addictive İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ İLETİŞİM FAKÜLTESİ AYLIK REKLAMCILIK DERGİSİ - 2017/06
Marka Eleştirisi: Senden Beklemezdik Coca Cola | Eski BİLGİ'liler | Makale: Hayat ETS mi Olsa? Röportaj: Celil Oker | Reklam Analizi: Seviyorsan Gel Söyle | Reklam Eleştirisi: P&G "Teşekkürler Anne"
KÜNYE T.C. İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Reklamcılık programı dergisidir. Aylık yayınlanır. Sayı: 06 Sahibi Prof. Dr. Halil Nalçaoğlu Kurucu - Genel Koordinatör Mustafa Ertan Karabıyık Yazı İşleri Sorumluları Baturalp Uzun Cansu Öztürk Efe Kiraz Elif Onat Hüdanur Bayrak Özge Eler Tuba Üstüngör Ulya Sarıyer Yasemen Uzunali Editörler Aysu Serindağ Başak Runa Berat Albayrak Cihan Can Hüdanur Bayrak Nesteren Deniz Yıldız Mert Çelik Mustafa Ertan Karabıyık Tasarım Damla Rüzgar Onur Gökçe Tuba Üstüngör Yayın Ekibi Aysu Serindağ Başak Runa Baturalp Uzun Berat Albayrak Beril Çakın Buket Taş Cansu Öztürk Cihan Can Damla Rüzgar Deniz Kaya Ece Karakaş Efe Kiraz Elçin Kasap Elif Onat Hüdanur Bayrak Hüdai Karabulut Kami Vanlıoğlu Mert Çelik Mustafa Ertan Karabıyık Nesteren Deniz Yıldız Onur Gökçe Özge Eler Rasim Demirbay Şevval Akyüz Tuba Üstüngör Tuğkun Zeroğlu Ulya Sarıyer Yasemen Uzunali Zeynep Berfin Güven Baskı Çınar Basım Matbaacılık ve Yay. San. Tic. Ltd. Şti. Adres Eski Silahtarağa Elektrik Santrali Kazım Karabekir Cad. No: 2/13 34060 Eyüp İstanbul İletişim Bilgileri: addictivedergi@gmail.com 0534-956-55-03
2
www.addictivedergi.com
/bilgiaddictive
Pepsi'nin Unutulmayan Reklamları 4-5
Senden Beklemezdik Coca Cola 6
Seviyorsan Gel Söyle 7
Sektörden Haberler 8
Hayat ETS mi Olsa? 9
Röportaj: Celil Oker 10-11
Kültür-Mizah 12
Reklamların Evrimine Dondurma Arası 13
Son Dakika Erken Rezervasyonu 14
P&G "Teşekkürler Anne" 15
İki Küs Kardeşin Hikayesi: Adidas ve Puma 16-17
Pazarlamada Farklı Bir Boyut: Sanal Gerçeklik 18
ÖNSÖZ
Ya Reklamlar Olmasaydı?
H
iç gece yatmadan önce ya reklamlar olmasaydı diye düşündünüz mü? %99’umuz bunu düşünmemiştir diye tahmin ediyorum, hadi şu an bunu düşünmeye başlayalım ve aklımıza gelenleri sosyal medya hesaplarımız üzerinden #reklamlarolmasaydı hasthag’iyle paylaşalım. Bakalım reklamlar olmasaydı ne kadar yaratıcı olurduk ve dünya yüzde kaç kapital olurdu? Reklamcılığa dair birçok kuramın kendi içinde birbirine benzer bağlantıları olduğunu kapital sistem bize kabul ettiriyor. Reklamlar olmasaydı belki de hiçbir ambalaj paketi olmayacaktı ve bütün çikolatalar sadece Çokanat’ın himayesi altında toplanacaktı; kot markaları kotlarını taşlatmayıp kot işçileri Silikozis hastalığına yakalanmayacaklardı çünkü kimsenin umurunda olmayacaktı Mavi ya da Colins gibi markalar.
“Bakalım reklamlar olmasaydı ne kadar yaratıcı olurduk ve dünya yüzde kaç kapital olurdu?”
Reklamlar aslında sevimli sandığımız “Çaki” gibi. Peki bu Çaki kimdir? M.S. 4. yüzyılda Efes’te bulunan genelevin en güzel kadını olarak tanımlanan hanımefendi, kentin en büyük, en gösterişli tiyatrosuna giden yolun üzerine, ayak izini kazıtmıştır. Daha sonraysa kazıttığı ayak izinin yanına bir kadın motifi işleyerek mesajı net bir şekilde vermiştir; bu yol, şehrin en seksi kadınına giden yoldur ve bu yaratıcı fikirle, Çaki dünyaya gözlerini açmıştır. Daha sonrasındaysa evrilerek ve mutasyona uğrayarak büyüyen Çaki tüm dünyayı aslında ele geçiren süper güç olmuştur. Rekabeti ortaya çıkarmış, “ego tavanı” diye bir kelime üretmiştir. Bütün insanlara bunu enjekte edip, en iyisi sensin sloganını insanların beynine işleyerek sokağa salmıştır. Reebok giyen genç bir liselinin, Adidas giyen arkadaşını kıskanıp evde babasına “Bana neden Adidas almıyorsun?” diyerek ilk kavgasını etmesine yol açmış da olabilir hatta. Bunların tüm sorumlusu reklamı icat edenler; reklam insanlarının bir suçu yok, çünkü dünya dönüyor, karnın acıkıyor, düşünüyorsun, hayatını devam ettirmen gerekiyor ve yaptığın işten zevk almaya bakıyorsun. Döngünün içinde yine de Ferdi Tayfur yerine, Bill Withers dinleyebiliyorsun.
Addictive Genel Koordinatörü Mustafa Ertan KARABIYIK
3
ELEŞTİRİ SOĞUK İÇECEKLERİN BAŞKAHRAMANLARINDAN
PEPSİ'NİN UNUTULMAYAN REKLAMLARI
Y
az aylarının başlaması, güneşin bunaltan sıcağıyla kendini göstermeye başlarken, insanlar yavaş yavaş soğuk içeceklere yönelmeye başladı bile. Soğuk içecek deyince birçok insanın aklına gelen Pepsi markası üzerinde yoğunlaşalım. Pepsi, farklı zamanlarda iki ayrı ülkede iki ayrı eleştiriyle ses getirecek reklam filmi yayımladı.
Bunlardan biri Türkiye’de 2000’li yıllarda yayınlanan, magazinlerde popülerleşen Aysun Kayacı ve Aysel Gürel’in rol aldığı, dönemin en tartışmalı reklam filmi. Reklam tartışma yarattı çünkü cinsiyetçi olduğu yönünde eleştirilerle öne çıkmıştı. Aysun Kayacı, gece vakti trafik kontrolü yapan bir trafik polisini canlandırıyordu. İçerisinde üç gencin bulunduğu aracı durduran Aysun Kayacı, gençlere şekerli bir şey alıp almadıklarını sorar. Gençlerden olumsuz yanıt aldığında ise “Ben yine de test edeyim.” diyerek şoför koltuğundaki genci dudaklarından öperek kontrol eder. Gençler şaşkın ve heyecanlı bir hale bürünürken, Aysun Kayacı polis arabasındaki amirine seslenir. İşte Aysel Gürel burada devreye girer. Aysun Kayacı’nın “Amirim, sıfır şeker çıktı.” sözüne Aysel Gürel “ Sıfır şeker mi? Dur bir de ben bakayım!” yanıtını verir. Aslında reklam yalnızca Pepsi’nin yeni şekersiz içeceğini tanıtmak üzerinedir. Birçok insan bu reklama sessiz kalamamış, tepki göstermiştir. Pepsi Max reklamı bu şekilde ses getirmiş ancak reklam bir süre sonra her yerden kaldırılmıştır.
