Genç Öncüler/Kur'an Edebi/82

Page 1

Selamun Aleyküm Sahibi PINAR YAYINLARI Tic. ve San. Ltd. Şti. Adına İlhan Gündoğdu Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Fatih Razi Yayın Sorumlusu Betül Babacan Yayın Kurulu Ali Tarık Parlakışık Burak Kalpaklıoğlu Furkan Gençoğlu Kübranur Yakupoğlu Mehmet Salih Babacan Mehmet Semih Özdemir Nihal Açıkel Osman Zinnur Aksu Zehra Gündoğdu Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Abdullah Yıldız Ali Tarık Parlakışık Burak Kalpaklıoğlu Fatih Razi Furkan Gençoğlu M. Semih Özdemir Şehadet Günhan Taha Y. Bacakoğlu Zehra Betül Bulut Zeynep Sude Özkan Zeynep Uçar Adres Alay Köşkü Cad. Küçük Sk. Civan Han No:6/3 Cağaloğlu - Fatih / İSTANBUL bilgigenconculer@gmail.com Grafik Tasarım Tekin Öztürk www.tekinozturk.com.tr

Baskı Şekil Ofset Matb. San. ve Tic. Ltd. Şti. Gümüşsuyu Cad. Litros Yolu 2. Matbaacılar Sit. 2BB 3 Topkapı/İST. Tel: (212) 565 77 01 - 565 77 06 www.sekilofset.com.tr

“Dilediği özüdür, özünü bilmez zahid // Zahid özün bilmedi, irfanı nerden bilsin” der Sunullah Gaybî. ‘Öz’e dair bu vurguyu dikkate almak mühim zira son dönemde yaşanan tartışmaların, gerçeğin yalanın karıştığı haberlerin bombardımanı altında, insan olarak kalmaya çalışırken özüne dönmek, özünü bilmek belki de tek çıkış yolu. Özünü bilmenin bir tezahürü Cahit Zarifoğlu’nda “bir kalbiniz vardır; onu tanıyınız” şeklinde aklımıza düşerken, İsmet Özel’in dilinde “Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!” mısraında bize kendini gösteriyor. Tam da özüne dönme; başkasından evvel kendini bilme; başkasının ettiğinden ve etmediğinden evvel kendi eylediğine bakma mevzusunu düşünürken akla gelen ilk soru belki de, “özün inşası” ile ilintili. Bu noktada pergelin sabit ucu, Kur’an Edebi’nden bahseder ve bizi kurtarır. Öyle ki Hz. Aişe, Peygamber Efendimiz (sav) için “O’nun ahlakı, Kur’an ahlakıydı” der ve kendi ifadesiyle O’nu Rabbi edeplendirmiştir ve ne de güzel edeplendirmiştir. Bu bağlamda, elinizdeki sayıda ilk olarak başlattığımız Kur’an Edebi yazı serisi, umud ediyoruz ki ‘öz’ü bilirken, olması gerekeni sıklıkla hatırlatan bir köşe olur ve en başta Hz.Peygamber’in Kur’an edebini kuşandığını hatırdan düşürmeyerek ve öz’ü bilerek irfana talip olmayı mümkün kılar. Buna paralel olarak, Ibn-i Tufeyl’in Hayy bin Yakzan’ı üzerine yazılmış tahlil ile zahidlerin, iddianın ispatı mahiyetinde, zühde ermek için tefekküre ve hakikate ne denli muhtaç oldukları anlatılıyor. Nihai analizde görüyoruz ki Hayy’ın sorgulayan ve hakikati arayan bu bakışı Nurettin Topçu’nun deyimiyle “tabiat-üstü bir âlemin hareketine karşı bir uysallık” olarak anlaşılabilmektedir. Şubat ayı, şehadet ayı olarak yer etmiştir. Buna mukabil, Hakk’ı arayarak bulan; yolda olan; yolda ölen bir şehid olarak Malcolm X’i “samimiyetim itibarımdır” sözü ile anmayı anlamlı buluyoruz. Bu sayıda yer verdiğimiz bir başka güzellik, Suriyeli mülteci kardeşlerimize maddi-manevi destek olmak için başlattığımız “Elimden Gelen Elindedir” adlı proje. Bu çerçevede bir darda kalmışın derdine derman olabilirsek veya buna vesile olabilirsek ne mutlu. Çoktandır dergi sayfalarından sesimizi duyuramamıştık. Lakin biz malın ve evlatların fayda vermiyeceği günden korkarak ve bu korku ile Rahman’ın merhametiyle O’nun kurtuluşuna nail olmayı ancak ümid ederek, yola devam ediyoruz. Başta, yolumuzu aydınlatanlara, sonrasında bu yolda bizimle beraber yürüyenlere ve de yürümeyenlere selam olsun.

fiubat-Mart’14 • 1


Subat - Mart 2014 • Sayı 82 • Yıl 11

18

08

ÜMMET BİZİ BEKLİYOR FİRDEVS BÜŞRA KALUÇ

İBRAHİM’İN Mİ YOKSA AİSOPOS’UN MU KARINCASI OLACAĞIZ?

OSMANLI’DA HUZUR DERSLERİ

TAHA Y. BACAKOĞLU

M. Semih ÖZDEMİR

OSMANLI’DA KAHVE VE KAHVEHANE KÜLTÜRÜ ÜZERİNE Zehra Betül BULUT

20 2 • fiubat-Mart’14

38

Yönlendiren Bir Akıldan, Yönlendirilen Bir Akla Doğru Dönüşüm FURKAN GENÇOĞLU


46 Kur’ân Edebi/ Abdullah Yıldız.................................................................................. 4 Ibrahim’in mi Yoksa Aisopos’un mu Karıncası Olacağız?/ Taha Y. Bacakoğlu............. 8 İbn-i Tufeyl/ Zeynep Uçar..................................................................................... 11 Bir “İslamcılık” Tanımının Hatırlattıkları ve Düşündürdükleri/ Ali Tarık Parlakışık.... 14 Osmanlı’da Huzur Dersleri/ M. Semih Özdemir....................................................... 18 Osmanlı’da Kahve ve Kahvehane Kültürü Üzerine / Zehra Betül Bulut...................... 20 Basından Yansıyanlar / 17-25 Aralık Operasyonları .............................................. 26 Sen Hangi Taraftasın?/ Fatih Razi........................................................................... 29 “Gereği Düşünüldü” Faili Aynı 2 Farklı Hikâye / Burak Kalpaklıoğlu ....................... 30 İlkesel Sorumluluklarımız / Furkan Gençoğlu ........................................................ 32 Gençlik ve Siyasete Entegrasyon / Fatih Yavuz ...................................................... 35 Yönlendiren Bir Akıldan, Yönlendirilen Bir Akla Doğru Dönüşüm /Furkan Gençoğlu . 38 Şiir / Ey Şehidim! / M. Semih Özdemir .................................................................. 40 Okullardan Haberler / Burak Kalpaklıoğlu .......................................... 42 Etkinlik / Ankara’da “Türkiye’de Gençlik” Raporu Paneli Düzenlendi.. 44 Etkinlik / Elimden Gelen Elindedir! / Şehadet Günhan ............................................ 45 Şiir / Havaya Uçurmuşlar Amerika’yı / Amiri Baraka .............................................. 46 Karikatür / Zeynep Sude Özkan ............................................................................ 48

fiubat-Mart’14 • 3


Kur’ân Edebi

*

ABDULLAH YILDIZ

Ü

stat Sezai Karakoç; “Müslümanlar Kur’ân’dan uzaklaştı uzaklaşalı gün

yüzü görmediler” der. Kur’ân’ın “hayat verici”(Enfal 8/24) ilkelerinden uzaklaşan ümmetin en büyük kayıplarından biri de ne yazık ki “Kur’ân âdâbı” oldu. Hz. Aişe (r.anhâ) annemizin ifadesi ile, “ahlâkı Kur’ân” olan Peygamberimizin (s) güzel ahlâk örnekliği ve edeb inceliklerinden iyice uzaklaşan ve böylece egemen kültürlerin menfi etkilerine alabildiğine açık hale gelen günümüz Müslümanları, giderek katı, kaba ve ‘kalın’ bir hâl aldılar; nihayet İslâm’ın güzellikleri onların günlük hayatlarından silinip gitti. İmdi, her alanda yeniden Kur’ân’a dönme çabası içinde olan Müslümanların, en kuşatıcı manası ile Kur’ân edebini hayatlarına yansıtmaları önemli ve öncelikli bir zaruret olarak karşımızda durmaktadır. Bu çalışma edeb konularını, İsra/23-39. âyetler çerçevesinde ele alacaktır. Üstat Hamidullah, Hicret arifesinde İslâm toplumunu inşa edecek temel kodları veren bu âyetleri“oniki emir” olarak tanımlar. 4 • fiubat-Mart’14

“Rabb’in şunları kesinlikle hükmetti: 1.Kendisinden başkasına kulluk etmeyin. 2.Ana-babaya iyi davranın. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa, onlara ‘öf’ bile deme, onları azarlama, ikisine de güzel söz söyle. Onlara şefkatle tevâzu kanadını ger ve ‘Rabb’im, onlar, küçükken beni nasıl yetiştirmişlerse, sen de kendilerini öylece esirge’ diye duâ et. Rabb’iniz, içinizdekini en iyi bilendir. İyi kimseler olursanız, kendisine yönelip tövbe edenleri bağışlar. 3.Akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Elindeki malını saçıp savurma, saçıp savuranlar şeytânların dostlarıdırlar. Şeytân ise Rabb’ine karşı çok nankördür. Rabb’inden umduğun rahmeti elde etmek için hak sahiplerinden yüz çevirmek zorunda kalırsan, bâri onlara yumuşak söz söyle. 4.Elini boynuna bağlayıp cimrilik etme, onu büsbütün açıp hepsini de saçma. Yoksa pişmân olur, açıkta kalırsın, Şüphesiz Rabb’in, dilediği kimsenin rızkını genişletir, dilediğininkini daraltır, ölçü ile verir.


O, kullarını gören ve her şeyden haberdâr olan- re, “Kur’ân edebi”nin onun hayatında tebellür eden yansımalarından sizlere demetler sunmadır. 5.Çocuklarınızı yoksulluk korkusu ile öl- ya çalışacağız... dürmeyin. Onları da sizi de Biz rızıklandırırız. EDEB NEDİR? Şüphesiz ki onları öldürmek büyük bir suçtur. 6.Sakın zinâya yaklaşmayın. Doğrusu bu Yüce Rabbimiz Kur’ân-ı Mübin’de: “Ey iman çirkin bir davranış ve çok kötü bir yoldur. edenler! Kendi nefsinizi ve ehlinizi/ aileni7.Allah’ın harâm kıldığı cana, haklı bir zi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten/ sebep olmadıkça kıymayın. Haksız yere öldü- cehennemden koruyunuz.” (Tahrim 66/6) rülen kimsenin velisine bir yetki vermişizdir. Ar- buyurur. tık o da karşılık vermede aşırı gitmesin. Çünkü Ashabın Kur’ân âlimlerinden Abdullah b. o (maktul), şüphesiz (Allah tarafından) yardıma Abbas ve başkaları bu ayetten anlaşılması gerelayık görülmüştür. kenin; “onları terbiye ediniz ve onlara ilim 8.Erginlik çağına öğretiniz” demek olduğunu ulaşıncaya kadar, yetîmin söylerler. İbn Kayyım elAna-babaya iyi davranın. malına, en güzel şeklin Onlardan biri veya her iki- Cevziyye’ye göre; bu lafız bir dışında yaklaşmayın. araya toplamaya çağırıcı masi senin yanında yaşlanırsa, 9.Verdiğiniz sözü yerihiyettedir. Edeb, kulda hayırlı onlara ‘öf’ bile deme, onları ne getirin. Çünkü verdiğiniz huyların toplanmasıdır. azarlama, ikisine de güzel söz sözden mutlaka hesaba çekiHz. Ali (r.a) buyurur ki: söyle. Onlara şefkatle tevâzu “Her şeyin bir kıymeti vardır. leceksiniz. 10.Ölçtüğünüz zaman kanadını ger ve ‘Rabb’im, İnsanın kıymeti ise, ihsanı ölçüyü tam tutun, tartıyı onlar, küçükken beni nasıl ve edebidir.” Peki, bu güzel da doğru terâziyle yapın. yetiştirmişlerse, sen de ken- ahlâk ve edeb nasıl kazanılır? Bu daha iyi ve sonuç bakımındilerini öylece esirge’ diye İşte buna dair söylenenlerden dan daha güzeldir. duâ et. Rabb’iniz, içinizdekini bir kısmı: 11.Bilmediğin şeyin ar“Edeb tecrübelerle, adet, en iyi bilendir. İyi kimseler dına düşme. Doğrusu kulak, gelenek ve göreneklerle kaolursanız, kendisine yönelip göz ve kalb, bunların hepsi zanılır” der Maverdi. “Edeb tövbe edenleri bağışlar. ondan sorumludur. ikidir” ona göre: 12.Yeryüzünde böbür“Birincisi farzları edâ etlenerek yürüme. Çünkü ne mek suretiyle kulluk borcunu, diğeri dünyayı yeri yarabilir, ne de boyca dağlara ulaşabilirsin. imarla güzelleştirmeyi gerektirir.” Rabb’inin katında bunların hepsi, beğenilmeyen İbn Kuteybe, Edebü’l-Kâtib/Küttâb’ında, kötü şeylerdir. bir “dilin edeplendirilmesi”, bir de “nefsin -Bunlar Rabb’inin sana bildirdiği hikmet- edeplendirilmesi”nden söz eder ve ‘kişinin lerdendir. Sakın Allah’la beraber bir başka dilini edeplendirmeden, yani edebiyat ve dil tanrı edinme. Yoksa kınanmış ve kovulmuş bilimlerinde eğitilmeden önce nefsini edepolarak Cehenneme atılırsın.” (İsrâ 17/23-39) lendirip ahlâkını güzelleştirmesi gerektiğini, Bu çalışmamızda, Kur’ân-ı Kerîm’in zengin nefsin edeplendirilmesinin de iffet, hilm, sabır, ve engin “edep sofrası”ndan ve “yürüyen gerçeğe saygı, vakar, merhamet gibi erdemKur’ân” olan Rasûlüllah’ın (s.)“Beni Rabbim lerle mümkün olduğunu’ söyler. edeplendirdi ve edebimi/ahlâkımı da ne Kur’ân’da edeb kelimesi geçmezse de, güzel kıldı!”hadis-i şerifinde vurguladığı üze- ‘âdet, alışkanlık, eskilerin uygulamaları’ yani fiubat-Mart’14 • 5


‘sünnet’ anlamında de’b (Âl-i İmran 3/11; Enfâl 8/52, 54; Mümin 40/31), aynı mânada deeb (Yusuf 12/47) ve ‘sürekli’ anlamında dâibeyn (İbrahim 14/33) kelimeleri yer alır. Rasûlüllah (s.): “Beni Rabbim edeplendirdi ve te’dîbimi en güzel şekilde yaptı.” buyuruyor. Te’dîb; eğitme, bilgilendirme demektir. Hadis hakkında şu yorum yapılmıştır: ‘Rabbi onu ubudiyet ahlâkı ile tedib etti ve mekarim-i ahlâk-ı Rabbaniye ile süsledi.’ Allah Teâla, kutlu Rasûlünü “edeb kitabı” olan Kur’ân’la eğitti; O’nun ahlâkı yani âdâbı da Kur’ân’dan ibaretti. “Edeb”in Âdâb-ı Muaşerete İndirgenmesi Böylesine ihatalı bir kavram olan ve hayatı bütün alanlarıyla kuşatan “edeb” kelimesi; zamanla anlam daralmasına uğramış, nihayet ibadet ve muamelâttan farklı olarak geniş ölçüde ahlâkî ve sosyal içerikli bir kavram haline gelmiştir. Aslında bütün nitelikleri, duyguları, davranışları ve kendisini kuşatan maddî ve manevî değerleriyle insanı merkeze alan bilgi ve hikmeti kapsayan “edeb/âdâb”; giderek, fıkıh literatüründe müekked ve zevâid sünnet dışında kalan davranışları ifade eden nafile, mendup, müstehap, tatavvu ve fazilet ile eş anlamlı kullanılır olmuştur. Anlamı böylesine daraltılan edeb’i, o en geniş anlamı ile tekrar hayata hakim kılmak; bunun için de Kur’ân’ı, âyet âyet bir “edep kitabı” olarak okumak, anlamak ve yaşamak bugün hepimizin görevidir. 6 • fiubat-Mart’14

EDEBİN MERTEBELERİ İbn Kayyım el-Cevziyye, ‘edeb üç nevidir’ der: 1) Allah’a karşı olan edeb, 2) Resulüne ve dinine karşı olan edeb, 3) Allah’ın yaratıklarına karşı olan edeb. Allah’a karşı takınılacak edep ise üç tanedir: -Allah’a karşı olan muameleyi korumak, ona haksızlık getirmemek, -Allah’tan başkasına yönelmeyerek kalbini korumak, -Allah’a isyan ettirecek şeylerden iradeni alıkoymak ve korumaktır. İbn Kayyım’ın tasnifi ise son derece önemli ve derinliklidir. Özetle: 1) Allah’a Karşı Olan Edeb İbn Kayyım, edebin zirvesi olan bu merhaleyi, ‘Rasullerin Allah’ın huzurundaki hallerini, hitaplarını ve suallerini düşün; hepsinin nasıl edeble yüklü ve edeble kaim olduklarını görürsün’ diyerek; rasullerin Allah’a karşı sergiledikleri edeb örneklerinden bazıları ile açıklar: Mesih (a.s), “Ben onu söylemiş olsaydım, şüphesiz sen bilirdin.” (Maide 5/116) diyor da, “ben onu söylemedim” demiyor. Edebin gerçeği bu iki cevap arasında vardır. Hz. İbrahim’in (a.s) sözü de aynen böyledir: “O beni yaratan ve bana hidayet verendir. O’dur beni doyuran ve beni sulayan. Hastalandığımda bana şifa veren O’dur” (Şuara


2) Rasûlüllah’a (s.) Karşı Edeb İbn Kayyım’a göre, Kur’ân-ı Kerim bu edeb rak “Beni hastalandırdığı zaman” demedi. Hz. Musa’nın (a.s) sözü bunların en latif şeklinin örnekleriyle doludur. Rasûlüllah’a (s.) olanıdır: “Rabbim, bana indireceğin her hay- karşı olan edebin başı, ona tam teslim olmak ra muhtacım.”(Kasas 28/24) dedi de, “Beni ve emrine boyun eğmektir. Akli denilen boş hayallerle karşı koymaksızın onun verdiği haberleri doyuracağın” demedi. Hz. Adem’in (a.s) sözü de böyledir: “Ey kabul ve tasdik etmektir. Bu haberler hakkında şek ve şüpheye düşmemeli, onun haberlerine Rabbimiz, biz nefsimize zulmettik, eğer bize başkalarının görüşlerini tercih etmemeli, onların mağfiret edip merhamet etmezsen, şüphesiz zihin süprüntülerine aldırmamalı, onu hüküm biz hüsrana uğrayanlardan oluruz” (A’raf 7/23) kabul etmede, teslimiyette, boyun eğmede ve dedi de, “Ey Rabbimiz, aleyhimde takdir ve hüitaatte tek bilmeli (tevhid); kümde bulunursan” demedi. nasıl ki Allah’ı (c.c) ibadet, “Ey iman edenler! Allah ve Hz. Eyyub’un (a.s) sözü huşû, zillet, tevbe ve tevekRasûlünün huzurunda öne külde tek kabul ediyorsa. de böyledir: “Bana zarar dogeçmeyiniz.” kundu ve sen merhamet “Ey iman edenler! Allah (Hucurat 49/1) edenlerin en merhametlisive Rasûlünün huzurunda Onlar (sahabe) Nebi ile öne geçmeyiniz.”(Hucurat sin” (Enbiya 21/83) dedi de, birlikte topluca hutbe, ci- 49/1) “Beni affet, bana şifa ver” had, sınırda nöbet tutma demedi. Onlar (sahabe) Nebi ile (rib‘at) gibi bir işte iken, birlikte topluca hutbe, cihad, Özetle, Allah’a karşı onlardan hiçbirisinin on- sınırda nöbet tutma (rib‘at) olan edeb; Allah’ın dinini uydan izin almadan kendi gibi bir işte iken, onlardan gulamak, zahiren ve batınen başına buyruk olmaması hiçbirisinin ondan izin almaAllah’ın tarif edip razı olduğu ve kendi işine gitmemesi dan kendi başına buyruk oledeble edeblenmektir. İbn Ataullah elde Rasûlüllah’a (s) karşı maması ve kendi işine gitmemesi de Rasûlüllah’a (s) karşı İskenderi’ye göre her yotakınılan edeblerdendir. takınılan edeblerdendir. lun başı edeb, onun başı da 3) Başkalarına Karşı Allah’a karşı edebdir: “Allah’ın Edeb sana yakınlığını, O’nun sana yakın olduğunu İbn Kayyım devam eder: Topluma karşı takıbilmekle anlarsın. Senin O’na yakınlığın, O’nun nılacak edebe gelince; onların farklı derecelerisana yakın olduğunu bilmekle olur. Bunların ne uygun gelecek şekilde onlarla geçinmektir. hepsi, Allah’a karşı ubudiyette ve edep yolunda Özetle edeb; önce Cenab-ı Hakk’ın, sonra da gitmekten başka bir şey değildir. Allah’a her ne- diğer varlıkların haklarını güzelce korumaktır. feste yol vardır. Fakat unutmamak lazımdır ki, 26/78-80) dedi de, Allah’a karşı edebini koruya-

her yolun başı edeptir...” Allah

Rasûlü’nün,

“Allah’tan

yorsan dilediğini yap!”

