıtmak istiyorum biraz daha müzikal tabanlı ilerlemek istiyorum. Dolayısıyla bir mesajı vermek gerekirse işte bu tarz platformlarda da verebilirim mesajımı, fikirlerimi. Gayet tabii şarkılarımda da verebilirim ama işte rap’in artık eskiye nazaran lirikal bazlı ağırlığı maalesef yok. Şu an insanlar müzikal ağırlığıyla ilgileniyor. 2020 Türkiye’sinde ve 2020 dünyasında herhangi bir ülkede insanlar artık müzik dinlemek istiyor. Yani şey değil ben çok zengin içerikli, bana çok bir şey vadeden, çok içinde ideal olan fikir olan bir şarkı dinliyeyim ve kafamı onunla yorayım kafasına girmiyor kimse. - Hayır yani şimdi böyle bir avantajın var: Kürtçe şarkılara çok yakışıyor, rap’e de ayrı yakışıyor. Kimse de anlamayacak dediklerini çoğunlukla :] -Onun da mesela bir analizini yaptım tabii ki kendimce mesela şöyle bir durum, mesela ben Kürtçe rap yapıyorum şimdi benim bir Kürt olarak değineceğim konular bu konuların bir muhatabı olacak. Bu muhatap da kim olur? Benim nezdimde Türkiye’de işte Türkler olur mesela. Ya da Türkiye halkları olur. Ya da atıyorum Suriye’de Araplar olur. Ya da işte İran’da Farslar olur. Ya da işte Irak’ta yine Araplar olur. Şimdi ben Kürtçe yaptığım zaman, ya da herhangi bir Kürt rapçi, Kürdistan’ın herhangi bir parçasında Kürtçe rap yaptığı zaman ve bu konulara değindiği zaman ve karşıdaki muhatabı bu dili bilmediği için anlamadığı zaman biraz havada kalıyor zaten. Ha bizim kendi halkımıza değineceğimiz konular olabilir mi? Olabilir gayet tabii ve ben şuan o tarafa biraz yoğunlaştım. Ben eğer bu dille müzik yapıyorsam, benim halkım bu dili biliyorsa ben halkımla ilgili eleştiriler sunmam gerekiyor. Yani kendimizden başlamamız gerekiyor kafasındayım şuan. Ha şimdi hiç kimse anlamıyor diye de ben istediğim şeyi söyleyebilirim kafasına girdiğin zaman da pek bir şey ifade etmiyor.

“Beni bir şey değiştirmedi, o dönemde şöyle bir durum oldu, yani ben müziğe ara vermiştim ve Ezhel benim dinlediğim bir isimdi. Bir rapçi olarak dinlediğim bir isimdi ve playlistimde şarkıları vardı. 2010’dan bu yana hep dinlerdim, takdir ederdim ve onu standart bir rapçi olarak görmezdim. Ve bu onu benim için farklı kılıyordu.” ◆

-Yok o hafif latifeydi. Tamam kulağa hoş gelsin ama Youtube’a koyarsın bir video, altına da Türkçesini yazdığın zaman zaten alır gider be arkadaş derim. Ama burada seninle bir tezatlık yaratmak için değil, galiba biraz bazı şeylerin alttan altta insanlara hiçbir şekilde penetre etmeden, onları bir şekilde acıtmadan da artık zamanımızda pek işe yaramayacağını düşünüyorum. Zamana göre diyorum yani senin de Devran adın di mi? Sana verilen isim devran, bu da güzel. Yeryüzü devran demek yahu. -Benim babam o ismi 90’lı yıllarda bu devran dönecek diye vermişti. Bu devranı hatırlayalım diye vermişti bu ismi ve ben o yüzden bu ismimi de çok saygıyla anıyorum babamın verdiği için. Ama şöyle bir durum var yani nasıl ifade edeyim bu konuyu eğer kapatacaksak kapatamadan önce şunu söylemek istiyorum. Yani aslında dediğin gibi radikal bir şekilde ya da can acıtıcı bir şekilde bir şeyleri ifade etmenin zamanı geldi şuan bence. Ama işte insanlar artık sistematik bir şekilde o kadar duyarsızlaştırıldı ki bu süreçte. Son 15-20

025


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

“Ve kültür merkezindeki tek rapçiydim o da bir avantajdı benim için. Ve sahne almaya başladım o etkinliklerde güzel tecrübeler edindim. Ondan sonra ben artık tamamen müziğe girişmeye çalıştım. Ve 2010 bir süreç diyebilirim benim için 2010-2015 arası hem şarkılar ürettim hem klipler çektim hem sahneler almaya devam ettim kültür merkezinde olduğum süre içerisinde.” ◆

yıllık süreçte özellikle. Yani ne kadar doğruyu söylersen söyle senin pozisyonun ne olursa olsun, mesela bugün Ezhel ben yolda gelirken storysine baktım 4 partlık bir story attı ve 4 partta da çok çok önemli sözler söylüyor. Akapella yapıyor. Şimdi bunu kim anlayacak Ezhel’in yaklaşık 2 milyon takipçisi var. 2 milyonun %90’ı Türk, %90 Türk’ün kaç tanesi Ezhelin kurduğu o doğru cümleleri anlayabilecek kapasiteye sahip veya o kapasiteye sahip ama anlamak isteyecek? Anlatabildim mi? Şimdi böyle bir pozisyonda olan bir insan bile bazı şeyleri açık açık söyleyebildiği halde anlaşılamıyorsa ya da anlaşılmak istenmiyorsa benim gibi bu topraklarda biraz alternatif bir müzik yapan bir insanın ne kadar anlaşılabileceği de çok muamma yani. O açıdan bu realiteyi görmek gerektiğine inanıyorum. Benim payıma düşen, bir Kürt rapçi olarak payıma düşen ne varsa ben yapmaya hazırım. Anlatmak, bir şekilde eleştirmek, bir şeyleri göstermek, bir şeyleri ifade etmek, bunlar zaten benim işim. Ben müzik yapıyorsam sanat yapıyorsam hele ki rap yapıyorsam bunlar benim asli görevlerim. Ama bunları ne kadar insan anlayabilecek şu süreçte o da çok yani negatif bir durum yani benim için. Maalesef. -Ne zaman çıkacak albüm? -Albüm umarım eğer bir aksilik olmazsa, yetişirse sene başında, yıl başından bir hafta sonra falan yayınlamayı planlıyorum. -Yani 2021’de biz Ocak ayında bir aksilik olmazsa bunu dinleyeceğiz. 10 şarkı Kürtçe rap dinleyeceğiz. Youtube’da da altına Türkçesini yazacaksın? -Umarım.

026

-Politik olmasa bile yaz. Çünkü insanları dili öğrenmeye de sevk eden bir şey o. -Şimdi bu albümle ben çok şey hedefliyorum kendi kariyerimde. Artı şimdi genel olarak rap piyasası hakkında da bir şeyler söylemek istiyorum, bu konu hakkında. Yani işte dil öğrenmek konusunda mesela Ezhel’in başardığı şeyi herkes başarabilir. Dil konusunu çözebilir. Ya da buna en azından meyilli olabilir, anlamak için. Artı ben hiphop kültürünü çok araştıran, hiphop kültürü hakkında okuyan, belgeseller izleyen, röportajlar dinleyen bir insanım ve hemen hemen her ülkedeki hiphop gelişimini takip eden bir insanım başta Amerika, Almanya, Fransa olmak üzere. -Mesajın ne? Bilmediğimiz ne söylüyorsun bize? -Şuan Türkiye’de de bir hiphop gelişimi söz konusu. Onlar zemin oluşturdu, Türkçe rap bir zemin oluşturdu 20-25 yıldır. İşte Ezhel’in albümünden sonra bir şeyler patladı tabii Ezhel’den önce de işte A.P.O’nun şarkısı Gazapizm’in şarkısı falan bunlarında etkisi oldu ama Ezhel bir çığır açtı. Şimdi Türkçe rap platformundaki Türk rapçilerin bazı şeyleri görmesi gerektiğine inanıyorum ben bir Kürt rapçi olarak. Yani bir realite var. Türkiye’de bir realite var. Türkiye’de bir sürü realite var aslında. Bu hiphop kültürünün dünyada neler değiştirdiğine bir bakmaları gerekiyor. Başta Amerika sonra Fransa sonra Almanya. Özellikle Almanya’daki şuan Kürt ve Türk rapçilerin beraber yaptığı projeler, beraber kurdukları şirketler, beraber yaptıkları organizasyonlara bakmaları lazım. Ve oradaki getto yaşamındaki birlikteliğe bakmaları lazım. Çünkü onlar orada aynı


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

pozisyondalar. Biz burada farklı pozisyondayız. Biz biraz daha burada el altında onlar el üstünde kalıyor. Türkler ve Kürtler olarak. Anlatabildim mi? Şimdi bu realiteyi görüp hiphop’ın bir şeyleri değiştirmesi gerektiğine inanmaları lazım. Yani hiphop kültürü sadece müzikle var olmuş bir kültür değil. Bunun içinde bambaşka dalları var zaten. Şimdi Türk rapçilerin belli başlı adımlar atması lazım mesela Ezhel’in daha 2010’dan bu yana Türkçe yaptığı şarkıların içinde serpiştirdiği Kürtçe kelimeler olduğu gibi ya da son dönemde işte ZEN-G’nin yaptığı delale şarkısı olduğu gibi. Tek kelime, delale, güzel demek. İşte böyle güzel şeylerin olması gerekiyor. Ya da ortak projelerin olması gerekiyor ve biz burada mesela en azından politikayla, siyasetle, savaşla, silahla bir şekilde değişemeyen bu atmosferi ya da değiştirilmek istenmeyen bu atmosferi biz belki hiphop kültürüyle en azından gençler arasında değiştirebiliriz. O algıyı yıkabiliriz. Yani ben Ankara’da yaşadım iki sene daha karantina döneminde Ankara’da sırf Kürtçe müzik dinlediği için Barış Çakan isimli bir çocuk öldürüldü yani. Ve benim yaşımda, şimdi

“2015, 2015’in sonlarına doğru daha henüz Türkiye’deki sorunlar patlak vermemiş. Bu bombalama olayları, politik problemler vs. ikinci seçim henüz yapılmamış. Yani o dönem ben o tiyatro için yapacağım şarkıyı kaydettim ve sonra Ezhel’in de isteğiyle beraber bir şarkı yapma durumu gelişti. Tamamen stüdyodaki enerjiye bağlı olan bir durumdu ve doğaçlama bir şekilde stüdyo ortamında bir şarkı yapalım muhabbeti gelişti ve yaptık.” ◆

ben bunu düşündüğüm zaman, empati kurduğum zaman çok farklı hissediyorum. Anlatabildim mi? Çok farklı hissediyorum yani, bunu başkası da düşündüğü zaman farklı hissediyor. Şimdi bunları artık yıkmamız lazım. Bunlara bir son vermemiz lazım yani ben bir rapçi olarak, benim görevimin benim tarafımda bu olduğunu düşünüyorum, bir Türk rapçinin de görevinin bu olduğunu düşünmesi gerektiğine inanıyorum. Yani biraz bu açıdan bakmak lazım. Bu mesajım olsun. -Çok güzel açıkladın bunu. Bir de tabi olayın diğer tarafı da underground etkinliklerde bile 25 bin lira kazanıldıktan sonra kendi kendilerini stüdyoları içerisine kapatıyorlar, kendi anturajları oluyor 4-5 insan, orada bir hayat yaşanıyor artık Türk rapçiler de birbirlerine giden bir halde değiller yani. Paranın insanları nasıl kendi çemberlerine sıkıştırdığının da farkına varalım. -Tabii tabii, ama ben şimdi şunu da söyleyeyim: Yani dediğim gibi her ülkedeki hiphop gelişimini nasıl takip ettiysem buradakini de okuyabiliyorum şu an. Yani bu süreci anlıyorum. Şimdi insanlar artık parayı

027


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

“Şu an yaptığım aslında ilk 2019’da kaydettiğim ilk EP 3 şarkılık ve 1 şarkı nevrozla ilgili aslında nevroz içeriği, anlamıyla isteyen politik tarafa da çekebilir isteyen kültürel tarafa da çekebilir. Ben sadece nevrozun önemini anlatmıştım o şarkıda ama isteyen istediği mesajı da algılayabilir.”