Reklam filmini izlemek için QR kodu taratın.
4
ELEŞTİRİ
Pepsi’nin diğer tartışmalı reklamı ise aslında çok kısa bir süre önce 2017 yılının Nisan ayında ABD’de yayımlanmış ve tepki toplamasının ardından çabucak kaldırılmıştır. ‘’Ünlü televizyon sunucusu ve manken Kendall Jenner’ın oynadığı reklam filminde Jenner fotoğraf çekimini bırakarak farklı milletten birçok insanın protesto gösterisine katılıyor ve polise Pepsi veriyor.
Reklam yayımlandığı andan itibaren sosyal medya üzerinden birçok tepkiyle karşı karşıya kaldı. Çünkü 2016 yaz ayında Lousiana Eyaleti’nin Baton Rouge şehrinde Leshia Evans adlı siyahi bir kadının hiçbir şey yapmamasına rağmen polisler tarafından gözaltına alınması hadisesinin reklam filmiyle ne denli benzediği göz ardı edilmişti.
Firma, siyahilerin yaşam hakkını savunmak için yapılan protestolara karşı duyarsız davrandığı ve #BlackLivesMatter yani ‘’Siyahilerin Yaşamı Değerlidir’’ hareketine saygısızlık ettiği düşüncesiyle eleştirildi. Ayrıca, Reklam, “ırkçılık ve polis şiddetinin bir Pepsi açarak çözülebileceği” gibi bir mesaj verdiği yani bu meseleyi hafife aldığı için tepkiyle karşılaştı. Pepsi, eleştiriler üzerine özür diledi ve reklam filmini yayından kaldırdı. Soğuk içeceklerin başkahramanlarından biri olan Pepsi markası, neredeyse 10 yıl arayla iki tepki toplayan reklamla marka hakkında kötü bir algı yarattı. Her yaz reklamı gibi araya eğlenceli bir müzik, dans ya da bir aşk öyküsü koysa belki bu tepkilere maruz kalmayacaktı. Zaten yaz gelmiş, sıcak günler başlamış, elbette insanlar içlerini ferahlatan soğuk bir içecek tercih edecekler, ancak bu reklam filminden sonra Pepsi’yi tercih ederler mi bilemeyiz. Umuyoruz; Pepsi, doğru bir yaz reklam filmi ile başarıyı yakalayabilir ve insanların ürün hakkındaki algısını değiştirebilir.
Reklam filmini izlemek için QR kodu taratın.
Yasemen Uzunali
5
MARKA ELEŞTİRİSİ
Y
SENDEN BEKLEMEZDİK COCA COLA
azın gelmesiyle reklam piyasasında da hareketlenmeler olur, birbirinden enerjik ve güzel reklamlar ortaya çıkmaya başlar. Peki ya size kötü reklam desem? Hatta kötü yaz reklamı desem aklınıza ilk hangi reklam gelir? Benim aklıma Coca Cola'nın Özcan Deniz ve Sıla’yla çektiği 'Aç bir Coca Cola' reklamı geliyor.
Reklamın üstünden iki sene geçmiş de olsa liderliğini hala açık ara koruduğunu söyleyebilirim. Bu söylemim için bir çok nedenim var ve hepsini anlatacağım. Öncelikle reklamı hatırlamayanlar için kısaca hatırlatacak olursam; deniz, kum ve güneşin olduğu bir alanda çekilen reklamın Özcan Deniz'in o zaman ki popüler Hint şarkısı 'Why This Kolaveri Di'nin Coca Cola'ya göre uyarlanışını söylemesiyle başladığını söyleyebiliriz. Yılların Özcan Deniz'i bu şarkıyı arabesk yorumuyla söylemeye çalışırken, bir yandan da erkek dansçılarıyla birlikte dans etmeye çalışır. Ne yazık ki dans etmektedir diyemiyorum çünkü yaptığı şeyi dans etmeye çalışmak olarak nitelendirmek daha doğru olur. Bu sırada Sıla da kız grubuyla (dansçılarıyla) uzaktan gelir ve reklamın içine dahil olur. Biz de içimizden ‘Sıla sen bu duruma düşecek kadın mıydın’ dememek için kendimizi zor tutmaktaydık... Baş rollerdeki ikili, Reklam filmini izlemek dansçılarıyla birlikte Hint şarkısının için QR kodu taratın.
6
cover’ını birbirlerine söylerken kolaların içilmesiyle reklam biter. Reklamı ilk izlediğimde Coca Cola'nın böyle bir yaz reklamı yaptığına inanamadım. Sadece ben değil sosyal medyadan görüldüğü kadarıyla geniş bir kitle de inanamamıştı. Reklam sosyal medyada olumsuz şekilde TT oldu ve büyük eleştirilere maruz kaldı. Reklama büyük bütçeler ayırıp güzel sonuçlar alan, bulunduğu ülkenin nabzını iyi tutup başarılı işler çıkaran Coca Cola bu sefer seçiminde hatalı karar vermiş gibi duruyordu. Enerji ve gençlik temalı bir reklamda Özcan Deniz’in neden var olduğu , neden bu türde bir dans icra ettikleri ve neden bu konseptin seçilmiş olduğu merak konusuydu.. Reklama dair biraz daha derinlikli, araştırma yaptığımda bu soruların cevabını almak mümkün hale gelmişti. Reklam orijinal değildi; ajans kolaya kaçmıştı. 2012 Hint yapımı olan '3' filminin lunapark sahnesinden alınan fikir ufak çaplı değişikliklerle bu reklama uyarlanmıştı. Reklamda söylenen şarkı da yine 3 filminin lunapark sahnesinde söylenen şarkıydı. Hatta reklam çıktıktan sonra da bu durum haber sitelerine 'çalıntı reklam' diye konu olmuştu. Sonuç olarak Coca Cola'ya bu reklamdan kalan; sosyal medyada olumsuz yorumlar, çalıntı reklam haberleri, yüksek maliyet ve marka itibarının zedelenmesiydi. Fakat başka bir açıdan bakacak olursak reklam çıkar çıkmaz olumsuz şekilde de olsa sosyal medyada TT olmuştu. 1-2 saatte Youtube'da 1 milyon izlenmeyi geçmekle birlikte reklamın şu anki güncel izlenme sayısı 15 milyon olarak görünüyor. Yoksa bu reklam amacına ulaşmış mıydı? Peki, Coca Cola'nın kötü bir reklamla adını duyurmaya ihtiyacı var mı? Şu an bu soruların net bir cevabı var gibi görünmüyor, ancak bildiğimiz tek şey, ülkece bu reklamı çok antipatik bulduğumuz…
Efe Kiraz
REKLAM ANALİZİ
Y
az reklamı denildiği zaman akıllara ilk başta dondurma reklamları gelir. Cıvıl cıvıl, rengarenk ve bir o kadar da eğlenceli reklamlar. Bu sene Algida yine bizleri şaşırtmayacak bir reklam yaptı. Her sene yazın geldiğini Algida’nın reklamlarından anlıyoruz. Bu sene de heyecanla bu reklamları bekledik. Bu sene Kenan Doğulu, Cornetto için “İlk Adımı Sen At” adında bir şarkı hazırladı. Söz ve müzik Kenan Doğulu’ya ait. Cornetto, reklamlarında öne çıkan temalar genellikle gençlik, eğlence ve aşk üzerine oluyor.. Bir dönem Yalın’la birlikte yürütülen reklamlarda “Aşkta cesur olan” ve “Keyfi yolunda, aşkı sonunda” başlıkları altında gençleri içine çeken kıpır kıpır içerikler vardı. Marka Cornetto’nun sadece bir dondurma markası olmadığını, aynı zamanda güzel bir aşk hikayesi olduğu mesajını da vermeyi amaçlamıştı. Los Angeles, İstanbul, Londra gibi şehirlerde “Aşktan Hikayeler” temalı filmler çekildi. Bu şekilde de firma kısa film alanına giren ilk dondurma markası oldu. Aşktan hikayelerde en duygusal reklam seçilen kısa film ise “Aşk” Kadar Uzak” olmuştur. Kısa filmde Gregory ile Alona’nın uzak mesafe ilişkisinden bahsedilmektedir. Mesafelerin aşka engel olmadığını anlatan kısa film, izlerken hem güldürmekte hem de hüzünlendirmektedir. Marka gençlerin aklında kısa filmlerle kalıcılık sağlamıştır. Hedef kitle böylelikle gençler olmuştur.