1

utanmı-

hadis-i şerifi de,

Allah’a karşı edebi kuşanmayanlardan her türlü

*Mezkûr bölüm, Abdullah Yıldız Hocamızın “On İki Emir” İsra Suresi Işığında Kur’ân Edebi adlı kitabından derlenerek yayına hazır hale getirilmiştir.

edepsizliğin beklenmesi gerektiğini ifade buyurur.

1

Buhari, Enbiya 54, Edep 78.

fiubat-Mart’14 • 7


İBRAHİM’İN Mİ YOKSA AİSOPOS’UN KARINCASI MI OLACAĞIZ? TAHA Y. BACAKOĞLU

H

amd yalnızca alemlerin rabbi olan Allah için; salât Muhammet Mustafa(sav) için; selam ise onun temiz âli’nin, eshabının tamamı ve Allah’ın muttaki kulları üzerine olsun. ‘’Zalimler nasıl bir inkılâpla devrileceklerini çok yakında öğrenecekler’’ (Şuara: 26,227). Öyle zannediyorum ki; yapacağımız her eylemde istediğimiz yönde değişim ve gelişim istiyorsak öncelikle amacımızı tam olarak belirlememiz gerekir. İsmet Özel mü’mini; yaptığı işle ihya olan, ihya olmadığı işi terk eden kişi olarak tanımlıyor. Aslında inandığımız doğrultuda bir hayat sürebilmenin peşindeysek her an bu soruyla yaşıyor ol-

8 • fiubat-Mart’14

malıydık. Öyleki ben bu yazıyı niçin yazıyorum, ve sizler niçin okuyorsunuz? Bu eylemlerimiz bizi daha ne yapacak? Eğer cevaplarımız daha ahlaklı, daha karakterli velhasıl daha Müslüman olmak istikametinde ise doğru yoldayızdır, eyvallahtır. Hepimizin tekâmül etmesinde yadsınamaz emekleri olan ilkokul yıllarımızda mazlum ağustos böceği ile kâfir karıncanın hikâyesini defalarca anlattılar ve karıncadan taraf olduk. Belki de birkaç aylık ömrüyle faniliği temsil etmesi gereken ağustos böceği yaratıcının kendine verdiği görevi tamamlamış yumurtasını bırakmış velhasıl eleğini asmış ve dünyayı terketmiş olmalıydı. Fakat öyle olmadı. Yaz günü

yiyip içen cırcır böceği kışın yiyeceğe muhtaç olup karıncanın kapısını çaldığında karınca onu ölüme terketmekle kalmayıp, yazın saz çaldın şimdi de oyna diye alay edip onuruyla oynadı. Halbuki o saz çalıp eğlenmenin değil, kur yaparak çifleşmenin yumurtasını bırakıp ve fani dünyadaki görevini tamamlamanın peşindeydi. Fakat kapitalist karınca bunu anlayamamıştır. Anlayamazdı da zaten. Bir de İbrahim’in karıncası vardı. Allah’ın rasulü ateşe atacağı zaman, olayın akıbetini değiştirme ihtimali söz konusu bile olmadığını belki de en iyi kendisi biliyordu. Onun güçsüzlüğüyle alay eden kınayıcılara verdiği cevapla hepimi-


ze İbrahimi duruşu öğretmiş, yaratıcının kendine verdiği kulluk görevini tamamlayıp gitmişti. Evet, o küçücük bir karıncaydı. Ağzındaki bir damla suyla bırakın ateşi söndürmeyi, ateşe bile yaklaşmadan kül olacaktı. Ama en azından safı belli olurdu. Rahmetli Prof. Dr. Osman Turan Hoca dünyayı; bilinçli olarak iman edenlerle bilinçli olarak küfredenlerin kavga ettiği yer olarak tanımlıyor. Ve bu iki kısım insanların da toplumlarda yaklaşık olarak yüzde beşlik oranlarda bulunduğunu geriye kalan yüzde doksanlık zevatın ise hangi beşlik dilim işini daha güzel yaparsa ona itaat edeceğini bizlere yıllar öncesinden söylemiş, fani dünyadaki görevini tamamlamış ve gitmiştir. Yaptığımız işlerin ilahi anlamda başarıya ulaşabilmesi için amacımızı tam olarak belirledikten sonra belirlememiz gereken şey metodoloji; yani nasıl yapılacağıdır. Müslüman kalmak ve İbrahim’i duruş sergilemek istiyoruz dedikten sonra karşımıza ‘’nasıl’’ sorusunun çıkması kaçınılmazdır. İslami kaynaklarımızdan öğrendiğimiz kadarıyla evvel zamanda hak ile batılı ayırabilmek daha kolayken, modernizm ideolojisinin muktedirlerinin hakim olduğu bu çağda hak ile batılı ayırmak o kadar da kolay değildir. Sezai Karakoç, Kardeşim İbrahim bana mermer putları, Na-

sıl devireceğimi öğretmişti, Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım, Ama siz kağıtdakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini, nasıl sileceğimi öğretmediniz... diye yeşil sarıklı ulu hocalara seslenirken bizimle aynı zihinsel sancıyı yaşamış aynı çaresizliğin içine düşmüştü. Eğer dünya şirk ile tevhidin kavgasıyla süregeliyorsa kişiler şartlar ve olaylar değişse de temelde kavganın değişmediğini anlamamız zor olmayacaktır. Bütün kavga-

“Kardeşim İbrahim bana mermer putları, Nasıl devireceğimi öğretmişti, Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım, Ama siz kağıtdakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini, nasıl sileceğimi öğretmediniz...”

mız İbrahim’i duruş sergileyebilmek ve mü’min kalabilmek ise otorite olarak yalnızca Allah’ı kabul etmeliyiz ve bu doğrultuda Kur’an’ı Kerimden ve Rasulullah’ın(sav) hayatından örnekler yolumuzu aydınlatacak, bizlere rehber olacaktır. Hz. Musa, Firavun iktidarının çeşitli zalimlikleri büyük bir

titizlikle uygulandığı bir zamanda, ilahi hakikatleri bildirmek ve zorba idarenin ‘’azgınlıklarını’’ terketmesi için ilahi bir görevle görevlendirildi. Allah ona; ‘’ Şimdi artık Firavun’a git, şüphe yok ki , O pek azdı’’ (Taha, 20:24) emrini verdi. Hz. Musa’nın uyarılarına karşı Firavun’un ilk tepkisi oldukça tuhafı. Hz. Musa’nın kendi yanında yani sarayda yetişmiş olmasını, Hz. Musa’nın söylediklerini dikkate almamanın gerekçesi olarak ileri sürdü. Bu tavrıyla, ‘’Bana nasıl böyle şeyler söyleyebilirsin, bir zamanlar sen de benimle birlikteydin. Bu söylediklerin sana yaptığım ikramlar karşısında nankörlük değil midir? anlamlarına gelen yakınmalarda bulundu. Halbuki problem, Hz Musa’nın hangi şartlarda yetişmiş olduğu ya da önceleri Firavun’a olan yakınlığı değildi. Hz. Musa kişisel durumlarını anlatarak Firavundan bir şeyler istiyor da değildi. Konunun kişisel hiçbir tarafı yoktu. Firavun’dan istenen; zalimliği, zorbalığı bırakması ve ilâhlık iddialarından vazgeçmesiydi. Fakat Hz. Musa’nın konuyu kişiselleştirmeyip, görevini ısrarla yerine getirmesi üzerine, Firavun bu sefer de konuyu bir başka yönden çarpıtmaya çalışmış. Hz. Musa’nın tebliğini, kendi zalim yönetimine muhalif karşıt ırkçı hareket olarak değerlendirdi. Hz. Musa’nın bir zamanlar Kıpq’yi öldürmüş olmasının da karşıt ırkçı harekefiubat-Mart’14 • 9


tin bir örneği olduğunu söyledi. Fakat Hz. Musa, Firavun’un oyununa gelmedi. Konunun Firavun’un zannettiği gibi kişisel iktidar hevesi ya da karşıt ırkçı bir hareket olmadığını ifade etti. ‘’Musa: ‘Ben o işi, henüz o anda sonucun ne olacağını bilmeyerek yaptım yani öldürmek için vurmadım. Sizden korkunca aranızdan kaçtım, ama daha sonra Rabbim, doğruyla eğri arasında hüküm verebilme yeteneği bahşetti ve beni peygamberlerinden biri yaptı’’dedi (Şuara: 26,21). Hz. Musa olayı kişiselleştirmediğini yaptığı çağrının yalnızca Allah’a itaat çağrısı olduğunu şu sözlerle tekrar ifade etti. ‘O başıma kaktığın iyiliğe gelince, bu İsrail oğullarını köleleştirmenin bir sonucu değil miydi? (Şuara, 26:22) Evet, Firavun’nun, Hz. Musa’ya yaptıkları bir lütuf değildi. Firavunun zalimce politikaları olmasaydı belki de Hz. Musa saraylarda değil kulübelerde yaşardı ama annesiyle birlikte yaşardı. Firavunun olayları çarpıtma ve kişiselleştirme

10 • fiubat-Mart’14

Bu örneklerle iman edenlerin kalpleri sağlamlaştırılıp, gidişatları desteklenirken; iman etmeyenlerin ya da dönemsel iman edenlerin kalpleri sarsılarak, bu tutum ve davranışları bir kez daha düşündürüldü. çabaları sonuç vermeyince asıl konuya girmek zorunda kaldı. Firavun: Bu alemlerin Rabbi de kim oluyor?’ dedi’ (Şuara, 26:23). Artık bu saatten sonra tevhid ve şirk çatışması başladı. Bir taraf ilahi hakikatleri hatırlatıp ona göre yaşamaya davet ederken, diğer taraf çeşitli gerekçelerle meşrulaştırılmış haksızlıkların, kötülüklerin, yalanların ve ihanetlerin savunuculuğuna devam etti. Bir taraf gerçek adaletin hakim olduğu bir dünyaya çağırırken, diğer taraf ilelebet içinden

çıkılamayacak bir karanlığa çağırdı. Hz. Allah, Kur’an’ı Kerim’de Hz. Musa’nın risalet sürecinden verdiği örneklerle müşriklerin kişilik ve karakterlerini, onların muktedir oldukları sistemlerin özelliklerinin hemen hemen hiç değişmediğini bu örneklerle gözler önüne serdi. Zalim müşrikler haksız zorba yönetimlerinin bekâsı için, sistemlerini en iyi, en güzel gösterme gibi bir çaba içerisinde olduklarını bildirdi. Büyük kitlelere haksız düzenlerini kabul ettirmek için her türlü tedbirleri aldıklarını bu süreçte hiçbir propagandadan kaçınmadıklarını ve genellikle de başarılı olduklarını dile getirdi. Bu örneklerle iman edenlerin kalpleri sağlamlaştırılıp, gidişatları desteklenirken; iman etmeyenlerin ya da dönemsel iman edenlerin kalpleri sarsılarak, bu tutum ve davranışları bir kez daha düşündürüldü. Hem dünyada hem de ahirette karşılaşacakları büyük bir azapla uyarıldılar. Selam ve dua ile...


İBN-İ TUFEYL ZEYNEP UÇAR

E

ndülüs’ün bizlere miras bıraktığı nadide eser; Hayy bin Yakzan. Ahmet Hamdi Tanpınar’a göre İslam dünyasının tek romanı. Eserin müellifi İbn-i Tufeyl Endülüs’te yetişmiş önemli bir mütefekkirdir. Muvahhidî hükümdarı Ebu Yakub Yusuf’un özel danışmanlığını ve sarayda başhekimlik yapmış bir bilim(ilim) adamıdır aynı zamanda. Fizik, felsefe ve astronomi alanlarında çalışmalar yapmış Batlamyus astronomi teorisini eleştirerek “fizikî astronomi” yaklaşımını ortaya koymuştur. Aynı zamanda ferd ve toplum meselelerine olan ilgisi açısından önemli bir sosyolog olduğunu da iddia edebiliriz. Zira ele alacağımız eserde de yoğunlukla ferdi ele alsa da onun toplumla karşılaşmasının sonuçlarını da başarılı bir şekilde sunmuştur. İbn-i Tufeyl’in 7.700 beyitten oluşan Urcûze fi’t-Tıb isminde manzum bir tıp eseri de vardır. Ancak onu dünyaya tanıtan eseri “Hayy bin Yakzan” olmuştur.

“BİLGİNİ BİLGİME BAĞIMLI OLMAKTAN KURTARMAK İSTİYORUM” İbn-i Tufeyl bizlere eserin amacını henüz esere başlarken veriyor. Taklit ile elde edilmiş bilginin tahkik seviyesine çıkarılması, bilgide yakîn olma hassesinin insanlara kazandırılması amacı… Bilgileri değersiz birer veri gibi hazır halde insanlara sunmanın değil bilgiyi edinebilmeyi öğretmenin esas

olduğu hakikati… Felsefeyi öğretmek değil, felsefe yapma istidâdını kuvveden fiile çıkarma arzusu, uzun lafın kısası; balık tutmayı öğretme meselesi. Müellif bu dert ile eserinin en başında okuyucusuna seslenip: “Kardeşim… Bilgini bilgime bağımlı olmaktan kurtarmak istiyorum.” şeklinde söze başlıyor.

Varlığın Gizemini Arayan Genç Psikolojik, sosyolojik, felsefi ve tasavvufî birçok özelliği içinde barındıran İbn-i Tufeyl’in bu eseri, verili bir dünyanın dışında insanlardan tamamen soyutlanmış ve yalnızca tabiatın ve aklın öğreticiliğinde Tanrı’yı bulan ve ona ulaşmanın yolunu keşfedip bunu daha da ileri bir aşamada bu yolun felsefesini üreten bir gencin arayış hikâyesini anlatıyor. Bu hikâyede ayrıca toplumla hiçbir ilişki kurmamış ve bebekken adaya düşüp bir ceylan tarafından büyütülen kahramanın(Hayy bin Yakzan) Müslüman bir toplumla karşılaştıktan sonra, kendi düşünsel çabasıyla bulduğu hakikatlerin İslam’ın hakikatleri ile birebir örtüştüğünü fark ederek İslam’ı seçmesi de konu ediliyor. Kahramanın toplum hakkındaki gözlemlerinin değerlendirmesini daha sonra yapacağız. Hikâye, aklî bir arayış örnekliğinde insanın aklının her şeyden bağımsız bir şekilde yalnızca Allah’ın fiubat-Mart’14 • 11


afaki ayetleriyle doğru yolu bulabileceğinin iddiTasavvufî Bir Anlayış asıdır. Eser Tanrı inancı olan insanlara bir farkınDikkat edilmesi gereken bir diğer husus da dalık kazandırma açısından büyük önem taşıyor. Hayy’ın toplum ile karşılaşması ve bunun sonucunZira Hayy, Tanrı’ya bu arayış yolunda her bir nokda vardığı sonuçlardır. Hayy, Âsal adında bir Müstayı sindirerek ve kendisine göre delillendirerek lümanın kendi adasına gelmesi sonucu Müslüman ulaşıyor. Tanrı’ya ulaştıktan sonra ise tabiattaki bir toplumun yaşadığı başka bir adaya, insanlara varlıklarla kendisinin benzerliğinden yola çıkarak hakikatleri anlatmak üzere geçiş yapar. Bu adada 3 aşamalı bir sistem ortaya koyuyor. Bu sistem Âsal’ın bir arkadaşı olan ve Kur’an’ın daha çok kehayvanlara benzerliği açısından fizikî olarak vülimeleri ile uğraşan Selman adında bir cudunun ihtiyaçlarını karşılama, gök cisimlerine arkadaşı bulunmaktadır. Âsal, benzerliği açısından müşahede Kur’an’ın daha çok hakikatleri Hayy bin Yakzan bundan istidadını geliştirme, Tanrı’ya ile meşgul olduğu için Selman olan ruhî benzerliği açısından yaklaşık 850 sene önce ile hiç anlaşamazlar. Ve bu anise tefekkürde yoğunlaşma kıRobinsonad türünde laşmazlık içinde Hayy da Âsal sımlarından oluşuyor. Hayy, yazılmış ilk romandır. gibi düşünmekte, insanların bunları uygulamaya koyuyor anDurumun böyle olmasına asıl uğraşmaları gereken şeyleri cak fiziki ihtiyaçlarının üzerinde “hakikatler” olarak nitelemekrağmen bu türün isminin çok durması onu müşahede ve tedir. Hatta zekât gibi toplumsal “Robinsonad” olması da tefekkürden uzaklaştırdığı için fiilgi çekici bir acayipliktedir. bir ibadeti anlamsız bulmakta, ziki ihtiyaçlarını karşılama işlemiinsanların toplumsal bir düzen Zira Robinson Crusoe ni çok aza indiriyor. Nihayetinde içinde yaşamalarını acayip kartamamen Tanrı’da fâni olmaya ve Hayy bin Yakzan’ı şılamaktadır. Ona göre asıl yaulaşmak için vaktinin neredeyse karşılaştırmalı olarak pılması gereken nefsi köreltip tamamını tefekküre adıyor. Bu okuyan her kişinin takdiri Hakk’ta yok olmaktır. Burada adayışı(arayışı), ruhî bir gelişimin olacaktır ki Robinson isimler üzerinden önemli bir dekemâle ermesinin temsiliyeti olağerlendirme çıkarabiliriz. EserCrusoe açık bir şekilde rak değerlendirebiliriz. Eser insan de yer alan Âsal ve Selman isimHayy bin Yakzan’dan hayatının esası olarak –materyaleri üzerinden “bâtın ve zâhir” etkilenmiştir. lizmin tam tersi olarak- madde çatışması sunulmakta ve genel yerine ruhu koyuyor. Esere göre bir tasavvufî kabul olan “bâtın maddenin değeri Tanrı’ya ulaştıracak ilmi” nin ter- cih edilmesi gerektiği sunulmaktabir araç olmasında yatıyor diyebiliriz. dır. Selman’ın uğraşları ve toplumsal düzenlemeler hem Hayy’a hem de Âsal’a lüzumsuz görünmekteFıtrî Özelliklerin Kabulü dir. Âsal isminin kelime manası “akşam,” Selman isHayy henüz 3-4 yaşlarındayken çıplaklığından minin kelime manası ise “açık seçiklik, barış içinde ötürü bir utanma duygusu hissediyor. Bu hissi ada- bulunma” dır. Yazarın burada isimler konusunda daki hayvanların hepsinin ayıp yerlerinin kuyruk ve da seçici davrandığını görüyoruz. Bu her ne kadar benzeri organlarla örtülü olması da kuvvetlendiri- bizim şahsî değerlendirmemiz olsa da dikkate değyor. Bu, insanın yaratılıştan bazı hislere ve düşünüp meyecek bir nokta değildir zannımızca. Yine “Hayy tartma istidadına sahip olduğu görüşünü destekli- bin Yakzan” ismi de “Uyanığın oğlu yaşayan” mayor. Bu manada eser insanın bütün eylemlerini, fi- nasında olması hasebiyle Hayy’ın uyanık bir şuurkirlerini ve hislerini öğrenmeyle kazandığı görüşü- la hayat sürmesi de bununla bağlantılandırılabilir diye düşünüyoruz. ne, “karşı” bir görüş sunmuş bulunuyor.

