Genç Öncüler/Sen Bu Tatilde Neredeydin?/75

Page 1

Merhaba Değerli Okurlar,

Sahibi PINAR YAYINLARI Tic. ve San. Ltd. Şti. Adına İlhan Gündoğdu

H

ayatımızın rutin seyrinde yaptığımız şeyleri terk ederek, başka şeyler yapmak için ayırdığımız vakit olarak tanımlayabiliriz tatili

en genel hatlarıyla. Özellikle, dergimizin okuyucu kitlesini de oluş-

Sorumlu Yazı İşleri Müdürü İsmail Memiş

turan öğrenciler için, bir yıl içinde azımsanmayacak derecede “tatil”

Yayın Sorumlusu Nihal AÇIKEL

kazanç gibidir tatil.

Yayın Kurulu Ahmet Tarık ÖZCAN Ali Tarık PARLAKIŞIK Ayşe Nur AKSU Betül BABACAN Burak KALPAKLIOĞLU Fatma Büşra ÖZKAN Fatma Nihan DOĞAN Muhammed TUTKUN Sabâhat BOYNUKALIN Şeyma Nur EKREN Uğur DEMİREL Usame SARIYAŞAR Zeynep TOPUZ Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Abdülvahid SİPAHİOĞLU Eslem ÇANAK Fatih RAZİ Hanne Meryem Melike YURT Muhammed Fatih ARSLAN Muhammed GİDER Nesibe KANUNİ Raziye Nur ÖZKÖSE Sare Gülce YENİCE Sude KARAMANOĞLU Sümeyye AKGÜL Zehra GÜNDOĞDU Zehra YURDAN Zeynep AKSU Adres Alay Köşkü Cad. Küçük Sk. Civan Han No:6/3 Cağaloğlu - Fatih / İSTANBUL bilgigenconculer@gmail.com

günü var. Tüm dönem yaptığımız çalışmanın sonunda hak edilmiş bir Bu sayımızda tatil kavramının oluşumunu ve Müslümanların tatil algısını incelemeyi amaçladık. Neden böyle bir ihtiyaç oluştu? Bu dönemde yapılması dikte edilen ritüeller hayatlarımıza nasıl girdi? Hele de Türkiye gibi bir coğrafyada tatil denince akla ilk gelen kelimeler deniz ve güneş oluyor. Son yıllarda Müslüman camiadan da azımsanmayacak sayıda insan, tatillerini bu normlara uygun geçirebilmek adına otellerdeki yerlerini aylar öncesinden ayırtır oldular. Açıkçası tatili nasıl geçirmemiz gerektiğinden ziyade daha temel bir soruyla başladık incelemeye: “Bir Müslüman’ın hayatında tatil olmalı mı?” Bu sorunun yanıtını öğrenebilmek adına Abdurrahman Arslan Hocamızla bir röportaj gerçekleştirdik. Fatih Razi’nin “Gelin bu yaz, tatilimiz Hicret olsun!” ve Nesibe Kanuni’nin “Bir yıl dört mevsim” başlıklı yazıları da dosya konumuz kapsamında faydalanabileceğiniz diğer yazılar. Dergimizin bu sayısında yine farklı türlerden yazıları da istifadenize sunuyoruz. Gündem bölümünde dualarımızı eksik etmediğimiz Suriye’ye dair Raziye Nur Özköse’nin ve gündemden bir türlü düşmek bilmeyen futbola dair Burak Kalpaklıoğlu’nun yazıları yer almakta. Kitap-film tanıtımı, basından yansıyanlar, kültür-sanat haberleri, etkinlik haberleri, gezi yazıları, şiirler, denemeler ve öyküler de ilerleyen sayfalarında sizleri beklemekte. Aylık olarak çıkardığımız dergimizi, yayın kurulumuzdaki arkadaş-

Grafik Tasarım Tekin Öztürk

ların yazın çeşitli programlarda uzun süreli görevler almaları sebebiyle,

www.tekinozturk.com.tr

yalnızca bu sayıya mahsus olarak 3 aylık çıkarıyoruz. Sene içerisinde

Baskı Şenyıldız Matbaacılık Gümüşsuyu Cad. No:3 Kat:1 Topkapı-İstanbul Tel: (212) 483 47 91

düzenli olarak aylık görüşmelerimize devam edeceğiz inşallah. Eylül sayısında İslam Coğrafyasından gelen güzel haberleri gündem konusu edinebilmek duasıyla, Allah’a emanet olun… Yaz ‘12 • 1


Yaz 2012 • Sayı 75 • Yıl 10

04

08

ÜMMET BİZİ BEKLİYOR FİRDEVS BÜŞRA KALUÇ

Gelin bu yaz; tatilimiz Hicret olsun! FATİH RAZİ

19

32 Medine-i Münevvere

Peygamberimin Yurdu. Nur Üstüne Nurlar Serpilmiş Şehir… MUHAMMED FATİH ARSLAN

Bir resmin içinde yitik kalmış desenler gibiyiz. Ama bu resimde mutluluk yok. ESLEM ÇANAK 2 • Yaz ‘12


BABLAR MUHAMMED GİDER

16 Gelin bu yaz; tatilimiz Hicret olsn!/ Fatih Razi............................................ 4 Safını Belirle; Kaldır Utancı Günlerinden/ Raziye Nur Özköse .................... 7 Bir Yıl Dört Mevsim/ Nesibe Kanuni.......................................................... 8 Fanatizm ve Futbol Terörünün Tarihi/ Burak Kalpaklıoğlu........................ 10 Abdurrahman Arslan ile Röportaj / Betül Babacan - Sümeyye Akgül..... 12 Bablar/ Muhammed Gider................................................................ 16 Bu Bir Özeleştiridir/ Zeynep Aksu...................................................... 18 Bir resmin içinde yitik kalmış desenler gibiyiz. / Eslem Çanak ................. 19 Söz Sizde / Ayşenur Aksu ...................................................................... 20 Cami Kapısı / Zeynep Topuz .................................................................. 22 Basından Yansıyanlar / Sude Karamanoğlu ........................................... 23 Kitap Albüm Film Dergi / Sare Gülce Yenice............................................ 24 İslami Kavramlar / Şeytanını Kovmaya Ne Dersin? -I /Hanne Meryem .... 26 Hayali Röportaj / Ragıb Es-Sercanî - Abdulvahid Sipahioğlu .................. 30 Medine-i Münevvere / Muhammed Fatih Arslan.................................... 32 Gezi/ Genç Öncüler Lapseki Kampı - Zehra Gündoğdu ........................... 34 Etkinlik / Yardım Kahvaltısı - Genç Öncüler İftarı / Nesibe Kanuni........... 46 Kültür Sanat / Melike Yurt .................................................................... 38 Şiir / Birazdan Gün Doğacak - Erdem Bayazıt ......................................... 40

Yaz ‘12 • 3


a

karantin

Gelin bu yaz; tatilimiz Hicret olsun! FATİH RAZİ “Öyleyse, bir işi bitirince diğerine koyul.”(İnşirah/7)

“Helâl işlemler yapmak üzere kurulmuş fâizsiz bir İslâmî Bankada bir hesap sahibi olduğunuzu düşünün, hesabınıza her sabah 86.400 lira para yatırılıyor, fakat bu paranın hepsini akşama kadar harcamak zorundasınız, ertesi güne transfer edemiyorsunuz. Paranızı kullansanız da kullanmasanız da hesap her akşam sıfırlanıyor. Ne yaparsınız? Tabii ki hepsini harcamaya çalışırsınız. Hepimiz “zaman” adlı bu bankanın müşterileriyiz. Her sabah 86.400 saniyeye sahip oluyoruz, her akşam, gün boyunca kullanmadığımız saniyelerimiz kadar zarara girmiş oluyoruz, yarına transfer edemiyoruz. Her sabah hesabımız sonuna kadar eksiksiz dolar, her akşam boşalır. Geri dönüş yok, saniyelerimizi “şu ân”ı yaşayarak harcamalıyız. Hayır! Ne harcamalı, ne harcanmalıyız; zamanımızı, zamanın en küçük dilimi olan her ânı, en iyi şekilde değerlendirmeli ve zaman adlı bu zenginlikle değerlenmeliyiz. Zaman denilen nimeti çok iyi bir yatırıma dönüştürebiliriz. İbâdet, sâlih amel, cihad ve Allah”a yaklaşma için! Zaman kaçıyor. Her ân Allah”a kulluğun en güzelini sergilemeliyiz. Her gün işimizin en iyisini yapmalıyız ki mirasyedi savurganlığıyla sarhoş olmayalım, ayık ve uyanık olalım. Sermayesi olmadığını sanan gâfil insan, ne şikâyet edip duruyorsun? Değerlendirilecek zamandan daha büyük sermaye mi olur?” (AHMED KALKAN)

4 • Yaz ‘12


M

odern hayat, insanı köle gibi çalıştırıp sonra da o insanı dinlendirme adına modern bir tatil imkanı sunan baş belası bir hayat tarzıdır. İnsanları maddi ve manevi çöküntüye uğrattıktan sonra, kurtarıcı olarak da yine kendini gösterir. Önce insanların zihinlerini, sonra da ceplerindeki paraları sömürürler ve bu sömürünün adı da “tatil” olur! Hatta insanların çoğu, daha kış aylarına girmeden tatil planları yapmaya başlarlar. Sözgelimi; evlerinde bir tabak sıcak yemeği zor bulan aileler bile, bu planları yapmaktan kendilerini alı koyamazlar; çünkü bu “tatil bataklığını” oluşturan kişiler veya kurumlar reklamlarını çok iyi yapmaktadırlar! -Bir şeyi en iyi yapan, o şeyin kaliteli olması değil, o şeyin iyi bir reklamla piyasaya sunulmasıdır! İnsanların çoğu zamanlarını boşa geçirmekteler. Zamanlarını “ye, iç, yat” mantığıyla yaşamaktalar. Tabi buna yaşamak denirse! Hatta bu grubun içinde Müslümanlar neredeyse başroldeler. Yıllardır zengin Müslüman olamaz mı? Tartışmalarının ürünüdür günümüzün durumu. Hal böyle olunca tatil yapma hakkını başlarlar dinin kılıfına uydurmaya! -Unutmayalım ki, dinler eksiltmelerle tahrif olmazlar, tam tersine katmalarla tahrif olurlar! Kur’an-ı Kerim’in tamamına uymak istemeyenler “hepsi kazanılmayanın hepsi terk edilmez” mantığıyla vahyi adeta sömürmüşlerdir. Tabiri caiz ise; Batı, Müslümanları sömürmüş, Müslümanlar da kendi inandıkları İslam dinini! Biraz ağır oldu sanırım ama maalesef durum bu; “Karanlık, bataklık ve felaket…”

