FİKRİSANAT (HAZİRAN2017)

Page 1

FİKRİSANAT ''Bİ FİKRİM VAR.''

SAYI 6 HAZİRAN

KÜLTÜR EDEBİYAT

''HAYAT BİR ŞEY DEĞİLDİR İTİNAYLA YAŞAYINIZ.''

KEMAL SUNAL - EFE NAZIM ARSLANÇELİK - ŞEBNEM IŞIKSAL - ŞEYHMUS ERGÜL - BARIŞ DOLAN BAYAN MEFTUN - YAĞMUR ERDEM - İSMAİL ALPGİRAY ALGAN - SULTAN GÜLSÜN - DİNÇER YURTTAŞ - ÖZGÜR ERDEM - FERHAT KONAŞ - BETÜL SENA UYGUN


KHK İLE İHRAÇ EDİLEN VE İKİ AYI AŞKIN SÜREDİR ANKARA'DA AÇLIK GREVİ YAPAN EĞITİMCİLER NURİYE GÜLMEN VE SEMİH ÖZAKÇA ÇIKARILDIKLARI MAHKEME TARAFINDAN TUTUKLANDI.

YALNIZ DEĞİLSİNİZ. !!!


DİNÇER YURTTAŞ

BAŞ EĞMEYEN SANAT (Albert Camus)

“Köle adalet istemekle başlar, krallık istemekle bitirir işi.” Yaşamın temelinde iki önemli nokta yakalar Camus birincisi tarihseldir ve” kader “ yenilmelidir. İkincisi yenisi ve iyisini insan yaratmalıdır. Yani Tanrıdan bir yaratıcı olarak da kurtulmak gerekir. Kölenin isteği

“Olimpos’un en yaşlı tanrıçalarından düzen ve aile tanrıçası Hestia yerini eğlence, şarap ve tören tanrısı Dionisus’a bırakmıştır. Üstelik genç Dionosus yarı insan bir tanrıdır.” Albert Camus üzerine bir yazı kaleme almanın en zor tarafı onun düzen yerine tercih ettiği kaotik aklıdır. Kendisini kapsayacak bir örtülü bilinç ile buluşamamış olması nedeniyle savrulduğunu düşündüğümüz ya da kendine aykırı geldiğine – çeliştiğine inandığımız düşünceleri üretirken oldukça eylemci bir bilince (yıkıcı yazma eylemi) sahip olduğunu görmemiz gerek. Tıpkı Hestia’nın yerine Olimpos’a geçmiş Dionisus gibi o kusursuz bir uyum tanrısı olmak yerine, ritmik bir değere sahip kusurlarıyla örülü bir yarı insan olarak durur. Ahlakçı tavrı nedeniyle bu aklını önce kendi tartar “Her deha aynı zamanda hem benzersiz, hem de bayağıdır.” sözü başkaları için değil önce kendisi için söylenmiştir. Amansız bir romantizm karşıtı olarak tanımlanması da bu yüzdendir. Çünkü romantizm hem büyük sözleri sever, hem de parlak ışık altında tüm diğer kusurları ortadan kaldırır. İdealize etmek, kuru bir bilinçle hayal kurmak Camus’un sorunsallarını çözmüyordur oysa. Her yarı tanrı gibi ölüm ve yaşam arasındaki ilişkiyi irdeler. Yaşamın tekliği ve ölümün varlığı neyi değerli kılıyor sahi? Şüphesiz çoğumuz için kendi hayatımızı; bencilliğimiz ya da ben ile kurduğumuz ilişkinin kötürüm yanına değinir Camus. Ona göre insan ölümle kuracağı (intihar da denebilir) ilişkiyle yaşamını anlamlandıramaz. Çünkü ölümlünün ölümün aşması, başka bir yaşam umut etmesi ya da Tanrıya sığınmasının anlamı yoktur. Mantıksal sonuç, bir gün nasıl olsa yok olunacağına göre yaşamanın anlamsız olduğudur. Ama yaşam da yaşanmalıdır. Sadece bir intihar ile ölümün elindeki silah alınabilir; bu yüzden de intihar biricik ve en değerli başkaldırıdır.

herkes için özgürlük olmayacaksa, köle kendine krallık isteyecekse kötülük kazanmıştır yazara göre . Camus'un daha sonra geliştireceği "başkaldırma felsefesi" temelinde ele alındığında, onun asıl olumlu kahramanı bu yüzden "yaratıcı" sanatçıdır. Dünyaya ve yaşama bir anlam bulmaya çalışan, dünyayı değişik biçimde şekillendirebilen, insanın ihtiyacı olan birlik duygusunu yaratabilen romancılar onun olumlu başkaldırısının kahramanlarıdır. Acımasız ve daima kötülük üreten bir düzeni kendine benzer başka bir düzene çeviren insanın reddedilişi, yaratıcı eylemin (yaratıcı sanat ve sanatçının) ilk şiarıdır. “Başkaldıran insan, kendini suçsuz bulduğundan, kötülükle savaşmak için iyilikten vazgeçer ve kötülüğü yeniden yaratır.” sözlerinin altında dehşetli bir aldanmışlığı görmek mümkün.


Kötülüğü yeniden yaratmamak için kötülükle savaşanların iyilikten vazgeçmemesi gerekir. Çok zor değil mi ? Hatta bir ütopyanın başlangıcı. Daha da derinden bakılırsa Tanrıyı uzak diyarlara sürgüne gönderen insanoğlunun yarı tanrıcılık oynamasına ( inanç – ideoloji ilişkisi) da karşı durmak gerekir diyor Camus. İdeolojilerin hegemonyasının kurulduğu bir çağda yaşanmış bir

“BAŞKALDIRAN İNSAN, KENDİNİ SUÇSUZ BULDUĞUNDAN, KÖTÜLÜKLE SAVAŞMAK İÇİN İYİLİKTEN VAZGEÇER VE KÖTÜLÜĞÜ YENİDEN YARATIR.”