028

tanıdı, paraya sahip olmak istiyor dolayısıyla mainstream kalmak için bu tarz muhabbetlerden, politik duruşlardan biraz uzak kalmak istiyor. Ben bunu gayet tabii anlıyorum ama bazı insanlar samimi kalmaları lazım. Bazı rapçilerin samimi kalması lazım. Hele hele söz hakkı sahibi ya da belki bir noktada etki edebilecek isimlerin, özellikle mesela işte Ezhel gibi isimlerin işte atıyorum Gazapizm gibi isimlerin belki, Patron gibi isimlerin. Samimi kalmaya devam ettikleri sürece belki kendi kitlelerinden birkaç genç değişebilir çünkü ben bir rapçi olarak şunu çok iyi biliyorum, bir rap dinleyicisi olarak aslında, rap’in diğer müzik tarzlarına göre insan mentalitesinde çok farklı etkisi olduğunu düşünüyorum. Yani ben bir ergenken ya da bir çocukken henüz, rap müzik dinlediğim zaman ilk beni etkileyen şeyi onların, o rapçilerin bana aktardığı fikirlerdi. Alıp çevirdiğim zaman a bu Keny Arkana bana bunu söylüyor yada işte Immortal Technique bana bunu söylüyor Vinnie Paz bana bunu söylüyor Tupac bana bunu söylüyor vs.vs. diye. Ya da işte Türkiye’de Ceza bana bunu söylüyor dediğim zaman benim bir hayat görüşüm oluşmaya başlıyor, bir tartım olmaya başlıyor, bir terazim oluşmaya başlıyor. Dolayısıyla şuan ki Türkçe rap dinleyicisi de, bu çocuklar da bu evreden geçiyor, o teraziden geçecek, kendini tartacak ve ana akım rapçilerin söyleyeceği her şarkı belli başlı olumlu yada olumsuz etkilere sahip olacak o yüzden onların böyle bir sorumluluk alması gerekiyor. Bizim de Kürt rapçiler olarak, kendi adıma söyleyeyim en azından: herhangi bir ortak projeye, herhangi ortak bir organizasyona-etkinliğe tamamen ben sıcak bakıyorum ve bunun çok şeyi değiştirebileceğine inanıyorum. Yani umarım bizim artık

dinleyici kitlemiz de bu açıdan biraz daha genele yayılır. Yani Kürtçe anlamayanlarda dinlemeye başlar. Ya da Kürtçe anlamayanlar da etkinliklere katılabilir. Onlar için de farklı bir, ne bileyim, tecrübe olur. -Olacaktır, bence artık zamanı geldi bunun. -Kesinlikle. Dil önemli yani, ben şuan mesela bu konuda da şikayetçiyim biraz yani dil konusunda, ben gayet tabi Türkçe rap de yapabilirim bu arada. Benim bütün Kürt kardeşlerim Türkçe rap de yapabilir, çünkü çok daha basit kalır. Yani hem bir platform var şuan, hem piyasa işte rapçilerle kaynıyor. Daha bir legal kalıyorsun, anlatabildim mi? Dinlenme oranın daha fazla olabilir belki ve daha rahat kalıyor ama dilin hassasiyeti, dilin sorumluluğu, bence hiçbir şekilde göz ardı edilmemesi gerektiğine inanıyorum. Yani bir halk diliyle var oluyor bugün işte baktığımız zaman şikayetçi olduğum konu bu kendi açımdan. Yani siyasi dilimizde de Türkçe var, sanat dilimizin yarısından fazlasında da Türkçe var, yani bu çok şey değil, çok sağlıklı bulmuyorum bu durumu. Yani burada bir dil faşistliği yapmıyorum asla ama bir halk diliyle var olması gerekiyor ve dilini koruması, dilini geliştirmesi, diliyle sanat üretmesi gerekiyor ve bu yüzden de umarım benim kendi kuşağımdakilerde benden sonra gelecek çocuklar da bu dile sahip çıkar. Türk arkadaşlarım da bu dili benimseyip öğrenmeye çalışır ve bizi anlamaya çalışır. -Çok teşekkür ederim burada olduğun için. -Ben teşekkür ederim, ben çok keyif aldım sağ olun.


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

029


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

MAHZEN SAKLADIĞIM KADAR M 030

KEMAL VAROL


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

NLERDE M KITAPLAR MÜPHEM KÜFRAN

031


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

S.09 | 04 Nihal Tanbay

Umutsuzluğun Huzursuzluğu

032


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

033


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

“Asla bir geleceğe sahip olmamış olduğum günlerden birindeyim karşımda yalnızca bir sıkıntı duvarıyla kuşatılmış taş kesilmiş şimdi var.” Mario de sa Carneiro’ya yazdığı mektupta, kendini bu kelimelerle anlatmıştı Huzursuzluğun Kitabını yazan Pessoa. Huzursuzluğun Kitabı, hayata dâhil olmak yerine teğet ilişkiler kurarak seyretmeyi seçen, bu durumla bir şekilde barışmış ve bundan da hiç rahatsız olmayan günümüz insanını anlatır. Her biri kentlerin kalabalığına, darlığına, yalnızlığına sıkışmış halde sadece işini yapıp evinin kuytuluğuna, muhkem kalesinin duvarları arasına sığınacağı anı bekleyen bizler tıpkı! Ne kadar çalışıp uğraşsak da bir geleceğe sahip olma hissi taşıyamayan bizler. Pessoa’nın 21.yy’ın kent hayatından

034

taşan huzursuzluğu, Dante’nin 14.yy’ın ilk yarılarında kaleme aldığı İlahi Komedya’da ki huzursuzluğa adeta sızıyor. -Cehennem XVI“Yeni gelen insanlar, kolay kazanılan para, kuruma, aşırılığa yol açtı Floransa’da, kent ağlıyor şimdi bu duruma.” “Yeni gelen insanlar” yani “gente nuova” yani “yeni halk”. Dante, Vergilius’un rehberliğine sığınarak aklın temsilciliğini seçse de hızla deforme olan kent hayatı kadar kentli tipolojisi üzerine de mesafesi aynıdır; umursamaz, amaçsız, kendine dönük ve pervasız insanlarla kuşatılmış olma hissinin yarattığı bunaltı! Her ne kadar Pessoa’nın karakteri Soares bu durumdan gizliden gizliye memnun olsa da gayet iyi bilmektedir ki yüzleştiğimiz bu top-

lumsal değişim Dante ile aynı huzursuzluğu paylaşır: Umutsuzluğun Huzursuzluğu. Sermayenin belli merkezlerde toplanmasıyla toplumsal, ekonomik, kültürel katmanlar tıpkı yer kabuğunun hareketi gibi önüne çıkan her şeyi yıkarak ilerliyor ve ancak yerini bulunca bir süre dinleniyor ta ki bir sonra ki yolculuk başlayana kadar Dante’nin bu yeni halkı ne kadar da tanıdık değil mi? Ekonomik el değiştirme sonrası entegrasyon sorununun beraberinde getirdiği kültürel, sosyal problemler bir yana değişen çok ciddi iktisadi unsurlar da 20 yıl önceye göre epey şekil değiştirdi. Dolayısıyla kültürel değişim bu kaotik ortamda hızlıca günlük hayattaki yerini almaya başladı. Siyaset dilinden akademik dile; sokak dilinden sosyal medyadaki dile yavaş yavaş sindi ve artık bir parçası. Huzursuzluğun esas kaynağını ben burada umutsuzluğa


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

“Toplumun değişen lokomotifleri karşısında oluşan kültür, yenilikçi daralmalar, dayatmalar, iktidar bunaltıları, kişilik bunalımları, kredi kartlarındaki borçlar, bir türlü yürümeyen aşkla ve bir türlü atılamayan adımların yarattığı hayal kırıklıklarıyla düştüğümüz umutsuzluk ve nihayet huzursuzluk.” ◆

bağlamaktan hoşlandım. Çünkü Pessoa’nın bir sandıkta biriken ve yırtıp atamadığı bütün o satırlar her ne kadar buram buram huzursuzluk koksa da yırtılmayan her bir sayfa bir kitaba dönüşme umuduydu. Ya da Dante’nin İlahi Komedya’da Araf’ta dediği gibi; Segui il tuo corso, e lascia dir le genti! Yani, sen kendi yolundan git; bırak diğerleri konuşsunlar! Ve Marx Das Kapital’in ön sözünü bu eşsiz öğütle bitirmişti. Şimdi bu hoşlantıdan aldığım güçle devam etmek istiyorum; Umut etmek bir değiştirme isteğinin sonucudur, yenilenmek, öğrenmek, tamir etmek ya da yeniden kurmak isteğinin, arzusunun ve amacının bir sonucudur. Gelecekle ilgili inanmamız ve bu inancı besleme isteğimizin önünde duran her şeyle mücadele etmemiz için ihtiyacımız olan güçtür aynı zamanda. Umut etmek bir “insan hakkıdır” efendim! Ya da insan hakkı olanların gerçekleşmesini umut eder! Umut

