Bahar Dergi 10

Page 1

BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Eser: Kim Donghyun

B A H A R

BAHAR DİJİTAL DERGİ

AYLIK KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT VD. SAYI 10 | 2021.03 | DİJİTAL DERGİ


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

“BAHAR KÜLTÜR” DİJİTAL DERGİ, AYLIK KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT VD. SAYI 10 | 2021.03 SAHİBİ: BAHAR | EDİTÖR: ABDULHALIM KARAOSMANOĞLU | TASARIM: OKTAY AY KAPAK GÖRSELİ: KIM DONGHYUN | ARCHITECTURE http://byhyun.prosite.com/ ADRES: MEŞRUTIYET CAD. KONUR II SOKAK 26/4 KIZILAY [ARKA BAHÇE] 06420 ANKARA İLETİŞİM: +90 505 056 57 00 | KATKI SAĞLAMAK İÇİN: baharbar2017@gmail.com

2


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

3


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

4


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Modern Romanın Başyapıtlarından: “Körleşme” Metin Celâl Jacques Rancière: Demokrasinin Krizi Röportaj: Joseph Confavreux Savaşta Cinsel Şiddet Nilüfer Uğur Cinsellik Grevi ve Liberya İç Savaşı’nı Durdurmak Emine Dilan Yılmaz Yeşilçam’ın Fedaisi Ertürk Demirel Yabancılaştığımız Kentle Yeniden Tanışacağız Nihal Tanbay isimsiz Olcay Bağır Bir Film + Bir Şiir: Elizabeth Bishop Deniz Kahıraman Immanuel Wallerstein / Dünya Sistemi Abdulhalim Karaosmanoğlu

5


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Modern Romanın Başyapıtlarından: “Körleşme” [Metin Celâl]

6


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Elias Canetti, Kafka’nın özellikle Dönüşüm’ündeki dilden etkilenmiş, onun kadar yalın yazmaya çalışmış ama sonuçta ortaya 565 sayfalık dev bir yapıt çıkmış. “Körleşme”, modern romanın başyapıtlarından biri olarak tekrar tekrar okunmayı, hakkında konuşmayı, tartışmayı hak eden bir roman. Elias Canetti’nin başyapıtı, tek romanı “Körleşme”nin kahramanı Prof. Peter Kien, çoğu kitap tutkununun hayal ettiği biçimde 25 bin kitabı ile beraber yaşıyor. Kendine kalan miras sayesinde geçim derdi yok. Zamanını sadece kitaplarıyla geçiriyor. İstediği kitabı satın alabiliyor. Dışarıdan bakıldığında bir kitap tutkununun ideali olabilecek bu yaşam biçimi aslında kahramanının kendi kendini hapsettiği hapishanesi olmuştur. Peter Kien insanlarla ilişkisini en alt düzeye indirmiştir. Eşi, dostu yoktur. Tek akrabası olan kardeşi ile de görüşmez.

yaşça büyük ve hiçbir ortak özelliği bulunmayan bu kadınla evlenir. Therese ile evliliği Prof. Kien’in felaketi olur. Therese yavaş yavaş evde hakimiyet kurar. Küçük, karanlık hizmetçi odasından evin içine doğru yayılır. Sonunda Prof. Kien evin dörtte üçünü içindeki kitaplarla birlikte Therese’ye bırakmak zorunda kalır.

Hizmetçi evin hanımefendisi olmuştur. Therese’ye karşı tek sığınacağı şey “körlük”tür. “Körlük, zamanı ve mekânı alt etmeye yarayan bir silahtır; varlığımız tek dayanağını duyularımızla, gerek yapıları gerek kapsamları bakımından pek yetersiz olan duyularımızla kavradığımız birkaç kırıntının dışında, sonsuzluğa dek uzanıp giden bir körlükte bulur. Evrende egemen olan kuram, körlüktür. Körlük, birbirlerini görmeleri halinde beraberlikleri düşünülemeyecek nesnelerin ve Çok ünlü bir sinolog olmasına rağmen uluslararası toplantıla- yaratıkların yan yana bulunmalarına olanak tanır. Zamanın ra katılmaz, meslektaşlarıyla görüş alış verişinde bulunmaz. artık çekilmez olduğu, taşınması olanaksız bir yüke dönüştüİnsanlarla ilişki kurmamak için elinden geleni yapar. İlişki ğü noktada koparılabilmesi ancak körlüğün yardımıyla düşükurmak zorunda kalırsa da küfredip, itip kakacak kadar kaba nülebilir.” Prof. Kien, Therese’ye karşı “körleşme” yöntemini davranır. Sokağa sadece günün erken saatlerinde ilgisini çe- kullanacaktır. Bu körleşme yaşamının tüm amacı olan kitap kecek yeni kitap var mı diye kitapçı vitrinlerine göz atmak, okumasını ve yazmasını engellediği gibi Therese’yi de engelkitapların kokusunu içine çekmek amacıyla çıkar. Gününü leyemeyecektir. Tıpkı daha sonra Prof. Kien’i kapının önüne evinde kitap okuyarak, araşkoyup nefret ettiği Dünya ve kitlelerle birlikte yaşamak tırmalar, başta Çince olmak Prof. Kien’in kendini insanlardan tamamıyla zorunda bıraktığında da üzere Doğu dillerinden çeişe yaramayacaktır. “Körviriler yaparak, makaleler soyutlamış olmasının en önemli neden ve yazarak geçirir.Prof. Kien’in leşme”nin ilk bölümü “Dünsonuçlarından biri de kendinden başka hiç yaşam biçimi fildişi kulesinyasız Bir Kafa” adını taşır. kimseyi sevmemesi, insanları değersiz, küçük İkinci bölüm “Kafasız Bir deki bir aydının nasıl yaşadığını simgeler. Tamamen ve cahil görmesidir. Kadınlara düşmanlığı ve Dünya”da bu kibirli aydının yabancısı olduğu Dünyayla nefreti ise daha da üst düzeydedir. Ama günlük fildişi kulesinden çıkıp yaşakurduğu ilk iletişimde bu ma karıştığında en cahil ingereksinimlerini karşılayabilmek için bir fildişi kulenin yıkılacağını sanların bile elinde oyuncak kadının hizmetine gereksinimi vardır. tahmin etmek de zor değil. olacak kadar çaresizleştiğini Onun nasıl bir şiddetle yergörürüz. Başta kitap sevgisi olmak üzere tüm zaaflarınle bir edileceğini, bu kibirli aydının insanlarla ilişki kurunca ne hallere düşeceğini ise dan yararlanarak cebindeki paraları ele geçirmeye çalışırlar. “Körleşme”yi [Ocak 2015, Çev. Ahmet Cemal, Sel Yay.] Kien’in körleşme yoluyla kendini kapaması, olayların akışına okumadan tahmin etmek olanaksız. Prof. Kien’in kendini bırakması bir işe yaramaz, aksine sonunu hızlandırır. Cüce insanlardan tamamıyla soyutlamış olmasının en önemli ne- ve kambur Fischerle’nin oyunları bu bölüme damgasını vuden ve sonuçlarından biri de kendinden başka hiç kimseyi rur. Fischerle Kien’in neredeyse tüm servetini ele geçirmiştir sevmemesi, insanları değersiz, küçük ve cahil görmesidir. ve Amerika’da yeni bir yaşam kuracaktır. Ama yaşam ya da Kadınlara düşmanlığı ve nefreti ise daha da üst düzeydedir. romanın tanrısı Canetti onun da amacına ulaşmasına izin Ama günlük gereksinimlerini karşılayabilmek için bir kadının vermez. Yaptığı kötülüklerin cezasını hazin bir ölümle öder. hizmetine gereksinimi vardır. Therese Krumbholz sekiz yıl bo- “Kafasız Bir Dünya”nın yani sokaktaki yaşam tamamen köyunca Kien’e tam da onun istediği gibi hizmet eder, kitapların tülükle doludur. İnsanlar birbirlerine kötülük yapmak, küüzerine tek bir toz tanesi düşmesine izin vermeyecek kadar çük duruma düşürmek için ellerinden geleni yapar. Küfür titiz, kahvaltısını tam saatinde getirecek kadar dakik, tek bir ve şiddet bu yaşamın simgeleridir. Canetti adeta “Dünyasız kelime etmeyecek kadar sessiz ve gerekmediği hiçbir zaman Bir Kafa”ya karşı “Kafasız Bir Dünya”nın önerilemeyeceğini ortada gözükmeyen bir hizmetçi. Therese aslında “cahil, örneklemiştir. Bölümün sonunda Kien yarı deli bir durumda açgözlü ve bencil”dir. Prof. Kien’i sürekli izler, gizlerini çöz- kapıcısına sığınır. Son bölüm “Kafadaki Dünya”da Prof. Peter meye çalışır. Artık orta yaşı geçmiş olan Therese’nin amacı Kien’in Paris’te yaşayan kardeşi ruh doktoru Georges Kien geleceğini güvence altına almaktır. Geleceğini güvence altına olaylara el koyar. Georges Kien ağabeyinin tamamen tersi bir almasını sağlayacak fırsatı da bir yanlış anlama sayesinde yapıdadır. Sosyaldir, sürekli insanlara yardımcı olmaya çalışır yakalar. Prof. Kien’in en büyük endişesi kendisinden sonra ve başta kadınlar olmak üzere insanları sever, sevilir. Georkitaplarının başına bir şey geleceği, kütüphanesinin dağılıp ges Kien, Viyana’ya gelir gelmez ağabeyinin nasıl bir duruma yok olacağıdır. Hizmetçisi Therese’nin kitaplarına tam da iste- düşürüldüğünü anlar. [...] Elias Canetti’nin “Körleşme” modiği ilgiyi gösterdiği yanılsamasına kapılır. Gelecekte kitapla- dern romanın başyapıtlarından biri olarak tekrar okunmayı, rını koruyacak kişinin Therese olduğuna inanarak kendinden hakkında konuşmayı, tartışmayı hak eden bir roman. ■

7


Eser: Knysh Ksenya

BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

8


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Her uyanış, Bir unutuştu Neyi nasıl nereye bağlayacağımı bilmeden anne ile çocuk arasındaki göbek bağına düğümlüyorum kelimelerimi... Belki hiçliğine, yokluğu severcesine...

[Deniz Gezgin]

9


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Jacques Rancière: Demokrasinin Krizi Röportaj: Joseph Confavreux Çeviri: Abdulhalim Karaosmanoğlu Bu söyleşinin orijinal hali 2 Aralık 2019’da Mediapart Gazetesi’nde yayımlanmış, David Fernbach tarafından 24 Şubat 2020 tarihinde Verso Books için İngilizce diline çevrilmiştir.

Jacques Rancière [d. 1940] Fransız düşünür Paris-VIII [St. Denis] Üniversitesi’nden felsefe profesörü iken emekli olmuştur. 1960’larda Marksist düşünür Louis Althusser ile beraber yazdığı Kapital’i Okumak ile ünlenmiştir.