metal yorgunluğu da denebilir buna. Her yerden yükselen ve giderek artan politik bilincin insanı düşünemeyen / yerine düşünülmüş yapan edilgenliğine bir karşı koyuş da diyebiliriz. Üstelik yazarı haklı görmeyerek bin tane önerme de sıralayabiliriz. (Şahsen ben adanmışlığı üstün bir bilinç olarak görürüm çünkü adanamayan bencil bir bilince sahibim) Komünizm fikrinden çok komünistlerden uzaklaşan ve adalet- ahlak gibi konularda başka ve içselleştirilmiş, insanlaştırılmış bir dünyanın peşinde koşan yazarın gerçek başkaldırının değerler yaratacağını ve her şeyi baştan yadsıyacağını umduğunu ve hatta umudunu hep koruduğunu unutmayalım. Yani onun insanın dönüştürücü eylemine her zaman güveni vardı; ama Lenin’in “Ne Yapmalı”sı onda büyük kuşku yaratmıştı. Camus sizi aldatmasın o öyle sınırsız özgürlük gibi soyut sözcüklere ya da Nihilizmin girdabına takılıp kalmamıştı. Onun özgürlüğü yadsıdığı geçmişin yerine koyacağı geleceğin tercihiyle ilgiliydi. “Yaşam kabuk bağlamayan bir yaradır. “ Ne yazık ki bu sizinle de ilgili değildir. Camus sadece eyleme geçtiğimiz (yani yaşamaya karar verdiğimiz) şeylerden sorumlu tutmaz bizi, tanıklıklarımızdan da sorumlu tutar. Kendi çağını doğrulayan insanın o çağı yaratan insandan farkı yoktur. Romantik bir masumiyet kavramın arkasına kimse saklanamaz onda. Tarif edilmez bir suç ortaklığı vardır. En kuşku duyan, en güvensiz karakterin; yazgısına, kaderine en kolay boyun eğeceğini düşünür. Camus’un dinmeyen ağrıları onu insanın yeniden yaratılması ama yaratanın tanrı rolüne soyunmaması ile giderilebilir. Bugünkü bilincimizle tekrarlarsak, kölelere özgürlük sağlayan bir efendi olursa herkes ona başka bir bağla köle olur; köleler köle olmayı reddetmeli ve asla efendi olmayı da istememelidir.

Kölelerin özgürlük istemeleri onların efendi olması ile giderilemez, herkesin özgür olması ile giderilebilir. Sözcükler de bu yüzden başka bir iktidarın kurmacası, aracı olmamalıdır. Ah, evet edebiyat. Başkaldıran sanat. Sanat bir çeşit intihar oluyor, çünkü başkaldırının yegane yolu intihardı. Bir toptan arınma ve vazgeçme durumu. Yok payelerin, sıfatların ve sizi iktidar yapan sözcüklerin arkasına mı sığınacaksınız. O zaman madem intihar edecek cesaretimiz de yok , bizi bir beddua paklar: Dilerim bizler de onun Veba’sının salgınına kurban oluruz.


EFE NAZIM ARSLANÇELİK

BAZI BOŞUKLAR ÖPÜNCE GEÇMEZ ”Zebralar at sineklerinden korunmak

Yerlerine her defasında daha çok

için çizgilidirler.” dedi. Müzeyyen, bu

siyah çizgiler çekse de kanın rengini

bilgiyi paylaşırken oldukça mutlu

değiştiremiyordu. Arif, Müzeyyen'e

gözüküyordu. Aziz ise ” Keşke bende

çok Bilmiş bir ifade takınarak baktı

kan emici insanlardan korunmak için

ve ”Ne kadar siyah çizgiler çeksen de

çizgili olsaydım.” dedi. Müzeyyen

kanda acır. Acının rengini hiçbir renk

yaklaşık iki dakika düşündükten

değiştiremez.” Müzeyyen o an anladı.

sonra masanın üzerinde duran siyah

Yeryüzünün ana renginin kırmızı

boyayla duvarlara çizgiler çizmeye

olduğunu ve kesilen yerlerine siyah

başladı. ”Ne yapıyorsun Müzeyyen”

çizgiler çizmekten vazgeçti. Aziz

dedi Aziz. Müzeyyen sigarasından bir

beyaz sargı bezlerini kırmızıya

dudak aldıktan sonra Azize dönerek

boyayarak, Müzeyyenin kesiklerini

‘seni kendimden koruyorum.’ dedi. O

sarıyor, Müzeyyen ise Azizin kulağına

an Müzeyyen çizgilere inanmaya

eğilerek ”Ben bir kırmızı çizgiyim

karar verdi. Kendi çizgilerini kendi

boşluğu siyah olan” derken Aziz

çekti. Kimsenin çekmesine izin ver

kırmızı boya kutusunun içine dilini

vermedi. Büyük bir inançla bütün bir

soktu. Müzeyyenin dudaklarına

evi çizdi. Sonunda çizecek yer

sarıldı. İçinde ki boşluğun rengini

kalmayınca boşluğa düştü. Aziz

öpüşünce geçer sandı. Müzeyyen,

kırmızı tekli koltuktan Müzeyyeni

Azizi ittirerek uzaklaştırdı. Aziz

izlemeye başladı. Müzeyyen önce

kafasını masanın köşesine sertçe

soyundu. Sonra viski şişesini duvarda

çarptığında çoktan Müzeyyenin

parçaladı. Bir kaç çizgi yara aldı.

boşluğuna gelmişti. Müzeyyen son

Kırılan şişenin en keskin yeri ile önce

sözlerini Azizin göğsüne siyah boya ile

kollarını kesti sonra bacaklarını en

yazdı. ”Bazı boşluklar öpünce

sonunda göğüslerini kesti. Çok

geçmez.”

geçmeden bütün vücudu kanla kaplandı. Elindeki fırçayı siyah boya kutusuna daldırdı, kesilen yerlerine siyah çizgiler çizmeye başladı. Aziz bütün dikkati ile Müzeyyeni izlerken, üçüncü sigarasını dili ile söndürdü. Azizin dili hissizdi. Allah’ın ona verdiği süper bir güç olduğuna inanıyordu. Müzeyyen kesilen



' ' M L İ F B'' İ ''HİSSETMENİN ZAYIFLIK, TOKATIN GÜÇ, OKŞAMANIN YALAN, ALKIŞIN GÜVEN, ESARETİN CENNET, CESARETİN CEHENNEM OLDUĞU YERDE SEVGİ AHMAKLIK, ÖLÜMSE BAŞKASININ GURURUDUR.''

VE PANAYIR KÖYDEN GİDER

''BANA, İNSAN YALNIZCA KENDİNİ ANLAYABİLİRMİŞ GİBİ GELİYOR. O DA ZAMAN ZAMAN."