etmekle hayal etmek arasında ki o naif çizgi budur belki! Hayatlarımız sıradanlaşıp, gelecek niyetimizi besleyen isteklerimiz azalıyor iken umutlu olmak hiç kolay bir iş değil. İnsanların düşleri, sağanaktan korunmak için saçak altına gizlenmiş yalnız bir kedi yavrusu gibi, dikmiş gözünü karanlığın gözüne, bekliyor. Saçak altındaki küçük kedinin bekleyişini asla pejoratif bulmadığım gibi nesnel koşulları gereği, Küçük Kara Balık’ın aramak ve bulmak için savaşmak üzerine yolculuğunu da umut adına övmekten geri duramıyorum. Hayatın asil bir karşı koyuşa ihtiyacı var, içinde kendi umudunu diriltecek kadar gücü olan! Toplumun değişen lokomotifleri karşısında oluşan kültür, yenilikçi daralmalar, dayatmalar, iktidar bunaltıları, kişilik bunalımları, kredi kartlarındaki borçlar, bir türlü yürümeyen aşkla ve bir türlü atılamayan adımların yarattığı hayal kırıklıklarıyla düştüğümüz umutsuzluk ve nihayet huzursuzluk. Kafamız bir yerlerde çok büyük

karışmış durumda; ne güvensizliğin pençesinden kurtarıp kendimizi adım atabiliyoruz, ne durduğumuz yerde huzurluyuz. Neden olup biteni anlamakta ve tavır almakta bu kadar acemice ve hazırlıksız olduğumuzu düşünürken düştüm bu cümlenin derinliğine. Borges demişti Yedi Gece’de “Akılcı bir açıklama getirmeye çalışmak durumun saçmaladığını kabul etmeyi gerektiriyor”. Bizim kabullenemememiz saçmalığın büyüyerek yoluna devam etmesine engel de olamadı hani. Ve nihayet büyük buhran kadar yıkıcı bir yabancılaşma süreciyle baş başa kaldık. En baştan beri huzursuzluğun toplumsal değişim aşamalarıyla doğrudan ilişkisini biraz edebi yollardan aramaya çalıştım. Sistemi bir arada tutmak ve devamlılığı için bütün araçları ve imkanlarıyla seferber olduğu böyle daralmaların içinde o akışa küçük çentikler atmanın ne demek olacağını bir hayal edin, bir uçağa kuş çarpması etkisini yadsımamaktan da bahsediyorum, evet.

035


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

S.09 | 05 Olcay Bağır

Elmalı Yazı

036


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

037


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

Elmanın mitlerde, masallarda ve türkülerde bu kadar karşımıza çıkan bir meyve olmasını neye bağlamalıyız bilmiyorum. Bu hikâyelerde elmanın aşk, güzellik, bilgelik, günah, cinsellik, bereket, cazibe, tamamlanma, bütünlük gibi kavramlarla ilişkilendirildiği anlaşılmaktadır. Elmanın ilk karşımıza çıkışı insanlık kadar eskidir. Âdem ve Havva, tanrı tarafından yasaklanan meyveyi, yılan kılığına girmiş olan şeytanın kandırmasıyla yerler. Bu meşhur öyküdeki yasak meyve her zaman elma olarak resmedilmiştir ve “yasak elma” olarak söylenegelmiştir. Elma insan anatomisinde de karşımıza çıkıyor. Âdem Elması! Erkeklerde ergenlik döneminde oluşmaya başlayan Gırtlak Çıkıntısına Âdem Elması deniyor. Hikayesi de yukarıdaki hikâyenin devamıdır: Söylenceye göre Âdem, Havva’nın ısrarıyla yasak elmayı yediği sırada tanrının tepkisini görünce elmayı yutmamış ve gırtlağında kalmıştır.Ne kadar gerçektir bilemeyiz ama Newton’un yerçekimi yasasını kafasına düşen elmanın ilhamıyla bulduğu da yaygın anekdotlardan biridir. Bir bilim insanının yıllarını verdiği bilimsel çalışmaların sonucunu böyle hikâyelerle bağdaştırma meselesi Arşimet’te de görülür aslında. Hamamda yıkanırken tasın suda batmadığını gören Arşimet hamamdan çıplak olarak sokağa fırlar ve “evreka

elmaları almak hiç de kolay değildir. Herakles’in yoluna gök kubbeyi başının üstünde taşımakla cezalandırılmış olan Atlas çıkar. Atlas altın elmaları Herakles için alabileceğini söyler, tek şartı bu süre içinde gök kubbeyi Herakles’in taşımasıdır. Herakles, Atlas’ın yükünü alır. Bir süre sonra elmalarla dönen Atlas onları krala kendisinin götüreceğini söyler. Oyuna gelen Herakles bu durumdan zekice bir çözümle kurtulur; başının üzerindeki yastığı düzeltmek için gök kubbeyi kısa bir süre taşımaya Atlas’ı ikna eder ve Atlas’ın elindeki elmaları alıp, onu oracıkta bırakır. Yine Yunan mitolojisinde tarihin ilk güzellik yarışmasında da elma başroldedir. Mitosa göre Olimpos’ta herkesin davetli olduğu bir düğüne çağrılmamasına sinirlenen Eris düğüne gider ve nifak sokmak için “en güzeline” yazılı altın elmayı masaya bırakır. Hera, Athena ve Aphrodite bu altın elmanın kendileri için olduğunu, çünkü en güzelin kendileri olduğunu söyleyerek tartışmaya başlarlar. Öfkeli üç tanrıçanın başvurduğu Zeus, güzelliklerinden emin üç tanrıçanın hangisine altın elmayı vereceğini bilemez, Zeus ne karısı ve kız kardeşi Hera’yı, ne kızı Athena’yı, ne de Aphrodite’i kırmak istemez. Bu seçimi güvendiği, İda Dağı’nda çobanlık yapan bir ölümlünün, Troia Kralı Priamos’un oğlu Paris’in yapacağını söyler.

evreka” yani buldum, buldum diye bağırarak koşmaya başlar. Ancak bu hikâyeleri bu bilim insanlarına saygısızlık olarak yorumlamamak da gerekiyor. Bu popüler hikâyeler sayesinde bu iki bilim insanı yaygın bir tanınırlık sağlamış durumda. Bu isimler bilim dünyasının popüler isimleriyse biraz da bu hikâyeler sayesinde diye düşünüyorum.

İda Dağı’na geldiklerinde her bir tanrıça Paris’e kendilerini seçtiği takdirde verecekleri hediyelerini anlatır. Hera Asya krallığını, Athena sonsuz akıl ve başarı vaat eder. Aphrodite ise Paris’e Sparta’lı Helena’nın aşkını vaat etmiştir. Bu hediye karşısında kayıtsız kalamayan Paris birbirinden güzel üç tanrıça arasından elmayı Aphrodite’e verir. Mitosun devamında Aphrodite’in hediyesinin tarih sayfalarında Troia Savaşı’nın başlamasına neden olduğu anlaşılmaktadır.

Elmanın en çok karşımıza çıktığı kültür Yunan kültürüdür. Yunan mitlerinde neredeyse her hikâyede elma izine rastlamak mümkün. En bilinenlerinden biri Herakles’in [ya da Roma mitolojisindeki karşılığıyla Herkül’ün] 12 görevidir. Herakles’in 11. görevi Hesperid’lerin bahçesinden altın elmaların alınmasıdır. Mitosa göre dünyanın öbür ucunda, güneşin battığı yerdeki Hesperidler’in bahçesinden altın

038

Elmalı yazımızı Sunay Akın’ın bir şiiriyle bitirelim: “Kabuğunu koparmadan / ne bir elmayı soyabildim / ne de iyileştirebildim bir yaramı / ama karşıma çıkınca / kızmadım hiç elma kurduna / bendim çünkü bıçağı saplayan / onun yurduna...”


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

“Hera, Athena ve Aphrodite bu altın elmanın kendileri için olduğunu, çünkü en güzelin kendileri olduğunu söyleyerek tartışmaya başlarlar. Öfkeli üç tanrıçanın başvurduğu Zeus, güzelliklerinden emin üç tanrıçanın hangisine altın elmayı vereceğini bilemez, Zeus ne karısı ve kız kardeşi Hera’yı, ne kızı Athena’yı, ne de Aphrodite’i kırmak istemez.” ◆

039


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

S.09 | 06 Röportaj James Mottram [The Independent] Çeviri: Abdulhalim Karaosmanoğlu

Alan Ball

040


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

041


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

“AMERIKAN GÜZELI’NI ŞIMDI ÇEKEBILIR MIYDIK, MERAK EDIYORUM.” 1999 tarihli modern bir klasik olan filmin ve aynı zamanda Six Feet Under, True Blood gibi ünlü yapımların yaratıcısı olan Alan Ball, Amazon Prime için yeni bir film çekti. Taşrada gey bir çocuk olmanın travmalarından nasıl sağ kurtulduğunu, babası hakkındaki şok edici gerçekleri ve daha birçok şeyi Independent’a anlattı. Oscar ödüllü Alan Ball’un taşrada geçen kara komedi olan yeni işi Frank Amca, daha önce yaptığı hiçbir şeye benzemiyor. İlk yönetmenlik denemesinde Arap asıllı Ameri-

kalı bir kızın cinsel olarak uyanışını anlattığı Towelhead, rahatsız edici bulunmuş ve pek iyi karşılanmamıştı. Eleştirmenlerin büyük kısmı, filmde alçak bir tondan işleyen mizahtan rahatsız olmuşlardı. Los Angeles’taki evinden telefonla bağlandığımız Ball: “Yapmak istediğim filmler, insanların sorunlarıyla ilgilenen insanlarla ilgili” diyor. “Süper kahraman filmi çekmiyorum. Çılgın, tuhaf ve fantastik değiller. Hele ki çok katmanlı hiç değiller.” Oldukça dokunaklı bir film olan Frank Amca, 63 yaşındaki yönetmenin en kişisel işi. Filmde, babasının cenazesi için eve dönen gey bir adam merkezde yer alıyor. Onun kimliği ise ailesi için hala bir sır. Filmdeki Frank karakteri birebir Alan Ball olmadığı için, otobiyografik değil. “Filmdeki aile üyeleri, ailemdeki hiç kimseye dayanmıyor ama bütün bu güney taşrası ortamını çok iyi tanıyorum.” diyor yönetmenimiz. Ball ne derse

042

desin. Filmin hikayesinde kesinlikle kişisel bir şeyler var: “33 yaşındayken New York’ta yaşıyordum ve anneme açılmak için Georgia’ya uçtum. Annem bana “Babanı suçluyorum çünkü o da senin gibiydi” diyerek beni çok şaşırttı. O sırada babam ölmüştü. Bu nedenle yüzleşemedik. Doğru olup, olmadığını öğrenemedim ama bu kuşku bile kalbimi kırdı.” Daha da şok edici olan şey: Ertesi gün bir akrabalarını ziyarete giderlerken, bir gölün kenarından geçmekte oldukları sırada annesi umursamaz bir edayla şöyle demiş: “Sam Lassiter burada boğuldu.” Alan Ball,