otellerde mi” diye hesap yapan bir zihniyetle karşı karşıyayız. -Özünü unutmuş insanlar, özüne en büyük hakareti yapmışlardır! İslam dini, hayatın belli bir bölümüne hitap eden bir din değil, hayatın her alanına, her anına hüküm süren dinin adıdır; çünkü bu dinin sahibi insan değil; insanı da, yerleri ve gökleri de yaratan Allah(c.c)’dır. Sahibi Allah(c.c) olan bir din, asla mağlup olmayacaktır, olamaz da. Günümüz sözde Müslümanları, dini Allah(c.c)’a has kılmak yerine, nefislerine has kılıyorlar! Hal böyle olunca özgürlük adına taviz üstüne taviz vermekten kendilerini alıkoyamıyorlar! -Dünyevileşme almış başını gidiyor. “Boş vakit” kavramını unutmuş Müslümanlar! Hesaplarını “Ahiret”e göre değil,” Dünya”ya göre yapan sözde Müslümanlarla karşı karşıyayız… -Müslümanlık, sadece kış aylarında, evde, camide, yoklukta, sıkıntıda yaşanan bir inanış olmuş durumda. Oysa Müslümanlık, hayatın tüm alanını restore eden bir inanış biçimidir. Tabi buradan şu da çıkarılmamalı! Müslüman tatil yapamaz, denize giremez, ormanda piknik yapamaz vb. Hayır hayır, ben bundan bahsetmiyorum. Benim isyanım modern hayatın süslü tatillerini örnek alan sözde Müslü-

Tam da bu noktada şu soru gündeme gelmeli… Peki, Ya Müslümanlar? Evet, Müslümanlar yukarıda da belirttiğim üzere bu “tatil bataklığının” başrolünü üstlenmiş durumdalar. “Komşu ziyaretleri, akraba ziyaretleri, köy havası alma tabirlerinin yerini. Yurt dışına mı çıkmalı, yoksa şehir dışına mı? 5 yıldızlı otelde mi kalsak, 7 yıldızlı Yaz ‘12 • 5


nı) görür.”(Zilzal/7-8) Tatile “Peygamber-i” bir bakış; “Kıyamet gününde bir insan, şu dört şeyden sorulmadıkça hiçbir yere gidemez. 1-Ömrünü nerede tükettiğinden, 2- Gençliğini nasıl harcadığından, 3- Malını nereden kazanıp nereye sarf ettiğinden, 4- İlmiyle nasıl amel ettiğinden.”(Tirmizi,Kıyamet 1). “İnsanların çoğu iki büyük nimetten gafildir. 1- Sıhhat, 2- Boş vakit.” (Buhari,Rikak 1; Tirmizi, Zühd 1; İbn Mace, Zühd 15) manlara! Onların tuzaklarına aldanmış kapitalistlere! Peki, ne yapmalı? Bu sorunun cevabı, en güzel kılıflarla duvarlara süs eşyası olan tozlu kitabımızda saklı! Mezar taşlarının başında ölülülere okutulan o kurtarıcımızda. Bu sorunun cevabı, kısacası inandığımız ve bizlere her yönüyle örnek olan Peygamberlerin hayatlarında saklı! - Bizlere düşen, saklı olan bu hazineyi biran önce “okumak, anlamak ve yaşamaktır…” Tatile “Kur’an-i” bir bakış;

-Ben kısaca Ayetlerden ve Hadislerden bu kadarını aldım. Gördüğünüz üzere ayetler ve hadisler gayet açık; bizlere düşen “aklımızı ve irademizi” kullanıp atacağımız adımları “Kur’an ve Sünnet” merkezli atmak… Tatile “nihai” bir bakış; Gelinen şu noktada unutulan yegane şey, tatilden etkilenen ve toplumların da kaderlerini değiştiren “çocuklarımız ve gençlerimiz” onları bu “tatil bataklığına” sürüklememek her anne ve babanın asli görevidir. Modern hayat çocuklarımız ve gençlerimiz

“Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım”.(Zariyat/56 )

üzerinden sinsice planlar yapmaktadır. Modern

“Asra yemin ederim ki, insan gerçekten ziyan içindedir. Bundan ancak iman edip iyi ameller işleyenler, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesnadır”.(Asr/1.2.3 )

mizi kaptırmamak için anne ve babalar başta

“Dünya hayatı yalnızca bir oyun ve bir oyalamadan başkası değildir. Korkupsakınmakta olanlar için ahiret yurdu gerçekten daha hayırlıdır. Yine de akıl erdirmeyecek misiniz?”(Enam/32)

Bu görevleri sizler benden daha iyi bilmekte-

“Onlar ki, lağvdan(boş ve yararsız şeylerden) yüz çevirirler.”(Mü’minun/3) “Kim zerre miktarı hayır işlerse onu(karşılığını) görür, kim zerre kadar şer işlerse onu(n cezası6 • Yaz‘12

hayatın tuzaklarına çocuklarımızı ve gençleriolmak üzere tüm Müslümanları bir hayli zorlu görev beklemektedir. siniz; yapmamız gereken elimizi taşın altına koymak ve bu “tatil bataklığından” önce kendinizi, sonra da çevrenizi korumak ve kurtarmaktır. -Rabbim, modern hayatın geçici tatillerine aldananlardan değil, ebedi tatil mekanı olan “Cennette tatil” yapanlardan eylesin… Selam ve Dua ile…


SAFINI BELiRLE; KALDIR UTANCI GUNLERiNDEN RAZİYE NUR ÖZKÖSE

K

elimelerin bittiği yerdir aslında, küçücük bedenlerin birer birer hatta onar onar cennete uçuverdiğine, çaresizce, uzaklardan şahitlik etmek. Ama biz yine de zorlarız kalemi ve kelimeleri. Belki bir umut, küçücük bir kıvılcım çakarız da, tutuşturuveririz yürekleri. Bir yıldır gündemimizden düşmeyen, son birkaç aydır tamamıyla günlerimize giren ve oradan dönen yakınlarımız ve onların anlattıklarıyla da çok daha yakından bizi sarsan bir zulmün, bir kıyamın ve inşallah devrime gebe direnişlerin ülkesi Suriye… Çığlık çığlık ama inadına derin ve sessiz, yıllardır büyüyen bir isyan, alev alev dört bir yanını sardı Suriye’nin. Biriken onca öfke, onca zulüm ve onca özgürlüğe umut varken, asla geri dönmüyor ve dönmeyecek kardeşlerimiz. Ödedikleri bedeller gerçekten çok ağır. Ve gerçekten zor bir imtihandan geçiyor Suriyeli mazlumlar. Ama öyle düşünüyorum ki; imtihandan geçirilenler sadece onlar değil. Şu an dünyadaki tüm Müslümanlar, ümmet imtihanda. Ve kimi zaman inanamayarak, kimi zaman acıyarak ve kimi zaman öfkelenerek görüyorum ki, bu imti-

hanı kaybedenler çoğunlukta. Olayların başladığı ilk günden beri, Amerikan komplosu olduğunu düşünenlerin, ya da mezhep ve kimi ülkelerin kaygısını çekenlerin, zaman geçtikçe ve zulümlerin şiddeti arttıkça saflarını değiştireceklerini bekledik umutla. Ama ne yazık ki, gözlerimizin önüne düşen ve bakmaya dahi dayanamadığımız onlarca işkenceye uğramış çocuk görüntüsü, dinleri değiştirilmeye zorlanan insanlar ve hakarete uğrayan Müslüman kadınlar, bu kimselerin fikirlerini asla değiştiremedi. Bırakın Müslüman kardeşliği, vicdanı olan hiçbir insanın safını belli etmesinde en ufak bir tereddüt taşıyamayacağı kadar açık ve netti oysa her şey. Biz burada, desteklenmeli mi desteklenmemeli mi, Amerikan mı yoksa İsrail oyunu mu, Müslümanlar İslami bir devlet mi istiyor yoksa laik mi diye sorularla oyalanırken, orada maalesef bir yıldan fazladır binlerce Müslüman öldürüldü ve on binlercesi işkencelerle tutuklandı. Fakat gözüken bunca karamsar tabloya rağmen, henüz hiçbir şey sona ermedi. Gerek dualarımızla, gerek kendi çapımızda gündeme getirmelerimizle ve gerekse topluca yapılan eylemlerde üzerimize düşeni yapmakla, en azından bir utancı üzerimizden kaldırmaya çalışabiliriz. Hala eski türkülerini çağıranlara ise, cennete uçan her bebeğin esadın sonu olduğu gibi, onlara da azap olacağını ve Firavun’a uyanların onunla beraber cehenneme gideceğini hatırlatmakta fayda var. Zalimi ve zulmü saf olarak tercih edenler, hiçbir zaman bizim için kardeş olamazlar. Zulmetmekten, zulme uğramaktan ve zulme taraf olmaktan ise, el Adl olan Rabbimize sığınırız. Yaz ‘12 • 7


a

karantin

BİR YIL DÖRT MEVSİM NESİBE KANUNİ Göklerde ve yerde bulunanlarla dizi dizi kuşların Allah’ı tesbih ettiklerini görmez misin? Her biri kendi duasını ve tesbihini (öğrenmiş) bilmiştir. Allah, onların yapmakta olduklarını hakkıyle bilir. Nur 41

Z

ihnimde bir sene dört bölmeye ayrılıyor. Hayat bilgisi kitabındaki cümleler bile aklımda: “Bir yılda dört mevsim vardır; ilkbahar, yaz, sonbahar, kış. Yaz mevsimi dört aydan oluşur; haziran, temmuz,…”. Her sene zihnim dört bölmeye ayrılıyor. Bir cetvele yatırıyorum aklımı. Dört nokta koyuyorum sonra. Hepsi birer mihenk taşı. Birini atladın mı, imkansız dönüşü yok. Büyüyüp anne olunca fark ettim, mevsimler çocuklar için yapılmış. Eylülde başlayan okullar haziranda bitsin diye aklıma bir cetvel koymuş öğretmenlerim. Bir yere bir kez bir ölçü koydunuz mu kaldırmak ne mümkün. Zihnimi dört bölmeye ayırmışlar. Dörde bölüyorum, ölçüye vuruyorum, topluyorum, dört çıkmıyor. Ama ben