SEVİYORSAN GEL SÖYLE
Cornetto bu yıl için Murat Boz’u düşünmüş, fakat Murat Boz’un yapmış olduğu siyasi görüş içeren bir takım açıklamalar sebebiyle reklamın önüne siyaset geçmesini göze almak istememiştir. Böylelikle teklif Kenan Doğulu’ya götürülmüş. Marka Kenan Doğulu’dan kıpır kıpır elektronik bir yaz şarkısı istemiş.
Bizce de hem güzel hem de kıpır kıpır bir şarkı olmuş. Kenan Doğulu:
“Beklemek çok zor. Aşkla yaşayacağınız bir günü aşksız yaşamak da ıskalamak demektir.” “...Herkesin arzusu tabii ki karşısındakinin adım atması. Ama işler her zaman istediğiniz gibi olmayabilir. Doğru zaman, doğru yer, doğru insan olmalı.” diyerek bizlere mesaj vermiştir. Genel olarak başarılı bir reklam filmi olduğunu ve bizleri biraz da olsa cesaretlendirdiğini söylemek mümkün. Klibin ilk versiyonu dijital mecralardan yalnızca 24 saatliğine erişebilir olacak. Bir günün ardından silinecek klip ile marka, hedef kitlesine anı yaşama mesajı vermeyi hedefliyor.
Elif Onat
7
SEKTÖRDEN
14. Kırmızı Ödülleri sahiplerini buldu! 23 Mayıs Salı akşamı Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde düzenlenen Kırmızı Ödül Töreni ile sahiplerini buldu. Doğan Kitap, Pronto Tour ve Sinpaş GYO sponsorluğunda düzenlenen 14. Kırmızı Ödül Töreni’nde 922 başvuru ile rekor bir katılım seviyesinin yakalanmasının yanı sıra, yeni kategorilerin de heyecanı yaşandı. PURPLE, Sustainable Ideas Kurucu Ortağı Faika Ergüder’in başkanlığındaki 64 kişilik jürinin 3 ayrı değerlendirme süreci sonunda belirlenen isimlere Kırmızı Basın, Kırmızı Bölge, Kırmızı Dijital, Kırmızı Kampanya ve Kırmızı Zanaat ana kategorilerinde 62 yaratıcılık ödülü, başvurular arasından 61 işe de başarı ödülü verildi.
Altın Pusula Ödülleri sahiplerini buldu! TÜHİD tarafından bu yıl “Birlikte Daha Güzel” temasıyla 15.’si gerçekleştirilen Altın Pusula Ödülleri sahipleriyle buluştu. Ödül kazanan proje ve kuruluşlar, 30 Mayıs Pazartesi akşamı, Raffles İstanbul’da gerçekleştirilen ödül töreninde açıklandı.
Path London’a Türk kreatif direktör! Gökçe Şahbaz Path London'ın kreatif ekibine katıldı. Global P&G’den Red Bull’a pek çok uluslararası üretici ve markaya hizmet veren ve Anadolu Efes ile yaptığı anlaşma çerçevesinde Türkiye pazarında da faaliyete başlayan İngiltere menşeli marka tasarım ajansı Path London, kreatif ekibine Gökçe Şahbaz’ı kattı.
Publicis Groupe çatısı altında çalışmalarını sürdüren reklam ajansı Leo Burnett İstanbul, yeni ofisine taşındı. Uğrayıp kahvelerini içmek isteyenler ajans sakinlerini Bomonti, Birahane Sokak No.22/A’da bulabilirler.
8
A Awards 2017’de öğrencilerimize 3.lük ödülü! Açıkhava Reklamcılar Derneği tarafından düzenlenen ve temel amaçlarından biri Türkiye’de açık hava mecrasının niteliğini yükseltmek olan “A Awards Açıkhava Reklamcılık Yarışması”nda tüm kategorilerde yılın açıkhava reklam ödüllerini dağıtıldı. Ajansların katıldığı yarışmada İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Reklamcılık Programı 2. sınıf öğrencileri, A Awards 2017’de “Üniversite Medya Junior” Kategorisi’nde 3.lük ödülünü kazandı. Öğrencilerimizin ödül almaları, kendileri için hem ilham verici oldu hem de açıkhava reklamcılığı üzerine düşünüp mecrayı ve verdiği imkanları daha yakından görme fırsatı yakaladılar.
MAKALE
Y
HAYAT ETS Mİ OLSA?
azın yaklaşmasıyla beraber tatil planları da gündemde yerini almaya başladı. Genç, yaşlı, öğrenci, çalışan herkesin kafasında benzer sorular: "Acaba bu yaz bütçemize uygun bir tatil yapabilecek miyiz?" ya da "Bu tatil bize ne kadara patlar hacı?". Bu noktada devreye erken rezervasyonlar giriyor. Verilen mesaj aslında gayet basit: Erken rezervasyon ile hayalini kurduğumuz tatili olduğundan çok daha uygun bir fiyata yapabileceğimiz. Yıllardır aynı mottoyla reklam veren Etstur’dan bahsetmek istiyorum sizlere.