Mary Ann, onun hayatı boyunca yanında taşıdığı travması olmuş. “Mantıklı olmasa bile kendimi suçladım” diyor. “Hayatımın büyük bölümünü kendimi suçlayarak geçirdim çünkü beni piyano dersime götürüyordu. Bu nedenle hayatta kalanların suçlarıyla yüzleşme travmaları, hayatları boyunca yas tutmaları ve bu anı ile nasıl barıştıkları, kendilerini nasıl affettikleri, benim eserlerimde sıkça işlediğim bir konu oldu.” Ball’un işlerindeki ölüm olgusu, özellikle yirmi birinci yüzyılın ilk prestijli TV dizisi olarak gördüğümüz Six Feet Under’da belirmeye başlamıştı. Elbet-

Sam ismini daha önce hiç duymadığı için “O kim?” diye sormuş. Annesi imalı biçimde “O, babanın çok ama çok samimi bir arkadaşıydı.” Alan Ball’un babası ve Sam henüz gençlerken bir yaz kampında çalıştıkları sırada Sam şüpheli biçimde ölmüş ve babası Sam’in naaşı memleketine gönderilirken, trende ona eşlik etmiş. Her şey kulağa çok melodramatik geliyor. “İçimdeki Tennessee Williams bu hikayenin peşinden koştu” diyor Ball. “Bu hikayeyi yıllarca düşündüm. Ya bu doğruysa? O zamanlar, başka hiçbir seçeneğin olmadığı zamanlarda gey olmak nasıl bir şeydi acaba? Kendiniz olamazdınız. Dünyanın bir parçası olamazdınız. Hikayeyi damıtmam yıllarımı aldı ve sonra bir gün masama oturup yazmaya karar verdim.”

te Amerikan Güzeli’nde de, banliyö değerlerini eleştirmek gibi bir gayesi olan Wes Bentley’in karakterinin beyaz plastik poşet içinde neşe ve hayatın anlamını araması bir diğer örnek.

Ball, spoiler vermemek için suçluluk ve keder dolu filmi Frank Amca’nın otobiyografik olmadığını söyleyip duruyor. Ama Alan 13 yaşındayken bir araba kazasında ölen ablası

1980 yılında Florida Eyalet Üniversitesi’nden sanat dalında mezun olan Ball, sitcomlar yazarak kültür endüstrisine dahil olmuş, yazdığı sıradışı senaryo olan Amerikan Güzeli, İngiliz tiyatro yönetmeni Sam Mendes’in ilgisini çekmiş, ardından yönetmen bu ilk filmi ile büyük çıkış yakalayarak beş Oscar kazanmıştı. Ardından da elbette ki Alan Ball’un kariyeri tümüyle değişti. MeToo hareketinin yükselişi ile, hem setlerde hem de set dışında uygunsuz davranışlarda bulunan Kevin Spacey muhteşem biçimde gözden düştü. Alan Ball, “Kevin ile olanlar üzerimde iz bıraktığı için daha da üzülüyorum” diyor. “Özellikle filmde oynadığı 17 yaşındaki bir kızın peşinden koşan karakter ile aynı sonu


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

“Yapmak istediğim filmler, insanların sorunlarıyla ilgilenen insanlarla ilgili” [...] “Süper kahraman filmi çekmiyorum. Çılgın, tuhaf ve fantastik değiller. Hele ki çok katmanlı hiç değiller.” ◆

paylaşması…” Alan burada bir saniyeliğine düşünüyor ve şöyle diyor: “Acaba o filmi şimdi çekebilir miydik?” Peki ama Alan Ball, 2020’de sinemanın durumu hakkında ne düşünüyor? Salonların bir yıl boyunca kapalı kalması ve elbette kasvetli kıyamet senaryoları ona ne hissettiriyor? “Salgından bir çıkış yolu bulduğumuzda, insanların yeniden sinemaya gideceğine inanıyorum. Ama daha önemli bir sorunumuz olacak. Sinemalarda gösterilecek filmler mali açıdan büyük yapımlar olacak. Ben de o tür işler yapmam. Disney gibi büyük firmalar tüm film zincirlerini satın alıp, sadece kendi ürünlerini sergilerse şaşırmayın” Peki, dramalar için daha uygun bir zemin olan televizyona dönmeyi düşünür mü? “Televizyona ayırdığım zamanın bitmiş olduğunu düşünüyorum. Mini dizi yapmaktan çekinmezdim ama beş altı yıl sürecek bir işe girişmek istemem.” Bunları söyleyen Alan şimdi altmışlı yaşlarında. Yani şov dünyasının çemberin dışında bıraktığı bir yaşta. Hatta epeyce yıpranmış görünüyor. “Şov dünyasında geçirdiğim yirmi yılda işler çok değişti ve büyük ölçüde değişmeye devam edecek.” Ball, zamanın ruhuna dokunabilen bir dizi yapmanın ne kadar zor olduğunu çok iyi biliyor. “Netflix gibi streaming platformlarına bakarsanız, yayıncılar için harika şeyler oluyor. Ama öyle bir ürün bolluğu var ki, içerikler muhtemelen bundan etkileniyor. Bundan nasıl iyi bir şey çıkabilir ki? True Blood ve Six Feet Under dizileri gerçek birer televizyon klasiği haline dönüşseler de, 2018’de yarattığı Here and Now yapımı “gerçekten depresif” bir sezonun ardından HBO tarafından iptal edildi. “Neyin işe yarayacağını asla bilemiyorsun” diyor. “Tüm ögeler doğrudur ama doğru zamanda mıdır? Ne yazık ki şirketler gerçekten elimde bir formül olmasını istiyorlar.” Yönetmen, Frank Amca’nın izleyicilerle bağ kuracağından son derece emin. Hatta filmin yayıncısı olan Amazon Prime’ın pazarlama uzmanları, “bölünmüş aileleri iyileştirecek bir film” temalı reklamlar yayınlamaktalar. “Kalbimi kıran ama aynı zamanda da umut veren bir hikayeydi benim için. İnsanları bir araya getirecek bir film olacağını hiç düşünmemiştim. Ama umarım olur. Çünkü bu, şu anda hepimizin ihtiyacı olan şey” diyor Alan. Yazarın elinde hali hazırda üç adet senaryo varmış. Bunlardan biri mini dizi. Ne olacağı hakkında hiçbir fikrimiz yok ama o zamana kadar Frank Amca, Amazon Prime’da gösterimde olacak. Filmin Türkiye’de yayınlanmasını sabırsızlıkla bekliyor olacağız.

043


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

S.09 | 07 Deniz Kahıraman

Your Honor

044


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

045


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

Bryan Cranston: Amerikalı oyuncu ve yazar. Fox yapımı Malcolm in the Middle dizisindeki Hal ve AMC drama serisi Breaking Bad’te Walter White rolleriyle bilinir. Cranston Breaking Bad dizisindeki Walter White rolüyle sinema tarihinde üç kez üst üste Drama Dizilerinde En İyi Erkek Oyuncu Emmy Ödülü kazanan ikinci oyuncu. ◆

Karşılaştırma gurur verici bir şey olmasa da Bryan Cranston, en ünlü dizisi Braking Bad’i hatırlatan bir rolde televizyona geri dönüyor. Kimya öğretmeni Walter White’ın ahlaki çıkmazları, oyuncuyu şaşırtıcı derecede iyi eğitmişti. Ailesinin refahı için korkudan suça sürüklenen adam, yeni dizisinde onu laboratuar tezgahından yargıç kürsüsüne taşıyor. Aynı ahlaki ikilemlerle, aynı dramatik konuma sahip dizi, etiğin grift bölgesine yapılan bir yolculuk vadediyor.

de dizinin politik referansları en üst seviyeye çıkıyor.

10 bölümden oluşacak mini dizide yargıç Michael Desiato’nun genç oğlu Adam, bir araba kazasında kendi akranının ölümüne sebep olup, olay yerini terk ediyor. Yargıcımız bunu öğrendiğinde kanunlara olan bağlılığı da sınanmaya başlıyor. Kazada ölen çocuğun bir mafya lideri olan Jimmy Baxter’ın oğlu olması olayları daha da karmaşık bir hale getiriyor.

İsrail yapımı “Kvodo”nun Amerikan uyarlaması olan dizi, gerilim ve baskı konularından orijinalinden daha iyi. Fakat, izleyiciye olay örgüsünü aktarırken aynı başarıyı gösteremeyebiliyor. Karakterler, varsayımsal ahlak felsefesi sorunlarıyla yüzleşirken illüstrasyon gibi kalabiliyorlar. Örneğin katil olan Adam’ın sempatik göstermek için astım hastası oluşu ve hatta annesini kaybetmiş bir çocuk olarak izleyicide duyarlılık oluşturulmaya çalışılması buna bir örnek. Fakat dizinin gerçek hayatta asla olmayacak şeyleri canlandırmak gibi bir çabası yok.

Dizinin sloganı şöyle: Sen olsan ne yapardın? Çocuğuna duyduğu sevgi nedeniyle yargıcımız, ipleri eline alıp, binlerce mazeret yaratarak oğlunun hayatını kurtarmaya karar veriyor. Yargıcımız, hukuk alanındaki eğitimini eğip bükerken, mesleğine ihanet ederek, Walter White gibi suçun her daim içimizde olup olmadığını merak etmemize neden oluyor. Ölümcül kazadan önceki ve sonraki gergin anları yansıtan açılış sekansında görsel olarak çok cesur davranılıyor. Dizinin geçtiği New Orleans, endüstriyel manzaraya sahip bir eyalet olduğu için bu çok da zor olmuyor. Kırık asfaltlar, ekmek kırıntıları, kan sıçraması, parmak izleri… Hepsi muhteşem bir görsellik yaratıyor. Oğlunu sorgulanmaya nasıl hazırlayacağını, kanıtları şüphe uyandırmadan nasıl saklayacağını çok iyi bilen yargıç, siyasi müttefikini de olaya dahil ederek olayı siyahi bir gencin üstüne yıkmaya karar verdiklerin-

046

Bu, Brayn Cranston’un uykusunda bile oynayabileceği bir karakter. Karakterinin her mikro ani duygusuna uyum sağlayan oyuncu, diziyi izlenebilir kılan unsurlardan sadece biri. Oyuncunun keder, öfke, panik, kararlılık gibi jest ve mimikleri hikayeden çok daha hızlı şekilde bir araya gelerek, dizinin zihinsel düzenini görmemizi sağlıyor.