10


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

11


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Popülizm, politik bir biçimin adı değil, bir yorumun adıdır. Bu kelimenin kullanımı, tüm dünyada bulunabilen devlet iktidarını güçlendirme ve kişiselleştirme biçimlerinin, tüm yoksul sınıflar olarak anlaşılan insanlardan gelen bir arzunun ifadesi olduğunu düşündürmektedir.

12


Eser: Felipe Bedoya

BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Mevcut demokrasi krizinin kökleri nelerdir? Çağdaş isyanların eşzamanlılığını nasıl anlamalıyız? Jacques Rancière, Demokrasi Nefreti kitabının yayınlanmasından on beş yıl sonra, kendi konularına geri dönüyor. Demokrasi Nefreti’nizin 2005’te Verso tarafından yayımlanmasından on beş yıl sonra, o zamanlar tarif ettiğiniz ideolojik mutasyona ne oldu? Jacques Rancière: O zamanlar analiz ettiğim ‘cumhuriyetçi’ entelektüel söylemin temaları, özellikle cumhuriyetçi ve seküler ideallerin savunması olarak geleneksel ırkçı argümanların geri dönüştürülmesine ilgi gösteren aşırı sağın güncellenmesini tetikleyerek geniş çapta yayıldı. Ayrıca, belirli giyim biçimlerini yasaklayan ve her birimizden devletin teftişine çıplak bir şekilde bakmamızı talep etme gibi özgürlükleri kısıtlayan bir dizi önlem için gerekçe olarak hizmet ettiler. Bu temaların hem etki alanını genişlettiği hem de egemen güçlere itaatlerini daha net gösterdiği söylenebilir. Demokrasiye yönelik entelektüel nefret, her türden eşitsizliğin baş döndürücü gelişiminde ve bireyler üzerindeki polis gücünün artmasında basitçe ideolojik bir eşlikçi olarak giderek daha fazla ortaya çıktı. Aşağılayıcı kullanımıyla ‘popülizm’ terimi, demokratik medeniyeti gerçekten engellerken, demokratik hükümeti savunduğunu iddia eden bu demokrasi nefretinin ana yüzünü şimdi mi oluşturuyor? Jacques Rancière: Popülizm, politik bir biçimin adı değil, bir yorumun adıdır. Bu kelimenin kullanımı, tüm dünyada bulunabilen devlet iktidarını güçlendirme ve kişiselleştirme biçimlerinin, tüm yoksul sınıflar olarak anlaşılan insanlardan gelen bir arzunun ifadesi olduğunu düşündürmektedir. Devletlerimiz giderek daha otoriter hale geliyorsa ve toplumlarımız giderek eşitsizleşiyorsa, bunun nedeni elbette en cahil olan ve ilkel liderler isteyen en yoksulların baskısıdır. Trump, Salvini, Bolsonaro, Kaczyoski, Orbán ve benzerleri, elitlere

karşı isyan eden acı çeken bir halkın yayılmasıydı. Aslında bu liderler, ekonomik oligarşinin, politik sınıfın, muhafazakar sosyal güçlerin ve otoriter kurumların [ordu, polis, kiliseler] doğrudan ifadesidirler. Kuşkusuz, bu oligarşi aynı zamanda toplumumuzun aşağı kıldığı çeşitli üstünlük biçimlerine de dayanmaktadır [işçiler-işsizler, beyazlar-renkliler, erkekler-kadınlar, derin vilayet sakinleri-metropollerin hafif ruhları, “normal” insanlar-anormaller vb.]. Ancak bu, işleri tersine çevirmek için bir neden değildir: Şu anda dünyaya hakim olan otoriter, yozlaşmış ve suçlu güçler bunu her şeyden önce, yoksulların değil, zenginlerin ve kayda değerlerin desteğiyle yapıyorlar. Mevcut demokratik kurumların kırılganlığını ve demokrasilerin sonunu ya da ölümünü ilan eden birçok kitap hakkındaki birçok kişinin ifade ettiği endişeler hakkında ne düşünüyorsunuz? Jacques Rancière: Felaket yanlısı literatürü çok fazla okumuyorum ve Spinoza’nın peygamberlerin felaketleri önceden tahmin etmede daha iyi durumda oldukları yönündeki görüşünü seviyorum çünkü onlardan kendileri sorumluydu. Bizi “demokratik kurumların kırılganlığı” konusunda uyaranlar, kasıtlı olarak demokratik fikri zayıflatan kafa karışıklığına katkıda bulunuyorlar. Kurumlarımız demokratik değil. Temsilcidirler, bu nedenle oligarşiktirler. Yöneticilerimiz ve onların ideolojileri her şeyi karıştırmaya çalışsa bile, klasik siyasi teori bu konuda açıktır. Temsili kurumlar tanımı gereği istikrarsızdır. Endüstriyel kapitalizm günlerinde parlamenter rejimlerde olduğu gibi, demokratik güçlerin eylemi için biraz alan bırakabilirler veya monarşik bir sisteme yönelebilirler. İkincisinin bugün baskın eğilim olduğu açıktır. Fransa’da Beşinci Cumhuriyet’in kurumları bireyin hizmetine sunulmak için tasarlandı ve parlamenter yaşam tamamen ulusal ve uluslararası kapitalizmin gücüne tabi bir devlet aygıtına entegre edildi, elbette ki seçim güçlerinin gelişimini teşvik etmek için hazırlandı. Amaçlanan ‘gerçek’ insanların ‘gerçek’ temsilcilerinin olmasıydı. O halde ‘demokrasileri-

13


Eser: Felipe Bedoya

BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

mize’ yönelik tehditlerden bahsetmenin çok özel bir anlamı vardır: Temsili sistemin istikrarsızlığından demokratik fikri suçlamak, bu sistem tehdit ediliyorsa, bunun çok demokratik olmasından kaynaklandığını söylemek anlamına gelir. Tüm bu literatür, nihayetinde, “berrak” solun, “liberal olmayan demokrasi” adayına karşı “makul” demokrasinin tek siperi olan finansal oligarşinin adayının arkasında olduğu başkanlık seçiminin ikinci turunun sahnelenen komedisini desteklemektedir. Modern kitle toplumunda bireylerin sınırsız arzularına yönelik eleştiriler artmıştır. Bunun nedeni nedir? Bu eleştirilerin siyasi yelpazenin her yerinde bulunabileceğini nasıl açıklıyorsunuz? Jacques Rancière: Sağ ve sol versiyonları aşağı yukarı aynı şekilde besleyen değişmez bir sert çekirdek vardır. Bu sert çekirdek ilk olarak, yoksulların tüketim kapasitelerinin ve iştahlarının tehlikeli bir şekilde geliştiği ve sosyal düzeni ciddi şekilde tehdit ettiği bir toplumun tehlikelerine karşı uyarıda bulunan on dokuzuncu yüzyıl muhafazakar politikacıları ve gerici ideologları tarafından oluşturuldu. Bu, gerici söylemin en büyük numarasıdır: Var olduğu fikrini empoze etmek için bir fenomenin etkilerine karşı uyarmak: Kısacası fakirlerin

Elbette onları belirleyen devletler olduğunu biliyoruz, aynı zamanda onlar dünyaya hakim olan yatırım bankalarının çoğunlukla eski veya gelecekteki temsilcileri.

çok zengin olduğu… Bu sert çekirdek, son zamanlarda sözde cumhuriyetçi ideoloji tarafından “solda” yeniden geliştirildi, tüm umutlarını koydukları ama şimdi çözülmekte olan işçi sınıfına karşı kin besleyen entelektüeller tarafından şekillendirildi. En büyük deha darbesi, finansal sermayenin emrettiği kolektif emek biçimlerinin yok edilmesini, toplumlarımızın tam kalbinden kaynaklanan ve çalışma ve yaşam biçimleri yıkılanların taşıdığı “demokratik kitle bireyciliğinin” ifadesi olarak yorumlamaktı. O andan itibaren, kapitalist tahakkümün emrettiği tüm yaşam biçimleri, kişinin ruh haline bağlı olarak iki eşanlamlı verilebilecek tek bir kötülüğün - bireyciliğin - etkileri olarak yeniden yorumlanabilir: Buna ‘demokrasi’ diyebilir ve tahribata karşı kampanya yapabilirsiniz. Eşitlikçiliğe ise “liberalizm” diyebilir ve “sermayenin” elini kınayabilirsiniz. Ama aynı zamanda iki şeyi de eşdeğer yapabilir ve kapitalizmi, yoksulların tüketici iştahının serbest bırakılmasıyla özdeşleştirebilirsiniz. Bu, bizi yöneten mutlaklaştırılmış - ve dahası tamamen otoriter - kapitalizme ‘liberalizm’ adını vermenin avantajıdır: Bir tahakküm sisteminin etkileri, bireylerin yaşam biçimleriyle özdeşleştirilir. Böylelikle en gerici dini güçlerle el ele verip toplumlarımızın durumunu tıbbi yardımlı üreme ve eşcinsel evlilikte somutlaşan ahlaki özgürlüklere atfetmek veya küçük-burjuva bireyselliğini sorumlu tutmak için saf ve sağlam bir devrimci ideal kullanmak mümkündür. Böylelikle kolektif eylem biçimlerinin ve işçilerin ideallerinin yok edilmesi sağlanmış olur. Yasaları ve kurumları genellikle egemen sınıfların iktidarının uygulandığı görünümler olan demokratik bir cephenin suçlanmasının ve herhangi bir eşitlik fikrinden kopan temsili demokrasilere karşı hayal kırıklığının olduğu bir durumda ne yapılabilir? Eşitsizliği, hiyerarşileri ve otoriterliği daha da artıran Bolsonaro veya Trump gibi karakterlere yol açtığı aşikar. Jacques Rancière: Her şeyden önce ihtiyaç duyulan şey, hem egemen düzene hem de onun sözde eleştirmenlerinin tembelliğine hizmet eden geleneksel kafa karışıklıklarını ortadan kaldırmaktır. Özellikle, Marx’tan miras alınan ve “burju-

14


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

İlk görev, demokrasi ve temsil arasındaki kafa karışıklığından ve ondan türetilen ‘temsili demokrasi’, ‘popülizm’, ‘liberal olmayan demokrasi’ gibi tüm kafa karıştırıcı kavramlardan kaçmaktır.

