Kültür, hikmet ve mizahın buluştuğu bu kitapta amaç dünyamızın eşsiz güzelliklerini kısaca tanıtıp, gez dünyayı gör Zat-ı Kibriya’yı deyip her yerde tecelli eden yücelik, büyüklük ve azamet sahibi Allah’ın (c.c.) varlığını ve birliğini akli, mantıki ve ilmi delilleriyle gözler önüne sermektir. Tüm dünyaya hakim olan dinsizlik felsefesinin ne kadar çürük temeller üzerine bina edildiğini ve bir uçurumun kenarından ebediyete göçmeye mahkum olduğunu göstermektir. Dünya Mirası Listesi’ndeki yerlerin çoğunun kısa video görüntülerini Youtube’dan 4K Amazing Places On Our Planet adlı videodan izleyebilir, fotoğraflarına da www.airpano.com adlı internet sitesinden bakabilirsiniz. Dünyanın eşsiz güzelliklerini gezip dinlenmek ve eğlenmeniz umuduyla hayırlı seyirler.
1- TOPRAK ASKERLER ORDUSU - ÇİN 1974’te üç yerel çiftçi bir kuyu kazarken, pişmiş topraktan gerçek boyutta binlerce askerlerin bulunduğu bir çukura rastladı. Kazılar hemen başladı. MÖ 221’de tahta çıkan ilk Çin İmparatorunun Anıtmezarı olduğu anlaşıldı. Yüz binden fazla işçi günlerce uğraşarak üstün dehasıyla yaptıkları, gerçek boyutta olan pişmiş toprak askerlerin hiçbiri birbirine benzemez; atları, arabaları, silahlarıyla gerçekliğinin şaheserleridir. Şimdi biri dese ki, “Bu toprak askerler ordusu, toprağın altındaki killi tabakanın, yeraltı sularının binlerce yıl aşındırmasıyla erozyona uğrayıp kendiliğinden şekillenerek en son bu mükemmel halini aldı!” Buna hiçbir akıl sahibi inanmaz.
2
Bu anıtmezarı yukarıdan platformdan seyredenler Çinli ustaların üstün dehasını takdir ederken, biraz ötedeki futbol stadyumunu dolduran binlerce kişiyi helikopterle tepeden görseler, bunlara kim böyle şekil ve suret verdi diye düşünebilen milyonda bir çıkar mı acaba? Topraktan insanların kendi kendine veya tabiatın tesiriyle oluşamayacağına inanıyoruz ama etten ve kemikten yaratılmış ve bunlardan binlerce kez daha mükemmel, hikmetli ve sanatlı insanları hangi akla hizmet edip tesadüflere havale edebiliyoruz?
3
2- LOS GLACIARES BUZULU – ARJANTİN Arjantin’deki Los Glaciares, Güney Amerika’daki buzulları hareket halinde görmek için en iyi yerdir. Gökdelen gibi kocaman mavi aysbergler, gök gürültüsünü andıran çatırtılarla aslan gibi kükreyerek suya düşerler. Bu ölümsüz anı görmek için turistler uzak yerlerden gemiyle buzulun yanına yaklaşırlar. Şimdi bu buzullar çatırdayıp suya düşerken şöyle bir mucize yaşansa; düştüğü gölde devasa büyüklükte buzdan kuğu, ördek, kaz, flamingo gibi su kuşlarının heykelleri oluşsa ve turist gemisine doğru sürüklenseler, turistler bu olağanüstü manzara karşısında Los Glaciares buzulu gibi donup kalmazlar mı? Ardından çatırdayan aysberg gibi korkudan çığlık atmazlar mı?
4
Turist gemisi, buzulu izledikten sonra turistleri limana geri getirdi. O sırada göldeki kuğular, ördekler, kazlar ve flamingolar gemiye doğru yaklaştılar. Ama bu buz heykellerinden binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı bu su kuşları karşısında hiç kimsede bir heyecan görülmedi. Sadece fotoğraf makinelerinin deklanşörlerine bastılar, kimse çığlık atmadı. Halbuki her gün yüz binlercesi yumurtalarını çatırdatıp dünyaya gözlerini açıyorlar ama bizler üzerimizi saran kalın gaflet kabuğunu kırıp hakikati göremiyor bu yüzden bu mucizeler karşısında gözlerimiz kapalı. Buzulların çatırdamasıyla üç beş heykel oluşsa mucize diyeceğiz, her gün yüz binlerce su kuşlarının yumurtalarından çatırdayıp çıktığına şahit olduğumuz bu mucizeler karşısında hayretimizden aysberg gibi buz kesilip gök gürültüsü gibi gürlememiz gerekmez mi?
5
3- CHARLES KÖPRÜSÜ – ÇEK Çek Cumhuriyeti’nin başkenti Prag’da, 15. yüzyılın başında tamamlanan kemerli köprünün üstünde dizilmiş 30 tane barok üsluplu insan heykeli vardır. Her gün birçok insan, bir sanat harikası olan heykellere hayranlıkla bakarak bu tarihi köprünün üstünden geçerler. Köprünün mimarını köprüdeki kulede oltasıyla balık tutarken görmesek de, onun taşlarının itinayla dizildiğini gayet iyi biliriz. Hiç kimse diyemez ki; “Tâ uzaklardan, Tuna Deltası’ndaki taşların, sel sularıyla sürüklenip taşınmasıyla Vltava Irmağı’na geldi. İnsanlara faydamız olsun diye bilinç gösterip üst üste dizilerek şehrin iki yakasını birleştirdiler. Çok yükseklere çıkan taşlar da sert rüzgarların yontup aşındırmasıyla heykellere dönüştüler!”
6
Her gün bir çok insan bu tarihi köprünün üstünden geçip heykellere hayranlıkla bakarken, heykellerin yanında gülümseyip poz veren turistler, kendilerine bakıp; “Ya bizim Sanatkarımız kim böyle?” diye düşünebilen binde bir çıkar mı acaba? Nasıl heykeller tesadüfen oluşamazsa ve onları yontan bir sanatkarı varsa, bu heykellerin yanında poz veren ve onlardan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı olan insanları yaratan, yontan, şekil ve suret veren kör tesadüfler değil, âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. Yaratıcımızı hiç akla getirmeyip heykel gibi taş kafalı olursak, yarın mahşerde Sırat Köprüsü’nden geçerken gülümse deyip çığlık maskesi gibi poz verdikten sonra bir tekme atıp cehennem lavlarına yollamazlar mı?
7
4- SERENGETİ ULUSAL PARKI – TANZANYA Serengeti ovasına yaban yaşamı gözetlemeye gelen turistlere milli parkın girişinde çakıl taşlarından yapılmış aslan, leopar, zürafa, çita, kurt, çakal, su aygırı, timsah gibi hayvanların heykellerini gösterseniz ve bunların; “Karşıdaki Klimanjaro Dağı’nın eteklerindeki taşların depremlerle ufalanıp, rüzgarlarla savrulup buraya taşınmasıyla kendiliğinden oluştu!” deseniz, Afrika’nın en ilkel kabilesindeki bir yerliyi dahi bu saçmalığa inandıramazsınız. Turistler diyecektir;”Kardeşim açlıktan kafayı mı yediniz, hiç çakılların tesadüfen dizilmesiyle bu çakallar kendiliğinden oluşur mu? Bırak gırgırı, al şu mangırı, aç kapıyı da görelim biraz su aygırı.” Az sonra turistler üstü açık ciplere binip, geniş ovayı gezerken antilop sürüsüne saldıran aslanları, kaplanları, sırtlanları; ırmağı geçerken yaban öküzlerini dişleyen timsahları, uzaktan zebraları takip eden çakalları görseler, sadece vahşi yaban hayatı gözlemleyip memleketlerine dönseler…
8
Aslî memleketlerine dönünce o adama demezler mi? “Bre yabani vahşi, bre çakal! Çakılların tesadüfen heykellere dönüşemeyeceğini idrak ediyordun ama bu heykellerden binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı canlı suretlerinin Sanatkarını niye hiç düşünmedin? Gittin Serengeti ovasına sadece poz verip fotoğraf çektirdin. Hangi akla hizmet edip onların sanatkarını kör kuvvetlere, serseri tesadüflere ve sağır tabiata havale ettin?” “Rabbim beni affet, bir defa daha beni gönder dünyaya, tekrar gideyim Serengeti’ye, Senin adına aslanları, timsahları, pitonları seveyim biraz.” Zebaniler: “Bırak şimdi gırgırı, yakın mangırı, içine atın şu yabani aygırı.” deyip aslanlar, yılanlar, çıyanlar içine selfi çektirmeye göndermezler mi?
9
5- KATMANDU VADİSİ – NEPAL Katmandu, Patan ve Bhaktapur kentlerinin bulunduğu vadi, dünyada eşi benzeri olmayan bir anıtlar topluluğuna sahiptir. Kırmızı kiremitli ev öbekleriyle kaplı sayısız Budist ve Hindu tapınakları, türbeleri, insan ve hayvan heykelleriyle egzotik ve büyüleyici bir kültür, sanat ve gelenek vitrinidir. Şimdi Durbar Meydanı’nda insanların yoğun bulunduğu alanda şöyle bir mucize yaşansa: Tapınakların önünde dikilen aslan heykelleri kükreyip ineğe, maymuna, sıçana, puta tapan insanlara dile gelip;
10
“Ey gafiller! Bırakın artık bu saçmalıkları, âlemlerin Rabbi olan Allah’a iman ediniz!” dese, herhalde bu Hindu ve Budistler kısa süren bir şaşkınlıktan sonra, sırtlarında gezdirdikleri yılanları fırlatıp; “Bre kafir! Sen nasıl bizim ilahlarımıza dil uzatırsın.” deyip bu aslan heykellerini alır, az ötede nehrin yanındaki ölü yakma alanı olan Paşupati’ye götürür ve ateşe verirler. Yarın Mahşer Meydanı’nda toplanan bu putperestlere; “ Size verilen her türlü nimetlere karşı nankörlük edip, asilik yapıp dağlara, taşlara, putlara, hayvanlara ilah diye taptınız. Haydi şimdi yalvarıp bekleyin, ilahlarınız size medet versin.” deyip ölü yakma alanı Paşupati gibi bir yere götürmezler mi adamı?
11
6- DARJEELİNG HİMALAYA DEMİRYOLU – HİNDİSTAN Himalaya Dağları’nda 2134 metre yükseklikte, Sikim ile Nepal arasındaki sınırda bulunan “Tepelerin Kraliçesi” takma isimli Darjeeling Hindistan’daki en dağlık bölgelerden biridir ve dünyadaki en muhteşem dağ manzaralarından birine sahiptir. 150 yıllık Darjeeling Nostalji Treni’ne binip, Himalayalar’ın muhteşem manzarasını seyredebilirsiniz. Şimdi bu çok vagonlu nostaljik trenin vagonlarından her birini bir öndeki vagonun çektiği söylenebilir. Fakat iş lokomotife dayandığında, artık lokomotifi kim çekiyor diye bir sual sorulmaz. Zira çeken fakat çekilmeyen bir lokomotif olmazsa, trendeki nizam bozulur ve hareket meydana gelmez.
12
Bir er, emri onbaşıdan, o da yüzbaşıdan ve nihayet başkumandan da emri padişahtan alır. “Ya padişah kimden emir alıyor?” şekilde bir soru sorulmaz. Zira padişah da birinden emir alsa, o da raiyyet derecesine iner ve onun emir aldığı zat padişah olur. Yani emir veren fakat emir almayan bir zatın varlığı muhakkaktır ve o da padişahtır. Verilen misallerden anlaşılacağı gibi, mahlukatın birbirini silsileler halinde meydana getirmesi mümkün değildir ve onları yaratan, fakat kendisi yaratılmamış olan bir kudretin varlığı zaruridir. Evet, bu hakikatler bütün açıklığıyla ortada dururken, “Cenab-ı Hak’kı hâşâ kim yarattı?” diye sual soranlar, sadece cahilliklerini ortaya koymuş olacaklardır.
13
7- LUANG PRABANG – LAOS Luang Prabang, dünyadaki en güzel şehirlerden biridir. Güneydoğu Asya’daki en iyi korunmuş şehir olarak 1995’te UNESCO Dünya Mirası Alanı olarak ilan edilmiştir. Şehir, tapınakları ve manastırlarıyla ünlüdür. Altın renkli tapınak çatıları, tarihi şehre hakimdir. Dua bayrakları rüzgarla dalgalanır ve tüm bölgede gongların sesi duyulur. Palmiyeler ve çiçekli ağaçlarla gölgelenen güzel sokaklar içinde bu şirin şehirde gezinirken, Buda’nın duvar resimleriyle süslenmiş bir çok altın renkli kubbeleri olan tapınaklarla karşılaşırsınız. Tapınakların duvarlarındaki dekorlar, adeta desen desen işlenmiş renkli bir kumaşın motifleri gibi canlı, renkli ve göz alıcıdır.
14
Şimdi bu renkli tapınakların önünden geçen turuncu örtülere bürünmüş yüzlerce Budist talebelere desen; “Nasıl boyaların çatıların tepesinden dökülmesiyle tesadüfen bu desenler oluşamazsa; bu çiçeklerin, çiçeklerin üzerinde uçuşan kelebeklerin, bu renk renk bezenmiş kuşların, papatya, orkide, leylakların, o akvaryumda yüzen rengarenk balıkların üzerlerindeki desenler de tesadüfen oluşamaz. Nasıl bu tapınakların bir nakkaşı varsa, tüm mahlukatın da bir nakkaşı vardır. O nakkaş tüm âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. Gelin batıl putlara değil Allah'a iman ve ibadet edin." Ömrü boyunca sadece acı ve eziyet çekerek, tüm meşru dünyevi güzelliklerden soyutlayarak Buda’nın ruhuna erişmeyi düşünen ve Yaratıcıyı hiç aklına getirmeden erdemli olacağını zanneden gafiller, bu cehaletleri yüzünden, yüzleri bu kelamı işitince üstlerindeki örtülerinin rengine bürünüp kızarmazlar mı? Ya da tapınağın önündeki aslan heykelleri gibi kükreyip, kutsal ruh Buda’ya saygısızlık yapan bu kafiri yakalayın deyip beni Mekong Nehri’ne kadar kovalamazlar mı? Onlara: "Rahman (olan Allah)a secde edin." denildiği zaman, "Rahman da neymiş? Biz senin bize emrettiğine mi secde edecek mişiz?" derler ve bu onların nefretini artırır. (Furkan Suresi, 60)
15
8- LUKSOR VE KARNAK TAPINAĞI - MISIR Eski Mısır’ın başkenti olan Teb, Karnak ve Luksor’daki tapınakları ve saraylarıyla, Nil’in karşı kıyısında Krallar Vadisi’nin ve Kraliçeler Vadisi’nin nekropolleriyle (mezarlarıyla), Mısır Uygarlığı’nın çarpıcı bir tanığıdır. Amon’a adanmış olan Karnak Tapınağı devasadır. III. Amenophis ve II. Ramses’in yaptırdığı Luksor Tapınağı, girişine kadar giden uzun bir tören yoluyla muazzam Karnak Mabedi’ne bağlanır, yolun her iki yanında sfenksler bulunur. Sfenks, obelisk, papirüs sütunları, devasa kapılar, heykeller ve muhteşem rölyeflerin bulunduğu bölge kesinlikle görülmelidir. 16
Bir zamanlar bu tapınağın sütunları arasında dolaşan II. Ramses olduğu düşünülen Firavun ve çevresine, Musa aleyhisselam Allah’ın dinini tebliğ etmişti. Ama onların çoğu putlara tapmayı sürdürdüler. Şimdi Musa aleyhisselam’ın dediği gibi buraya gelen tapınağın sütunları arasında dolaşan Batılılara; “Ey insanlar! Nasıl bu tapınağın bir mimarı, heykellerin bir heykeltıraşı varsa, bu kainatın ve içindeki mahlukatın da elbette bir Mimarı ve Sanatkârı vardır. Kör kuvvetler, serseri tesadüfler, sağır tabiat putlarını kendine ilah edinen ey Batılılar! Akılsız ve bilinçsiz güçlere değil, sonsuz akıl ve bilinç sahibi Allah’a iman edin.” desek, acaba öğüt alıp düşünebilirler mi? Gaflet büyüsünden kurtulup gerçeği görebilirler mi? Yoksa sizi kollarınızdan ve bacaklarınızdan çaprazlama keserim diyen Firavun gibi, gittiği fakültelerden, çalıştığı medya ya da kamu kuruluşlarından anti-Darwinizm’den dolayı isimlerinin üzerine çarpı işareti konup, ilişiklerinin kesileceğinden mi endişe edip Allah’a inanmıyorlar? 17
9- KIZIL MEYDAN – RUSYA Moskova’daki Kremlin ve St.Basil Katedrali’nin muhteşem sanat ve mimarisi, insanı derinden etkilemektedir. Kızıl Meydan, Kremlin’le yakından bağlantılıdır. Güney ucunda Ortodoks sanatının en güzel anıtlarından biri olan ünlü soğan kubbeli St.Basil Katedrali’nin rengarenk süslemeli kubbeleri ve duvarları; estetik, sanat ve deha ürünüdür. Hiç kimse diyemez ki, kubbe ve duvarlardaki döşemeler tesadüfen bu katmanları oluşturdu, yine hiç kimse diyemez ki kubbe ve duvarlardaki renk kompozisyonu katedralin tepelerinden boya kutularının devrilmesiyle akıp kendiliğinden oluştu. Şimdi de bu tavus kuşu ve kelebeklerin kanatlarındaki renk kompozisyonuna bu papağanların, kanaryaların, flamingo gibi sayısız kuşların rengarenk bezeli kanat, gaga ve tüylerindeki estetik ve sanatsal görünümlerine, akvaryumda yüzen balıkların rengarenk ve uyumlu desenlerine bir bak. Tarlalarda rengarenk açan ayçiçeklerine, lale, orkide gibi binlerce çiçeklerin ayrı bir estetik, sanat ve motiflerle bezeli taç yapraklarına ve içlerindeki sanata bak! Kuşların tüyleri, balıkların pulcukları, çiçeklerin şekilleri adeta bir çatının kiremitleri gibi uyumlu ve düzenli dizilmişlerdir. Kiremitler, tesadüf rüzgarlarıyla kendiliğinden bir çatıya muntazam dizilebilirler mi? Ve üstlerindeki rengarenk desenler, adeta tepelerinden boya kutularının tesadüfen dökülmesi gibi kendiliğinden oluşabilir mi? Veya cansız ve şuursuz güneşin, tabiatın elinde fırçası mı var ki, her biri ince, hassas ve ayrı rötuşlar gerektiren bu milyarlarca harika tablolar oluşabilsin? Boyaların tesadüfen tuval üzerine dökülmesiyle manzaralı tablolar oluşamadığı gibi, bu harika desenler de kendiliğinden oluşamaz. Ancak bilinçli rötuşlar sayesinde oluşabilir.
18
İki boyutlu cansız birer kopya olan tablolardaki görüntülerin dahi tesadüf eseri oluşması imkansız bulunurken; üç boyutlu, canlı ve kıyas olmayacak mükemmellikteki asılları için kör tesadüflerin veya tabiatın etkisi nasıl düşünülebilir? Bu mantık çöküşü ve gaflet örtüsü nasıl izah edilebilir? Yoksa bu insanların beyin soğanlarındaki hipofiz salgıları boyaların tesadüfen yerlere dökülmesi gibi aşağılara mı döküldü ki, hiç bu ulvi hakikatleri düşünmüyorlar da, süfli şeyleri çok düşünüyorlar?
19
KELEBEK VE TAVUS KUŞLARINDAKİ SANAT Bir damın kiremitleri gibi itinayla dizilmiş kelebeğin kanadındaki pulcuklar ve üzerindeki renklerin ve desenlerin çeşit çeşit motiflerle süslü olarak yaratılması adeta bir ressamın fırçasıyla ince rötuşlarla dokunması ve resmetmesi gibidir. Mağazalarda gördüğümüz ipek kumaşların üzerindeki renkler ve desenler nasıl tesadüfen değil, ilmik ilmik itinayla işlenip renkleniyorsa, öyle de bu ipek gibi kanatların üzerindeki renkler ve desenler de tesadüfen değil Allah'ın gaybi kalemiyle fırçasıyla ilmik ilmik itinayla işlenip renklenmiştir. Boyaların tesadüfen kumaşların üzerine dökülmesiyle desenlerin oluşamadığı gibi, kelebeğin kanatlarındaki bu harika motifler de kendiliğinden değil, Allah'ın kudret kalemiyle çizilip hikmet fırçasıyla resmedilmiştir.