Dizi, görünüşte münferit bir olayın şehir hayatının tüm katmanlarında nasıl dalgalanma etkileri olduğunu gösteren büyük bir duvar resmi olarak tasarlanmış. Dizi, zengin, beyaz, iyi bağlantılara sahip bir elitin kendi çıkarlarını gözeten entrikalarının, yoksullara ve marjinalize edilenlere nasıl sıklıkla ikincil zarar verdiğine dair net bir noktaya işaret ediyor. Umarım dizi, Michael’ın karakteri koruyucu babadan aşağılık bir sistemin aktif bileşenine geçerken bu temayı izlemeye devam eder. Ahlaki değerlerinin bu kadar hızlı bir şekilde bir kenara atılması belki de asıl mesele. Ancak Your Honor’un neredeyse yarısına gelindiğinde, gösteri henüz kahramanını ya da anti-kahramanını gerçekten bağlamsallaştırmış değil. Sonu nasıl olacaksa olsun, yine de dizi rahatsız edici derecede iyi bir iş çıkarıyor

ortaya. Showtime kanalı, The Wire’dan bile ileri gittiğini düşünerek, bu diziyle açıkça ödülleri hedefliyor kendisine. Birbiriyle kesişen olay örgüsünün karmaşıklığı hoş bir yoğunluğa neden olurken, izleyiciden iyi bir sinema okuyucusu olması bekleniyor. Örneğin Whitlock, kayganlığı ve saygınlığı merak uyandıran, simbiyotik diyalog içinde olan bir karakteri canlandırarak dizinin ilerleyişi yönünde dinamik bir doku oluşturuyor. Neredeyse hiç diyalog içermeyen, yedi dakikalık bir açılış sahnesiyle start alan dizinin yaratıcısı, oyuncuların ifadelerini, dinamik kamera çekimleriyle kayda alarak hikaye anlatımını güçlendirmeyi tercih etmiş. “Tam ve keskin hatta çok hassas çekimler yapıyoruz” diyor. “Kameramızla sadece görüntü almıyor, karakterin ruhunu ve zihnini de kaydediyoruz. Kamera açısı her değiştiğinde, bu yeni açı, karakterin yeni duygu durumu oluyor. Böylece izleyici neyi neden söylediğini anlamış oluyor.” Dizinin yaratıcısı, mini dizi olmanın onlara bir avantaj sağladığını da belirtiyor: “Her yönden diğer dizilere benzesek de, senaristlere, yönetmenlere ve oyunculara “hayatınızın altı yılını talep ediyoruz” dememek gerçekten kalibreyi güçlendiriyor.” Bir yargıcın, elinde adaletin terazisiyle aldığı kararlarla bir sanığın başına ve ona bağlı olan bir ailenin başına neler getirebileceğini görmekle kalmayıp, bunun ötesinde ahlaki belirsizlik havuzunda yüzen iyi ve kötü karakterlerin, siyahlarla beyazların, zenginlerle yoksulların savaşına şahit oluyoruz. Şu ana kadar izlediğimiz beş bölüm, diziye beş yıldız vermek için yeterli değil elbette. Ama izlemeye devam edeceğimiz kesin. Çünkü karakterlerin planlarının nereye gideceği, nihai sonucun ne olacağı izleyiciyi heveslendiriyor. Dikkat dağınıklığı çağında bu kadar özen gerektiren başka bir dizi olamazdı herhalde.


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

047


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

S.09 | 08 Hazırlayan: Abdulhalim Karaosmanoğlu

2020’nin En İyi Albümleri

048


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

049


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

ARCA – KICK I Trans-hümanizm akımının müzik dünyasındaki temsilcisi olan Arca, XL etiketi ile çıkan -Grammy adayı- dördüncü stüdyo albümü “KiCk i” ile yeni baştan yarattığı bedenini performe ettiği videolarında çok başarılı bir iş çıkarıyor. Bununla beraber Björk’ü ilk defa İspanyolca şarkı söylerken duyduğumuz “Afterwards”ın sözleri ise İspanyol şair Antonio Machado’ya ait. [Dergimizin bir önceki sayısında ikilinin mektuplaşmalarına da yer verdiğimizi hatırlatalım]. Albümün müzikal açıdan büyüleyici atmosferi ve zaman kavramını altüst ederek yarattığı nostalji Arca’yı müzikal devrim yapan özgün bir sanatçı haline getiriyor. Albümü açık fikirli biçimde dinlerseniz, duyduğunuz şeyin notalardan ibaret olmadığını, varoluşa güzelleme yapıldığını anlayabilirsiniz. Albümün çıkış parçası olan Time’ın videosunu şiddetle tavsiye ediyoruz.

FLEET FOXES - SHORE 2020 şüphesiz pes etmenin, bırakmanın, gidenin gitmesine izin vermenin yılıydı ve Fleet Foxes da bu ayrılıktan nasibini aldı. Dördüncü stüdyo albümlerinde, grubun en eski üyesi Robin Pecknold için tek başına solo bir uçuş gerçekleştirdi diyebiliriz. 2017 tarihli bir önceki albümleri Crack-Up’ın sıkışık telaşları, ince ayrıntıları ve açık yürekli düzenlemeleri yoktu bu yeni albümde. Bunun yerine Pecknold değiştiremeyeceği şeyleri kabul etmeye, memnuniyete teslim olmaya ve bölünmüş zamanlarda toplumu onurlandırmaya karar verdi: “Sadece birlikte başardık, havada biraz değişiklik hissediyoruz.” diyordu. Albümden çıkan ilk ve tek single “Can I Believe You” nun son derece sanatsal olan videosunu ve aynı şarkının Brooklyn Holy Trinity kilisesinde gerçekleşen performansını izlemenizi tavsiye ederiz.

ROISIN MURPHY – ROISIN MACHINE Björk’ün halefi olarak görülen Roisin’in bunu gerçekten hakettiğini söylemek gerek. 2007’de yayınladığı Overpowered eleştirmenleri memnun ettiği kadar, ticari başarısıyla plak şirketini de memnun etmişti. Birleşik Krallığın ürpertici rüzgarına, İrlanda nihilizmi ile karşılık veren müzisyen bu çatışmanın heyecanını kendine yeterlilik için bir jeneratör olarak kullanıyor. Dans pistinin orta yerinde duran tahtını yeniden almak için geri dönen Roisin, nabız gibi atan ritimlerle dolu şarkılarıyla, tek kişilik ev partileri için tam da ihtiyacımız olan şeyi veriyor. Murphy Kanunları ile ütopik bir evrene kaçış yolculuğuna davet eden müzisyenin yeni yıl gecesi BBC’de yayınlanan “Later with Jools Holland” programında disko klasiği sayılabilecek Incapable şarkısını jazz versiyonla söylemesi, ona yılın en iyileri arasında yer vermemize neden oldu.

050


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

PERFUME GENIUS – SET MY HEART ON FIRE IMMEDIATELY Mike Hadreas’ın çalışmalarında çoğunlukla zorbalık ve taciz gibi ağır temalar işlenir. Ancak yeni albümünde Mike bu travmaları bir kenara bırakıyor. “Bırakın” diyor “Sürüklenip, akıp gitmesine izin verin.” Tüm yaşamının özeti denebilir bu şarkı sözleri için. Bu albüm yalnızca günah çıkarma değil, aynı zamanda bir yeniden doğuş Mike için. Ama müzisyen için bu yorulup teslim olmak anlamına da gelmiyor. Albüme doğrudan ya da dolaylı olarak katkı sağlayan isimlere baktığımızda Bruce Springsteen, Elton John, Keith Richards, Eric Clapton gibi üst düzey rock arsitokratlarını görüyoruz. Fakat müzisyen buna rağmen amatör ruhunu kaybetmemiş: Sanki bir piyanonun üzerine boombox koymuş ve kaydet tuşuna basmış.

THE STROKES – THE NEW ABNORMAL Geçtiğimiz yıl, kırkıncı yılını kutlayan The Strokes’un, Rick Rubin yapımcılığında kaydedilen altıncı albümü, en başından beri onlarla birlikte bu çılgın yolculuğa çıkan dinleyicileri için tatmin edici çok sayıda marş barındıran bir albüm oldu. Ama aynı zamanda grup, imzası niteliğinde olan bir tarzın da çok dışına taştı. Synthlerin liderliğindeki albümde Casablancas’ın muhteşem keskinlikteki vokali, grubun yeniden müzikal deneyler yaptığının bir ispatı. Albümden şu ana kadar tamı tamına dört adet video ile taçlandırılmış single yayınlandı. Hem dinleyiciyi hem de eleştirmenleri memnun edebilmeyi başarmış olan albüm, listelerdeki ticari başarısının dışında Grammy’lerde de en iyi rock albümüne aday gösterildi. Her ne kadar adaylık rock alanında gelse de, albümün elektronik soslu olduğunu belirtelim.

SEVDALIZA – SHABRANG Müzisyenin ikinci albümü, zihnini meşgul eden bir takım hallerden çıkmayı sembolize ediyor. Albümün ismi ise, kahraman Siyavash’ın “gece renkli safkan” dediği efsanevi Pers atından geliyor. Bu albüm aynı zamanda tercümenin imkansızlığına dair de bir refleks. Müzisyen, albümün adının içerdiği anlamın derinliğini gösterebilmek için, elinden geldiğince kendini sessize alıyor. Gerçekten de albüm boyunca vokaller gece modunda adeta. Ama duygu her zaman maksimum düzeyde. İran’dan Hollanda’ya göçmüş bir ailenin çocuğu olan Sevdaliza’nın albümünde yaylılar kadar, piyano rifleri, gotik sentezler ve kurşun ritimleri ön planda. Şarkı sözlerinde ise, duygusal aşırılıklarla meşgul olan müzisyen, duygularını test ederek, kendini anlamaya çalışıyor. İlla ki müziğini sınıflandırmamız gerekirse acid-jazz albümü diyebiliriz Shabrang için.

051


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

SHAMIR – SHAMIR 2015 yılındaki çıkışından beri Shamir ilk defa ses getiren bir albüm yapmayı başardı. Üstelik bunu, ana akımın eğilimlerine kulak asmadan, yaratıcılığından ödün vermeden başardı. Henüz 25 yalında olan şarkıcı ve söz yazarı bu albümünde synth-pop, gun club country punk ve shoegaze türleri mixerden geçirerek dinleyicilerine tattırdı. Müzisyenin vokalleri, endişeli dinleyicilerini konuşarak rahatlatmaya çalışır gibi adeta. Eski plak şirketi XL ile yaşadığı ayrılığın ardından, kariyer karşıtı bir sanatçı haline gelerek, pop yıldızı yörüngesini ter etmişti. Endüstriden boşanarak, müziğini yeniden bağımsızlaştırma çabasını temsil eden bu albüm, özenle oluşturulmuş ezoterik müzikal dürtüleriyle ama daha gelenekselci şarkı sözü yazımıyla son derece iyimser ve canlı bir albüm olarak karşımıza çıkıyor. Bizim favorimiz: On My Own.