12 • fiubat-Mart’14


İnsanın Varması Gereken Nihaî Nokta Eserde bütün maddî ve toplumsal gelişmelerden ötede insanın “ferd” bazında Tanrı’ya ulaşması gerektiği tasavvufî görüşü savunulur. Bu görüşe göre insan tefekkürde o derece yoğunlaşmalıdır ki artık kendi cismini, ruhunu hissetmeyip yalnız Tanrı’yı hissedeceği bir noktaya varmalıdır. Artık bu son noktada Tanrı’dan başka bir varlığın olmadığını kabul etmek insanı kemâle erdirecek şeydir. Lakin burada İslam açısından bir eleştiri sunmak sorumluluğunu kendimizde hissediyoruz. Zira İslam bizlere “La ilahe illallah” lafzıyla yaratılanın ve yaratanın mahiyetinin aynı olamayacağını manalandırmıştır. Mahlûk -ve dahi insan- ve onu var eden Tanrı İslam’a göre farklı mahiyette varlıklardır. Bu manada insanın yahut herhangi bir mahlûkun Allah’ta yok olmasının imkânı yoktur. Böyle bir şeyin insanın amacı olmasını, bir gereklilik olmasını bırakın insanın kendisini aldatmasından başka bir noktaya varacak bir varış da değildir. Bu manada bizim kabul ettiğimiz İslâmî hayat biçimi, ferdin ruhî gelişimini istemekle hatta emretmekle birlikte, onun “kul” olduğunun bilincinden sapmasına izin verecek bir durumu kabul etmez. Bizim de ferdi toplumdan koparan ve insanın dünyadan soyutlanmasını gereklilik olarak arz eden bir anlayışı kabul etmemiz imkân dâhilinde değildir. Bu vesileyle lafı çok uzatmadan -eseri sizlerin de okuyacağınızı düşünerek- değerlendirmeyi sizlere bırakıyor ve diyoruz ki, eserin değerliliği tartışılacak bir mesele değil iken eleştirel bir gözle okunmalıdır.

liktedir. Zira Robinson Crusoe ve Hayy bin Yakzan’ı karşılaştırmalı olarak okuyan her kişinin takdiri olacaktır ki Robinson Crusoe açık bir şekilde Hayy bin Yakzan’dan etkilenmiştir. Bu görüşü bir çok araştırmacının yorumu da desteklemektedir. Bunun yanında bizim asıl durmak istediğimiz nokta ise iki eser arasındaki büyük farklılıktır. Robinson Crusoe baştan sona kadar insanın maddî gelişimini işlemiştir. İnsanın, dolayısıyla da varlığın merkezine maddeyi oturtan eser, Batı insanının tabiat ile savaşını ve ona sahip olma tutkusunu, hırsını sunmuştur. Buna eserden şu kesiti misal verebiliriz: “Bu nefis manzaralı vadiyi biraz indim, sonra durarak doya doya seyretmeye başladım. Bir an içimi kemiren bütün üzüntüleri unutarak, bütün bu seyrettiğim yerlerin benim olduğunu düşündüm; bundan gizli bir zevk duydum. Bu bölgenin sahibi, mutlak kralı bendim.” Bu küçük kesitte görüldüğü üzere romanın kahramanı tabiata sahip olma ve ona hükmetme arzusu içindedir. Hayy bin Yakzan’da ise bahsettiğimiz üzere maddî gelişim ve maddeyle kurulan alaka yalnızca ihtiyaçları karşılayacak kadardır. Misalen; Hayy’ın barınağı kendisini tabiatın etkilerinden koruyacak kadarken Robinson Crusoe kendi barınağından “şato” diye bahsediyor. Eserin muhtelif yerlerinden bu örnekleri çoğaltabiliriz ancak bunları sizlerin değerlendirmesine bırakıyoruz. Elhasıl bu iki eseri birlikte değerlendirecek olursak “Doğu-Batı hayat tarzının karşılaştırması” olarak adlandırabiliriz. Binaenaleyh dostlar, sizlere

Robinson Crusoe-Hayy bin Yakzan Karşılaştırması

âcizane tavsiyem odur ki Hayy bin Yakzan’ı okurken

Hayy bin Yakzan bundan yaklaşık 850 sene önce Robinsonad türünde yazılmış ilk romandır. Durumun böyle olmasına rağmen bu türün isminin “Robinsonad” olması da ilgi çekici bir acayip-

karşılaştırma ile iyi bir Doğu-Batı karşılaştırması gö-

diğer taraftan Robinson Crusoe’a da bir göz atın. Bu receğinize eminim. Allah ilmimizi artırmamız için irademize kuvvet versin, vesselam. fiubat-Mart’14 • 13


BİR “İSLAMCILIK” TANIMININ HATIRLATTIKLARI VE DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ Ali Tarık PARLAKIŞIK

T

anzimat Fermanı, Osmanlı ülkesinde batılılaşma ve modernleşmenin başlangıcı sayılır veya siyasî-politik manada deklare edilmesi de diyebiliriz. Bazı görüşlere göre 1718‘deki Pasarofça Antlaşması Osmanlı’nın, Batı karşısındaki yenilgisini tescillemiştir. Ama bu görüşü de -salt olarak- yorumlasak bile, Pasarofça Antlaşması bir devletin-umranın, başka bir devlete-umrana siyaset sahasında ve doğrudan siyaset ile ilgili sahalarda yenilgisi olarak yorumlanabilir. Tanzimat Fermanı ise siyasî bir karar-deklare olsa bile, devlet eliyle fertten topluma kadar birçok meseleye dair bir yaptırım manası taşır. Tanzimat Fermanı’yla başlayan Islahat Fermanı’yla perçinlenen süreç, Osmanlı Devleti’nin İslami çizgiden uzaklaşmasının sürecidir. Zaten bu süreç, sonunda 1923 Cumhuriyet’in İlanı ve 1924 Hilafet’in kaldırılmasıyla aşikâr bir şekilde İslam’a mugayir bir hal almıştır. Bir görüşe göre “Cumhuriyet modernleşmesi, Osmanlı batılılaşmasının devamıdır”. Bu manada 19. ve 20. yüzyıllar, Osmanlı ve tabii ki İslam coğrafyası için siyasî, askerî, fikrî ve birçok buuddan çok hareketli geçmiştir. Bu minvalde Müslüman aydın 14 • fiubat-Mart’14

ve ulemanın yer yer Osmanlı’nın mevcut haline ve batılılaşmaya karşı İslami referanslarla tavır alışlarını da unutmamak gerekir. 1924 Hilafet’in kaldırılması, meselemizle ilgili önemli bir tarihtir; çünkü (sembolik anlamını da yitirdikten sonra) Hilafet’in kaldırılmasından sonraki dönemlerde, “İslami Hareket” gibi terkip ve kavramların doğmasına sebep olmuştur. Sonraki dönemlerde zuhur eden önemli kavramlardan biri de “İslamcılık”tır. “İslamcılık” için medhal olarak dillendirilen birkaç tarih ve olay-olgu vardır; Kuleli Vakıası, 2. Meşrutiyet’in İlanı gibi... Biz biliyoruz ki İslam; Hz. Muhammed’in elçiliğiyle Allah’ın insanlara bildirdiği ilahi dinidir (ed-Din). Ve bu dinin kendisinde hukuk, iktisat, ahlak, ibadet vardır. Dolayısıyla tarihin her hangi bir aralığında yapılan her nevi çalışmayı, - Sünnetullaha, Kur’ân’a bağlı olarak‘İslam Mücadelesi’ni farklı terkiplerle tavsif edip, zuhur tarihi olarak okuyamayız. Lakin nevi şahsına münhasır herhangi bir çalışmayı, olay-olguyu İslam’ın akidelerine/ilkelerine mugayir olmadığı müddetçe, o çalışma ve olay-olguya göre adlandırabiliriz. Ki “İslamcı” olarak tavsif edilen bazı ilk


uyanışın şahitlerinin de bu “İslamcı-İslamcılık” Abdülmecid, Abdülaziz, 2. Abdülhamid, Cemakavramlarını eleştirdiklerini müşahede ediyoruz. leddin Afgani, Muhammed Abduh, Seyyid Ahmed Babanzade Ahmed Naim (1872-1934), “İslam’da Han, Mevdudi, Hasan el-Benna, Seyyid Kutub, Ali Dava-yı Kavmiyet”te der ki; “Bu ‘-ci’ edatının ‘Türk’ Şeriati, Humeyni... b) “İslam’ı bir bütün olarak” vurgusu mühim. ile ‘İslam’ kelimelerine iltihakı ne fena oluyor! Ben burada bir mana-yı tasannu iştimam ediyorum. Akide, ibadet, fikir, siyaset, hukuk, eğitim, ahlak, Bu nispeti kendilerine şiar edinenler bence yanlış ferdi hayat, içtimai hayat ve insan ve hayatın diğer isim intihab etmişler. Zira Türk, Arab olan kimse tüm buudları ile topyekûn İslam’ın hâkimiyeti mevTürkçü, Arabcı olamaz. O kısaca Türk’dür, Arab’dır. zu. Bu vurguyu Said Halim Paşa’dan Seyyid Kutub’a ‘İslamcı’nın da Müslüman demek olmadığı lügat-ı kadar bütün İslam mücadele, fikir ve ilim adamlaTürkiye ile edna mümaresesi olanlarca ma- rının nevi şahsına münhasır satırlarında müşahede lumdur.” (Görüleceği üzere, Babanzade burada edebiliriz. İslam’ın kendisinin öngördüğü bir ‘dava’dır bu. Osmanlı’da Batılılaşma “İslamcı” terkibini dilbilimsel ve ideolojik buudtemayüllerinden İslami idarenin dan eleştiriyor. -İkisinin birbirini desteklediğini son bulmasına kadar, İslami mürahatlıkla müşahede edebiliyocadele manasına (“İslamcılık”) ruz.-) Biz biliyoruz ki İslam; Hz. fikri zemini budur. İmdi... Bu muhtasar Muhammed’in elçiliğiyle c) “yeniden” hayata hâkim değinilerden sonra İsmail Allah’ın insanlara bildirdiği kılmak”... İslam’ı bir bütün olaKara’nın geniş ve bazı menfi firak, -yeniden- hayata hâkim kirleri de ihtiva eden İslamcılık ilahi dinidir (ed-Din). Ve kılmak... İslam coğrafyasının ‘sıtanımına eğilip, tahlil edebu dinin kendisinde hukuk, kıntılı’ süreçlerinden ötürü “yelim. İsmail Kara, “Türkiye’de iktisat, ahlak, ibadet ilh. niden hayata kılmak”; nihai dava İslamcılık Düşüncesi”nin birinci vardır. Dolayısıyla tarihin budur. cildinde şöyle bir tanım yapıyor; her hangi bir aralığında d) “akılcı bir metotla”... “İslamcılık, 19-20. Yüzyılda, İslam’ı yapılan her nevi çalışmayı, Akılcı metot nedir? Muhtebir bütün olarak (inanç, ibadet, melen rasyonalist tefekkür teahlak, felsefe, siyaset, hukuk, - Sünnetullaha, Kur’ân’a lakkisine işaret ediliyor. Yani eğitim...) “yeniden” hayata hâkim ilh. bağlı olarak- ‘İslam bilginin membaı olarak aklı kılmak ve akılcı bir metotla MüsMücadelesi’ni farklı görmek, varlıkları ve olayları lümanları, İslam dünyasını batı terkiplerle tavsif edip, akılla açıklama ameliyesi. Ansömürüsünden, zalim ve müstebit zuhur tarihi olarak latılmaya cehdedilen bu olsa yöneticilerden, esaretten, taklitokuyamayız. gerek. Belki Cemaleddin Aften, hurafelerden... kurtarmak; gani ve benzeri mütefekkirler medenileştirmek, birleştirmek ve misal teşkil ederler. Afgani’nin kalkındırmak uğruna yapılan ak“Dehriyyun’a Reddiye” risalesinde tivist, modernist ve eklektik yönleri baskın siyasi, fikri ve ilmi çalışmaların, arayışların, teklif ve çö- biz bunun adeta müşahhas misallerini müşahede zümlerin bütününü ihtiva eden bir hareket olarak edebiliyoruz; “sahih tarih” ve “akıl”dan delillendirmelerle. Bütün bunların haricinde diyebiliriz ki, tarif edilebilir.” a) “19-20. Yüzyılda” diye işaret ediliyor. Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerîm’dir ve İslam Kur’ân 1800’ler ve 1900’ler. Belirtilen zamanlar, husu- ve Sünnet’ten tahsil edilir, lakin İslami olan her si manada Osmanlı Devleti ve toprakları, umumi şeyin akla uygunluğunun garantisini de göz önüne manada İslam coğrafyası için fikrî, siyasî ve askerî alırsak, akıl olmaması gereken mücerret bir varlık buudlardan çok hareketli geçmiştir. O dönemler- değil; bilakis yol ve ufuk açıcı mücerret bir zeminden emsal teşkil edecek birkaç isim zikredersek dir. İlmi faaliyetlerin İslam’a -kesinlikle- mugayir umumi havayı biraz hissetmiş oluruz; 2. Mahmut, olmadığını göz önüne aldığımız da, ‘akıl’ın nerede fiubat-Mart’14 • 15


durduğu da önemli. Yinelemek lazım ki, İsmail Kara bu “akılcı bir metotla” vurgusunu Afgani, Seyyid Ahmed Han gibileri göz önüne alarak dillendiriyor. Zaten mezkûr tanımdan sonra misal verirken, Hindistan’dan Seyyid Ahmed Han’ı zikretmesi de bu durumu kanıtlıyor (İngilizlerin, Seyyid Ahmed Han’a, “Sir” lakabını layık gördüğünü de unutmayalım). Yani esas nokta burası; İsmail Kara’nın telakkisinde “modernist”ler de, “İslamcılık” içerisinde, tanımın devamında görüleceği üzere. e) Daha önce de vurgulandığı üzere, İslamcıların siyasî-politik hedefleri-amaçları arasında “batı sömürüsünden zalim ve müstebit yöneticilerden, esaretten” kurtulmak vardır. “Taklitten, hurafelerden” kurtulmak da pek tabii, ‘İslamcı’ bir proje/ amaç/gaye için vazgeçilmez bir meseledir. “Kaynaklara dönüş” ve bu minvalde dillendirilen bir olmazsa olmazın içerisinde, dinde olmayıp da İslam toplumlarında var olan bidat, hurafe gibi ed-Din’i/ İslam’ı içten yıkan menfiliklerin kaldırılması pek tabii vardır. f) “medenileştirmek, birleştirmek ve kalkındırmak uğruna yapılan aktivist, modernist, eklektik yönleri baskın”... Medeninin manaları içinde; hayat tarzı, bilgi seviyesi bakımından yüksek durumda bulunan manası, bu meseleye taallukla göz önünde bulundurulması gereken manasıdır. “Birleştirme” de; politik olarak “İttihad-ı İslam”, devlet nizamı telakkisi olarak da Hilafet’e dairdir (en azından tedai olarak, doğru olanın bu olduğu kanaatindeyiz). Hilafet’in ümmet için birçok ehemmiyeti vardır. Lakin ilk nazarda iki ehemmiyeti göze çarpmaktadır; İslam ahkâmıyla hükmetmek ve ümmetin siyasî birliği, vahdeti. “Kalkındırmak” ise zaten ismiyle müsemma diyebileceğimiz, aşikâr bir mesele, ekonomiden siyasete kadar insanı içine alan hayatın her alanının mevcut haline taallukla. “Aktivist” olma hâli ise zaten “İslamcıların” bir akideye, ilkeye malik olması ve bu akide ve ilkeler doğrultusunda bir hedef, ideale ulaşma telakkisinin neticesi. “Modernist” tavsifi ise, mezkûr meselenin tanımı için gereksiz ve yersiz bir yafta (da diyebileceğimiz bir durumu teşkil edebilir (biraz da nazar açısıyla ilgili bir durum)). Modernizm; asri şeylere düşkünlük, yenilikçi, gelenekçiliğe karşılık manalarını taşır. Yazarın “modernist” diyerek vurguladığı mana iki 16 • fiubat-Mart’14

ihtimal ihtiva eder; ya yaşanılan zaman anlamında ya da ‘zaman’a ve bu ‘zamana bağlı-damgasını vurmuş-damgasını taşıyan medeniyet’. Tabii ki ikinci mana daha önde. Bu manadaki işlerlik, dini yani İslam’ı ve kaynaklarını, kendisinden kopuk olarak anlama ve yorumlama biçiminde tevarüs eder. Tabii ki yaşamayı da ihmal etmemeli. Bu manada bazı isimler, İslamcılar arasında olsa dahi, İslamcılığın bu şekilde olduğu anlamına gelmez. Zaman olarak fikir yürütürsek-düşünürsek, bu da bizi İslam’ın kaynaklarından kopma yoluna itebilir. İsmail Kara’nın telakkisi de zaten bu şekilde; 19. Ve 20. Yüzyıl’da doğmuş vurgusu bunu gösteriyor. Ve hatta Seyyid Bey’i “İslamcılık Düşüncesi” içerisinde görmüş olması da, kendisi dışından bir delildir. Kendisi; meselenin, tasavvur ettiği şekilde olduğunu idrak ediyor. Ve bu durumdan da hoşnut değil esasında. “Eklektik” vurgusunu da bu minvalde anlamak-tefekkür etmek gerekir. g) “siyasi, fikri ve ilmi çalışmaların, arayışların, teklif ve çözümlerin bütününü ihtiva eden bir hareket”... 19. Ve 20. Yüzyıl’da İslami dönüşümü, İslami değişimi, bidat ve hurafeleri kaldırmayı ve bu minvalde mezkûr yüzyıllardaki, İslamcı-İslami ferdî, içtimaî ve siyasî hedefleri savunanların işlevsel hüviyetlerinde biz, tanımdaki “çalışmaların, arayışların, teklif ve çözümlerin”, “siyasi, fikri ve ilmi” buudlarına şahit olabiliyoruz. Siyaset, fikir ve ilim sahalarında oldukça istidatlı adamların alanlarından, -bir nebze de olsa- müşahede edebiliriz. Said Halim Paşa devlet adamı, Babanzade felsefeci (fikir adamı), Elmalılı müfessir (ilim adamı) gibi misallerini artırabiliriz. “Arayışlar”, içinden geçilen ‘sıkıntılı’ süreçlere işaret ediyor. Siyasî, fikrî, ilmî, askerî, ahlakî ilh. refahın yüksek-müsbet olduğu yerde, “arayışın” manası-hükmü olmaz. “Çalışmaları” kültürel düzeyden siyasî düzeye kadar her buudda tefekkür edebiliriz (Zannediyorum fikirden siyasete kadar birçok alanda bir kafa olması hasebiyle, Said Halim Paşa’yı bir daha misal olarak zikretmek gerekiyor. “Buhranlarımız”ın her satırının arka planında fikrin, ilmin, kültürün, sosyolojinin, sahada siyasetin, inceliklerine el atıldığını müşahede ediyoruz.). “Teklif ve çözümler” de bu minvalde sahaya yani pratiğe, hayata dönük akıl ve ruhtan fışkıran bir cehd ve bu cehdin türevleri ve icraat ve icraata dayalı cehd hudutlarına dair.