20
Akıl ve şuur sahibi en usta ressamları toplayıp, ellerine su bardağı gibi çeşitli boya kavanozlarını verip önlerine de kumaşlar sersek ve desek, hiç fırça kullanmadan sadece boyaları uzaktan yakından savurarak tavus kuşunun tüylerindeki tablo gibi o harika desenleri taklit edin. Bunu resmedebilmeleri acaba hiç mümkün müdür? İsterseniz su bardaklarının içine boya mürekkeplerini doldurun ve duvara yıllarca yorulmadan savurun acaba belli bir ölçü, düzen ve simetri gerektiren o tavus kuşunun tüylerindeki motifleri, desenleri, benekleri taklit edip resmedebilir misiniz? Kör, sağır, düşüncesiz ve cansız tabiata yüz derece cehalete soyunup akıl isnat etsek bile, tabiatın eli, kolu, fırçası mı var ki, ince ince rötuşlarla dokunsun, tavus kuşunun tüylerine renk renk, öbek öbek o harika motifleri resmedebilsin? Akıl ve şuur sahibi ressamlar bile buna muvaffak olamazken, kör kuvvetler, serseri tesadüfler, sağır ve şuursuz tabiat bu maharete nasıl vakıf olabilsinler? 21
10- TUNA DELTASI – ROMANYA Karadeniz’e dökülen Tuna’nın suları, Avrupa’nın en büyük ikinci deltasını oluşturur. Tatlı su gölleriyle, sazlıkları, söğüt ve kavak ormanları, ıslak çayırları, çamurlu kıyılarıyla Avrupa’daki en büyük aralıksız bataklık alanıdır. Bu geniş yaşam alanı bir çok hayvan türüne ev sahipliği yapmaktadır. Şimdi bu bataklıkta, deltada yaşayan hayvan türlerinin bazılarının tanıtım için çamurdan heykelleri yapılıp dikilse, hiç kimse diyemez ki, “Balkanlardan esen rüzgarlar toz toprağı savurup yağan yağmurlarla ıslanıp çamurdan bu heykeller kendiliğinden oluştu.” Yine hiç kimse diyemez ki; "Bataklık arazideki çamurların sel sularıyla sürüklenmesi sonucu bu heykeller kendiliğinden oluştu." Delta’ya gelen Avrupalı ateistler sazlıklara giren mandaları, merada otlayan inekleri, dallara konup uçuşan bir çok kuş türlerini, karabatakları, pelikanları, gölde yüzen ördekleri, kazları, çayırlarda gezinen tayları, görünce “Oh my God” deyip ürktüğü yılanları görseler…
22
Çamurdan yapılan heykellerin tozların tesadüf rüzgarlarıyla veya doğa etkisiyle oluşamayacağını çok iyi bildikleri halde, bu heykellerden binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı canlıların mutasyonlar ve doğal seleksiyonlar sonucu kendiliğinden oluştuğuna yani toz gibi atomların tesadüf rüzgarlarıyla savrulup kendi kendine doğal yollarla ya da doğa harikası olarak oluştukları saçmalığına inanırlar. Şimdi Allah’ı inkar etmeyi kendilerine meziyet sayan, tesadüfleri kendilerine ilah edinen, bu hakikatleri inek gibi hiç düşünmeden yaşayan bu toylara, bu gaflet batağına dalıp hakikatleri göremeyen bu karabataklara desek ki; "Nasıl bu çamur heykeller tesadüfen ya da doğal yollarla oluşamazsa, bunlardan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı, canlı et ve kemikten asıllarının da kendiliğinden oluşması imkansızdır. Gelin bunları, sizi bizi ve tüm mahlukatı yaratan bir olan Allah’a iman edelim." Bunu duyan gafillerin çoğu bana kaz gibi bakmazlar mı? Bu top güllesi gibi etkili hakikat karşısında yaban ördeği gibi kaçmazlar mı? İman ve itaat eden akıllılar, yarın mahşer deltasını inşallah tay gibi koşup geçerlerken, bu süfliler yılan gibi sürünmezler mi? Halbuki kendilerine ömrü boyunca tüm kainatın ve içindeki mahlukatın kör tesadüfler sonucu oluştuğu anlatılan Batılıların bu korkunç yalandan “Oh my God” deyip yılandan akrepten kaçar gibi uzaklaşmaları ve hakikate yarış atı gibi koşmaları gerekmez miydi? Çevremizde gördüğümüz her şey, tüm varyasyonları ile yaratılışın birer kopyasıdır ve hepsi çok üstün ve mutlak akıl sahibi bir varlık olan Allah tarafından yaratılmıştır. Prof. Kenneth Cumming, biyokimya profesörü Allah, her canlıyı sudan yarattı. İşte bunlardan kimi karnı üzerinde yürümekte, kimi iki ayağı üzerinde yürümekte, kimi de dört (ayağı) üzerinde yürümektedir. Allah dilediğini yaratır. Hiç şüphesiz Allah her şeye güç yetirendir. (Nur Suresi, 45)
23
11- LESHANLI DEV BUDA HEYKELİ – ÇİN Çin’de Sichuan Eyaleti’nde bir tepenin yamacına oyulan, 8. yüzyıldan kalma 71 metre yüksekliğinde (yaklaşık 25 katlı apartman yüksekliğinde) dev Buda heykeli, dünyanın en büyük Budasıdır. Her gün bu heykeli görmeye binlerce ziyaretçi gelmektedir. Şimdi buraya gelenlere; “Sert esen rüzgarların binlerce yıl kayayı aşındırıp şekillendirmesiyle bu heykel kendiliğinden oluştu.” desek bu dev gibi yalana hiçbir Çinli, Japon, Koreli, Uzakdoğulu inanmaz. Çünkü onlar da gayet iyi biliyorlar ki, tesadüflerin eline sınırsız zaman ve sınırsız malzeme versek de değişen hiçbir şey olamaz. Yani bir yere tahta, çivi, çekiç koysak binlerce yıl geçse de akıl sahibi bir usta olmadan tesadüfler sonucu bir sehpa oluşamaz. Arazinin ortasına blok bir kaya koysak, yanına da çekiç, keski gibi yontu aletlerini bıraksak, akıl sahibi bir ustanın hassas rötuşları olmadan tesadüf rüzgarlarının esmesi sonucu kendiliğinden Davud Heykeli gibi bir sanat harikası oluşamaz. 24
Ama bu heykelden binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı kendi suretlerinin bir Yaratıcı tarafından yaratıldığını, kendilerine şekil ve suret verenin kör kuvvetlerin, serseri tesadüflerin ve sağır tabiatın değil, üstün bir ilim sahibi Allah olduğunu söylesek şaşkın şaşkın bakınır. Buna neredeyse hiçbir Uzakdoğulu inanmaz. Çünkü gaflet sisi tüm toplumu sarmış, hakikati göremiyorlar. Tesadüf saçmalıkları her yeri tsunami gibi kasıp kavurmuş dev bir mantık çöküntüsü içindeler. Hakikatleri düşünemiyorlar, söylense de anlayıp idrak edemiyorlar. Gözleri görüyor ama basiretleri kör, akılları bağlanmış. İşte bu heykelden binlerce kez mükemmel bir ölçü ve düzen içinde yaratılan kendi vücutlarının icadını sonsuz bir ilim, güç, hikmet ve irade sahibi Allah'a vermeyip; mizansız kör kuvvetlerin, maksatsız serseri tesadüflerin, şuursuz zulmetli tabiatın camid ve karışık ellerine veren hakikate uzak doğuluların dev bir mantık çöküntüsü! Eğer onların yüz çevirmeleri sana ağır geldiyse, onlara bir ayet getirmek için yerde bir tünel açmaya veya göğe bir merdiven dayamaya gücün yetiyorsa (yap). Eğer Allah dileseydi, onların tümünü hidayet üzerine toplardı. Öyleyse sakın cahillerden olma. (En'am Suresi, 35)
25
12- DAVUD HEYKELİ - İTALYA Yılda sekiz milyon turist Michalengelo’nun 1504 yılında tamamladığı “David” heykelini görmek için İtalya Floransa’ya gelir, hayranlıkla bakarlar ve sanatkârını takdir ederler. Michalengelo tek parça halinde bir mermer bloğu ince rötuşlarla oyarak, beş metre boyundaki heykelini hapsolduğu yerden çıkarmış ve sanatını göstermiştir. Şimdi biri dese; “Bu heykel arazinin ortasında duran bir kaya kütlesinin, sert rüzgârların binlerce yıl esmesiyle kayayı aşındırarak kendiliğinden oluştu biz de alıp müzeye koyduk!” Aklı başında dünyada 7 milyar insandan bir kişiyi bile bu saçmalığa inandırabilir miyiz? Dünya’nın dört bir yanından gelen turistler heykelin sanatkârını takdir ediyorlar buna mukabil aynada kendisine bakınca tahminen sadece kendisi ile alakadar oluyorlar. Hâlbuki kendi yaratıcısı ve sanatkârı olan Rabbini düşünmeleri icap etmez mi? Peki bunu düşünen kaçta kaçıdır acaba? Binde biri mi yahut milyonda biri mi? Heykelin yanında durup hayran hayran izleyen turiste desen, “Hey seni yaratan, şekil ve suretlendiren sanatkârın bir Allah var, ona iman et.” What? What? der şaşırır gider ya da tuhaf tuhaf bakar. Heykelin sanatkârını takdir edip, kendi sanatkârını sağır tabiata, kör kuvvetlere, serseri tesadüflere, camit ve şuursuz sebeplere isnad etmek veya hiç alakadar olmamak tam bir akılsızlık ve tam bir ihanettir. Bunun da cezası ahirette çok çetin ve vahim olacaktır.
26
Bakın benim de gözlerim var ve hem de görüyor, onun ise görmüyor. Bakın kulaklarım duyuyor, ağzım konuşuyor. Parmağımı ani uzatıp heyt! desem irkilmez ben de ise refleks var, kalbim hızlı atar. Bakın akciğerlerim nefes alıyor onun ise almaz zaten yok ortadan ikiye bölsek mermer blok çıkar. Benim ise içimde mükemmel sistemlerle işleyen iç organlarım var. Hangimiz daha sanatlı, hikmetli ve harika? Yıllarca tıp fakültelerinde okuyup bir de ihtisas yapıyor doktorlar gözü, kalbi, beyni… daha iyi anlayıp öğrenebilmek için. Binlerce sayfa kitaplar okuyorlar Allah’ın sanatındaki detayları kavrayabilmek için. Arkadaşım dişin uzmanlığına hazırlanıyordu. Yayınevinden kitapları almış eve taşımak için hamal tutmuş. Heykele bakıp heykeltıraşı bir defa takdir ediyorsa insan aynada kendisine bakıp sanatkârı olan Allah’ı binlerce defa takdir etmesi gerekmez mi? İşte 7 milyar insanın çoğuna hâkim olan bir akıl tutulması var. Dinsizlik, inkâr ve gaflet büyüsü her yeri sarmış. Dalalet, safsata, kibir, inat, görenek gibi şeytani hilelerle insanlar inkâr ve küfür bataklığına saplanmışlar ve hakikati göremiyorlar. Gözler kör değil, basiretler kör olmuş, akıllar bağlanmış. And olsun cehennem için cinlerden ve insanlardan çok sayıda kişi yarattık (hazırladık). Kalpleri vardır bununla kavrayıp anlamazlar, gözleri vardır bununla görmezler, kulakları vardır bununla işitmezler… İşte bunlar gafil olanlardır. (Araf Suresi, 179)
27
13- ALP DAĞLARI - İSVİÇRE Jungfrau-Aletsch Bölgesi, Alpler’in en buzullu kısmıdır; Avrupa’nın en geniş buzulunu ve bir dizi klasik buzul özelliğini içinde barındırır. Bölge, Alpler’in en etkileyici doğal güzelliklerine ve estetik çekiciliğine sahiptir. Alanın etkileyici kuzey duvarı Eiger, Mönch ve Jungfrau dağlarının büyüleyici manzarasını görmeye ve çevrede kayak yapmaya her yıl binlerce turist akın eder. Şimdi bu dağdaki buz mağarasında buzdan heykellerin sergilendiği ayı, kurt, çakal, kartal, baykuş, kar tavuğu gibi hayvanların heykellerini alıp Aletsch Buzulu’nun olduğu geniş alana sersek ve seyir terasından buraya bakan turistlere; “Doğanın sanatı Aletsch Buzulu’nda kendisini gösterdi. Kar fırtınalarını estirmesi sonucu doğa dehasını gösterip, buz bloklarını yontarak bu harika buzdan heykelleri oluşturdu." desek turistler diyecektir; "Şaka mı yapıyorsunuz? Bu doğanın aklı, fikri, şuuru, gözü, parmakları mı var ki, heykeltıraş gibi hassas rötuşlarla temas edip bu buzdan sanat harikalarını yapabilsin?" 28
Yani hiçbir Avrupalı, Amerikalı, Asyalı, Afrikalı bu saçmalığa inanmaz. Ama gözlem terasında bu buz heykellere bakarken tepelerinde kartal, baykuş, serçeler, uçuşsa; ötelerde ayı, kurt, tilki, tavşanlar görünse, buzdan heykellerden binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı bu hayvanları rahatlıkla kör kuvvetlere, serseri tesadüflere, sağır tabiata havale edip kar zerresi kadar Yaratıcı’yı akıllarına getirmezler. Çünkü, okullarda öğrendiği ders kitaplarında ve medyada defalarca inkarcı telkinlerle akılları uyuşturulduğu için sağlıklı düşünemezler. Akılları Aletsch Buzulu gibi gaflet örtüsüyle kaplı olduğu için puslu beyinleriyle hakikati göremezler. Ey Avrupalı! Gündüz pistte kayak yaptın, gece barda kafa kıyak. Yediğin elmayı likörün yanına kattığın meyve suyunu hep ağaç, toprak ve doğadan bildin. Sadece batnın ve fercin hizmetine mi münhasırdır ki, keyfince bir hayat sürüp, ömür sermayeni berbat edip kendi yaratılışını, kainatı ve tüm mahlukatı tabiata ve tesadüflere havale ettin. Bu dünya pistinden kayınca yarın mahşerde seni nereye havale edeceklerini hiç düşünmüyor musun? Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar, bugünleriyle karşılaşmayı unuttukları ve bizim ayetlerimizi yok sayarak tanımadıkları gibi, biz de bugün onları unutacağız. (A'raf Suresi, 51) 29
14- ESKİ ŞİBAM KENTİ – YEMEN Şibam’daki kerpiç apartmanlarda son derece gerçek üstü bir hava vardır. Çölün tam ortasında kübist heykeller gibi görünmektedir. Müstahkem bir surla çevrili olan 16. yüzyıldan kalma 500’den fazla 7-8 katlı topraktan yapılma zamanın kerpiç gökdelenleri için Batılılar kente "Ortadoğu'nun Manhattan'ı Çölün Chicago'su" derler. Bu apartmanların önündeki çöle 7-8 tane ardı sıra giden devenin ve onları çeken kervancı adamın kerpiçten heykelleri yapılsa, bunları gören Batılılara; “Bu kerpiç evler ve heykeller yıllarca esen çöl rüzgarlarının kumları, toz ve toprağı savurup, çiseleyen yağmurlarla ıslanarak kendiliğinden zamanla oluştu!” deseler, Batılılar diyecektir; “Bana bak biraz fazla kafa otu çiğnediniz galiba, hiç tesadüfen çöl rüzgarlarının esmesiyle bu sanat eserleri oluşabilir mi?” Araplar da Batılılara dese;
30
“Bana bak! Sizler de biraz fazla kafa otu çiğnediniz galiba. Hiç yerdeki atom zerrelerinin tesadüf rüzgarlarının savurması sonucu bu kainat ve içinde her biri sanat eseri olan mahlukat kendiliğinden oluşabilir mi? Bu giden develerin, onları çeken kervancının, şu uçuşan kuşların, şu yerdeki kaktüslerin, ağaçların sanatkarını nasıl sonsuz akıl sahibi Allah’a değil de, tesadüflere ve tabiata havale edebilirsiniz? Yarın Cehennem bozkırlarında kaktüsleri katır kutur çiğneyen bu inkarcılara; “Bozkırın katırları, çölün develeri” denmez mi? “Gerçeklerin akıl süzgecinden geçirilerek yorumlanışı ortaya koymaktadır ki, üstün bir Akıl fiziğe, kimyaya ve biyolojiye müdahale etmiş ve doğada varlığından söz etmeye değer bilinçsiz güçler yoktur.” Prof. Sir Fred Hoyle, matematik ve astronomi profesörü. Göklerin ve yerin yaratılması ile onlarda her canlıdan türetip-yayması O'nun ayetlerindendir. Ve O, dileyeceği zaman hepsini toplamaya güç yetirendir. (Şura Suresi, 29)
31
15- POTALA SARAYI VE TAPINAĞI – TİBET Budizm’in Tibet’teki en kutsal merkezi olan Lhasa, dünyadaki en yüksek şehirlerden biridir. 7. yüzyıldan beri Dalay Lama’nın kışlık sarayı olan Potala Sarayı, Tibet Budizmini ve Tibet’in geleneksel yönetimindeki merkezî rolünü simgeler. Yine 7. yüzyılda kurulan Jokhang Tapınak Manastırı olağanüstü bir Budist kompleksidir. Çok uzaklardan bazı Budistler günlerce yürüyerek ve üç adımda bir yere kapanarak hacı olmak için bu tapınağa doğru gelirler. Şehirde bir çok tapınak vardır. Çevredeki dağlarda yazın açan güller sebebiyle ismi “gül” anlamına gelen Sera Manastırı’nın önünde kadınlar oturmuşlar, geleneksel Tibet kilimlerini satıyorlar. Rengarenk kilimlerde bir çok çiçek, motif motif işlenmiş. Tam önünden de yerlere üç adımda bir sürünerek geçen hac kafilesinin önünü kesip desek; “Ey hacılar! Gelin size manastırın bahçesinde yak çayı ısmarlayıp biraz yağlı sohbet yapalım. Şu kadınların sattığı kilimler bence Tibet Platosu’nda toplanan pamuk yığınlarının Himalayalar’dan esen rüzgarların savurması sonucu kendiliğinden oluşmuştur. O yüzden onlara 500 rupi değil 5 rupi yeter. Ey alaturka! Tibet’in yüksek havası seni biraz çarpmış galiba, istersen gel bizimle alçaklarda sürünüp manastıra sokalım seni, belki açılırsın. Kadınlar, günlerce uğraşıp ilmik ilmik dokumuşlar, bak kilimde Tibet çiçekleri ne güzel parlıyor, ey Rumi 500 rupiyi bayıl, hiç bunlar tesadüfen kendiliğinden oluşabilir mi?
32
Ey dokumacı neredesin? Ey dokumacı neredesin? Ey dokumacı neredesin? Ne bağırıyorsun be Tibet yakları gibi kimi arıyorsun? Nasıl bu rengarenk kilimlerdeki motif motif işlenen çiçeklerin bir nakkaşı varsa, bu kilim gibi bahçedeki güllerin, dağlarda açan çiçeklerin nakkaşını, dokuyucusunu arıyorum. Evet nasıl tesadüf rüzgarlarının esmesi sonucu pamuklar ipliklere, iplikler de renk renk ve desen desen işlenen bu kilimlere dönüşemezse, bu kilimlerdeki çiçeklerden binlerce kez mükemmel, estetik ve sanatlı bu canlı çiçekler de tesadüfen kendiliğinden veya tabiatın tesiriyle değil, tüm alemlerin Rabbi olan, sonsuz ilim sahibi Allah tarafından dokunmuştur. Nasıl bu kilimlerin bir nakkaşı, bu manastırın bir mimarı önünde dikilen heykellerin bir sanatkarı varsa, bu kainatın ve içindeki mahlukatın da bir Nakkaşı ve Sanatkarı vardır. Kendi ilahlaştırdığınız, kendiniz gibi aciz, güçsüz ve sizleri işitmeyen putlara değil, sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi olan ve her zaman herkesi gören, işiten ve duasına cevap veren Allah’a iman edin. Ey alaturka! Kafamız oldu alafranga. Yüzdük yüzdük kuyruğuna geldik, çekil yolumuzdan, bir yakını içelim dedik haccımızı yakma. Biz atalarımızdan böyle gördük böyle gideriz kusurumuza bakma. Ömrü boyunca bir Yaratıcı’yı düşünmeden bir hayat geçiren, dünyevi meşru nimetlerden mahrum kalarak kendisine eziyet edip Buda’nın ruhuna erişip aydınlanacağını düşünen bu zavallılara yarın mahşerde; “Size sayısız nimetler vermişken Rabbinizi unutup, kendiniz gibi aciz kullara ilah diye taptınız. Ta beş yüz kilometre öteden Buda için sürünüp geleceğinize, Allah için günde beş defa eğilip buraya gelseydiniz ya ey düşüncesiz inkarcılar. Haydi alın şu yakları, cehenneme atın yakın” demezler mi? Onlara: "Allah'ın indirdiğine ve elçiye gelin" denildiğinde, "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz şey bize yeter" derler. (Peki,) Ya ataları bir şey bilmiyor ve hidayete ermiyor idilerse? (Maide Suresi, 104) 33
16- NAMCHE BAZAR - EVEREST Dünyanın çatısı Himalaya Dağları’nda Sagarmatha Ulusal Parkı’nın bulunduğu alanda dünyanın en yüksek tepesi (8848 metre) olan Everest bulunmaktadır. Bölge eşsiz kültürleri ve Budist ritüelleriyle yaşayan Şerpaların anavatanıdır. Himalaya Dağları’nın eteklerinde Everest’in gölgesinde eşsiz bir pırlanta gibi parlayan Namche Bazar Köyü, dağcıların da uğrak yeridir. Buraya gelen dağcılar, Şerpaların yardımıyla kamp yerlerine ve zirveye doğru yaklaşık 2 ay süren yürüyüşe çıkarlar. Şerpaların çoğu geçimlerini dağcıların yüklerini sırtlarında taşıyarak sağlarlar. İlginç inanç ve ritüelleri vardır. Everest’teki ana tanrıçaya inanırlar. Dağcılarla birlikte yola çıkarken ve uğradıkları manastırlarda, tütsüler yakıp pirinç taneleri savurarak her türlü zorluklardan kendilerini koruması için Dağların Ana Tanrıçası’na dua ederler ve dua bayraklarını asarlar. Dünyanın en yüksek dağlarında yaşıyorlar ama ufukları köyleri kadar dar. Everest’teki ana tanrıçaya inanacaklarına, Everest gibi binler34
ce dağlardan müteşekkil bu dünya ve yüzbinlerce dünya ve yılzdızlardan oluşan Samanyolu galaksisi ve yüzbinlerce galaksiden müteşekkil tüm kainatın ve içindeki mahlukatın yaratıcısı ve koruyucusu olan bir Allah’a iman etseler ya! Hiç kendi yaratılışı hakkında ve mahlukatın Rabbini düşünmeden bir hayat geçiren, kendilerine verilen nimetleri tabiata ve tesadüflere vermekle nankörlük eden bu zavallıları, yarın kendileri gibi kafirlerin yüklerini mahşer pazarında, Cehennem ana kampına taşımakla vazifeli kılmazlar mı? Bu hakikatleri onlara anlatmayıp eşek gibi evlerinde yatan biz sıpaların da ifadeleri alınmaz mı? Bu zavallılara, bu iman hakikatlerini kim anlatacak? Hâşâ Everest’in ana tanrıçası mı? Hani sahabelerdeki ve şanlı ecdadımızdaki o hicret ruhu, cihad aşkı? Yoksa üzerimize Everest’in dorukları gibi tembellik ve miskinlik karları mı çöktü ki, bir yere kalkıp kımıldayamıyoruz? Sahabeler, tebliğ için at üstünde ta Çin’e kadar gitmişler. Şanlı ecdat, ila-yı kelimetullah için Viyana kapılarına dayanmış. Ya bizler? Uçakla dağları Burak gibi aşıp kutuplara kadar gitmemiz gerekmez mi? Gittin de Eskimolar mı dinlemedi seni be antika? Orada bir kişiyi kurtarsan, Antarktika’daki penguenler sayısınca koyunlar kesmiş kadar sevap kazanırsın. Eskimolar dinlemese de in biraz aşağı yenimolara anlat. Adamlar inek gibi Yaratıcı’yı düşünmeden ateist ve nefsani yaşıyorlar. Ama sen gittin Bulgaristan, Romanya, Rusya’ya pavyon açtın, kumarhaneler işlettin. Ecdat verdi vaazı, sense al kızı ver papazı. Ecdat gibi eline kılıç alıp düşman mı kovaladın be voyvoda kazıklısı! Eline sopa alıp içki parasını ödemeyen ayyaşları kovaladın. Yarın mahşer pazarında bu şerli sıpaları, sırtlarına Cehennem odunlarını yükleyip kazıklarla kovalamazlar mı? Ana kampında Şerpa dansı yaptırıp, al birini ver ötekini deyip bu maçolara sinek kadar ehemmiyet vermeyip kızıp kupa kupa Cehennem’e yığmazlar mı? 35
17- PATTADAKAL VE AİHOLE HİNDU TAPINAKLARI – HİNDİSTAN Hindistan’ın Karnataka Eyaleti’nde 12. yüzyıldan kalma Pattadakal Tapınağı’nda tanrı Şiva’nın boğası Nandi’nin 1659 yılında tek blok siyah granitten yapılmış bir heykeli bulunmaktadır. Tapınakların taş duvarları tanrı Şiva’nın kabartma heykelleriyle işlenmiştir. Tapınaklarda bir çok taştan yapılmış inek heykelleri bulunmaktadır. Çevresinde en az 125 tapınak bulunan Aihole’de kendisine ilah diye tapınılan bir çok taştan yapılmış inek heykellerine ve meydanda dolaşan canlı ineklere ve onlara eğilip tapan Hindulara rastlarsınız. Şimdi bu ana heykelin yanında tapınan Hindulara; “Bence bu heykel, yıllar önce buraya konulan tek blok siyah granit kütlesinin tesadüf rüzgarlarının aşındırması sonucu kendiliğinden oluşmuştur.” deseniz, buna hiçbir Hindu inanmaz ve “Mutlaka bir yontucusu vardır.” diyecektir. Ama kainatın ve içindeki mahlukatın yaratılışı hakkında hiç düşünmeden bir ömür geçiren bu beyinleri yontulmamış insanlara; "Sizin de bir yontucunuz, sizlere şekil ve suret vereniniz vardır.
36
Ey Hindular! Size can verip yaşatan; göz, kulak ve kalpler veren, gökten su indirip onunla türlü türlü rızıklar veren bu inek mi ki ona ilah diye tapıyorsunuz? Sizleri işitmeyen, görmeyen ve bir faydası olmayan şeylere tapmayın, gelin âlemlerin Rabbi olan Allah’a iman edin" desem. Acaba dinleri gibi kafaları da Karmayla karmakarışık olan, Allah’ın ayetlerine karşı kulakları sağır, gözleri kör, akılları taka olmuş bu Karnatakalı Hindular öğüt alıp imana gelirler mi, yoksa tanrılarına dil uzattım diye beni kurban etmeye mi götürürlerdi. Alo hatta kal sizce hangisi? Allah; sizi yarattı, sonra size rızık verdi, sonra sizi öldürmekte, daha sonra sizi diriltmektedir. Ortaklarınızdan bunlardan herhangi birini yapacak var mı? O, şirk koştuklarından münezzeh ve yücedir. (Rum Suresi, 40)
37
18- MACHU PİCCHU – PERU Machu Picchu, And Dağları’nın yamacında, tropikal bir dağ ormanının ortasında, deniz seviyesinden 2430 metre yükseklikte, olağanüstü güzel bir ortamda bulunur. Kent, olasılıkla İnka İmparatorluğu’nun en büyük kent başarısıydı. Devasa surları, yamaçları ekilen ve asma bahçelere dönüştürülen terasları, rampaları İnkalar’ın mimarlık ve sanat dehasıyla oluşmuşlardır. Şimdi burayı gezmeye geldiğimizde bizi göbekli, başı peruklu bir Perulu rehber karşılasa ve bölgeyi anlattıktan sonra ona desek; “Ya hemşehrim, bu taşları buraya kim dikti, ondan hiç bahsetmedin?” “Bu bir sır, muamma. Ama ben inanıyorum ki, rüzgarların savurduğu, erozyonun yonttuğu bu granit dağdaki taşların devrilip buraya dökülerek kendiliğinden oluşmuştur ya da yemin olsun ki, bu dağdaki ana tanrıça bunu kendi yapmıştır!” dese, o sırada da sert rüzgarlar esip adamın keli gözükse;
38
Bu başı peruklu, aklı perili, tepesi iki telli, dili kelli felli Perulu’ya oradakiler, “Yapma be kardeşim, git adama küfür ettirme, bu saçmalıkları dinlemek için mi seni tuttuk? Sen de lama kadar akıl yokmuş!" demezler mi? Tüm insanlığa materyalist görüş sunmayı kendi kendilerine and içmiş, tüm kainatın ve içindeki mahlukatın tesadüf rüzgarlarının savurmasıyla kendiliğinden oluştuğunu iddia eden ve tesadüfleri kendilerine ilah edinen bu göbekli, yaşlı başlı adamların hâlâ perukları uçup kelleri görünmedi mi? Onlara; “Ya hemşehrim! Bu mahlukatı buraya kim dikti? Git adama kafir dedirtme. Bu saçmalıkları dinlemek için mi sizi kürsüye oturttuk? Sizde zeka var ama lama kadar idrak yokmuş!” diyen yok mu?