BİZİM BÜYÜK ÇARESİZLİĞİMİZ


' ' P A T İ '' I T K N I İ L A ''B ''Bİ ''KARANLIKTA NÜFUS SAYIMI ŞÖYLE YAPILIR : YAŞAYANLAR BİR SİGARA YAKAR.'' ''ÇÜNKÜ BÜYÜDÜKÇE ARZULARIM KÜÇÜLDÜ, ŞAŞKINLIKLARIM KÜÇÜLDÜ, BEKLENTİLERİM KÜÇÜLDÜ. BÜYÜDÜKÇE ÖYLE BİR KÜÇÜLDÜM Kİ İÇİMDE TAŞACAK BİR ŞEY KALMADI. BÜYÜMENİN BİR BEDELİ VARSA İŞTE BU, YARIM METRE UZADIM, YİRMİ KİLO ALDIM VE DÜNYADAN VAZGEÇTİM.''


MEMLEKETİN ÇOCUKLARI BİR FOTOĞRAF HİKAYESİ - ADANALI AHMET EFE NAZIM ARSLANÇELİK

Adanalı Ahmet’in en büyük tutkusu motora binmek. Galatasaray’ı tutuyor ama Beşiktaş’a sempati duyuyor. En sevdiği futbolcu Messi. 6 kardeşler 3 tanesi hapiste Babaları da bir ay önce cinayetten hapse girmiş. Geçimini kağıt toplayarak sağlıyor. Annesini çok seviyor. Yaşadıklarından sonra okulu bırakmak zorunda kalmış. Okumayı sever misin? Ahmet diye soruyorum. "Abiçöptebazen kitap buluyorum. Ne çıkarsa okuyorum." Oturuyoruz kaldırım kenarına kahveden birer çay kapıp getiriyor. "Sigaran var mı? Abi diyor. Çıkarıp sarıyorum. Niye içiyorsun, sağlıksız gibi zırvaliklar söyleyemiyorum. Ahmet'e bu sigarayı hayat içiyor. Sigara içmenin hakkı olmaz ama Ahmet sigara içmeyi hak ediyor. "Abi bakma öyle içiyorum başka çarem yok. Bende isterdim. Temiz kıyafetlerim olsun, okula gideyim. Ailem bir arada olsun, Annem her ağladığında ben sigara içiyorum abi." O kadar hüzünlendim ki sigarayı bırakın bir şişe rakı olsa devrilirdim. Ahmet'e kocaman sarılıyorum. Küçük bir defter hediye ediyorum. Yaz diyorum yazmak en büyük çare Ahmet diyorum. Oda bana kocaman sarılıyor. "Güzel abisin" diyor. Ben bu piç edilmiş coğrafyanın gül yüzlü çocuklarının peşine düşüyorum. Ahmet kağıt toplamaya devam ediyor.


Serkeş fluluklar ile reddediliyordu bu yüzyılda endemik girizgahlar, Ararat türkü olmak için genç ağızlardan geri çekiyordu kendini. Bir yerlerde daha yirmisinde sakatat kokusuyla ifritliği

''KARMADA OLSA''

aynı salınımda tanrı tanımaz ilan eden dimağlar karşılaşıyordu. Ben sadece pencereyi açıyordum , Çünkü o zaman görebiliyordum doğu ortası tezat batıları ; bir kadının omzuna uzanmış erkek elinde . Bilirim , alelade gelinmez Hera’nın tavına ,

SULTAN GÜLSÜN

söylenenler çoğaltılıyorken. Zeus tependeyken . Ah , döküştürmeceler tüketişten sıyrılmanın vakti gelmedi mi ? Rahvan seramoniye atılır gibisin , haberin olmadan . Sıyrıl .Sıcak duşla çıktığın anatomik keşiflerde değil beyaz doğumların nişanesi olmak bir siyahiyle , Coloumb’u kurtarsan nasyonal bir eğiliş olmayacak , seyirtken rızaların .

Kimi rivayetlerde -zaman öldürürcesinedir ki bunlar – darta oturtulursun . Soğuk düşünde tapınak maratonlarını dillendirirler . Bu sene katılmadın mı ? Zor değil ki söylemek . Nöronal aidiyetin dil dayatması , zarifçe.

Şimdiden anlaşalım . Gondola binersek ilk dördüne uzanmak bende , nevrotik temmuz gölgesini ayyuka çıkarmak sende . Yutkunulması zor dehlizlere meme yapmış bir emdirgeçten kaçıyorsun. Fikrim , sondan kaçıncı günündesin ? Suya doğmalıydık . Sosyo uzam bilmem yerli yerinde mi, yoksa herkes ikinci kuşak atılımında olimpos dağına nazır malt sefalarında mı ? Biri de kalkıp dememiş ki sümüğü kolunda , elinde de karpuz çekirdeği ..

KEITH NEGLEY


Her şeyin yokluğunu çekiyorduk. Ama işte o yokluklar, Kemal Sunal’ı yarattı. Daha nice Kemal Sunal’lar yaratmıştır. Sadece sanatta değil, ekonomide, iş sahasında nicelerini. Ben tek değildim, o devrin insanları hep böyle yetişti. Benim çocuğum ileride beni beğenmeyecek.

Gittikçe kültür seviyesi yükselecek, bunu kimse durduramaz. Bir de, galiba belli bir sıkıntıdan gelinince bir yere ulaşılıyor. Bize bayramdan bayrama elbise alınırdı. Biz o bayram sabahını, bitmeyen gecelerle çekerdik. Sabahın köründe, sırf onları giymek için kalkardık.

Başucumuzda dururdu zaten. Çok güzel şeylerdi bunlar. Şimdi tatminsiz çocuklar var. Çünkü her şeyi bayramdan önce elde ediyorlar. Yeni bir şeyi başının ucunda tutan var mı? Galiba onlar meselelerini halletmişler.

KEMAL SUNAL


SORSAN EN BÜYÜK O “Fark etmek acıdır.” der Tarık Tufan.