va” demokrasisinin görünüşünü ifşa etmek adına, demokrasinin temsili sistemle özdeşleşmesini doğrulayan bu doktrine bir son vermeliyiz. Egemen sınıfların iktidarının gerçekliği, demokratik bir cephe maskesi altında uygulanamaz. Temsilci kurumlarımız bu gücün doğrudan araçlarıdır. Brüksel Komisyonu’nun durumu ve bunun Avrupa ‘Anayasası’ndaki yeri, meseleleri açıklığa kavuşturmak için yeterli olmalıdır. Bu, temsil mefhumunun herhangi bir halk oyu fikrinden tamamen ayrıldığı bir uluslarüstü temsili kurumun tanımıdır. Antlaşma, bu temsilcilerin kimler tarafından seçilmesi gerektiğini bile söylemiyor. Elbette onları belirleyen devletler olduğunu biliyoruz, aynı zamanda onlar dünyaya hakim olan yatırım bankalarının çoğunlukla eski veya gelecekteki temsilcileri. Brüksel kurumlarını çevreleyen şirket genel merkezi halkasına yüzeysel bir bakış, temsili kurumların arkasına gizlenmiş bir ekonomik egemenlik göstermeye çalışanların sanatını oldukça gereksiz kılıyor. Bir kez daha, Trump, Amerikan derin devletinin kayıp halkının bir temsilcisi olarak yanlış anlaşıldı. Bolsonaro ise, doğrudan finans topluluğunun temsilcileri tarafından tahta çıkarıldı. İlk görev, demokrasi ve temsil arasındaki kafa karışıklığından ve ondan türetilen ‘temsili demokrasi’, ‘popülizm’, ‘liberal olmayan demokrasi’ gibi tüm kafa karıştırıcı kavramlardan kaçmaktır. Demokratik kurumların, demokrasiye karşı korunması gerekmez. Yaratılmaları veya yeniden yaratılmaları gerekir. Ve mevcut durumda, sadece hükümet kurumlarından özerk, karşı-kurumlar olarak yaratılabilecekleri açıktır. Son dönemin küresel yangınlarını nasıl görüyorsunuz? Birkaç kıtada meydana gelen farklı isyanların ortak nedenlerini ve saiklerini belirleyebilir miyiz? Gerçek bir demokrasi talep eden meydan hareketleriyle karşılaştırıldığında, bu isyanlar daha çok sosyo-ekonomik motivasyonlara dayanıyor. Gezegenin durumu hakkında yeni bir şey söylüyor mu? Jacques Rancière: Hong Kong göstericilerinin demokratik talebi, böyle bir gelişmenin yalanını veriyor. Her halükarda, sosyo-ekonomik güdüler [sağlam ama önemsiz kabul edilir] ile gerçek demokrasi özlemleri [daha asil ama geçici]

15


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Rutinleştirme kelimesini gerçekten sevmiyorum. Bugünlerde Tahran, Hong Kong veya Cakarta’da sokaklara çıkmak gerçekten rutin değil. Yalnızca, nüfusun giderek yoksullaşan, küçümsenen ve baskı altına alınan kesimleri pahasına ayrıcalıklılarını ve kârlarını güvence altına almaya çalışan farklı ancak yakınsak hükümet sistemlerine karşı protesto biçimlerinin benzer olma eğiliminde olduğu söylenebilir.

16


Eser: Felipe Bedoya

BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

arasındaki geleneksel karşıtlıktan uzaklaşmalıyız. Mali iktidar ve devlet iktidarı tarafından uygulanan tek bir egemenlik sistemi vardır. Ve “meydan” hareketleri, güçlerini tam olarak sınırlı talepler ile sınırsız demokratik onaylama arasında ayrım yapmayı reddetmekten aldılar. Bir hareketin demokrasi talebiyle başlaması nadirdir. Genellikle küresel bir tahakküm sisteminin belirli bir yönüne veya etkisine [seçim hilesi, polis şiddeti mağdurunun intiharı, iş kanunu, ulaşım veya yakıt fiyatlarında artış, hatta imha edilecek bir proje] karşı şikayetle başlarlar. Sokaklarda ve işgal edilmiş meydanlarda kolektif protesto geliştiğinde, bu sadece tartışmalı güce yönelik bir demokrasi talebi değil, etkin bir şekilde uygulanan demokrasinin bir onaylaması haline gelir. Söylediği şey temelde iki şeydir: Birincisi, siyaset gittikçe artan bir şekilde dünyalar çatışması biçimini alıyor - eşitlikçi eylemle inşa edilmiş bir dünyaya karşı eşitsiz hukukla yönetilen bir dünya - Ekonomi ile siyaset arasındaki ayrım kaybolma eğilimindedir. kincisi, bir zamanlar demokrasi ve eşitlikle ilgilenen parti ve kuruluşlar, artık yalnızca olaydan doğan kolektif güçler tarafından işgal edilen bu zeminde tüm inisiyatif ve eylem kapasitesini yitirmişlerdir. Kitleler her zaman organizasyondan yoksun oldular. Peki ünlü kuruluşlar ne yapıyor? Küresel ölçekte belirli bir rutin ayaklanma biçimi önemli bir karşı hareketi temsil ediyor mu? Jacques Rancière: Rutinleştirme kelimesini gerçekten sevmiyorum. Bugünlerde Tahran, Hong Kong veya Cakarta’da sokaklara çıkmak gerçekten rutin değil. Yalnızca, nüfusun giderek yoksullaşan, küçümsenen ve baskı altına alınan kesimleri pahasına ayrıcalıklılarını ve kârlarını güvence altına almaya çalışan farklı ancak yakınsak hükümet sistemlerine karşı protesto biçimlerinin benzer olma eğiliminde olduğu söylenebilir. Ayrıca, özellikle Şili veya Hong Kong’da, yakın geleceğini bilmediğimiz, ancak geri alınamaz bir düzen ile karşı karşıya kaldığımızda basit umutsuzluk tepkilerinden oldukça farklı bir şeye işaret eden başarılara ulaştıklarını da

17


Eser: Felipe Bedoya

BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

görebiliriz. On beş yıl önce, ekolojik felaket ihtimali daha az önemliydi. Yeni ekolojik soru, bazı insanların gezegenin korunmasının müzakereci bir çerçevede başarılamayacağını iddia etmesi anlamında demokratik soruyu dönüştürüyor mu? Jacques Rancière: Hükümetlerimiz bir süredir, dünyanın meselelerinin sıradan sakinlerine emanet edilmesini önleyen ve kriz yönetimi uzmanlarının, yani finans ve finans sektörünün bakımına bırakılmasını gerektiren bir kriz mazereti altında faaliyet gösteriyorlar. Bunlardan sorumlu veya suç ortağı olanlar da yine devlet yetkileri. Ekolojik felaket ihtimalinin onların argümanlarını desteklediği açıktır.

Bu ortak gücü zaman içinde sürdürmenin çok zor olduğu doğrudur. Bu, farklı bir zaman, özerk projeler ve eylemlerden oluşan ve artık devlet aygıtının gündemi ile noktalanmayan bir zaman yaratmayı gerektirir.

Ancak, devletlerimizin küresel meseleleri ele alabilecek tek merci olma iddiasının, bu meydan okumayla orantılı olarak bireysel ve toplu olarak karar alamamaları ile çeliştiği de açıktır. Bu nedenle küreselci iddia, bize ya bunun bizim için çok karmaşık bir siyasi mesele olduğunu ya da geleneksel siyasi eylemi geçersiz kılan bir mesele olduğunu söylemeye hizmet ediyor. Bu şekilde anlaşıldığında iklim sorunu, siyaseti polisliğe çekme eğilimine hizmet ediyor. Öte yandan, mesele

18

her birimizi ilgilendirdiği için, onunla ilgilenmenin de her bir kişinin gücünde olduğunu söyleyenler var. Bir kişinin sahip olduğu bir güç iddiasıyla, belirli bir somut hedefin peşinde koşması çok özel bir durum olarak ele alınır. Bir havalimanı projesini iptal etmek elbette küresel ısınma sorununu çözmez. Ancak her halükarda, ekolojik sorunları, etkili eşitlikçi gücün kullanılması olarak anlaşılan demokratik sorundan ayırmanın imkansız olduğunu göstermektedir.[…] Siyasetin toplumların yaşamının kurucu ve kalıcı bir parçası olmadığını söylüyorum, çünkü politika sadece devlet iktidarı ile ilgili değil, aynı zamanda her bireyin gücünün fikri ve uygulamasıyla ilgilidir. Bu özgül iktidar, yalnızca iktidarı kullanmanın normal biçimlerine ilaveten ve karşıt olarak mevcuttur. Bu, siyasetin yalnızca olağanüstü toplu kutlama anlarında var olduğu, bu arada hiçbir şey yapılamayacağı ve hiçbir organizasyon veya kuruma ihtiyaç olmadığı anlamına gelmez. Kuruluşlar ve kurumlar her zaman olmuştur ve olacaktır. Mesele, neyi örgütledikleri ve neyi kurguladıkları, uyguladıkları güç, eşitliğin gücü veya eşitsizliğin gücüdür. Eşitlikçi örgütler ve kurumlar, bu gücü herkes için ortak geliştirenlerdir, ki bu da aslında nadiren saf halde kendini gösterir. Toplumlarımızın mevcut durumunda, devlet iktidarı için bir sıçrama tahtasından başka bir şey olmayan temsili bir sistemle ilgili olarak ancak karşı kurumlar ve özerk kuruluşlarla var olabileceği açıktır. Son yirmi yılda, dünyanın hemen hemen her yerinde, finansal güç ve devlet iktidarının ilerlemelerine karşı tek seferberliğin, çok daha somut göstermiş olsalar da, ‘kendiliğinden’ olarak nitelendirilen hareketler tarafından yapıldığını görmek kolaydır. Her ne kadar tanınmış sol ‘örgütlere’ çok daha fazla somut örgütsel kapasite göstermiş olsalar da yine de, onlarda rol oynayanların çoğunun zaten sahadaki mücadele pratikleriyle oluşturulmuş aktivistler olduğunu unutmamalıyız. Bu ortak gücü zaman içinde sürdürmenin çok zor olduğu doğrudur. Bu, farklı bir zaman, özerk projeler ve eylemlerden oluşan ve artık devlet aygıtının gündemi ile noktalanmayan bir zaman yaratmayı gerektirir. Ama biz sadece var olanı geliştirebiliriz. Mümkün olanın kapsamını ne kadar az ve kısaca olursa olsun, sadece gerçekten değişen eylemler üzerine inşa edebiliriz. ■


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Her ne kadar tanınmış sol ‘örgütlere’ çok daha fazla somut örgütsel kapasite göstermiş olsalar da yine de, onlarda rol oynayanların çoğunun zaten sahadaki mücadele pratikleriyle oluşturulmuş aktivistler olduğunu unutmamalıyız. Bu ortak gücü zaman içinde sürdürmenin çok zor olduğu doğrudur. Bu, farklı bir zaman, özerk projeler ve eylemlerden oluşan ve artık devlet aygıtının gündemi ile noktalanmayan bir zaman yaratmayı gerektirir. Ama biz sadece var olanı geliştirebiliriz.

19


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Savaşta Cinsel Şiddet Nilüfer Uğur

tniluferugur@gmail.com

20


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

21


Eser: Knysh Ksenya

BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

22


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Tecavüzü kabul etmenin utanç ve onursuzluk olarak görüldüğü ve bu sebeple birçok kurbanın sessiz kaldığı göz önüne alındığında, işlenen cinsel suçların tahminlerden de fazla olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.