8 • Yaz‘12

çıkan sonucu karalayıp dört yazıyorum. Küçük oğlum anne şimdi hangi mevsimdeyiz dediğinde havaya değil takvime bakıp “yaz” diyorum çünkü. “Yaz gelince çiçekler de dinlenmeye başlar mı?” diye soruyor. Zihnimdeki cetveli çıkarıp bakıyorum. “Başlamaz, hiç bir varlık başlamaz yavrucum” diyorum. İnsanlar sever en çok yatmayı, uyumayı. Biz havalar ısınınca böyle oluruz diyorum. Cetvelde böyle yazıyor, diyecek başka şey bulamıyorum. Çalışmak beni çok yoruyor son yıllarda. Öyle yaşlı başlı bir adam olmuş değilim. Olgunluk çağıma bile gelmedim ama “modern hayat azizim..” diye başlayan cümleler pelesenk dilime. Bakıyorum havalar ısınmış, yaz gelmiş, iş


arkadaşlarım sırayla izin almaya başlıyorlar. Ben de durur muyum, yıl boyu boşuna mı çalıştım. Bir tatil yapmayı hak etti çoluk çocuk. Bizim hanım arkadaşlarıyla yarışmaya başlamıştır bile. Hangi tatil köyüne gidip ne giyeceğini, nasıl vakit geçireceğini ballandırmaya başlamıştır. Kızım desen bir gözü takvimde sürekli. Annesinin izinden gidiyor o da. Aslında annem babam yolumu gözler biliyorum. Memleket havası almak isterim ama herkes beş yıldızlı otellerde gününü gün ederken bizim geri kalmamız olmaz şimdi. Bayramları fırsat biliyorduk ama son zamanlarda öyle kampanyalar yapmaya başladılar ki değerlendirmeden edemiyor insan. Şehir hayatının gürültüsü, debdebesi çok. Ancak böyle rahatlayabilir insan. Yıl boyu ödevler, sınavlar beni canımdan bıktırdı. Daha kaç yıl sürecek bu okul hayatı bilmiyorum. Haziran ayının gelmesi bayramım oluyor. Allahtan yaz tatili diye bir şey var. Oh, öyle de uzun ki. Gerçi bana sorsanız bir çırpıda geçiyor. Eylül ayını hiç sevmiyorum. Yağmuru da sevmiyorum. Okul kıyafetlerimi üzerime geçirince hafakanlar basmaya başlıyor. Tamam bir süre sonra alışıyorum çalışmaya, bazen iyi notlar bile alıyorum ama sıkılmadığımı kim iddia edebilir. Arkadaşlarla konuştuk bütün yaz öğlene kadar uyuyacağız. Zaten çok geçmez bizimkiler güzel bir otel bulur tatile gideriz. Arkadaşlarıma bol bol hava atarım. Şimdiden serin kıyafetler almak lazım. Yazlık mekanlar sonuçta, hep aynı şey giyilmiyor. Öğretmenler uzun uzun nutuk attı yine. Tatili boş geçirmeyecekmişiz, çok kitap okuyacakmışız. Acaba bunları yapanlar var mı diye düşünüyorum bazen. Tatil, adı üzerinde, boş oturmak için verilmedi mi. Kim bütün sene yaptığı işlere devam eder ki? Neyse ki ödeve dönüştürmüyorlar. Sordukları zaman da geçiştiriyorum bir şekilde. Annemle babam da kitap okumamı istiyorlar ama bakıyorum onlar da tatillerini ayaklarını uzatıp boş oturarak geçiriyorlar. Bence bütün ülke üç aylığına ara vermeli işlerine. İşinden az izin alabilenlere veya iyi bir

yerde tatil yapamayanlara üzülüyorum. Onlar da hak etmiyorlar mı? Daha dilim pek dönmüyor, soramıyorum ama annemle babamda bir sevinç var son günlerde. Bana kısa şortlar, sandaletler, deniz simidi aldı annem. Bunlar çok gerekliymiş, öyle söyledi teyzeme. Bir de çok yakışıyormuş bana, hem büyüdüm öncekiler olmuyor. Babamla çok oynuyoruz bir de. Çünkü işe gitmesi gerekmeyince hep evde oluyor. Babaları evde değil bazı arkadaşlarımın. Nereye gittiklerini onlar da bilmiyor. İşe gitti diyorlar, ama işleri tatil oldu diyorum. Olsunmuş, tatile girdiklerinde de başka şeyler yapıyorlarmış. Biz dinleniyoruz dedi annem. Dedemle babannem de köyde dinleniyorlarmış. Onları hiç rahatsız etmiyoruz. Yaşlılar çünkü. Anneme sordum çiçekler de dinleniyor mu bizim gibi diye, onlar hep çalışırmış. Nedenmiş ki, hiç anlamadım. Çiçekler de yorulmuş anne dedim. Mesela kuşlar hep uçuyor, çok yoruluyorlar. Bizimle tatile geliyor bir kısmı, denizin üstünde uçuyor ama bazıları da evimizin yanında kalıyorlar. Kargalar hep yerleri eşeliyorlar. Her şey çalışırmış ama biz tatil yapmalıymışız. Güneşi seviyorum diyorum anneme ama o da çok çalışıyor. Sen hiç sıkılmıyor musun peki anne? Sıcak olunca çok mu uyumak lazım? Dedem de çok mu uyuyor? Ama güneş neden uyumuyor… Yaz ‘12 • 9


GÜNDEM

F

utbol dünyanın her tarafına yayılmış ve sevinci, heyecanı, üzüntüyü tutkunlarına ne zaman yaşatacağı hiç belli olmayan belki de bu yüzden yani mucizelere açık olmasından ötürü insanların en çok ilgi gösterdiği oyun. Futbolu futbol yapan ise her zaman için derbiler olmuştur. Bu maçlara taraftarlar farklı sebeplerden ötürü diğer maçlara oranla daha fazla önem vermişlerdir. Derbi günü bazı taraftarlar için o yıl içerisindeki (Allah affetsin ki) en değerli gün olabiliyor, bu da doğal olarak o maçın tansiyonunu artırıyor. Dünya genelinde derbilerin hikayeleri çok ilginç. Örneğin İskoçya’da Glasgow kentinin iki büyük kulübü CelticRangers derbisinde; Rangers taraftarı Protestan, Celtic taraftarı Katoliktir. Bu mezhepsel ayrılık taraftarların bu maça bakışını farklı kılmıştır. Hatta Celtic’in Katolik golcüsü Jonsthon Rangers’a transfer olduktan sonra bir Celtic-Rangers maçını Rangers onun golüyle 1-0 kazanır, ancak Rangers’lılar için o maç 0-0 bitmiştir. Arjantin’deki Boca Juniors-River Plate derbisinde ise zengin-yoksul ayrımı vardır. Boca taraftarı şehrin 10 • Yaz ‘12

yoksul kesiminin, River Plate taraftarı ise zengin kesiminin takımıdır. Bu yüzden birbirlerini hiç sevmezler. İtalya’da ise Başkent’in iki takımının (Roma-Lazio) derbisinde ise ideoloji ayrımı vardır. Lazio taraftarı faşist diktatör Mussolini’ye sempati beslerler, Roma taraftarı ise demokrattır. İspanya’da Barcelona-Real Madrid derbisinde ise, Barcelona takımı ayrılıkçı Katalunya eyaletinin takımı iken Real Madrid merkeziyetçi yapıyı diktatör Franco’yu temsil eder, arada böyle bir politik ayrım vardır. Gördüğümüz gibi dünyadaki birçok derbide mezhep, kimlik, ideoloji ayrışmaları futbola futbolun dışında anlamlar yüklemiştir ve oyunu adeta bir savaş haline getirmiştir. Bu ayrışmalar günümüzde anlamını yitirse de zamanında iki takım taraftarları arasında çıkan kavgalarda çok ciddi can kayıplarına sebep olmuştur. Bizim ülkemizdeki derbiler ise belki de benzerlerine nazaran en köksüz derbilerdir. İlk ortaya çıkışlarına baktığımızda Galatasaray’ı aristokratlar, Fenerbahçe’yi işçi sınıfından insanlar kurmuş, Beşiktaş ise her zaman halk takımı olarak anılmış, ancak kulüpleri kimin kurduğu taraftarlar açısından hiçbir zaman önemli ol-


mamıştır. Türkiye’de fanatizmin bugünkü boyuta ulaşmasındaki en büyük sorumlular bana göre futbol’un başındakilerdir. Üç büyük kulüp arasındaki rekabete baktığımızda 90’lı yılların başına kadar örneğin Galatasaray ile Fenerbahçe maç yaptığında tribünlerin yarısını Galatasaraylılar yarısını ise Fenerbahçeliler oluştururmuş ve bugünkü kavga-dövüş, küfür-kıyamet olmazmış. 90’lı yıllardan itibaren Fenerbahçe’de Ali Şen’in başkanlık yaptığı dönemde ortaya çıkan Fenerbahçe Cumhuriyeti yakıştırması Galatasaray’ın Fenerbahçe’yi Kadıköy’de yendiği bir maçın ardından Galatasaray teknik direktörü Graeme Souness’in Galatasaray bayrağını Fenerbahçe Stadı’nın ortasına dikmesi ve Galatasaray’ın UEFA kupasını kazandıktan sonra Fenerbahçe başkanı Aziz Yıldırım’ın “Galatasaray’ın UEFA kupasını alması tesadüftür” diye açıklama yapması Türkiye’de fanatizmi körükleyen olaylardan ve söylemlerden sadece birkaçıdır. Kapitalizm ve futboldaki endüstrileşme ise taraftarların futbol ile daha çok zaman geçirmesine ve futbola daha çok para harcamalarına sebep olmuştur. Kulüplerin futbolcu transfer ederken on milyon dolarlar harcamaları ve sadece kendi ürünlerini sattıkları mağazalar açmaları, 2000’li yıllarda başlayan kombine kart uygulaması futbola olan ilgiyi daha da artırmıştır. Futbol terörü artık Türkiye’de ülke meselesi haline gelmiş durumda. Geçen aylarda mecliste yeni sporda şiddet yasası çıkarıldı. Ama son oynanan Galatasaray-Fenerbahçe derbisi ile görüldü ki yeni çıkan yasanın da pek bir işlevi olmadı. Eminim bundan sonra da olmayacaktır. Çünkü tribün öyle bir ortamdır ki insanın aidiyet duygusunu kabartan ve kendisiyle beraber olan herkesin de aynı kimlikten olduğu için içinde bulunduğu 90 dakika içerisinde yaptığı fiilleri ve söylediği sözleri sorgulayamadığı bir mekandır. Dışarıdaki hayatında gördüğünüz bir insanı tribünde bambaşka hallerde görebilirsiniz. Sporda şiddet yasasının bu yüzden şiddeti önleyebileceğini düşünmüyorum, çünkü tribündeki adam düşünmez “Bu elimdekini sahaya bir şey atsam da sahaya kendim atlasam kaç yıl yatarım?” diye, çünkü o an kendinden geçmiştir zaten. Dolayısıyla önemli olan insanların gözündeki futbol imajını değiştirmek. Bir televizyon kanalı sokakta