SORSAN EN BÜYÜK O

Fark etmek, acının vücudumuzda hissettiği uyuşukluk halidir. Sahi dirilişin ön gösterimidir. Çünkü fark ettiğin anda kalkar vuracak el, beynine dank etti mi gerçekler o zaman titrer dizlerin, kırmadığın kalpler seni tuz buz olmuş izlerken fark edersin aslında ne kadar da ahmakça bir atmosferde yaşadığını. Oysa sokakta ellerim buz tutmuş bir halde yürürken “Allah rızası için güzel kız.” Diyen dilencinin bile içimde hissettirdiği acabalarla

''Çünkü sevmek acının mührü. Çünkü ölüm en büyük farkındalık.''

boğuşan bir tipim ben. Korkma benden. Gittiğim kapılardan boş dönmenin tokluğunu yaşadım bin kere. Daha da üzülmem. Ama büyük konuşup küçük yemişim meğer. Daha da üzüle bilirmiş insan. Sizde zirve neresi dostum? Zira buralar kar, bayır. Bilmiyorsun felsefik düşüncelerin hava da uçuştuğu bir iş görüşmesinden taze çıktım henüz. Ellerim önümde, sırtımda ceket. Okul sıralarında büyüttüğüm tüm ciddiyet ile uzattım öz geçmişimi her seferinde masaya. Önümde ise kibir yastıklarını koltuk altlarında taşıyan bir adet ölümlü insan. Sorsan en büyük o. Sorsan ölümsüz diyarın yolcusu. Saatlerce dinletir kendini. Uçuşan nasihatler, sözde tavsiyeler eder sana. Kafanı eğip kuru bir “Haklısınız.” çektiniz mi ondan hoşnutunu göremezsin karşında. Çünkü sorsan en bilgin o. Bilmediklerini bilmeyen yine o. Ama sen sen ol hiç sorma. Sorgulayanların sorgulandığı bir yerdesin. İçinde kalsın dışarı çıkaramadığın ne varsa. Sandalyeden meşrutiyet kuranların dünyası burası. Bu yüzden hiç ayağa kalkıp uğurlamalarını beklemedim ben. Kalktım ve gittim. Zaten vedaları hiç sevmeyen bir bünyeye sahibim. Onlarda hissetmiş olmalılar ki gözlerimin içine bakmaktan çok telefonlarındaki Candy Crush’ın getirileriyle ilgileniyorlardı. En iyisi mi derin bir nefes alıp el salladım gökyüzüne. Hoşa gidenin boşa gittiği bir evrendeyiz nasılsa. Ne kadar yora bilirdi ki hayat. Altı üstü yıllarımızı harcadığımız hayalleri su üstünde tutma çabasındayız. Daha ne kadar yorula bilirdi kollarımız. Ah, düşündüm de demeseydim keşke. Dediklerimin kötüsünü yaşamak huy olmuş bende. Kader olmuştur belki de ama ben fark edememişimdir. Demişler ya “Fark etmek acı.” Yıllar yaşlandıkça, büyüdü fark ettiklerim. Ele avuca sığmaz oldular. Sonra sağa sola dağıldı hepsi. Toplayamadım. Gördüm ki farkındalığımı kazandığımdan beri kaybediyorum dostum. Kaybettiğim şeyler çoğaldıkça da içten içe eksiliyorum. Farkında mısın? Hepimiz ölmeden önce unutuluyoruz. Zira eskide kaldı mezara ekilen çiçekler. Gönlü toz toprak artık insanların. En iyisi mi geç olmadan kaybettiklerini fark et. Fark ettiklerini sev. Çünkü sevmek acının mührü.

BAYAN MEFTUN


''BU ÖYKÜ İKİ YAZARIMIZIN BİRBİRLERİNİ TAMAMLAMASI İLE ORTAYA ÇIKMIŞTIR.'' DEVAMI TEMMUZ SAYISINDA

''YARIMI SEN TAMAMLA''

''YARAMI SEN TAMAMLA''

EFE N AZIM (C ARS EM LA NÇE ) LİK

Saat gece yarısını geçmek üzere, radyonun kapısından içeri girerken şehre karışmış ve kırışmış olan kimliğimi içeriye almıyorum. Kapıdan geçtikten sonra merdivenleri ikişer ikişer çıkıyorum. Reji sorumlusu Bilge masanın üzerinde uyuklarken, rüyalarda sevdiği ile buluşuyor. ''Ben her gece gizli gizli ağlamazsam uyuyamam.'' diyor Ferdi Tayfur. Ben gizli gizli değil açık açık ağlıyorum da yinede uyuyamıyorum. Yayına başlamadan önce bir bardak çay içiyor ve Amerikan pasajından aldığım kaçak sigaramdan yakıyorum. Şarkı listesine göz atarken, Bilge rüyasından çıkıp yanıma geliyor. ''Cem yayına hazır mıyız.? Son on dakika'' derken göz bebekleri büyüyor, saçlarını tepeden topuz yaparken kalemi saçlarının arasına yerleştiriyor. Kalemi icat eden adam kesinlikle bunu akıl etmemiştir. ''Hazırım. Giriş parçası Pearl Jam'den black'' Sesler yükselirken Bilgeden işareti alan Cem programın girişini yapıyor. ''Gece yarısını kucaklayanlar, dünü bugüne katanlar ve birazdan saati çalıp gece vardiyasına gidecek olanlar geceniz güzel olsun.'' Cem çayından bir yudum daha alırken önünde ki şarkı listesini tekrar gözden geçirdi. İkinci parçayı hız kesmeden çalmak için otomatik oynatıcıyı ayarladı. Masanın üzerinde dünden kalan Antep fıstıklı çikolatan bir parça ağzına attı. Yaklaşık iki aydır yayına düzenli olarak bağlanan Çiçek isimli genç kadını bekler olmuştu. Saatler yaklaştıkça Çiçeğin sesine olan ihtiyacı artıyordu. Bu bir alışkanlık mıydı ? Yoksa insan görmediği, sadece sesini duyduğu birine aşık olabilir miydi. ? Ya da Cem ciddi anlamda yalnızlık çekiyordu. ''Geceye bir söz bırakmak için 0216 366 66 66 numaralı telefondan bizi arayın'' ikinci şarkının arasında yaptığı anonstan sonra çayından bir yudum aldı. ''Hatta bir dinleyici var Cem bağlıyorum.''dedi Bilge. ''İsmim Suna matematik öğretmeniyim. Bu geceye dair bir sözüm var.'' ''Sizi dinliyoruz Bilge Hanım'' ''Gece yarısından sonra herkes biraz pişmandır.'' Matematik öğretmeninden beklenmeyecek edebi bir cümle bıraktı geceye Suna öğretmen. Cem üçüncü şarkıya geçmek üzereyken Bilge ''Çiçek hatta Cem ne yapayım şarkıdan sonra mı alalım.'' ''Hayır Çiçekler şarkının bitmesini beklemeden solu verir.'' Bilge başını iki yana sallayarak onayladı ve işte o an Cem'in sesine muhtaç olduğu o esrarengiz kadın hattın diğer ucunda......