Cinsiyete dayalı şiddet, yalnızca savaş zamanlarında ortaya çıkan bir suç ya da işkence türü değil, kökleri barış zamanında yerleşmiş olan ve bulunduğu toplumun özellikleri ile bağlaşık bir şekilde ortaya çıkan şiddet eylemleridir. Bir başka deyişle, barış zamanında mevcut olan gündelik hiyerarşi ve saldırganlık modelleri, savaş zamanı eylemleri ile paralellik göstermektedir. Çatışmalarda özellikle kadınlara yönelik gerçekleştirilen cinsel şiddet eylemlerinin bir silah gibi toplumsal düzeni manipüle etme amaçlı kullanılmasının sebepleri toplumun barış içindeki sosyokültürel dinamikleri, beden, cinsellik ve onur metaforları ile doğrudan bağlantılıdır. Dolayısıyla, eğer bir toplum barış zamanında herhangi bir tecavüz metaforuna sahipse, bu oluşabilecek bir savaş durumunda gerçek tecavüz eylemlerine dönüşebilmektedir. Nitekim, Maria B. Olujic’in “Hırvatistan ve Bosna-Hersek’te Barış ve Savaş Zamanlarında Cinsiyete Dayalı Şiddet” makalesinde kaleme aldığı gibi Güneydoğu Avrupa kültüründeki şiddet, namus, utanç ve cinsellik gibi kavramlar kadın bedenini temel alarak şekillenmeseydi eski Yugoslavya’daki savaş tecavüzleri bu kadar etkili bir işkence yöntemi ve terör silahı olmayacaktı.Bosna Hersek’te yaşanan soykırımın öncesine baktığımızda, kadınların sürekli erkekler tarafından kontrol edilmesinin erkek egemenliğine meşruiyet kazandırdığı görülmektedir. Kadın onurunun ve cinselliğinin ancak erkekler tarafından korunabildiği düşüncesi üzerinde varlığını sürdüren bu meşruiyet, Güneydoğu Avrupa’daki Slav halklarını etkileyen toplumsal cinsiyet güç ilişkilerinde bulunmaktadır. Bu güç ilişkilerinde etkili olan ataerkil sistemin temel noktası; çiftlik hayvanları ve toprak gibi tüm mülklerin baba soyu tarafından kontrol edildiği “zadruga” adı verilen kurumsal ve geniş bir aile yapısına dayanmaktadır. Zadruga geleneğinde, kadınlar yalnızca kocaları ile değil onların aileleriyle de evlenirler. Bunun yanı sıra, kadınlar erkek egemen katı hiyerarşisi çerçevesinde ve koca-aile-köy ekseninde yalnızca cinsel nesneler, anneler ve işçiler olarak değer görürler. Bunların sonucunda ise kadınlar hem temel sosyal birimlerin dışında itilirler hem de bireysel olarak belirleyebilecekleri bir mevcudiyete

sahip olamazlar. Toplumsal cinsiyet güç ilişkilerinde kadın bedenine yönelik namus ve utanç ikilemi ahlakın temelinde yer almaktadır. Kadınların bekareti, iffeti, evlilik erdemi ve özellikle doğurganlığı oldukça önemli ve korunması gereken özellikleri olarak de-ğerlendirilmektedir. Kadınların yalnızca cinsellikleri ve doğurganlıkları ile bağdaştırılması ise beraberinde bazı ritüeller doğurmuştur. Örneğin, tecavüz sembolik ve tarihsel olarak Güneydoğu Avrupa’daki bazı evliliklerin bir parçası haline gelmiştir. Genellikle kadının ve ailesinin rızası olmadan “tecavüz oyunu” şeklinde gerçekleştirilen bu ritüel, bir erkeğin bir kadını kaçırıp üzerindeki hakkını cinsel bir şekilde ifade etmesi ile ortaya çıkmaktadır. Bunun yanı sıra, kadının ancak bir erkek tarafın-dan korunabileceği düşüncesi ve kadın cinselliğine olan güvensizlik sonucunda bekaretin kanıtlanmasını içeren bir başka ritüel ortaya çıkmıştır. Bu “kanıt” ritüeli ise düğün gecesinden sonra kanlı bir çarşafın evin balkonuna asılarak alenen halka sergilenmesi ve kadının cinselliğinin herkesin şahitliğine sunulması ile gerçekleştirmektedir. Verilen örneklerle beraber bölgedeki yerleşik kültürün kadınların iffeti-ne, tekeşliliğine ve doğurganlığına karşı oluşturduğu tutum göz önüne alındığında, kadınların Hırvatistan ve Bosna Hersek’teki savaşlarda neden kritik hedefler olduk-ları sorusunun cevabına çok daha rahat bir şekilde ulaşılabilir. Eski Yugoslavya’daki savaşta tecavüz ve cinsel işkenceye maruz kalan kurbanların gerçek sayısı hala tam olarak bilinmemektedir. Tecavüzü kabul etmenin utanç ve onursuzluk olarak görüldüğü ve bu sebeple birçok kurbanın sessiz kaldığı göz önüne alındığında, işlenen cinsel suçların tahminlerden de fazla olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. Bosna Hersek hükümeti tarafından Eylül 1992’de açıklanan rakamlara göre, yaklaşık bir buçuk milyon nüfusun yüzde 15’i toplama kamplarına hapsedildi. Tecavüz kampları olarak da adlandırılan bu kamplarda her cinsiyetten bireye tecavüz ve cinsel sakatlama gibi yöntemlerle fiziksel işkenceler yapıl-

23


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Toplumun namus kompleksinin baz alındığı ve kadınların bedenleri ile üreme kabiliyetlerinin kullanıldığı bu eylemler sonucunda başka bir etnik gruba mensup olan erkeğin çocuğunun doğması ve büyütülmeye zorlanması ile “kurban” konumundaki etnik soyun kalıcı olarak istila edilmesi sağlanıyordu.

24


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

dı. Erkekler, kadın ve erkek akrabalarının defalarca tecavüze uğramasını izlemek zorunda bırakıldı. Kamplardaki kadın kurbanların çoğu öldürüldü ya da toplu tecavüz sonucunda oluşan kanamalar ya da utanç intiharları sonucunda hayatlarını kaybettiler. Bu kamplardaki savaş tecavüzleri, stratejik bir amaca hizmet eden kasıtlı istismar modelinin bir parçası olarak etnik nüfusa karşı bir soykırım aracı olarak kullanıldı ve sonucunda bir “etnik temizlik” politikası haline geldi. Bir erkek askere göre, tecavüzler askerler tarafından keyfi ya da verilen emirler doğrultusunda ger-çekleştirilmiş olsa da, önceden planlanmış tecavüz kampları olmasaydı tecavüz vakalarının sayısı bu noktaya ulaşmazdı. Örneğin, Sırp askerlerinin işlediği cinsel suçlar sistematikti. İsteksiz Sırp askerleri bazen üstler tarafından kadınlara tecavüz etmeye veya yapılan tecavüz eylemlerine yardım etmeye zorlanırlardı. Bir Sırp askerine göre, komutanları kendilerine Müslüman kadınlara tecavüz edip öldürme talimatı vermişti çünkü bu savaşçıların moralini yükseltmek için iyi bir yöntemdi. Fakat, sistematikleşen tecavüzün asıl amacı kadınları etnik kimliklerinden “temizlemek” ve erkek akrabalarını aşağılamaktı. Bu noktada, etnik temizlik amacı ile gerçekleştirilen cinsel şiddet eylemleri, erkek mahkûmlara uygulan bir işkence türü olarak da ortaya çıkmaktaydı. Özellikle kardeşlerin ya da babalar ile oğulların birlikte maruz kaldıkları cinsel şiddet; genellikle zorla cinsel ilişki ya da tecavüz olarak gerçekleştiriliyordu. Erkeklerin eşcinsellikle “suçlandıkları”, cinsel kimliklerini sorgulamaya itildikleri ve baş etmekte zorlandıkları travmalar ile sonuçlanan bu cinsel şiddet eylemleri, Yugoslav kültürünün erkeklik dinamiklerini temel alması bakımından rakip etnik nüfusu zayıflatma amacını güden etkili bir silah olarak kullanıldı. Bir başka örnek olarak, Sırp askerlerin kadınları bilinçli bir şekilde hamile bırakması ve kürtaj yapamayacak şekilde hapsetmeleri de sistematik cinsel şiddetin ve etnik temizliğin bir başka türü olarak gerçekleştirilmekteydi. Toplumun namus kompleksinin baz alındığı ve kadınların bedenleri ile üreme kabiliyetlerinin kullanıldığı bu eylemler sonucunda başka bir etnik gruba mensup olan erkeğin çocuğunun doğması ve büyütülmeye zorlanması ile “kurban” konumundaki etnik soyun kalıcı olarak istila edilmesi sağlanıyordu. Böylece, tek tek bireyler üzerinde gerçekleştirilen tecavüz eylemleri daha büyük toprak işgallerinin mikro kozmosları şeklini alıyordu. Bir başka deyişle, sistematik bir şekilde gerçekleştirilen soykırım tecavüzleri ile bireysel bedenler sosyal bedenlere dönüşüyor ve bu şekilde etnik temizlik gerçekleştiriliyordu. Sonuç olarak, tecavüzün bir sapma olmaktan ziyade bir savaş silahı olarak kullanılması, doğrudan Güneydoğu Avrupa’daki cinsellik ve namus kavramları ile ilgilidir. Dolayısıyla, barış zamanlarında mevcut olan toplumsal cinsiyet temelli güç ilişkileri anlaşılmadan savaş zamanı davranışların çözümlenmesi mümkün değildir. Nitekim, bu güç ilişkilerindeki onur ve utanç kavramlarına bağlaşık bir şekilde ortaya çıkan cinsellik ideolojileri; Hırvatlar, Müslümanlar ve Sırplar tarafından paylaşılması sonucunda bölgedeki çatışmalarda savaş tecavüzleri bu kadar etkili bir silah ve terör eylemleri haline gelmiştir. ■

25


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Cinsellik Grevi ve Liberya İç Savaşı’nı Durdurmak Emine Dilan Yılmaz