39
19- STONEHENGE – İNGİLTERE Stonehenge MÖ 3100’den 1100’e kadar birkaç farklı evrede inşa edilmiş ve büyüklüğü, yüksekliği ve kusursuzluğuyla dünyadaki en etkileyici megalit anıtlardan biri olmuştur. Planı eş merkezli bir çembere dayanır ve kullanılan taş blokları, menhirler oldukça büyüktür. Yapımının üçüncü evresinden itibaren dikey blokların üzerine üst pervazlar yerleştirilmiş, böylece bir bağlı saçaklık tipi oluşturulmuştur. Stonehenge’nin dinsel işlevi ayrıntılı olarak bilinmemesine rağmen binanın kozmik göndermeleri oldukça önemlidir. Eski bir teoriye göre, bu alan bir güneşe tapınma mabedidir. Türlerin Kökeni isimli kitabın yazarı İngiliz Charles Darwin’i bu alana kitabını tashih için getirseler ve ona “Türlerin kökenini bırak da bu taşların kökenini bul, bu taşları buraya kim ve niçin dikti?” deseler, “Bilmiyorum sizin görüşünüz nedir?” dese, “Bizce bu taşlar doğal yollar ve mutasyonlar sonucu yani yıllar içinde tesadüf rüzgarlarının esmesiyle rastlantısal kazalar sonucu yuvarlanarak kendiliğinden buraya dikilmiş olmalı!”
40
“Eşeğin sırtına koysak, bu taşlar buraya kalkmaz, rüzgar bu blokları nasıl sürükleyip diksin? Bırakın bu saçmalıkları bunları muntazam olarak mutlaka akıl sahibi birileri dikmiş olmalı.” Ona deseler; “Sen bu taş blokların dahi tesadüfen dizilemeyeceğini idrak ediyorsun da bu taşlardan binlerce kez mükemmel, ölçülü ve düzenli bu kainatın ve içindeki mahlukatın kör tesadüfler, rastlantısal kazalar ve doğal yollarla veya tabiatın tesiriyle oluşacağını mı söylemeye çalışıyorsun? Bu gördüğün eserin bile bir mimarı, bir sanatkarı varsa, bu kainatın ve içindeki mahlukatın da bir mimarı ve sanatkarı olmalı. Bu mahlukatı buraya kim ve niçin dikti? Sen onu bulmaya çalış ey amatör düşünceli!” “Eğer bu taş blokların buraya tesadüfen kendiliğinden dikildiğini ispatlayabilecek ilginç teoriler bulabilirsen ki bulamazsın, kitabın baş göz üstüne; yoksa yırt o lanet kitabını gel bu taşların dibine göm. Milleti de eşek yerine koyup, kandırmaya çalışma. Defol git bu camiadan!” demeleri gerekmez miydi zamanın bilgeleri?
41
20- ANGKOR TAPINAKLARI – KAMBOÇYA Angkor, Güneydoğu Asya’nın en önemli arkeolojik sit alanlarından biridir. 400 kilometrekareden fazla bir alana yayılan Angkor Arkeoloji Parkı, 9. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar Khmer İmparatorluğu’nun farklı başkentlerinin muhteşem kalıntılarını barındırır. Angkor Thom’da sayısız heykel süslemeleriyle Bayon Tapınağı ve ünlü Angkor Wat Tapınağı’nı içine alır. Bütün sit alanında toplam yüzden fazla tapınak vardır. Küp küp taşlara işlenmiş devasa insan kafası kabartmaları, Buda ve Vişnu heykelleri; aslan, fil, ejderha heykelleri duvarlarda bitki, ağaç ve çiçek motifleri bulunmaktadır. Angkor, devrinin kültürel, dini ve sembolik değerlerini en iyi biçimde yansıtan, yüksek bir mimari, estetik ve sanatsal öneme sahip eşsiz bir yapı topluluğudur. Evet, çevredeki küp küp taşların, esen rüzgarlarla uçuşarak bu alanda çarpışmasıyla bu tapınakların ve önündeki kabartmaların, heykellerin ve figürlerin tesadüfen, kendiliğinden ya da tabiatın tesiriyle oluşması imkansız ve saçmadır.
42
Bir ziyaretçi taşa basit bir çizik atıp bir ağaç resmi çizse, “Kim bu tapınağa zarar verdi” deriz. Yani mutlaka bir çizeni vardır. Halbuki kökleri tapınağın duvarlarını sarmış o devasa ağaçları rahatlıkla tabiata ve tesadüflere havale etmedeki o mantık çöküntüsünü, o şuursuzluğu ve aklın dumura uğramasını anlamak çok zor. Burayı ziyarete gelen tahminen çoğunluğu ateist, dinsiz ve deist Batılı ve Uzakdoğulu turistlere desek; “Burası Angkor, giden bir daha gelmiyor, kafanı biraz yor, gel bilene sor, dinsiz gidersen işin zor, mahşerde halin hor, yatağın kor, vücudun mosmor, ama sen beni dinlemiyor!” Evet, akıl bellekleri dinsiz materyalist felsefenin işgaliyle çökmüş bu kişilerin, bu basit hakikatleri görüp idrak edebilmeleri çok zor. Önce bu tapınakların sayısız heykelleri adedince vücudunu saran inkarcı virüslerin iman hakikatleriyle temizlenmesi gerekiyor. Nasıl bu tapınak kompleksinde yüksek bir mimari estetik ve sanat harikası olan eserler kendi sanatkarını gösteriyorsa, bundan binlerce kez mükemmel, estetik, sanatsal ve kompleks yapılara sahip kainat ve içindeki mahlukat da kendi sanatkarı olan, sonsuz akıl sahibi Allah’ı gösterir.
43
21- VİCTORİA ŞELALELERİ – ZAMBİA VE ZİMBABVE Bölgede yaşamış Kololo Kabile Halkı’nın “Mosi-oa-Tunya” “Gürüldeyen Duman” olarak bildiği Viktoria Şelaleleri, dünyanın en görkemli şelaleleri arasındadır. Yaklaşık 2 kilometre genişliğinde ve 108 metreden tek seferde gürültülü bir şekilde aşağıya dökülen şelalenin oluşturduğu sis perdesi ve duman 65 kilometre uzaktan bile görülebilir. Ve çoğu zaman bu sislerin güneş ışıklarını kırması sonucu şelalelerin üstünde gökkuşağı çıkar. Şimdi şelaleleri boydan boya kaplayan rengarenk gökkuşağı kemerinin içinde devasa fil, zürafa, zebra, aslan, leopar, antilop, kartal, şahin, akbaba ve ağaç resimleri oluşsa, gökkuşağı kaybolup bu hayvan suretleri gök gürlemesi gibi kendi korkunç sesleriyle gürleyip havada uçuşsalar; aslanlar kükreyip antilopları kovalayarak ağacın altında parçalasalar, akbabalar çığlık çığlığa başlarına toplansalar ve ağaç da başlarına yıkılsa, bu olağanüstü sahneler karşısında insanlar “Mosi-oa-Tunya” gibi gürüldemezler mi? Sağa sola kaçışıp duman olmazlar mı?
44
Zambezi Ulusal Parkı’na gittin, ovanın içinde fil, zürafa, zebra, leopar, antilopları ve kartal, şahin, akbaba ve ağaçları gördün. Aynı sahnelere şahit oldun ama sinek vızıltısı kadar sende bir heyecan ve ürperti oluşmadı. Göklerde bir perdesi sahnelense mucize diyoruz da her gün binlerce perdesi yerde sahnelenen bu mucizeler karşısında niye hiçbir heyecan ve ürperti duymuyoruz? Mutlaka kafamıza odun mu yıkılsın? Nasıl ışık fotonlarının havada kırılması ve toplanması sonucu bu renkli, somut, hareketli ve sesli hayvan suretleri tesadüfen, kendiliğinden oluşamazsa, bu suretlerden binlerce kez mükemmel, mucizevi ve sanatlı, canlı asılları da atom parçacıklarının yerde kırılması ve toplanması sonucu oluşamaz. Ancak üstün ilim sahibi, âlemlerin Rabbi olan Allah tarafından bu atomlar birleştirilip çeşit çeşit binlerce farklı bitki, hayvan ve insan şekil ve suretleri oluşabilir. Kololo Kabile Halkı’nın bile inanmayacağı, türlü türlü teoriler ve saçmalıklar üretip aksini iddia etmek tam bir delilik, saçmalık ve mantıksızlıktır. Yarın mahşerde homurtusu tâ uzaklardan duyulan dumanlı Hâviye’ye kendini atmaktır. “Sen Hâviye’nin ne olduğunu ne bileceksin? O, kızgın bir ateştir.” (Kari’a Suresi, 10-11)
45
22- TAC MAHAL – HİNDİSTAN Dünyanın yeni yedi harikasından biri olan, dünyanın efsanevi aşk hikayelerinden birisine sahip sarayların tacı, aşkın sembolü ve sanatın mücevheri Tac Mahal, 1631 ile 1648 yılları arasında Agra’da Babür İmparatoru Şah Cihan’ın emriyle 1631’de ölen en gözde hanımı Mümtaz Mahal’in anısını ebedileştirmek için anıt mezar olarak yapılmıştır. Tac Mahal’in yapımında parlak, ince, mavi damarları olan beyaz mermerler kullanılmıştır. Dört bir yanı beyaz mermerden çiçek süslemeleriyle süslendirilmiş ve hat sanatıyla işlenmiştir. Tac Mahal’in yüz binlerce akik, sedef ve firuze gömülü olan duvarlarında, ayrıca 42 zümrüt, 142 yakut, 625 pırlanta ve 50 adet oldukça iri inci vardır. Tac Mahal, gün içinde farklı renklere bürünür. Gün doğumu ile beraber pembemsi ve en güzel rengini gösteren Tac Mahal kısa bir süre sonra beyaz görünümüne geçer. Ayışığı ile beraber de altın rengini alır. Mehtaplı gecelerde bile aydan daha parlak görünen yapı, romantik görünüşüyle herkesi büyülüyor. Dış tasarımındaki çiçek motifleri, mermerlerin içi oyulup titizce kesilerek minicik taşların, mermerlerin içine teker teker yerleştirilmesiyle oluşturulmuştur. Her gün güneşin yedi ayrı rengiyle sulanan mücevherler arasında açan bu çiçeklerle, adeta ebedi bir cennet bahçesi tasviri yapılmıştır.
46
Şimdi buraya ziyarete gelen yerli ve yabancı turistlere desek; “Nasıl bu beyaz mermerlere işlenen çiçeklerin bir nakkaşı varsa, bahçedeki kara topraklara işlenen ve rengarenk açan şu çiçeklerin de bir Nakkaşı olmalı. Nasıl bu harika yapının bir sanatkarı varsa, şu harika dizayn edilen kainatın ve dünyanın da bir Sanakkarı olmalı. Doğadaki bilinçsiz güçlere ilahlık verip, kainat ve içindeki tüm mahlukatı yaratan ve daima gözetip kollayan bir Zat’ın kusursuz sanat eserlerini doğa ve tesadüflere havale edeceğinize, gelin sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi olan Allah’a iman edelim.” Yarın cennet bahçelerinde açan bir çiçek olmayı akıldan uzak görüyorsanız gelin şu Tac Mahal’in duvarlarında açan çiçeklerin arasında hat yazısıyla mücevher gibi parlayan şu Kur’an ayetlerine bir kulak kabartalım: “İnsan, kendisini bir damla sudan yarattığımızı görmüyor mu? Şimdi o, apaçık bir düşman kesilmiş. Kendi yaratılışını unutarak bize bir örnek verdi; dedi ki: ‘Çürümüş-bozulmuşken, bu kemikleri kim diriltecekmiş? De ki: ‘Onları ilk defa yaratıp inşa eden diriltecek. O, her yaratmayı bilir.” (Yasin Suresi, 77-78-79)
47
USTA OLMADAN ESER OLAMAZ İnsanlar, sanatta ve fende ne kadar ileri giderlerse gitsinler, kendilerinden daha üstün bir eser yapamazlar. Bu hale göre, toprak kendisinden daha mükemmel olan ağacı nasıl yapabiliyor veya ağaç kendisinden daha mükemmel olan bir meyveyi nasıl inşa edebilir? Bu eserler, zahiren ustaları gibi görünen şeylerden daha mükemmel olduklarından ağacın da, toprağın da ancak birer sebep, birer alet veya birer vasıta oldukları ve müsebbeplerin ve neticelerin Sani-i Kadir tarafından vücuda getirildikleri apaçık anlaşılmaktadır. Tahta, çivi, çekiç usta olmadan kendiliğinden sehpa olamaz. Cam, plastik, demir usta olmadan kendiliğinden gözlük olamaz. Un, yağ, şeker, yumurta usta olmadan kendiliğinden baklava olamaz. Toprak, mineraller, hava, su, güneş Usta olmadan kendiliğinden ağaç olamaz, meyve veremez.
48
İnek, ot, saman, su Usta olmadan kendiliğinden süt olamaz. Tavuk, yem, ot, su Usta olmadan kendiliğinden yumurta olamaz. Arı, çiçek, nektar, su Usta olmadan kendiliğinden bal olamaz. İpek böceği, dut, ot, su Usta olmadan kendiliğinden ipek olamaz. Deniz suları, buharlaşma, toz, rüzgârlar Usta olmadan kendiliğinden bulut olamaz, yağmur yağamaz. Toprak, mineraller, yağmur, güneş Usta olmadan kendiliğinden filiz olamaz; domates, biber, patlıcan, kabak, fasulye, nohut, mercimek… veremez. Ana rahmi, yumurta, sperm Usta olmadan kendiliğinden bebek olamaz. Kör kuvvetler, serseri tesadüfler, sağır tabiat, cansız ve şuursuz sebepler Yaratan olmadan kendiliğinden yaratıcı olamaz, kanun olamaz. Kâğıt, kalem, mürekkep usta olmadan kendiliğinden kitap olamaz, kanun olamaz. “İşte Rabbiniz olan Allah budur. O’ndan başka ilah yoktur. Her şeyin yaratısıdır, öyleyse O’na kulluk edin. O her şeyin üstünde bir vekildir. (En’am Sûresi, 102)
49
23- ÇİN SEDDİ “Dünya’nın Ejderhası” olarak bilinen, efsanelere de konu olan bu dünyanın en uzun savunma duvarının yapımına MÖ 221 yılında başlanmış ve MS 17. yüzyıla kadar Çinliler tarafından devam edilmiştir. Kuzeyden rüzgar gibi gelip geçen kavimlerin saldırılarına karşı set çekmek amacıyla inşa edilen bu 8850 kilometre uzunluğundaki duvar bir çok efsaneye de konu olmuştur. Geneli esirlerden oluşan yaklaşık 1 milyon işçi inşaatın yapım aşamasında ölmüş ve Çin Seddi’nin altına gömülmüştür. Bundan dolayı yapı, dünyanın en uzun mezarlığı olarak da bilinir. Çin Seddi’nin Ay’dan görüldüğü tamamen bir efsanedir. Çin Seddi’ni Ay’dan görmekle, 4 kilometre mesafeden bir insanın saç telini görmek aynı şeydir. Esasen 40 kilometre yukarıdan bile çıplak gözle görülmeyen Çin Seddi’ni bazı astronotlar gördüklerini iddia etmişler ancak daha sonra bunların nehir, vs olduğu anlaşılmıştır. Efsaneye göre duvarın yapım güzergahı, çalışmaları izleyen bir ejderhanın bıraktığı izler takip edilerek oluşturulmuştur. Bazılarına göre duvarın kendisi de dağların üzerinde kıvrılmış yatan bir ejderha şeklindedir. Herkes gibi biz de bir efsane söylesek; “Çin Seddi’nin inşasında hiçbir insan çalışmamıştır. Dağların muhtelif yerlerine dağılan taşlar, kuzey rüzgarlarının esmesi sonucu ejderhanın bıraktığı izlerde toplanıp tesadüfen kendiliğinden ya da yağmacı kavimlerden bu güçsüz insanları korumak amacıyla dağların ana tanrıçası tarafından yapılmıştır!” desek, herkes bu efsaneye gülüp geçer.
50
Bir efsane daha söylesek; “Ana rahminde insan vücudu şekillenirken, dağdaki taşlar gibi bedende muhtelif yerlere dağınık duran damar hücreleri, birden bire uygun yerlerde toplanıp birbirlerine tesadüfen tutunup ve kendi aralarında bağlantılar kurarak kendiliğinden ve doğa harikası olarak Çin Seddi’nden de uzun dünyanın en uzun damar yolunu oluşturdular!” diye dünyanın en uzun bir kuyruklu yalanını söylesem, bu Ay’dan bile görülemeyecek kadar akıldan uzak ve imkansız ve saçma efsanelere inanmayan neredeyse yok gibi! Bu batıl efsanelerle büyülenmiş akılları bağlı, idrakleri tutuk, gözleri kapalı uyuyan cinliler yarın mahşerde şeytan çarpmış gibi uyandıklarında Çin Seddi’nin gerçek yapılışını görecekler ama kervan çoktan yola çıkmış olacak. Cehennem Ejderhası’nın ağzına doğru bölük bölük yol alıp Çin Seddi gibi sıralanan bu alçaklar güruhuna uzaktan bakıldığında kıl kadar ehemmiyet verilmeyecektir. O küfredenler, bölük halinde cehenneme sürülür. Nihayet oraya geldikleri zaman kapıları açılır, bekçileri onlara: Size, içinizden Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugüne kavuşacağınızı ihtar eden peygamberler gelmedi mi? derler. “Evet geldi” derler ama, azap sözü kafirlerin üzerine hak olmuştur. Onlara: İçinde ebedi kalacağınız cehennemin kapılarından girin; kibirlenenlerin yeri ne kötü! denilir. (Zümer Suresi, 71-72)
51
İÇİMİZDEKİ ÇİN SEDDİ Çin Seddi boyunca düzenli aralıklarla yerleştirilmiş olan gözetleme kulelerindeki askerler dumanla, bayrakla, flamayla haberleşme için işaretler verirlermiş. Bak senin damarlarındaki askerler de duman çıkarıp bayrak sallıyorlar. Düşman saldırısı olduğunda bu mikroplara karşı kale gibi vücudumuzu koruyan mızraklı özel kamuflaj elbiseler giyen makrofajlar var. Nice dağları, taşları, ormanları kat edip surların bir bölgesinden bir bölgesine bayrak sallayıp haber taşıyan flamalı hormonlar var. Surların belli bir bölgesi yıkılıp düşman mı girecek? Anında onarım için koşan, ellerinde trompet çalan Sultan’ın trombosit askerleri var. Tüm bunları bu içimizdeki askerlerin tesadüfen öğrenmeleri veya kendi çabalarıyla yapmaları mümkün değildir.
52
Akıl sahibi insanların bile böyle detaylı bir sistemi var etmesi, neler yapacaklarını hücrelere öğretmesi mümkün değildir. Akıl ve şuur sahibi olmayan doğanın da böyle bir sistemi var etmesi, neler yapacaklarını hücrelere öğretmesi mümkün değildir. Hücrelerin sergiledikleri bu akıl elbette ki kendilerine ait değildir. Allah onlara ilham eder ve böylece hücreler kusursuz bir planla hareket ederler. Ey gaflete dalıp uyuyan, bu mucizeleri görmeyen gafil pijamalı! Bu flamaları anlayıp uyanman için mutlaka İsrafil aleyhisselamın surunu mu işitmen gerekecek? Kendi vücudunda çalan trompetler sana yetmez mi be ölü uykucusu! Ya da yanında uyanman için top mu patlatalım? Ya da top güllesi hükmünde sana bir kitap mı verelim? Al oku onu, namluyu çevir kendine, vücudunu saran tüm inkar surları yıkılıp dağılsın içine iman askerleri hücum etsin! Gazan mübarek olsun!
53
24. PETRA ANTİK KENTİ Dünyanın en gizemli kentlerinden Petra, Arabistan yarımadasında yer alan Ürdün'de, MÖ 400 ve 106 yılları arasında Nebati krallığına başkentlik yapmıştır. Kaya bloklarına oyulmuş tapınaklar, amfi tiyatro, kral mezarları ve kabartma figürlerin her biri hayranlık uyandırıcı türden. Özellikle kayalara oyulmuş, 12 katlı bina yüksekliğindeki El-hazne (hazine) tapınağı, gösterişli ön cephesindeki sütunlar, kabartma heykeller, hayvan ve çiçeklerle süslü figürler göz kamaştırıyor. Arap çöllerinde kayıp bir mücevher gibi parlayan bu yapıyı hiç kimse diyemez ki, binlerce yıl esen çöl rüzgârlarının kumları savurmasıyla kayaları aşındırarak kendiliğinden şekillendi. Yine hiç kimse diyemez ki bu yapıyı ve ön cephede dikilen heykelleri kör kuvvetler, serseri tesadüfler, sağır tabiat, cansız ve şuursuz sebepler kendiliğinden inşa etti. 54
Şimdi medeniyetten tamamen uzak Amazonların balta girmemiş ormanlarında yaşayan bir yerliyi ya da Patagonya'nın insan ayağı basmamış ormanlarında yaşayan bir yamyamı getirin Petra'ya, bu yapının ve önündeki heykellerin tesadüflerle kendiliğinden oluştuğunu söyleseniz; "Ago migo yamo çigo!" Yani bu kadar da yamyam değiliz diyecektir. Deseniz ki, bu fikri kabul edersen seni fakülteye kaydettirir, beyaz önlük giyer, doktor olursun yoksa kabilene döner ha böyle tam tam çalıp oynarsın. "Ey efendiler varsın medeniyetiniz benden dünyam kadar uzak olsun. Bu önlüğü giymektense boynuma sarmaşıkları bağlayıp kabilemdeki kamp ateşinin etrafında dönüp dans etmeyi yeğlerim!" deyip bu fikri kabul etmeyecektir. Dünyanın çoğu ülkelerinde tıp fakültelerine gitseniz profesörler insan vücudu anatomisini anlatırken sık sık doğa, tabiat, tesadüfen, kendiliğinden gibi inkar kelimelerini duyarsınız. Ben buna çok şahit oldum. Allah diyen yüzde ya da binde bir çıkar. Halbuki çok kompleks sistemlerle yaratılan insan vücudu, Petra'daki insan heykellerinden binlerce kez daha mükemmel, hikmetli ve sanatlı değiller mi? Tıp fakültelerinde kadavranın yanında hocalarını dinleyen beyaz önlüklülerin, koro halinde "Ago migo yamo çigo!" demeleri gerekmez mi? Ama diyen yüzde ya da binde bir çıkar mı? Hadi uyarıcı gelmedi duymadık deseler onlar yırttı, ya bizler? Yarın mahşerde kamp ateşinin etrafında boyunlarına bükülmüş bir ip bağlayıp tam tam çalıp yamyam gibi dans ettirmezler mi? Yarın mahşerde bunları muaf kendinizi yamyam suretinde görürseniz, hemen tam tam çalıp dans etmeye başlayın onların sınıfına kendinizi dahil etmek için ama nafile orada çiğ et yemezler!