''YARIMI SEN TAMAMLA''

''YARAMI SEN TAMAMLA''

L A S K I ) Ş I M EK E N ŞEB (ÇİÇ Perdeyi araladı. "Orada olmasına az kaldı." Düşüncelere dalarsa evden çıkamayacak. Hızla giyindi çıktı. Mayısın sonu Ankara'da hep yağmurlu. Otobüsten nasıl indi oraya nasıl gitti bilmeden hızlı adımlarla yaklaştı. Dışarıda yok. "Herhalde içeride kitaplara bakıyor." İçeri girdikten on saniye kadar sonra onu gördü. Arkası dönüktü, biraz daha yaklaştı. Yaklaştı ama yanına gidemedi, sesi de çıkmadı. Bir süre orada öylece ona baktı, ama ne kadar baktı? Bir şey oldu birden adam hissetmiş gibi ona döndü. Zaman yavaşlar ya, işte öyle. Gülümseyerek selamlaştılar. İlk sarılma unutulacak gibi değil ama ondan sonra gelen sarılmalar bir başka oldu. Yıllar önce belki de aynı anda bulundukları kitabevinden ayrıldılar, Ankara'nın sokaklarında kayboldular.

Çiçek kalemi kağıdı bıraktı. İstediği aşkı neden başkaları üzerinden hayal ediyor? O gün tanık olduğu bu olayı yaşamayı o da isterdi. Kendi yaşamış gibi yazdı o da. İki gencin paylaştığı bu sımsıcak olayı birkaç adım uzaktan öylece izlemişti.

Kendini bulmak istiyor ama hep boşuna. Cem'e kendini anlatmak istiyor. Neden radyoda anlatıyor ki? Bir takside eve yalnız dönen bir adam bunu neden bilsin? Gece eğlenmeye giden bir grup genç güzel bir parça ararken Cem'in programına denk gelecek ve Çiçek'le dalga geçecekler büyük ihtimalle. Yani Cem Çiçek'i hiç tanımayacak mı? Birkaç insanın "ne düşünür?" korkusu yüzünden mi?

Çiçek karar verdi. Bu gece söyleyeceğim. Ben de yaşamak istiyorum. " Yarın beşte, Dost'un önünde."


KELİMELERLE YAŞIYORUM ''HAZİRAN KELİMESİ UNUTMAK'' YAĞMUR ERDEN ‘’Unuttum’’ demekle unutur mu insan? Aslında her ‘’unuttum’’ diyiş bir hatırlayış değil midir? Unutmak diye bir şey yok. Keşke olsa. Biz şu insanlar ne garip şeyleriz öyle. Hayatının en güzel anlarından birisini gün geliyor unutmak istiyorsun. Herkes kendi payından bir hatıra seçer. Ya unutmak için ya da hatırlamak için. Unutmak diye bir şey yok. Ne acı değil mi unutmak istiyorum dediğimizde hala aklımızda olması? Kalbimizde olması mı demeliydim yoksa bey amca? Kalp demeliydim kalp. İnsan, aklıyla hatırlamaz. İnsan, aklıyla unutmak istemez. Kalbimizin bize attığı en büyük kazıktır unutma isteği. Hatırlamak ister, hatırlatır. Unutmak ister, unutamaz. Unutma yetkisi ne kalbe ne akla verilmiş. Belki de kalp ile aklın aynı kefede olduğu tek nokta bu; unutmak. Ne garip, ne güçlü şu unutmak dedikleri şey. Ne akıl yetiyor ne de kalp. Unutmak zor. Unutulmak daha da zor. Gerçekten unuta bilseydik nasıl olurdu? Sanki hiç yaşanmamış gibi. Hiç sarılmamış, hiç gülmemiş, hiç ağlamamış, hiç görmemiş, hiç tanımamış gibi. Sanki hiç hissetmemiş gibi. Aylar sonra sokak lambası ile dolu bir sokakta eski bir hatıraya rastlayınca da unutabilir mi bir insan? Silebilir mi her şeyi? Peki ya bu söylediğimiz her şey bizim için geçerli olsaydı, o zaman nasıl olacaktı? Unutan değil de unutulan olsaydık… Hatıralar arasında seçilmesem mesela. Bir insanda hatırım olmasa ya da bir hatıram… Ne acı… ‘’Bilirsin, unutulmak dokunur ya her insana. Sen de kendi payından bir hatıra seç ve o ben olayım. Unutma. Beni, unutma.’’


YAZ BİR KENARA BARIŞ DOLAN

Otel odalarında arayacaksın çocukluğunu Yaz sonu sıcaklığında camı aralayan serin rüzgarı … Çocukluğunun o ilk kadınını arayacaksın Mahallesinde koşup durduğun… Sana ilk şiir kitabını veren Kırmızı ojeleriylen seni sigara almaya gönderdiği çocukluğunu Para üstünü kaybetmemek için verdiğin o çabayı Dönünce senin olacağını bile bile… Yine de mahcubiyetini düşünmen Ya kaybedersem? diye Dedim ya arayacaksın çocukluğunu Otel odalarında böyle şehir şehir O incir ağacından düşmeyecektin sen Neyse… Gel hadi erik topladım Sen seversin Tuz da var yaralarına… Tuz dedim aklıma geldi Sen ağladıktan sonra göz yaşını tadardın çocukken Bunu da arayacaksın çocuk. Yaz bir kenara.