LITTLE DRAGON – NEW ME, SAME US İsveçli elektro-pop grubu, ilk albümleri Ninja Tune ile çok hoş bir çıkış yapmıştı. Üyeler arasındaki iç çekişmenin son bulması ile nihayet kendi ortak stüdyo çalışmalarının yaratıcı enerjisi sayesinde altıncı albümlerine ulaştılar. Yeni albümleriyle üzerinde savaşmaya değer gördükleri her şeyin göz kamaştırıcı uyumu var. Ama aynı zamanda sinir bozucu bir kayıtsızlık da barındırıyor her dans albümü gibi. Topluluk uzun süre boyunca yeni bir albüm kaydetmek yerine, başka sanatçıların albümlerinde ya da derleme albümlerde yer almayı tercih etmişti. Bu isimlerden biri de Blur’un nevi şahsına münhasır ismi Damon Albarn’dı. Japon asıllı Yukimi Nagano’nun sesinin ultra ince olması vokallerde sınırları zorlamasına olanak sunuyor. Albümde birbirinden ayırt etmeden kayırdığımız iki şahane hit şarkı var: Every Rain ile New Fiction.

HEDONUTOPIA – BEYAZ DURAK Yerli sanatçılarımız için albüm kaydetmek her geçen gün daha da zor bir hale geldiği için birçok isim single yayınlamayı tercih ediyor. Fakat Hedonutopia’nın çok daha başka bir hedefi var: Yedi yılda, yedi şarkıdan oluşan yedi albüm yayınlamak! Endüstrinin stream servisleri ile tüketimi arttırdığı bir dönemde buna karşı savaşan bir topluluk… Çünkü bir albümün bir genci değiştirebilmesinin gücüne inanıyorlar. Bu albümde yapımcılığa da el atan ikili, bu vesileyle karantina günlerini üreterek geçirmişler. Kendi ifadeleriyle, Beyaz Durak onların kendilerini en özgür hissettikleri albüm olmuş. Albümler arasında bir yıldan az bir zaman olsa bile grup hızla değişip gelişiyor. Albümde dört yeni, üç de eski şarkı var. Yerli deneysel müzikte yeni açılımlar yapan albümden “Harika”nın videosunu YouTube’da izlemek mümkün.

052


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

FIONA APPLE – FETCH THE BOLT CUTTERS Ruhunuzu derinden sarhoş edecek bir dinleme deneyimi sunan New Yorklu müzisyen, sekiz yılın ardından yayımladığı ilk albümünde şarkı sözlerini biraz abartıyor gibiyse de dinleyici içgüdüsel biçimde bu durumu kabulleniyor. Müziğini yaymak için üzerinde neredeyse hiç baskı hissetmeyen müzisyenin yeni albümü için sekiz yıl beklemeye değdi mi? Kısa cevap: Kesinlikle evet! Grammy ödüllü şarkıcının canlı lirizmine, düzensiz ama cazip piyano ritimlerine hayran olan herkes, yeni albümde denediği perküsyon hamlelerini de doğal olarak çok sevecekler. Eski tarzına ek olarak, gümbürdeyen davullar, kontrbas pıtırtıları ve koro tezahüratları da yeni dinleyici kitlesine hoş geldin diyor.

JESSIE WARE – WHAT’S YOUR PLEASURE? Konu dördüncü stüdyo albümünü hazırlamaya gelince Jassie Ware’in aklında tek bir şey vardı: Bu albüm, insanların seks yapmak istemesine neden olacak mı? Veya en azından insanlarda dans etme isteği uyandıracak mı? Londralı müzisyen, günlük hayatından kopararak, kalabalık bir dans pistine götürmek için sarhoş ettiği dinleyicileri diskodan ilham alan pop şarkılarına boğdu. “Eğlenceli olmasını istedim. Artık bir ailem var. Bu nedenle dışarı çıkıp yaramazlık yapmam mümkün değil. Albümü kaydettiğimiz süreçte pandemi yoktu henüz. O nedenle o zamana kadar bu albüme ne kadar ihtiyacımız olacağını asla tahmin edemezdim. Salgınla beraber zorunlu tecritlerin ortasında kaldık. Bir sürü şey oldu.

HARRY STYLES – FINE LINE Listenin sonuna, daha fazla direnemeyerek tüm yıl boyunca guilty pleasure’ımız olan albümü koyuyoruz. Yola bir boyband şarkıcısı olarak çıkan, ama muhtemelen on yıl sonra bir şehir ozanı haline gelecek olan Harry, pop müziğin kötü bir şey olmadığının ispatı gibi. Albümün kapağında ve katıldığı her programda, aşırı feminen bir imaj çalışması yürüten müzisyen, bu albümü yaşadığı bir ayrılık acısının üzerine kaydetmiş. Albümün finalini yaparak adını veren şarkı Fine Line’da “Duygularına bir fiyat biç, satın alacak bir şey arıyorum. Sonunda dengeyi bulacağız.” diyor Harry. Elbette albümden çıkan videolara değinmemek de olmaz. Görmemiş olmanız imkansız olsa bile Adore You’nun kısa film tadındaki videosu ile Fleabag reis Phoebe Waller-Bridge’in oynadığı Gucci sponsorlu “Treat People With Kindness” favorilerimiz.

BAHAR, “SPOTIFY” LİSTEMİZE FACEBOOK/BAHARBARANKARA SAYFAMIZDAN ULAŞABİLİRSİNİZ.

053


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

S.09 | 09 Roland Barthes Çeviri: Ahmet Nüvit Bingöl

Sesin Rengi: Cinsellik Kaynak: Roland Barthes, Sesin Rengi, Metis Yayınları, Istanbul, 2017.

054


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

055


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

CINSEL OYUNUN HASSASLIĞI, OLDUKÇA ÖNEMLI VE BANA GÖRE BATI’DA HIÇ BILINMEYEN BIR FIKIR [ILGILENMEK IÇIN BÜYÜK BIR NEDEN]. SEBEBI BASIT. BATI’DA CINSELLIK SADECE BIR IHLAL DILINE IZIN VERIR, O DA ZAYIF BIR ŞEKILDE; ANCAK CINSELLIĞI BIR IHLAL ALANI HALINE GETIRMEK BIR IKILIĞIN [LEHINDE/ALEYHINDE], BIR PARADIGMANIN, BIR ANLAMIN TUTSAĞI OLARAK TUTMAKTIR. 056


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

Cinsel oyunun hassaslığı, oldukça önemli ve bana göre Batı’da hiç bilinmeyen bir fikir [ilgilenmek için büyük bir neden]. Sebebi basit. Batı’da cinsellik sadece bir ihlal diline izin verir, o da zayıf bir şekilde; ancak cinselliği bir ihlal alanı haline getirmek bir ikiliğin [lehinde/aleyhinde], bir paradigmanın, bir anlamın tutsağı olarak tutmaktır. Cinselliği bir kara kıta gibi düşünme gene anlama [beyaz/siyah] boyun eğdirmektir. Cinselliğin yabancılaşması, anlamın yabancılaşmasına, anlam dolayımıyla yabancılaşmaya ayrılmaz biçimde bağlıdır. Güç olan, cinselliği az çok özgürlükçü bir tasarı doğrultusunda özgürleştirmek değil, anlam olarak ihlal de dahil olmak üzere, anlamdan kurtarmaktır. Bir kez daha Arap ülkelerini düşünün. Bu ülkelerde “iyi” cinselliğin bazı kuralları oldukça kolay bir eşcinsellik pratiğiyle rahatlıkla ihlal edilir [adını koymamak şartıyla: Ama bu cinsel olanın dile getirilmemesine dair başka bir büyük sorundur; cinselliğin dile getirilmesi “utanç” uygarlıklarında yasaklanırken, aynı dile getirme “suçluluk” uygarlıklarında el üstünde tutulur – itiraflar, pornografik temsiller]; ama bu ihlal kati bir anlam düzenine tabi olmaya devam eder istese de istemese de: bir ihlal pratiği olarak eşcinsellik böylelikle hayal edebileceğimiz en saf paradigmayı kendi içinde üretir hemen [bir tür savunma amaçlı engellemeyle, korkudan kaynaklanan bir refleksle]; aktif/pasif, sahip olan/olunan, düzen/düzülen, beceren/becerilen [bu kelimeler burada koşullar nedeniyle bulunuyor: işte gene dilin ideolojik değeri]. Oysa paradigma anlamdır; ayrıca bu ülkelerde alternatif olanı aşan, bulanıklaştıran veya sadece geciktiren [orada bazılarının hor görerek aşk yapmak dediğidir bu] hep aynı yasak ve anlaşılmaz harekettir. Cinsel “hassaslık”, söz konusu pratiklerin kaba niteliğine ihlal düzleminde değil, anlam düzleminde zıttır; bunu anlam bulanıklığı olarak tanımlayabiliriz; sözcelenmesinin yolları ise ya “nezaket” protokolleri, ya şehvet teknikleri ya da yeni bir erotik “zaman” tasavvurudur. Tüm bunları başka bir şekilde de ifade edebiliriz: Cinsel yasak mitsel bir “özgürlük” [kitle toplumu denen toplumun çekingen fantazilerini tatmin etmek için çok uygun bir kavram] yararına değil, boş kodlar yararına bütünüyle kaldırılır ve bu da cinselliği kendiliğinden gelen yalandan arındırır. Sade bunu çok iyi görmüştü: Dile getirdiği pratikler çok katı bir kombinasyon düzenine tabidir; bununla beraber, tam anlamıyla Batılı bir mitsel öğenin damgasını taşırlar: bir tür aşırı duyarlılık, esrime,doğru bir şekilde azgın bir cinsellik olarak adlandırdığınız şey: Bu da cinsel ilişkiyi hazcılığın değil coşkunun nesnesi haline getirerek yine kutsallaştırır [onu harekete geçiren ve ona hayat veren tanrıdır]. Tüm bunlar Althusser’in betimlediği şekilde Marx tarafından başlatılan diyalektik mantıktan başka bir yere götürmez bizi. Bilimin tek kabul edilebilir modeli, Althusser’in Marx üzerine çalışmalarının açığa çıkardığı şekliyle Marksist bilim modelidir. Onun Marx’a ilişkin olarak ileri sürdüğü “epistemolojik kesinti” bugünün bilimini görünür kılar ve bilimi ideolojiden ayırır. “Nasıl ki fenomenlerin iç ilişkisi ile görünür düzensizlikleri arasında karşıtlık kuruluyorsa, içeri ile dışarı arasındaki yaygın ayrımlar da ortadan kalkar: Fenomenal öznelliğin ve özsel içselliğin ampirist çatışkılarından kurtulmuş başka bir imge, neredeyse yeni bir kavram karşısında, montaj ve düzeneğin yasalarıyla en somut belirlenimlerinde dahi düzene kavuşmuş nesnel bir sistem karşısındayızdır.” Marksist söylemle bu temsal noktası söz konusu sahneyi tekrar sorgulamaya olanak verir: “Gösteren kendini bir eldiven gibi tersine çevirmekten başka bir şey yapamaz mı? – Yoksa “gösteren” kavramının kendisinin aşılmasına olanak veren, “gösteren” kelimesinin sadece “çalışma” veya “dönüşüm” kelimesine bağlandığında anlam kazandığı “sistem” içinde miyiz zaten?