İsmail Kara’nın tarifini adeta parça parça bölerek, tarifteki müspet, menfi her vurguyu, manayı tahlil etmeye çalıştıktan sonra, akla şu sual gelebilir; mezkûr tarife dair bütün bu değinilerden sonra neredeyiz? Neyin üstündeyiz?... İşte bu sual, mühim; dün, bugün, yarın için. Çünkü İslam’ın topyekûn hakimiyeti meselesi, tek dava. Rasulullah’ın, bir eline Güneş’i bir eline Ay’ı verseler de hiçbir şekilde dönmeyeceği meselesine yönelme durumu. Ve nasıl bir teklif karşısında bunu dedi? Makam, para ve kadın, yani siyaset, iktisat ve nefse dair... Yani? İslam’ın arı bir şekilde hâkimiyeti (esas dava); fertten topluma; namazdan hadlere... Ve bu ve bu minvaldeki meseleler tartışılırken sıkça anılan, o 19. Ve 20. yy.’daki İslamcıların İslam, İslamlaşmak, Hz. Peygamber ve bu minvalde, Allah’tan insan “ben”ine ve ‘insan’ın diğer türevlerine yönelik meselelerdeki tasavvurlarına nazar ettiğimizde ‘ne’ ile karşılaştığımız... Fadime Özkan’ın İsmail Kara’yla, Star Gazetesi’nde 13 Ağustos 2012’de neşredilen mülakatında yönelttiği sual; “Siz İslamcı mısınız?” Cevap “Hiç hazzetmediğim bir soru ama cevaplamakta mahzur yok: Elbette. İslam itikadi ve ahlaki olduğu kadar siyasi ve toplumsal ilkelere de sahiptir. ...”, olur ve -İsmail Kara için- ehemmiyetli şu sual gelir; “Ama sizin ömrünüz aynı zamanda İslamcılık tenkitleriyle geçti...”. Kara’nın cevabı; “Bu konuşmada olduğu gibi... Bu bir sahihlik arayışıdır benim için, aynı zamanda bir ahlâk meselesi. Meselenin sahiden ne olduğunu anlamakla uğraştım, boğuştum diyebilirim. İslamcılık hareketinin kuvvet ve zaaflarını birlikte ele aldım, kendimi, kendi uzak ve yakın tarihimi keşfe çıktım adeta. ...” Ve Kara, “Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi” kitabına hakkaniyetli eleştirileri beklediğini dillendiriyor. Ama başka bir yerde de şu manada diyor ki; “Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi’ne Şemsettin Günaltay’ı ve Seyyid Bey’i almam eleştiriliyor. Bunlar bilgisizlikten kaynaklanıyor.” Kendisinin, Star Gazetesi’nden yukarıya iktibas ettiğimiz sözleriyle birlikte tefekkür edelim; İsmail Kara, Seyyid Ahmed Han çizgisinde bir İslamcı mı, yoksa Said Nursi çizgisinde bir İslamcı mı? Modern bir akımsa eğer “İslamcılık”, bu “İslamcılık”tan nelerin törpülenmesi gerekir? Ya da şu mülakattaki sözlerine bakalım; kendisine

yöneltilen sual “İslamcılığı modernizmin etkisinde geleneksel düşünceden kopma ve kırılma noktasında Müslümanların kendilerini yeniden tanımlamaları olarak değerlendirebilir miyiz?” Verdiği cevap ise şu şekilde; “Şüphesiz, zaten problem orada başlıyor. Mesela, Oryantalistlerin bir şekilde Müslümanlara da kabul ettirdikleri bir hüküm var: “İslam Düşüncesi 12. Asırda durmuştur.” Bu cümle İslamcıların büyük ölçüde tekrarladıkları bir cümledir. Bunun geriye doğru izlerini takip ettiğimiz zaman büyük ölçüde oryantalist bir dil olduğunu görüyoruz. “İslam Düşüncesi 12. Asırda durmuştur” hükmünü kabul ettikten sonra geleneksel değerlere “eski kültür bizim ne işimize yarar?”, hatta biraz daha tahrik edici olması için, “eski kültür bizim için ayak bağı olur mu?” nazarıyla bakıyorsunuz. Bu sırf siyasi alanda değil, itikad alanında da ortaya çıkıyor. Eski hayatı, eski değerleri kötü ve yersiz diye tanımladığınız zaman o birikimi bir şekilde gevşetmeniz hatta tasfiye etmeniz gerekiyor. Tasfiye etmeniz için kötü bir konuma getirmeniz, bunu yapmanız için de dini bir dil kullanmanız lazım. İşte bidat, hurafe, batıl itikat kavramları yükseliş göstererek burada devreye giriyor. Niçin? Çünkü Yeni İslam Düşüncesi’nin aktivist bir hüviyeti olması lazım. Bu aktivist hüviyeti geleneksel İslam kültürüyle elde etmeniz mümkün değil.” (Nehir Dergisi, Temmuz 1994, Doğan Ertuğrul) İsmail Kara serdettiği bu fikirlerinde umumi olarak zemine dayalı manada haklı. Haklı olmakla birlikte; misalen hususi manada Derviş Vahdeti, Said Nursi, Said Halim Paşa, Mustafa Sabri Efendi, İskilipli Atıf Hoca, Zahid el-Kevseri, ve umumi manada Hasan el-Benna, Seyyid Kutub, Said Havva, Mevdudi, Mevlana Ebu’l Kelam Azad ve diğerleri için de geçerli mi bu? Bu sual, İsmail Kara’nın telakkisine yöneltilmiş gibi görünse de aslında, bizlerin de telakkisine yöneltilmiş bir sual. İsimler değiştirilebilir, eklenebilir, çıkarılabilir; lakin meselenin ehemmiyeti ortada. Çetrefilli gibi görünse de, muhtemelen bu görünüşünün sebebi Necip Fazıl’ın da dediği gibi “bizde kitaplık çapta adam yok”ta yatıyor olsa gerek. fiubat-Mart’14 • 17


OSMANLI’DA HUZUR DERSLERİ M. Semih ÖZDEMİR

D

evlet-i Âli Osman’da 1759 yılından 1924’te hilafetin ilgasına kadar, sistematik bir şekilde, ramazan ayında padişahın huzurunda yapılan tefsir derslerine “Huzur Dersleri” denirdi. Zihinlerde 1299 yılında kurulan bir devletin 1759’a kadar böyle bir uygulamada bulunmadığına dair soru oluşabilir. Sonuçta kuruluşundan itibaren Allah kelamına göre yaşamak ve yönetmek düsturunu ilke edinmiş bir devlette böyle bir uygulamanın 460 yıl gecikmeyle gerçekleşmiş olması mantığa uymamaktadır. Kuruluş yıllarından itibaren Osmanlı padişahlarının ilmi ortamı canlandırmak, kültürel gelişmeyi sağlamak, iktidarlarının çeşitli kesimlerce desteklenmesi ve hanedanın meşruiyetinin ortaya konmasını sağlamak amacıyla huzurlarında ilmi toplantılar yaptıklarını ve hatta özel hoca edinme konusuna önem verdiklerini bilmekteyiz. Özellikle Fatih Sultan Mehmed zamanın dönemin önemli İslam âlimleri payitahta davet edilmiş ve onlarla birlikte çok mühim ilmi toplantılar ve tartışmalar gerçekleştirilmiştir. Şüphesiz ki Devlet-i Âli Osman’da birçok padişah ilim sohbetleri tertip etmiş ve bizzat kendileri de bu meclislerde bulunmuştur. Fakat konumuz olan “Huzur Dersleri” bu adla ve ramazan

18 • fiubat-Mart’14

ayına mahsus bir şekilde yapılmaya başlandığında tarih 1759’u gösteriyordu. Bu tarihten evvel benzer münferit uygulamalar yapılmış fakat belli bir isim ve sistem kazanması bu tarihte başlar. Huzur derslerine örnek olabilecek ilk uygulamanın 1724 yılında III. Ahmed zamanında Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından yapıldığı bilinmektedir. Paşa devrin tanınmış alimlerini kendi sarayında toplamak suretiyle onlara bazı ayetlerin tartışmalı tefsirini yaptırmıştır. 1728 yılı Nisan ayına tekabül eden bu derslerden birine padişah III. Ahmed de katılarak başından sonuna kadar takip etmiştir. III. Mustafa’nın babasının yanında bu derslere katılması sonucu etkilenerek kendi döneminde “Huzur Dersleri”ni ihdas etmiş olması kuvvetle muhtemel görünmektedir. Mamafih bu uygulamanın sistemli olarak başlangıcı 18-29 Ramazan 1172 (15-26 Mayıs 1759)’dir. Bu tarihler arasında Cuma günü hariç her gün padişahın huzurunda dersler yapılmıştır. Bu dersler Sepetçiler Kasrı, Sarık Odası, Ağa Bahçesi, Sofa ve Divanhâne gibi Topkapı Sarayı’nın çeşitli mekanlarında gerçekleştirilmiştir. Toplantılara müzakereci olarak beş altı âlim katılmıştır. Dersler öğle ile ikindi vakitleri arasın-


da gerçekleştirilmiş, ikindi namazından sonra âlimler arasından seçilmesi, tayinlerin Şeyhülislapadişah Harem’e çekilmiştir. mın teklifi üzerine padişah tarafından yapılması, Huzur derslerinde dersi takrir eden âlime mukarrirlikte bir münhal olduğunda daha son“mukarrir”, müzakereci olan âlimlere “muha- raki meclislerin mukarrirlerinin hiyerarşik sırayla tap” denilmiştir. Bir mukarrir ve beş muhatap yükselmesi böylece son mukarrirliğe ilk meclisin ile başlayan bu derslerde zaman içerisinde çeşitbaş muhatabının seçilmesi adet olmuş. Derslerli değişiklikler olmuştur. Misalen 1767 yılı Huzur dersleri için belirlenen âlim sayısı 126 olup bun- de tefsir edilecek sure ve ayetler çok önceden lar 19 meclise taksim edilmiş ve her biri bir güne meşihata bildirilir. Şaban’ın 15’inde muhatapayrılmıştır. İçlerinden en kıdemli ve liyakatli bu- lara hazırlanmaları tembih edilirdi. Mukarrir ve lunanlar mukarrir olmuştur. Huzur derslerinin muhataplar için gizlilik esastı. Bunlar ramazanhocaları Şeyhülislam tarafından seçilmekteydi. da resmi ders günleri gelmeden özel Dersler tam bir ilmi serbestiyet içerisinde gerolarak kendi aralarında ders çekleştirilmiştir. Bir ayet okumüzakerelerinde bulunamazHuzur derslerine örnek narak onun tefsirini mukarrir lar ancak günleri gelince aleni olabilecek ilk uygulamanın gerçekleştirir, muhatapların olarak ders yapabilirlerdi. 1724 yılında III. Ahmed sorularına ve itirazlarına muMeclislerin toplantı yerlekarrir cevap verir böylece ilmi zamanında Nevşehirli rini padişah belirlerdi. Burada bir mübahase cereyan ederdi. Damat İbrahim Paşa mukarrir padişahın sağında, Ayetlerin tefsirlerinin son tarafından yapıldığı muhatapları ise mukarririn derece ağır ilerlediği, birkaç bilinmektedir. Paşa devrin yılda sadece birkaç ayetin ele yanında yarım daire şeklinde tanınmış alimlerini kendi alınabildiği bilinmektedir. Miönlerinde rahlelerle mindersarayında toplamak salen İsrâ suresi tefsiri Kasım lerde otururlardı. Her dersin suretiyle onlara bazı 1775’te başlayıp Ekim 1778’e ayetlerin tartışmalı mukarrir ve muhatapları farklı kadar sürmüş, Fetih suresinin tefsirini yaptırmıştır. 1728 olurdu. Saray halkından kadın tefsiri ise 1779-1784 yılları arayılı Nisan ayına tekabül veya erkek dersi dinlemek issında tamamlanabilmiştir. Ayeden bu derslerden birine teyenlerin padişahın tasvibinrıca Temmuz 1787’de Bakara padişah III. Ahmed de den geçmesi gerekmekteydi. suresinin tefsirine başlanılmış katılarak başından sonuna Sultan Abdülaziz döneMayıs 1791’e kadar beş yıl bokadar takip etmiştir. yunca ancak ilk otuz ayetin tefminde Dolmabahçe Sarayı’nın siri müzakere edilebilmiştir. Muayede salonunda, II. AbDerslerde ilim derecesini gösterdülhamid za- manı Yıldız Sarayı Çift Kasrı’nda mek isteyen bazı muhatapların terbiye ve edep dersler icra edilmiştir. Sultan Mehmed Reşad sınırlarını aştıkları görülmüştür. Hatta III. Selim zamanında Dolmabahçe Sarayı Zülvecheyn sodöneminde böyle bir durumda padişah dersi yafasında dersler icra edilmiştir. rıda kesmiştir. Sultan Vahdeddin ve Halife Abdülmecid devIII. Selim döneminde muhatap sayısının 7-8 kişi olduğu görünmektedir. 19.yy boyunca yapı- rinde Dolmabahçe Sarayı’nda devam eden derslan huzur derslerinde bazı prensipler belirlenmiş lerin sonuncusu 1923 Mayıs ayında yapılmıştır. ve bir teamül teşkil etmiştir. Mukarrir ve mu- 4 Mart 1924 Hilafetin ilgasıyla birlikte “Huzur hatapların İstanbul rüûsunu almış, herhangi bir Dersleri” de tarihe karışmıştır. Bu dersler 1759resmi vazifesi olmayan, İstanbul’da ikamet eden 1924 yılları arasında 165 yıl devam etmiştir. fiubat-Mart’14 • 19


OSMANLI’DA KAHVE VE KAHVEHANE KÜLTÜRÜ ÜZERİNE Zehra Betül BULUT

T

oplumu oluşturan bireylerin sonradan kazandıkları yeni alışkanlıklara bağlı olarak; kahve, tütün, nargile gibi keyif verici maddeleri, ilk başta aile ortamında kullanamayanların bir araya gelerek grup halinde tüketmeye başlamalarıyla ortaya çıktığı düşünülen kurumlardan biri kahvehanelerdir. Kimi kesimler için ömür boyu süren enformel eğitim kaynağı bir kurum olan kahvehaneler, diğer bazı gruplar içinse örgün-yaygın eğitimin önünü tıkayan bir organizasyon olarak algılanabilir. Kahvehanelerin, ortaya çıktığı dönemden günümüze kadar çok farklı hizmet, rol ve fonksiyon üstlenmiş oldukları söylenebilir. İlk dönem kahvehanelerinin tüm baskılara rağmen ilgi çekmiş olmasının; insanların toplanarak bir araya gelmesini sağlayan cami, tekke vb. mekânlara alternatif bir konumda bulunmasından dolayı olduğu ileri sürülebilir. Çok kesin bir ayrım olmasa da, kahvehanelerin ortaya çıktığı ve yaygınlaştığı dönemde kahvehane müdavimlerinin, konservatif olmayan halk kesimlerinden geldiği, özellikle İslam’ın heterodoks yorumunu tercih eden bireylerin çoğunluğu oluşturduğu söylenebilir. Ortodoks İslam’ı sembolize eden, dini bütün çevreden yetişen birey ve grupların ise, kahvehanenin ortaya çıktığı ilk

20 • fiubat-Mart’14

dönemlerde, daha çok tekke ve zaviyeleri tercih etmiş oldukları söylenebilir. Osmanlı kahve ve kahvehane kültürü ile, tekkezaviye-kıraathane müesseseleri hakkında genel bir malumat vermek amacıyla hazırlanmış bu çalışma çok küçük de olsa kültürümüzü tanıtmak adına bir katkı olarak değerlendirilirse payidar oluruz...

Kahve ve Kahvehane Üzerine Kahve ve kahvehane üzerine yapılan incelemelerin gösterdiği gibi kahveyi tabiri caizse keşfeden kimsenin Habeşistanlı bir Arap olduğu ifade edilmektedir. Hızlı bir yayılma gösteren kahvenin, 1517’lerde İstanbul’da içildiğine dair kayıtlar bulunmaktadır. Tarihçi Solakzade’ye göre ise kahve,


1519’da İstanbul’a gelmiştir. Kahve İstanbul’a Müslüman tüccarlar vasıtasıyla; Yemen, Cidde, Kahire ve İskenderiye kentlerinden geçerek ulaşmıştır. İskenderiye’den deniz yoluyla İstanbul’a gelen kahve, daha çok büyük depoların bulunduğu Eminönü’nden tüm İstanbul’a dağıtılmaktadır (Yıldız, 2007). Kahvenin ortaya çıktığı dönemlerden beri, kahve ticaretinde en önde gelenler Mısırlı tüccarlar olmuştur. Bunlar; kahveyi Yemen’den Cidde’ye getirir, buradan Kahire ve İskenderiye’ye ulaştırırlardı. Osmanlı Devleti’nde kahve ticaretinin gelişimine göz attığımızda bu iş ile uğraşan iki tür esnaf olduğunu görüyoruz. Bunlardan birisi kahve işleten kişilerdir (esnaf-ı tüccar-ı kahveciyan). Diğeri ise, kahve satan (esnaf-ı kahve satıcıyan) kişilerdir. İstanbul’da, 1600’lü yıllarda kahvehane sayısı 70, işleten kimse sayısı 100’dür. Aynı tarihlerde kahve satan dükkân sayısı 300, çalışan kimse sayısı ise 500’dür. Evliya Çelebi, devrinde İstanbul’da 55 kahvehane bulunduğunu, buralarda 200 kişi çalıştığını, kahve satan dükkânların (depo) sayısının ise 300 civarında olduğunu belirtir. Evliya Çelebi bu tarihlerde Bursa’da 75 kahvehane bulunduğunu dile getirir. Kahve satıcılarının sayısının kahvehane işletenlere göre fazla olması, kahvehanelerin tam olarak yaygınlaşamaması ve kahvenin evde tüketilmek için satın alınmasıyla açıklanabilir. Bununla beraber Osmanlı’da kahveyi kavurup dibeklerde öğüten ve satışa sunan ilk kişi Kurukahveci Mehmet Efendi’dir. *** Kahvehaneler, genel olarak; yerleşik, açık hava, seyyar biçiminde bir ayrıma tabi tutulurken, fonksiyonlarına göre ise; çalgılı, temaşa sanatına yer veren, semai, meslek erbabının yer aldığı, edebiyat mahfili durumunda olan biçiminde sınıflandırılmaktadır (Yıldız, 2007,42). Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi’ne göre ise; hamal, kayıkçı, tellak, üdeba, şuara, ulema, yeniçeri, tulumbacı, damacı, tiryaki kahvehaneleri biçiminde bir ayrım bulunmaktadır (Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi,1982,c.5,105). Bu sınıflandırmalardan yola çıkarak kahvehane türlerine kısaca değinecek olursak; Açık yazlık kahveler genelde liman çevresinde bulunurlar. Esnaf kahvehaneleri ise, ticare-

tin canlı olduğu Haliç kıyısı boyunca Eminönü ile Ayvansaray arasındaki ticari hanların bulunduğu yerlerde, Beyazıt’ta ve Aksaray’da açılmıştır. Tulumbacı kahvehanelerinin en meşhurları Galata, Defterdar, Çeşmemeydanı, Beyazıt’tadır. Yeniçeri kahvehanelerine gelince bunlar, 1650’li yıllardan sonra görülmeye başlanmıştır. Bu kahvehanelerin; “ocak” kurallarının olması yönüyle askeri, Bektaşilikle özdeşleşmesi yönüyle dinsel, “devlet sohbeti” denen muhalif düşünce ve öfkelerin dile getirilmesiyle siyasal, açılmasıyla ilgili bazı geleneksel törenlerin yapılması yönüyle de folklorik işlevi olmuştur. İmaret kahvehanelerine baktığımızda, bunların daha çok camilere yakın yerlerde bulunduğunu görüyoruz. Buralarda; Hamzaname, Battal Gazi vb. kitaplar okunmuştur. Bu kahvehaneler de daha sonra “kıraathane” adını almıştır. Ayrıca, Karagöz, ortaoyunu, hokkabaz vb. oyunların ilk kez oynandığı yerler bu kahvehanelerdir. Esrarkeş (esrar) kahvehaneleri, İstanbul’da daha çok Tahtakale, Silivrikapı, Mevlevihanekapı ve İshakpaşa civarında bulunmaktaydılar. Tiryaki kahvehaneleri, irfan sahibi olanların gittikleri kahvehanelerdir. Bu tür kahvehanelerde, lüle ve nargile içmek oldukça yaygındır. Meddah kahvehaneleri özellikle ramazan ayı ve bayramda faaliyet göstermişlerdir. Semai kahvehanelerinin diğer adı çalgıcı kahvehaneleridir. Buralarda daha çok “ayaklı maniler” söylenmektedir. Semai kahvehaneleri daha çok tulumbacılar tarafından işletilmiştir. En belirgin özelliği, klasik kahvehane oturma düzeninde değil de, tümüyle tiyatrovari bir düzende olmasıdır. Bunlar, yeniçeri kahvehanelerinin bir uzantısı olafiubat-Mart’14 • 21


kaynaşmalarında da önemli bir fonksiyon üstlendikleri görülmektedir. Bu yönüyle toplumsal bütünleşme sağlamada, kahvehanelerin önemli bir “ajan”, bir aracı olarak nitelendirilmesi söz konusudur diyebiliriz.

Tekke

rak da ele alınabilir. Buralar müzik icra etmek açısından önemli bir mekân olarak ele alınmaktadır. Seyyar kahvehanelerin baktığımızda ise bunlar için bir mekân bulunmadığını görüyoruz. Bunlar daha çok, kahvehanelere ulaşımın zor olduğu yerlerde halka kahve sunmak amaçlı faaliyet göstermişlerdir. Son olarak değineceğimiz koltuk kahvehaneleri ise, kahve ve kahvehanenin yasaklandığı dönemlerde, çıkmaz sokaklarda açılan kahvehanelerdir. Kahvenin gizli olarak el altından satışının yapılmasından ötürü böyle bir isim almışlardır (Yıldız,2007,42-46). Aktaş’ın (1997, 212-249) İstanbul kahvehaneleri için yaptığı sınıflandırma ise şu şekildedir; semai kahvehaneleri, çalgılı kahvehaneler, halk temaşasına sahne olan kahvehaneler, edebiyat mahfili durumunda olan kıraathaneler, kahvehane ve çaycı dükkânları, çaycı dükkânları, bazı meslek erbabının toplantı mahalli olan kahvehaneler, diğer kahvehaneler. Kahve ve kahvehane kültürünün oluşmaya başladığı bu ilk dönemin, gerek halk, gerek erkân-ı devlet arasında kahvenin çok hızlı bir şekilde yayıldığını görüyoruz. Kahve içilen mekanlarda yapılan sohbetler, okunan kitaplar, alınan kararlar önemli birer iletişim vasıtası haline dönüşmüş ve “kahve” yalnızca bir içecek olmaktan çok daha derin bir mana yüklenmiş durumdadır. Bu dönemde kahvelerin önemli fonksiyonlarından birisi, farklı dinden ve ırktan insanların bir araya gelmesine olanak sağlamasıdır. Mısır’da Mağribiler, Araplar, Hıristiyanlar ve Yahudiler aynı kahvede bir araya gelmektedirler. Ayrıca kahvehanelerin, İstanbul’un fethinden sonra buraya yerleştirilen toplulukların 22 • fiubat-Mart’14

Tanım: Tarikattan olanların barındıkları, ibadet ve tören yaptıkları yer, dergâh (TDK Büyük Türkçe Sözlük). Tekkeler, tasavvuf düşüncesinin anlayış ve terbiyesinin derinleştirildiği, halka takdim edildiği yerlerdir. İslam kültür tarihinde önemli yeri bulunan tekke, İslam ülkelerinde tarikat mensuplarının oturup kalkmalarına, zikr ve ibadet etmelerine mahsus bir müessese olup, Farsça “tekye” kelimesinden gelmektedir ki çoğulu “tekâya”dır. Tekkelerin, Müslüman toplumların ekonomik ve sosyal yapısının teşekkülüne önemli katkıları olmuştur. Eski zamanlarda tekkeler; edebiyat, musiki, tarih ocakları vazifesi görürlerdi. Hayatın zorluklarından bir nebze olsun sıyrılmak ihtiyacındaki kimseler tekkelerde ruhlarını huzura kavuşturmak isterler, burada yeniden canlanırlardı. Mutasavvıflarca ilk tekkenin, Ebu’l Kasım el-Kûfi tarafından 8. yüzyılda, Şam yakınlarındaki Remle’de kurulduğu kabul edilmektedir. Tarih boyunca tekkelerin icra ettikleri önemli fonksiyonları şu şekilde özetleyebiliriz; 1. Tekkeler, özellikle kuruluş yıllarında şeyhler tarafından seçilen yerlerde kuruluyorlardı. Böylece etraflarındaki insanların mânevî ihtiyaçlarını temin ederek, bölgelerinin insanlarına sahip çıkıyorlardı. 2. Bilhassa Osmanlı’larda, tekke ve zâviyelerin bir kısmı devlet tarafından; dağlarda, boğazlarda, geçitlerde emniyeti sağlamak amacıyla yolculuk ve ulaşım için tehlikeli olan yerlerde tesis ediliyordu. 3. Oturma merkezlerinde (meskûn mahal) kurulan tekkelerin gördüğü önemli hizmetlerden biri de kültür iletişiminin, halk arasındaki birlik ve sıhhatli bir haberleşmenin sağlanması idi. 4. Tekke ve zaviyelerin daha çok telkin ve irşad yöntemleriyle ruh ve sinir hastalıkları için tedavi merkezi olarak da kullanıldığı elimizdeki bilgiler arasındadır.