insanlara “Tuttuğunuz takım sizin için ne ifade ediyor?” diye soruyordu. Verilen cevaplar vakıa’nın ne kadar vahim bir hale geldiğini gösteriyordu bazıları “Tuttuğum takım benim yaşam tarzım” diyordu ki din’in karşılık geldiği anlamlardan birisidir yaşam tarzı. Bunu söyleyen kişi aslında tuttuğu takımı putlaştırdığını itiraf etmiş oluyor. Yukarıda bahsettiğimiz gibi önemli olan insanların futbolla bu kadar yatıp kalkmalarını engellemek. Öncelikle her derbiden 1 hafta önce medya derbiye odaklanır ve hafta boyunca oynanacak maçla ilgili yüzlerce binlerce haber yapılır, iki takım taraftarı da bu vesileyle oldukça gerilir. Medya’ya atmosferi yumuşatmak maksadıyla haber yapmada sınırlandırma getirilebilir. Kulüp başkanları maçlardan önce birbirlerine saldırı dolu açıklamalar yerine dostluk mesajları vermelidir. Futbolculara verilen uçuk yıllık ücretlerin önüne geçmek içinde bir sınırlama getirilmeli ve NBA’deki salary cap sisteminin aynısı ya da benzeri futbolda da uygulanmalıdır. Futbolun iyi yönlerini de görmezden gelemeyiz. Örneğin Arjantin ve Brezilya gibi ülkelerde yoksul ailelerin çocukları için futbol karanlık tünelin ucundaki ışık. 2007 yılında da Asya kupasını kazanan Irak milli takımı yıllardır mezhep savaşının içinde olan halkı sevince boğmuştu. Zaten futbol bir eğlencedir futbolda daha fazlasını aramak doğru değildir.

Yaz ‘12 • 11


RÖPORTAJ

RÖPORTAJ

Genç Öncüler Yayın Ekibi olarak, Müslüman gençlerin tatil algısı üzerine Abdurrahman Arslan Hocamızla bir röportaj gerçekleştirdik. Okurlarımız için faydalı olmasını umuyoruz. Betül Babacan - Sümeyye Akgül

Genç Öncüler: Tatil kültürü üzerine eğilmeden önce, kısaca “zaman”dan bahsedebilir miyiz? Zamanı neyle ölçüyoruz, nasıl ifade ediyoruz ve modernizm içerisinde zaman mefhumu ne yönde şekil almıştır? Abdurrahman Arslan: Her inanç biçimi, dünya görüşü kendine ait bir zaman kavramsallaştırımında bulunur. Kuran bize ayların sayısının Hz. Adem’de bugüne kadar 12 olduğunu söylüyor. Gerçekten de yeryüzündeki bütün insan toplumlarında da ayların 12 olduğunu görüyoruz. Demek ki isimleri değişmiş olsa da, bu ilke 12 olarak devam etmiş, bizse zamanın kavramsallaştırımı derken, onun bir yönüyle de kullanım biçiminden bahsediyoruz. Çünkü bir toplumun dünya görüşünü açığa vuran iki şey vardır. Biri zaman diğeri de mekân kavrayışıdır. Bugün biz Müslümanlar olarak kendimizin kavramsallaştırmadığımız bir zaman ve mekân algısı içerisindeyiz. Dolayısıyla bu anlayış bizim dünya görüşümü12 • Yaz ‘12

Her inanç biçimi, dünya görüşü kendine ait bir zaman kavramsallaştırımında bulunur. Kuran bize ayların sayısının Hz. Adem’de bugüne kadar 12 olduğunu söylüyor. Gerçekten de yeryüzündeki bütün insan toplumlarında da ayların 12 olduğunu görüyoruz. Demek ki isimleri değişmiş olsa da, bu ilke 12 olarak devam etmiş, bizse zamanın kavramsallaştırımı derken, onun bir yönüyle de kullanım biçiminden bahsediyoruz. Çünkü bir toplumun dünya görüşünü açığa vuran iki şey vardır. Biri zaman diğeri de mekân kavrayışıdır.

ze pek uymuyor. Gerek mahiyet ve gerekse iş bölümüne ayırma açısından. Çalışmaya, dinlemeye, yemeye vs. paylaştırılması gibi. Günümüzün zaman kavrayışına baktığımızda mekanik bir zaman kavrayışı söz konusudur. Dolayısıyla zaman mekanik olarak bir araya gelmiş 24 saatlik anlardan meydana gelmiştir. Bu kavrayış içerisinde eğer iş hayatımızla ilgili konuşuyorsak burada gece veya gündüz hiç önemli değildir, bu insan eğer çalışıyorsa bu belirli bir aralıkta emeğini satışa çıkarmasıdır. Mesela gündüz çalışması veya gece vardiyasında çalışması hiç mühim değildir. Önemli olan 8 saat çalışmasıdır. Ama işin bu mekanik kavrayışının dışında bizim bedenimizle, fıtratımızla ilgili bir biyolojik zaman meselesi vardır. Yani bir insanın hep gece çalıştığını düşünelim, gündüz de uyuduğunu. Bu zaman planlanması insanın fıtratına uygun değildir, aykırıdır, biyolojik duruma uygun düzenlenmemiştir. Dolayısıyla burada Müslüman açısından problem şudur: O bunu yapmamıştır,


hazzı bulmuştur. Çünkü dünya genelinde uygulanan bir anlayıştır bu, kapitalizmle ortaya çıkmıştır, batıda anlamını bulmuştur ve endüstriyelleşme ile dünyaya yayılmıştır. Zaman ve mekân algısı kendisine uygun değildir. Örneğin biz bu sorunu cuma saatiyle ilgili olarak açık bir şekilde yaşıyoruz. Çalışanların çoğu patronun müsaadesiyle namaza gidebiliyor. Eğer zamanı düzenleyen bir dünya görüşü inanca dayalı olsaydı, her alanda dini yaşamaya yönelik düzenlemeler de içerirdi. Bu haliyle bugün batıda anlamını bulan bir zaman kavrayışı, zamanın hesaplanabilir bir kavram olarak ortaya konulması batıdan tüm dünyaya yayılmıştır. Zamanın üzerinde mekanik bir biçimde en fazla Hıristiyanlık dini uğraşmıştır. Özellikle de manastır hayatı için. Çünkü manastır hayatı bir insanın 24 saatinin ibadetler ve işler olmak suretiyle kompartmanlara ayrılarak ciddi şekilde tanzim edildiği bir düzendir. Çünkü manastırda yaşanan hayat, kutsal bir hayat olarak ifade edilir. Ama kutsal olması için de o kanonik zamanın çalışmak, ibadet etmek, kitap okumak, çile çekmek vs. gibi alanlar içinde ciddi bir biçimde ayrılması gerekir. Buna uyulmazsa oradaki hayatın kutsiyeti bozulmuş olur. Benim kişisel kanaatime göre eğer manastırda zaman bu şekilde bölümlere ayrılıp, ciddi bir şekilde uygulanıyor olmasaydı, endüstrileşme ile ortaya çıkan fabrikalardaki üretim hayatı bu kadar disiplinli olmazdı. Dolayısıyla zamanı kavrayış dini bir meşruiyet bulduğunda daha disiplinli oluyor. Oysa bizde bu zaman algısının dini bir meşruiyeti olmadığı için, belki de insanlar bu ayrımları disiplinle uygulamıyorlar. Çalışma ve zaman meselesine gelirsek, ardından da tatilden bahsedeceksek, modern hayatın tatille ilgili meselesinden konuşmak gerek. Bildiğim kadarıyla 1930’lardan itibaren bugünkü anlamıyla tatil kavramı İngiltere’de uygulanmaya başlanıyor. İlk defa, endüstriyel bir toplumda ortaya çıkan ruh hastalıklarının ya da ruhsal problemlerin çözümü için doktorlar hastalara sahil kasabalarında dinlenmeyi tavsiye ediyorlar. Denizi seyretmek, orda zaman harca-

mak suretiyle psikolojik bir terapi olarak kullanılıyor. Sağlıkla ilgili olarak ortaya çıkıyor denebilir ama esasen, ciddi şekildeki yoğunluğunun batıda aşağı yukarı 1960’lardan itibaren tedavi amaçlı bir tatilden çok, eğlence amaçlı bir tatil kavramının ortaya çıktığını görüyoruz. Bunun öncesinde bugün anladığımız biçimde tatil anlayışı pek yoktu. Bugünden kastımız tatilin modern anlamda denize dönük bir tatil anlayışına sahip olmasıdır. Eskiden olduğu gibi köyde insanların yaylaya çıkması gibi durumlardan söz edilmiyor. 1960’lardan itibaren denize dönük olmak suretiyle yeni bir anlam kazanıyor. Braudel bir kitabında “Avrupa’nın özellikle de kuzeyi, kış boyunca biriktirdiği kirleri yazın Akdeniz’e inerek atıp, tekrar ülkesine döner.” diyor. Bu bir bakıma kışları Avrupa’nın kuzeyinde, yazları da Akdeniz’in kıyılarında geçiren bir hayat tarzını anlatıyor. Dolayısıyla buradaki hayat tarzı belki de 11 ay boyunca yaptıklarımız dışında pek alışık olunmayan işlerle, belki kaçamaklarla ama büyük nispette denize ve erotik ufka dönük bir hayat tarzıdır. Dünyanın genelinde artık bu şekilde uygulanmaktadır. Cinselliğin ön plana çıkarıldığı bir anlayışla var oluyor. Bunun bazı meşru sebepleri var tabi, mesela endüstriyel uygarlığın insanı alabildiğine çalıştırması ve büyük nispette de o yoğun çalışma neticesinde insanların o tatil denen şeye ihtiyaç duymasıdır. Yani tatilden önce çalışma mantığının sorgulanması gerek. Bu bağlamda kapitalizm tatili de kendi mantığı içerisinde kâr dünyasının içine katmıştır. Yaz ‘12 • 13