55
SAATİN DİŞLİ ÇARKLARI Nasıl ki bir saat içinde birbiriyle bağlantılı küçüklü büyüklü birçok dişli çarkların dönmesiyle çalışır. Bir çark eksik ya da yanlış yerde olsa saat işlemez. Nasıl ki bir saatin çarkları doğadaki demir, çelik ve plastiğin kendiliğinden işlenip tesadüfen yerinde dizilmesiyle oluşamazsa ve onu 56
yapan bir ustası varsa, birbiriyle bağlantılı dişli çarklar hükmünde olan ve mükemmel işleyen vücudumuz ve içindeki dolaşım, sindirim boşaltım, solunum, hormonal gibi sistemler de tesadüflerin değil sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi Rabbimizin eseridir. Ülkemizde binlerce kilometre karayolları ve içinde birçok köprü, viyadük, tünel, kavşak ve bağlantı yolları vardır. Nasıl ki kum, çakıl, zift ve betonun tesadüfen tarlalara dökülmesiyle kendiliğinden bu yollar oluşamazsa ve onu yapan mimar, mühendis ve işçiler varsa, bu yollardan çok daha mükemmel ve uzun içimizdeki yaklaşık 100 bin kilometrelik ulaşım ağı olan kan damar yolları da tesadüfen oluşamaz. Hiç damar bulunmayan bir insan bedeni olduğunu varsayalım ve bir mühendisten bu bedenin içine döşenecek damarlar ile ilgili bir plan yapmasını isteyelim. Bu planda karaciğerin derinliklerinden kemik dokularının içine, göz kapaklarından böbreklere, mideden pankreasa, beyinden kaslara kadar her hücreye gerekli bağlantılar sağlanmalıdır. Ayrıca her organın işlerine göre damar kalınlıkları ve özellikleri de belirlenmelidir. Bir insanın böyle bir planı tek başına yapamayacağı çok açıktır. Ancak dünya üzerindeki tüm insanlar toplansa da sonuç değişmeyecektir. Bunların tümünün ne ömrü ne de aklı, sonsuz kombinasyona sahip kan dolaşım ağının planını tasarlamaya yetmez. Milyonlarca insanın bir araya gelerek tasarlayamayacağı kadar mükemmel bir planın, kör tesadüflerle ortaya çıktığını iddia etmek ise elbette mümkün değildir. Tek bir aşamasında dahi tesadüfe asla yer vermeyen bu sistem, insanın Allah tarafından yaratıldığını çok açık bir biçimde gözler önüne sermektedir. "Eğer doğanın derinliklerinde gerçekleşen işlerin kompleksliği dünyanın en zeki beyinleri tarafından bile zor anlaşılıyorsa, bu işlerin sadece birer kaza, birer kör tesadüf eseri olduğunu nasıl düşünebiliriz?" Prof. Paul Davies, fizik profesörü 57
KUM, ÇAKIL, ÇİMENTO KENDİLİĞİNDEN BU HEYKELLERE DÖNÜŞEBİLİR Mİ? İnşaat malzemeleri satan bir arazide kum, çakıl, çimento malzemelerinin yığıldığını farz edelim. Sanatkâr bir kişi tarafından çakıl taşlarından at, köpek, kedi, tavuk, tavşan, fiil, aslan, ceylan, kartal gibi yüzlerce hayvan heykellerinin; ağaç, çiçek, meyve ve sebze gibi bitki şekillerinin yapıldığını ve oraya dizildiğini görsek, diyemeyiz ki yerdeki bu çakıl taşları tesadüfler sonucu rüzgârların esmesiyle kendiliğinden bu şekil ve suretlere büründüler. Bekçi kulübesinde kimseyi görmesek de akıl ve şuur sahibi biri tarafından bu ufak taşların itinayla dizilip, şekil ve suret verilmek üzere bu heykellerin oluştuğunu hemen anlarız. Çevremizde gördüğümüz canlı cansız her şey, cansız ve şuursuz atomların bir araya gelmesiyle oluşur. Bir atomun ne kadar küçük olduğunu anlamak için bir misal verelim. Elinizde bir anahtar olsun, kuşkusuz bu anahtarın içindeki atomları görebilmemiz mümkün değildir. Ama elimizdeki anahtarı dünya boyutunda büyütürsek, işte o zaman anahtarın içindeki her bir atom bir çakıl taşı büyüklüğüne ulaşır ve biz de onları görebiliriz.
58
Nasıl çakıl taşlarının tesadüf rüzgârlarının esmesi sonucu bu heykel suretleri oluşamazsa, çünkü her birinin belirli bir ölçü ve düzen içinde yapılmış muayyen kalıpları var, öyle de bu çakıl taşları gibi cansız ve şuursuz atomların tesadüfen kendi kendine bir araya gelip toplanmasıyla her biri ayrı bir tasarım harikası olan bu canlı cansız mahlûkatı oluşturması imkansızdır. Evren’in şu anki yapısının tümüyle bir tesadüf eseri olabileceği düşüncesi, tümüyle delice bir düşüncedir. Delilik kavramını argovari bir hakaret niyetle değil, tamamen psikolojideki teknik anlamıyla kullanıyorum. Gerçekte bu tür bir düşünce ile şizofrenik düşünce tarzı arasında büyük benzerlikler vardır. Karl Stern, Montreal Üniversitesi Psikiyatristi Atomları bir araya getirip tüm evreni; yıldızları, güneşi, gezegenleri, dünyayı ve içindeki hayvanları, bitkileri ve insanları yaratan, her birine muayyen ve ölçülü şekil ve suret verdiren tesadüf rüzgarları değil, âlemlerin Rabbi olan Allah'tır. O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, "şekil ve suret" verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hâkimdir. (Haşr Suresi, 24) 59
GÖZDEKİ TASARIM Çölde yürürken yerde bir kamera görsek, hiçbir zaman doğadaki demir, bakır, plastik ve diğer madenlerin ve elementlerin bir araya gelip yıllarca radyasyonlara maruz kalıp kimyasal tepkimelere uğrayarak çöl fırtınalarının esmesi sonucu tesadüfen bu cihazı oluşturduklarını iddia edemeyiz. Nasıl ki bir kamera tesadüfen oluşamazsa, ondan binlerce kez üstün tasarıma sahip gözlerimiz de kendiliğinden oluşamaz. 40 ayrı parçadan oluşan gözümüzün, yani mercek, kornea, konjonktiva, iris, gözbebeği, retina, koroid, göz kasları, gözyaşı bezleri gibi diğer tüm parçaların tesadüfen oluşmaları ve uygun bir şekilde biraraya gelmeleri imkânsızdır. Bir saatin dişli çarkları gibi 40 parçadan oluşan gözümüzün tek bir tanesi bile eksik olsa iş görmez. Örneğin göz merceği olmasa göz hiçbir işe yaramaz. Dahası sadece mercek ile gözbebeğinin yer değiştirmiş bile olsa göz görevini yerine getiremez.
60
Gözyaşı salgılamayan bir göz, çok kısa bir sürede kurur ve kör olur. Yine gözyaşı antiseptik özelliği ile gözü mikroplara karşı korur. Modern teknoloji sonucunda 10-15 yılda otomatik odaklama yapan kameralar üretilmiştir ama hiçbir zaman göz kadar hızlı ve kusursuz odaklama yapamamaktadır. Göz merceği her saniye hiç durmadan otomatik odaklama yapar. Nasıl kameralar tesadüfen değil yüksek teknoloji ve akıl sayesinde üretiliyorsa, kameralardan binlerce kez mükemmel gözlerimiz de kendiliğinden değil, sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi Allah tarafından kusursuz bir şekilde tasarlanmıştır ve işlev görmektedir. Rastgele meydana gelen hangi işlem bir insanın beynini veya bir insan gözünün sistemini oluşturabilir? Wernher Braun, uzay bilimcisi
61
25- BAKİR KOMİ ORMANLARI – RUSYA Sibirya’ya kışın Bakir Komi Ormanları’na gitseniz orada sanatkârların mat buzları kesip yontarak yaptıkları ayı, kurt, geyik, tilki, tavşan gibi buzdan hayvan heykellerini görseniz, bunları hiçbir zaman kutuplardaki sert rüzgarların, fırtına ve tipinin esmesiyle, kar tanelerini savurup toplamasıyla veya buzulları aşındırmasıyla tesadüfen kendiliğinden oluştuğunu hiç kimse iddia edemez. Peki az ileride soğuktan donup kaskatı kesilmiş ayı, kurt, tilki, domuz gibi hayvanları görsek bunlara hangi heykeltıraş böyle şekil ve suret vermiş diye düşünebilen hiç çıkar mı acaba? Oradaki votkayı çeken bekçi çocuklara bu buzdan heykellerin sert rüzgarların esmesi sonucu tesadüfen kendiliğinden oluştu masalını anlatsa çocuklar herhalde bu sarhoşa durak! durak! deyip gülerler.
62
Bir gün tüm insanlığa Darwinizm ile uyuşturulan beyinler tüm canlıların tesadüfler sonucu kendiliğinden oluştuğunu anlattılar ve bu masala inanan zavallılar yarın mahşerde dirilecekleri gün, “Tüh! Bizim kalın kafamıza, nasıl bu hurafelere kanıp da hakikati görememişiz. Yazıklar olsun bize, nasıl apaçık gerçekleri göremeyecek kadar kör ve akılsızmışız ki Allah’ı inkar etmişiz. Türlü türlü saçmalıklara inanmışız.” diye hayretler, pişmanlıklar ve şaşkınlıklar içinde buz kesilip ormandaki donmuş ayı, tilki, domuz gibi bakakalmazlar mı? “Ben kendim, evrim teorisinin, geleceğin tarih kitaplarındaki en büyük alay konularından biri olacağına ikna oldum. Gelecek kuşaklar, bu kadar çürük ve belirsiz bir hipotezin inanılmaz bir saflıkla kabul edilmesini hayretle karşılayacaklardır.” (Malcolm Muggeridge, Felsefe Profesörü) Demişlerdir ki: "Eyvahlar bize, uykuya bırakıldığımız yerden bizi kim diriltip kaldırdı? Bu Rahman (olan Allah)ın vaadettiğidir, (demek ki) gönderilen (elçi)ler doğru söylemiş." (Yasin Suresi, 52)
63
26- TASSİLİ N’AJJER - CEZAYİR Burası, Sahra Çölü’nün Cezayir’in güneydoğusunda kalan bölümünde yaklaşık 500 kilometre uzunluğunda devasa bir dağ platosudur. Dik yamaçlar, hiç ummadığınız anda karşınıza çıkan derin yarıklar ve 300’den fazla kaya kemerin yer aldığı çölde rüzgarların savurduğu kum taneleri yumuşak kum taşını oyarak fantastik arazi şekilleri arasında büyük bir uğultuyla geçer. Bu belli belirsiz figürler, yarıklar, fantastik şekillerin bulunduğu arazide çöl rüzgarlarının savurduğu kum tanelerinin yumuşak kum taşlarını oyarak bir kale oluşsa, kalenin özenle işlenmiş kapıları, pencereleri, sütunları olsa, çatısında bayrağı, etrafında surları olsa, surlarında ellerinde kılış tutan kum taşından askerleri görsek… yani bir ölçü, plan, sanat ve tasarımla karşılaşsak; bunları hiçbir zaman çöl rüzgarlarına, serseri tesadüflere veya sağır tabiata havale edemeyiz. Ortada belli bir ölçü ve düzen varsa, onu ölçüp biçen biri vardır. Sanat ve tasarım varsa, onu tasarlayıp işleyen bir sanatkar vardır.
64
Nasıl bu çöl rüzgarları tesadüfler sonucu kum taşlarını oyarak kendiliğinden bu kaleyi ve sahip olduğu tasarımları oluşturamazsa, kusursuz sistemlerle işleyen ve dizayn edilen evren ve dünya gezegenimiz ve içindeki mahlukatı da tesadüf rüzgarları kendiliğinden oluşturamaz. Ancak sonsuz bir ilim, güç, hikmet ve irade sahibi Rabbimizin izniyle yaratılabilir. “Çok küçük sayısal değişikliklere hassas olan evrenin şu andaki yapısının, çok dikkatli bir bilinç tarafından ortaya çıkarıldığına karşı çıkmak çok zordur. Doğanın en temel dengelerindeki hassas sayısal dengeler, kozmik bir tasarımın varlığını kabul etmek için oldukça güçlü bir delildir.” Prof. Dr. Paul Davies, Fizik Profesörü “İçinde yaşadığımız dünya ve bu dünyanın kanunları; biz insanların yaşamalarına en uygun biçimde Allah tarafından yaratılmıştır.” Prof. Dr. Edward Boudreaux, New Orelans Üniversitesi, Kimya Profesörü Gökten yere her işi O evirip düzene koyar... (Secde Suresi, 5)
65
27- TSINGY DE BEMARAHA – MADAGASKAR Madagaskar’ın batı kıyısında yer alan rezervin büyük bölümü sivri kenarlı kalker kayalıklardan oluşur. Madagaskar dilinde “tsingy” adı verilen bu kayalıkların bazıları 50 metre yüksekliğindedir ve kanyonlar ve koyaklarla birbirinden ayrılır. Madagaskar’a özel bu tuhaf oluşumlar, yağmur suyundaki asidin yüzyıllar içinde yavaş yavaş kireçli platodaki taşları eriterek aşındırması sonucu oluşmuştur. Kayalıklar birbirine o kadar yakındır ki, insanların bölgeye girmesi imkansızdır. Jilet keskinliğindeki taşlar buna engel olur. Şimdi bu kayalıkların arasına mecburi iniş yapmış bir jet uçağı görsek, bunun yağmur suyundaki asidin yüzyıllar içinde yavaş yavaş kireçli platodaki taşları eriterek aşındırması sonucu oluştuğunu söyleyemeyiz. Yani asit kayalıklar altındaki demiri eritti, aktı, soğudu, uçağın iskeletini oluşturdu. Kumlar eridi, camlara dönüştü. Petrol aktı, lastikler oldu. Uzaklardan pamuklar uçuştu koltuklar oluştu... diyemeyiz. Doğadaki madenlerin tesadüf rüzgarlarıyla savrulup kendiliğinden bir araya gelmesiyle akıllı bir ustanın çekiciyle işlenmeden bu uçağın montajı olabilir mi? Nasıl bir uçak; gövde, kanat, kuyruk takımı, iniş takımları, pistonlu pervane ve motorları gibi birçok parçalardan oluşuyorsa, vücudumuzdaki tüm sistemler de aynı şekilde çeşitli parçalardan oluşur. Örneğin; sindirim sistemimiz mide, yemek borusu, yutak, dişler, dil, bağırsaklar gibi çeşitli aksamlardan oluşmuştur.
66
Nasıl bir uçak; türbinli motorları, pistonlu pervaneleri, kanatları… olmadan hareket edip uçamaz. Ancak her parçası bir arada ve yerinde olduğu takdirde çalışır. İşte sindirim sistemimiz için de aynı şey geçerlidir. Yemek borusu olmadan midenin olmasının bir anlamı yoktur. Çünkü, yiyecekleri mideye taşıyan yemek borusudur veya mide olmadan bağırsakların bir işe yaraması mümkün değildir. Çünkü, midede sindirilen besinler bağırsaklara geçerek kan dolaşım yoluyla hücrelerimize kadar ulaştırılacak hale getirilirler. Nasıl bir uçak, tüm parçalarıyla birlikte tesadüfen bu kayalıklarda kendiliğinden oluşamazsa, ondan binlerce kez mükemmel işleyen vücudumuz ve çeşitli parçaların toplanmasıyla oluşan sistemler de tesadüfen bir araya gelip oluşamazlar. Ancak sonsuz bir ilim, güç, hikmet ve irade sahibi Allah tarafından yaratılıp monte edilebilir. "30 yıldan bu yana canlıların anatomilerini inceliyorum. Her araştırmamda karşılaştığım gerçek, Allah'ın kusursuz yaratışı oldu." Prof. David Menton, Washington Üniversitesi, anatomi profesörü De ki: "Sizi inşa eden yaratan, size kulak, gözler ve gönüller veren Allah'tır. Ne az şükrediyorsunuz? (Mülk Suresi, 23)
67
28- EL HAMRA SARAYI – İSPANYA İspanya’nın Endülüs Bölgesi’ndeki Granada Kenti’nde yer alan, Arap-Mağrib mimarisinin dünyadaki en büyüleyici örneklerinden biri olan El Hamra Sarayı’nın temeli 1232 yılında Muhammed bin Ahmer zamanında atılmış, sonraki dönemlerde yapılan ilavelerle genişletilmiştir. Yapımı yıllar süren, yüzlerce Berberi işçi, mimar, usta ve sanatkârın elinden çıktığı, İslam sanat ve mimarisinin zirveye ulaştığı El Hamra Sarayı’nın her bir taşına Rabbin büyüklüğünü unutmamak için “La galibe illallah” yazılmıştır. Saray, İspanya’da yedi asır var olan (756-1492) Endülüs kültür ve medeniyetinden günümüze ulaşabilen çok az sayıdaki eserden biridir. Şimdi, bu sarayın yüzer kapalı kapıları var olduğunu düşünelim. Bir tek kapının açılmasıyla o saraya girilebilir, öteki kapılar da açılır. Eğer bütün kapılar açık olsa, bir iki tanesi kapansa, o saraya girilemeyeceği söylenemez.
68
İşte, iman hakikatleri o saraydır. Her bir delil, bir anahtardır. İspat ediyor, kapıyı açıyor. Bir tek kapının kapalı kalmasıyla, o iman hakikatlerinden vazgeçilmez ve inkar edilemez. Şeytanın gizli bir hilesi, iman hakikatlerine dair yüzer ispatlı delillerin hükmünü, inkarına işaret eden bir emare ile kırmak ister. Şeytan bazı sebeplere dayanarak, ya gaflet veya cehalet vasıtasıyla kapalı kalmış olan bir kapıyı gösterir, ispat edici bütün delilleri gözden düşürür; “İşte bu saraya girilmez, belki saray değildir, içinde bir şey yoktur!” der, kandırır. Arif ol, kapalı kapılara bakıp geri dönme! Açık olanlardan gir! Tarık bin Ziyad gibi yak gemilerini ilerle, yeni yeni kapılar fethet! Göreceksin ki açtığın her kapı, sana bu iman sarayının eşsiz güzelliklerini gezdirecek ve her baktığın yerde “La galibe illallah” yazısını okutacaktır.
69
29- BANFF ULUSAL PARKI – KANADA Uçsuz bucaksız mavi göklerin önünde tüm heybetiyle görünen Rocky Dağları’nın sarp ve karlı dağları, yemyeşil ormanları, mavi-yeşil göletleriyle cennet misal Banff’ın büyülü manzarasını görmek için, her yıl dünyanın dört bir yanından dört milyondan fazla turist gelir. Büyük bir alana yayılan park, heybetli dağlarla turkuaz göletlerle, yemyeşil ormanlarla; köknar, çam, titrek kavlan ve ladin ağaçlarıyla büyülü manzarasının yanında, yaban hayatıyla da ünlüdür. Geyik, dağ keçisi, Kanada koyunu, puma, boz ayı, karibu sürüsü parka ayrı bir güzellik katar. Sonbaharda Rocky Dağları; kırmızı, turuncu, sarı, yeşil, mavi, mor rengarenk sonbahar yapraklarıyla muhteşem bir görüntü sunuyor.
70
Şimdi, ziyaretçiler bu renkler senfonisi harikulade doğal tuvalin tadını çıkarmak için balonlara binseler, aşağılarda rengarenk ağaçların bir araya gelmesiyle devasa geyik, dağ keçisi, Kanada koyunu, puma, boz ayı, karibu sürüsü şekil ve suretleri görünse; turistler harikulade bu tablolar karşısında hayret edip bunları ağaçların tesadüfen dizilmesiyle veya kendi kendine ya da tabiatın tesiriyle oluştuklarına mı inanırlardı, yoksa bunların bir akıl tarafından tasarlanıp dizildiklerine mi kanaat getirirlerdi? Balonlardan aşağı indiler, çevrede aynı manzarayla karşılaştılar. Hem de gezinen, bağıran ve binlerce kez mükemmel, harika ve sanatlı bu canlıları hiç kimse sonsuz ilim sahibi bir Zat tarafından tasarlanıp yürütüldüklerine kanaat getirmedi. Kör kuvvetler, serseri tesadüfler, sağır tabiat ya da doğadaki bilinçsiz güçler, bunları tasarlayıp vücuda getirmiş olmalıydı. Çünkü heyelan gibi göçük beyinlerinin bilinçaltılarına yıllarca bu inkarcı fikirler empoze edilerek gaflet gölüne dalmışlardı. Hakikatleri görmeleri Rocky Dağları’nın sarp, karlı zirveleri gibi güç ve zordur. Ancak bir rehberin eşliğinde olabilir.
71
30- SİRENAYKA – LİBYA Libya’nın yüksek Cebel Akdar bölgesinin bereketli, güzel vadisinde harika Akdeniz manzarasının yer aldığı alanda 2005 yılında, MS 2. yüzyıldan kalma 76’nın üzerinde Roma heykeli bulundu. Mimarlara bakılsa, bu kadar çok sayıda heykelin böyle uzun bir zaman keşfedilmeden durmasının nedeni, tapınağın destek duvarının, 365 yılındaki bir deprem sırasında yan tarafının üzerine düşerek, heykellerin üzerini örtmüş olması. Heykeller taş, moloz ve toprağın altında 1600 yıl boyunca saklı kalmış ve her türlü dış etkenden korunmuş. Şimdi, “Toprağın altında bekleyen kaya kütlelerinin yıllarca şifalı yeraltı sularının aşındırması, erozyonların yontması sonucu bu 76 Roma heykeli kendiliğinden oluşmuştur!” deseniz bu saçmalığa dünyada hiçbir akıl sahibi doğru siren yakmaz.
72
Ama “Bu heykellerden binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı 7.600.000.000 insan, şekil ve suretlerini ayrı ayrı yontan ilim sahibi bir Sanatkâr vardır. O da âlemlerin Rabbi olan Allah’tır.” deseniz, 1850 yılında 12,365 şiddetinde bir deprem sırasında, akılları göçük altına düşüp enkaz altında kalması sonucu 160 yıl boyunca idrakleri karanlık kalmış ve her türlü dış etkenlerden kendilerini koruyan bu basiretleri kör, batık Batılılar, bu hakikatlere uzak doğulular, deprem gibi seni tard ederler, “Söylediklerin bilime aykırı defol git camiadan.” deyip üniversitelerinden kaydını Sirenayka gibi silerler, Sezar gibi yakarlar! Haberiniz olsun; şüphesiz göklerde kim var, yerde kim var tümü Allah'ındır. Allah'tan başkasına tapanlar bile şirk koştukları varlıklara ve güçlere (gerçekte) uymazlar. Onlar yalnızca bir zanna uyarlar ve onlar ancak zan ve tahminde bulunarak yalan söylemektedirler. (Yunus Suresi, 66)
73
31- KAİLASA KUTSAL ZİRVESİ – TİBET Tibet Himalayaları’ndaki Budistlere göre dünyanın doğum yeri, Hindu inancına göre tanrı Şiva’nın tüm dünyanın doğum yeri olarak görülen efsanevi Kailasa Dağı’nın kristal zirvesinde yaşıyor. Ruhların nihai mekanı, Kailasa’nın kutsal zirvesi, erişmesi ve hele de etrafında gezinmesi çok zor olan, soğuk ve çok eski bir dini ziyaret yeridir. Dini ziyaret amacıyla gelenlerin, dağı çevreleyen 52 kilometrelik yolu takip etmeleri gerekiyor. Dağı kutsal kabul eden dinlere göre, yamaçlarına adım atmak korkunç bir günah. Bu inancı haksız çıkarmaya girişenlerin, bu çabası sırasında öldükleri iddia ediliyor. Dağı çevreleyen 52 kilometrelik yürüyüş sırasında Kora ya da Parikrama diye bilinen törensel adetler yaptıkları yolculuklar, dindar ziyaretçinin dayanıklılığına bağlı olarak bir gün ile üç hafta arasında sürüyor. Dağın etrafında 108 tur tamamlayan kişinin, aydınlanmaya ulaşacağı söyleniyor.