057


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

S.09 | 10 Charles Baudelaire Fransızca Aslından Çeviren: Tahsin Yücel

Yoksulları Gebertelim! Kaynak: Baudelarie, Paris Sıkıntısı, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 12. Basım, 2019, Istanbul

058


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

059


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

1881 Charles Pierre Baudelaire Fransız şair, deneme yazarı ve sanat eleştirmenidir. 19. yüzyılın en önemli Fransız şairlerinden olmasının yanı sıra, Edgar Allan Poe’nun eserlerini çeviren öncü sanatçıdır.

1842

1846

20 yaşında Hindistan’a gitmek üzere yola çıktı. 1842’de Fransa’ya döndü. Sonradan metresi olan Jeanne Duval ile tanıştı. Babasının mirasını aldı ancak bu parayı hesapsızca harcadığı için ailesi miras hakkını geri aldı.

1846’dan sonra Kötülük Çiçekleri kitabına girecek şiirlerini yazmaya başladı. 1847’de Edgar Allan Poe’yu keşfetti ve eserlerini Fransızcaya çevirmeye başladı. 1848’de Paris Komünü’nde devrimcilerin yanında yer aldı.

rs leu F Les Mal du

On beş gün boyunca odama kapanmış, çevremi o sıralarda (on altı, on yedi yıl oluyor) moda olan kitaplarla doldurmuştum; toplumları yirmi dört saat içinde mutlu, bilge ve zengin etme sanatını ele alan kitapları söylemek istiyorum. Böylece tüm bu halk mutluluğu aracılarının –tüm yoksullara köle olmalarını öğütleyenlerin, onları tahtlarını yitirmiş krallar olduklarına inandıranların– tüm o özenle hazırlanmış yapıtlarını sindirmiştim – yutmuştum, demek istiyorum. Bu nedenle, o sıralarda baş dönmesine ya da alıklığa yakın bir ruhsal durum içinde bulunmam kimseyi şaşırtmayacaktır. Yalnız, sözlüğünü yenilerde gözden geçirdiğim tüm kocakarı düzmecelerinden daha üstün bir düşüncenin karanlık filizlerinin aklımın derinliklerinde yeşerdiğini duyar gibi olmuştum. Ama bir düşüncenin düşüncesinden başka bir şey değildi bu, alabildiğine belirsiz bir şeydi. Büyük bir susuzlukla dışarıya çıktım. Öyle ya, kötü kitapların tutkulu hazzı kendisiyle oranlı bir açık hava ve ferahlama

060

“Sokrates’in Şeytanı ile benimki arasında şöyle bir fark var yalnız: Sokrates’inki yalnız kendisini korumak, gözünü açmak, durdurmak için çıkardı karşısına, benimkiyse öğüt verir, esin verir, inandırır. Zavallı Sokrates’in yasaklayıcı bir Şeytanı vardı; benimki hep hak verir bana, benimki bir eylem Şeytanıdır, ya da bir savaş Şeytanı. ◆

gereksinimi doğurur. Bir meyhaneye gireceğim sırada, bir dilenci, şapkasını uzattı bana, şu unutulmaz bakışlardan biriyle baktı, akıl maddeyi kımıldatsaydı, manyetizmacının gözü üzümleri oldursaydı, bu bakışlar tahtlara takla attırırdı. Aynı zamanda, kulağımda bir sesin fısıltısını duydum, tanıdım bu sesi; her yerde bana yoldaşlık eden iyi bir Melek’in ya da iyi bir Şeytan’ın sesiydi. Sokrates’in iyi Şeytanı olsundu da neden benim iyi Meleğim olmasındı, neden ben de Sokrates gibi, incelik dolu ve çok akıllı iki ruh hekiminin imzasını taşıyan bir delilik belgesi elde etme onuruna erişmeyecektim? Sokrates’in Şeytanı ile benimki arasında şöyle bir fark var yalnız: Sokrates’inki yalnız kendisini korumak, gözünü açmak, durdurmak için çıkardı karşısına, benimkiyse öğüt verir, esin verir, inandırır. Zavallı Sokrates’in yasaklayıcı bir Şeytanı vardı; benimki hep hak verir bana, benimki bir eylem Şeytanıdır, ya da bir savaş Şeytanı. Sesi şunu fısıldıyordu kulağıma: “Ancak eşit olduğunu kanıtlayan


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

1850 En ünlü eseri olan lirik tarzdaki Kötülük Çiçekleri’nde; 19. yüzyılın ortalarında Paris’te yaşanan hızlı sanayileşmenin, güzelliğin doğasını nasıl etkilediğini yansıtan şiirlerine yer vermiştir.

kişi eşittir bir başkasına, özgürlüğü ancak onu kazanan hak eder.” Dilencinin üzerine atıldım birden. Bir yumrukta, bir gözünü açılmaz ettim, top gibi büyüyüverdi bir saniyede. İki dişini kırarken benim de bir tırnağım kırıldı, doğuştan zayıf olduğumdan, yumruk atmaya da fazla alışkın olmadığımdan, bu yaşlı adamı çabucak tepelemek için kendimi yeterince güçlü bulmayınca, bir elimle yakasına yapıştım, öbür elimle de gırtlağına sarıldım, başını duvara vurarak var gücümle sarsmaya başladım. Şurasını da söylemeliyim ki, ilkin çevremi bir gözden geçirmiş, böyle kent dışında, ıssız bir yerde, epey bir süre hiçbir polis memurunun eline düşmeyeceğimi anlamıştım. Sonra sırtına kürekkemiğini kıracak kadar zorlu bir tekme indirerek bu zayıf düşmüş altmışlığı yere serdim, yerde duran iri bir ağaç dalını kaptım, biftekleri yumuşatmak isteyen bir aşçı inadıyla, var gücümle dövdüm onu. Birdenbire –Ey tansık! Ey kuramının doğruluğunu gören filozofun ergisi!– bu kocamış iskeletin

1857

1860

Les Fleurs du Mal (Kötülük Çiçekleri) (Elem Çiçekleri) kitap olarak yayınlandı, içindeki altı şiir kamu ahlâkına aykırı bulunduğu için Baudelaire hakkında dâvâ açıldı, satanist olmakla itham edildi.

Birdenbire –Ey tansık! Ey kuramının doğruluğunu gören filozofun ergisi!– bu kocamış iskeletin döndüğünü, böylesine bozuk bir makineden hiç ummayacağım bir güçle doğrulduğunu gördüm, sonra bana iyi bir belirti gibi gelen, kin dolu bir bakışla bakarak üzerime atıldı düşkün haydut, iki gözümü de şişirdi, dört dişimi kırdı, aynı ağaç dalıyla da zorlu bir dayak çekti bana. ◆

Yapay Cennetler’i yayınladı. Bu eserde de uçlarda gezinen bir kişilik sergiledi. Bir tür otobiyografi olan Apaçık Yüreğim üzerine çalıştığı ve 1862’de “Paris Sıkıntısı” adıyla düz yazı şiirlerini yayımladığı sırada frenginin yan etkileri giderek kendini daha fazla hissettirmeye başladı

döndüğünü, böylesine bozuk bir makineden hiç ummayacağım bir güçle doğrulduğunu gördüm, sonra bana iyi bir belirti gibi gelen, kin dolu bir bakışla bakarak üzerime atıldı düşkün haydut, iki gözümü de şişirdi, dört dişimi kırdı, aynı ağaç dalıyla da zorlu bir dayak çekti bana. Böylece, güçlü ilacımla, ona gururu ve yaşamı geri vermiştim. Kavgaya son verdiğimi anlatabilmek için bir sürü işaretler yaptım ona, sonra da bir Atina sofistinin hoşnutluğuyla kalktım, “Beyefendi, benim eşitimsiniz!” dedim, “Cebimdeki parayı benimle paylaşmak onurunu benden esirgemeyin, bir de, gerçekten insan severseniz, sizden sadaka istedikleri zaman, tüm meslektaşlarınıza, benim sizin sırtınızda deneyerek acısını çektiğim kuramı uygulamak gerektiğini unutmayın.” Yeminle söyledi bana: kuramı anlamıştı, öğütlerime de uyacaktı.

061


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

S.09 | 11 Constantino Kavafi̇s Yunanca Aslından Çeviren: Cevat Çapan

Barbarları Beklerken

062


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

063


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

“Yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın. Bu şehir arkandan gelecektir. Sen gene aynı sokaklarda dolaşacaksın, aynı mahallede kocayacaksın; aynı evlerde kır düşecek saçlarına. Dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. Başka bir şey umma” Yunan şair Konstantinos Kavafis (1863-1933), 1910 yılında yayınladığı “Kent” adlı şiirinde doğduğu ve öldüğü şehir olan İskenderiye’den satırlarında bu cümlelerle bahseder. Hayatının tamamını kaplayan ve tüm şiirlerinde şaire ilham kaynağı olan İskenderiye, Kavafis’in pek çok şiirinde de mekân olarak karşımıza çıkar. Elbette İskenderiye şehri Kavafis için tesadüfen seçilmiş bir şehir değildir. 1863 yılında şairin gözlerini dünyaya açtığı yer olan İskenderiye, küçük ayrılıklar dışında, şairin tüm yaşam izlerini ve anılarını taşıdığı şehirdir. Şehrin gerek tarihi zenginliği, gerek tarihi dokusu şairin şiirlerine çok zengin bir arşiv de sağlamıştır. Kavafis’in Tarihi, Felsefi ve Aşk şiirleri olarak ayırdığı şiirlerinde mekân çoğunlukla İskenderiye şehridir. Kavafis, İskenderiye’den ilk defa 1892 yılında yazdığı “Esintinin Nefesi” ve 1908 yılında yazdığı “27 Haziran 1906, öğlen vakti 2” adlı şiirlerinde bahsetmiştir. Her iki şiir de çağdaş dönem İskenderiye’sinde geçmektedir. “Esintinin Nefesi” adlı şiirde İskenderiye’de geçen bir bayram gününden bahsedilirken, “27 Haziran 1906, öğlen vakti 2” adlı şiirinde ise İngilizler tarafından ölüm cezasına çarptırılan Mısırlı bir gence annesinin yaktığı ağıt anlatılmaktadır. Kavafis, yazdığı şiirlerde İskenderiye’yi Helenistik dönem ve çağdaş dönem olmak üzere iki tarihi dönem içinde ele alır. Ancak her iki dönem de şairin hayal süzgecinden geçip yeniden şekil alarak şiirlerine aktarılmıştır. Bu nedenle İskenderiye, Kavafis şiirlerinde, mekân olarak, kendi biçimlendirdiği şehir imgesinin dışında yer almaz. İskenderiye, şairin şiirlerinde tutku dolu aşkını ve vazgeçilemez hazzını simgeleyen bir sembol olarak hayat bulur. İskenderiye şehri, Kavafis için Yunan kültürünün, dilinin ve yaşam tarzının merkezi oluşturduğu kozmopolit bir dünyanın temel simgesidir. Bu çeşitlilik içinde yaşamayı seven şair, bu sebeple kendini Yunan olarak değil Yunana ait olarak görür. Çünkü Antik dönemdeki Atina’nın kuralcı ve sınırlı hayatına karşı, çok dilliliği ve kültürü içinde barındıran İskenderiye’nin özgür ve esnek yapısı şaire ilham kaynağı olan en önemli unsurdur. Ancak hiçbir zaman Yunan kültürünü ve dilini de reddetmez. Kavafis, Yunanlılığı üç ana gruba ayırır. İlk grup Atina, Sparta, Makedonya gibi Yunanistan topraklarında yaşayan gerçek Yunanlardır.