Markanın en başarılı kampanyası olarak 50.000 fotoğraf ve on binleri aşan katılımcı sayısı ile sosyal medya rekoru kıran 'tatil yağmuru' kampanyasını gösterebiliriz. Ayrıca "Keşke tatil olsa..." ve "Hayat Ets olsa..." kampanyalarıyla da sektördeki yarışta yerlerini gösteriyor. Burcu Esmersoy ise 2014 yılında markanın reklam yüzü oldu. Buraya kadar her şey güzel. Ancak 2014 yılından beri farklı konseptte reklam filmleriyle hep aynı yüzü görüyor, aynı sesi duyuyoruz. Sıkılmadık mı? Daha önemli bir soru da, erken rezervasyon reklamlarında ünlü kişilerin kullanılmasını ne kadar inandırıcı buluyoruz? Oynadığı reklamdan yüz binler kazanan birinin “Tatilimi Etstur’dan %45 indirimle yapıyorum.” demesi sizce ne kadar doğru bir strateji?
İzleyicilerin reklamdan “%45 indirim ile tatile gidiyorum fakat altımdaki araba Mercedes” mesajını da okuyabileceklerini düşündüğümüzde bu tür bir kampanyanın halkla dalga geçmek gibi algılanabileceğini de hesaba katmamız gerekir. Aynı şekilde gördüğü aşırı ilginin Burcu Esmersoy'un ünlülüğüyle bir alakasının olmadığı, sadece erken rezervasyon yaptırdığı için olduğu söyleniyor. Bu da insanları yanıltmaktan başka bir şey değil. Kim Etstur’dan satın aldığı bir tatilde özel araçlarla havalimanından alınıyor ya da otele giriş yaptığında müziklerle danslarla karşılanıyor? Sonuç olarak Etstur vermek istediği mesajı reklamlarında başarıyla veriyor fakat kullandığı yöntemin pek de doğru olmadığını söyleyebiliriz.
Özge Eler
9
RÖPORTAJ CELİL OKER İLE RÖPORTAJ Addictive: Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunusunuz. Sizi reklam sektörüne iten motivasyon neydi? Celil Oker: Öyle reklamcılığın şahane bir şey olduğunu bilip “Ya ben de bunu yapayım.” diyen birisi değildim. Tam tersine, dönemin benim de içinde olduğum dünya görüşü kriterlerine göre reklamcılık o kadar da iyi bir şey değildi; ama üniversiteden mezun olduktan sonra çeşitli işler yaptım. Bunların bir tanesi de metin yazarlığıydı. O işi iyi yapıyordum ama evlilik ve ilk çocuğumuzun doğması beni finansal olarak daha sağlam ve üstelik iyi olduğumda gelirimin çoğalabileceğini bildiğim bir alana itti. Bu işi yazı yazarak yapabilmemin başka da bir yolu yok. İşte bir ajansa başvurdum ve reklamcılık hakkında sıfır bilgiyle başladım. Addictive: Bir reklamcı fikir üretirken nelerden beslenir? Celil Oker: Her şeyden beslenir. Birincisi, reklam fikri üretmeden önce başlar bu iş. Reklam filmi üretme işi çok sonraki aşamalardan bir tanesidir. Daha önce zaten duruma bakmak dediğimiz şey, yani reklam verenin ticari iletişimi ihtiyacının ne olduğu. Bu ticari iletişim ihtiyacının bütün o alanın pazarı içinde ne anlama geldiği. Hakikaten bir iletişim ihtiyacı olup olmadığı gibi, bu ürün ya da hizmetin durumu, bu ürün ya da hizmetten yararlanan insanların yararlanma nedenleri, istenilen kadar yararlanmayan insanların neden istenilen kadar yararlanmadığı nedenleri gibi çok sayıda unsuru dikkate almak, onlarla ilgili verileri toplamak, toplanmasına
10
aracılık etmek ve toplanan verileri değerlendirerek duruma bir teşhis koymak gerekir. Bu yaratıcı reklam fikri çalışması ancak teşhis konulduktan sonraki aşamadır. Bunu ben sıklıkla bir doktor-hasta ilişkisine benzetirim. Doktorların da onlara başvurduğumuzda ilk yaptıkları şey bize hikâyemizi sormalarıdır. “Neyiniz var?” sorusu
" 'Neyiniz var?' sorusu ve onu takip eden sorular işin hikâyesidir." ve onu takip eden sorular işin hikâyesidir. Bunu dinledikten sonra bunla yetinmezler doğal olarak. Bizi önce bir muayene ederler. Sağımızı solumuzu dinlerler bakarlar. Bu da yetmez bazı tahliller isterler, bu da yetmez bazen daha ince görüntüleme teknikleri isterler. Daha sonra bütün bu verileri toplayıp kendi tıbbi verilerine dayanarak bir teşhiste bulunurlar. Ancak bu teşhisten sonra ilaca gelir sıra ve ilaç tavsiye ederler. Biz de doktora güveniyorsak, ki güvenmemiz lazım, onun önerdiği ilaçları alırız ve kullanırız. Sonra doktorların bir son sözü de vardır “10 gün sonra gel, bir daha görün.” derler, o da işin feedback (geri dönüt) kısmıdır. Yaptığı teşhis doğru muydu ve o teşhise yönelik ilaçlar doğru muydu, durum n’oldu bunu görmek ister. Reklamcılık da tıpkı buna benzer. Müşterinin tespitini dinleriz, çünkü her müşterinin işini yine kendisi bildiği için tespitleri vardır. Ama o tespiti bir de kendi gözlerimizle görmek isteriz o yüzden piyasayı araştırırız, insanları araştırırız, insanların o ürüne ilişkin
ruhi ilişkilerinin değerlendirmelerini araştırırız, markanın değerlerini araştırırız. Ancak bu araştırmanın sonucunda teşhis koyduğumuzda ve ilacı yazma aşamasına geldiğimizde fikir bulmaya çalışırız çünkü reçeteyi yazdığımızda sadece işin stratejisini halletmiş oluruz. Hapı yutma şekli, reklam fikirleri üretmeyle ilgilidir. Onu da
insanlar yaparlar. Bunu en çok ne etkiler derseniz onun pek bir cevabı yoktur. O işlerle uğraşan insanların dünya deneyimleri, mesleki deneyimleri, çok sayıda unsuru işin içine katar, okudukları kitaplar, seyrettikleri filmler, yapılmasına katkıda bulundukları reklamlar vesaire her
RÖPORTAJ "Benim temel mesleki inanışlarıma göre bir reklam salt beğenilmek için yapılmaz.." şey işin içine girer. Bu işleri yapan insanlar ne kadar çok dolularsa işlerinde o kadar nitelikleri olma imkânı çıkar. Yani bu toplumda genel olarak kabul edilen şekilde; zeki, yaratıcı, sivri zekâlı insanların oturup “Yar bana bir fikir medet...” diye bekleyip sonunda “Aha, buldum!” dedikleri bir süreç değildir. Genel izlenim böyle gibi gözüküyor. Toplumda da yaygın hem de