74
Kailasa’ya dini ziyarete gelenlerin çoğu buradan, yakınlardaki Mansoravar Gölü’nün kutsal sularında yıkanmadan gitmiyor. Bilinç ve Aydınlanma Gölü diye de bilinen Mansoravar Gölü, 4585 metrede bulunuşuyla, dünyanın en yüksek tatlı su gölü kabul ediliyor. Şimdi Kailasa’nın kutsal zirvesine ilahlık atfeden bu Budist, Hindu ve Şamanlara; “Yükseklere çıktıkça Himalayalar’ın binlerce tepesi arasında kaynaşıp kaybolan bu ilahınız nasıl binlerce dağdan oluşan dünyaya, yüz binlerce yıldızlara, yüz milyonlarca galaksilere hükmedebilsin? Beni bu konuda aydınlatır mısınız? Gelin buna değil tüm âlemlerin Rabbi olan, sizleri daima gören, işiten, dualarınıza cevap veren Allah’a iman edin’” deseniz, bu dar görüşlü, Mansoravar’ın suları gibi düşünceleri sığ olan bu insanlar, bu tatlı ikazı kabul ederler mi? Yoksa hakkı söyleyen Mansur gibi canavarca katletmeye mi çalışırlar beni? İşte böyle; şüphesiz Allah, O, Hak olandır ve şüphesiz O'nun dışında taptıkları (tanrılar) ise batıldır. Şüphesiz Allah yücedir, büyüktür. (Lokman Suresi, 30)
75
32- FUJİ DAĞI – JAPONYA Japonya’nın en çok tanınan görüntüsü 3.776 metre yükseklikte ve zirvesi Ekim-Mayıs arası karla kaplı olan Fuji Dağıdır. Tokyo’nun yaklaşık 100 kilometre batısında yer alan bu dağın zirvesine yazları şafak vaktini seyretmek için zirvesine çıkmak halk tarafından seviliyor, geceleriyse fenerlerinin ışığı kimi zaman dağ yamaçlarında ince lav hatları gibi görünüyor. Şimdi, kışın yanındaki Hakone Ulusal Parkı’ndan Fuji Dağı’nın zirvesine Japonlar bakarken bir deprem olsa, zirvedeki karlar çığ gibi yuvarlanıp büyüyerek aşağılara düşse ve dağın yamaçlarında düştüğü yerlerde karlardan devasa ayı, kurt, tilki, karaca, tavşan heykelleri oluşsa, Japonlar bu olağanüstü durum karşısında şaşırıp hayrete düşmezler mi? Tüm akademisyenler “Bu nasıl olmuş olabilir?” diye incelemek için Fuji Dağı’na çığ gibi düşmezler mi? Günlerce kafa yormazlar mı? Fuji Dağı’nın eteklerinde yaşanan bu mucize karşısında hiçbir Japon zirvedeki kar tanelerinin bir çığ sonucu yuvarlanıp çoğalarak kendiliğinden bu kardan heykellere dönüşebileceğine ihtimal vermez.
76
Ama ana rahmindeki tek bir hücrenin bölünüp çığ gibi çoğalarak bu heykellerden binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı hayvanat ve insanlar taifesinin tesadüfen, kendiliğinden veya doğa harikası olarak oluşabileceğine çok rahat inanırlar. Bu kainat ve içindeki mahlukatın sonsuz ilim, kudret, hikmet ve irade sahibi Allah tarafından yaratılıp, şekil ve suret verildiğine neredeyse hiç ihtimal vermez, bir an bile düşünmezler. Zekaları yanardağ gibi yükseklere çıkan ama idrakleri sönmüş bir volkan gibi uykuya dalan bu sarı ırk daha ne zamana kadar kırmızı ışıkta durup Hak bir deyip İslam yoluna geçmeyecek? Dedi ki: "İlim ancak Allah katındadır. Ben size gönderildiğim şeyi tebliğ ediyorum; ancak sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum." (Ahkaf Suresi, 23)
77
33- AİT BEN HADDOU – FAS Karlı Atlas Dağları’ndan Sahra Çölü’ne uzanan etkileyici bölgede yamaçlara konuşlanmış, yüksek duvarlarla çevrili toprak binalardan oluşan köy adeta Fas’ın Hollywood’u. Soddom ve Gomorroh, Arabistanlı Lawrence, Günaha Son Çağrı ve Gladyatör gibi birçok ünlü filmlerin hepsi burada çekilmiş. Şimdi burada film çekerken, çoğunluğu ateist ve dinsiz bu Batılıların arasına bir rol icabı çölün içinden bir bedevi devesiyle kumları savurup gelse; “Ey ecnebiler, paranızı boşuna bu köyün muhtarına vermeyin, o hak etmiyor. Çünkü, bu köyün toprak evleri çöl rüzgarlarının tozu toprağı savurup yağmurlarla balçık haline gelmesiyle tesadüfen kendiliğinden oluşmuştur. Yani, her şey doğal seyrinde gelişti. Paranızı verecekseniz gidin çölün kumlarına savurun dolarlarınızı ben de gidip toplayayım!” dese, film ekibindekiler diyecektir: “Ey çöl adamı, istersen gel bi komedi filmi çekelim bu anlattıklarını orada da anlat ki âlem biraz gülüp eğlensin!” Be akıllılar! Ben size buradaki toprak evlerin kendiliğinden oluştuğu senaryosunu anlattım bu saçmalığa gülüp geçtiniz. Çünkü ortada belli bir plan ve tasarım var, mutlaka bir planlayıp tasarlayıcısı olmalı demek istediniz. Ya şu kainat ve içindeki mahlukatta, ya sizlerde hiçbir plan ve tasarım yok mudur ki, kâinatı ve kendi yaratılışınızı çöl rüzgarları gibi kör kuvvetlere, serseri tesadüflere, camid tabiata isnad edip Allah’a iman etmiyorsunuz.
78
Bakın, hepimizde iki tane göz var. Asyalı, Avrupalı, Afrikalı hiç farketmez. Kulaklar, burun, ağız, kaş, kirpik, el, kol, ayak, bacak hep aynı yerde montajlanmış. Demek ki bir fabrikadan çıkmış. Bakın evlerin pencereleri öne bakıyor, kapıları girişte, çatının üstünde olsaydı hikmetsiz ve gayesiz olurdu. Sizin de gözleriniz önde yaratılmış, ya ensenizde olsaydı ya da midenizde? Gözünüzün yerinde de iki tane böbrek olsaydı? Ya ağzınız yediklerinizin çıktığı yerde olsaydı ya da yer değiştirselerdi, halimiz nice olurdu hiç düşündünüz mü? Hiç düşündünüz mü ki, doğa, tabiat, tasadüfler dediğiniz bu kör, sağır, düşüncesiz ve camid sebepler; bu mükemmel, hikmetli ve sanatlı işleri akledip yapabilsinler? Kainattaki ve vücudumuzdaki bu kusursuz hikmet, düzen ve sanat, hep bizleri bilip tanıyan, sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi Rabbimizin eseridir. Gelin sizler de O’na iman edin. Bu günahınıza son çağrı olsun. Gelin mantığınızla dövüşmeyin, boşuna kendinizi aldatmayın. Tabiat ve tasadüfleri kendinize put yapmayın yoksa sonunuz Lut kavmi gibi feci olur. “Ey insan! ‘üstün kerem sahibi’ olan Rabbine karşı seni aldatıp yanıltan nedir? Ki O, seni yarattı, sana bir düzen içinde biçim verdi ve seni bir itidal üzere kıldı. Dilediği bir surette seni tertip etti.” (İnfitar Suresi, 6-8)
79
34- GRÖNLAND ILULISSAT BUZFİYORDU Grönland’ın karlarla kaplı başkenti Nuuk’ta, İnuit yerli insanları yaşamaktadır. Adanın neredeyse tamamı 3 kilometre kalınlığındaki bir buz tabakasıyla kaplıdır. Muazzam büyüklükteki buzullar, buz dağları oluşturacak şekilde dağılırlar. Her yıl Kuzey ışıklarının kutlandığı Noel gecesinde, Ilulissat Buzfiyordu’nun üzerinden gökyüzünde yemyeşil yansıyan Aurora Borealis ışıklarını görmek için Avrupa ve Amerika’dan insanlar bölgeye gelirler. Şimdi insanların toplandığı Noel gecesinde, gökyüzünde Aurora Borealis’in yeşil, sarı, kırmızı ışıkları içinde canlı gibi ren geyiği, misk sığırı, kutup ayısı, kurt, fok balığı, kartal, kar tavuğu yansımaları belirse, havada çığlık çığlığa bağırıp tur atsalar, kurtlar bir ren geyiğini kovalayıp boğazlasalar, karlar bakanların yüzleri gibi kıpkırmızı boyansa yaşanan tüm bu mucizeler karşısında bu insanların nutku tutulmaz mı? Otellerin suit odalarına kaçıp gece 00:00’da attıkları çığlıkları atmazlar mı? 80
Ertesi gün öğleden sonra insanlar içki sersemliğinden yavaş yavaş ayıldılar. Köpeklerin çektiği kızaklara binip araziyi dolaşmaya çıktılar. Çevrede gezinen bir çok ren geyiği, misk sığırı, kutup ayısı, kartal, kar tavuğu ve çeşitli kuşlara rastladılar. Ama hiç kimsenin nutku tutulmadı, gırtlaklarındaki ses telleri kutup rüzgarlarına maruz söğütler gibi eğilip savrulmadı. Halbuki yerdeki yansımalar gökteki yansımalardan binlerce kez harika, sanatlı ve mükemmel, ama neredeyse gelenlerin tamamının şuurları geceden kalma içki sersemliği gibi, bir ömür boyunca damarlarına enjekte edilen inkarcı morfinlerden 3 kilometre kalınlığındaki gaflet tabakasıyla kaplı olduğundan, 365 gün yerde yaşanan bu mucizeleri görüp idrak edemediler. Nasıl olsa kör kuvvetler, serseri tesadüfler ve sağır tabiat dedikleri mevhum sanatkarlar birleşip bu canlıları icad etmişlerdi. Her şey olağandı, onlar için olağanüstü bir şey yoktu.
81
35- VARANASİ – HİNDİSTAN Renkli kutsal şehir Varanasi, Ganj Nehri’nin kıyısına konuşlanmış, Hindular için önemli bir dini ziyaret yeri. Burası 5.000 yıldan fazla bir süredir, Hindistan'ın önemli bir kültürel, tarihi ve dini merkezidir. Müslümanlar için Mekke, Hristiyanlar için Kudüs’teki Kutsal Kilise neyse, Şiva’nın korumasında olan Varanasi de Hindular için o. Nehir kıyısındaki taş basamaklar (ghat) dini törenlerin odak noktasıdır. Buradaki suda hacılar bir ritüel olarak yıkanırlar ve güneş doğarken yüzyıllardan beri olduğu gibi puja gerçekleştirirler.
82
Kutsal sularda yıkanan kişinin günahlarından arındığı ve burada ölenin yeniden doğacağı inancı vardır. Bu nedenle şehre çok sayıda hasta ve yaşlı Hindu gelerek son günlerini burada geçirmektedirler. Cenazeleri nehir kenarında yapılır ve cesetler yakılarak külleri suya dökülür. Karışık saçlı, turuncu cübbeli Sadhular etrafta esrar içerken, ona desem; “Ey Sadhu! Şu meditasyon yapana sordum, bu nehrin kıyısındaki basamakları ve tapınakları kim yapmıştır?” dedim, “Ganj’ın kutsal suları yamaçlardaki taşları aşındırarak kendiliğinden oluşmuştur.”dedi. “Adamın dedikleri doğru mudur ey Sadhu?” Ey fizanlı! Başım dumanlı, o yılanlı konuşmuş sana yalanlı, hiç böyle işler tesadüfen olur mu mizanlı? Ey Sadhu! Nasıl bu tapınak ve basamaklar tesadüfen değil bir akıl tarafından inşa edildiyseler, bunlardan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı şu kainat ve bizler de tesadüfen veya tabiatın tesiriyle değil, âlemlerin Rabbi olan Allah tarafından yaratılmışızdır. Gel iman et göklerin ve yerin tek İlahına, tövbe et günahına, ölünce eresin Cennetin aydınlık sabahına, yoksa gidesin kabrin karanlık berzahına! Ey fizanlı! Başım dumanlı, söylediklerin mantık beyanlı, lakin benim kafa hurda viranlı, bunları anlamıyor delikanlı. Veresin bana on rupi canlı, sarayım biraz tütün samanlı. Ey yaşlı! Ben sana anlatmaya çalışıyorum kainatın esrarını, sen ise tutulmuşsun esrarın derdine. Bırak gidince zaten duman altında kalacaksın. Gel duman içinden kurtulmaya çalış! Ey Müslüman! Başım duman duman. Gözlerim kan, aklım saçlarım gibi perişan, iki büklüm bedenim ömrüm gibi çökmüş viran, isteme benden bu yaştan sonra iman, kulaklarım sağır olmuş işitmez kelam, bana uzaktır çağırdığın o darüsselam, haydi sana aleykümselam!
83
36- GANGTOK – HİNDİSTAN Tibet Budist kültürünün merkezi olan Gangtok’ta çok sayıda pagoda çatılı ev, manastır, stupa, park ve rüzgarda uçuşan dua bayrakları görülebilir. Şehir Aşağı Himalaya Dağları’nın çiçeklerle kaplı eteklerinde çok güzel bir konumda bulunmaktadır. 1780 metre yüksekliğinde bir dağın kenarında kurulmuş olan şehir, bir hac merkezi ve Sikkim’in başkenti olmuştur. Şehrin üstünden geçen ve kenarları çiçeklerle dolu yoldan Himalaya Dağları’nın manzarası nefes kesicidir. Kırmızı ve altın renkli giysileriyle lamalar Lal Pazarda dua çarklarını çevirir ve manastırlardan gelen borazan sesleri vadide yankılanır. Budizm’in büyülü havası her yerde hissedilmektedir. Himalaya Dağları’na bakan Tashi Tapınağı’nın ağaç oyma süslemeleri ve duvar resimleri arasında Himalayalar’ın yağlı boya tablosunu görsek; uzaklarda heybetli, karlı dağlar bulutları aşmış, önünde nehir akıyor, iki yanında çiçekli vadi uzanmış yemyeşil ormanların arasında üstünde kartallar uçuşuyor. Şimdi, bu manastırda dini ritüellerini yapanlara desem; “Ey Budistler! Şu duvarda asılı harika tablo, bence yağlı boyaların tesadüfen tuval üzerine dökülmesiyle kendiliğinden oluşmuştur. Yani bir ressamı yoktur!” “Ey yabancı! Seni Budizm’in büyülü havası mı çarptı? Ya da borazan sesleri mi bozdu? Hiç böyle bir tablo kendiliğinden oluşabilir mi? Elbette bir ressamı var.” “Ey Lamalar! Kafanızı çevirin, şu karşı manzaraya bir bakın. Karlı dağlar nasıl heybetli duruyor. Şu nehrin aktığı vadideki çiçekler nasıl rengarenk açmış, yemyeşil ormanların üstünde kartallar uçuşuyor. Peki bu harika tablonun ressamı kim? Hiç düşündünüz mü? Ya da aydınlanmaya giden yolda buna hiç vakit bulamadınız mı?
84
Nasıl bu duvardaki manzara tablosu, boyaların tesadüfen tuval üzerine dökülmesiyle oluşamazsa bundan binlerce kez mükemmel, sanatlı ve canlı bu dışarıdaki tablo gibi manzaralar da sel gibi akan unsurların (güneş, hava, su, toprak) yeryüzü tuvaline tesadüfen dökülmesiyle kendiliğinden oluşamaz. Bu yeryüzü tuvalindeki eşsiz manzaraların ressamı, bu kainatı ve içindeki mahlukatı yaratan, kusursuzca var eden, şekil ve suret veren âlemlerin Rabbi olan Allah’tır. Ey Budistler! Yaratıcı’yı hiç akla getirmeden ve O’na inanmadan huzura ulaşmak mümkün değildir. Kur’an ışığından mahrum yollar karanlıktır, aydınlanmaya ulaşamazsınız. Gelin âlemlerin Rabbi olan Allah’a iman edin!” desem, bu Lamalar lal kesilmezler mi? Sonra imana mı gelirler yoksa borazan sesleri gibi her kafadan bozuk sesler çıkıp beni dua çarkları gibi çevirerek ipe dua bayrağı gibi asmazlar mı?
85
37- CAPE TOWN – GÜNEY AFRİKA Güney Afrika’nın yasama başkenti Cape Town, Table (Masa) Dağı’nın eteklerinde yer alır. Şehrin en turistik yeri dükkanlar, restoranlar ve bir akvaryumun görülebileceği Victoria ve Albert Sahili’dir. Şimdi bu sahildeki kafeteryalarda oturup içkisini yudumlayan ve Yaratıcı’yı hiç akla getirmeden bir hayat geçiren, bu dünyanın sadece yeme içme ve Long Street’in gece kulüpleri ve barlarında eğlenmekten ibaret olduğunu düşünen topluluğa desek; “Şu sahile demir atmış ahşap yatı görüyor musunuz? Bedavaya veriyorum. Çünkü rıhtımdaki ahşap malzeme deposundaki kerestelerin azgın dalgalarla denize sürüklenip tesadüfen, kendiliğinden oluşmuştur. Yani bir bedel ödenmedi.” Herhalde bu saçmalığa gülüp geçerler. Sonra desem; Bir yere tahta, çekiç, çiviler koysak binlerce yıl da beklesek usta olmadan kendiliğinden şu kadehlerinizi koyduğunuz masaya dönüşebilir mi?
86
Nasıl bu ahşap yat, kerestelerin tesadüfen sürüklenmesiyle akıl sahibi bir usta olmadan oluşamazsa, bundan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı şu kainat ve içindeki mahlukat da üstün bir Akıl sahibi olmadan kendiliğinden oluşamaz. O akıl sahibinin kim olduğunu ve bizlerin bu dünyaya gönderiliş gayemizin ne olduğunu bilip, hayatımızı ona göre tanzim etmeliyiz. Elbette bunun da bir bedeli olacaktır. Akılsızlık edip bu hakikate kulak vermez ve hiç kimseye hesap vermeden yaşamaya devam ederseniz, yarın hesap günü hakikati görünce keresteler gibi tutuşacağınızdan şüpheniz olmasın. Onları bırak; yesinler, yararlansınlar ve onları (boş) amel oyalayadursun. İlerde bileceklerdir. (Hicr Suresi, 3)
87
38- FASİLİDES’İN SARAYI – ETİYOPYA On altıncı ve on yedinci yüzyıllarda, surlarla çevrili kraliyet şehri Gonder, başkenti MS 1636 yılında buraya taşımış olan Etiyopya İmparatoru Fasilides’in ikametgahıydı. 1640’ların sonlarında, Fasilides buraya muhteşem bir kale inşa ettirdi. Bu bina, yakınlarda restore edilen Fasilides Sarayı’dır. Devasa kuleleri ve kale burçlarındaki heybetli, mazgallı siperleriyle sanki Ortaçağ Avrupası’ndan bir parça, Etiyopya’ya taşınmış gibi duruyor. Şimdi, buraya ziyarete gelen turistlere deseniz; “Bu yüce saray, İmparator Fasilides’e bağlılıklarının bir nişanesi olarak, İmparatorun katırları, sığırları ve develeri tarafından dağlardaki taşları yontup işleyerek inşa edilmiştir. Yapımında hiç bir insan müdahale etmemiştir!”
88
Buna hiçbir akıl sahibi inanmaz. Diyecektirler; “Bu İmparatorun katırları, sığırları ve develerinin aklı, şuuru ve bilinci mi var ki bu işleri akledip düşünüp yapabilsinler!” Bu saraydan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı şu kainat sarayı ve içindeki mahlukat müzeyyenatının oluşumunda sonsuz bir ilim sahibi olan Allah’ı inkar edip, kör kuvvetler, serseri tesadüfler ve sağır tabiata ilahlık isnad eden bu zavallılara ne demeli? Aslında katır, sığır ve develer tabiat ve tesadüflerle kıyaslandığında bir tık daha önde, en azından canlılar. Ama küllüm kör, sağır, düşüncesiz ve camid bu tabiat ve tesadüflere hâşâ yaratıcılık vasfını isnad eden bu küllüm idrakleri kör, sağır, düşüncesiz ve camid inkarcılara yarın mahşerde tüh sizlere Fasilides’in katırları, sığırları ve develeri kadar olamadınız, yuh sizlere Kalirides’in eşekleri demezler mi?
89
39- RİO DE JANEİRO- BREZİLYA Rio, Brezilya’nın başkenti değildir ama belki dünyadaki en önemli şehirlerden biridir ve dünyanın en gözde turistik mekanlarından biridir. Sugarloaf Dağı ve Cristo Redentor Heykeli’yle dünyanın en simgesel görüntüsüne sahiptir.
90
Büyük plajları, müziği, gece hayatı ve ünlü karnavalı da ilgi çekici diğer özellikleridir. Huzur arayan insanlar için pek uygun olmayan bu şehirde hayat çok hızlı akmaktadır. Tabii ki Rio ile ilgili en ünlü şey iki hafta süren karnavaldır. Üç kutsal kitapta da tasvip edilmeyen içki, kumar, zina gibi ahlaki çöküntünün had safhaya ulaştığı, insanların çırılçıplak sokaklara dökülüp içki ve danslar eşliğinde çılgınca eğlendikleri; tepelerindeki İsa heykelinin bir sanatkarı olduğunu gayet iyi bildikleri halde, bunlardan binlerce kez mükemmel, kendi kalıplarını tabiat ve tesadüflere havale eden, Yaratıcı’yı hiç düşünmeden bir hayat geçiren, nefsani arzularının esiri olan bu süfli düşünceli, lama akıllıları yarın mahşerde ateş üstünde samba müziği eşliğinde adrenalin dolu bir karnaval beklemez mi? “Rabbim bizi dünyaya geri gönder, yaptıklarımızdan başka orada salih amellerde bulunalım” demelerinden evvel onlara insanlık haysiyetine yakışan hak dinin tebliğ edilmesi gerekmez mi? İman edenler, hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla ve canlarıyla cihad edenlerin Allah katında büyük dereceleri vardır. İşte kurtuluşa ve mutluluğa erenler bunlardır. (Tevbe Suresi, 18) ayetine bizlerin de muvafık düşecek eylemlerde bulunmamız gerekmez mi? Rio’ya hâkim bir tepeden bakan Kurtarıcı İsa Heykeli mi onları dinsizlik bataklığından, ahlaki çöküntüden kurtaracak be heykel kafalı miskin! Hani sahabelerde ve ecdadımızdaki o hicret aşkı, cihad ruhu! Siz, insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz; maruf (iyi ve İslam'a uygun) olanı emreder, münker olandan sakındırır ve Allah'a iman edersiniz. Kitap Ehli de inanmış olsaydı, elbette kendileri için hayırlı olurdu. İçlerinden iman edenler vardır, fakat çoğunluğu fıska sapanlardır. (Al-i İmran Suresi, 110)
91
40- SUZHOU BAHÇELERİ – ÇİN Güzel bahçeleriyle tanınan Suzhou, sekiz yüzyıldan uzun bir süre Wu Krallığı’nın başkenti olmuş bir ipek endüstri merkezidir. Sıklıkla “Doğu’nun Venedik’i” olarak anılır. Hemen hemen nereye dönseniz bir pagoda, tapınak veya güzel bir bahçeyle karşılaşırsınız. Şimdi Soğuk Dağ Tapınağı’nı ziyarete gittiğimizde Budist rahipler bize teveccüh edip, bahçeden topladıkları kiraz, kayısı, şeftali gibi meyveleri ikram için önümüze koysalar ve biz de desek; Bizde adettir yemeden önce ikramın asıl sahibine teşekkür etmeden tadamayız. Söyleyin kime teşekkür edelim? Talebeler bahçeden az önce topladılar, tazedir buyurun yiyiniz. Ben kim topladı demedim, onları damağımıza uygun hale kim getirdi, kime teşekkür edelim? Yaşlı rahip Yuan bu ağaçları kendi elleriyle dikti, o dikmeseydi bunları yiyemezdik. Öyleyse ona teşekkür ediniz. Yaşlı Yuan bu fidanları dikti, yetiştirdi ağaç oldu. Ama bu kiraz, kayısı ve şeftali meyvelerini tek tek o mu şekillendirip tatlandırdı? Tabiat ana bizlere her mevsim en uygun meyveleri sunuyor. Bu tabiidir tüm yeryüzünde olduğu gibi! 92
Kapkara bir çamurun içinden rengarenk, farklı farklı tatlarda, kokularda içleri mis gibi tertemiz, lezzetli bu meyveleri bize sunan kör, sağır, düşüncesiz ve cansız tabiat mı demek istiyorsunuz? Bakın bu sabunlardan yapılan muz, portakal, elma, armut gibi meyve sabunlarının bir sanatkarı olduğu gibi bu ağaçlara dizilen meyvelerin de bir şekil ve suret veren, bir sanatkarı olmalı. Hiç düşündünüz mü? Muz, mandalina, portakal, kavun, karpuz hep ambalajları ile gönderilmişler. Hepsinin kabuğu meyveyi çürümekten, bozulmaktan korur, kokuları da ambalajlarının içinde saklıdır. Portakal ve mandalina dilimlenmişlerdir, yemesi kolay olsun diye. Elma, armut dilimlenmemiş zaten gerek de yok. Tam tersi olsaydı hikmetsiz ve müşkilatlı olurdu. Kışın hastalıkların arttığı bir zamanda C vitamini bakımından zengin mandalina, portakal, greyfurt gibi meyvelerin olması, yazın da hararetin arttığı bir zamanda susuzluğu giderip ferahlanmamızı sağlayacak kiraz, kayısı, şeftali, kavun, karpuzların olması… tüm bunlar kör kuvvetler, serseri tesadüfler ve sağır tabiatın eseri olamaz. Böyle garip bir gayb perdesinden, böyle acayip lütufları ve hediyeleri bizlere sunan Zat’ı tanımamak, O’na teşekkür etmemek ne kadar divanece bir hareket olduğunu ve O’nu düşünüp memnun etmeden aydınlanmaya gidilen yolların tamamen karanlık ve zulmetler içinde olduğunu idrak edebiliyor musunuz? desem dağ gibi hakikatleri söylesem tapınakta soğuk rüzgarlar esmeye başlamaz mı? “Hiç şüphesiz ki, her şey Allah’ın yüce kudreti ile meydana gelmiştir. Her şeye gideceği yolu gösteren ve çizen O’dur. Toprak ve bitkilerle ilgili araştırmalarda derinleştikçe Allah’a imanım da o nispette arttı” (Prof. Dr. Lestergon Simurden, Cochin Üniversitesi Tarım ve Matematik Profesörü) “Asmalı asmasız bahçeleri, hurmaları, tatları farklı ekinleri, zeytinleri ve narları-birbirine benzer ve benzeşmez-yaratan O’dur.” (En’âm Suresi, 141)
93
41- KEUKENHOF BAHÇELERİ – HOLLANDA Her yıl ilkbahar aylarında ünlü Keukenhof Bahçeleri’nde yedi milyondan fazla çiçek açmaktadır ve bunların sadece bin türü lalelerden oluşmaktadır. Hollanda çiçek sanayinin sergilendiği bir yer olan 280 dönümlük bu bahçeye, rengarenk çiçeklerin manzarasına tanıklık etmek için yılda yaklaşık bir milyon ziyaretçi gelir. Fulyalar, nergisler, çiğdemler, laleler ve sümbüller sarının, altın renginin, morun, kırmızının ve turuncunun birçok tonunda ve baş döndürücü kokularla muteşem bir manzara sunarlar. Usta peyzajcıların rengarenk çiçeklerden değişik motif ve desenler sergilediği bu bahçede kanatlarını açmış kocaman bir tavus kuşunun çiçeklerle resmedildiğini görsek hiç kimse diyemez ki sandıklardaki lale ve çiçek soğanlarının tesadüfen tarlaya savrulmasıyla bu harika desenler kendiliğinden oluştu!