Zaviye Tanım: Köşe, bucak, evin bir odası. Tarikat faaliyetlerinin yürütüldüğü küçük yapı. Küçük tekke. Zaviyeler kuruluşlarından itibaren çok yönlü hizmet veren, her türlü faaliyetin yapıldığı eğitim ve kültür çevreleridir. Büyük yerleşim alanlarının yanı sıra köy, kasaba ve dağ başlarında kurulmuşlardır. Bu yönüyle zaviyeler için ticaret kervanlarının konağı olma görevi üstlenmiş olduklarını da söyleyebiliriz. Ayrıca eğitim ve öğretim kurumu olabilecek şekilde düzenlenmiş, bölümlendirilmişlerdir. Zaviyelerde görev yapan şeyhlere zaviyedâr, buralarda oturan dervişlere zaviyenişîn denirdi. Tarikatların yayılmasına paralel olarak, tarikat ilyelerinin toplandığı ve görevlerini yerine getirdiği merkezî yapılar da yayıldı: Bu yapılar tekke, dergâh, asitane, hankâh, zaviye gibi çeşitli isimlerle anıldı. Tarikatların merkez tekkelerine genellikle asitane ya da hankâh deniyordu. Tekkelere göre daha küçük olan tarikat yapılarına zaviye adı verildi.

Kahvehane İslam dünyası 15. yüzyıl itibariyle kahve ile tanışmıştır. Kahvenin Osmanlı’ya ticari anlamda girişi ise 1517’de Mısır’ın fethini müteakiben gerçekleşmiştir. 1519’da ise kahvenin ilk kez İstanbul’a girdiğini görülmektedir. Bu tarihten sonra kahve ticareti gittikçe artmıştır. Kahve, tüccarlar tarafından İstanbul’a, Edirne’ye, Bursa’ya getirilmiştir. Fakat o zamanlarda kahve sadece toplumun üst tabakası tarafından tüketilmektedir. Zamanla alt tabakanın da gittikçe bir kahve kültürünün oluştuğu gözlenmiştir. Anlaşılacağı üzere ticaret, kahvenin yaygınlaşmasındaki başlıca etkenlerdendir. Kahvenin yayılmasındaki diğer ektenler ise dervişler ve askerler olmuştur. 1554-1555 yıllarında, Kanuni Dönemi’nde yani, ilk kahvehane Tahtakale’de Hakem ve Şems adlı iki kişi tarafından açılmıştır. Sosyalleşme anlamında toplumda önemli bir yere sahip olan kahvehaneler, aynı zamanda birer eğlence mekânı olmuştur. Bazı kahvelerde dama, satranç oynanır; bazılarında ise Karagöz oynatılırdı. Kahvehaneler yeni buluşma mekânları olarak, toplumsal ilişkilerde başkalaşma yarattı. Bunlar-

dan en önemlisi kuşkusuz değişik kökenlerden insanları bir araya getirmesi ile toplumdaki farklılıkları, yabancılaşmayı azaltmasıdır. Böylece fikir alışverişinin sağlanabileceği bir ortam oluşmuştur. Özellikle şehir kahvehanelerinde zamanla fikir, edebiyat, siyaset tartışmaları yapılmaya başlanmış; forumlar oluşmuştur. Bunlarla beraber kahvehaneler, gayrı meşru ortam oluşturma açısından oldukça müsait olması hasebiyle toplumun bazı kesiminin tepkisini toplamış, devletin kahvehanelere temkinli yaklaşımı söz konusu olmuştur. Çünkü buralarda uyuşturucu gibi birçok gayrı meşru işler rahatlıkla yürütülebilmektedir.

Kıraathane Tanım: Müşterilerinin okumaları için gazete ve dergi bulunduran geniş, temiz ve iyi döşenmiş kahvehane. Arapça “okumak” anlamındaki “kıraat” ile “hane” (mekân, yer) kelimelerinden türetilmiş olan kıraathane; kitap, mecmua, gazete okunan bir mekân olmanın yanı sıra hoş sohbetlere, sıcak dostluklara da mekân olmuş temiz, iyi döşeli kahvehanelerdir. Hülasa-i kelama gelince diyebiliriz ki kahvehane-kıraathane-tekke zaviye müesseseleri gerek Osmanlı devlet erkanı gerek o devrin tebaası için büyük bir kıymet ve önem arz eden itibar sahibi kurumlardır. Bunca itibar, bu kurumların görünmez bir toparlayıcı, cem edici, birleştirici özelliği bulunmasından ileri gelmektedir. Yapılan araştırmalar da gösteriyor ki bilhassa kahvehaneler üzerine yerli yabancı birçok kesim tarafından araştırmalar yapılmış, kimi zaman haklı kimi zaman haksız itham ve tespitlerle bu müesseseler üzerinde durulmuştur. Bu küçük çaplı araştırma da kültürümüzün mühim bir parçası olan kahvehane-kıraathane-tekke zaviyeler hakkında oldukça genel bir malumat vermek idi. Umulur ki müstefid oluna... KAYNAKÇA AKTAŞ, Şerif (1997); Ahmet Rasim’in Eserlerinde İstanbul, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara. FAROQHİ, Suraiya (2008);Osmanlı Kültürü ve Gündelik Yaşam Ortaçağdan 20.Yüzyıla, Tarih Vakfı Yayınları, İstanbul. KARA, Mustafa (1999);Tekke ve Zaviyeler, Dergah Yayınları, İstanbul. YILDIZ, Cengiz(2007); Kahvehane Kültürü, Beyan Yayınları, İstanbul.

fiubat-Mart’14 • 23




Basından Yansıyanlar 17 Aralık- 25 Aralık Operasyonları Yalçın Akdoğan - 3 Ocak 2014 – Star

Dr. Burhanettın Duran - 28 Aralık 2013-Star

Küresel tezgahın zavallı piyonları

Gülen Cemaati ve Sünni kodların kaybı

ertip ve tezgah o boyutlara geldi ki, Türkiye’nin topyekün kaybetmesi hiç umursanmadı. Nasıl Mısır darbesiyle bir ülkenin tüm imkanları heba edildi ve ülke kaosa sürüklendiyse, AK Parti’nin gitmesi uğruna Türkiye’nin çökmesi göze alındı. Küresel güçlerin ‘bu iş bitecek’ talimatını yerine getiren yerli işbirlikçileri gözünü karartarak kirli bir savaş başlattılar. Hiçbir kutsalın tanınmadığı bu süreç, hükümetten bir şey götürmedi ama yapanların gerçek yüzünü ortaya çıkardı. Son olaylarda hükümetin meşruiyeti ve güvenirliliği zedelenmemiştir, tam aksine hükümete tertip kuranların tüm güvenilirlikleri ortadan kalkmış, büyük bir toplumsal şüphe ve tepki oluşmuştur. ***

ürkiye’deki İslami Hareket son on yılda büyük bir metamorfozdan geçiyor. Milli Görüş Hareketinden kendisini ayrıştıran iki İslami aktör (AK Parti ve Gülen Cemaati) 2000’li yıllarda Kemalist baskıcı/güvenlikleştirici laik rejimi dönüştürmede önemli bir başarı elde ettiler. Yeni Türkiye’nin nasıl olacağı hakkında farklı vizyonlara sahip bu iki aktörün arasında yaşanan siyasi mücadele sırasında üretilen dini söylemler ve pratikler önümüzdeki dönemde laiklik tartışmalarını belirleyecektir. Cemaate yöneltilen “dindarlık kisvesi altında taşeron olma ve vatana ihanet” suçlamaları Türkiye’de İslami hareketin aktörlerinin iktidarı elde ettiklerinde ülkeye vurdukları rengin sadece İslamlaşma olmadığını göstermektedir. Tebarüz eden şey İslamlaşmanın sınırlarıdır. Farklı İslamlaşma algılarının kapışmasıdır. Bölgedeki rakip teo-politik söylemlere (Şiicilik ve Vahhabilik) benzer bir şekilde ülke içinde yeni teo-politik bir dilin temayüz etmesidir. Yine, bu kapışmanın zihinlere getirdiği şey yeni bir laiklik tanımına İslami hareketin unsurlarının önemli katkılar yapmakta olduğudur. Devletin belirli bir ideolojik/dini grup tarafından ele geçirilmesinin kabul edilemezliği gittikçe öne çıkmaktadır. Gülen Cemaati de Sünni kodlardan ayrıldıkça diğer İslami gruplardan uzaklaşacak ve yalnızlaşacaktır. Ülke menfaatlerine aykırı hareket etmek ve uluslararası bir ittifaka katılmakla suçlanmaya devam edecektir. Önümüzdeki dönemde, İslami cemaatler, sivil alana yönelmeleri ve başarı kriterlerini bu çerçevede yeniden gözden geçirmeleri gerektiğini vurgulayan söylemlerle daha sık karşılaşılacaktır.

T

Markar Esayan - 1 Ocak 2014 – Y. Şafak

Erdoğan nasıl ‘diktatör’ oldu

E

rdoğan’ın Kürt ve PKK sorununun çözümünde geri çekildiğinde kahraman, adım attığında diktatör olmasının çelişkisi, Çözüm Süreci üzerinden cereyan eden mücadelenin bir ürünüdür. 11 yıldır ittifaklar değişse de, Erdoğan yavaş çekim bir darbenin hedefidir. Bu Erdoğan’ı hatasız kılmaz; ama entelektüel namus bu gerçeği görmeyi gerektirir. ***

26 • fiubat-Mart’14

T


Yusuf Kaplan - 22 Aralık 2013 – Yeni Şafak

TARİH SİZİ ASLÂ AFFETMEYECEK!

S

öylemek bile saçma: Yolsuzluk, kul hakkı yemek gibi şeyler, aslâ kabul edilebilecek şeyler değildir. Bu sütunun sürekli okuyucuları, bu yolsuzluklar konusunda, ne kadar ağır, ne kadar sert yazılar yazdığımı, ‘Tanrı’yı kıyamete zorlamayın!’ dediğimi iyi bilirler. Ne olursa olsun, yolsuzlukların üzerine en sert şekilde gidilmelidir! Ama milletin zekasıyla alay etmeyin, milleti aptal yerine koymayın lütfen! Türkiye’nin gelecek on yılının belirleneceği, İslâm dünyasının mazlum ve masum halklarının önündeki prangaların birer birer kırılacağı tarihî üç önemli seçim arefesinde, yolsuzluk numarasıyla arkadan saplanan hançer, aslâ kabul edilemez! Bir yandan vargücünüzle saldırıyorsunuz, kirli ittifaklar yapıyorsunuz, son derece çirkin oyunlara başvuruyorsunuz; öte yandan da utanmadan, sıkılmadan, ‘bu operasyonun arkasında biz yokuz’ açıklamalarını nasıl yapabiliyorsunuz? Bu operasyon başarıya ulaşırsa, tarih sizi aslâ affetmeyecektir, bunu bilin! Ve bu ümmet, yarın, sizin yakanıza yapışacaktır! Bunu da bir yere kaydedin! ***

Deniz Ülke Arıboğan - 2 Ocak 2014 (www.denizulkearibogan.net/)

Yeni Bir Yol !

B

ugün ortaya çıkan durum sadece yolsuzluk soruşturması ya da cemaat hükümet çatışması değildir.Uluslararası bir siyasi dalga şiddetle kıyılarımıza vurmuştur. Yolsuzluk siyasi bir araçtır ama aynı zamanda bir gerçekliktir. Üstelik bununla mücadele için tercih edilen hukuku yeniden

yorumlama stratejisi yeni suçlar yaratmaktadır. O bakımdan konunun uluslararası siyasi perspektiften ele alınması elzemdir. Bu noktada şunu söyleyebiliriz. Kuyuyu daha da derinleştirmeden siyasi yol haritası çizilmesi şart gibi duruyor. İç ittifakların tazelenmesi, dış politikada hızla çok merkezli bir diplomatik uzlaşma hareketine girişilmesi gerekiyor. AKP laikleşmek, liberalleşmek, yumuşamak ve Türkiye’nin Müslüman Kardeşleri rolünden sıyrılmak durumunda. Aksi halde Türkiye’nin Mısırlaşması ihtimali varve böyle bir çatışma hali bölünme riskini de taşıyor. Kızgınlık ve öfke hali sorunları çözmek bir yana daha da derinleştiriyor.Aklı selim bu hastalığın tek ilacı. Kuyu çok derin değil aslında, lakin ipimiz kısa. ***

Hüseyin Gülerce - 3 Aralık 2014 – Zaman

Sonunda ne olur?

A

llah’tan gelene ferman diye bakar, boynumuzu bükeriz. Ancak ülkemiz zarar görecek, insanımız zarar görecek, Müslümanlığımız yaralanacak, itibar kayıpları yaşanacak. Bir de mütedeyyin kitle arasında bugüne kadar, Selçuklu’dan beri, Osmanlı’dan beri hiç yaşanmamış ayrılık yaraları açılacak. Şimdi imtihanın büyüğü başlıyor. Mümin duruşlarımızı, dualarımızı terk etmeden sadece hukukun üstünlüğünü talep etmeliyiz. Daha önce defalarca belirtildi. Devlet içinde seçilmiş iradeye, halkın yetki verdiği sivil otoriteye kafa tutan, başka yerden talimat alan varsa belgeleri ortaya konularak hukuk dairesinde mutlaka işlem yapılmalıdır. Adaletin önü açılmalı ve onlardan hesap sorulmalıdır. Ama bu yapılırken işi cadı avına dönüştürerek, koskoca bir camiayı, ömürlerini hayır ve iyilik yolunda tüketen milyonlarca insanı zan altında bırakmak, hedef göstermek siyaseten bir intihar, hukuken bir katliam olur. *** fiubat-Mart’14 • 27


Prof. Dr. Burhanettin Can - 3 Ocak 2014 – Milli Gazete

Taksim Kadife Darbesi’nin 3. Aşaması - 2: Polis-YargıSiyasi İktidar ve Rüşvet-Yolsuzluk Denklemi

“Sonuç: Uyanın! Aynı Gemideyiz”

T

aksim Kadife darbesinin ana amacı, büyüyen ve güçlenen Türkiye’yi içine hapsetmek ve bunun için de kaos meydana getirmektir. Hedef Başbakandır, siyası iktidardır. Ancak böyle bir amacın var olması, siyasi iktidarı itibarsızlaştırmak amacıyla yapılan “rüşvet ve yolsuzluk operasyonu” ile ilgili iddiaları yok varsaymamızı, üzerini örtmemizi gerekli kılamaz/ kılmamalıdır. Polis-yargı denkleminde oluşan yapıyı dağıtmak, meselenin çözüldüğü anlamına gelmemelidir. Bu operasyon, siyasi iktidarı devirmek isteyenlere karşı yapılan yerinde bir karşı hamledir. Ancak bu, iddia edilen rüşvet ve yolsuzluk olaylarını yok saymak şeklinde anlaşılmamalıdır. Aksi durum, daha da tehlikeli bir şekilde, rüşvet ve yolsuzluk iddialarının doğru olduğu kanaatini kuvvetlendirebilir. Ayrıca, rüşvet ve yolsuzluk operasyonunu yapan gücün elinde, çok daha fazla malzemenin var olduğunu ya da üretildiğini unutmamak gerekir. O nedenle Başbakan Erdoğan, rüşvet ve yolsuzlukların üzerine doğrudan gitmeli, eğer bir yolsuzluk çetesi varsa, onları teşhir edip yargının önüne çıkarmalıdır. Aksi takdirde sosyal medyada doğru olup olmadığı bilinmeyen malzemelerle yapılacak olan psikolojik harekât, çok daha büyük ve derin yaralar açacaktır. Siyasi iktidar daha çok kirlenecek ve itibar kaybına uğrayacaktır. Bu nedenle siyaseti, ülkeyi ve devleti temizleyecek operasyonların yapılması şarttır, elzemdir. ***

Kenan Alpay - 2 Ocak 2014-Yeni Akit

İp İnceldiği Yerden Kopsun!

M

esele şu: FG Cemaati hem Türkiye’de hem de küresel çapta bir iktidar mücadelesi veriyor. Kendilerine uygun gördükleri ve başka türlüsünü zinhar reddettikleri “hizmet” veya “cemaat/ camia” gibi statü ve sıfatlar propagandaya yö-

28 • fiubat-Mart’14

nelik bir çalışmadan hatta markadan ibarettir. FG Cemaati siyasette, ekonomide, diplomaside, yargıda, emniyette, kültürde hatta din anlayışında da eğitimde olduğu gibi rakipsiz yani tekel olmak istiyor. Engel olanları zamanı geldikçe tasfiye etmek üzere kimi usulüne uygun kimi de hepten usulsüz yöntemlerle tasfiye etmeye girişiyor. Kriz Hükümetin kapısını bu sebeple şimdi çaldı. ***

Ruşen Çakır - 28 Aralık 2013-Vatan

Bu savaşta taraf tutmak zorunda mıyız?

D

emokrasi ve şeffaflığı savunan birisi olarak, şeffaflıktan uzak olan Cemaat’e, milli iradeden kastı çoğulcu demokrasi olmayan hükümete (dolayısıyla Erdoğan’a) kayıtsız şartsız destek vermeyi hiç düşünmedim, bundan sonra da düşüneceğimi sanmıyorum. Son söz: Eğer Gülen cemaatinin sivil kanadı, gizli-kapaklı işler çeviren sivil olmayan kanadı etkisizleştirir ve sahici bir sivil toplum hareketini inşa ederse; AKP de çoğunlukçu/dayatmacı anlayıştan uzaklaşıp çoğulcu/katılımcı demokrasinin önündeki engelleri kaldırırsa bu ülke için hayırlı olur. ***

Ahmet Taşgetiren - 1 Ocak 2014- Star

2014’ün gündemi: Yargıdaki odaklaşma

S

avcılar, yargıçlar, Yargıtay, Danıştay ve HSYK... Bir netwörk (ağ, şebeke irtibatı) içinde hareket eden bir yapılanmaya maruz ise, ve bu yapılanma, Emniyet’te de bağlantılar oluşturmuşsa, böyle bir yapılanmanın yürüteceği operasyonun bir “Yargı operasyonu” olamayacağı açıktır. Böyle bir yapı aslında, bir operasyona tabi tutulmak zorundadır. Çünkü böyle bir yapıdan adalet çıkmaz. Bu, başka bir vesayet türüdür.