İSMAİL ALPGİRAY ALGAN

KÜÇÜK DÜNYAMIZDA Kİ BÜYÜK PROBLEMLER Zifiri karanlıkta mahalle de sokak lambaları ve sadece bir dairede ışık yanıyordu.Bu dairenin olduğu ev on katlı , çok eski ve boyaları dökülmüştü. Odanın camından göründüğü kadarıyla duvarlarda yazılar yazıyordu. Ayrıca oda da kitaplar ve eşyalar dağınık bir şekilde duruyordu. Türkan her zamanki gibi kendi doğal halinde bırakmıştı odayı. Odanın köşesinde elinde kalem ile duvara birkaç dize yazıyordu. Ev sahibi Hatice teyze bu hali görse onu kesin evden atardı. Ama o başına buyruk karakterine göre davranıyordu. Türkan beyaz tenli, omzuna kadar uzayan kıvırcık siyah saçları ve zeytin gibi siyah gözleri olan tatlı bir kadındı. Ayrıca onun en iyi arkadaşları kitaplardı. Kitaplarda hoşuna gidenleri de duvara yazardı özgür ruhu. En son karaladığı dizeler yine karamsar bir dönemde olduğunu gösteriyordu. "İnsanlar her gün savaşır Kendi ve dünya ile Yaşamak için Var olmak için Sevmek için Sevilmek için Ve en önemlisi savaşmamak için." Anonim bir şairinin anonim dizeleriydi işte. Türkan yazmayı bitirince yayı çıkmış eski koltuğuna yayıldı. İnsanlardan sıkıldığı her halinden belli oluyordu. İnsanların yalancı gülümsemeleri, birbirlerine benzeme çabaları ve asil olma çabaları onun için sadece tiyatronun kısa bir perdesini anımsatıyordu. Bu sırada kapı çaldı ve Türkan ayağa kalkarak kapıya yöneldi. Büyük ihtimalle karşı komşusu Gözde gelmişti. Çünkü Türkan'ın kapısını bu saatte başka biri çalmazdı. Türkan kapıyı açınca sarı saçlı, orta boylarda, kırklı yaşlarda ve her zaman ki pembe hırkasını giyen Gözdeyi gördü. Gözde kapı açılır açılmaz içeri geçip Türkan'ın koltuğunun karşısındaki ikili koltuğa gömüldü. Türkan kendi koltuğuna geçince Gözde konuşmaya başladı. "Ayy kız bu ne hal? Sanki üstünden traktör geçmiş." Türkan saçını düzeltirken "Abla bu enerjiyi nereden buluyorsun? Beni burada bıraksan bir yıl hareketsiz durabilirim." dedi. Gözde ablanın gözü en son yazılan dizilere kaydı ardından her zaman ki dik duruşuna geçerek " Türkancığım bak bana bakayım. Sana iki çift laf edeceğim. Seninle günümüzde ki insanlar arasında bir fark yok. Hiç ben farklıyım diye kalkışma bana karşı." dedi. Bunun farkında olan Türkan'ın suratı daha da asıldı. Çünkü hayatta kendine verdiği ilk söz kimseye benzememekti.


Hemen ardından Gözde abla devam etti. "Kendi sorunlarımızı dünyanın en büyük sorunları olduğunu ve çözülmeyeceğini düşünüyoruz. Bu yüzdende içine kapanık kişiliklerimiz oluşuyor. Günümüzde insanların aşk yaraları ve dostları ile tartışmaları onlar için Dünya'nın en büyük problemi gibi geliyor. Peki belli olaylar veya hastalıklar yüzünden ailelerin küçücük bedenlere sahip evlatlarını toprağa vermesi veya savaşlardan kaçan insanların sokaklardan dilenmek zorunda kalmaları önemli değil mi? İnsanlar böyle sıkıntılar yaşarken biz beş para etmeyen insanlar için dünyaları yıkıyoruz" dedi ve Türkan'ın koltuğa gömülmesini seyretti. Türkan "Haklısın abla." demekten başka bir şey söyleyemedi. Gözde abla Türkan'a bu söylediklerini düşünmesi için zaman vermek adına kalkıp kendi evine geçti. Türkan da düşünceli düşünceli sabaha kadar oturdu. Günümüzde insanların kendi küçük sorunlarından dolayı insanlık sorunları ile ilgilenmemesi bizleri duyarsızlaştırıyor. Mesela tanımadığınız küçük bir çocuğa karşılıksız bir yardımda bulunun. Ama benim dediğim yardım para değil. O çocukla zaman geçirmeniz ve bir şeyler yapmanız önemli olan. Bu olay belki sizin güzel hayatlarınızdan birkaç saat çalacak ve daha az dedikodu yapmak zorunda kalacaksınız. Ama bir çocuğun hayatında ki örneği olabilirsiniz. Ya da başka bir olayda başka bir iyiliğe vesile olabilirsiniz. Tüm zamanınızı kendi büyük problemlerinizi çözmek ile harcamayın.

YAZARIN NOTU

''BU DUYGUSUZLAŞAN İNSANLIĞA ENGEL OLMAK İÇİN BÖYLE BİR HİKAYEYİ ELE ALDIM. UMARIM BİRKAÇ KİŞİNİN DE OLSA BAKIŞ AÇISINI DEĞİŞTİREBİLİRİM.''


ÇIN

Yüzüme vuran hava, kendine gel diyor.

Fonda Ahmet aslan çalıyor

Yüzüme vurma hava diyorum ben buraya ait

Beynimin içinde bi yerlerde.

değilim.

Bekliyoruz.

Ama buradasın diyor, 8 aydır görüyorum ben seni.

Bu, eve gidince bacaklarımda ağrı yapacak biliyorum.

Bam bam bam.

Ama oturamam.

İçimde deprem oluyor.

Kapı açılınca koşmam lazım.

Tavanlar üzerime yıkılıyor.

O'na doğru.

Hepsinin teker teker altında kalıyorum.

Koşuyoruz.

İçimden bir ses,

İki sıra arkadayım, olmam gereken yerden.

Çok ölü var diyor.

Geçemiyorum.

Çok yaralı.

Çıkıyorum kapıdan.

Tülbentimin metal detayları ötüyor. Annem çıkar at, diyor. Sakin olmamız lazım.. Çorabının altı diyor, oraya da bakmam lazım Al bak. Üstünde mavi sweatshirt'ü var. Sakalları. Güvendiğimiz dağlar misali. Gülüşü değişmiyor. Elleri hep aynı. Tırnaklarını da hâlâ aynı kesiyor. Süre doldu diyor. Sürene sokayım lan o benim babam diyorum! El sallıyor. Gitti. İşte bunlar hep, Bana çayı şekersiz içtiren. Siz bilmezsiniz. Bilmezsiniz ısrar etmeyin. Neyse konuyu dağıtmayalım. Çınlama demiştik. Sesler duyuyorum. Ağlamalar. Üzülmeyinler. Sarılanlar görüyorum. Teselli kokuyorlar. Gözüm takılıyor, demir kapıya. Dönüp duruyor, ne çok insan varmış içerde. Merak ediyorum. O makine, o kadar yaşlı gözü nasıl kaldırıyor?