günde yarattığı, 7. günde ise göklerde istirahate çekildiği söylenir. Bu ise bizdeki ne zaman ne de tanrı kavramına uymaktadır. Çünkü istirahate çekilmek bir yorgunluğun karşıtı olarak ortaya çıkar Genç Öncüler: ki bu Allah’a yakıştırılamaz. Batı Mesela, Osmanlı iktisadından literatüründe tatil kavramı temel da gördüğümüz üzere ‘nasip, nitelik bakımından çalışmamanın rızık’ gibi kavramların anlamlı olkarşılığı olarak kullanılır. Bizde de masıyla insanların zihninde net ataletten türediği söylenir, tatilin. bir çalışma ahlakı vardı. Yani hiçbir şey yapmamaya denktir. İnsanlar bu şekilde tatile dini Abdurrahman Arslan: Tabiattan kopuk bir meşruiyet bulmuşlardır. Elbette, kapitalist ilişkide bulubir şehirleşme ve İslam’a baktığımızda ise Hz. nan kişi kârını maksimize etmeye kentleşmenin ve yine Peygamber yorulduğunuz zaman çalışmakla tarif ediliyor. Bu aninsan fıtratından işinizi değiştiriniz diyor. Çalışmalamda biz o eski anlayışı sürdüren kopuk bir zaman mayı işaret etmiyor ve dinlenmek insan tipini şu an bulamıyoruz, algısının yoğunlaştığı başka bir işle meşgul olmak olaçünkü kişi rızık kavramı içerisinbir mekânda rak yorumlanıyor. Ama şu da bir de değerlendiriyordu bunu. Tabii insanların dinlenmek gerçek ki zamanın tüketilmek için ki bu düşünce size bu endüstriüretildiği bir çağda kent hayatı yel uygarlıkla gelişen kapitalizmi ihtiyaçları elbette insanlar üzerinde bir yorgunluk yaratmaz ve bugünkü anlamıyla olabilir. Fakat bu yapıyor, bunun sonucunda insanbir ticaret, kalkınma ve ilerleme ihtiyaç insanların lar dinlenmek ihtiyacı duyabilirler. çıkmaz. Peki, bugünkü sistemi hayat tarzıyla Tabiattan kopuk bir şehirleşme ve oluşturmak şart mı? Elbette değil, ilgilidir. Hayat kentleşmenin ve yine insan fıtrakapitalizm başından beri tüm intarzınızı başka türlü tından kopuk bir zaman algısının sanlığın belasıdır. Hıristiyanlığa da kurduğunuzda bunun yoğunlaştığı bir mekânda insanlaçok zararı olmuştur. ihtiyaçtan çıktığını rın dinlenmek ihtiyaçları elbette Tatil kavramı içerisinde ise, batı da görebilirisiniz. olabilir. Fakat bu ihtiyaç insanların kültüründe bunun köklü bir yeri Bir şeyi size ihtiyaç hayat tarzıyla ilgilidir. Hayat tarzıvar, İncil’e dayanan. İncil’e göre olarak gösteren nızı başka türlü kurduğunuzda insan işlediği ilk günahtan dolayı şey aynı zamanda bunun ihtiyaçtan çıktığını da göyeryüzüne fırlatılmış bir varlıktır. yaşadığınız hayat rebilirsiniz. Bir şeyi size ihtiyaç olaİslam’daki gibi gönderilmiş değiltarzıdır. rak gösteren şey aynı zamanda dir ve onun hayatını sürdürebilyaşadığınız hayat tarzıdır. Zamanı mek için yeryüzündeki mücadelekullanma biçiminizde bedeni de si insanın işlediği günaha karşılık verilmiş bir cezadır. İş, Hıristiyanlığa ve o kültüre dinlendirmeye yeterli zaman ayırmışsanız çok göre bir ceza olarak ortaya çıkmıştır. Bu durum- ihtiyacınız olmayadabilir. Genç Öncüler: da, insan bu cezadan-işten- tabii olarak kurtulBir de kavramları yorumlarken dini referansma veya onu hafifletme yolları arar. Belki de bu yüzden batılı insan teknolojiye çok fazla düşkün lara dayanmayınca örneğin bayram dönemleri oldu. İkinci bir husus, gene İncil’e baktığımız- dahî, yurtiçi-yurtdışı geziler için paket programda orada yaratılış bahsinde, Allah’ın dünyayı 6 lara dönüşüyor. Belki sizi 11 ay çalıştırmıştır ama 12. ay tatil yaptırırken de yine bu durumla kendisinin devamını sağlıyor.

14 • Yaz‘12


Abdurrahman Arslan: Başta da söylediğimiz gibi, tatil kavramı batıdan alınıp zihnimize yerleştiği için tatil deyince aklımıza bağa gitmek gelmiyor, denize dönük bir anlamı var. Bir de başka bir anlamı var zaman ve mekân değişikliği yapmak. Hâl böyle olunca zihin bu boşlukları, zaman ve mekân olarak bulunduğunuz yeri terk edip başka bir yere gitmek olarak kodluyor. Hâlbuki bayram, zaman ve mekânla mukayyettir. Zamanı ve mekânı algılama biçimi değişince biz o bayram algısını olduğumuz yeri terk ederek başka bir yerin zaman ve mekânına göç ederek bu durumu değerlendirmeye çalışıyoruz. Eğer bayramlar bu şekilde algılanıyorsa siz o kutsiyeti kaybetmişsinizdir. Genel bir kültür bunu destekliyor fakat Müslümanların ayaklarını muhkem basıp bayramların tatile dönüşmemesi için azami gayreti sarf etmeleri gerekiyordu. Israrlı olup, bu anlamda bir muhalefet kültürü geliştirilmiş olmalıydı. Genç Öncüler: Hz. Peygamberin hayatında bu anlamda bir tatil veya dinlenme dönemi olmuş mudur? Abdurrahman Arslan: Hayır, bu dediğimiz gibi yaşadığınız hayat biçimiyle ilgilidir. İhtiyaçları yaşam biçimleri doğurur. Elbette tebdil-i mekânda ferahlık vardır derler, bu önemlidir, ama ‘gezgin’ veya ‘seyyah’ dediğimiz kavram bugün ‘turist’ e dönüşmüştür. Seyahat eden kişi ve turist aynı şey değildir. Turist, her istediğini yapan ve istediği biçimde davranıp giyinen bir insan tipini tarif ediyor. Özellikle de batı dışı toplumlarda bu insanların isteklerini karşılamak üzere birçok iktisadi düzenleme yapılmıştır. Çünkü batılı insan kendi ülkesinde bulduğu her şeyi gittiği yerlerde de bulmak istiyor. Bu dev bir endüstri oluşturuyor ve toplumların iktisadi hayatına büyük bir katkı olarak düşünülüyor. Bunun çözümü ise zamanın, mekânın ve hayatın yeniden düzenlenmesidir. Aksi taktirde, yine deniz kenarlarında bu

defa Müslüman insanlar için yapılmış alanlar görüyoruz. Tek fark oradaki kadınların başörtülü olması. Demek ki biz dinlenme algısını hakim kültürün kavramsallaştırdığı yönde benimsemişiz. Genç Öncüler: Müslümanların bu düzene girişiyle birlikte, tatil yapılan yerler insanlar arasında bir sınıf belirleme aracı oldu. Abdurrahman Arslan: Bu aynı zamanda modern insanın teşhire, göstermeye olan merakıyla ilgilidir. Örneğin değişen ten rengi, teşhiri, insanlara gösterilmeyi hak ediyor. Aynı zamanda insanların kendilerini bu yolla görünür kılma çabası ortaya çıkıyor. Genç Öncüler: Son olarak okuyucularımıza tavsiye mahiyetinde ne söylersiniz? Abdurrahman Arslan: Herkese memleketini gidip görmeyi, sıla-ı rahimi tavsiye edebilirim ancak. Bu yollarla dinlenme algısını Müslüman bir zihin yapısıyla birlikte yeniden anlamlandırmak gerek. Genç Öncüler: Çok teşekkür ederiz. Yaz ‘12 • 15


ŞİİR

BABLAR MUHAMMED GİDER

1.Bab Bir adam karanlığı yararak geçer a Kütüphane sessizliğinde akşamlard rırken Deliler akıllı numarasıyla anarşi çıka Akıllılar delilik ithafıyla sürgün edilir Bir masa lambasının altında ki umut Bir fincan kahveye düşen gözyaşıyla Aydınlanır sabahlar Ama yok gözyaşı üzerine değil uş Nasırlı ellerin sildiği sıcaktan kavrulm Tebessümün gamzelere gebe olduğu ler Alnımızda ki ve yanaklarımızdaki ter üzerine kurulur adalet

m Kendi sehpasını kendi iter bir mahkû Dualar samimiyetini yitirir Masaüstünde sancılanırkâğıt kalem Mürekkep pahalanır hiçlik adına Kâğıt yine boş kalır Boşluktan ziyade kararmış ruhlarda 3.Bab Karanlığı yararak geçer bir adam Dilenci sokaklara son kez bakar Köle olmuş, intihar eden beyinlere ürler Dünya kabristanın sarhoşlarına küf

ederek Yarar karanlığı bir adam Bir sabah beklenirken Ölüm pahasına Karanlık geldiyse, Firavunlaşamaya son verir bir Musâ e haykırır ktir- Sabah daha yakınlaşmıştır diy biri rdır yılla n uzu irir çev lete ada Zulmü Sisli gözlerin taptığı para diği telaşıyla Boyun eğer bir koma çıkışı adama Buhran da ruhlar ve buhranda madde 2.Bab Bir adam çıktı bu buhrandan adam İşte yine karanlığı yararak geçer bir Geceyi onuruyla yararak uçurur Bir gökdelenin tepesinde uçurtma bir çocuk