94
Tam da yanına kanatlarını açmış canlı tavus kuşları gelse ve görseler, oraya gelen bir milyon turist vay be çiçeklerle tavus kuşunu ne güzel nakşetmişler deyip sanatkarını takdir ederken, binde biri bundan binlerce kez mükemmel, harika, canlı ve gerçeğini görüp Sanatkarını düşünerek takdir edemediler. Her şey doğaldı onlar için, nasıl olsa tabiat, tesadüfler her sanata malik ve her şeyin üstesinden gelebiliyordu. O tablo gibi harika ve rengarenk motifleri de tabiat, tavus kuşunun kanatlarına hünerli elleriyle resmetmişti. Tıpkı sandıklardaki lale ve çiçek soğanlarının tesadüfen tarlaya savrulması gibi! İşte bilim ve teknolojide zirveye çıkan, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla Allah’ı inkar edip imansızlıkta dibe inen Avrupalıların beyin soğanlarındaki mantık salgılarının tesadüf tarlalarına döküldüğünün bir kanıtı! Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak. (Neml Suresi, 14)
95
42- PASKALYA ADASI – ŞİLİ Pasifik Okyanusu’nun ortasında yer alan Paskalya Adası ya da Rapa Nui’de kıyı şeridinden denize doğru bakan taştan oyulmuş 600 kadar heykel (moai) vardır. Adadaki devasa moai heykelleri 9 metre yüksekliğinde ve çok da geniş. Şimdi dünyanın en ilkel kabilelerinden biri Amazon yerlilerini bu adaya getirip onlara; “Bu moai heykelleri okyanus akıntılarına maruz kalan adadaki kayaların haşin rüzgarlarla yontulması sonucu zamanla doğa harikası olarak kendiliğinden oluşmuştur!” deseniz, diyeceklerdir ki; “Amma uzun saçmaladın be kardeşim, yerliyiz ama bu yalanı da yemeyiz. Baksana adamların hepsinde koca kafalar var. Göz, kaş, kulak, burun, ağızlar var. Ama sizde kafa yok. Hiç bunlar tesadüfen oluşabilir mi?”
96
Şimdi dünyanın en zeki beyinlerinden biri olan tıp fakültelerinde okuyanların derslerine girseniz; Avrupa, Amerika, Afrika, Asya farketmez, hocaları onlara insan vücudundaki sayısız detayları anlatırken sık sık doğa harikası, tesadüfen, kendiliğinden gibi inkar kelimelerini duyarsınız. “Amma uzun saçmaladın be hocam, yerliyiz ama bu yalanı da yemeyiz. Nasıl anfideki Avicenna heykelinin akıl sahibi bir yontucusu varsa, bundan binlerce kez mükemmel bizlerin de sonsuz ilim sahibi bir yontucusu olmalı. Bakın hepimizde göz, kulak, kalp, kafa var ama idrak yok. Gözler kör, kulaklar sağır, kalpler körelmiş. Hiç bu ansiklopediler dolusu bilgiler içeren vücudumuz ve içindeki sistemler tesadüfen, kendiliğinden veya tabiatın tesiriyle oluşabilir mi?” diyen hiç kimse duyamazsınız. Birkaç cılız ses haricinde... Şeytanın aldatmacası garip bir çelişki. Herkes hak olan hakikate yabanileşmiş. Dünyanın dört bir yanına hakim olan bu mantık çöküntüsü, basiret körlüğü ve akıl tutulmasını ortadan kaldırılıp yerine moai heykelleri gibi kalplere imanın rükünlerini dikecek sağlam yerliler yok mu?
97
43- CHİCHEN ITZA PİRAMİDİ – MEKSİKA Ünlü Chichen Itza piramitleri ve tapınakları Yucatan Yarımadası’nda Maya – Toltec Uygarlığı’nın en önemli antik anıtlarıdır. Bu taş kütleli piramitler MS 10. yüzyıldan 15. yüzyıla kadar bütün Yucatan kültür bölgesinde etkili olmuşlardır. Bölgenin en çok tanınan anıtı Kukulcan Piramidi’nin etrafı kuş tüylü yılanlar, savaşçılar, kartallar ve jaguarlar da dâhil Toltec motifleriyle süslenmiştirler. Kukulcan Piramidi'nin önüne tanıtım için başında kuş tüylü yılanlar ve kartallar bulunan savaşçı Kızılderililerin heykelleri konulsa, gelen turistlere bu piramit ve heykellerin tabiat ve tesadüfler sonucu oluştuğunu söyleseniz hiç kimse bu saçmalığa inanmaz. Şimdi piramidin önüne binlerce turist gelmiş bakınırken, gündüz vakti birden hava kararsa, fırtınalar esip şimşekler çaksa, ardından deprem olup yer yerinden oynasa, piramidin taşları dökülse, savaşçı Kızılderili heykellerin kafalarındaki taş yılanlar yere düşüp insanlara doğru kafasını kaldırarak saldırsa, kartallar çığlık atıp kenti terk etseler, Kızılderililer mızraklarıyla savaş dansına başlasa… Yaşanan tüm bu olağanüstü olaylar karşısında bu turistler noluyor diye şok geçirip çığlık çığlığa kaçışmazlar mı?
98
Hava güneşliydi, heykellerin önüne ilginç kıyafetleriyle Kızılderililer geldi. Başlarına kuş tüyleri ve yılanlar takmışlar, sırtlarında kartal kanatları, ellerinde mızraklarla savaş dansı yapmaya başladılar. Turistler alkışladılar ama savaşçılardan başka hiç kimse çığlık atmadı. Taşların yürüyüp hareket etmesine mucize diyoruz da, et ve kemiklerin yürüyüp çığlık atmasına ne diyelim? Nasıl olsa her şey alışılagelmiş, tabiiydi. Zaten doğa ve tesadüf denilen bilinçsiz güçler her şeyi yapmayı akledip güç yetirendi. O yüzden şaşıracak bir şey yoktu!
99
44- ON İKİ HAVARİ KAYALIKLARI – AVUSTRALYA Victoria’nın güneyindeki kıyıların biraz açıklarında kalker kaya sütunlarından oluşan olağanüstü bir grup yer alır. Güney Okyanusu’nun uğultulu rüzgârları ve engin sularının buradaki kalker duvarları yavaş yavaş oymasıyla denizin kıyısında ilginç kaya oluşumları meydana gelmiştir. Buradaki falezler 70 metre yüksekliğindedir ve havarilerin en yükseği 45 metredir. Şimdi denizin kıyısındaki falezler, teknolojik aletlerle kesilip kayalardan devasa koala, kanguru, panda, deve kuşu, dingo gibi hayvanların şekil ve suretleri yapılsa; göz, kulak, burun, ağız tüm dış hatları mükemmelce işlense ve on iki havariler gibi ilerideki kıyıya dizilseler; Yamacın tepesinden bunlara bakan turistlere desek; “Kayalıklara çarpan dalgalar, binlerce yıl kalker duvarları yavaş yavaş oymasıyla bu kaya hayvan suretleri kendiliğinden oluştu!” Turistler diyeceklerdir: “Hadi on iki havari kayalıklarında belli belirsiz girinti, çıkıntı, oyuklar, kemerler oluşmuştur. Ama bu tarafta belli bir plan, ölçü ve düzen gerektiren oluşumlar var. Nasıl bunlar tesadüfen oluşsun? Belli ki burada bir akıl devreye girmiş olmalı. Bu uğultulu rüzgârların ve engin dalgaların işi olamaz.”
100
Turistler bölgedeki bir hayvanat bahçesine gittiler. Orada koala, kanguru, panda, deve kuşu, dingolar ve daha pek çok hayvan türlerini gördüler ama hiç kimse bunların ilim sahibi bir Sanatkâr tarafından yaratıldığı şekil ve suretlendirildiklerini akledip düşünemedi. Zamanın derin sularında çalkalanan dalgalar ve uğultulu rüzgârlar, sel gibi akan unsurların toplanması ve tabiatın da tesiriyle başta kaya gibi duran atom yığınlarından binlerce farklı bitki, hayvan ve insan şaheserlerini oluşturmuştu. Her birini kusursuzca şekil ve suretlendirip hayat ve can verdiğine doğal olarak inanmışlardı. Yani, her şey olağandı, acayiplik yoktu! “Hey! Dur bi dakika. Bu tabiat ve tesadüf dediğiniz bilinçsiz güçlerin; kör, sağır, düşüncesiz ve cansız unsurların (hava, su, toprak, güneş) belli bir akıl, şuur, güç ve iradesi mi var ki, her biri mükemmel bir ölçü ve düzen gerektiren bu mahlukatı icat edecek sanata vakıf olabilsin?” diye tüm yeryüzüne Tasmanya Canavarı gibi çığlık atıp haykırabilecek oralarda on iki tane kaya gibi sağlam iradeli kimse yok mu?
101
45- BEYAZ ÇÖL – MISIR Beyaz Çöl, Batı Mısır’da en çok ziyaret edilen yerlerden biri. Buradaki inanılmaz kaya oluşumları ve bembeyaz kumlar, çölün sarılığı ile etkileyici, keskin bir zıtlık ortaya koyuyor. Kayalar, gün batımında mavi, pembe ve turuncuya çalan tonlara bürünüyor, geceleyinse kumlar bembeyaz karları andırıyor. Sıcaklık olmasa, bir kutup manzarası sanılabilir. Tebeşir taşı ve kireçtaşı bileşimi kaya oluşumları, rüzgâr erozyonuyla meydana gelmiş. Bunlar çeşitli şekillerde, kimileri iyice incecik tabanlar üzerine tehlikeli bir şekilde tünemiş devasa kayalar ve belli belirsiz ilginç oluşumlar halinde vadiye yayılmışlar. Şimdi Mısırlı sanatkârlar, bu kaya oluşumlarının arasına bu tebeşir ve kireç taşlarından deve, aslan, tilki, kobra yılanı, kartal gibi hayvan suretlerini yapsalar ve buraya gelen turistlere bir çöl esprisi yapıp deseler; “Bu gördüğünüz hayvan heykelleri çöl rüzgârlarının bu kireçtaşlarını binlerce yıl aşındırması sonucu kendiliğinden oluşmuştur. Tıpkı diğerleri gibi. Biz atalarımızdan böyle duyduk!”
102
Bu çöl yalanına hiçbir akıl sahibi inanmaz. Ama onlara bu çölde gezinen hayvan suretlerinin nasıl oluştuğunu sorsanız, çöl rüzgârları gibi esen serseri tesadüflerin binlerce yıl atom yığınlarını aşındırması sonucu kendiliğinden oluştuğunu rahatlıkla söylerler. Çünkü atalarından böyle duymuşlardır!
103
46- GİZE PİRAMİTLERİ VE SFENKS – MISIR Gize Piramitleri, dünyanın en eski turistik alanı ve hâlâ gizemle örtülü. Antik dünyanın yedi harikası arasında tek ayakta kalmışları olan piramitler, 19. yüzyıla dek, yani yapılışlarından 5000 yıl sonra bile dünyanın en yüksek yapılarıydı. Neredeyse eksiksiz bir doğrulukla yapılmış üç yapı, yani en büyükleri ve en eskileri olan Kufu (Keops), daha yüksek bir zemine inşa edildiği için daha yüksek görünen Kefren ve en küçükleri olan Mikerinos akla daha derin anlamlarına dair sorular getiriyor.
104
Heybetli Kufu Piramidi’nin yakınında duran büyüleyici yarı aslan (kraliyeti temsilen) yarı insan (gücü simgeleyen geleneksel başlığıyla) bu heykel ortaya nefes kesici bir görüntü çıkarıyor. Şimdi buraya gelen turistlere deseniz; “Bu kadın başlı aslan vücutlu heykeller ve piramitler, çevredeki küp küp taş yığınlarının çöl rüzgârlarının esip savrulmasıyla bu alanda tesadüfen çarpışmaları sonucu kendiliğinden oluştular!” Bu kadarına da pes doğrusu! diyeceklerdir. Onlara; “Şu gezinen kadın başları ve aslan vücutlu erkekler dünya sahrasında kum taneleri gibi yığılan atomların tesadüf rüzgârlarının binlerce yıl esip savurmasıyla kendiliğinden oluştular!” deseniz, buna inanmayacak neredeyse kimse yok. Bu kadarına da pes doğrusu!
105
47- HUANG LONG VADİSİ – ÇİN Eşsiz bir manzaraya, zengin doğal kaynaklara ve çok eski zamanlardan kalma bir ormana sahip 700 kilometrekarelik bir alan kaplayan bölge; ihtişamlı, benzersiz zümrüt gölleri, kat kat şelaleleri, renkli ormanları, karla kaplı zirveleri ve Tibet halk köyleri, mücevher gibi parıldayan dağlarla uyum içinde birleşerek, buraya “dağlardaki peri ülkesi” yakıştırmasını kazandırmıştır. Huang Long “Sarı Ejderha” anlamına gelir ve efsaneye göre yaklaşık 4000 yıl önce büyük bir sarı ejderha krala sel sularını denize yönlendirerek Minjiang Nehri’ni oluşturmasında yardım etmiştir. Suyunun kalsiyum karbonat yüklü ve altın sarısı rengi nedeniyle nehir, sarı bir ejderin kuyruğunu andırıyor. Sarı ejderha vadiye ismini vermiş ve onuruna bir tapınak inşa edilmiş. Şimdi Huang Long Vadisi’ndeki şelalelerin aktığı sarı zemine, kalsiyum karbonat tortularından dev panda, ayı, maymun, leopar, geyik, kartal heykellerini yapıp diksek, oraya gelen Yaratıcı’yı hiç düşünmemeyi kendilerine bir yaşam felsefesi edinmiş Çinlilere desek; Bu nehir tabanına sizce bu altın renkli hayvan suretleri nasıl oluşmuştur? Birileri yapmış olmalı diyecektirler. 106
Sarı ejderha, tapınağına bu heykellerin konulmasını arzu ettiği için bizzat kendi yapmış olamaz mı? Bu bir efsane, mümkün değildir diyeceklerdir. Dağlardan inen sel gibi kalsiyum karbonat yüklü sular sayesinde tesadüfen kendiliğinden oluşmuş olamaz mı? Bu çok saçma ve mantıksız. Peki, bunları ünlü heykeltıraş Chengli yaptı desem? Ha bak bu oldu diyeceklerdir. Daha sonra Çinliler koruma alanında gezinen bu heykellerin asılları olan yabani hayvanları gördüklerinde onlara desek; sizce bu vadide gezinen bu hayvanlar nasıl oluşmuştur? Kimdir onlara kusursuzca şekil ve suret veren sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi Sanatkarı? Tabiat efsaneleri, tesadüf saçmalıkları, sarı ejderhanın kuyruğu gibi uzadı gitti, kimse bunlar üstün ilim sahibi bir Yaratıcı tarafından yaratılmış olmalı diyemedi. Çünkü akıl ve idrakleri şu karlı dağların zirvesine çökmüş bulut gibi gaflet örtüsüyle kaplı ve bulanık. Hakikatleri net görebilmeleri kolay değil. Zaten böyle şeyleri düşünmemeyi de yaşam felsefesi haline getirmişler. Akılları bulanık perili, şuurları yere serili, renkleri sarı derili, gözleri çekik sürmeli, idrakleri çekik zırdeli, işte size Çin'i yutan inkar seli!
107
48- BANAUE PİRİNÇ TARAÇALARI – FİLİPİNLER Birçokları tarafından dünyanın sekizinci harikası olarak görülen Banaue Pirinç Taraçaları, Batad halkı tarafından son 2000 yıl içinde yapılmış, mühendislik açısından inanılmaz bir başarı. Bu bölge, Kuzey Filipinler’in güzel Luzon eyaletinde yer alıyor ve deniz seviyesinin 1500 metre daha fazla üzerine yükselen sarp, ormanlık dağlara sahip. Dağ yamacından oyulmuş, insanı hayrete düşüren taraçalar, göz alabildiğine uzanıyor. Adeta sonsuz görünen basamaklar halinde, ekili pirinç ve sebze tarlalarından oluşan taraçalar, büyük ölçüde elle, taşların teker teker yerleştirilmesiyle inşa edilmiş ve yamacın 10.500 kilometrelik alanını kaplıyor. Burada yol veya elektrik yok, çünkü Batad halkı, yüzyıllardır yaşadıkları şekilde yaşamayı, yeryüzü ve çevreleriyle ruhani bağı korumayı tercih ediyorlar. Burada hâlâ ata ruhlarına tapılıyor ve öfkeli bir ruhu hoşnut etmek için üç tavuk ya da bir domuzun kurban edilmesini görmek olağandışı değil. Şimdi pirinç taraçalarında çalışan Batadlılara desek; Manzara büyüleyici ve çok harika. Bence dağların zirvelerinden inen seller, önlerine kattığı çamur ve taşları sürükleyerek binlerce bu set gibi taraçalar kendiliğinden oluşmuş olmalı! Ey yabancı! Şu dağlara bir bak. Yamaçlarında binlerce basamaklar duruyor. Sen keçileri mi kaçırdın? Bak şu bedenlerimize, çalışmaktan her yerimiz taraça gibi olmuş. Sen diyorsun ki tüm bunlar tesadüf, tüf senin taraça gibi aklına! Ey Batadlı! Peki dağ gibi bedenlerinizin yamaçlarına oyulmuş bu göz, kulak, burun, ağız, kafa, gövde, el, kol, bacak, ayak taraçalarını hiç düşündünüz mü? Acaba nasıl oluşmuşlar? Yeryüzünün hareketli bu yüz milyonlarca dağ ve taraçalarını görebiliyor musun? Bunlara kusursuz ve aynı biçimde kim şekil ve suret vermiş hiç düşündünüz mü?
108
Tüm bunların dağ zirvelerinden inen sel gibi suların önlerine topladığı toprak, hava, su, ışık unsurlarıyla tesadüfen, kendiliğinden oluşabilmesi mi daha makul, yoksa sonsuz bir ilim, hadsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir kudret sahibi olan Allah tarafından yaratılması mı? Ey yabancı! Bak rüzgar esiyor, ata ruhlarımızı kızdırdın, kesecek tavuğumuz da kalmadı. Söyle bana sen hangi dinin mensubusun? Dinim İslam, kitabım Kur’an, gelin siz de buna iman edin! Ey yabancı sizde var beş vakit namaz, bir ay oruç; içki, kumar, zina yasak. Bizde ise üç tavuk kes tamam, bırak domuz gibi yaşayalım. Ey Batadlı! Gel iman et, bataklıktan kurtul. Banane banane sorumluluk alamam beş vakit yerine üç tavuk bizde şahane. Ey Batadlı! Gel iman et olma divane. Banane banane şarap, kumar, kadın, ye, iç, eğlen böyle keyfince yaşamak şahane, gönlüm deli divane, üç tavuk bahane. Ey Batadlı, hayat yalnız bu dünyadan ibaret değil, ölüm var hesap var. Pirinçleri hasat edince karşımda kadehler masamda şarap var. Ey Batadlı, gayri meşru eğlencelerin sonu helakettir. Luzon'un kızları sürme çekik gözlü uf anam felakettir. Bre Batadlı, Allah sana insaf versin gel hidayete, uyma Şeytana. Hele ürünler bolca çıksın paranın yarısını yatıracağım ganyana. Ey Batadlı, tekerlemeyi bırak, tövbe et şehadet getir. Harman olsun cebimde mangır, keyifler gıcır, gönlüm fıkır fıkır, şarabı çek lıkır lıkır, ye iç eğlen hayat bence gırgır.
109
49- BAGAN TAPINAKLAR VADİSİ – MYANMAR (BURMA) Dünyanın en zengin mimari alanlarından biri olan Bagan’da, 11. ve 13. yüzyıllar arasında, Bagan Hanedanı’nın kralları, burada binlerce Budist pagoda ve tapınakları inşa ettirmiş. Geniş alanda pagoda ve tapınaklardan başka bir yapı yoktur. Puslu sabahlarda, altın kaplı stupalar adeta havada asılı duruyor gibi görünüyor. Buraya gelen turistlerin gözdesi tapınak dolu vadiyi balonlara binip yukarıdan kuşbakışı seyretmek. Şimdi bir balona binip manzarayı seyrederken yanımızdaki kaptana desek, aşağıda birine “Bu tapınakları kim inşa etmiş?” diye sordum, “Depremler sonucu şu karşı dağlardaki taşların bu vadiye dökülüp kasırgalarla savrulması sonucu kendiliğinden oluşmuştur” diye cevap verdi. Bu doğru mu? Onu söyleyen Burma sana ineklik yapmış. Hiç bu sanat harikaları tesadüfen olabilir mi? Bunları yaptıran krallara saygısızlık yapmış. Ey Burmalı hakikati bulmalı. Yani sen diyorsun ki bu tapınaklar ve içindeki Buda heykelleri tesadüfen, kendiliğinden değil, akıl sahibi bir sanatkar tarafından inşa edilmişlerdir. Doğru mu? Doğru. Peki bu dünya tapınağı ve içindeki insan heykellerinin sanatkarını hiç düşündünüz mü? Tesadüfen, kendi kendine bu sanat harikaları oluşabilir mi? Kim bunları böyle kusursuzca inşa etmiştir?