doğal olarak bizim üniversiteye gelen birinci sınıf öğrencilerinde de oldukça yayın bir izlenimdir bu. Zaten bizim birinci sınıfta genelde hem dünya ve Türkiye hakkında, hem de meslek hakkında öğrencilerin doğru bildiği şeylerin o kadar da doğru olmadığını gösteren bir temele sahip. Ama bunda tuhaf bir şey yok. Öğrencilerimiz de zaman
geçtikçe işin doğrusunu eğrisini öğreniyorlar. Addictive: Günümüz gençleri arasında reklamcılık özenilen bir alan. Sizin zamanınızda reklam endüstrisi cazip bir alan mıydı? Celil Oker: Evet, cazip bir alandı. Hep de öyle olmuştur. Bunun nedenlerinden bir tanesi işin aslını çok iyi bilmeyenlerin bazı illüzyonlara dayanarak bu işi cazip görmeleri. Bende öyle illüzyonlar yoktu; ama benim için de cazipti çünkü insanlar, “Reklamcılık renkli bir iştir,” derken ne kastederler az çok bilirim. Bence de renklidir ama o nedenlerle değil. Şu nedenlerle; reklamcı olduğunuz zaman, her gün, her hafta, her ay, her yıl, çok sayıda değişik alanlarda, değişik sektörlerde, değişik problemlere sahip müşterilerle çalışırsınız. Bir kere, sorun çözmek çok zevkli bir şeydir. Karşında bir iletişim sorunu var, siz onu bir şekilde çözeceksiniz. Var olmanızın nedeni bu. O süreci yaşamak çok muazzam bir şeydir. İkincisi, çeşitli alanlar, çeşitli sektörler söz konusu olduğu için, hem gün içinde, hem aylar içinde, uzun vadeli, çeşitli alanların, çeşitli sektörlerin manzarasını öğrenmek zorundasınızdır. Dolayısıyla sabahleyin bankacılıkla uğraşırken öğleden sonra enerji içecekleriyle, ertesi günü otomotiv de öbür öğleden sonra hazır giyimle uğraşabilirsiniz. Bunların her biri, ayrı dinamikleri olan, ayrı piyasaları olan sektörler. Her birinin içinde sağlam ve doğru bir şekilde var olmanız lazım. O yüzden renklidir. İşinizi yaparken çok sayıda insanla tanışırsınız. En başta, müşterilerle tanışırsınız ve sizin ait olmadığınız bir dünyanın
insanlarını tanıma imkânı sunar. Bahsettiklerimin hepsi bana yaptığım sürede son derece cazip şeyler olarak gelmiştir. Addictive: Global reklamlara baktığımızda, şimdiye kadar çok beğendim dediğiniz bir iş var mı? Celil Oker: Ben hem reklamcılık hayatımda hem de hocalık hayatımda her hangi bir reklamı beğendim veya beğenmedim demem. Bunun teorik nedenleri vardır. Benim temel mesleki inanışlarıma göre bir reklam salt beğenilmek için yapılmaz. Reklam işe yaraması için yapılır. Bu yüzden bu reklamın yapılmadan önceki hedefleri, stratejisi, derdinin ne olduğunu bilmeden bir reklam hakkında yargıda bulunmak doğru bir şey değildir. Günümüzde mesela öyle reklamlar var ki onların ışıkları, kastları, oyunculukları, bilerek ve isteyerek kötü yapılıyor. Bunun nedenlerini bilmeden “Ne kötü film, rezillik...” falan derseniz, reklamın amacını gözden kaçırmış olursunuz. Onlar düşünüyorlar ki, öyle hesaplamışlar, reklamın işe yaraması için kötü dekor, kötü oyunculuk ona göre yapılıyor. Dolayısıyla reklamları beğendim beğenmedim demek tüketicilerin hakkıdır. Ben de bir tüketici olarak, bütün tüketiciler gibi reklamlara mesafeli durmayı, onların benden paramı istediklerini unutmamayı ön planda tutuyorum. O yüzden niye beğeneyim ki? Bireysel olarak beni etkileyen ve tutum değişikliğine gitmemi sağlayan reklamları sağlayan reklam var mı yok mu buna cevap vereyim: “Bu da bütün reklamlarda olduğu gibi çok düşük.” Röportaj: Şevval Akyüz Deşifre: Nesteren Deniz Yıldız
11
KÜLTÜR - MİZAH REKLAM: ZEKAYI SİHRE DÖNÜŞTÜRMEK Reklam: Zekayı Sihre Dönüştürmek, John Hegarty’nin 2011 yılında yayımladığı ve özetle tecrübelerini ve topluma dair çıkarımlarını aktardığı bir kitaptır. Aslında orijinal adı da zaten “Hegarty on Advertising” olmasına rağmen ismin Türkçe’ye apayrı bir şekilde çevrilmesi içeriği hakkında okuyucuyu şaşırtıyor. Hegarty’nin 60’lı yıllarda başlayan reklamcılık serüveninden kesitler sunan kitap, aynı zamanda Hegarty’nin reklam endüstrisi hakkındaki içgörülerine de yer veriyor. Reklamcılığın 60’lardaki altın çağı ve bugün bile etkileyici
duran reklamların yaratıcı süreçlerinden bahsetmeyi de ihmal etmiyor.Yaptığı deneysel kampanyalardan ya da toplumlara dair çıkarımlarını detaylıca açıklamayı da unutmamış. Mesela, bir dondurma markasını modayla bağdaştırmasını ya da dünyadaki en mükemmel markanın Katolik Kilisesi olduğunu iddia etmesini okumak şaşırtıcı geldi. Okurken birçok şeyi öğrenmemize karşın ne yazık ki bu kitapta da iyi bir reklamın nasıl üretileceğine dair bir somut bir formülün olmadığını söylemek lazım.
TWITTER’DAN İNCİLER
12
MARKA ANALİZİ REKLAMLARIN EVRİMİNE DONDURMA ARASI
H
areketli şarkıların, neşeli kalabalıkların olduğu rengarenk dondurma reklamları cemre gibi televizyonlarımıza, izlediğimiz videoların aralarına ve sosyal medyaya düşerek yaz mevsiminin habercisi oluyor. Peki, her yaz hepimizin karşısına sıkça çıkan bu reklamları izlerken geriye doğru gitmeye ne dersiniz?
On sene öncesine gittiğimizde, Magnum reklamlarında Josh Holloway’i ve Magnum’u her zamanki sesiyle ısıran kadını görüyoruz. Kadın Magnum yerken Josh kadının burkulduğunu sandığı ayağına buz koyuyor. Kadın dondurmasını bitirip arabadan indikten sonra gerçeği ve Magnum’un bizlere verdiği “Josh değil, her şey Magnum içindi.” mesajını fark ediyoruz. Son yıllarda tercih ettiği yırtıcı hayvan imgelerini göz ardı edersek Magnum’un tarzının 2008’den bu yana değişmemiş olduğunu söyleyebiliriz. Reklamda hayvan kullanımı izleyicilerin karşısına daha çok süt, yoğurt, peynir gibi ürünler söz konusuyken çıkıyordu ve izleyicinin bu reklamlarda görmeye alışkın olduğu hayvan türleri de koyun, inek gibi türlerdi. Magnum reklamlarına yırtıcı hayvanlar ekleyerek dikkatleri çekmeyi başardı.