16 • Yaz‘12


Güç tanrılığı bırakır 4. Bab adam Ve adalet adillerin elinde Karanlığı onuruyla yararak geçer bir Dünyayı evrimin ötesine taşır Çağrısıdır insanlığa a anlatır. canlan- Ve ilim adil düzeni dünyay Çağrısıdır vicdan yoksunu yürekleri dırmak adına *** n Romantizmin tutsağında kalıp ağlaya Müslümanlara ve kaÇağrısıdır ve mazluma ve sosyaliste pitalistte Merhem sıcaklığında ki çağrısıdır bu ırır haiYusuf gibi vakur durur gözlerini bat nin yüreğine n saSabahlara kadar göbek büyüten uzu kallı kapitallere Das Biraz daha sıska ve bıyığı daha uzun kapitallere çağrısıdır 5. Bab geçer Ve bir gün bu adam geceyi yararak Gözyaşı silinir dünyadan

aç çoBu adam bir gün rüyalarınızda size ın ağıtcukların feryatlarını mülteci insanlığ lığımızlarını getirecek o zaman aynı kararlı adalete la uyanalım rüyadan hakka karşı nmakarşı… Ben olsaydım bu rüyadan uya a böyle mayı tercih ederdim çünkü bir dah irmeye onurlu bir adam geceyi gündüze çev n içinde bu kadar istekli olmayabilir. Geceni yarının kendi sehpasını itenlerden olmayıp aya kıgüneşini ruhumuzda hissetmek için dileğiyzanlardan olanların arasında olmak le…

Yaz ‘12 • 17


DENEME

BU BİR ÖZELEŞTİRİDİR-6 ZEYNEP AKSU

T

ürkiye Süper Ligi 2012 Şampiyonu Galatasaray oldu. Şike iddialarıyla çalkalanan futbol medyası, Galatasaray’ın kupayı alış biçimi üzerinde haftalarca tartıştı. Maçın ardından çıkan olaylarda yüzlerce kişi polise ve birbirine saldırdı. Yüzlerce yaralanma ve tutuklanma gerçekleşti. Ve tüm bunlar ne kan davasıydı, ne de siyasi-ideolojik bir kavgaydı. Hepsi sadece taraftarı olunan takımın kazanıpkazanmaması üzerinden gerçekleşen olaylar dizisiydi. Aslında ademoğlunun mabud’suz da mabed’siz de olamayacağının bir göstergesiydi. Hakiki mabud’undan uzaklaşan abd’ların sahte mabud’larla ne denli barbarlaştığının, vahşileştiğinin somut resmiydi. Gerçek mabedlerini dolduramayan gençlerin, binlerce kişilik stadlarda, ağza alınamayan ifadelerle sahte zikirlerini savurması da insan hayatının boşluk kabul etmediğinin kanıtıydı. İşin acı tarafı bu girdabın içine fark etmeden giren gençlerin bizden oluşu, biz oluşu. Zira medeniyetten uzak batı toplumunun futbol paganizminin içinde kaybolması, kendi holiganlarını yaratıyor olması çok şaşılacak bir durum değilken; mabed’e, mabud’a, köklü bir tarih ve me-

18 • Yaz‘12

deniyete sahip Müslüman toplumların fertlerinin bu sıkıntılı durumda yok olması şaşırtıcı olmasından daha çok, yürek burkan bir durum mâlesef. Sohbet halkalarına, Kur’an derslerine- okumalarına vakit ayıramayan gençlerin haftanın üç günü futbol yorumlarıyla, kalan dört günü de gelecek hafta maçlarının tahminleri, olacaklarıyla vakit geçiriyor olması; aslında futbolun sanıldığı kadar masum olmadığının farklı bir yansıması. Yukarda da belirttiğimiz gibi, insan hayatı boşluk kaldırmıyor. İslam’dan uzak hayatlarda her şeraitte, her fıtrata, yaşa, cinsiyete uygun farklı seküler bir mabed ve mabud alternatifiyle karşımıza çıkabiliyor. Anlayış ve değer yargılarını da o mabud’ların çizdiği sınırlarda, koyduğu kurallar çerçevesinde belirliyor. Bu sahte mabud ve mabedler, dînin hayatla bütünleşmesine mâni oluyorken, kendi abd’ına bunu hissettirmiyor bile. Kimi için futbol, kimi için moda-güzellik, kimi için sahte bir ideoloji, kimi için kariyer hırsı olarak beliriyor... Gelin Müslüman gençler olarak bu sahte mabud’lara köle olmadığımızı ilan edelim. Ve üç ayları vasıta yaparak kendi mabed’lerimize koşalım.


DENEME

Bir resmin içinde yitik kalmış desenler gibiyiz. Ama bu resimde mutluluk yok. ESLEM ÇANAK

M

avinin en koyusundan bir gökyüzü, yeşilin en canlısından çayırlar, ahenkli kanatlarıyla mutluluğa süzülen kelebekler yok bu resimde. Bu resim annelerimizin elleri kadar sıcak değil... Bir bebeğin gülüşü kadar huzurlu değil... Küçükken peşinde koştuğumuz balonlar kadar renkli değil. Bu resim hüzün üfürmekte umutlu bekleyişlere. Boş bir oda gibi bu resim, soğuk bir duvar gibi, yıkık bir ev gibi. Oysa ellerimizde fırçalarla bekliyoruz. Neden bir şeyler çizmiyoruz sanki? Mutlu bir şeyler... Bir çocuk çizmeliyiz mesela. Umut dolu gözleriyle bakmalı bize. Yaşlı bir amca çizmeliyiz ya da. Bir elinde bastonu, diğer elinde şekerler ve yüzünde bir gülümseme ile. Kaldırım kenarında oturan çocuğa gülümsemeli mesela. Usulca yanına varıp, bir şeker uzatmalı ona. Çocuğunda yüzü gülmeli. Sevinçle teşekkür etmeli, kalan şekerleri de alıp dönmeli arkadaşlarının yanına güle oynaya. Bir anne çizmeliyiz, küçük kızının odasına girmeli. O uykusunun en tatlı yerindeyken, okşamalı saçlarını. Üstüne yorganını örtmeli sessizce, uyandırmaya korkarak. Ama bunlar gerçekler değil. Bu resim Gazze çünkü, bu resim Suriye. Bu resimde bir imamın evinde patlayan bombalar var. Bu resimde yüzlerini kanlı gözyaşlarıyla yıkayan çocuklar var. Bu re-

simde acıyla inleyen çaresiz anneler var. Evet, mutlu bir resim çizebiliriz. Peki, ama neden kollarımız bağlandı birden? Önce gözlerimizi kapattık, sonra yavaşça kulaklarımızı tıkadık. Ve sustuk. Susmak kolay olandı çünkü. Görmem e k , duymam a k kolay olandı. Eğer susmazsak bilirdik çünkü, bilseydik mücadele ederdik. Tek yürek olup direnirdik ve dur derdik bu gidişe. Eğer bilseydik, zalimlerin gözlerine derin korkular salardık. Onların düşlerini siyaha boyardık. Kalplerine endişeyi kazırdık. Eğer susmasaydık bilirdik, bilirlerdi. Ama biz sustuk. Vicdanımızı tuzladık, çevreye kokmamak adına. İçi boş zarflara İslam pulu yapıştırdık. Suriye sel gibi alıp götürdü bizleri vicdanımıza, yine de kapattık gözlerimizi. Gazze haykırdı kanayan yarasını, ezip geçtik çünkü tıkadık kulaklarımızı. Ne büyük ihanetmiş bizimkisi. İnsan kardeşine ihanet eder miydi oysa? Davasına ihanet eder miydi? Sahi biz gerçekten değiştirmek istedik mi bu resmi? Ve en önemlisi, neresindeydik bu resmin? Git gide solan bir desen miydik, yoksa inatla sürdüren mi varlığını? Yaz ‘12 • 19


BU AY ARKADAŞLARIMIZLA, ÜNİVERSİTE HAYATINDAN BEKLENTİLERİ ÜZERİNE KONUŞTUK… AYŞENUR AKSU Sümeyye ALBAYRAK

(GÜNGÖREN AND. İHL MEZUNU)

Üniversite demek, yeni arkadaşlar yeni fikirler demek. Belki de olgunlaşabileceğim bir yer. Üniversitede beklentim ileride hayatım boyunca yapabileceğim hayallerimi süsleyen mesleğimi en ince ayrıntılarıyla öğrenmek. Aile sınırları içerisinde özgürleşmek belki de. Üniversite benden ne bekliyor bilemiyorum ama ben ondan 1 yıllık çabamın karşılığını bekliyorum. Büşra ÖKTEM

(ÇINAR KOLEJİ MEZUNU)

Üniversite benim için sadece beni gelecekte yapacağım mesleğe götüren yol değil, arkadaş çevremin de oluşacağı, yeni insanlarla tanışıp, yeni hayatlar okumanın bir yolu. Müslüman bir genç ne kadar sosyal olursa o kadar insanlara ulaşabilir. Üniversiteyi de farklı farklı bir sürü görüşten insanın olduğu ve bu görüşlerin tartışıldığı bir ortam olarak görüyorum. Her ne kadar eskisi gibi tartışmaların olmadığı söylense de. Yani üniversite benim için meslek edindirme merkezi değil, hayatıma açacağım yeni bir kapıdan ibaret. Hasene ER

(GÜNGÖREN AND. İHL MEZUNU)

Meslek hayatım için iyi bir alt yapı oluşturmak. Sosyal anlam20 • Yaz‘12

da kendimi geliştirmek. Yararlı dostluklar kurmak. Sena ÖZAYAS (AÇIKÖĞRETİM LİSE MEZUNU)

İnsanlar genelde üniversiteyi diploma sahibi olmak ve iyi bir iş sahibi olup para kazanmak için okuyorlar. Bence üniversite insana farklı bilgiler edindiren, insanı farklı açılardan geliştiren ve öğrendiklerini pratikte hayata sunmayı öğreten bir kurum olmalıdır. Öğrendiğimiz çoğu bilgiyi toplumun yararı için kullanmamıza ortam hazırlayan, hem eğitici hem de öğretici bir kurum olmalıdır. Kübra DURNA (GÜNGÖREN AND. İHL MEZUNU)

Hayata atılımın ilk adımı. Yaşam mücadelesine açılan bir kapı görüyorum karşımda. Genç yaşımın bana verdiği güvenle birlikte önümde uzun bir hayatın olduğunu varsayıyorum. Bu uzun hayata güvenle ulaşmak içinse üniversiteden geçen bir yol var önümde. Çocukluğumdan beri kendime duyduğum güveni Allah’ın da rızasını gözeterek kullanmak ve O’nun peygamberinin izinde giden bir insan olarak yapıtlarımın eserlerimin adını duyurmak dileğim var.