110
Benim mevzum Burma, başka bir şey sorma. Yanımda durma, kafamı yorma karıştırma, yolumu şaşırttırma. Yolunu şaşırmaz hakikati bulursun. Gel mantığını biraz zorla, ey Burma, İslam’a gir, gaflette durma. Yeni bir din, yeni bir ayin, yeni bir fikir, yeni bir zikir, yeni bir kelam, yeni bir selam. Bu yaştan sonra İslam hakikati, yaşatacak bana bir çok müşkilatı. Ey Burma, İslam zor mu diye sorma, kafanı buna yorma, böcek yerine yersin hurma, şehadet getir durma. Yeni bir isim yeni bir cisim. Sırtıma cübbe kafama takke. Ayağıma çarık başıma sarık. Ağzıma misvak sakalıma tarak. Avucuma koku yüreğime korku. Tut ki müslüman olduk hatayla, bu yaştan sonra bizi sünnet ederler baltayla. Ey müslim yakacaksın bizi küllüm. Ey Burma kendi kendine hayal kurma, kafanı bununla sıyırma. Şehadet getir durma, adını koydum Kırma. Hadi beni kırma. Yeni bir kimlik yeni bir benlik. Yeni bir kütük yeni bir düdük. Yeni bir hüküm yeni bir yüküm. Müslim olurdum fakat namaz oruç zekat, yaşatacak bana bir çok müşkilat. Ey Burma başka soru sorma, yanımda durma. Senin kafa yitik benim şevkim bitik. Sen devam et kendi yoluna, dikkat et sağına soluna, balonun dümenini kırma, gözünü doğru yoldan ayırma, istikameti şaşırma, Müslümanı kırma...
111
50- MEKONG DELTASI – VİETNAM 4000 kilometre üzerinde uzunluğuyla, Mekong Nehri, dünyanın en uzun on ikinci akarsuyu. Tibet platosunda yükseklere çıkıyor. Güneybatı Çin’den Myanmar’dan geçiyor, Tayland ve Laos’ta aşağılara doğru akarak bir sınır oluşturuyor, Kamboçya üzerinden nihayet Vietnam’a ulaşıyor ve burada bereketli deltası, ülkenin tarım açısından kalbini oluşturuyor. Alüvyonların sağladığı zengin besinler, Vietnam’ın yiyecek ihtiyacının % 40’ının temin edilmesine olanak sağlıyor. Nehrin taşıdığı alüvyonlu çamurlardan Asya fili, yaban öküzü, dumanlı pars, mermer kedisi; karabatak, leylek, turna kuşları; dev yayın balığı ve yunus heykellerini yapıp deltaya diksek, festival var diye binlerce Vietnamlıyı çağırsak ve heykelleri göstersek, bunları bu alana kim dikti diye düşüneceklerdir.
112
Onlara desek; “Bu gördüğünüz çamurdan hayvan suretleri, muson yağmurlarıyla taşan nehirlerin taşıdığı alüvyonlu tortularla kendiliğinden oluşmuştur!” Bu akıldan uzak, batıl saçmalığa hiçbir Uzak doğulu inanmaz. Ama bölgede yaşayan yabani hayvanları görüp; "Yahu bunları kim böyle yarattı, şekil ve suret verdi?" diye düşünebilen vahit namlı bir Vietnamlı çıkar mı acaba? Alemlerin Rabbi olan Allah’ı inkar edip, bu kainatın ve içindeki mahlukatın sel gibi akan unsurların (hava, su, toprak, ışık) toplanmasıyla oluştuğunu iddia eden ve tüm dünyayı sarıp kuşatan bu inkarcı zihniyet, adeta nehirlerin taşıdığı alüvyonlar gibi akılları gaflet çamuruyla örtüp kaplamış ve insanlar düşünüp hakikati göremiyorlar.Hakikat güneşini görebilmeleri için bolca iman sabunuyla yıkanıp inkar kirlerinden temizlenmeleri gerekiyor.
113
51- GOBİ ÇÖLÜ – MOĞOLİSTAN Gobi Çölü, Moğolistan’ın güneyinde uçsuz bucaksız bir alandır. Ülkenin yüzde 30’unu kaplayan çöl, kayalık çıkıntılarla büyük oranda taşlı çöl alanlar ve çakıl kaplı düzlüklerden oluşur, ancak geri kalan yerlerde dağlar, çayırlar, çöl stepleri, kum tepeleri ve vahalar da görülür. Bu haşin bölgede pek çok nadir bitki ve hayvan türü yaşar ve yüzyıllardır göçebe çobanların yaşadığı bir yerdir. Burada iklim son derece serttir. Yağışlar son derece azdır ve yağışların ardından sürekli esen rüzgarlar yüzlerce metre öteye kum taşır. Bölgede 76 metre yüksekliğe ulaşan kum tepeleriyle 180 kilometre uzunluğunda bir kum denizi bulunur. Şimdi bu kum tepelerinin önündeki kayalara Asya devesi, Gobi ayısı, kurt, çöl tilkisi, kar leoparı, ceylan, dağ keçisi, argali koyunları gibi pek çok hayvan figürlerini çizip yontsak, bölgede develeriyle gezinen Batılı turistlere göçebe bir çoban dese; “Bu kayalardaki hayvan kabartmaları, çöl rüzgarlarının kumları tesadüfen savurması sonucu kayaları aşındırarak binlerce yılda kendiliğinden oluşmuştur!” Bu çöl yalanına hiçbir akıl sahibi inanmaz.
114
Daha sonra 4 çeker araçlarla araziyi dolaşan turist kafilesi çevrede gezinen bu hayvanların asıllarına rastlasalar, onlara bu canlılar nasıl oluşmuşlardır acaba diye sorulsa, kör kuvvetler, serseri tesadüfler, sağır tabiat, camid sebepler deyip 4 çeker yalanlarla çevresi kum tepeleri gibi bir yığın saçmalıklar ileri süreceklerdir. Onlara desek; Nasıl bu kayalara yontulan hayvan figürleri çöl rüzgarlarının kumları savurmasıyla tesadüfen oluşamazsa, bunlardan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı bu canlıların şekil ve suretleri de tesadüfi süreçler ve tabiatın tesiriyle kendiliğinden oluşamazlar. Ancak hadsiz bir hikmet ve nihayetsiz bir ilim ve her şeyi kuşatan bir irade sahibi bir Zat tarafından yaratılabilirler. Sizler de gelin varlığından söz etmeye değmeyen doğadaki bilinçsiz güçlere değil, üstün akıl sahibi Allah’a iman edin. Acaba kendilerine yapılan bu çağrıyı dinleyip hörgüçlerinde taşıdıkları kibir ve inanç cehaletlerini Gobi Çölü’nün kumlarına gömüp, hakikat vahasına ulaşabilirler mi?
115
52- MUZTAGH ATA – DOĞU TÜRKİSTAN “Buz Dağları’nın Babası” anlamına gelen Muztagh Ata, Çin’in Sincan bölgesinde, Tibet Platosu’nun kuzey kenarında 7.546 metre yüksekliğinde bir dağdır. Dağcılar arasında son derece gözde bir yer olan Buz Dağları’nın Babası’na tırmanmak için baba yürek ister. Ama her yıl Rus, Çin, Japon, Güney Kore ve bir çok ülkeden dağcılar gelir ve başarılı tırmanışlar yaparlar. Şimdi zirveden inen bu dağcıları dine aklimate etmek için dağ yamaçlarının kapladığı buzullara buzdan kartal, öküz, sığır, koyun, köpek, eşek, katır heykellerini yontsak ve bunların karlı, soğuk rüzgarların dağ yamaçlarını dövmesiyle, kendiliğinden oluştuğunu söylesek, buna hiçbir dağcı inanmaz.
116
Dağın eteklerinde sığır ve koyun güden Sincanlı çobanlar, eşeklerine binmiş, yanlarında köpekler, havada kartallar uçuşuyor. Buzdan heykellerin tesadüfen oluşamayacağını çok iyi bilen bu kişilere, bunlardan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı bu görünen canlıların bir Yaratıcısı olduğunu söylesek, tabiat ve tesadüf bataklığına saplanmış akılları Muztagh Ata gibi gaflet buzuluyla kaplı bu dağcılar acaba bu aklimitasyona uyum sağlayıp hakikatin zirvesine ulaşmak için çaba sarf ederler mi yoksa yaban öküzleri gibi gerisin geri aşağılara mı kaçışırlar?
117
53- NAM CO GÖLÜ – TİBET Tibet’in Nyainqentanglha Sıradağları üzerinde yer alan Nam Co Gölü, 4.627 metre yüksektedir ve Tibet’in üç kutsal gölünden biridir. Tibet dilinde “Cennetten Gelen Göl” anlamına gelen Nam Co bir hac yeridir ve gölün çevresinde yürüyüş ritüelini gerçekleştirmek için buraya sadece Çin’den değil, Hindistan, Nepal, Bhutan ve Sikkim’den de Budistler gelir. Göl Tanrıçası Dorje Gongzhama, aynı zamanda Nyainqentanglha Dağları’nın da tanrıçasıdır. Her ikisi de Tibet takvimine göre koyun yılında doğmuşlardır ve özellikle o yılların yaz aylarında buraya şans ve verimli hasat için daha kalabalık hacı grupları gelir. Doğudan batıya 70 km, kuzeyden güneye 30 km uzunluğunda ve en derin yeri 33 metre olan gölün çevresini yürümek, hacıların rota üzerinde meditasyon ve dua sürelerine bağlı olarak, 10 gün ile bir ay arasında tamamlanır. Gölün çevresinde dört manastır ve eski zamanlarda inzivaya çekilmek üzere kullanılmış mağaralar bulunmaktadır.
118
Şimdi buraya hac için gelen kafilelere desek; “Bu manastırı ve önünde meditasyon yapıp oturan taştan Buda heykellerini, bu göl tanrıçası gizemli dalgalarıyla dağın yamacındaki taşları yıllarca aşındırarak kendisi inşa etmiştir!” Buna hiçbir akıl sahibi inanmaz. Yol üzerinde göçebe çadırlarıyla Tibet sığırlarını, ovalarda at süren erkekleri, canlı renklerde kıyafetleriyle yüklü yakları güden kadınları görüp bu Budizm’in eski şamanik gizemlerinin sindiği büyüleyici tablonun ressamı, şekil ve suret vereninin bu tanrıça mı olduğunu sorsak bu konu hakkında ömrü boyunca yak öküzü gibi hiç düşünmediklerini ima edeceklerdir. “Ey yabancı! Gel kötü ruhlardan arın, göle gir. Tanrıça seni kutsasın!” diyen bu Budistlere; “Ben batıp kaybolan şeylere ilah diye tapmam. Yükseklere çıktıkça dağların arasında gözlerden kaybolan, deryada damla bile olamayan bu ilah nasıl tüm evrenin hâkimi olabilsin? Mükemmel bir ölçü ve düzen içinde işleyen bu kâinatın ve içindeki mahlûkatın nasıl müdebbiri, idare ve sevk edeni olabilsin?” deseniz tüm mantık ve şuurları gölün 33 metre koyu derinliklerine batıp kaybolan bu Budistler acaba gerçeği düşünüp hakikati bulabilirler mi? Ellerinde taşıdıkları 100'lük tesbihlerini 99'a tebdil ederler mi?
119
54- HİMACHAL PRADEŞ BÖLGESİ – HİNDİSTAN Himalaya dağ sırasının Himachal Pradeş Bölgesi’nin yüzyıllarca “Devabhoomi” yani tanrıların mekânı olarak bilinen, harika doğa manzarası ve verdiği ruhani huzur havasıyla muhteşem tepeleri Hindular, Budistler ve Sihler arasında çeşit çeşit dini ziyaretçi için hac mekânı olan binlerce tapınaklarla dolu. Dünyadan soyutlanmış vadiler ve yüksek dağ sıralarıyla kaplı bölge, çeşitli türlerde tapınak mimarisi örneklerine sahip. Bunlar arasında birçok başka tipin yanında, taştan oyma Shikharalar, Pagoda Mabetleri, Budist Gompalarını andıran tapınaklar ve Sih Guduwaraları sayılabilir. Tepeleri karla kaplı etkileyici dağların ihtişamlı görüntülerine sahip bölge, Hinduizm, Budizm ve Sihizm’in temel dinler olduğu sıra halinde on iki bölüme ayrılmış. Eyaletin batı kısmındaki Dharamsala Dalai Lama’nın ve başka 80 bin Tibetli sığınmacının da barındığı yer. Şimdi bu iç dinin temsilcilerinden oluşan yüzlerce rahipleri bir yere davet edip onlara desek; “Bu yüce dağlardaki binlerce tapınak ve önlerindeki Hindu, Budist ve Sih heykelleri Himalayalar’dan esen sert rüzgârların dağlardaki taşları savurup yontması sonucu zamanla oluşmuştur. Yani hiçbir akıl sahibi müdahil olmadan, tabiat ve tesadüflerin etkisiyle, kendiliğinden oluşmuştur!” Bu akıl ve mantık dışı saçmalığı hiçbir rahip sahiplenmez. Peki, bu kâinat ve içindeki mahlûkatın, yani her biri kusursuz sistemlere sahip bitki, hayvan ve insan vücutlarının icadlarını üstün ilim sahibi, âlemlerin Rabbi olan Allah’a isnad etmeden tabiatın sel gibi 120
akan unsurlarına, camid sebeplere ve serseri tesadüflere havale edip ya da bu mevzuları hiç düşünmeden bir inzivaya çekilmek sizce makul bir düşünce midir? Tanrıların mekânı olarak bilinen ey bu Himayalar’ın engin dağlarını aydınlanmak için kendilerine mesken edinen rahipler! Şunu bilin ki, her şeyin yaratıcısı, şekil ve suret vereni olan Allah’a inanmadan, verdiği nimetleri düşünmeden iman nurundan mahrum yollar; sarp, çıkmaz ve karanlıktır. Dünya ve ahirette kendinizi ve tebaanızı zulümattan kurtarmak için gelin âlemlerin Rabbi olan tek Allah’a iman edin ki kurtuluşa eresiniz. Tanrıların mekânı olarak bilinen yer birden ismi gibi karışık çok seslerin yükseldiği yere dönüştü. Hindular; “Ruhların şifası ancak Tanrı Şiva’dır.” Budistler; “Sadece Buda’nın kutsal gözü her yerde, buradadır!” Sihler; “Guru Nanak’tan başka yollar çıkmaz sapaktır!” deyip her kesim kendi inancını savunmaya çalıştı ve zaman geçtikçe ortam güneşin batışı gibi alevlendi. Hindular; “Tanrı Şiva olmadan hayat boş havadır!” Budistler; “Buda’dan başka yolda gitmek budalalıktır!” Sihler; “Guru Nanak’a tabi olmayan güruhlar salaktır!” Tanrıların mekânı dedikleri dağlar bozuk borazan gibi seslerle yankılanırken, bize düşen cahillerden yüz çevirip mekânı terk etmektir. Hakikatin değil, atalarının dinlerine sımsıkı bağlı bu batılın savunucuları, bu hak ve makul çağrı karşısında Himalaya yakı gibi hiç düşünmeden birden kar leoparı gibi saldırganlaşmaya başlayacaklarına, hakikat zirvesine ulaşmak için soğuk rüzgârlara göğüs gerip dorukları aşan dağ kartalı gibi gerçeğe kanat açmaları gerekmez miydi? 121
55- TAŞLAŞMIŞ ORMAN – ABD Dünyanın en büyük ve en renkli taşlaşmış ağaç koleksiyonu olan bölge, yüzbinlerce yıllık ağaç kalıntılarından oluşmaktadır ve bölgede hayvanlara ait fosiller de bulunmuştur. Burası bir zamanların taşkın ovasıdır ve ağaçlar buraya sürüklenmiştir. Ağaçların üzerine serilen volkanik kül ve kum tabakası çürüme sürecini yavaşlatır. Silika içeren su, yavaş yavaş ağaçların içine sızarak üstlerini örter ve sonunda onları kristalize ederek kuvars taşına çevirir. Daha sonra su baskınına uğrayan bölge çöker ve bir sonraki yükselme döneminde ağaçlar dev kütükler halinde kırılır. Bugün bile erozyon, kütükleri parçalamaya ve yer yüzeyinin altında kalanları ortaya çıkarmaya devam etmektedir. Bazı yerlerde 92 metre derinliğe ulaşan hayvan fosilleri ortaya çıkmayı beklemektedir. Şimdi, toprağın 92 metre altında bulunan yüzbinlerce yıl önce ani bir yanardağ patlamasıyla ölüp, üstleri volkanik küller ve silikayla kaplanıp vücutları kristalize olarak kuvars taşına dönüşen ayı, kurt, tilki, domuz ve geyikleri görüp; bu et ve kemikleri taşlaşmış hayvanların şekil ve suretlerinin yüzbinlerce yıl toprak altındaki kireç taşının; mineraller, yeraltı suları ve volkanik küllerle etkileşimi sonucu, doğal olaylarla, zamanla, tesadüfen, kendiliğinden oluştuğunu söylesek yani, tabiatın tesiriyle bu taşlaşmış hayvanların toprağın altında, yoktan, tesadüfen veya atomların parçalanıp çoğalmasıyla, kendiliğinden oluştuğunu söylesek, bu saçmalığa hiçbir akıl sahibi Amerikalı mümkündür diyemez. Hemen hemen hepsi; “Toprağın altındaki minerallerin, yeraltı sularının ve volkanik küllerin akıl ve iradesi mi var ki, her biri mükemmel ölçü ve düzen içindeki bu hayvanların usta bir heykeltıraş gibi şekil ve suretlerini oluşturabilsinler?” diye düşüneceklerdir.
122
Peki, bu toprağın üstünde gezinen bu sayısız hayvanları görüp, bunların icatlarını kör kuvvetlere, serseri tesadüflere ve sağır tabiatın gizemli ellerine veren, hemen hemen çoğu üstün ilim sahibi Allah’ı inkâr eden bu kalpleri taşlaşmış, gözleri kör, kulakları sağır, basiretleri paslanmış, şuurları fosilleşmiş inkârcı Batılıların mantık çöküntüsüne ne demeli? “Toprağın üstündeki bu sel gibi akan unsurların (güneş, hava, su, toprak) radyasyon, ultraviyole ışınları, rüzgâr, kasırga, yağmur, şimşek gibi külliyen bilinçsiz güçlerin akıl ve iradesi mi var ki, her biri mükemmel bir ölçü ve düzen içindeki bu sayısız mahlûkatın icatlarını, şekil ve suretlerini yapabilsinler?” diye düşünüp tabiata taksimat yapmadan Allah’a tam iman eden %8 akıllı çıkar mı acaba bu Batı dünyasındaki Hıristiyan topluluklarından? Bugün, dinsizliğin hâkim olduğu, akılları volkanik küller gibi gaflet örtüsüyle kaplı, inkârcı fikirlerin içlerine kadar girip sızdığı ve sonunda kalpleri kristalize olup taşlaşmış, Allah’ın rahmetinden uzak olan bu ateist Batılılar, ölüm erozyonuyla cehennemin metrelerce dibinde taşlaşmış kütükler olup yanmaya doğru sürüklenmezler mi? Not: Günümüzde Allah’ı inkâr edip, tüm canlıların tesadüfi süreçler ve doğal yollarla kendiliğinden oluştuğunu iddia eden evrim teorisine inanmayan kişileri, Batı ülkelerinde üniversitelere asistan olarak almazlar. Çünkü bir Yaratıcı’ya inanmayı bilime ve ideolojilerine aykırı görüp ilkel düşünmekle yadırganırlar. Tıpkı dünyanın döndüğünü söyleyen Galileo’nun zamanın ilkel görüşüne ters düşmekle suçlanması gibi.
123
56- NİKKO TOSHOGU MABEDİ – JAPONYA Dini ziyaret kenti Nikko, Tokyo’dan iki saatten kısa bir yolculukla ulaşılabilen, dağlık bir araziyle çevrili, dikkat çekici bir Şinto ve Budist mabet kompleksidir. 1616’da güçlü Japon Hükümdarı Ieyasu, burada onuruna bir mabed inşa edilmesini vasiyet etti. Bölge zaten dini öneme sahipti, Budist tapınağı Rinnoji sekizinci yüzyılın ortasından beri ayaktaydı. Ieyasu’nun mabedi bir yıl içinde tamamlandı, fakat torunu Tokugawa Iemitsu, dedesi için çok daha gösterişli bir yapı dikmeye karar vererek Toshogu Mabedi’ni inşa ettirdi. Her yıl Mayıs ayında buraya Ieyasu’nun gömme törenini canlandırma amacıyla 1.000 ya da daha fazla kostümlü rahip ve savaşçıyla büyük bir şenlik düzenleniyor. 124
Japonlar, yüksek teknolojiyle iki tane robot yapıp tapınağın önünde savaşçı kostümleri giydirip samuray gibi ellerindeki kılıçları basit ve yavaş hareketlerle birbirlerine değdirseler, binlerce insanın takdirini kazanırlar. Hiç kimse demir ve kablo yığınlarının tesadüf rüzgârlarıyla savrulması sonucu, kendiliğinden bu teknoloji harikası robotlara dönüştüğünü iddia edemez. Şimdi Japonlara desek, çok takdir ettiğiniz bu robotlar mı daha mükemmel, kompleks ve işlevsel yoksa her biri kusursuz sistemlerle işleyen insan vücudu mu? Tabii ki “insan vücudu” diyeceklerdir. Peki, “Bu tapınağın önünde az önce elindeki kılıçlarla göz kamaştırıcı hareketlerle savaş gösterisi yapan bu binlerce samurayın mucidi, şekil ve suret vereni kimdir? Onların bu mükemmel, pratik ve atik organlarını ve duygularını vücutlarına kim monte etmiş olabilir? Bunun bana mantıklı bir açıklamasını yapar mısınız?” desek; Bu gibi konuları ömürleri boyunca düşünmemeyi ilke edinen ve bir Yaratıcı’ya inanmadan sadece tapınaklardaki ritüelleri yapıp kendi kendilerini batıl putlarla avutan, dünyaya hükmeden üstün teknolojiye sahip olmalarına rağmen, evrene hükmeden üstün ilim sahibi Yaratıcı'yı bulamayan bu Uzakdoğuluların akıl ve mantıktan ne kadar uzak, basiretsiz, ferasetsiz, kör ve sağır olduklarını bu samuray misali kılıç gibi keskin göstermez mi?
125
57- AHŞAP KİLİSE - RUSYA Rusya’nın Onega Gölü’ndeki Kizhi Adası’nda “Kizhi Pogost” ahşap kiliseleri, yerel mimarinin başyapıtı olarak tanınır. Hiç çivi kullanılmadan tamamen ahşaptan yapılan üç yapıdan oluşmaktadır. 22 kubbeden oluşan 37 metre yüksekliğindeki Transfiguration Kilisesi’nin 1714 yılında yapımının bitiminde marangoz başının, baltasını göle fırlatıp zaferle şöyle bağırdığı söylenir: “Böyle bir kilise hiç yapılmamıştır, hiçbir yerde yoktur, asla da olmayacaktır!” Şimdi burayı ziyarete gelen bir Rus’a deseniz; kiliseye ibadete mi geldiniz? Yok ziyarete. Gelmişken ibadet de etseydiniz? O eskilerin masalı, Darwin her şeyi açıklamış, Yaratıcı’ya inanmaya gerek yok, bunlar hayal ürünüdür.
126
Deseniz; “Bence bu kilise yıllar önce şu ormandaki ağaçların çakan şimşekler düşen yıldırımlarla devrilip, sel sularıyla buraya sürüklenmesi sonucu kendiliğinden oluşmuştur. Yani bir ustası yoktur.” Delikanlı şaka yapıyorsun herhalde. Hiç tesadüfen bu harika kilise kendiliğinden oluşabilir mi? Senin kafa tahtalarının çivisi mi çıkmış? Siz de şaka yapıyorsunuz herhalde. Hiç kendi vücudunuza ya da şu muntazam kainata ibret gözüyle baktınız mı? Bak sizin vücudunuzda da 206 adet kereste gibi kemik hiç çivi kullanılmadan oyma çakma tekniğiyle vücut binanıza muntazaman yerleştirilmiş. Hiç bunun ustasını düşündünüz mü? Nasıl bir kasırganın ahşap malzeme deposundaki keresteleri savurarak kaza sonucu bu kiliseyi oluşturması mümkün değilse, vücudundaki kereste gibi kemiklerin de tesadüf rüzgarlarıyla savrulup kendiliğinden oluşması mümkün değildir. Nasıl ki bir kasırga tesadüfler sonucu bu ahşap kiliseyi meydana getiremiyorsa, bu kainatın ve içindeki mahlukatın da plansız olaylarla sadece birer kaza, birer kör tesadüf eseri meydana gelmesi ve üstelik de son derece kompleks yapıları içinde barındırması mümkün değildir. Dahası kainat ve içindeki mahlukat bu kiliseyle karşılaştırma yapılamayacak kadar sayısız detayla donatılmıştır.