BETÜL SENA UYGUN


BİR, İKİ, ÜÇ.. AZİZ ŞEYHMUS ERGÜL

Evlendikten sonra İstanbul'a taşınır. Bir daha Mardin’e gelmez. Aziz yaşanan çatışmadan sonra Elazığ’ da askerliğinin geri kalan kısmına devam eder. Genelde hastane de geçen son günlerinde sadece Mizgin’ i düşünür. Hastane de psikolojisi

Aziz aşağı sokaktaki ilkokulda teneffüse çıkan çocukların gürültüsüyle uykusundan uyandı. Gençliğin de değme mankenlere taş çıkaran Aziz artık saçları omuzlarının üzerinde sakalları uzamış kendisine pek önem vermeyen bir adam olmuştu. Aynanın karşısına hemen hemen hiç gitmiyordu. Mardin kalesinin altında sıralı bir şekilde dizilmiş taş evlerden birinde oturuyordu. Evinin önünde tahta yapılmış üzerinde üzüm dalları bulunan mütevazı ufak çardağının altında sonu gözükmeyen mezopotamya ovasına en uzak noktaya dalmış bir şekilde sigarasını içti. Ayağa kalktı elli metre sağdan ilerledikten sonra sola dönerek merdivenlerden inmeye başladı. Merdivenleri inerken basamakları saymayı alışkanlık edinmiş her sabah “ Bir..İki..Üç..dört…..İki yüz yirmi sekiz…” diyerek inerdi. Ana caddeye geçtiği zaman gözü yine Mizgin’i aradı. Mizgin Aziz’in sevdiği kadın. Gençlikte yıllarca sevmişler birbirlerini hep bir arada olmuşlar hiç ayrılmazlarmış. Aziz’in askere gitme vakti gelmiş ve ilk defa ayrı kalacaklardı. Hüzünlü bir vedanın ardından Aziz askere gider ve askerde mektuplaşmaya başlarlar. Aziz usta birliğini Hakkari’ de yapar. Onun için çok zor geçen askerlik günleri sevdiğinin gönderdiği mektupları her gün okuyarak geçirirdi uzun nöbet zamanlarında mektupların hemen hemen hepsini ezberlemişti. Aziz’in olduğu karakolda bir çatışma oluyor ve saatler süren çatışmada sadece Aziz sağ kurtuluyorsun. Sonradan sadece sağ kulağı yüzde elli duymuyor diye raporu çıkarıldı. Mizgin ana haber bültenlerinde haberi alır. Aziz’ e ulaşmaya çalışır fakat bir türlü ulaşamaz. Mektup gönderir cevap gelmez. Aylarca Aziz’ i öldü diye bilir ve uzun süre yas tutar. Bir süre sonra akrabası onu istemeye gelir ailesinin baskısıyla sevdiği adamın acısını kalbine gömer ve evlenir.

bozulur ve çürük belgesi aldıktan sonra Mardin’e döner. Mardin’ e gelip Mizgin’in evlendiği haberini alınca dünyası başına yıkılır. Hayata küser. Hayatına bir daha hiçbir kadını almaz. Ona olan aşkından hiç vazgeçmez ve belki bir gün Mardin’e döner diye her gün gündüzü seyranlık gecesi gerdanlık Mardin sokaklarında dolaşır. Ana caddede gezen turistlerin gözünün içine bakarak yürür. Hafif esen serin rüzgar Aziz’in saçlarını dalgalandırır. Ona bazen başka bir hava katar kendini turist gibi hisseder. Biraz daha ilerledikten sonra Arasa kapalı çarşıya girer merdivenlerden aşağı iner demirden süs eşyası yapan Hüseyin ustanin yanında oturur. Hüseyin usta bir çay söyler çay ocağının sıska uzun boylu çırağına. Hüseyin usta bir sigara uzatır Aziz’e o sırada sigarasını yakar “ Ne zaman bırakacaksin sokaklarda avare avare yürümeyi.” diye sorar. Aziz çayından bir yudum alır ve karşı tarafta hediyelik eşya dükkanında pazarlık yapan aileyi izledikten sonra ‘ Bırakmayacağım.’ anlamında kafasını sağa sola sallar. Aziz çayı bittikten sonra ayağa kalkar ve Hüseyin ustanın omzuna dokunarak teşekkür eder. Kapalı çarşıda üzerindeki salaş kıyafetlerle etrafına bakarak biraz dolaşır. Aziz bir an da karşısında kırmızı fularlı kızı görünce dona kalır. Mizgin diye düşünür çok heyecanlanır. Yanına gidip gitmeme arasında kararsız kalır. Gitseydi ne diyecekti. “ Bugüne kadar neredeydin.?” diye sorsa verecek bir cevap bulamazdı. Yıllardır hep bugünün hayali ile yatıp kalktı ve şuan tam karşısındaydı. Karşısına çıkmaya cesaret edemedi. Takip etmeye karar verdi. Kırmızı fularlı kızın girdiği gümüş dükkanın çaprazında beklemeye başladı. Bir sigara yaktı sigarasını içerken ellerinin titrediğini fark etti. Daha yarısını içerken kız dışarı çıktı. Aziz takip etmeye devam etti.


“Ey ke rafte baa khod deli shekaste bordi Dayanamadı artık. Arkasında koştu ve omuzuna dokundu. Kız arkasına döndü ve “ Buyurun !” dedi. Aziz yumruğunu ağzına götürdü gözleri dolmuştu. Bir elini kaldırıp “ özür dilerim.” anlamında işaret etti. Kadın gitti. Aziz Arasa kapalı çarşının ortasında oturdu ve başını ellerinin arasına koyarak ağlamaya başladı. Bir insanın eksikliğini sofradaki

Inchonin be tufaan tane maraa sepordi Ey ke mahre baatel zadi be deftare man Bade to nayaamand che haa ke bar sare man Ey khodaye aalam chegune baavaram shod Aan ke ruzegari panaah o yaaveram shod Saaye ash nomaanand hamishe bar sare man Zire lab bekhandad be marg o parpare man”

tabakların bir tanesinin azalmasından acı çekersiniz, o sofraya aç oturup yine aç kalkarsınız çünkü kimsenin iştahı olmaz eksik olduğunu hissedince