26


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

27


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Son dönemlerde, özellikle son on yılda, kadınların barışı sağlama ve devam ettirme süreçlerinde daha aktif bir rol almaya başladıklarını gözlemlemekteyiz. Bu bağlamda Birleşmiş Milletler başta olmak üzere pek çok uluslararası kurum, kadınları politik karar alma ve barışı sağlama süreçlerine daha aktif bir biçimde dahil etmeye yönelik çalışmalar yürütmektedir. Ayrıca ulusal düzeyde de pek çok kadın kuruluşu, savaşı durdurma, barışı sağlama ve koruma sürecine yönelik faaliyetler gerçekleştirmektedir. Bu kapsamda, İkinci Liberya İç Savaşı’nı durdurmak için kadınların girişimiyle başlatılan ve başarılı bir şekilde sonuçlanan barışı sağlama faaliyetlerini inceleyeceğim. Barış hareketi, 2003 yılında, Liberyalı kadınlar tarafından “Liberya Kadınları Barış İçin Toplu Eylem Planı” ismiyle başlatılmıştır. [Alaga, Background brief: Women’s ingenuity in the peace process in Liberia, 2011] Eylem Planı, Leymah Gbowee tarafından örgütlenmiştir. Gbowee, Barış İnşaası Ağı’na [the Women in Peacebuilding Network – WIPNET] katılmış ve kısa süre içerisinde burada lider olmuştur. Eylem Planı, WIPNET liderliğinde faaliyetlerini gerçekleştirmiştir. [McKenna, 2021] Bu barış hareketini, diğer barış hareketlerinden ayırt edici kılan ise, cinsellik grevinin, kadınlar tarafından savaşı durdurmak için bir strateji olarak kullanılmış olmasıdır. Eylem, Hristiyan kadınların örgütlenmesi ile başlamış, daha sonraki süreçte eyleme Müslüman kadınlar da dahil olmuşlardır. Eylem, şiddetsiz bir şekilde, barışçıl protestolar şeklinde sürdürülmüştür. [How to Women of Liberia Fought for Peace and Won] Liberya Kadınları Barış İçin Toplu Eylemi, Liberya Cumhurbaşkanı Charles Taylor ile görüşmeyi talep etmiş ve toplantının ardından Charles Taylor, çatışan grupların liderleriyle gerçekleştirilecek olan barış görüşmelerine katılmayı kabul etmiştir. [Kuwonu, 2018] Liberya kadınlarından oluşan bir delegasyon da barışı sağlama amacı ile, savaşan gruplara baskı uygulamak için Gana’ya gitmiştir. Gana’daki barış görüşmeleri haftalarca sürdükten sonra, Haziran 2003’te kadınlar toplantı odasının etrafında bir barikat oluşturmuş, barış için uzlaşma sağlanana kadar müzakerecilerin odadan çıkmasına izin vermemiş, müzakereciler odadan çıkmaya çalıştıklarında ise, onları kendi kıyafetlerini çıkarmak ile tehdit etmişlerdir. Batı Afrika toplumunda, kadınların kıyafetlerini çıkarması, bir protesto eylemidir. [Morales, 2013] Liberyalı kadınlar, yürüttükleri barış hareketinin sonucunda, Liberya hükümetine karşı siyasi bir güç haline gelmiş oldular. Liberyalı kadınların yürüttüğü barış hareketi sayesinde, 14 yıldır süren iç savaşa son verilmiş ve bu kapsamda barış sağlanmış oldu. [Liberian women act to end civil war, 2003] Barışın sağlanmasının ardından gerçekleştirilen demokratik seçimler ile birlikte Ellen Johnson Sirleaf, Afrika’da iktidara gelen ilk kadın devlet başkanı olmuştur. [The Nobel Peace Prize, 2011]Liberyalı kadınların barış hareketinde yürüttükleri en dikkat çekici eylem ise seks grevi olmuştur. Liberyalı Müslüman ve Hristiyan kadınlar, 2002 yılında seks grevi gerçekleştirmişler, erkeklerin savaştan vazgeçmelerini sağlamak

28


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

29


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

için, savaşan erkek partnerleri ile cinsel ilişkiye girmeyi reddetmişlerdir. [Lister, 2019] Liberyalı kadınların barış hareketi, cinsellik grevinin savaşı durdurmada başarılı bir strateji olması ile adını duyurmuştur ancak Liberyalı kadınlar tarafından savaşı durdurmak için kullanılan bu strateji, dünya kamuoyundan eleştiriler de almıştır. Bazı kadınlar, Liberya’daki barış hareketinin başarısını yalnızca cinsellik grevine mal etmenin, kadınları toplumsal cinsiyet rolleri ile sınırlandırmak ve aşağılamak anlamına geleceğini savunmaktadır. Buna ek olarak cinsellik grevinin yalnızca erkek partnerler ile cinsel ilişkiye girmeyi reddetmek anlamına gelmediği, bunun daha kapsamlı bir grev olduğu da getirilen eleştiriler arasındadır. Bu eleştiriye göre cinsellik grevi, kadınlar tarafından erkeklere sağlanan yiyecek, giyecek ve temizlik gibi pek çok eylem konusunda grev gerçekleştirilmesi anlamına gelmektedir. [Lister, 2019]

Gana’daki barış görüşmeleri haftalarca sürdükten sonra, Haziran 2003’te kadınlar toplantı odasının etrafında bir barikat oluşturmuş, barış için uzlaşma sağlanana kadar müzakerecilerin odadan çıkmasına izin vermemiş, müzakereciler odadan çıkmaya çalıştıklarında ise, onları kendi kıyafetlerini çıkarmak ile tehdit etmişlerdir.

Cinsellik grevi ile ilgili belirtmemiz gereken diğer bir husus da, cinsellik grevi her ne kadar Liberyalı kadınların barış eylemi sürecinde ön plana çıkmış olsa da, kökenlerinin Antik Yunan tarihine kadar giden bir eylem olduğudur. [Day, 2019] Bu anlamda cinsellik grevinin eski bir tarihi geçmişe sahip olduğu ve geleneğini ortaya çıktığı tarihi dönemden aldığı gerçeği unutulmamalıdır. Sahip olduğu tarihi geleneğe karşın cinsellik grevi, günümüzde kadınların toplumdaki rolünün değişmeye başlaması ile yeniden, tarihi ve kültürel farklılıklara bağlı olarak şekillenen bir eylemdir. Sonuç olarak, Liberyalı kadınların gerçekleştirdiği barış eylemi, başarılı bir sonuçlanmış ve eylemin organizasyonu konusunda girişimde bulunan Leymah Gbowee, 2011 yılında Nobel Barış Ödülü almıştır. Liberya’da kadınlar tarafından gerçekleştirilen barış eylemi, Afrika’da ve dünyanın farklı bölgelerinde yaşanan çatışmalarda, kadınlara savaşı durdurma kapsamında örnek teşkil etmiştir. Bu noktada cinsellik grevinin, kadınların seslerini duyurabilmeleri için dikkat çekici bir araç olarak kullanıldığını söyleyebiliriz. ■

30


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

31


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Yeşilçam’ın Fedaisi Ertürk Demirel

32


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

33


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Malatya’dan Ankara’ya geleli daha bir yıl olmuştu. Liseyi bitirememiş, dersler ona ağır gelmişti. Sonra bir süre bir pastanede çırak olarak çalışmış, biraz para biriktirince de büyük şehirde yaşamak için ailesine veda etmiş, bir valiz dolusu giysi ve bir yorganla başkentin yolunu tutmuştu. Önce Ulus’ta kötü bir otelde birkaç gün kalmış, sonra da Abidinpaşa civarında, İncesu Pazarı’nın karşısında bir bodrum katı kiralamıştı.

34


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Furkan gazoz şişelerini dizerken bir yandan da saatini kontrol ediyordu: matinenin başlamasına on dakika kalmıştı ve sinema hala boştu. Sabahları çok fazla kişi zaten gelmezdi. Tabii Cumartesi, Pazar günleri hariç; o günler çocuklara özel çizgi film seansları olurdu ve fuaye gülen, koşturan, frigo yiyen çocuklarla dolardı. Çocukken hiç çizgi film izleyemeyecek kadar fakir bir aileden gelen Furkan için bu seanslar daha önce hiç yaşamadığı bir sevinci hissetmek demekti. Salonun tepesindeki odasının penceresinden Pamuk Prenses’in avcıya gömleğini vermesini izler, ya da iki köpeğin spagetti yerken âşık olmasına gülümserdi. Gene de en sevdiği filmler bunlar değildi; doğru, geçen hafta gösterdikleri Conan filmini de heyecanla seyretmiş, bir sonraki seansta korku filmi Carrie’den de etkilenmişti. Mezuniyet balosunda kızın kafasından aşağı kanlar dökülmesi uzun süre aklından çıkmamış, hatta bir kabusunda bu sahneyi gene görmüştü ama o çocukluğundan beri asıl Yeşilçam filmlerine hayrandı. Özellikle de Türkan Şoray’ın oynadığı filmlere. Malatya’dan Ankara’ya geleli daha bir yıl olmuştu. Liseyi bitirememiş, dersler ona ağır gelmişti. Sonra bir süre bir pastanede çırak olarak çalışmış, biraz para biriktirince de büyük şehirde yaşamak için ailesine veda etmiş, bir valiz dolusu giysi ve bir yorganla başkentin yolunu tutmuştu. Önce Ulus’ta kötü bir otelde birkaç gün kalmış, sonra da Abidinpaşa civarında, İncesu Pazarı’nın karşısında bir bodrum katı kiralamıştı. Evi kapıcı dairesinin yanında depodan bozma küçücük bir daireydi: duvarlar sıvasız ve nemden çatlamış, zemin beton ve kirliydi. Ama kendine ait bir odası vardı, odasında da alttan bahçeye bakan küçük bir penceresi. Hergele Meydan’ından bir somya ile yatak, biraz da mutfak malzemesi almış, evini elinden geldiğince düzmeye çalışmıştı ama parası bitiyordu. Bir iş bulmak lazımdı. Çocukluğundan beri bir sinemada çalışmak istemiş, sinemaların hep büyülü yerler olduğunu düşünmüştü. O sıralar ‘80 darbesinden sonra Ankara’nın kültür hayatı gene canlanmaya başlamış, Özal’ın başbakan seçilmesiyle birlikte bir önceki on yılın kargaşası durulmuştu. Tabii Furkan bunlardan habersiz olsa da, bu

35


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Tunalı Hilmi Caddesi boyunca yürürken Kavaklıdere Sineması’nı gördü; artık kapanmış olan bu mekân o zamanlar çok işlek, şehrin simgelerinden biri haline gelmiş yerlerden biriydi. İçeri girdi, sahibi olan kadını buldu, burada çalışmak istediğini söyledi. Furkan’ın temiz yüzü, efendi hali sinemanın sahibinin hoşuna gitti. Ona ağır film bobinlerini taşıyıp taşıyamayacağını, vardiyalı çalışıp çalışamayacağını, ne kadar para istediğini sordu.