127
RUS ADAMIN İTİRAFI Ey tavariş! Senin bu kasırga misalin çok mantıklı ve tutarlı. Zihnimdeki köhne fikirleri rüzgar gibi kasıp savurdu. Keşke bu misalleri sizler yıllar önce Kremlin’in önündeki kilisede Duma’ya karşı haykırsaydınız, baştakiler de duysaydılar bunları. İnkarcı masallarla topyekûn bir milleti dinsizlik bataklıklarına gömmeseydik. Bizler çara kadar dindar bir millettik. Ne zaman çekiç ve orak geldi dinimizi yıkıp biçtiler. Rus milletinin ahlakını enkaza çevirdiler. “Din afyondur” dediler görüyorsun ortada ayık gezen yok. Herkes votka müptelası olmuş. Gençlerimizin çoğu madde bağımlısı, yetişkinler de maddeperest, kalmamış Allah’a iman eden bir hakikatperest. Aklın yolu birdir. Bu millete bir asır boyunca bu kainatın ve içindekilerin kör tesadüfler ve rastlantılar sonucu oluştuğu masalını anlatan bunlar gelsinler bu dört asırlık ahşap yapının kendiliğinden oluşabileceği teorilerini bilimsellik kılıfı adı altında anlatmaya çalışsınlar. Buna muvaffak olabilirlerse ki olamazlar, bundan çok daha zor işlere kalkışıp bu kainatın ve içindeki mahlukatın bir Ustası yoktur desinler. Ey tavariş! Sana eşşed sıpasiba, çok teşekkürler. Ben şimdi anladım ki, bu ahşap kilise gibi bu kainatın ve içindeki mahlukatın tesadüfen oluştuğunu söyleyen keresteler tam bir eşşek sıpasıdır. Ey gospadi! Rus milleti dinsiz de kalamaz, geriye dönüp Hıristiyan da olamaz. Tüm ömrünü komünizm ve dinsizliğin batıl fikirlerine adayan Rus bilgelerinin Kızıl Meydan'da toplanıp keplerini Lenin'in mozelesine doğru fırlatarak; "Böyle bir yalan hiç yapılmamıştır, hiçbir yerde yoktur, asla da olmayacaktır!" deyip hakikate dönme zamanı gelmedi mi?
128
"Ben kendim, evrim teorisinin, geleceğin tarih kitaplarındaki en büyük alay konularından biri olacağına ikna oldum. Gelecek kuşaklar, bu kadar çürük ve belirsiz bir hipotezin inanılmaz bir saflıkla kabul edilmesini hayretle karşılayacaktır." Malcolm Muggeridge, felsefe profesörü
129
58- ÖZGÜRLÜK ANITI – ABD New York’un ünlü iki simgesi Özgürlük Anıtı ve Ellis Adası, Özgürlük Heykeli Ulusal Anıtı’nı oluşturuyor. Tarihsel ve simgesel önemiyle, Amerika’nın bu iki sembolü, Amerika’nın herkes için özgürlük, bağımsızlık ve adalet ülkülerini hatırlatma görevi görüyor.
130
Fransız Hükumeti tarafından 1876’ya kadar Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nin yüzüncü yıl dönümünü kutlama amacıyla bir heykel tasarlamakla görevlendirilen heykeltıraş Bartholdi, Eyfel Kulesi tasarımcısı Eiffel ile birlikte dev, bakır bir anıt yapma çalışmalarına başlamış. Heykel 1884 yılında tamamlanmış ve New York Limanı’na 1885’te 214 kasa içinde 350 parça halinde ulaşmış. Kaide 1886’da tamamlanmış ve heykel aynı yılın Ekim ayındaki açılışına kadar dikilmiş. Şimdi desek; “Bu heykel, New York Limanı’na yanaşan gemilerin dev dalgalarla alabora olmasıyla içinde muhtelif ebatlarda istiflenen bakır parçaları denize dökülüp dalgalarla adaya taşınması sonucu tesadüfen, kendiliğinden oluştu!” Bu saçmalığa yerlisi göçmeni hiçbir Amerikalı inanmaz. Ama bu Özgürlük Heykeli’nden binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı ve her biri mükemmel bir ölçü ve düzenle insan vücuduna monte edilen et ve kemik aksamlarının icadını üstün ilim sahibi bir Yaratıcı’nın yerine kör kuvvetler, serseri tesadüfler, sağır tabiat gibi doğadaki bilinçsiz güçlerin ellerine veren, akılları inkârcı felsefenin tuzağına mahkûm olmamış neredeyse yüzde bir Hıristiyan Amerikalı bulunmaz.
131
59- MONUMENT VADİSİ – ABD Monument Vadisi binlerce yıl içinde nehir hareketlerinin Colorado Platosu'ndan oyup şekillendirmesiyle oluşan muhteşem kumtaşı kaya oluşumlarıyla dolu bir bölgedir. Çöl tabanında kahverengi, kırmızı ve gri renklerde katmanlar halinde 300 metre yükselen killi kumtaşı kayalıklar, rüzgârın ve yağmurun etkisiyle aşınarak çarpıcı şekiller almıştır. Şimdi bu vadide yaşayan Amerika yerlileri Navajoluların kumtaşı kayalarının üzerine çizdiği bizon, ayı, kurt, geyik, akbaba, kartal gibi hayvan figürlerini turistlere gösterip desek; “Bu vadideki ilginç kaya oluşumları ve üzerlerindeki bu hayvan figürleri binlerce yıl sel suları, rüzgâr ve yağmurların kumtaşı kayalarını aşındırmasıyla kendiliğinden oluştu!”
132
Turistler diyeceklerdir; “Hadi kaya oluşumlarını anladık, ya şu figürler? Baksana Kızılderili şef mızrağını bizonun sırtına saplamış, hayvancağız nasıl acıyla bakıyor, tepede akbabalar da payını bekliyor. Bu somut şekil ve sahnelerin tesadüfen oluşması hiç mümkün müdür?" Sonra turistler çölle çevrili bu Amerika’nın vahşi batısını gezerken vadide bizon sürüsüne saldıran kurt, çakal, kaya kartallarını görseler, kayalardaki figürlerin kendiliğinden oluşamayacağını bilen ama bunlardan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı bu canlı hayvanların şekil ve suretlerinin icadını üstün ilim sahibi Yaratıcı yerine tabiat ve tesadüflerin camid ve karışık ellerine, doğadaki bilinçsiz güçlere veren, idrakleri bu Navajo yerlilerinden de ilkel, tüm Batı medeniyetini sel gibi istila eden inkârcı felsefenin etkisiyle bu şuurları gaflet çamuruna batmış batık Batılılara ne demeli?
133
60- KAVANOZ DÜZLÜĞÜ – LAOS Kavanoz Düzlüğü, Kuzeydoğu Laos’ta adını burada bir düzine kadar farklı yerde gruplar halinde gizemli taş kavanozlardan almış, geniş inişli çıkışlı bir plato. Düzlüğe ve çevredeki tepelerin üzerine dağılmış daha birçok taş kavanoz daha var. 1. Alan’da, ağırlıkları 600 kilo ile 1 ton arasında değişen 250 kavanoz bulunuyor, düzlükteki en ağır kavanoz ise 6 ton ağırlığında. Bazılarının yakınlarında kapak da duruyor. Bunların yapılış amaçlarına dair öne sürülmüş birçok farklı teori var, fakat başka herhangi bir nesne bulunmadığından hâlâ gizemlerini koruyorlar. Bir şeyler saklamakta kullanılmış veya cenaze kupaları (ölünün küllerinin saklandığı yerler) olmaları mümkün. Tam yapılış tarihlerini belirlemek de bir o kadar zor, fakat arkeologlar yaklaşık 2000 yıllık olduklarına dair fikir birliğine varmış gibi görünüyorlar.
134
Şimdi bu bölgeyi gezen turistlere desek; “Bu düzlükteki taş kavanozlar zamanla rüzgâr, yağmur ve sel sularının dağlardaki taşları aşındırması sonucu kendiliğinden oluştu!” Buna hiçbir akıl sahibi mümkündür diyemez. Çünkü çok kompleks olmasa da ortada belli bir ölçü ve düzenle işlenmiş eserler var. Kör, sağır, düşüncesiz ve camid sebeplerin, tesadüflerin ve tabiatın işi olamaz. Yani taşlara akıl sahibi bir ustanın müdahalesi aşikar görünüyor. Daha sonra geniş düzlükte gezinen Asya fili, kaplan, dumanlı pars, kurt, çakal, kartal gibi hayvanları görüp her birinin mükemmel ölçü ve düzenle işlenmiş şekil ve suretlerinin icadlarını üstün ilim sahibi Allah’ın kudret çekicine vermeyip kör kuvvetler, serseri tesadüfler, sağır tabiat gibi doğadaki bilinçsiz güçlere teslim eden bu akılları materyalist felsefenin büyüsüne teslim olmuş, kalpleri inkârcı virüslerle dolu, şuurları gaflet şarabıyla sersemleşmiş bu inkârcı zihniyete ne demeli? Ne yazık ki dünya genelinde insanların çoğunun akılları inkârcı virüslerden temizlenmemiş bir şekilde, şuurları gaflet sisi içinde, yaşamlarını dinsiz sürdürmektedir. Yani zerreden şemse tüm kâinata mutlak hükmeden, mülkün tek sahibi Allah inancı tencere kapak gibi insanların zihinlerine tam oturmamış.
135
61- BOROBUDUR TAPINAĞI – ENDONEZYA Java’nın orta bölgesinde Kedu düzlüğünde bulunan, sekizinci yüzyıldan kalma Borobudur Tapınağı, Asya’nın mimari açıdan en müthiş anıtlarından biridir. Budist tapınağı olan Borobudur, dikdörtgen şekilli altı kattan, üç dairesel terastan ve zirveyi oluşturan merkezi bir stupadan meydana gelen basamaklı bir piramit yapı Buda’nın kutsal çiçeği olan lotus çiçeğinin biçiminde inşa edilmiş. Duvarları kabartma figürlerle süslü dairesel platformların etrafında 72 açık stupa ve bunların her birinin içinde bir Buda heykeli bulunuyor. Şimdi burayı ziyarete gelen Uzakdoğulu turistlere desek; “Bu tapınak ve içindeki stupa ve Buda heykelleri çevredeki küp küp taşların rüzgar, yağmur, şimşek ve depremlerin etkisiyle tesadüfen bu Kedu düzlüğüne taşınıp zamanla kendiliğinden şekillenerek oluşmuştur!” Bu akıl ve mantık dışı saçmalığı hiçbir Budist, Hindu, Şinto kabul etmez. 136
Nasıl bu tapınak ve stupalar ve içindeki 72 Buda heykeli ve duvarlarındaki sayısız kabartma figürler; tesadüfen, kendi kendine veya tabiatın tesiriyle oluşamazsa bundan binlerce kez mükemmel, hikmetli ve sanatlı bu kâinat, dünyamız ve içindeki 72 farklı millet ve tabanındaki sayısız bitki ve hayvan türlerinin icadları, şekil ve suretleri de sel gibi akan unsurların tesadüfen kendi kendine bir araya gelmesiyle oluşamaz. Ancak sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi Rabbimizin üstün aklıyla bu tasarımlar gerçekleşebilir. Bu budur, burası Borobudur, başka açıklaması yoktur! Tabiat dediğimiz dört ana unsur ve diğerleri: Hava, su, toprak, ışık, rüzgar, yağmur, fırtına, sel, bulut, madenler, mineraller, depremler, güneş, ultraviyole ışınları… hepsi yüzlercesi kör, sağır, düşüncesiz ve camiddirler. Yüz tane kör, sağır, düşüncesiz ve cahil adamı bir araya getirip Kedu düzlüğüne koysak Borobudur Tapınağı ve içindeki heykelleriyle bir benzerini yanına yapın desek, kedi kadar aklı ve şuuru olmayan bu adamlar bunun yanına yaklaşamazlar. Yüz cahil bir araya gelse, yüzü birden bir âlim olamazlar. Yani ilim sıfatı onlarda tecelli etmez. Oysa tabiat dediğimiz oluşumların yüzlercesi kör, sağır, düşüncesiz ve camiddirler. Hayat, ilim, irade, hissiyat, şuur, akıl, karar verme gibi sıfat ve hususiyetlerden mahrumdurlar. Matematik diliyle ifade edersek, yüz sıfır toplansa, netice yine sıfırdır, sıfır olacaktır. Tabiat ve yüz küsur sebeplerin bir araya gelmesiyle onlarda mevcut olmayan bu sıfat ve hususiyetlere sahip hadsiz mahlukatın zemin yüzünde vücuda geldiğini görüyoruz. Demek ki, bu tabiat ve sebepler Alim-i Mutlak, Kadir-i Mutlak, Hayy-u Kayyum bir Zat’ın kudret çekicinin yontusu hükmündedir. Asıl faaliyet yapan sonsuz ilim, güç, hikmet ve irade sahibi Rabbimizdir. Bu budur, burası Borobudur, başka açıklaması yoktur!
137
62- ALTAY DAĞLARI – RUSYA Çin, Moğolistan, Kazakistan ve Sibirya sınırları arasında kalan Altay Dağları, engebeli bir yabanıl bölgedir. Burası, çayırları ve ormanlarında yabani hayvanların dolaştığı, az sayıda insanın seyrek alanlarda yaşadığı karla kaplı dağlardan, coşkun ırmaklardan, buzullar, göller ve şelalelerden oluşan uzak ve uçsuz bucaksız bir diyardır. Burası bir zamanlar dağlardan Orta Asya düzlüklerine inen Moğol göçebe topluluklarının ve Türk boylarının yerleştiği alandır. Onların torunları bugün hayvanlarıyla dağlarda geleneksel yaşamlarına devam eden barışçıl göçebelerdir. Eski çoban yollarını takip ederek mis kokulu çam ormanları arasında ağır ağır ilerleyip engebeli dağ sıralarında ağaç çizgisinin üzerine doğru tırmanırken taşlık alanlarda güçlükle ilerleyip, Beluha Dağı’nın zirvesine bakan yabani çiçeklerle dolu, ıssız vadiler arasında dolanırken, hoppala siz de nereden çıktınız tombaladan mı? “Şambala kumbela dumbela, hoppala zıppala cuppala, kötü ruhları kovala, Şambala kumbela dumbela!” Taş yığınlarına bezler bağlayıp ateşin etrafında davul çalıp zıplayıp dans ederek ilginç kıyafetlerle garip ritüeller yapan bir topluluk.
138
Burası iki zirveden oluşan, karla kaplı ve bir bulut örtüsü ardında gizlenen 4.506 metre yüksekliğinde Şamanist geleneğine göre kutsal dağ yani Şambala. Şamanlar, kötü ruhlardan arınmak için dağ tanrısına ayin yapıyorlar. Ey Şamanlar! Boşuna davul çalmayın sizi duymaz Şambala. Tapmayın dağa, taşa, puta, kula olmayın budala. Göklerin ve yerin hâkimi Allah-u Teâlâ, O’ndan başkası yok, gelin doğru yola. Uymayın davula, uyun Resula! Şambala kumbela dumbela, bu kötü ruhu yakala, dil uzattı davula, yakala koy çuvala, taşa bağla zımbala, kırk pala hırpala sopala, ateşe at cumbala, zıplasın hoppala, külleri savrula! Şambala kumbela dumbela, bu kötü ruhu kovala… Baktım bana doğru gelirler kol kola, anladım durum kötü ola, ufak ufak sıyrıldım aşağı yola, koşunca onlar topukladım dört nala, patikalardan heyamola, tepelerden attık takla, derelerden geçtik salla, bula bula ayı ininde verdik mola, Şamanlar gitti başka yola, saman gibi yanmaktan kurtulduk güç bela, derken uykudan uyandık hayrola!
139
63- LUT GÖLÜ – ORTADOĞU İsrail, Ürdün ve Batı yakası arasındaki sınırda yer alan Lut Gölü, dünyadaki en derin göldür ve deniz seviyesinden en aşağıdaki noktadır. Gölde yüzenler suda batmaya çalışsalar da bu çabaları sonuçsuz kalır. Olağanüstü tuzluluk seviyesi suyun insan vücudundakinden daha yoğun olmasına neden olur bu yüzden suya batmak imkansızdır. Göle aynı zamanda “ölü deniz” denir. Çünkü yüksek tuz oranı balık ve diğer suda yaşayan canlıların burada yaşayamadığı anlamına gelmektedir. Şimdi gölün kıyısında kar gibi biriken tuz ve kalsiyum çökeltilerinin olduğu yerde, bu yığınlardan deve, keçi, tavşan, çakal, tilki, leopar gibi hayvanların tuz heykelleri yapılsa ve gölde yüzen Batılı turistlere desek; “Gördüğünüz bu hayvan heykelleri, dalgaların göldeki mineralleri kıyıya yığıp savurmasıyla, binlerce yıl süren doğal yollarla, kendiliğinden oluşmuştur!” Turistler diyeceklerdir; “Bizimle dalga geçmeyin. Bu dalgaların aklı ve mizanı mı var ki, her biri mükemmel tasarlanmış bu hayvanların suretlerini yapabilsinler?”
140
Sonra gölden çıkıp etraftaki dağlarda gezinen deve, dağ keçisi, yabani tavşan, çakal, tilki, leoparlara rastlasalar ve onlara desek; “Hiç düşündünüz mü bu hayvanlar nasıl oluştular?” Yıllarca tabiat yaptı, tesadüf oluşturdu, kendi kendine oldu gibi inkarcı felsefeyle şuurları gaflet altında kalan ve üstün ilim sahibi Allah’a inanmayan bu basiretleri kör, kulakları sağır, kalpleri Lut Gölü gibi ölü ve içinde hiçbir iman emaresi bulunmayan bu inkâr batağına batık gafillere desek; “Bizimle dalga geçmeyin! Bu dalga gibi yayılan unsurların, tabiat ve tesadüflerin aklı ve mizanı mı var ki, her biri mükemmel bir ölçü ve hassas bir düzen içindeki bu sayısız hayvanların icatlarını, şekil ve suretlerini oluşturabilsinler? Gelin! Doğada varlığından söz etmeye değmeyen bilinçsiz güçlere değil, âlemlerin Rabbi olan Allah’a iman edin. Yoksa bu dünyadan buharlaşınca sonunuz Sodom ve Gomorra gibi feci olur!” Acaba öğüt alıp dinlerler mi, yoksa bu tuzu kurular, inkârcı batık görüşlerinde direnip sabun köpüğü gibi çeşitli safsatiyatlar söyleyip suyun üstünde kalmaya mı çabalarlardı?
141
64- KALLAVESİ GÖLÜ – FİNLANDİYA Finlandiya’nın en kuzeyindeki Kallavesi Gölü üzerinden gece yarısı güneşini izlemek için her yıl bir çok Avrupalı turist gelir. Finlandiya’nın dörtte birinden fazlası Kuzey Kutup Dairesi’nin üzerinde yer alır. Güneş ışıkları Kuzey Kutbu üzerine düştüğünde Güneş’in ufka doğru battığını ancak asla ufuk çizgisinin altına düşmediğini görürsünüz. Finlandiya’nın en kuzeyinde yer alan Utjoki şehrinde yazın 73 gün boyunca (16 Mayıs’tan 27 Temmuz’a kadar) güneş hiç batmaz. Şimdi bu bölgeye Gece Yarısı Güneşi Romantizmi’ni izlemek için gelen turistler ufuk çizgisine baktıklarında ufuklarını açacak şöyle bir mucizeyle karşılaşsalar; Ufuk çizgisindeki Güneş’in üstünden televizyon görüntüleri gibi Ren Geyiği Göçü izlense, kar fırtınaları ve kar yığınları arasında zorlu yolculuklarını yaparken birden üzerlerine kurt, ayı, çakal, vaşak, kaya kartalı gibi yırtıcı hayvanlar saldırsa, yırtıcıların ve geyiklerin çığlıkları, duyma eşiğini aşsa… Yaşanan tüm bu olağanüstü durum karşısında izleyiciler Ren geyikleri gibi paniğe kapılmazlar mı? Şimdi hiç kimse bu gökyüzündeki mucizevi görüntülerin, Güneş ışınlarının veya ışık fotonlarının atmosferde kırılmasıyla rastgele, kendiliğinden oluştuğunu iddia edemez. Olaya şahit olan herkes gökyüzünde bu canlıların görüntülerini dizen akıl sahibi kimdir diye meraktan çatlayacaktır. 142
Gece Yarısı Güneşi Romantizmi’ni izleyen turistler bir başka romantizmi yaşamak için hemen yanlarında gerçekleşen Ren Geyiği Göçü'nü izlemeye gittiler. Kar fırtınaları ve kar yığınları arasında kendilerini ve yavrularını korumaya çalışırken Ren geyikleri birden yırtıcı hayvanların saldırısına uğradılar. Heyecan ve panik had safhadaydı. Ama hiç kimse bu canlıların görüntülerini yeryüzüne dizen akıl sahibi kimdir diye meraklanmadı. Tabiat ve tesadüfler nasıl olsa her şeyin üstesinden geliyordu, bir Yaratıcı aramaya gerek yok, her şey doğa kanunu olarak zaten kendiliğinden doğal yollarla meydana geliyordu! Nasıl gökyüzündeki mucizevi görüntülerin ışın fotonlarının atmosferde rastgele kırılmasıyla kendiliğinden bu hayvan suretleri oluşamazsa, bunlardan binlerce kez mucizevi asıllarının şuursuz ve cansız atomların rastgele yeryüzünde kırılıp toplanmasıyla, kendiliğinden oluşması binlerce kez daha imkansızdır. Ancak sonsuz bir ilim, güç, hikmet ve irade sahibi Rabbimizin izniyle atomlar bu şekil ve suretlerine dönüşebilirler. Gece Yarısı Karanlığı’nda kalan Avrupa’nın, ufuk çizgilerini aşıp bu hakikat güneşini görmeleri gerekmez mi? Daha ne zamana kadar Batı dünyası bu hakikatlerden Ren Geyiği Göçü gibi kaçacak ve dağların yırtıcı kuşu Cemil de onlara her seferinde kaya kartalı gibi saldırıp inkârcı felsefelerini paramparça edecek! 143
Allah'ın lütfu ile yazmış olup ücretsiz dağıttığım kitaplarım: 1- Türkiye Unesco Dünya Mirasında Allah'ı Akılla Görebilmek 2- Unesco Dünya Mirasında Allah'ı Akılla Görebilmek 3- Rabbimizi Bize Gösteren 99 Pencere 4- Semâvât Âleminin Tefekkürü 5- İstanbul Turunda Allah'ı Bulmak 6- Kuran ve Sünnet Rehberliğinde Altın Öğütler 7- Unesco Kültürel Mirasımız Köyname 8- Divan Bahçesinin Gülü Aşk-ı Nebi 9- Deizmi Çürüten Nükteli Misaller 10- Hadislerle Resulullah'ın (s.a.v) Mucizeleri 11- Ahiretin Kesin İspatı 12- Vücudumuzdaki Mucizeler 13- Dünyamızdaki Mucizevi Dengeler 14- Allah'ı Delilleriyle Görebilmek 15- Allah'ı Akılla Görebilmek 16- Allah'ı Tanıma Kılavuzu 17- Altın İbretler 18- Hayırlarda Yarışmak 19- Yerli ve Yabancılara İman Yolunda İlginç Hatıralar 20- Dünyanın Gizemli Yerlerine Yolculuk Nur Ekspresi Not: Listedeki ilk 9 kitabın ismini ve Cemil Metin yazıp internetten ücretsiz okuyabilirsiniz. Resulullah'ın (s.a.v) ayağının toprağı Hor, hakir, günahkar, şuursuz, miskin Cemil Metin, 2018 Malkara / TEKİRDAĞ 144
Kültür, hikmet ve mizahın buluştuğu bu kitapta amaç dünyamızın eşsiz güzelliklerini kısaca tanıtıp, gez dünyayı gör Zat-ı Kibriya’yı deyip her yerde tecelli eden yücelik, büyüklük ve azamet sahibi Allah’ın (c.c.) varlığını ve birliğini akli, mantıki ve ilmi delilleriyle gözler önüne sermektir. Tüm dünyaya hakim olan dinsizlik felsefesinin ne kadar çürük temeller üzerine bina edildiğini ve bir uçurumun kenarından ebediyete göçmeye mahkum olduğunu göstermektir.