(Ey giden kişi, kendinle kırılan bir kalbi götürdün Böyle benim cismimi fırtınaya bıraktın

yediğin yemek boğazında kalır.. Bir insanın eksikliğini sokakta bir benzerini görünce daha çok acı çekersiniz çünkü insanlar size acımaya başlar ve

Ey defterime iptal mührünü basan Senden sonra neler gelmedi ki başıma

siz hiçbir şey yapamazsınız. Arasa’da insanların onu seyretmesine daha fazla dayanamayan Hüseyin usta hemen omzuna girer ve Aziz’ i alır dükkanına

Bir zamanlar benim sığınağım yaverim olan Ey evrenin Allah'ı nasıl inanayım

götürür. Aziz bir süre oturduktan sonra çarşıdan çıkar. Meydan boyunca yürümeye başlar. Sokakta, bir kadına yanlışlıkla omuzu çarpan adamın kadına

Gölgesi sonsuza kadar başımda olamadı Benim ölümüme ve solmama güldü yavaşça)

“ Çok özür dilerim.” demesini duyunca böyle kadim bir şehirde yaşadığı için kendiyle gurur duyuyordu bir yandan da Mizgin gittiği için bu memleketi terk etme fikrini kafasından geçirdiği günler için kendisinden utanıyordu. Güneş batmak üzereyken tüm ihtişamıyla Mezopotamya ovasında adeta bir

Gerdanlığı parlayan Mardin’in taş evli tarih ve medeniyet kokan dar sokaklarında kaybolur Aziz basamakları sayarak “Bir...İki...Üç...Dört...İki yüz yirmi sekiz…” diye kendini gecenin karanlığına bırakarak kendi geçmişinde kaybolur.

sanat eseri misali görüntüye sokar.Merdivenlerin başında Fars’ça şarkı söyleyen Iran’dan Mardin’e göç etmiş komşusunu gördü.Yanına biraz oturdu. Sigarasını yaktı ve dinlemeye başladı.

''ÖYKÜDEKİ MÜZİK İÇİN YOUTUBE : Ali Zand Vakili - Rafte''


ÖZGÜR ERDEM

VANİMELDA 1 Şiirler yazasım var sana

2

simsiyah gecelerde yem

Anılarım bir gece yarısı yürüyor aklımın

yeşil gözlerine

kaldırımlarında.

ah dünya güzeli ah zarif kadın naif duyguların kırıldığı için

Zihnim gündüzün yorgunluğuyla uykuda Saçları artık uzun olmayan bir genç Sevdiğinin kullarında hayalde gece Uzuyor daha da Geceler soğuk ve hissiz

tüm dünya diz çöküp

Balkondaki cicekler soluk ve bitik

önüne özür dilese kafi

Köpeklerin bile terk ettiği sokaklarda

gelmez

İzmaritlerim dimdik ayakta duruyor mıh

silesim var kalbinden dökülen yaşları avuç içlerimi yüzüne koyup baş parmaklarımla..

gibi Sigortasız kölelerin bakışlarında ve teninde mecburi bir uyku var Bu deli gecede Gece ki en koyu renksiz zift karası

ah dünya güzeli

O kara ki ancak kalbin kadar

tüm dünya senden özür

Gecem cisimsiz

dilemeli

Gecem istemsiz

ama

Ve ölüm

seni kimse bilmemeli..

Hep terk edilişle beslenen Bu çocuğun içinde Çatırdadı anıları Ve gitti Her vagonun içinde bir çığlık atarak Bilmediği bir trene bindi Ölüme gitti


''Şöyle kolumu kaldırıp da koyunca omuzuna dursun İstİyorum dünya'' FERHAT KONAŞ

YOLCULUK VAKTİ Gidelim mi bu şehirden bir pazartesi sabahı, işe gider gibi evden çıkıp, en yakın otogarda alalım mı soluğu? Bulabilirsek önlerden 2 koltuk satın almaya, birinci sen ol, ikinci ben, yanyana oturup omuz omuza verdik mi, bütün yollar cennet bize, ne önemi var nereye gittiğimizin, ne de güzel dönüyor tekerlekler...

Sen kahveni al, ben çayımı, her yudumda biraz daha ayrılalım bu şehirden, içimizdeki boşluğu şişiren hiçliği doldura doldura biz olalım, ben sen olayım, sen de ben, karışalım yani birbirimize, dalgaların deniz suyunu kumsallara karıştırması gibi.

Klimanın soğuğu bahanem olsun sana sarılmaya. Şöyle kolumu kaldırıp da koyunca omuzuna dursun istiyorum dünya, güzel bir hikayenin sonu gibi dursun, öyle kalalım akıllarda. Kapa sen gözlerini, ben sana anlatırım yolu, uyu biraz koynumda, yaramaz bir çocuk gibi...


''Şimdilik sadece Marmara Bölgesi'ndeki tüm D&R larda ve tüm kitabevlerinde''

Ve www.dergiyurdu.com adresinden sipariş verebilirsiniz.

İZMİRLİ okurlar sizlerde Yakınkitabevi'nden temin edebilirsiniz.

Kıbrıs Şehitleri Caddesi Alsancak/İZMİR

' ' ' Y ' E S N E İ S B İ R R İ B S O İ L U N E K'' '' Y


''GEZİ 4 YAŞINDA UNUTMA UNUTTURMA'' Ölenler dövüşerek öldüler;Güneşe gömüldüler NAZIM HİKMET RAN


HAKKINDA GENEL YAYIN YÖNETMENİ DİZGİ - TASARIM EFE NAZIM ARSLANÇELİK

KAPAK TASARIM FİKRİMEDYA

''Bİ FİKRİ'' OLANLAR EFE NAZIM ARSLANÇELİK ŞEBNEM IŞIKSAL ŞEYHMUS ERGÜL BARIŞ DOLAN BAYAN MEFTUN YAĞMUR ERDEN İSMAİL ALPGİRAY ALGAN SULTAN GÜLSÜN DİNÇER YURTTAŞ ÖZGÜR ERDEM FERHAT KONAŞ BETÜL SENA UYGUN Tüm içeriğin hakları saklıdır. İzinsiz kullanılamaz.

© HAZİRAN 2017


''KUŞ ÖLÜR, SEN UÇUŞUNU HATIRLA'' Furuğ Ferruhzad


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.