şehirde yeniden kapısını açan pek çok sinema olduğunu düşünüyordu. Sonraki gün kahvaltıyı hızla yapıp, Kızılay’a indi: sora sora Kızılırmak ve Batı Sinemalarını buldu, oranın işletmecisi olduğunu düşündüğü kişilere iş aradığını söyledi ama onlarda boş bir pozisyon yoktu. Biraz canı sıkılsa da Bakanlıklar’dan yukarı çıktı, kendini ilk defa Tunalı’da buldu. Burasını çok sevmişti, mağazalar ışıl ışıl parlıyor, kafelerden yayılan müzik sokağa taşıyordu. Tunalı Hilmi Caddesi boyunca yürürken Kavaklıdere Sineması’nı gördü; artık kapanmış olan bu mekân o zamanlar çok işlek, şehrin simgelerinden biri haline gelmiş yerlerden biriydi. İçeri girdi, sahibi olan kadını buldu, burada çalışmak istediğini söyledi. Furkan’ın temiz yüzü, efendi hali sinemanın sahibinin hoşuna gitti. Ona ağır film bobinlerini taşıyıp taşıyamayacağını, vardiyalı çalışıp çalışamayacağını, ne kadar para istediğini sordu. Furkan uzun boyluydu, bobinleri taşıması sorun olmazdı. Ne zaman olsa çalışır ne verirlerse alırdı. Kadın bir makiniste ihtiyaçları olduğunu, film seanslarında makineyi çalıştırıp film bittiğinde kapatacağını söyledi. Beş dakika sonra Furkan kapıdan çıkarken Ankara’daki beşinci gününde iş bulmuş olmanın mutluluğunu yaşıyor, ayakları sanki yere değmiyordu. O ilk hafta hayatının en sevinçli günleriydi: sabahları erken uyanıyor, yorganının altında bahçedeki kuşların sesini dinleyerek gülümsüyor, sonra kalkıp yüzünü yıkıyor, biraz peynir ekmek yedikten sonra hemen işe koşturuyordu. Birkaç gün içinde Küçük Esat üzerinden kestirme bir yol keşfetmiş, sinemaya daha da çabuk varır olmuştu. Geldiğinde bilet gişesindeki teyzeye günaydın der, büfedeki yiyeceklerin sayımını yapar, salonları süpürür, boş gazoz şişelerini toplar, o günün programına göre film bobinlerini çıkartır, sonra seans başlayınca film bobinini hızla döndüren makineyi çalıştırıp kendisini film izlemeye adardı. Onunla beraber kıdemli bir makinist de makine odasında olurdu. Kısa sürede adamla arkadaş olmuş, beraber film seyredip sahneleri yorumlamaya başlamışlardı. Sonraki aylar bir rüyanın içinde gibi geçti: işi çok kolaydı, projektörü çalıştırdıktan sonra hiçbir şey yapmasına gerek yoktu. Film

36


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

makineni dişlileri arasından hızla akar, o da kendini seyrettiği sahnelerin büyüsüne bırakır, Özcan Amca [diğer makinistin adı buydu] ile muhabbet ederek zevkle para kazanırdı. Hayatında hiç seyretmediği kadar film izlemiş, artık kendi beğenilerini de oluşturmaya başlamıştı: Macera filmleri sürükleyiciydi, ama sanat filmleri, eğitimsiz olsa da ona daha çekici geliyordu. Kievlowski’nin Üç Renk’ini izlemiş, tam olarak ne anlatıldığı hakkında bir fikir edinemese de bu üçlemenin etkisinden uzun süre çıkamamıştı.

Geldiğinde bilet gişesindeki teyzeye günaydın der, büfedeki yiyeceklerin sayımını yapar, salonları süpürür, boş gazoz şişelerini toplar, o günün programına göre film bobinlerini çıkartır, sonra seans başlayınca film bobinini hızla döndüren makineyi çalıştırıp kendisini film izlemeye adardı. Onunla beraber kıdemli bir makinist de makine odasında olurdu. Kısa sürede adamla arkadaş olmuş, beraber film seyredip sahneleri yorumlamaya başlamışlardı.

Film müziklerine düşkün hale gelmiş, orkestranın çaldığı melodiye tempo tutmaya başlamış, geldiği Malatya’nın türkülerini unutmuştu. Gene de en çok zevki arada bir düzenlenen Yeşilçam filmlerini izlerken alıyordu. Kimi siyah beyaz olan bu filmlerdeki masumiyet, naiflik onun ruhuna hitap ediyor, kendini bir romantik komedi filminde hayal ediyordu. Özcan Amca ona fazla posterlerden vermiş, birindeki Türkan Şoray’ın buğulu gözleri artık odasının sıvasız duvarlarından ona bakar olmuş, bozkır soğuğundaki yatağının karşısındaki duvarları büyülü bir film sahnesine çevirmişti. İlk sorunlar da böyle başlamıştı: o postere bakarak hayal kurarken işe gitme saatini kaçırmış, sinemanın sahibinden ilk defa azar işitmişti. Aslında çok çalışkan biriydi ama artık içine düştüğü bir hayalin pençesinde kendi düşüncelerine dalıyor, arada film koptuğunda salondan gelen “Hoop, makinist!” bağırışlarını bile duymadan dalıp gidiyordu. Kendini Türkan Şoray’a kur yapan bir jön gibi görüyor, o “Yakışıklı olduğunuz kadar küstahsınız, bayım” dedikçe gülümsüyor, dış dünyayla bağlantısı giderek kopuyordu. Artık dün ne yaptığını hatırlayamaz olmuştu, projeksiyon odasında Özcan Amca’yla bile konuşmadan oturuyor, kendi dünyasına kapanmış bir halde bir rüzgâr gibi eve gidiyor, zar zor yiyecek bir şeyler atıştırdıktan sonra kendini gene hayal dünyasına kaptırıyordu. Özcan Amca onun için endişelenmeye başlamış, bir sorunu olduğunu söylediği sinemanın sahibi de Furkan’ın vardiyasını kısaltmış, ona daha az iş vermişti. Bu böyle gidip sürecekti belki, hatta Furkan’ın ruh hali ona işini bile kaybettirebilirdi ama film sahnelerini aratmayan bir karşılaşma her şeyi değiştirdi.

37


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Kimi siyah beyaz olan bu filmlerdeki masumiyet, naiflik onun ruhuna hitap ediyor, kendini bir romantik komedi filminde hayal ediyordu. Özcan Amca ona fazla posterlerden vermiş, birindeki Türkan Şoray’ın buğulu gözleri artık odasının sıvasız duvarlarından ona bakar olmuş, bozkır soğuğundaki yatağının karşısındaki duvarları büyülü bir film sahnesine çevirmişti.

38


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Furkan gene büfedeki patlamış mısırları kutulara doldururken, bir kız ona bir gazoz istediğini söyledi. Kendi içine kapanık Furkan kızlarla konuşmayı bilmezdi; hiç sevgilisi de olmamıştı, o yüzden nobran bir şekilde “Buyurun alın” diye cevap verdi. Kız gülümsedi, “yakışıklı olduğunuz kadar küstahsınız, bayım,” dedi Furkan’a. Bu cümle Furkan’ı bir anda kendine getirmiş, karşısındaki kızın yüzünü incelemişti. Türkan Şoray’la hiç alakası yoktu, kız sarışın ve çilliydi ama çok güzeldi. “O sizin güzelliğiniz, hanımefendi,” dedi kıza, “isterseniz iş çıkışı size bir içki ısmarlayayım.” Furkan bu cümleler ağzından çıkar çıkmaz şaşırmış, niye böyle dediğini anlayamamıştı. Gerçekle hayal bir anda karışmış, o da zihninde Türkan Şoray’a verdiği cevaplardan birini kıza söylemişti. Utancından kıza bakamıyor, dolup taşmakta olan kutuya hala patlamış mısır koymaya çalışıyordu. Sonra kızın güldüğünü fark etti. Başını kaldırıp baktığında kız ona gülümsedi: “Ben içki içmem, ama bir çay olabilir. Kaçta çıkıyorsunuz işten?” Furkan gene ne yaptığını düşünmeden “Saat sekizde,” dedi. Kız da “tamam, karşıdaki kafede, saat sekizde buluşalım,” dediğinde neler olduğu ona dank etti. Bir randevusu vardı! Hayatında ilk defa bir kızla çay içip sohbet edecekti. O andan itibaren bir daha hayal kurmadı çünkü çok gergin ve heyecanlıydı. Kızla ne konuşacağını düşünüp duruyor, kesin rezil olacağım diyordu. Saatler acı verici derecede yavaş geçti, nihayet Furkan işini bitirip kafeye gitti, kızı orada kendini bekler buldu. İlk başlarda sohbet zorlama ve rahatsız ediciydi, ama sonra sevdikleri filmler konusu açılınca ikisi de çekingenliğini attı. Furkan pek çok örnek veriyor, filmleri tartışıyor, kızın bilmediği filmleri ona anlatıyordu. Bir saat sonra tekrar buluşmak üzere ayrıldılar. Furkan bulutlarda uçuyordu. İki haftanın ardında adının Gülin olduğunu öğrendiği kızla sevgili olacaklardı. Ve Furkan’ın odasındaki Türkan Şoray posteri indirilecek, yerine Gülin’in fotoğrafı çerçeveletilerek asılacaktı. Yeşilçam’ın fedaisi nihayet gerçek hayata adım atmıştı. ■

39


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Yabancılaştığımız Kentle Yeniden Tanışacağız Nihal Tanbay

40


Ankara İzmir Cad.

BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

41


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

“Yalnızca baktığımız şeyleri görürüz. Bakmak bir seçme edimidir.” John Berger

Kaldırımlarını her gün arşınladığım, duraklarını ezberlediğim, kedileri köpekleriyle arkadaş olduğum bu kente içinde yaşarken yabancılaşmaya başladığımı fark ettiğim an özlemek duygusu çöküverdi içime. Bu kentin insanı içine çekişinin darlığından, sıkışmışlığından, kasvetinden, tükenmişliğinden yakındığım günler ne zaman geride kaldı ve ben bir anda terkedildim diye içimde bağıran sese dönüp bakıverdim? Öyle ya bu kent insanı içine çekerdi. Birdenbire kenarında buluvermek kendini, terkedilmek değil de nedir? Ankara sadece ülkenin değil melankolinin de başkenti olma sıfatını yine muhteşem bir beceriyle taşıyor, ne de çok yakışıyor bir yandan. Çocukluğum da geçmemişti ki burada anılarımın kökleri olsun. 20 yıl hiç az değildi belki ama alışkanlıklardan ibaret bir kentli olduğumu yüzüme vuracak olanın bir görünmeyen ufaklık olacağını hiç bilemezdim. Küçük küçük örülen bütün o hayat ilmekleri artık sadece sanal bir hayatın parçası olmaya doğru evrilirken nerede olduğunun artık bir önem taşımadığı bir kozmik bütünün parçası olma yoluna doğru koşmaya başladık adeta. Kapının çalınmasının arkadaşlar demek değil de yemek demek olması gibi hiç de alışkın olmadığım bir yaşamak silsilesi içinde tekrar işe gitmek dışında sokağa çıkacağım gün korkacağımı hissettiğim de olmadı değil. Kapısından girerken yıllardır selamlaştığım çalışanların olduğu mekanlar belki yok artık ve belki artık o insanlar da yok. Nasıl büyük bir korku benim gibi bir yere gitmek, bir mekanda oturmak konusunda büyük yabancılıkları yendikten sonra oraya ait hissedip ancak gidebilen biri için. Belki bu kente ikinci yerleşmem olacak bu yıl. Bir yıl ara verdiğim bu kentte yaşamaya yeniden bir hayat kurmak için taşınacağım belki. Kim bilir! Bu kentin yeniden ve yeniden içimden, hücrelerimden, ruhumdan geçmesine izin vereceğim belki, yeniden alışkanlıklar edinecek, yeniden aşık olacak, terkedilecek ve belki yeniden yeniden, her şey yeniden… Kente nasıl dokunursan o da sana öyle dokunur; nasıl gördüğün gibi. John Berger’ “Yalnızca baktığımız şeyleri görürüz. Bakmak bir seçme edimidir” der. Sokaklarında dolaşırken kaldırımların taşlarının nasıl da berbat halde olduğunu görüp Çankaya Belediyesi’ne bari siz yapmayın yahu diye söylenip geçerken, şairlerin dizelerinde bulabilmektir biraz kaldırımları, Orhan Veli’nin düştüğü çukuru bulup yerine bir zeytin ağacı dikmektir belki bin yıl daha yaşasın diye. Kuğulu Park’taki ağaçları görüp içinizin burum burum burulması kadar Arkadaş Zekai acaba hangi evde yazmıştı şiirleri diye düşünmenin verdiği ruh sızısını da kabul etmektir biraz nasıl baktığınız bir kente. Sakarya’dan geçen Turgut Uyar’ı görebilmektir Cemal Yıldırım işten beni niye attınız derken aynı anda. Garına artık aynı heyecanla gidememektir gar armasının üstünde bir kanlı güvercin imgesini hatırlayıp. Yüksel’de hapsedilmiş anıtın bir sardunyanın tutuklanışını çağrıştırması da bu kentin bıraktığı hatıralardan. Neyse ki kumrular hala aynı damlara tünüyor. Silinip gitmiyor hiçbir şey fakat bir başka görme, duyma, hissetme biçimi kazandırıyor ruhuna insanın. Biliyorum hepimiz yeniden tanışacağız, karşılaşmayacağız, tanışacağız. Büyümüş, değişmiş, incinmiş, yorulmuş fakat özlemiş gözlerle bakacağız yeniden. Belki de ikinci bahar budur. Cemre bu kez yüreğimize düşsün diliyorum. ■

42


Arkadaş Z. Özger

BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

43


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

isimsiz Olcay Bağır

“bazı cümleler büyük harfle başlamayı hak etmez...”