Magnum reklamlarından bahsederken Panda’nın yasaklanan ‘Hazlı ve Öfkeli’ reklamına değinmemek olmaz. Panda 2014 yılında rakiplerini tiye alan reklam filmiyle dikkatleri çekti. Rakiplerinin iletişimde kullandığı üslubu eleştirerek dondurmalarını öne çıkarmışlardı.
Daha geriye gittiğimizde 2011’de Panda’nın Müslüm Gürses, Hande Yener gibi isimlerle çalıştığı “Hem küçüklere hem büyüklere, işte nefis dondurma!” sloganıyla yürüttüğü kampanyayla karşılaşıyoruz. Bu reklamlar boş bir sahne, bir ünlü ve slogandan ibaret. Panda bu kampanyayla her kesimden insana ulaşmayı hedeflemiş ve kullandığı ünlülerin çocukluğundan bahsederek “Markamız sizinle birlikte büyüdü.” mesajı vermiştir. Panda bu yıllarda kullandığı sade dili sayesinde rakiplerinin iletişim şeklini eleştirme hakkını ilerleyen yıllarda kendinde bulmuştur. 94-95 senelerine gittiğimizde ise markanın Yonca Evcimik’in şarkılar söylediği hareketli reklamları bulunuyor. Bu reklamlar ilk bakışta günümüzde karşılaştığımız Cornetto reklamlarını anımsatsa da Panda, dondurmasının içeriğini anlatan şarkılar seçip ürünü öne çıkarıyor. Dondurma reklamları geçmişten günümüze değişerek, gelişerek ya da gerileyerek gelmiştir. Markaların üslupları her yaz değişecektir ya da yerinde sayarak canımızı sıkacaktır fakat değişmeyen tek şey bu aylarda, dondurma reklamlarıyla ilk karşılaştığımızda içimizde kıpırdayan o ufacık ve sıcacık heyecan olacaktır. Cansu Öztürk
Reklam filmini izlemek için QR kodu taratın.
13
MAKALE SON DAKİKA ERKEN REZERVASYONU
M
ayıs da geride kaldı. Bizim için okullar bitiyor, belki sizin için izinler alınıyor ve yavaştan tatil moduna geçmeye başlıyoruz. Her ne kadar yaz tüm gücüyle İstanbul’a geliyor olsa da aklımız yavaştan Bodrumlara, Antalyalara kayıyor. Az biraz ekonomik açıdan rahat olan Caddebostan / Zeytinburnu sahillerinde, nüfusun yarısıyla birlikte kumdan kale yapmaktan çok uzak olan bir grup insan, Trivago’nun reklamlarına kulak verip internette otel aramaya koşuyorlar. Karşılarına ne çıkıyor? ERKEN REZERVASYON. Takvime bakıyorlar, hangi aydayız? HAZİRAN. E peki, tam olarak nedir bu erken rezervasyon? Bir acente ağzıyla anlatmak gerekirse; erken rezervasyon kademeli indirimlerdir. Örnek olarak Antalya için konuşursak otellerin erken rezervasyon indirimleri genelde Mart sonuna kadar %20, Nisan sonuna kadar %15, Mayıs sonuna kadar %10 ve hatta %5’lere düşebilir. En azından sistemin izlemesi gereken asıl yol budur. Ama bu sistem, özellikle güzel ülkemizde ne kârlıdır ne de işe yarar. Bunun ise iki sebebi var diyebiliriz. Birincisi, bu indirimler aslında indirim değiller. Özetlemek için kısa bir alıntı yapalım: “İşin içinde olan biri olarak diyebilirim ki; tamamen yalan bu olay. Normal tur/otel fiyatlarının indirimsiz görünen kısımlarını erken rezervasyon yüzdesine göre bölüp öyle afişe ediyoruz. Normal sezon geldiğinde sadece yüzde kısmını değiştiriyoruz.”
14
Bu indirim yüzdeleriyle oynanan oyunu aslında hepimiz biliyoruz. Bazen kanmıyoruz ama bazen de itiraf edelim yüzümüze vurulan kocaman %70 (‘e varan genelde) indirim mesajları içimizi kıpırdatabiliyor. Ve karşı koyamıyoruz. Ama biz gelelim ikincisine. Türk insanı -en azından geneli- öyle erkenden plan yapmayı sevmez. Daha bizim yarınımızın ne olacağı belli değilken, kalkıp 4 ay sonraya nasıl yer ayırtalım? İzinlerimiz belli değildir, gitmek istediğimiz yerler belli değildir, kimlerle gideceğimiz bile belli değildir. Hangimizin bir arabaya atlayıp Ege sahilleri üzerinden yol alırken karşımıza çıkan tatlı bir pansiyonda geceyi geçirme hayali yoktur? Tüm bunlarla beraber ortada daha büyük bir ironi var. Acenteler de bunun farkında. İndirimlere son çağrı mantığıyla otellerini erkenden dolduramadıklarını biliyorlar. Ama yine de bu agresif satış tekniğinden vazgeçmiyorlar. Bu yüzden Şubat ayında %35 indirimde gözüken oteli 28 Nisan’da da %35 indirimle ayırtabiliyorsunuz. Bu yüzden Burcu Esmersoy’un ekranlarda “Hadi, bi’ tatile gidiverin!” diyen sesine yıl boyu maruz kalıyoruz. Siz yine son dakikaya bırakmayın ama plan yapacağım diye aylar öncesinden “Acaba rezervasyonum yanar mı?” korkusuyla strese girmeye de gerek yok. Büyük ihtimalle yanacak. Ve biz o kazığı her türlü yiyeceğiz. Tuba Üstüngör
REKLAM ELEŞTİRİSİ P&G – “TEŞEKKÜRLER ANNE”
D
ünyanın en büyük reklamveren markalarından biri olan P&G, 2020 Tokyo Oyunları’nda sona erecek 10 yıllık reklam ve sponsorluk anlaşması kapsamında her olimpiyat oyunlarından önce çeşitli reklamlarıyla tüketici karşısına çıkıyor. Londra 2012 Olimpiyat Oyunları döneminde başlayan “Teşekkürler Anne” kampanyasının ilk iki reklam filmi olan “Dünyanın En İyi İşi” ve “Onları Ayağa Kaldır”, dünyada oldukça ses getirmiş, en çok izlenen Olimpiyat Oyunları videoları içinde yer almıştı. Dört anne ve dört çocuğun hayatını temel alan reklam daha başından itibaren izleyeni içine çekmeyi başarıyor. Farklı toplumlarda yaşamını sürdüren dört anne-oğulun bize reklamda verdiği ilk mesaj annelik içgüdüsünün ve anne-oğul arasındaki o güzel ilişkinin zaman veya mekan göz etmeksizin her zaman aynı olduğuydu. Reklamın başında ki bu sahnenin, olimpiyat oyunları gibi tüm dünyayı birleştiren bir alan için kullanılması ajansın (Wieden + Kennedy) ne kadar doğru bir pazarlama stratejisi izlediğini de gösteriyor. Kullanılan jingle’ın içerikle uyumu ve reklamın içerisindeki duygu aktarımı samimi ve tatmin ediciydi. Nitekim bir reklamda anne figürü üzerinden bir hikaye anlatıyorsanız karşılaşabileceğiniz risklerin en başında “yapmacıklık” algısı gelir. Bazı reklamlarda anne gibi hayatımızda önem arz eden figürlerin kullanımının duygusal yönü bireyleri etkilese de bu etki onlara bunun sadece bir reklam olduğunu unutturmaya yetmemiştir.