DENEME

SEN HANGİ TARAFTASIN? FATİH RAZİ Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla... intliler, bir fili halka tanıtmak için getirip karanlık bir mekana kapattılar. Hayvanı görmek için o karanlık yere bir hayli adam toplandı. File ellerini sürmelerini ve bunun ne olduğunu söylemelerini istediler. Birisi eline hortumunu geçirdi; Fil bir oluğa benziyor, dedi. Başka biri filin kulağını yakaladı; Fil, yelpaze gibi bir hayvan, dedi. Filin ayağını yakalayan ise; Fil bir sütuna benziyor, dedi. Bir başkası da sırtına dokunmuştu; Fil, taht gibi, dedi. Herkes filin neresine dokunduysa ona göre anlatmaya başladı. “Herkesin elinde bir mum olsaydı, sözlerinde de aykırılık olmazdı.”Günümüzde o kadar çok olay yaşanıyor ki; anlamak, yorumlamak, ibret almak ve ders çıkartmak ne mümkün. Bir gündem bitmeden diğer gündem, o bitmeden bir diğeri... Yetişe bilene helal olsun. Ortadoğu’daki devrimler, darbeler, Müslümanların mazlum duruma düşmesi, mezhep çatışmaları, ölümler vesaire... Şimdi bir de Türkiye! İktidar muhalefet kavgalarını özler olduk! Hükümet ile Gülen hareketinin kavgası halkı ikiye bölmüş durumda! Türkiye halkı gündeme dair o kadar çok şey biliyor ki... Gelişi güzel yorumlar, eleştiriler yapabiliyor. Ama kimse eline bir mum alıp olayları aydınlatmayı gerçekleri görmeyi istemiyor. Herkesin sadece çenesi çalışıyor. Görmek istediği neyse onu görüyor ve gösteriyor. Maalesef bu durumdan en çok yine Müslümanlar etkilenecek ve etkileniyorlar. Bir tarafta (İslamcı) Hükümet! Diğer tarafta Gülen hareketi! Hodri Meydan! Ölümlerin sıradanlaştığı, alimlerin idam edildiği, Müslümanların arasına mezhepçilik taassubunun sokulmaya çalışıldığı, uyuşturucunun her mahallede olduğu, gençlerin kimliksiz yaşayabildiği, ailesinden, çevresinden ve en önemlisi kendisinden uzaklaştığı böylesi bir zamanda bir de siz çıktınız. Müslümanların kendi gündemlerini oluşturması gerekirken, şimdi gündemlerini birileri belirlemiş durumda. Hatta belirlemekle kalınmamış, taraf seçmeleri farz olmuş gibi hissettirmeye çalışıyorlar. Gencinden yaşlısına tek gündemleri; ‘’Hükümet mi? Gülen hareketi mi?’’ sorusu. Hani bir laf var ya, soru yanlış ise doğru cevap bulunmaz. Ya da, herkesin verdiği cevap doğru olur, şeklinde... Soru; Gülen hareketi mi? Hükümet mi? Soru bu olunca haliyle benim tercihim sorunu doğru sor cevap vereyim şeklinde olacaktır. Bu soru aynı zamanda bir kimlik sorusudur!

H

- Unutulmaması gereken ise, ancak değişken kimlikliler taraf seçerler. Hamd olsun benim kimliğim bellidir. Benim kimliğim Müslüman kimliğidir. Dün, ne sağcıyım ne solcu, diye slogan atmadığımız gibi; bugün de, Ne Cemaatim Ne de Hükümet, diyebilmektedir. (Rabbim sabit kılsın ayaklarımızı kendi dini üzerine.) Maalesef yanlış sorular yanlış gündemler yine Müslümanları etkileyecektir. Batı her zamanki gibi bu olaydan pastasını yiyecek ve Müslümanlar yine avuçlarını yalayacaklardır. Biraz acımasız oldu sanırım ama durum bu! Sahi, nereye bu gidiş? Bu kavgalar daha nereye kadar devam edecek? Sözgelimi, Amerika-İsrail birbirlerine düşmüş olsa, savaşsalar... “Aaa ne olacak şimdi!” demem, sevinirim; çünkü ikisinin de netice itibarı ile hedefi ve dini bellidir. Ama kendilerini Müslüman olarak tanımlayan iki grup varsa, bu konu tüm Müslümanları yani beni de ilgilendirir. Takım tutar gibi parti ve cemaatleri tutmaya getirdiyseniz işi sonuçlarına katlanacaksınız! Sonuçlarda şike, hırsızlık, kaset, hapis, makam, kan ve can gibi ağır bedeller ödeyebilirsiniz. Eğer bunlara hazırsanız devam edin danışıklı dövüş yapmaya. Ama sakın bu sürece Müslümanlığı karıştırmayın. İslam’dan, peygamberlerden örneklik getirmeyin! Ayetleri hadisleri yarıştırmayın. Adam gibi savunun demokrasinizi. Adam gibi savunun hareketinizi. Lüks mekanlarda deri koltuklarda yapın kavganızı. Önceden yaptığınız gibi bize (Müslümanlara), halka karışmayın; karıştırmayın bu işleri. Halledin meselenizi veyahut dertlerinizi. Müslümanlar! Zaman akıp giderken zamana ait olmayın, zamana yine diyerek devam etmeyin. Yenileyerek yaşayın zamanınızı. Gündemin nesnesi değil, öznesi olun. Kendi gündeminizi halledin öncelikli olarak. Unutmayın size unutturulmak istenilen asıl gündemi. Heba etmeyin gününüzü ve gündeminizi. Her şerde vardır bir hayır demekle sıyrılmayın işin içinden. Rabbim hakkı hak bilip hakka yönelmeyi, batılı batıl bilip ondan uzaklaşmamızı nasip etsin (amin). Dilinizin ilk sözü Allah olsun. Kaleminizin ilk yazısı Besmele olsun. Gündeminden Allah’ı düşürmeyenlere selam olsun! Nereden bakılması gerekiyorsa oradan bakmayı unutmayın. Selametle... fiubat-Mart’14 • 29


GÜNDEM

“Geregi Düşünüldü” Faili Aynı 2 Farklı Hikâye BURAK KALPAKLIOĞLU

T

ürkiye’de gündem şu sıralar çok sıcak. Herkes kulağını parti ile cemaat arasındaki kavgaya dikmiş durumda. Çayocağında, sokakta, otobüste herkes bu meseleyi konuşuyor; bu mesele üstüne kafa yoruyor. Türkiye açısından önemini hiçbir zaman yadsıyamayacağımız bu mesele ile toplumun epey politize olduğu bir vasatta bazı şeylerin de üstü örtülüyor maalesef. Son bir buçuk ayda herkes bu gündeme odaklanmışken yargı tarafından Yakup Köse ve Uludere davalarına dair skandal kararlar verildi. 28 Şubattan önce 14 yaşındayken cezaevine giren ve 10 yıl hapiste kalan Yakup Köse’ye isnat edilen suçlama oldukça mesnetsiz. 2000 yılında cezaevlerindeki Müslüman mahkumlara yönelik yapılan Yakup Köse’nin arkadaşı Hasan Meriç’in şehid olduğu ve onlarca Müslüman mahkumun yaralandığı Noel Baba operasyonunda askere karşı isyan ve yangın çıkarma iddasıyla yargılanıyordu 28 30 • fiubat-Mart’14

Şubatın en küçük mağduru Yakup Köse. 25 Aralıkta da kendisi için istenen hapis cezası onandı. Yakup Köse 14 yaşındayken Kafkas mücahidlerine destek eyleminde yaptığı Kafkas mücahidlerinin selamından ötürü İbda-C örgütüne üyelikten ve anayasayı yıkmak suçundan idam cezası ile yargılanıyordu. Yakup Köse “Bir çocuğun gözünden 28 şubat Notları” kitabında polislerin ilk sorgusunu şöyle anlatıyor: -İbda-C nedir ? -O ne abi ? -Oğlum üye olmuşsun, cihad ediyormuşsun, gösterilere gitmişsin, eylem yapmışsın! -Abi ben gösteriyi biliyorum da o biraz önce söylediğiniz, üye olduğum şeyi anlayamadım. -Nasıl bilmiyorsun lan? İnsan üyesi olduğu şeyi bilmez mi?


-Abi ben okuldan Refah Parti’sine gidiyordum, Mehmet ve Selami abilerle. Onu mu diyorsunuz? - Sen şimdi biz sana ne dersek evet diyeceksin. Burada da birkaç gün bizle kalacaksın. Sonra seni ailene göndereceğiz olur mu? - Tamam abi. Henüz 14 yaşındaki Yakup kendisine yapılan suçlamaları (aslında ne ile suçlandığının da farkında değildi ilk zamanlar) kabul etmek zorunda kalmıştı. Eğer her söylenilene evet derse bırakılacağı sözü verilmişti çünkü ona. Daha İbda-C nedir Salih Mirzabeyoğlu kimdir bilmezken idam cezası almıştı. Bu ülkede hayatların ne kadar kolay söndürülebildiğinin kanıtıdır Yakup Köse’nin yaşadıkları. Hepimizin vicdanı, kanayan yaramızdır ve dün Yakup Köse’nin çocukluğunu elinden alanlar şimdi de babalığını elinden almaya çalışıyorlar. Yakup Köse hepimiz için bir imtihandır. Hepimiz bu meselede bir vicdan muhasebesi yapmalı ve devletin varlığına 14 yaşındaki bir çocuğu bile tehdit olarak gören, hukukun üstünlüğüne değil üstünlerin hukukuna dayanan yargının düzmece suçlarla Yakup Köse abimizi mahkum etmesine karşı adalet talebimizi yükseltmeli ve bu hukuksuzluğu gündemleştirmeliyiz. 28 Şubat davasında cuntacı paşaların tek tek tahliye olduğu şu günler, 28 Şubatın tek sorumlusu Yakup Köse miydi sorusunu akıllara getiriyor! Türkiye’de son 10 yılda hak ve özgürlüklerin genişlemesi anlamında olumlu gelişmeler olduğu bir gerçek. Ancak hâlâ mağduriyetleri giderme ve adaleti tesis etme konusunda ciddi sıkıntılar mevcut. Bu söylemimizin en müşahhas örneği ise, Türkiye’nin toplumsal barışının sağlanması noktasında önemli bir kilometre taşı olan, Uludere katliamının görüldüğü davadır. Uludere katliamının davası birkaç ay evvel askeri mahkemeye devredilmişti. Bu devir teslimden sonra ise adaletli bir karar çıkmayacağını, Uludere’li

Türkiye’de son 10 yılda hak ve özgürlüklerin genişlemesi anlamında olumlu gelişmeler olduğu bir gerçek. Ancak hâlâ mağduriyetleri giderme ve adaleti tesis etme konusunda ciddi sıkıntılar mevcut. Bu söylemimizin en müşahhas örneği ise, Türkiye’nin toplumsal barışının sağlanması noktasında önemli bir kilometre taşı olan, Uludere katliamının görüldüğü davadır. Uludere katliamının davası birkaç ay evvel askeri mahkemeye devredilmişti. Bu devir teslimden sonra ise adaletli bir karar çıkmayacağını, Uludere’li ailelerin yine mağdur edileceğini anlamıştık ki geçen gün karar açıklandı ve beklediğimiz gibi de oldu.

ailelerin yine mağdur edileceğini anlamıştık ki geçen gün karar açıklandı ve beklediğimiz gibi de oldu. Uludere davasına takipsizlik kararı çıktı. Son yıllarda kürt meselesine dair toplumun ilgisinde artış olmasa, bu katliam hiç olmadı aslında diyecekler de yüzleri yok. Siz bu davanın üzerini örtmeye çalışsanız da gün gelir çocuklarının cesetlerini katırlara taşıyan Uludere’li anaların ahı sizi de yakar.Yakup Köse ile Uludere davalarındaki hukuk katlinin faili adaleti çoğu zaman getirmeyen getirdiğinde de geç getiren ceberrut Kemalist devletin yargısıdır. Bizim Müslümanlar olarak üzerimize düşen ise şahitliğimizi sürdürmek ve her daim mezkur davaların takipçisi olmak demekten başka bir şey gelmiyor aklıma. fiubat-Mart’14 • 31


DENEME

Eylemlerimizin Referans Kaynağı Kur’an

İlkesel Sorumluluklarımız FURKAN GENÇOĞLU

R

ğımız eylemlerde, kabul ettiğimiz ilke ecep Tayyip Erdoğan, Fethullah Güve değerlere karşı sorumluluğu kabul len, Hakan Fidan, Mit, Emnietmiş sayılırız. Artık bu ilkeler, hayet, Dersaneler, Zekeriya Öz, yatta karşılaştığımız sorunlar Muammer Akkaş, HSYK, “Ey inananlar! ve sıkıntılar karşısında gösErgenekon, Balyoz, 28 Zandan çok sakının. Zira tereceğimiz reflekslerin Şubat, Yolsuzluk, İran, zanların bir kısmı günahtır. ölçüsünü belirleyen ana Halkbank,İHH, tırdeğerler konumuna lar, ananaslar, ses Birbirinizin gizli şeylerinizi kayıtları… Bu ay araştırmayın; biriniz diğerinizi arkasından ulaşmıştır. Önümüze aniden çıkan dönemsel nice kavramlar, çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin gündemler karşısında nice gündemler etini yemeyi sever mi? İşte bundan afallayıp ‘’ben şimdi ne fikir dünyamıiğrendiniz. O halde Allah’tan korkun, yapacağım?’’ sorusuyla zı işgal ediyor. sarsılacağımız zamanHer tecrübe etşüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul lar olacaktır. İşte tam bu tiğimiz gündem eden, çok esirgeyendir.” noktada, ya nefsimize hoş bize yeni dersler, gelen hareketleri sergileyeceyeni ibretler ortaya ğiz veya çevremizde sevdiğimiz çıkarıyor. Sünnetulinsanların hareketlerini taklit edecelahın işleyişi çevresinde ğiz. Ya da benim inandığım, iman ettiğim gerçekleştirdiğimiz eylemyaratıcı, gönderdiği kutsal kitapta hangi ilkeleri leri her geçen gün yeniden anlauygulamamı emretmiş, ne söylemiş diyerek kemaya ve ilkesel duruştan taviz verip vermedirim olan kitabına yöneleceğiz. Allahın resulünün ğimizi sorgulamaya devam ediyoruz. yaşarken önüne çıkan problemler karşısında nasıl Öncelikle şunu bilmeliyiz ki eğer biz Müsrefleksler gösterdiğine bakacağız. Çünkü hayatı lümansak, bu dinin ilkelerini oluşturan yaşarken önümüze çıkan sıkıntılı problemler Kur’an’ı Kerim’i okuyup akıl ve kalp karşısında sevdiğimiz insanlar her zaman nesüzgecinden geçirerek özümsemiş ve bu rede duracakları konusunda konumlarını doğkitaba iman etmişsek bu hayatta yaptı32 • fiubat-Mart’14


İlkesel duruşun ne olduğunu, bir müslümanın sorumlu olduğu ilkelerin ne olması gerektiğinin tanımını yaptıktan sonra gelelim yakın tarihte dönemsel gündemlerin Müslümanlara yaşattığı ilke bunalımlarına. Örneğin bugünlerde gündemimize girmiş bir mevzu var. Önemli görevlerde bulunan bazı insanlara ait, gizli çekilmiş bazı +18 kasetlerin medyaya servis edilebileceğinin konuşulduğunu görüyoruz. Öncelikle kendimize şu soruları sormamızda fayda var. Bir Müslüman bir insanın özel hayatını gizli kameraya alabilir mi? Bir Müslümanın önüne gizli çekilmiş bir video kaydı veya bir fotoğraf geldiğinde Müslüman kişi bu materyalleri yayabilir mi?

ru belirleyemeyebilirler. Fakat yaratıcının emirleri ve ilkeleri şaşmaz bir pusula gibi bizim her zaman doğru yerde konumlanmamızı sağlar. En nihayetinde hesap günü geldiğinde yaratıcıya gerçekleştirdiğimiz eylemlerin hesabını verirken önümüze stratejik ortaklıklar, dönemsel siyasi hesaplar, politik güncel konumlandırmalar değil yaratıcının koyduğu temel ilkeler gelecektir. Ve eylemlerimizde bu ilahi ilkelere ne kadar uygun hareket edip etmediğimiz noktasında hesaba çekileceğimizi bilmemiz gerekir. Yaratıcı insanlığa gönderdiği kutsal kitapta ‘’Sizden, hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.’’ (Âl-i İmrân 104) diyerek bizlere kurtuluş yolunda ne yapmamız gerektiği noktasında yol göstermiştir. Örneğin bu ayet iyi insan olma, erdemli insan olma, Allah’ın sevdiği, razı olduğu kul olma yolunda gerçekleştireceğimiz eylemler için önemli bir ilkedir. Acaba biz çevremizdeki insanları hayra çağırıp kötülükten onları men ediyormuyuz diye bir iç sorgulamaya kendimizi tabi tutmalıyız. İlkesel duruşun ne olduğunu, bir müslümanın sorumlu olduğu ilkelerin ne olması gerektiğinin tanımını yaptıktan sonra gelelim yakın tarihte dönemsel gündemlerin Müslümanlara yaşattığı ilke bunalımlarına. Örneğin bugünlerde gündemimize girmiş bir mevzu var. Önemli görevlerde bulunan bazı insanlara ait, gizli çekilmiş bazı +18 kasetlerin medyaya servis edilebileceğinin konuşulduğunu görüyoruz. Öncelikle kendimize şu soruları sormamızda fayda var. Bir Müslüman bir insanın özel hayatını gizli kameraya alabilir mi? Bir Müslümanın

önüne gizli çekilmiş bir video kaydı veya bir fotoğraf geldiğinde Müslüman kişi bu materyalleri yayabilir mi? İşte bu noktada Hucurat Suresi/ 12. Ayette yaratıcının emrettiği ilkeler devreye girmiyorsa bu durum bizim inanç noktasında sıkıntılarımız olduğuna işarettir. Ne diyor yaratıcı Hucurat Suresi/12. Ayeti kerimesinde: ‘’Ey inananlar! Zandan çok sakının. Zira zanların bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli şeylerinizi araştırmayın; biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrendiniz. O halde Allah’tan korkun, şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir.’’ Bu ayetten anladığımız bir Müslüman kişi asla gizli olarak ele geçirilmiş kayıtlarla başkalarının suçlarını faş edemez, meydana saçamaz, bunları yayamaz. Bu ilke Deniz Baykal içinde geçerliydi, MHP’li vekiller içinde geçerliydi. O gün biz nasıl tavır sergiledik diye düşünür ve tavrımıza bir iç özeleştiri getirirsek ileride böyle bir sıkıntı ile karşılaştığımızda daha ilkeli daha tutarlı bir duruş sergileriz. Müslümanlar olarak gündemi iyi okumalıyız. Fakat rabbimizin emirlerini ve ilkelerinide okumayı ihmal etmemeliyiz. Tutarlı olmak demişken bazı noktalara dikkat çekme gereği duydum. İnsanın tutarsız davranışları, toplum içinde insanı itibarsızlaştırır ve güvenilmez kılar. Bu yüzden Müslüman kişi tutarlı olmak zorundadır. Tutarsız davranışlarımız sonucunda zilletide kendi elimizle kendi başımıza musallat edebiliriz. Bunun en somut örneği bugün gündemimize oturan HSYK düzenlemesidir. 12 Eylül fiubat-Mart’14 • 33


referandumunda HSYK’nın yapısını değiştirirken oluşturma irademizi asla kaybetmemeliyiz. Her en büyük hedefimiz yargıda oluşmuş Kemalist ve- zaman söylediğimiz gibi müslümanın gündemini sayeti ortadan kaldırmaktı. Fakat bugün görülen şu dertleri belirler. Ve biz Müslümanlar dert edindurumda biz Kemalist vesayeti ortadan kaldırırken diklerimizi gündemleştirmemiz gerekir. Ne mutlu ‘’kınayıcının kınamasından korkmayeni bir vesayete bu değişiklikle kapı aralamışız, yaptığımız çalışmanın önünü ve arkasını düşün- dan’’ her devirde ve her mekanda hakkı ve sabrı memişiz. Bu sebepten dolayı bugün belli mağdu- öğütleyenlere ve rabbin ilkelerinin doğrultusunda riyetler ortaya çıkmış ve bu düzenlemenin mimarı eylemlerinin yönünü belirleyenlere ! İşte bu güzel davranışı sergileyenlerden yaratıcı razı olan hükümet yetkilileri referandumda yanlış bir olacaktır. Bu erdemli insanlar adım attıklarını söyler hale gelmiştir. Veya seksonsuz ahret yaşamının mutlak sen yaşında kanser hastası olan kazananları olacak ve kurtuluTürkan Saylan’ın evi sabaha İşte bunun için sen (bütün şa erme mücadelesinin yürekli karşı basılıp kendisi hasta yatainsanlığa) çağrıda bulun savaşçıları olarak her dönem ğında taciz edilirken eğer tepkive (Allah tarafından) güzel bir şekilde anılmaya mazsiz kalmışsak veya yaşanan bu emrolunduğun gibi har olacaklardır. Hepimizin duadurumu desteklemişsek bir gün sı, bu dünyanın göçüp gittikten aynı durum bizim başımıza geldosdoğru ol! Onların heva sonra arkamızdan güzel sözler diğinde söz söyleme hakkımızı ve heveslerine uyma söylensin ve insanlarda bizlerin kaybederiz. Bazı arkadaşlarımız ve de ki: “Ben, Allah’ın dünyada gerçekleştirdiği davra‘’ama onlar zalimdiler, bizlebütün vahyettiklerine nışlardan razı olsun. re zamanında zulmetmişlerdi’’ inanırım. Sizin değişik De ki: “(Allah şöyle buyurudiyeceklerdir. Fakat arkadaşlar yor:) ‘Ey inanan kullarım! RabÖmer Muhtar’ın filmde geçen görüşleriniz arasında binize karşı sorumluluğunuzun sahnede söylediği gibi ‘’ONadaleti gözetmekle bilincinde olun! Bu dünyada iyi LAR BİZİM ÖĞRETMENİMİZ emrolundum. Allah benim şeyler için gayret edenleri güzel DEĞİL.’’ Bizim öğretmenimiz de, sizin de Rabbinizdir. bir son beklemektedir. (UnutAllah’ın Resulü Hz. Muhammed Bizim yaptıklarımızın mayın ki) Allah’ın arzı geniştir, (sav)’dir. Bizim ders kitabımız (ve) elbette sıkıntılara göğüs rabbimizin bizlerden uymamızı hesabı bize çıkacaktır, gerenlere mükafatları hesapsız beklediği emirlerdir, ilkelerdir. sizin yaptıklarınız da size. verilecektir!” | Zümer Suresi / İnandığımız ilkeler bizim günBizimle sizin aranızda 10. Ayet demlerimizi belirlememizde bibir çekişme olmamalı. İşte bunun için sen (bütün zim yolumuzu aydınlatan ışıklar Allah hepimizi bir araya insanlığa) çağrıda bulun ve (Alolmalıdır. Yakup Köse ve arkalah tarafından) emrolunduğun daşları zindanlara düşerken, kendi toplayacaktır; çünkü varış gibi dosdoğru ol! Onların heva davamız bizlere yıllardır yapılan O’nadır.” ve heveslerine uyma ve de ki: zulmü yargılayacağımız davamız Şura Suresi / 15. Ayet “Ben, Allah’ın bütün vahyetolan 28 şubat davasının sanıkları tiklerine inanırım. Sizin değibirer birer tahliye olurken, robosşik görüşleriniz arasında adaleti ki zulmü sümenaltı edilip davada takipsizlik kararı verilirken, taşeron işçiler köle gibi gözetmekle emrolundum. Allah benim de, sizin de çalıştırılıp, ücretleri hakkıyla ödenmezken, asgari Rabbinizdir. Bizim yaptıklarımızın hesabı bize çıücret zulmü hala tüm çıplaklığıyla ortadayken, kacaktır, sizin yaptıklarınız da size. Bizimle sizin Suriye’den ülkemize hicret eden mülteci kardeş- aranızda bir çekişme olmamalı. Allah hepimizi bir lerimiz sokaklarda perperişan soğukta titreyerek araya toplayacaktır; çünkü varış O’nadır.” | Şura yatarken bizler gündemimizi gereksiz mevzuların Suresi / 15. Ayet işgal etmesinin önüne geçmemiz gerekir. Gündem 34 • fiubat-Mart’14