Feyzanur TAŞTEKNE

(BAYRAMPAŞA AND. LİSESİ MEZUNU)

Benim de bir üniversite öğrencisi adayı olarak, pek tabi bazı beklentilerim var. Bunların arasında iyi bir dil eğitiminin arasında eğitimden sonra bana kendi yolumu bulmamı sağlayacak bir ışık tutsun. Çünkü mezun olduktan sonra hayallerimi gerçekleştirebilmek için ayaklarımın üzerinde durmayı öğrenmiş olmalıyım. Gülsev TOK

(GÜNGÖREN AND. İHL)

Üniversitenin eğitimiyle ve kendi yeteneklerimle kendimi geliştirmek, üniversitenin sosyal ortamının biraz daha bize paralel olmasını istiyorum ve mezun olduktan sonra okuduğum üniversitenin iş bulmamda etkin olabilmesi önemli bir faktör. Ayşegül GÖKLER

(GÜNGÖREN AND. İHL MEZUNU)

İyi bir eğitim sağlayıp, geleceğime ışık tutması. Bu ışık beni aydınlatırken çevremdekilere ışığımın yansımasını isterim. Öğretirken yetiştirmesini yetiştirirken de geliştirmesini bekliyorum. Seca ÖZKUL

(ŞEFKAT KOLEJİ MEZUNU)

Lisedeyken çocuktuk ama üniversiteye geçince hayata bakış açımız da değişecek. Farklı farklı ortamlarda bulunacağız. Kendi


ayaklarımızın üstünde durmayı öğreneceğiz. Kendimiz bir şeyleri başarmayı öğreneceğiz. Üniversite sadece eğitim anlamında bir şeyler katmamalı bence. Farklı ortamlarda yaşantımdan taviz vermeden eğitim almayı hedefliyorum. Şeyma FAKI

(GÜNGÖREN AND. İHL MEZUNU)

Lise hayatım gerçekten çok güzeldi belki de hayatım boyunca edinemeyeceğim dostlar edindim ve üniversitede onların yokluğunu hissettirmeyecek dostluklar kurayım istiyorum. Bu biraz zor olacak biliyorum ama bunu istiyorum. Bol bol gezmek, Arapçamı ve İngilizcemi geliştirmek istiyorum. Mesleğimde en iyilerden biri olmak için elimden geleni yapmak istiyorum. Yabancı ülkelere gidip buraları, bizi anlatmak istiyorum. Biraz da kendime vakit ayırmak, hayallerimi gerçekleştirmek istiyorum. En çok da kendimi değiştirmek istiyorum kendimi çevremdekilerden çok düşünmeyi istiyorum. Umarım üniversite hem benim için hem de diğer arkadaşlarım için hayırlı olur. Hayallerimizi gerçekleştirmek dileğiyle. Selin GÜMÜŞ

(ENSAR KOLEJİ)

Üniversite hayata atılmadaki basamaklarımızın en geniş ve

yüksek olanı. Önemli olan onu en güzel şekilde atlatabilmek ve bize değer katmasını sağlayabilmek. Eğer o basamağın zorluğunu düşünür ve onu kendimizi geliştirmek için kullanmazsak hayatımız o basamaktan ileri gidemez ve olduğumuz yerde saymaya başlarız. Asıl olan üniversiteyi kazanmak ya da bitirebilmek değil. Bunu herkes yapabilir. Önemli olan kendimizi herkesten sıyırıp sıradanlıktan çıkarak, ilerilere gelebilmek yani aslında biz bu kocaman basamağı bu hedef doğrultusunda kullanmalıyız. Ben de beni bu denli nitelikli biri yapabilecek bir üniversite eğitimi istiyorum. Sevra TÜRKMEN

(GÜNGÖREN AND. İHL)

Üniversiteyi hayatımızda sadece maddî bir dayanak, iş mevkî kariyer olarak görmemek gerektiğine inanıyorum. Bizler birer müslümansak hayata dair kaygılarımız olmalı. İslâmi bir kimliğe sahip olmalı ve İslami alanda çalışmalar yapmalıyız. Bu açıdan üniversite farklı insanlar, farklı görüşler tanıyarak kendimizi ve çevremizi geliştirebileceğimiz; mezun olduktan sonra sahip olacağımız meslekle kuracağımız hayata dar sağlam bir altyapı oluşturabileceğimiz bir fırsat olmalı.

Nursen KURU

(GÜNGÖREN AND. İHL MEZUNU)

Üniversiteyi bitirdiğimde sıradan bir üniversite mezunu olmak yerine donanımlı, en az 2 dil bilen bir üniversite mezunu olmak istiyorum. Tercihlerimi de bu imkânları sağlayacak okullardan yana yapmaya çalıştım. Sena OĞUZ

(GÜNGÖREN AND. İHL)

Artık çocukluk ve laylaylom gençlik safhasından olgun bir gençlik safhasına geçerken beni donanımlı hale getirebilecek bir ortam gerçek manada ilim peşinde koşabileceğim bir ortam bilgiye aç insanlar, sıkı ve dava uğruna kurulmuş dostluklar. Kişisel düşüncelerini çekinmeden çeşitli dayatmaların altında kalmadan rahatlıkla savunabileceğim bir ortam. Böyle bir ortam kişinin gerçek manada “kişi” olmasına şahsına münhasır bir birey olabilmesini sağlar. Kısacası kişiyi kişi yapar. Üniversiteden diğer bir beklentim de olanakları bol bir ortam. Öğrencilerinin öğrenimi için hiçbir şey esirgemeyen, katı ve saçma dayatmaları olmayan farklı düşünceleri yaşam tarzlarını görerek tanıyabileceğim belki de bazı şeylere bakış açımı değiştirebilecek bir ortam. Velhasıl, her insan özeldir ve benim üniversitelerden asıl beklentim bu insanların özel yeteneklerini zayi etmeyecek bir ortam. Yaz ‘12 • 21


DENEME

İ

ster insan ya da istetir fıtratı, yasak olanı çirkin olanı. Gelgitler arasında

cebelleşip durur, bir fırtlık ömrü boyunca. Kimi zaman şeytanı arkadaş edinir, kimi

Cami Kapısı Zeynep TOPUZ

zaman nefsini. Uçurumun avucunda yaşar, bilir benliğinin hangi statüde olduğunu bilerek ihtirasları, arzuları onu zorlar. “Yap, et, ne olacak, tövbe edersin, daha gençsin.” der. Bir yandan etraftan sesler gelir, “Yapma, etme oğlum, kızım” diye. Toz gibi uçup gider oysaki sözler. Bakar alıcıları evrene, içi yanar olur pare pare. El açar yağmur damlacıklarına, fetheder bedenini, sorar uzun uzun mahlûkatlara “Kim bu düzenin sahibi?” diye. Bakar aynaya; bir intizam, bir muntazamlık çizilir yüzüne ahenkli bir sırayla. Bir gözyaşı seli getirir onu kendine. Titrer yavaş yavaş çöker dizlerinin üstüne. Uzatır ellerini Yaratanın divanına, alır üç kez Kevser suyundan, pak olması ümidiyle. Yıkar yüzünü, parmaklarıyla dokunur kollarına ve temiz suyla buluşurlar. Mesh eder başını ve fetheder üçte birini; yüreğinin, kalbinin. Dirilir ve açar tüm bedenini göğe. “Şükürler olsun.” der. Çocuklar gibi bağırır, tekrar oturur, kabirde ayaklarını uzatmışçasına yıkar ayaklarını, suyla birlikte dökülür gözyaşları. Yumuşak bir sesle tebessüm eder. “Hayyal Es Salah” diye. Coşkuyla koşmak ister, Rabbinin nizamına, kalkar ve boynu bükük, ümit ile korku arasında, çalımlı bir yürüyüşle adım atar cami kapısına. Kar gibi beyaz takkesini alır, başına. Adım atar sese doğru her adım atışta sanki yeniden doğuyormuşçasına, sıcak sıcak akıntılar içini ısıtır. Samimiyetle var olmanın, varlığıyla dirilerek Rabbinin hu-

22 • Yaz ‘12

zuruna çıkar...


GÜNDEM

Kürt Meselesi Üzerine

Basından Yansıyanlar Sude Karamanoğlu

ABDURRAHMAN DİLİPAK YENİ ŞAFAK Bir Kürt devleti kurulacaksa, herhalde mihverde Irak Kürdistan’ı yer alacaktır. PKK’nın önce kozlarını Talabani ve Barzani ile paylaşması gerekecektir.. Yani devlet aşamasında Kürtler, önce ayrılmak istedikleri ülkelere karşı bir savaş verecek ve bunu başaracaklar, sonra da kendi aralarında bir savaş vermeleri gerekecek… Bütün bunları “ulus devlet projeleri”nin iflas ettiği bir zamanda başaracaksınız. Bu kolay bir iş değil. Birileri böyle bir işe girişse bile, bu işler kontrolden çıkınca tekrar eski ülkelerine dönüp, onlardan yardım istemek durumunda kalabilir.. Laiki, dindarı, Şiisi-Sünnisi ile Kürt dünyası ayrı bir alem.

AHMET ALTAN TARAF Ortadoğu diktatörleri, halklarının barış içinde yaşayacağı bir sistem kurmaya hiç uğraşmadılar, onlar halkın bir kesimini yanlarına çekip “diğer kesimleri” ezerek yönetmeyi tercih ettiler, bu yönetim biçimi de büyük düşmanlıklar yarattı. Diktatörler yıkılınca da o düş-

manlıklar daha keskin biçimde ortaya çıktı. Irak’ta Kürtler çok uzun zamandan beri mücadele ettikleri ve örgütlendikleri için Saddam yıkılırken Kürt devleti de hemen oluştu. Suriye’de de çok uzun zamandan beri devam eden bir Kürt hareketi var. Suriye Kürtleri kendi içlerinde bölünmüş durumdalar ama bir “Kürt devleti” ihtimali belirince koalisyon yaptılar. Tam nasıl olacağı bilinmiyor ama Suriye’de özerk ya da bağımsız Kürt bölgeleri ortaya çıkacağı kesin. Türkiye’nin yönetimi bu yeni Kürt oluşumlarından çok rahatsız ama ne yapacağını da bilemiyor, “müdahale ederiz” diyor, “yok etmeyiz ama kırmızı çizgi çizeriz” diyor, kısacası Irak Kürdistan’ı oluşurken hangi saçmalıkları yaptılarsa şimdi de aynı saçmalıkları yapıyorlar.