Fakat P&G’nin bu kampanyası bireylerde, “sanki bir gerçeklik videoya dökülerek bize sunulmuş” hissini yaratıyor.
Özellikle “annelik” gibi hassas bir konuda marka gerçekliği yansıtmayı becerebilmiş.
Reklamın sonunda verilen mesaj çok net: “Her başarılı olimpiyat sporcusunun arkasında gizli bir kahraman vardır, o da annedir.” Reklamın başarısının sebeplerinden biri de bu mesajın yalın bir şekilde izleyiciye iletilmesiydi. Sözüm ona reklam, dünyanın dört bir yanındaki her bir ulusun üyelerinde aynı duygu ve düşünceleri uyandırıyordu. Berat Albayrak
Reklam filmini izlemek için QR kodu taratın.
15
MAKALE
İ
İKİ KÜS KARDEŞİN HİKAYESİ: ADİDAS VE PUMA
nsanoğlunun varoluşundan beridir bütün kardeşler kavga eder. Habil ile Kabil, Romulus ve Romus. Adidas ve Puma? Dünya ekonomisi üzerinde söz hakkı bulunan bu iki ünlü ve başarılı markanın, kurumsal rekabetin ötesine geçen oldukça garip bir hikayesi var. Hikayenin baş kahramanları ise birbirine düşman iki kardeş olan Adi (Adolf) ve Rudi (Rudolf) Dassler… Adi ve Rudi kardeşler İkinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde, çok büyük olmayan Alman şehri Herzogenauract’ta ayakkabı yapıp satmak üzere annelerinin çamaşırhanesinde Dassler Brothers Shoe Company adını verdikleri bir atölye açarlar. Kurdukları bu yerel şirkette Adi ayakkabı tasarlama kısmını üstlenirken, insanlarla iletişimi kuvvetli olan Rudi ise satış kısmını üstlenmiştir. Her işletmede oluşabilecek küçük sürtüşmelerle işlerini devam ettirirlerken, Adolf Hitler 1933 yılında Nazi Partisi’nin başına geçer ve iki kardeş de partiye üye olurlar. Aradan 3 yıl kadar bir süre geçtikten sonra 1936 yılındaki olimpiyatlarda 4 altın madalya kazanan efsanevi AfroAmerikan atlet Jesse Owens’a ayakkabılarını verirler. Owens’ın bu göz ardı edilemeyecek başarısı, Dassler kardeşlerin ayakkabı satışlarında büyük bir artış yaşanmasına sebep olmuştur.
16
Her başarının getirdiği zorluklarla birlikte Adi ve Rudi arasındaki anlaşmazlıklar git gide büyümeye başlar. İş yaşantısındaki sıkıntılara ek olarak, iki kardeşin eşleri de birbirleriyle anlaşamıyorlardır. İpleri tamamen koparacak olay ise müttefikler İkinci Dünya Savaşı sırasında Herzogenaurach’ı bombalarken gerçekleşecektir. Adi ve eşi, Rudi ve eşinin bulunduğu sığınağa geldikleri zaman, Adi müttefikleri kast ederek “kahrolasılar yine geldiler” der. Rudi kardeşinin bu sözü kendisine ve ailesine söylediğini düşünür ve iki kardeş dönüşü olmayan bir yola girerler. Nazi döneminin sonunda Rudi Gestapo adına çalıştığı
MAKALE
gerekçesiyle müttefikler tarafından tutuklanır. Amerikalı soruşturma yetkililerinin yayımladığı raporda ise Rudi’yi ihbar eden kişinin özbeöz kardeşi Adi olduğunu ortaya çıkarırlar. Rudi savaş kampına gönderilirken, Adi işi yeniden kurmaya başlar. Tarihler 1948’i gösterdiğinde kardeşler resmi olarak şirketi ikiye bölerler. Adi kendi şirketini, adı ve soyadı kombinasyonu olan “Adidas” olarak seçerken, Rudi de kardeşini taklit ederek ilk önce şirketine “Ruma” adını verir. Daha sonra daha kulağa daha sportif geldiği için “Puma” olarak değiştirir. Kardeşler şehri bölen Aurach nehrinin iki yakasına kendi fabrikalarına kurarlar.
Fabrikalar savaş sonrası toparlanmaya çalışan Almanya ekonomisi için ilaç niyetindedir. Şehrin büyük bir çoğunluğu bu fabrikalarda çalışmaya başlar. Herzogenaurach, Dassler kardeşlerin kavgasından kaynaklı iki taraf haline gelir. Çalışanlar rakip firma çalışanları ile konuşmamaya özen gösterir; hatta evlenmeleri dahi yasaklanır. Herzogenaurach’ın “eğik boyunların şehri” olarak anılmasının sebebi ise insanların birbirleri ile selamlaşmadan önce hangi ayakkabıyı giydiklerine bakmasıdır. Annelerinin evinde, elektrik olmadığı için bisikletten elde ettikleri enerjiyle deri kesip ayakkabı üreten kardeşler birbirlerine küs olarak hayata gözlerini yumdular (Rudi 1974, Adi ise 1978 yılında). Hatta aynı mezarlıkta olsa bile birbirlerinden olabildiğince uzak noktalara defnedilirler. 61 yıllık, şehri ikiye ayıran kavga kurucular öldükten sonra da devam eder. Günümüzde Puma ve Adidas’ın ana merkezleri hala kuruldukları şehirde bulunuyor ve şehrin ekonomisinde hala büyük bir paya sahipler. Kardeşlerin 61 yıl süren düşmanlığı, 2009'da “Dünya Barış Günü” olan 21 Eylül’de Fifa’nın düzenlediği ve her iki firmanın CEO’su ve çalışanlarının yer aldığı futbol maçıyla sona erdi. Geriye iki marka içinde nesiller boyu anlatılacak sürükleyici bir hikaye kaldı.
Ulya Sarıyer
17
TEKNOLOJİ PAZARLAMADA FARKLI BİR BOYUT; SANAL GERÇEKLİK
S
anal gerçeklik, turizm, kültür-sanat, sinema, eğlence, spor gibi alanlarda ilgi görmesinin yanı sıra markaların pazarlama stratejilerinde yerini almaya başladı. Markalaşmanın küresel hale geldiği ve dijital pazarlamanın geleneksel reklamlarla yarıştığı yeni dünya düzeninde, pazarlama stratejileri arasında sanal gerçekliği uygulamaya başlayan markalar yakın gelecekte hızlı bir şekilde rakiplerinin önüne geçmeye hazırlanıyor. Tüketicinin bilinçlendiği ve deneyimlerin önem kazandığı bir pazarda tüketicilere sıra dışı deneyim sunarak heyecan yaratıp, ilgilerini çeken markalar şüphesiz pazarlama stratejilerine farklı bir boyut kazandırıyor. Tüketiciye yaşatılan deneyimlerin yanı sıra markaya prestij kazandıracak kampanyalar da yine markayı rakiplerinden farklı kılıyor. Dünyanın en büyük araştırma firma-larından biri olan IDC (International Data Corporation), sanal gerçeklik ve artırılmış gerçeklik pazarlarındaki beklentilere dair bir araştırma raporu yayımladı.