DENEME

Gençlik ve Siyasete Entegrasyon Fatih YAVUZ

B

ir insan, başka bir insana duyduğu nefret veyaderin bir sevgi ile, karakterinden pekala (maalesef) ödün verebilir. Bu cümle olanı meşrulaştırmak için değil, tespit için kullanılmıştır. Bu anlamda belirli kurumların çatısı altında bulunan ve karakterleri henüz oturmamış genç kardeşlerimiz, bağlı oldukları kurumların önce büyüklerinden daha sonra ise o kurumun kimliğinden etkilenerek karakter oluşumuna gidebilirler. Bu ne kadar doğru, ne kadar yanlıştır? Bu soruyu, siyaset kurumları yani siyasi parti oluşumları içerisinde yer alan gençler çerçevesinde değerlendirmek yazının ana hatlarını belirleyecektir. Bugünün trend sistemi -yani

de- facto olan- demokrasilerde siyasete katılım, halkın, siyasete oy verme yoluyla ve Sivil Toplum Kuruluşları (STK)’na dahil olmasıyla, kendi görüşlerine yakın hükümetlere yine kendi istekleri çerçevesinde bir değişim için baskı yaparak katılmasıyla gerçekleşir. Bu minvalde, siyasi partiler belirli bir süre için, devleti yönetme adına hükümet olmaya talip olurlar. Bu siyasi partilerin meşrulaştırıcı alt yapısıdır. Her halükarda siyasi partilerin en dinamik yapıları, gençlik yapılanmalarıdır. Halka en yakın kesimler, daha çok hareket eden, tabiri caizse daha çok yırtınan, partilerin gençlik yapılanmalarıdır. Bu da gençleri (gençlikten kasıt 16-25 yaş aralığıdır) mevcut siyasi anlayış çerçevesinde

fiubat-Mart’14 • 35


fikir dünyalarını geliştirmeye itmektedir. Ancak bu başka soruları da beraberinde getirmektedir. Mevcut siyasi zemin, hak diyebileceğimiz bir zemin midir? Ve bu zemin üzerinde düşünce dünyalarını geliştiren insanlar, ne kadar sağlıklı düşünce dünyasına sahip olabilirler. Mevcut siyasi altyapı, Müslüman karakterine bürünme uğraşında olan bir nesil için hak bir zemin değildir. Merkezine Allah rızasını koymuş olan bir siyasi anlayışın karşısına, merkezine her şeyden evvel bir insan eli ile hazırlanmış anayasa ile oluşturulan devlet aygıtının bekâsını koyan bir anlayış belirmiş ve maalesef belirli dönemler için bu anlayış galip gelmiştir. Said-i Nursi siyaseti: “gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi ” olarak tanımlamıştır. Ancak, siyaset bir“insanları ıslah ve irşat sanatı”dır. Bu açıdan siyaset ıslah etmek için kullanılırsa ancak istenilen elde edilebilir. Bu açıdan, Müslüman gençliğin bir görevi de siyaset anlayışını şekillendirmektir ve bunun yolu gelişim döne-

minde olan gençlerin mevcut siyasi alt yapıya entegre olmaması ile gerçekleşir. Peki gençler gerçekten de siyasete bu derece entegre midir? Bu soruyu gözlemler çerçevesinde ele alıp cevaplamaya çalışacağız. Gençlere odaklı siyasi oluşumların en alt seviyesinde lise yapılanmaları vardır. Liselerde bulunan okul temsilcisi-ki buna okul başkanı adı verilir- okulda yapılacak olan programları organize eder ve kendisine bir ekip oluşturur. Burada vurgulanması gereken esas problem “hiyerarşi’’dir. İslam’ın öngördüğü aile ilişkisi ve Müslüman Müslüman’ın kardeşidir ilkesi burada gençler arasında “Başkan-Yönetim Kurulu’’ ilişkisi çerçevesinde yürümektedir. Hiyerarşik yapıda gençler için kardeşten çok Başkan- YK ilişkisi göz önünde olmaktadır ve aralarında ki ast-üst ilişkisi makam anlayışı çerçevesinde gelişmektedir. Lise yaş grubuna dahil olan ve bu yapılanmaların içinde bulunan gençlerin siyasi bir makamı hedef olarak belirme olasılığı bu yapılanmalara

Said-i Nursi siyaseti: “gaflet ve dalâletin en boğucu, aldatıcı, en geniş perdesi ” olarak tanımlamıştır. Ancak, siyaset bir“insanları ıslah ve irşat sanatı”dır. Bu açıdan siyaset ıslah etmek için kullanılırsa ancak istenilen elde edilebilir. Bu açıdan, Müslüman gençliğin bir görevi de siyaset anlayışını şekillendirmektir ve bunun yolu gelişim döneminde olan gençlerin mevcut siyasi alt yapıya entegre olmaması ile gerçekleşir.

36 • fiubat-Mart’14


dahil olmayanlara göre daha fazladır. Bu gençlerin amaçları sorulduğunda cevap olarak “hizmet’’ verilmektedir. Bu yazının başlarında, sorulan ne kadar iyi ne kadar kötü sorusunun tam olarak ele alınması gereken yerdeyiz. Hizmet anlayışı ve hizmet etme isteği, genç yaşta belirmiş olması dolayısı ile ilk bakışta sevindirici bir gelişme olarak görülebilir. Ancak, söz konusu lise öğrencisi hizmet anlayışını nereye kanalize etmiştir? Öğrenciler, lise temsilcisi olmak için kendi okullarında ve daha sonra ilçe ve il çaplarında seçimlere girerler. Ve bu sırada bir siyasi parti lideri gibi propaganda yapmak durumunda kalırlar. Propaganda “kampanya’’larında, devlet kurumlarının dahî baş edemediği ve yapamayacağı vaatleri olabiliyor. (uyuşturucu meselesine el atmak isteyenler dahî mevcut). Bu sebeple, hizmet derken acaba neyi kastediyorlar bilinmez... Bir diğer husus, bu gençlerin, siyasi görüşleri ile birlikte, sosyal medyada var olmalarıdır. Bu gençler, sosyal medyada var olan siyasi kampanyaları hiç koşulsuz, anlamaya gerek duymadan kabul edip dahil olabiliyorlar (burada vurgulanmak istenen sosyal medyanın denetlenememesi hususudur ve destekleyici bir değişken olarak ele alınmıştır) ve bu onların aidiyetlerini pekiştirici bir etken olabiliyor. Sosyal medya, siyasi propaganda, etkinlik duyurusu gibi, toplulukları harekete geçirebilecek, kolaylıkla manipule edilebilecek, kontrol ve denetiminin sağlanması adına bir formül geliştirilememesinden ötürü her yaştan sosyal medya kullanıcısı olan bireyler için tehlikeli bir alandır. Bu sebeple, gençler, fikri gelişmelerini özgür bir ortamda sağlam temeller üzerinde kuramadıkları gibi, sosyal medyanın bu denetimsiz çerçevesi içinde var olup, bu ortamın içinde aidiyetlerini pekiştirmekteler. Sanal ortamdaki varoluşları, gençleri 2. ve 3. kişiler karşısında fikir bunalımına ve sosyal medya varoluşları ile gerçek dünya varoluşları arasında sıkıştırıp bırakmaktadır. Yazının buraya kadar olan kısmına ek olarak özet sayılabilecek çeşitli öneriler verilecektir. 1. Siyasi kuruluşların altında bulunmaları gençler, fikri gelişmenin özgür bir ortamda sağlanmasına olanak vermeyen siyasi alt ya-

pının içerisinde varsebe olmaya çalışıyorlar. Hiyerarşiye entegrasyon ve jargon kullanımı bunları kanıtlar nitelikte. [Lise temsilcisi bir gencin “baş danışmanımla görüşün isterseniz’’ sözü üzerine yapılan bir tespittir...] 2. Hiyerarşinin altında ezilen bir tasavvur dünyası... Hiyerarşinin etki alanına giren genç bireyler, bu alanın içine dahil olan ast-üst ilişkilerinde üstün çıkan görüşe- sorgulamaksızın- boyun eğebilirler. Bu açıdan, hiyerarşi, hür fikir dünyasına sahip olması istenen genç bireyler için son derece zararlı olabilir. 3. Birinci maddede söylendiği üzere, henüz gençlerin fikri gelişiminin özgür bir ortamda sağlanmasına olanak vermeyen siyasi altyapı ve bu yapıda tutunmaya çalışan genç –siyasi partinin varlığı hasebiyle- iktidar olmak için mücadele verebilir, ve buna teşvik edilebilir. Bu da bir diğer sorunumuz. “Müslümanın siyaset arenasında olması; ancak siyasi arenayı, ahlaki zemine kavuşturmak için bir umut olarak görülmemesidir.’’ Buradan hareketle, büyük propagandaların altında kalan genç beyinler, iktidar olmak yerine, yeni bir dünya görüşü, her şeyden evvel bir İslami kişilik oluşturmak üzere birlikteliklerini gerçekleştirmelidir. 4. Gözlemlenen bu talihsiz gelişmeler bir an önce sorumlular tarafından göz önünde bulundurulmalıdır. Karakteri gelişim çağında olan bir gencin siyasete koşulsuz entegrasyonu hem bireye hem de bir medeniyetin geleceğine büyük ölçüde zarar verebilir. Ancak, hür koşullar altında hür kitapların ve bireylerin örnekliğinde yetişenler bir medeniyet inşa edebilir. Tek kaygımız zamanın ruhunu ve olguları anlama ve daha sonrasında anlamlandırma evresine geçmek isteyen jenerasyonun, bu dönemin büyüklerinden daha büyük işler yapabilmesi için iktidar olma çabasından ziyade bir medeniyet kurma çabası içinde olmaları gerekmektedir. Siyaset, bu inşa edilmek istenen medeniyet için ancak bir araç olabilir. Ve bu aracın muhtemel kullanıcıları kendini –siyasete dahil olsa biledönemin siyaset anlayışından soyutlamış olanlar olmalıdır. fiubat-Mart’14 • 37


DENEME

Yönlendiren Bir Akıldan, Yönlendirilen Bir Akla Doğru Dönüşüm FURKAN GENÇOĞLU

T

Şimdi her şeyimiz var çok şükür. Televizyonlaaksiye bindik Üsküdar’da bir arkadaşımızın nişanına gidiyoruz. Trafik adım adım ilerli- rımız , gazetelerimiz , internet sitelerimiz … Her yor , yani anlayacağınız o an dünyamız kırmızı birimiz zaten şu sosyal medya sayesinde bir yayıfarlardan ibaret. Muhabbet haliyle bir yerden nevi patronu , bir genel yayın yönetmeni olmuaçılacak. Taksi şöförü amcaya sorduk. Amca kaç şuz. Salonlarımız geniş, paramız var , imkanlarısenedir şu koltukta oturuyorsun ? Otuz sene mız son derece iyi. Bir şey eksik ama ? oldu evladım dedi amca , tam otuz sene ! Vay Heyecan yok , ruh yok , azim yok be dedik amca sen ne hükümetler , kararlılık yok. İşte tam burada devirmişsindir ama … Biz ne şapHeyecan yok , yönlendiren bir akıldan , yönkalar gördük be yeğenim dedi ruh yok , azim yok , ve gülümsedi amca. Neler lendirilen bir akla doğru bir kararlılık yok. İşte tam gördük , yağ kuyrukları , çay dönüşüm süreci başlıyor. burada yönlendiren bir kuyrukları , mazot kuyrukYine eskilerin anlattığına akıldan , yönlendirilen bir akla ları ne kuyruklar gördük. göre bizim aklımız lokodoğru bir dönüşüm süreci başlıyor. Peki dedik amca şimdi motif koltuğundaymış. Yine eskilerin anlattığına göre durumlar nasıl ? Valla Siyasiler saf saf diğer arka bizim aklımız lokomotif koltuevladım dedi Allah’a hamvagonlarda otururlarmış. ğundaymış. Siyasiler saf saf dolsun her şeyimiz tam , her Olması gerektiği gibi hep diğer arka vagonlarda şeyimiz mükemmel, Yağımız bir adım öndeymişiz siyaset kuotururlarmış. tuzumuz aşımız ekmeğimiz var. Ama huzurumuz yok be evladım , rumundan. Şimdi siyasiler lokohuzurumuz yok … motif koltuğuna oturmuş bizim akYapılarımızı , hareketlerimizi , aklımızı ben bu lımızı peşlerinden sürüklüyorlar. Gündemi inşa taksici amcaya benzetiyorum. Eskilerin anlattığı- etme ve rehber olma gibi bir derdimiz kalmamış. na göre vakti zamanında ne paramız varmış , ne Siyasiler ne derse onu konuşuyoruz. Siyasiler Mıimkanlar böylesine genişmiş . Televizyonlarımız sır derse Mısır’ı , Suriye derse Suriye’yi , Kürdis, gazetelerimiz yokmuş. Büyük salonlarımız , şatafatlı merkezlerimiz yokmuş. Tek odalı evlerde tan derse Kürdistan’ı konuşuyoruz. Sokakta yasünger minder üzerine bağdaş kurmuş , heyeca- şayan insanlar gözümüze batsın ama aman bize nını ve dinamizmini muhafaza eden , azimli ve dokunmasınlar diyelim ve yanlarından usulca kararlı yüreği geniş insanlar varmış. çekip gidelim.

38 • fiubat-Mart’14


Uyuşturucu kullanımı çocuk yaşlara insin fakat umrumuzda olmasın nasıl olsa bizim çocuğumuz sosyal medyada mutluluğu bulmuş durumda. Toplumda fuhuş meşrulaşsın ama kime ne ? Benim bedenim benim kararım diyenlere acıyan gözlerle bakalım fakat ahlaklı ve edepli yaşanabileceğine dair tezlerimizi aman toplum duymasın! Taşeron işçilerin durumu öylece ortada dursun. İşleri ne ki temizlesin yere attığımız çöpleri taşeron işçiler , hastanelerde ayak izlerimizi , okullarda sümüklü mendillerimizi. Evet , İslam’da kölelik hoş görülemez değil mi ? Keşke biraz hoş görmediğimizi belli etsek ? Gelin istanbul’un geleceğinden endişe edelim, hormonlu şehirlere hayır diyelim mi ? Neyse sıktım galiba . Asgari ücret köleliğinden bize ne zaten ... Konuşuyor muyuz bunları hani ? Dersanelerden daha değerli değil mi , daha önemli değil mi bu konular ? Hani müslümanın gündemini dertleri belirlerdi ? Bunlar bizim derdimiz değil mi ? Bizim derdimizi siyasiler mi belirliyor artık ? Evet bizim gün-

demimizi siyaset kurumu belirliyor. İrademizin ve kararlılığımızın olmadığını gören , heyecanımızın pörsüdüğünü gören siyasiler bizden tam yetkiyi aldılar ve şimdi bize gidin arka vagonlarda oturun diyorlar. Lütfen arkalara doğru ilerleyelim! Peki tüm denetim mekanizmalarındaki mevzilerimizi terk edip , siyasilere akıl veren değil , siyasilerin aklıyla yol alan bir yapıya dönüştüysek ve bundan haberimiz dahi yoksa hızla sekülerleşen ve dertlerinden sarhoş olmuş toplumu görünce dönüp kimi eleştireceğiz ? Çuvaldızı kime batıracağız ? Ben kendime batırıyorum. Elin kızına sövüp saymaya gerek yok , senin kendi oğlun kendinden geçmişse , elin kızı ne yapsın. İmkan bir imtihandır. Eğer bolluk vakitlerinde devamsızlık yapar , çalışmazsak FF alır bu imtihandan kalırız. İşin kötüsü bu işin bütüde yok. Madem vizeler kötü geçti bu kötü gidişatın farkına varalım. Çünkü her şey farkına varmakla başlar. Tüm derdimizin finallere sıkı çalışıp bu imtihanı hakkıyla verebilmek olması dileğiyle...

fiubat-Mart’14 • 39


ŞİİR

Ey Şehidim! MEHMET SEMİH ÖZDEMİR

Sen görevini tamamlayarak çıkarken o kutlu yolculuğa Bu sefer ümitler yeşeriyor, ümidin bir masal kahramanı olduğu bu diyarlarda.

Sen gittin gideli caddeler, sokaklar, meydanlar dolup taşıyor Unuttuğumuz sorumluluklarımızı hatırlıyor ve harekete geçiyoruz.

Sen Rabbimizin huzurunda yaşamaya giderken Üzerimizdeki ölü toprağını, semaya açılan ellerinle temizleyip gidiyorsun.

Sen Rabbin huzurunda bir ölü değil yaşayan iken Ardında bıraktığın kardeşlerine de dünyada da Rabbleri huzurunda yaşayabileceklerini hatırlatıyorsun.

Bu sefer gerçekten harekete geçiyor tüm gönüller Erkeği, kadını, çocuğu, yaşlısı ve genciyle tüm gönüller bir oluyor davası uğruna.

40 • fiubat-Mart’14

Senin gittiğin o diyara senden önce birçok kardeşimiz vardı. Ama onlara nasib olmadı sana olan


Senin şehadetin öyle bir bereket yağdırdı ki ümmetin üstüne Namazın hangi sünnetinden çalsam, nasıl çabuk kılsam hesabı yapan Müslümanlar Meydanları doldurdu, vakitlerce namazı son rekatına kadar kıldılar O da yetmedi dualar ettiler, Kuranlar okudular, ve de en önemlisi Müslüman olmayı hatırladılar.

O gün ayaklar kendiliğinden koşarak gittiler oraya İnsanın nefsi büyük bir yenilgi aldı o gün

Öyle bir bereket ki bu, meydanları doldurdu ramazanda, iftarda Ama sohbete muhabbete değil, duaya, af dilemeye, bir olmaya ve birlik olmaya geldi tüm yürekler

Bitmiyor şehadetinin o bereketi Ey Şehidim! Artık meydanlar, sokaklar, caddeler, evler ve Müslümanlar Müslümanca yaşamayı hatırlıyor !