44


Eser: Felipe Bedoya

BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

45


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

adam sürekli bir hikayenin peşinde olduğundan bahsediyordu. artık onu dinlemediğimi fark edince elini cebine sokarak buruşmuş paralarını barmene uzattı [sanırım cebindeki tüm para buydu]. merdivenlere doğru yürürken arkasında şerit halinde bir iz bırakıyordu: altına işiyordu. birayı fazlasıyla fazla kaçırmıştı anlaşılan.

46


Eser: Felipe Bedoya

BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

1. [sevilesi cüceler – siyahlı adamın not defterinden] burda [barda] biriyle tanıştım. “sevilesi cüceler hep nankördür” dedi. bira komasına girmek üzereydi diye ilişmedim ona. zaten oldum olası bira severleri sevmem. hele cüce sevmeyen bira severleri hiç sevmem. ilkokuldayken cüce bir kıza aşık olmuştum zira [“zira”yı cümle içinde kullanmaya bayılıyorum... bazen sırf zira diyebilmek için gereksiz cümleler kuruyorum]. gerçi kızı lisede gördüğümde boyunun uzadığını görmem ona olan aşkımı öldürmüştü ama neyse. ne diyordum? neyse! adam sürekli bir hikayenin peşinde olduğundan bahsediyordu. artık onu dinlemediğimi fark edince elini cebine sokarak buruşmuş paralarını barmene uzattı [sanırım cebindeki tüm para buydu]. merdivenlere doğru yürürken arkasında şerit halinde bir iz bırakıyordu: altına işiyordu. birayı fazlasıyla fazla kaçırmıştı anlaşılan. 2. [cinnet geçiren sidikli] adam bardan çıktı ve bir taksi durdurdu. hızla taksinin arka kapısını açtı ve arka koltuğa kıçının tamamını yerleştirmeden taksiciye buyurdu: “şu öndeki hikayeyi takip et!” bunu derken altına işemeyi sürdürüyordu. taksici o gün hiç de hikaye kovalayacak havasında değildi ve dahası taksisine işeyen müşteri profilinden nefret ediyordu. sidikli adamı döverek taksiden attı. sidikli takipçi bu kez otostopla hikayenin peşine düşmeyi planladı. fakat hiç kimse altına işeyen bir kaçığı arabasına almazdı... almadı da zaten. adam koşarak takip etmeyi denedi fakat hikaye çoktan kaçmıştı. adam üzüldü. üzülünce bir sigara yaktı. işeyerek cinnet geçirdi. 3. [bir köpek nasıl leşleşir] taksicinin sinirleri oynamıştı bir kere. taksisine ilk kez işenmiyordu ve adı gibi emindi ki [ki adı Emin’di] bu son da olmayacaktı.

47


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

defalarca kusulmuş ve işenmiş taksisini, elini kaldıran müstakbel müşterisinin [ki kadındı] hemen dibine yanaştırdı. kadın arka kapıyı açınca döşemenin ıslak olduğunu gördü. taksici utandı. dönüp sidikli adamı tekrar ve daha çok dövmeyi geçirdi içinden. neyse ki kadının acelesi vardı ve başka taksi bekleyemezdi.

48


Eser: Felipe Bedoya

BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

defalarca kusulmuş ve işenmiş taksisini, elini kaldıran müstakbel müşterisinin [ki kadındı] hemen dibine yanaştırdı. kadın arka kapıyı açınca döşemenin ıslak olduğunu gördü. taksici utandı. dönüp sidikli adamı tekrar ve daha çok dövmeyi geçirdi içinden. neyse ki kadının acelesi vardı ve başka taksi bekleyemezdi. zira otobüs saati nerdeyse gelmişti. diğer kapıdan bindi taksinin arka tarafına. “otobüs terminaline” dedi kadın. “tamam abla” dedi taksici. siniri geçmiş gibiydi. hızla bastı sidikli taksisinin gazına. “acele lütfen” dedi kadın. acele etti taksici. fakat dikkat etmemişti yola fırlayan köpeğe [ki sokak köpeğiydi] ve ezmişti onu. köpeğin haykırışı fren sesine, fren sesi kadının ciyaklamasına karıştı. köpeği leşe çeviren taksici, bu günü uğursuz günü ilan etti. 4. [bir leşi düşünmek] kadın koşar adımlarla otobüsüne doğru yol alıyordu. daha beş dakika önce bindiği taksi bir köpeğe çarpmıştı ve kadın köpeğin leşine bakarak “bu görüntü ömür boyu gözlerimin önünden gitmiycek” demişti içinden. ama kadın yanıldığını, otobüste televizyon açıldığında ve en sevdiği dizinin tekrarını izlerken anladı. evet abartmıştı. sadece 15 dakika etkisinde kalmıştı bu köpek leşinin. “vay be” diye düşünmüştü kadın, “biz insanlar ne kadar da duyarsızlaşıyoruz.” ama bunu dizisini izlerken değil, reklam arasında düşünmüştü. zira dizisini izlerken, esas kadının esas adamdan olan çocuğunun, bir başka esas adamı babası bilmesine üzülüyor ve bir çıkar yol arıyordu izleyici beyniyle. sadece reklam aralarında başka şeyler düşünebiliyordu. bu arada çaprazda oturan siyahlı adam da ne kadar yakışıklıydı. “acaba mola yerinde versem mi… numaramı” diye geçirdi içinden. sırıttı sonra. o sırada muavin gelip kola-kek servisi yaptı. muavin bu sırıtışı kendi üstüne alıp özgüven patlaması yaşadı.

5. [yine mi cüceler] siyahlı adam çaprazındaki kadının kendisini çapkın bakışlarla kestiğini fark etmiş ama pek de ilgilenmemişti kadınla. güzel sayılırdı aslında ama yine de pek keyfi yoktu bugün. otobüse binmeden hemen önce bir barda kafayı çekmişti. orda [barda] sürekli cücelerden ve hikâyelerden bahseden bir kaçıkla tanışmıştı. adam altına işeyerek bardan çıkıp gittikten sonra siyahlı adam not defterine bir şeyler karalamıştı bu adamla ilgili. [bakınız: 1.sevilesi cüceler]siyahlı adam bardan çıktıktan sonra bu kaçığın ağzında sigarasıyla, işeyerek cinnet geçirdiğini görmüştü. kalıp daha çok izlemek isterdi bunu ama yetişmesi gereken bir otobüsü vardı. siyahlı adamın yanında oturan adam otobüse bindiğinden beri uyuyordu. kola-kek servisi yapılırken uyandı adam ve sanki yıllardır kimseyle konuşmuyormuş da artık konuşmak istiyormuş gibi yanındaki siyahlı adamla konuşma ihtiyacı hissetti. “karım” dedi adam, “karım bir cüce, çok sevilesi bir kadındır ama biraz nankördür…” “hassiktir” dedi siyahlı adam, “yine mi cüceler!” ■

[...] ama kadın yanıldığını, otobüste televizyon açıldığında ve en sevdiği dizinin tekrarını izlerken anladı. evet abartmıştı. sadece 15 dakika etkisinde kalmıştı bu köpek leşinin.

49


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Bir Film + Bir Şiir: Elizabeth Bishop Deniz Kahıraman

Nadide Çiçekler / Reaching for the Moon

50


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

BİR SANAT Öğrenilmesi güç bir şey değildir kaybetme sanatı görünürde o kadar çok şey niyetlidir ki kaybedilmeye hiç de bir felaket sayılmaz onların kaybolmaları. Her gün bir şey kaybedin. Kabul edin anahtarları kaybetmenin telaşını, boşuna harcanan saati. Öğrenilmesi güç bir şey değildir kaybetme sanatı. Daha çok, daha çabuk kaybetmeye alıştırın kendinizi, yerleri, isimleri, tasarladığınız yolculuk planlarını, nasılsa bir felaket sayılmaz bunların unutulmaları. Annemin saatini kaybettim. Sonra bak, en son evimi ya da ondan önceki sevdiğim iki evim de gitti. Öğrenilmesi güç bir şey değildir kaybetme sanatı. İki şehir kaybettim, iki güzel şehir. Topraklarım vardı uçsuz bucaksız, iki nehrim, varlığım koca bir kıtaydı. Arıyorum hepsini. Ama bir felaket sayılmaz kaybolmaları. Seni bile [o şakacı sesini, sevdiğim bir davranışını.] Yadsıyacak değilim. İşte apaçık ortada, Öğrenilmesi çok güç bir şey değilmiş kaybetme sanatı her ne kadar [Yaz işte!] bir felaketi andırsa da yaşanması.

Elizabeth Bishop

[Çeviri: Cevat Çapan]

51


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Aşıklar arasında alkolizm, coğrafi mesafe ve askeri darbeler olsa da, yakın ilişkileri onlarca yıla yayılıyor ve bu iki olağanüstü sanatçının hayatını ve çalışmalarını sonsuza kadar etkiliyor. ABD’li izleyiciler ve eleştirmenler tarafından gözden kaçan bir film bu. Görünüşe göre utangaç ve bastırılmış alkolik Piskopos Miranda Otto’nun ve onun tam tersi Gloria Pires’in iki olağanüstü performansı var, Bishop’u kabuğundan çıkaran dışa dönük, son derece duygusal bir kadın. Aşıklar arasında alkolizm, coğrafi mesafe ve askeri darbeler olsa da, yakın ilişkileri onlarca yıla yayılıyor ve bu iki olağanüstü sanatçının hayatını ve çalışmalarını sonsuza kadar etkiliyor.