ABD merkezli şirketin yayımladığı rapor, hem sanal gerçekliğin hem de artırılmış gerçekliğin büyük bir ivme kazanacağını işaret ediyor.
Facebook tarafından satın alınan Oculus Rift’in, Samsung ve Sony gibi teknolojik şirketlerin de üretimine başladığı sanal gerçeklik cihazları; Coca-Cola, Redbull, Nissan gibi küresel markaların da ilgi alanına girdi ve kampanyalarında yer aldı bile.
18
Turizm sektörünün en lüks otel markalarından biri olan Marriott Hotels, sokaklarda kurduğu “ışınlanma” konseptli kabinlerle balayına gidecek yeni evli çiftlere sanal gerçeklik deneyimi sunuyor.
Tekila markası Hacienda Patrón, sunduğu sanal gerçeklik uygulaması ile tüketicilerine tekilanın ham üründen fabrikaya, perakendeden satış aşamasına kadar gerçekleşen hikayesini aktarıyor. Samsung ile iş birliği yapan NBA, sanal gerçeklik uygulaması ile küresel hayran kitlesine basketbol karşılaşmalarını anlık olarak paylaşıyor. ABD Hava Kuvvetleri, asker adaylarına bir savaş jeti uçurmaları için sanal gerçekliği kullanıyor. Süpermarket zinciri Tesco, inşa edilecek olan mağazasını tüketicilere sanal ortamda sunarak, insanların mağazada dolaşmasına ve alışveriş deneyimi yaşamasına imkan veriyor. Markaların dışında bazı popüler dizilerde ve birçok etkinlikte kullanılan sanal gerçeklik uygulamalarını kullanıyor. Görüldüğü üzere sanal gerçeklik teknolojisi, oyunlar, filmler ve eğlence alanı dışında pazarda çoktan tüketiciyle buluşmuş ve pazardaki önemli yerini almış bile.
Hüdanur Bayrak
ESKİ BİLGİ’LİLER BILGI ÜNIVERSITESI REKLAMCILIK PROGRAMI MEZUNU
TÜRK TELEKOM DİJİTAL İLETİŞİM UZMANI EMİR İŞMEN'LE ROPÖRTAJ Öğrenciliğiniz boyunca iş hayatıyla ilgili beklentileriniz nelerdi ve bu beklentilerin şu anda karşılandığını düşünüyor musunuz? Öğrenciyken ajanslarda staj yapıyordum ve geleceğe yönelik kafamda çeşitli hayallerim vardı. Mezuniyetin ardından iş bulduğumda ise aynı hayallarle yola devam ediyordum fakat bu sefer farklı bir sorumluluk üstlendiğimi ve hayatın çok da kolay olmadığını anladım. Hayal etmekten, bunun için çalışmaktan ve kendiniz olmaktan vazgeçmediğiniz sürece, iş hayatı bir şekilde beklentilerinizi karşılıyor ama insan doğasında olan bir şey var o da, beklentileriniz sürekli değişiyor, artıyor, çeşitleniyor. Zaten bununla baş edebilenler hayatta bir adım daha ileride ve daha mutlu oluyor. Sizin için iş hayatınızda en zevkli olan iş bölümü hangisidir? İster ajansta ister reklamveren olarak çalışın yaptığınız en küçük projeden en büyüğüne kadar hepsine büyük bir emek harcıyorsunuz. Fikir aşamasından prodüksiyonuna kadar içerisinde yer aldığınız bir film yayına girdiğinde, üzerine günlerce çalışıp heyecanla yaptığınız sunumu başarılı bir şekilde tamamladığınızda, aylarca hatta belki yıllarca üzerine çalıştığınız bir web projesi yayına girdiğinde, ortaya çıkan işten büyük keyif alıyorsunuz. Benim için, emek verdiğim ve üretim sürecinin içinde yer aldığım işlerin hayata geçtiğini görmek bu işin en zevkli kısmı diyebilirim. Sizinle aynı bölümü okuyan öğrencilerimize tavsiyeleriniz neler olurdu (okul hayatında ya da iş hayatında)? Günlük hayatta üzerinde en çok zaman harcadığımız konulardan biri doğru iletişim kurabilmek. Şu an Türk Telekom’da dijital iletişim bölümünde çalışıyorum ve gün içerisinde bir çok farklı ajans ile çalışıp bir şeyler üretmeye gayret ediyoruz. Reklamveren ve ajans yetkilileri arasındaki en ufak bir iletişim eksikliği, fikirlerin boşa gitmesine, zaman ve emek kaybına, maddi ve manevi zarara kadar birçok soruna yol açıyor. İyi bir iletişimci olmak için en başta insan ilişkilerini ve karşılıklı iletişimi çok iyi yönetmek gerekiyor. Bu konuya dikkat etmeniz ve kendizi bu yönde geliştirmeniz, size tahmin edemeyeceğiniz kadar çok fayda sağlayabilir. Bunun haricinde yine sizin için basit ancak iş hayatında çok işinize yarayacağını tecrübe ettiğim bir şeyden bahsedeyim. Öğrenci olarak eliniz-
de kimsede olmayan kıymetli bir zaman avantajı var. Değişen iletişim trendleri ise her şeyin daha hızlı ve seri olması için bizleri zorluyor. Bu zaman avantajınızı, bazı temel bilgisayar programlarına ve mobil uygulamalara karşı yeteneklerinizi geliştirmek için kullanabilirsiniz. Temel seviyede tasarım yapabilmek, fotoğraf ve video editlemeyi bilmek, etkili sunumlar hazırlayabilmek, iyi fotoğraf çekebilmek gibi özelliklerinizi geliştirmeniz, iş hayatındaki sıkışık zamanlamalarda size paha biçilemez fırsatlar sunabilir. Son olarak, iyi bir üniversitede, iyi bir bölüm okuyorsunuz. Diğer iletişimci adaylarından daha şanslı olduğunuz kesin. İş hayatına atıldığınızda bunun avantajını yaşayıp bana hak vereceğinize eminim. Sadece beklentilerinizin ve hedeflerinizin size baskı altında tutmasına izin vermeyin. Hepsinin çok hızlı gerçekleşmesi gerektiği fikrinden uzak durun. Adım adım ilerleyeceğinizi ve bu yolun uzun bir yol olduğunu unutmayın. Öğrencilik döneminizde kampüslerimiz içerisinde yapmayı en sevdiğiniz şey nedir ? Şanslıyım ki Santral’in açılması bizim öğrenciliğimize denk geldi, 2nci sınıfa geçtiğimizde Dolapdere kampusunden Santral’e taşındık. Klasik olacak belki ama o zaman en çok sevdiğim şey herkesin kullanması için kampüse çok sayıda getirilen bisikletlere binmek ve zaman derdimiz olmadan arkadaşlarımızla açık havanın tadını çıkarmaktı. Ropörtaj: Deniz Kaya
19
"İnsanlar ürün veya hizmet satın almazlar. İlişkiler, hikayeler ve sihir alırlar." Seth Godin
20