Yapmadığı şeyleri yapmaya başladı bu ümmet Sıcak ve rahat evini üstelikte ramazanda bırakıp, Allah için meydanlara indi. Namazı nasıl kısaltırız hesabı yapanlar Akşamda, yatsıda, teheccütte ve sabahta cemaat ile namazın nasıl bir huzur olduğunu yaşadılar.

Sabah namazı nasılda zor gelir nefislere, nasıl bir mücadele anıdır o an Fakat kazanmaya başladı bu mücadeleyi kardeşlerin ve huzuruna erdiler o mübarek sabahların Bereketinin bir sonucunu daha söyleyelim şehidim! O bereket ki meydanları iman yağmurlarıyla yıkadı bir bayram sabahı

Kardeşlerin yolu, mesafeyi, hiçbir engeli dert etmeden Hiçbir sebep üretmeden, vazgeçmedi ve meydanlara binlerce gönül bir olmaya gittiler

Yaradanını unutan zihinler O’nu hatırlamaya O’nun her şeyin Sahibi olduğunu hatırlamaya başlıyorlar Kardeşlerin “kardeşin olmayı” hatırlıyorlar Allaha şükür etmeyi, hamd etmeyi hatırlıyorlar Mücadele etmeyi, sabretmeyi, kardeşlerinin derdiyle dertlenmeyi hatırlıyorlar Ve en önemlisi Müslümanlar “MÜSLÜMAN” olmayı hatırlıyorlar. İşte tüm bunlar senin bereketinle olmaya başladı şehidim, Sen Rabbimiz katında ölü değilsin yaşıyorsun ya ! Artık bu ümmette seninle birlikte yaşamaya başlıyor ! Kardeşlerin artık ölü değiller ey şehidim ! Onlarda senin gibi birer ŞEHİTLER artık !

fiubat-Mart’14 • 41


HABER

okullardan haberler

Çapa Tıp fakültesinde Suriye kermesine saldırı protesto edildi.

Ü

niversiteli Müslümanlar, bazı sol ve Kemalist grupların İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesinde Suriye yardım standına yönelik saldırısını fakültede protesto etti. İTF Sosyal Sorumluluk Kulübü’nün düzenlediği Suriye’ye yardım standına TKP (Türkiye Komünist Partisi), ADK (Atatürkçü Düşünce Kulübü) ve FKF (Fikir Kulüpleri

Federasyonu) mensuplarının saldırması üzerine bir araya gelen Üniversiteli Müslümanlar, Çapa Tıp Fakültesi Temel Bilimler önünde Suriye’ye destek eylemi yaptı. Emniyet güçlerinin ve okul yönetiminden bazı isimlerin yoğun baskısına rağmen protestoya devam eden grup tevhid, Özgür Suriye ve Rabia bayrakları açarak eylemi sürdürdü. “Suriye’de, Mısır’da… Tüm Ortadoğu’da,

Diktatörler ve Emperyalistler Yenilecek, İslami Direniş Kazanacak!” yazılı pankart açan öğrenciler direnen tüm Müslümanlara selam yolladı. Mücahit Gökduman’ın sunumunu yaptığı eylemde saldırı hakkında hazırlanan basın açıklamasını Fatıma Hakkoz okudu. Basın açıklamasında Suriye’de direnişin onurla sürdürüldüğünü fakat Esed’in yerli işbirlikçilerinin direnişi geriletmek için her türlü yolu denediği vurgulandı. Buna rağmen sol-sosyalist kesimlerin kavga ahlakından yoksun korkak tavırlarının mazlum Suriye halkı yararına yapılacak faaliyetleri engelleyemeyeceği belirtilen açıklamada Esed katilini destekleyenlerin Suriye halkını katil gibi göstermesinin anlamsızlığına da dikkat çekildi. Açıklamada son olarak duyarlı öğrencilerin her zaman Suriye halkının haklı taleplerini destekleyeceğini ve despotlara karşı direnen inançlı Müslümanların kazanacağı kaydedildi.

Boğaziçi Üniversitesi’nde Yakup Köse Eylemi 28 Şubat cuntası tarafından 14 yaşında idama mahkum edilen, 10 sene zindanda kaldıktan sonra çıkan Yakup Köse’yi tekrar zindana koyacak kararın Yargıtay tarafından tarafından onanması Boğaziçi Üniversitesi’nde protesto edildi.

42 • fiubat-Mart’14

*Haberlerde haksöz ve bianet sitelerinden yararlanılmıştır teşekkürü borç biliriz.


İstanbul Üniversitesi’nde “Soruşturma Şenliği”

İ

stanbul Üniversitesi öğrencileri bir dönemde 250’yi bulduğunu söyledikleri disiplin soruşturmalarına karşı “soruşturma şenliği” yaptı. Edebiyat Fakültesi bahçesi ve Hergele meydanında yapılan şenlikte yarışmalar, çekilişler

ve demleme çaylar vardı.Soruşturmaların has gerekçelerinden “afiş asma” yarışma oldu; ikişer öğrenciden oluşan beş grupla en kısa sürede afiş asma yarışması düzenlendi. Soruşturmalara sebep olan eylemlerin konduğu poşetten ya-

pılan çekilişle öğrenciler “okul yönetimine zahmet vermemek için” öğrenciler kendi soruşturmalarını çekti. Bunlar arasında “üç sene sonca mezun olan öğrenciye soruşturma”, “forumda yüksek sesle konuşup öğrenim hakkını engelleme”, “çay demleyip dağıtma”, “yemekhaneden zorla yemek alma” gibi soruşturmalara konu olmuş gerçek “gerekçeler” yer aldı. Şenlikte “Fakültede izinsiz çay makinesi kurup öğrencilere çay dağıtmak” gerekçesiyle soruşturmaya konu olan Çayhane kuruldu, tüm öğrencilere çay dağıtıldı.

YÖK’ten Akademisyenlere “demeç” yasağı

Y

ükseköğretim Kurulu (YÖK), disiplin yönetmeliğinde yaptığı düzenleme ile “bilimsel tartışma ve açıklamalar dışında, yetkili olmadığı halde basına, haber ajanslarına veya radyo ve televizyon kurumlarına resmi konularda bilgi veya demeç veren” akademisyenlere kamu görevinden çıkarma cezası verilecek. Resmi Gazete’de 29 Ocak’ta yayınlanan “Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği’nde

lece “ideolojik eylemde bulunmak”, “yasaklı afiş, pankart basmak ve çoğaltmak”, “gizli belge açıklamak”, “mal varlığının kaynağını açıklayamamak” gibi suçlarda akaDeğişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”e göre, akade-

demisyenler kamuda da görev yapamayacak.

misyenlere verilen “üniver-

Öte yandan “Üniversite-

site öğretim mesleğinden

den atılma” suçu olan “Cum-

çıkarma”, “yönetim görevin-

huriyetin

den ayırma” ve “görevinden

herhangi birini değiştirmeye

çekilmiş sayma” cezaları kal-

veya ortadan kaldırmaya yö-

dırılırken bu suçların bazıları

nelik eylem yapmak” suçu

niteliklerinden

“Kamu görevinden çıkarma” da yeni yönetmelikte suç olbaşlığında düzenlendi. Böy-

maktan çıkarıldı. fiubat-Mart’14 • 43


ETKİNLİK

Ankara’da “Türkiye’de Gençlik” Raporu Paneli Düzenlendi

S

osyal Ekonomik Araştırmalar Merkezi (SEKAM)’nin gerçekleştirmiş olduğu “Türkiye Gençlik Raporu: Gençliğin Özellikleri, Sorunları, Kimlikleri ve Beklentileri” raporu Ankara’da bir panelde masaya yatırıldı. İlginin büyük olduğu, SEKAM ve Genç Öncüler Ankara iş birliğiyle düzenlenen Türkiye’de Gençlik Raporu Paneli’ne Cevat Özkaya oturum başkanlığı yaptı. Panele Celalettin Vatandaş, Mete Doğruer ve Burhanettin Can konuşmacı olarak katıldı. Panel öncesinde Genç Öncüler Ankara adına Metin Mahitapoğlu bir konuşma yaptı. Genç Öncüler Ankara ekibinin 2008 yılından beri faaliyetlerine devam ettiğini belirten Mahitapoğlu “Amacımız topluma öncü olan, tahlil yapan, bilinçli ve fedakar bir neslin yetişmesini sağlamaktır” dedi. Gençlik ve Spor Bakanlığı adına programa katılan Gençlik ve Spor Bakanlığı Eğitim Kültür ve Araştırma Genel Müdürü Dr. Abdulkadir Mahmutoğlu yapılan araştırmanın çok kıymetli olduğunu belirtti. Sonuçlarını iyice değerlendirip gençliğin ıstırabının çekilmesi gerektiğini söyleyen Mahmutoğlu, “Biz bir hazinenin üzerinde yaşayıp o hazinenin değerini bilemiyoruz. Bizim başkaları gibi sahte kahramanlara ihtiyacımız yok, bizim özümüzde asırlar boyu süre gelen bir kültür birikimi var. Evrensel değerleri ahlak açısından en üste ulaşmış bir bölgede yaşıyoruz. Özümüze dönmemiz için dertlenmemiz gerekir.” dedi. Türkiye’de Gençlik Raporu Paneli, oturum başkanı Cevat Özkaya’nın girizgâhıyla başladı. Cevat Özkaya, “Toplumun yaşadığı krizin en çok belirgin olduğu alan gençliktir. Değerler bağlamında gençlerin bazı sıkıntıları varsa yaşlıların da sıkıntıları var demektir. Ceplerin dolup gönüllerin boşaldığı dünyayı sadece bu gençler inşa etmedi. Gençlere miras olarak bırakıldı. Bu yükü sadece gençlerin üzerine yıkmak uygun olmaz. Bu araştırmada umutsuzluğu telkin eden veriler olduğu gibi umuda götüren veriler de mevcut.” diyerek sözü Gümüşhane

44 • fiubat-Mart’14

Üniversitesi İletişim Fakültesi Dekanı Prof Dr. Celalettin Vatandaş’a verdi. Celalettin Vatandaş Konuşmasında SEKAM araştırmasının sayısal verilerini ele aldı, araştırmanın hangi şartlar altında, hangi hassasiyetler gözetilerek yapıldığını ifade etti. Araştırma verilerinin İstanbul’da açıklanmasının ardından gelen tepkileri de değerlendiren Vatandaş “Bir araştırmada temel kavramlarınızı karşınızdaki kişiye açıklamazsınız. Önemli olan karşınızdakinin o kavramlar hakkında ne düşündüğünü tespit etmektir.” dedi. Panelde “Gençlik ve Eğitim Sistemi” başlığı üzerine konuşan Plato Yüksekokulu Müdürü Prof. Dr. İbrahim Mete Doğruer, “Gençlerimiz iyi bir üniversite ve bölümde eğitim almak istiyor. Ama onlar için iyi bir üniversite demek iyi iş ve yeterli para demek. Gençlerimiz maalesef daha fazla bilgi edinmek ve kültürlü bir fert olmak değil de rahat hayat yaşayabilmek ve bunu sağlayacak bir branşta okumak istiyorlar.” dedi. Doğruer, eğitim sisteminde başarıya ulaşmak için hocaların idealist olması gerektiğini belirtti. Panel’de son olarak söz alan SEKAM Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Burhanettin Can “Gençlik İçin Yol Haritası: Ne Yapmalı?” başlıklı bir konuşma gerçekleştirdi. Burhanettin Can “Doğru teşhis koymadan doğru çözüm üretmek mümkün değil. Hastalığı meydana getiren faktörleri bulabilirsek çözüm bulabiliriz. Bunun için gerçekçi olmamız gerekiyor.” dedi. Araştırmada karşı karşıya kalınan bu tablonun nedeninin aile içinden ve aile dışından gelen etkilerin olduğunu söyleyen Can, gençlikteki kimlik kırılmasının en önemli problem olduğunu aktardı. Kısa, orta ve geniş vadede yapılması gerekenlerin olduğunu söyleyen Burhanettin Can, “Gençlerle olan irtibatımız aile ile başlamalıdır. Ebeveynlerin şuurlu olması gençlerin yetişmesi için çok önemli. Ebeveyn ve çocuk arasında karşılıklı bir sorumluluk bağı vardır. Aileyi kendi inanç ve kültürümüze göre yeniden inşa etmeliyiz.” diyerek ailenin önemini vurguladı.


ETKİNLİK

ELİMDEN GELEN ELİNDEDİR!

A

llah mü’minlerin canlarını ve mallarını karşılığında kendilerine cenneti vermek üzere satın aldı… |Tevbe -111 Mart 2010’dan bu yana devam eden Suriye’deki katliam ve kıyımlara sessiz kalmayarak Suriyeli kardeşlerimizin elimizden gelenle yaraları sarmak niyetindeyiz. Bu amaçla 4 Ocak 2014 tarihinde geliri İstanbul’daki Suriye okullarına eğitim yardımı olarak gönderilecek bir yardım kahvaltısı düzenleyerek yola koyulduk ve yardım kampanyamıza başladık. Kur’an tilavetiyle başlayan kahvaltıda Suriye’nin dünü, bugünü ve yarını konuşularak proje sunumu yapıldı: ‘İki koldan devam eden yardım kampanyamızla, evlerinizde bulunan ve tarihi geçmemiş ilaçlarlara, infak edeceğiniz; un (5 TL), bebe bisküvisi (10 TL), mevsimlik kıyafet (10 TL) ve battaniye (10 TL) paralarına talibiz. Aynı zamanda SMS yoluyla ELIMDENGELEN yazıp 3072’ye göndererek 5 TL bağışta bulunabilir ya da banka hesap numaralarına ürünlerin nakdi bedelini

yatırabilirsiniz. Kampanya kapsamında İstanbul’da ve İstanbul dışındaki bazı üniversitelerde çeşitli kermes ve kahvaltılar düzenlenecek ve buralardan elde edilen tüm gelirler İHH aracılığıyla bölgeye ulaştırılacaktır. Bununla beraber, gönüllü kardeşlerimizle belirli periyotlarda toplanıp, çeşitli el işi ürünler yapmaktayız. Bu ürünler düzenleyeceğimiz kermeslerde satışa sunulacaktır. Hediyelik kutular, ayraçlar, tokalar, lavanta keseleri, buzdolabı süsleri, iğnelikler ve anahtarlıklardan oluşan bu el yapımı ürünler istenildiği takdirde üniversitelere temsilcilerimizle ulaştırılabilir’ dedik ve kahvaltımızı nihayete erdirerek kampanyamıza bismillah dedik. İlaçları ve nakdi bağışları elden

ulaştırmak isteyenler; İskanderpaşa Mah. Yeşiltekke Sok. No:4 Fatih/İst. adresine ulaştırabilirler. İrtibat: 0212 635 42 52. Biz bir hayra öncü olmak adına adımımızı attık ve gördük ki hayır sahiplerinin bizlere ulaştırdığı 5 – 10 liralar milyarlar olabiliyor. Bir kez daha iman ettik ve dedik ki, Allah rızası için çıkılan hiçbir yol hezimete uğramaz ve uğramıyor. Rabbimiz bizden elimizden gelenin fazlasını istemiyor. Elinizden ne gelirse ona muhtaç olan anne, baba ve çocuklar var. Hem Allah Rasulu ‘verdiğin senindir’ buyurmuyor mu? O halde tutabildiğimiz kadar elden tutup olabildiğimiz kadar hayra ortak olalım. Unutmayalım ki bu imtihan onların olduğu kadar bizim de imtihanımız. Mahşer günü Allah sorduğunda verecek hakikatli cevaplarımız olsun. Kızarmasın yüzümüz ve düşmesin başımız göğsümüze. Vesselam. Sevdiğiniz şeylerden infâk edinceye kadar asla iyiliğe BATTANİYE: 10 lira | MEVSİMLİK KIYAFET: 10 lira | BEBEK BİSKÜVİSİ: 5 lira | UN: 5 lira erişmiş olamazsınız. Her ne infâk ederseniz, Allah onu bilir. |Al-i İmran 92. "Kampanyamız dahilinde Suriyeli kardeşlerimiz için ilaç da topluyoruz. İlaçları vakıf binamıza ya da gönüllü kardeşlerimize teslim edebilirsiniz."

fiubat-Mart’14 • 45


ŞİİR

Havaya Uçurmuşlar Amerika’yı Amiri Baraka, Ekim 2001, Afrikalı-Amerikalı devrimci şair

(Aklı başında tüm insanlar Karşı çıkıyorlar teröre Uluslararasına da yerlisine de... Ama bunlardan birinin Kullanılmasına izin verilmemeli Diğerini gizlemek için) Teröristler havaya uçurmuş diyorlar Amerika’yı Barbar Araplar, Afganistan’da. Bizim Amerikalı teröristler değilmiş yani Ku Klux Klan değil, dazlaklar değil Zenci kiliselerini havaya uçuranlar değil Bizi ölüm hücrelerinde öldürüp diriltip yeniden öldürenler değil Trent Lott değil David Duke değil Giuliani de değil Ne de Schundler, ne de emekliye ayrılan Helms Değil değil Siyahları öldüren Akıl sağlığını teslim alan Hatta insanların çoğunu teslim alan Belsoğukluğu değil Beyaz yatak hastalıkları da değil [...] Kim dedi tanrı onlar ve onlar hâlâ şeytan Kim tek en büyük 46 • fiubat-Mart’14

Kim en en iyi Kime benziyor İsa Kim yarattı herşeyi En zeki kim En büyük kim En zengin kim Kim diyor çirkinsiniz siz ve onlar, en iyi görünenler Kim tanımlıyor sanatı Kim tanımlıyor bilimi Kim yaptı bombaları Kim yaptı silahları Kim köle satın aldı, kim sattı [...] Kimin parası var Sizin gülünç olduğunuzu düşünen kim Kim hapsetti sizi Gazetelerin sahibi kim Köle gemisinin sahibi kim Orduya emreden kim Çakma devlet başkanı kim Yönetici kim Bankacı kim Kim/ Kim/ Kim/ Maden ocağının sahibi kim


Kim aklınızı çelen Ekmeğin sahibi kim Kim barışa gereksinim duyan Savaşa gereksinim duyan kim sizce Petrolun sahibi kim [...] Bu kentin sahibi kim Kim havanın sahibi Suyun sahibi kim Barakanızın sahibi kim Soyan kim ve çalan ve kandıran ve öldüren Yalanı gerçek yapan kim [...] Kim biliyordu Dünya Ticaret Merkezi’nin bombalanacağını Kim söyledi İkiz Kuleler’deki 4000 İsrailli çalışana O gün evde kalmalarını Niye uzak durdu Sharon ? Kim, Kim, Kim/ Baykuşun patlaması diyor gazete Görülebilir şeytan yüz kim KİM kim KİM Savaştan para kıranlar kim Kim voliyi vuranlar korkulardan ve yalanlardan

Kim istiyor dünyanın olduğu gibi kalmasını Kim istiyor dünyanın yayılmacılıkla yönetilmesini ve ulusal baskı ile ve terörle Şiddetle ve açlıkla ve yoksullukla. Cehennem’in hükümdarı kim? Kim en güçlü Kim var Tanrı’yı görmüş diye Bildiğiniz? Ama Şeytan’ı gördü hepsi Patlayan bir baykuş gibi Yaşamınızda beyninizde benliğinizde şeytanı bilen bir baykuş gibi Gece gündüz demeden, dinlerseniz, bir baykuş gibi Patlayan, yangınlar içinde. Soruların yükseldiğini duyuyoruz Korkunç bir alev içinde, çıldırmış bir köpeğin uğultusu gibi Cehennem ateşinin asit kusmuğu gibi Kim ve kim ve KİM kim kim Kimmmmm ve Kimmmmmmmmmmmmmmm! Çeviren: Ulaş Başar Gezgin Kaynak: İZDİHAM fiubat-Mart’14 • 47


KARİKATÜR | ZEYNEP SUDE ÖZKAN

48 • fiubat-Mart’14


“(Cennette Şöyle) derler: Bizden tasayı gideren Allah’a hamdolsun. Doğrusu Rabbimiz çok bağışlayan, çok nimet verendir. O (Rab) ki lütfuyla bizi asıl oturulacak yurda (cennete) yerleştirdi. Artık orada bize ne bir yorgunluk dokunacak ne de orada bize bir usanç gelecektir.” Fatır Suresi 34-35. ayetler


“Allah’ın kitabını okuyanlar, namazı kılanlar ve kendilerine verdiğimiz rızıktan (Allah için) gizli ve açık sarfedenler, asla zarara uğramayacak bir kazanç umabilirler. Çünkü Allah, onların mükâfatlarını tam öder ve lütfundan onlara fazlasını da verir. Şüphesiz O, çok bağışlayan, şükrün karşılığını bol bol verendir. Sana vahyettiğimiz kitap, kendinden öncekini (semavi kitapları) doğrulayıcı olarak gelen gerçektir. Allah, kullarının (her halinden) haberdardır, görendir.” Fatır Suresi 29-31. ayetler


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.