064

Kavafis bu kültüre sonsuz saygı duymasına rağmen, bu grubun içerisine kendisini dâhil etmez. İkinci grup Mısır, Suriye gibi antik dönemde yaşayan diaspora Yunanlarıdır. Bunlara şairin tabiri ile Yunan değil, Yunan’a ait anlamında kullanılan “Ellinikoi” denir. Kavafis bu kültürü sever ve şiirlerinde sıklıkla kullanır. Üçüncü grup ise Yunan olmaya istek duyan ya da çabalayan yabancılardır. Bu grubun üyeleri Yunanlılaşmış kişilerden oluşur. Kavafis bu üç gruba da saygı duyar ancak kendini daha çok ikinci gruba ait görür. Bu sebeple kendisini hiçbir zaman Yunan olarak tanımlamaz. Kavafis, Yunan asıllı bir İskenderiyelidir. Zaten bizzat şairin kendisi de bunu şu sözlerle ifade etmektedir: “Ben de Yunana aidim. Dikkat edin, Yunan değilim, Yunanlaştırılmış da değilim, fakat ben Yunan’a aidim” Kısacası Yunan değildir,

Yunan’a aittir. Kavafis’in eserlerinde göze çarpan bir diğer önemli husus da şiirlerinde tarih sırasının olmasıdır. Bizzat şairin kendisi de yazdığı şiirleri bir dosya içinde yakın arkadaşlarına sunduğu zaman bu şiirlerin şair tarafından belirlenen sıraya göre okunmasını isterdi. Bu tarih sırası da şairin şiirlerini yazdığı yıllara göre değil, tamamen kendisinin düzenlediği sıraya göre oluşturulurdu. Bu düzenlemede ise her zaman ilk sırayı Kent şiiri alırdı. Şair, şiirlerini yazdıktan sonra bu şiirler üzerinde felsefi bir kontrol yapar ve şiirdeki mesajla kendi felsefesinin ya da bakış açısının uyup uymadığını kontrol ederdi. Daha sonraki aşamada şiirlerinin bir üçüncü göz tarafından yeniden okunması için arkadaşlarına verirdi. Örneğin Nobel ödüllü Yunan şair Yorgos Seferis’e göre Kavafis’in şiirlerinin tamamı tek bir şiirdi. Seferis’e


YUNAN ŞAİR KAVAFİS’İN ŞİİRLERİNDE MEKÂN: İSKENDERİYE, ESRA ÖZSÜER

göre Kavafis’in şiirleri tek tek okunarak anlaşılamazdı. Ancak şairin şiirlerinin tamamı okunduğunda net bir anlam çıkabilirdi ve bu yüzden de Kavafis’in şiirleri Seferis için bir nevi “work in progress” idi. Yani Seferis’e göre Kavafis’in bütün şiirleri aslında tek bir şiirdi. Kavafis şiirlerini ticari bir unsur olarak görmediği için yaşadığı dönemde çıkan sadece tek bir şiir kitabı bulunmaktaydı. Daha sonra yazdığı şiirler derlenerek kitap haline getirilmişti. Bu makalenin temel amacı Yunan şair Kavafis’in şiirlerinde mekan olarak kullandığı İskenderiye şehrinin önemini incelemektir. İskenderiye’nin tarihi süreç içinde şairle kurduğu ilişki ve şehrin şiirlerine yansıyan görüntüsü şairin şiirlerinden örnekler ile açıklanmıştır. Türkçe çevirisi olmayan şiirlerinden alıntı yapılırken şiir dilinden ziyade anlam bütünlüğüne uyTÜRKIYAT MECMUASI, C.27/1, 2017, 225-247

gun çeviri yapılmasına dikkat edilmiştir. Asıl adı Konstantinos Petrou Kavafis olan ünlü Yunan şair 29 Nisan 1863 yılında özellikle o dönem Yunan memur ve tüccarların yerleştiği ve Helenistik geçmişin yoğun izlerini taşıyan bir kent olan Mısır’ın İskenderiye şehrinde doğmuştur. Ailesinin kökeninin İran-Ermeni sınırına dayandığı söylense de aslında 18. yy. başlarında İstanbul’un Rum Cemaatine mensup, tanınmış ve varlıklı bir ailesinden gelmektedir. İstanbul’da zengin bir tüccar olan dedesi Ioannis Kavafis çocuklarının Avrupa tahsili almasına destek vermiş aydın bir kişidir. Bu sebeple şair Kavafis’in babası Petros Ioannis İngiltere’de eğitim görmüş ve uzun yıllar İngiltere ve Paris’te yaşamıştır. Babası İstanbul’a döndüğünde, şairin İstanbul-Yeniköylü olan annesi Hariklia ile evlenmiştir. Annesi Hariklia da İstanbul’un önde gelen ailelerinden biri olan elmas tüccarı Georgios Fotiadis’in kızıdır. Anne tarafından aristokrat bir kökene sahip olan şair bu ayrıcalığı belli bir süre isim ve soyadının arasında dedesinin soyadının baş harfi olan “F” harfini kullanarak devam ettirmiştir. Bir dönem imzasını Konstantinos Fotiadis Kavafis ya da Konstantinos F. Kavafis şeklinde atmıştır. Bunu yapmasındaki temel neden sadece dedesine olan sevgi bağından ileri gelmemektedir. Bu şekilde, adım attığı topluluğa Fenerli bir ailenin üyesi olduğunu vurgulayarak belli bir saygınlık kazanmak istemektedir. Ancak bu alışkanlık geride hiçbir miras bırakmayan dedesi Fotiadis’in ölümüne kadar sürer. Edebiyatçı Timos Malanos’a göre şairin ismi ve soyadı arasında kullandığı “F” harfinin yerine babasının vaftiz ismi olan Petros’un “P” harfini kullanması onun yazdığı ilk şiirlerini de inkâr etmesine böylece fırsat vermiştir. Bu şekilde Kavafis, İstanbul Fener kökenini bir gurur kaynağı olarak görmez, aksine doğum yeri olan İskenderiye şehrini vurgulamayı tercih eder. Kavafis’in ticaret ile uğraşan babası uzun yıllar yaşadığı İngiltere’den ailesiyle birlikte 1850 yılında İskenderiye’ye taşınır ve buranın önemli tüccarlarından biri olur. Kavafis ailesi aynı zamanda İskenderiye’deki Yunan Cemaati’nin de ilk kurucularındandır. 1863 yılının nisan ayında geleceğin büyük şairi Kavafis, ailenin 9. çocuğu olarak İskenderiye’de dünyaya gelir.Kavafis’in doğumu kendisinden önce ölü dünyaya gelen ve özellikle şairin annesi için ebedi üzüntü kaynağı olan Eleni’nin tesellisidir. Aziz Eleni ve Aziz Konstantinos’un isim günlerinin aynı tarihte kutlanmasından ötürü şair Kavafis, Eleni’nin erkek karşılığı olan Konstantinos adıyla vaftiz edilir.

BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

Neyi bekliyoruz böyle toplanmış pazar yerine? Bugün barbarlar geliyormuş buraya. Neden hiç kıpırtı yok senatoda? Senatörler neden yasa yapmadan oturuyorlar? Çünkü barbarlar geliyormuş bugün. Senatörler neden yasa yapsınlar? Barbarlar geldi mi bir kez, yasaları onlar yapacaklar. Neden öyle erken kalkmış imparatorumuz, şehrin en büyük kapısında neden kurulmuş tahtına, başında tacı, törene hazır? Çünkü barbarlar geliyormuş bugün, onların başbuğunu karşılamaya çıkmış imparatorumuz. Bir de koca ferman hazırlatmış ona rütbeler, unvanlar bağışlayan. İki konsülümüzle yargıçlarımız neden böyle işlemeli, kırmızı kaftanlar giyinip gelmişler? Neden böyle yakut bilezikler, parlak, görkemli zümrüt yüzükler takınmışlar? Ellerinde neden böyle altın, gümüş kakmalı asalar var? Çünkü barbarlar geliyormuş bugün, onların gözlerini kamaştırırmış böyle takılar. Ünlü konuşmacılarımız nerde peki, neden herzamanki gibi söylev çekmiyorlar? Çünkü barbarlar geliyormuş bugün, onlar pek aldırmazlarmış güzel sözlere. Neden bu beklenmedik şaşkınlık, bu kargaşa? (Nasıl da asıldı yüzü herkesin!) Neden böyle hızla boşalıyor sokaklarla alanlar, neden herkes dalgın dönüyor evine? Çünkü hava karardı, barbarlar gelmedi. ve sınır boyundan dönen habercilere göre, barbarlar diye kimseler yokmuş artık. Peki, biz ne yapacağız şimdi barbarlar olmadan? Bir çeşit çözümdü onlar sorunlarımıza.

065


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

ANNELER ÖLÜMLERI SEVILIR B 066

KEMAL VAROL


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 09

R ERKEN, INE YAKIN BABALAR. KÜFRAN

067


BAHAR DİJİTAL DERGİ

B A H A R

https://www.facebook.com/baharbarankara

AYLIK KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT VD. SAYI 09 | 2021.01 | DİJİTAL DERGİ


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.