52


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Melankolik Amerikalı şair Elizabeth Bishop ile başarılı Brezilyalı mimar Lota de Macedo Soares arasındaki gerçek hayattaki uzun vadeli ilişkisinden ilham alan bu hikayede kötümser iyimserle buluşuyor ve aşık oluyor. New York’tan kaçan Bishop, 1951’de eski kolej arkadaşı Mary’i bulmak için Brezilya’ya gider, Soares’in Rio dışındaki kendi tasarladığı modern konutunda yaşayan hayat arkadaşı ile beraber karmaşık bir aşk üçgeni ortaya çıkar. Bu durum, filmin özünü oluşturuyor: şair ve mimar, devam eden ilişkilerinden yaratıcı ve romantik bir destek alıyorlar. Pulitzer ödüllü şairin kırılgan özgüvenini ve son derece travmatik bir çocukluğunu ısrarlı bir şekilde içkiyle bastırması filmin dipnotları. Brezilyalı deneyimli yönetmen Bruno Barreto, karakterlere nefes almaları için bol bol alan tanıyor, bu yüzden bizi karakterlerin zorlu çatışmalarına çekiyor. Yine de film, malzemesinden gerçek dramatik ateşi nasıl yaratacağını iyi biliyor. Hayran olunacak denli ikna edici performanslar ve dekoratif retro detaylar kalbimizin daha hızlı atmasına neden oluyor. Brezilya binalarının ve manzaralarının göz alıcı, turist broşürü tarzı görüntüleriyle dolu, gösterişli bir şekilde çekilmiş ve tasarlanmış, film baştan sona roman melodramının kenarında sallanıyor. Aşıklar arasında alkolizm, coğrafi mesafe ve askeri darbeler olsa da, yakın ilişkileri onlarca yıla yayılıyor ve bu iki olağanüstü sanatçının hayatını ve çalışmalarını sonsuza kadar etkiliyor. ABD’li izleyiciler ve eleştirmenler tarafından gözden kaçan bir film bu. Görünüşe göre utangaç ve bastırılmış alkolik Piskopos Miranda Otto’nun ve onun tam tersi Gloria Pires’in iki olağanüstü performansı var, Bishop’u kabuğundan çıkaran dışa dönük, son derece duygusal bir kadın. Çok güzel fotoğraflanan film, Merchant-Ivory filmlerinin en iyilerini hatırlatıyor. Gösterişli değil. Gerçekten de, bu kadınların hayatlarının melodramatik [gerçeklere dayandırılsa bile] unsurlarını dengelemek için gereken bir sessizlik var. Ancak bu, onu çok duygusal bir yumruk atmaktan ve önemsediğimiz, ancak aynı zamanda derinden sorunlu ve kötü seçimler yapabilen karakterleri yaratacak kadar cesur olmaktan alıkoymuyor.

Tıpkı gerçek ilişki dünyasında olduğu gibi nadiren ekranda görülüyor bu tür şeyler.

Soares’in Rio dışındaki kendi tasarladığı modern konutunda yaşayan hayat arkadaşı ile beraber karmaşık bir aşk üçgeni ortaya çıkar. [...] 1950’lerde eşcinsel olmanın ne kadar zor olduğunu kabul ederken, sadece bununla ilgili bir film haline gelmeyen eşcinsel temalı bir aşk hikayesi görmek de oldukça güzel. Bu, hem birbirini kurtaran hem de zarar veren son derece yaratıcı ve yaralı iki ruh arasındaki karmaşık ilişkiyi anlatan bir film. Her ikisinin de kadın olduğu gerçeği, büyük hikayenin sadece küçük bir kısmı. Aynı zamanda, yazma eyleminin mücadelesinin ve yalnızlığının en azından bir tadı olan bir film. Daha fazla insan tarafından keşfedilmeyi hak eden o küçük mücevherlerden biri. Prömiyerini Berlin film festivalinde yapan filmin, dünya çapında gerçekleşen festivallerde 19 adaylık kazandığını ve dokuz tane ödülle döndüğünü belirtelim. Meraklısına Not: Bir edebiyat eleştirmeninin “Çok az kadın büyük şiir yazıyor. En iyi erkeklerimizle yarışabilecek sadece dört kişi var: Emily Dickinson, Marianne Moore, Elizabeth Bishop ve Sylvia Plath.” sözlerine karşılık olarak Bishop “Ben 4 kadından biri yerine, cinsiyetimden bahsetmeden ‘şair’ olarak anılmayı tercih ederim - diğer üçü oldukça iyi olsa bile.” diyor. Elizabeth Bishop, 1979’da Amerika Birleşik Devletleri’nde öldüğünde İngiliz dilinin en önemli şairleri olarak kabul ediliyordu. Aynı şekilde 2012 yılında UNESCO, Rio De Janeiro şehrini Dünya Mirası alanı ilan ettiğinde şairin mimar sevgilisi tarafından inşa edilen Flamengo Parkı, şehrin ana cazibe merkezlerinden biri olmuştur. ■

53


Eser: Knysh Ksenya

BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

54


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Ben bir insandım...

Harese nedir, bilir misin? Develerin çölde çok sevdiği bir diken var. Deve dikeni yedikçe ağzı kanar. Tuzlu kanın tadı dikeninkiyle karışınca bu, devenin daha çok hoşuna gider. Kanadıkça yer, bir türlü kendi kanına doyamaz… Ortadoğu’nun âdeti budur, tarih boyunca birbirini öldürür ama aslında kendini öldürdüğünü anlamaz. Kendi kanının tadından sarhoş olur.

[Zülfü Livaneli]

55


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Immanuel Wallerstein / Dünya Sistemi Abdulhalim Karaosmanoğlu

Kitap İncelemesi

56


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

57


BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Davos’ta başlayan küreselleşme tartışmalarının merkezde olduğu bir zamanda, on altıncı yüzyıldan bu yana dünya gelişimine özgün bir yaklaşım olan “dünya sistemleri” ne bir giriş, oldukça zamanında üretilmiş bir eser olmuş. Bu, şüphesiz ki konunun öncüsü ve en seçkin uygulayıcısı Immanuel Wallerstein tarafından kökenleri, tartışmaları ve gelişimiyle ilgili net bir şekilde yazılmış en kapsamlı kitap.

58


Immanuel Wallerstein& Étienne Balibar

BAHAR KÜLTÜR SANAT VD. DİJİTAL DERGİ 2021 | 10

Aryen Yayınları tarafından yayımlanan “Dünya Sistemi ve Afrika” isimli eserinde Immanuel Wallerstein, modern dünyanın tarihini ve gelişimini anlamak için otuz yıl önce öncülük ettiği kapsamlı yaklaşıma kısa ve erişilebilir bir giriş sağlıyor. Wallerstein, dünya sistemleri analizini ilk geliştirdiğinden beri, tarihsel sosyal bilimlerde yaygın olarak kullanılan bir metodoloji oluştururken; eser küreselleşme tartışmalarında da ortak bir referans noktası haline geldi. Şimdi, Türkçede ilk kez Wallerstein, temel aldığı bilgi yapılarını, mekanizmalarını ve geleceğini tanımlayarak dünya sistemlerinin kısa ve öz bir özetini sunuyor. Wallerstein, dünya sistemleri analizinin tanımlayıcı özelliklerini açıkladığı kitabında, ulus devletler yerine dünya sistemleri kavramını tercih etmekte. Uzun zaman dilimleri boyunca ortaya çıkan tarihsel süreçleri dikkate alma ihtiyacı, Onu kuramını geliştirirken tek bir analitik çerçeve içinde bir araya getirme konusunda ustalaştırıyor. Genellikle tarih, siyaset bilimi, ekonomi ve sosyoloji gibi alanlar birbirinden farklı olarak görülseler de Wallerstein tüm bu kürsülerin birbirine olan bağını ispatlıyor. Çünkü düşünürümüze göre dünya sistemi birbirine bağlı uluslardan, firmalardan, hanelerden, sınıflardan ve her türden kimlik gruplarından oluşan sosyal bir gerçeklik olarak vardır. Wallerstein’ın dünya sistemleri analizine girişi, epistemolojik değişimleri anlamlı bir şekilde ele alıyor ve çoğu modern üniversitenin fakülteleri ve bölümlerinde kristalleşen temel disipliner bölümlerin ortaya çıkışını açıklıyor. Takdire şayan bir dille, modern akademik disiplinlerin (siyaset bilimleri, ekonomi ve sosyoloji) ortaya çıkışının izini sürerken, “alan çalışmaları” programlarının yayılmasını gösterip “kalkınma” paradigmasının yükselişini de açıklamış oluyor. Modern dünya sisteminin evrimindeki kilit anların önemini tanımlayıp ve vurgulayan Wallerstein kitabında, 16. yüzyılda kapitalist bir dünya ekonomisinin gelişimi, 1789 Fransız Devrimi’nde iki yüzyıllık liberal merkezciliğin başlangıcı ve 1968 küresel isyanlarında bu merkezciliğin zayıflamasını

detaylıca incelemekte. Genel okuyucular, öğrenciler ve deneyimli akademisyenler için tasarlanan bu kitap, orijinal mimarı tarafından dünya sistemlerini kavramak için tam bir genel bakış sunuyor. Wallerstein yazarken onunla aynı fikirde olmamak zor: “Öncelikle neler olup bittiğini net bir şekilde anlamaya çalışmalıyız. O halde dünyanın gitmesini istediğimiz yönü hakkında seçimlerimizi yapmalıyız. Ve nihayet şu anda nasıl hareket edebileceğimizi anlamalıyız, böylece tercih ettiğimiz yöne gitme olasılığı yükselecektir. Bu üç görevi entelektüel, ahlaki ve politik görevler olarak düşünebiliriz.” Yazar, yukarıda belirtilen üç görevi çözmek için çok ilginç bir girişimde bulunuyor. Dünyanın kaderiyle ilgili endişelerimizi paylaşırsak veya en azından onu ve dolayısıyla kendi sorunlarımızı anlamaya çalışırsak, onu daha iyi anlamak hepimiz için daha mantıklı olacaktır. Davos’ta başlayan küreselleşme tartışmalarının merkezde olduğu bir zamanda, on altıncı yüzyıldan bu yana dünya gelişimine özgün bir yaklaşım olan “dünya sistemleri” ne bir giriş, oldukça zamanında üretilmiş bir eser olmuş. Bu, şüphesiz ki konunun öncüsü ve en seçkin uygulayıcısı Immanuel Wallerstein tarafından kökenleri, tartışmaları ve gelişimiyle ilgili net bir şekilde yazılmış en kapsamlı kitap. Immanuel Wallerstein’ın zihni çağımızdaki herkesten daha uzağa ulaşabilir ve onu kuşatabilir. Onun için dünya geniş, entegre bir sistemdir ve bu vizyonu zarif ve neredeyse acımasız bir mantıkla ortaya koyar. Ama O aynı zamanda, gördüğü gibi görmenin, çoğumuzun kullanma alışkanlığından daha farklı bir epistemolojik merceğe bakmayı gerektirdiğini de biliyor. Bu yüzden onun bize armağanı sadece dünyanın nasıl çalıştığına dair yeni bir anlayış değil, onu kavramanın yeni bir yolu. Her halükarda da harika bir çalışma bu. Okumanızı devrimci şiddetle öneriyoruz. ■

59


BAHAR DİJİTAL DERGİ

B A H A R

https://www.facebook.com/baharbarankara

AYLIK KÜLTÜR SANAT EDEBİYAT VD. SAYI 10 | 2021.03 | DİJİTAL DERGİ


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.