RUŞEN ÇAKIR VATAN Bugün Kürt sorununun barışçıl çözümünü samimi olarak isteyenler, devletin açılım çizgisinden sapıp baskı politikalarına yönelmesini sistemli bir şekilde eleştiriyorlar. Ama açılımın yarıda kalmasının tek sorumluluğunu devlete yüklemek gerçekçi ve doğru olmaz. Çünkü ortada bir suç varsa ki var, burada devlet ile PKK bir şekilde suç ortaklığı içindedir. Hadi Güneydoğu’da askerlere

yönelik baskınları bir kenara bıraktık diyelim, Batı’da Reşadiye, İskenderun, Kastamonu saldırılarının, büyükşehirlerde doğrudan sivilleri hedef alan kör terör eylemlerinin, hem yasal Kürt hareketinin hem de devlet içindeki güvercinlerin elini kolunu bağladığı, dolayısıyla açılımı dinamitlediği açık değil midir? PKK’nın bunlar hakkında kapsayıcı, samimi ve tatminkâr bir özeleştirisini görmeden berbat gidişat nedeniyle sadece devleti suçlamak, bu “kirli savaş”ın bir parçası olmak anlamına gelmez mi?

FEHMİ KORU STAR Yürütülen terörle mücadele sırasında dahi kendi vatandaşı olan Kürtler’le alıp veremediği olmadı Türkiye’nin; Irak’ın kuzeyinde oluşan Kürt bölgesiyle de olağanüstü iyi ilişkiler sürdürülüyor. Mesut Barzani yönetiminin en yakın olduğu siyaset adamları Ankara’da. Kürt bölgesini Türkiye’den giden işadamları inşa ediyor. Kuzeyde çıkan petrol Türkiye üzerinden dünyaya pazarlanıyor. Kısacası, şu sıralarda çıkan değerlendirmelerin ve yapılan yorumların büyük bölümünü anlamak mümkün değil. Bazıları Suriye’de meydana gelen gelişmeden duyduğu endişeyi TC vatandaşı Kürtleri tedirgin

edecek bir üslupla dillendirmekten de çekinmiyor. Sanki Türkiye nerede Kürt varsa onu‘düşman’sayan insanların ülkesiymiş, sanki Kürtlerin bütün derdi Türkiye’ye rahatsızlık vermekmiş gibi...

CÜNEYT ÖZDEMİR RADİKAL Geçen aylarda hükümetten görüştüğüm çok çok üst düzey bir isim “ Kürt sorununun çözümü için Kürtleri değil Türkleri ikna etmemiz gerekiyor” dediğinde şaşırmamıştım. Kürt atasözleri gibi naif bir başlığın altında bile binlercesi olan bu sıradan faşizmi karşımda görünce bu teşhisin doğru olduğunu bir kez daha anladım. Bu algı sadece yıllardır süren PKK ile devletin mücadelesinden, verilen şehitlerden, zorunlu askerlik hizmeti nedeniyle terörle mücadele kapsamında zorunlu olarak görev alan erkeklerin bilinçaltından kaynaklanmıyor. Bu süreci yıllardır aynı savaş diliyle takip eden medyamızın da emeğini yok saymamamız gerekiyor! Bu küfürler yıllardır medyanın tek tek manşetlerle, köşe yazıları ile Türk insanının bilinçaltına taşıdığı ırkçı suyun eseri. Bugün sokağa çıkıp ‘çoğunluğu’ çevirip sorduğunuzda pek çoğu için Kürt eşittir PKK demek.

Yaz ‘12 • 23


KİTAP

ALBÜM

Gölgeler Koridoru Muhyiddin Şekur

Ömer Karaoğlu “Oyunbozan”

ABD

’de doğan Muhyiddin Şekur bir Afro-Amerikandır öncelikle ve 24 yaşında kelime-i şehadet getirmiştir. Müslüman olduktan sonra bir tasavvuf koluna bağlanan Muhyiddin Şekur, bu yolda yaşadıklarının bir kısmını Writings on the Water (Su Üstüne Yazı Yazmak) kitabında anlatmıştır. İnsan Yayınları’nın irfan ve tasavvuf serisinden çıkmış, oldukça samimi bir dille yazılmış bu kitap Türkçe dışında Almancaya da çevrilmiştir. “İnsanların taş üzerine yazdıkları yüzyıllık yazılar, Allah için su üstüne yazılmış yazı gibidir.” diyerek kitaba dair kısa bir açıklama buluyoruz arka kapakta ve tüm serüven boyunca yazarın şükür, ihlas ve sabra yaptığı estetik vurgularla, 3 kitap olarak tasarladığı Sufi chronicles serisinin 1.kitabı mutlulukla okunabliyor. 2. kitap ise Nisan ayının ilk günlerinde Gölgeler Koridoru ismiyle, Sufi Yayınları tarafından yayınlandı. Kitap Şekur’un ilk kitabında bıraktığı yerden devam ediyor ve ‘96 yılında yaptığı İstanbul seyahati ile nihayete eriyor. Gölgeler Koridoru’nda, ilk kitaba nazaran siyasi ve sosyal meselelerle ilişkili çok daha fazla hikayeye rastlıyoruz. Hatta yazarın da ifade ettiği gibi, Bosna Savaşı kitabın belkemiğini oluşturuyor. Buna mukabil, daha deruni pek çok hikaye de mevcut kitabın içinde. Gölgeler Koridoru savaş, acı, cihad, ihanet, fesad gibi dersler ve olaylar içeren, daha zorlu bir mücadeleyi anlatıyor okura. Gölgeler Koridoru, Su Üstüne Yazı Yazmak’a pek çok atıfla kendi hikayesini oluşturuyor. Haberi ise ilk kitabından bir alıntı ile bitirelim: “Diriyi öldür-yani nefsini. Ölüyü dirilt-yani kalbini. Bulduğunu yitir-yani dünyayı. Yitiğini bul-yani ahireti. Varı yok et-yani hevanı. Yoğu var et-yani niyetini. Mârifet kalptedir, delâlet dildedir. Ubudiyet tenden geçmekle yapılır: Eğer cehennemden kaçıyorsan, niyetine sadık kal; eğer Mevlâ’nı arzu ediyorsan yüzünü O’na döndür, çünkü O’nu hemen bulacaksın.”

24 • Yaz‘12

B

eş yıllık aranın ardından, maddi manevi doyurucu bir albümle yeniden Ömer Karaoğlu diyoruz. İşin ehli birçoklarına göre “oyunbozan” Karaoğlu’nun ustalık eseri. Bu denkleme göre çocukluğumuzdan beri kulağımıza aşina olan motive edici ve belki de rehabilite edici parçalar nereye düşer bilmiyoruz fakat “Arzuhal”, “Medhiye”, “Bekleyiş”, “Şahit Ol Akdeniz, “Oyun”, “Onsuz Olmaz”, “Oyunbozan”, “Kudüs” ve “Esma” olarak dokuz eserden oluşan bu albüm eskileri aratmayarak farklı bir ufuk sunacak gibi. Ömer Karaoğlu takdiminde şunları söylüyor: “Otuz yıla yaklaşan bir süredir söylemeye çalışıyorum. İnandıklarımı, umudumu, öfkemi, hüznümü seslere yükleyip paylaşıyorum. Benimle birlikte söyleyen ve hisseden tüm dostlara selam olsun. İnsanın fıtratını hırpalayan, tercihini adalet ve merhametten yana olmayan, bir nefeslik ömrün ayartmalarına aldanıp ahmakça oyunlar kuranların, oyunlarını bozmak için haydi tekrar aşk ile!” Aranjede Yavuz Taşkın, vokallerde Hakan Aykut, Yavuz Taşkın, Ammar Acarlıoğlu, Enes Karaoğlu yer almış. Tavsiyemizdir.


SARE GÜLCE YENİCE

FİLM Derbare-i Elly

İ

ngilizceye About Elly, Türkçeye ise Elly Hakkında diye çevrilmiştir. Yönetmeni Ashgar Farhadi’nin 4. filmidir. Farhadi, Berlin ve Fajr’de en iyi yönetmen ödülünü almıştır. Film şüphe ve iftira etrafında dönen başarılı bir senaryoya sahip. Filmlerinde İran toplumundan gerçekçi portreler çizen Farhadi, Elly Hakkında’da müziği neredeyse hiç kullanmayarak, hep doğal ortam sesi tercih ederek filmin sahiciliğini arttırıyor. Ana hatlarıyla konuyu şöyle özetlemek mümkün: Ahmad, Almanya’da yıllar boyu yaşadıktan sonra, İran’ı ziyaret etmeye karar verir. Üniversiteden eski arkadaşları, Ahmad’ın gelişi onuruna Hazar Gölü kıyısında hep birlikte üç gün geçirecekleri bir tatil planlarlar. İranlı orta sınıf üç evli çift, Ahmad ve gruptaki kadınlardan biri olan Sepideh’in çağırdığı, kızının anaokulu öğretmeni Elly vardır. Sepideh, Ahmad ve Elly’nin tanışmasını arzu etmektedir. Tatilin ikinci gününde, her şey iyi gidiyor gibi gözükürken bir olay neticesinde Elly ortadan kaybolur. Boğulmuş mudur? Kaçmış

mıdır? Yoksa başka bir şey mi? Bu sorular etrafında yalanın doğası, insanlar üzerindeki etkisi, küçük bir yalanın olayların seyrini ne kadar saptırabileceği gibi konularda gidip geliyor film. Her yalan bir diğerini doğuruyor ve toplulukta kimsenin Elly’e dair bildiği net birşey yoktur. Ve tüm bu yalanların açmazında müthiş bir belirsizlikle film bitiyor. Film, ‘Bir yalan veya saklanan bir gerçek birbirinden işlev bakımından ne kadar farklıdır?’, ‘İnsan doğası hangi durumlarda nasıl tepkiler verir?’ gibi soruları İran’ın sosyolojik durumu beraberinde akla getiriyor. Film, siyasi değil ama ideolojik ve sosyolojik olarak bakıldığında çok basit bir konudan yola çıkarak İran’da kadının yeri ve aile içi ilişkiler üzerine bir değerlendirme niteliği de taşıyor. Çocuklara karşı tutumlar da filmin genel havası içinde kendini gösteriyor. Elly’nin nişanlıyken bu gezi teklifini kabul etmesi gibi bir durumun varlığı ve Sepideh’in O’nu zor durumda bırakmamak için olanca doğallıyığla yalan söylemesi modern insanın kafa

karışıklıklarına da göndermeler yapıyor. Son sahnede kıyıya gömülmüş olan arabayı, bir metafor olarak ele alırsak, insan eliyle yapılan her işin sonucu beklendiği gibi gelmiyor. Araba gece kıyıdan daha uzağa bırakılmıştı fakat insan iradesinin dışında sabah kumlara gömülü halde bulunuyor, yaptığımız planların başı sonu muhkem bir belirsizliğe gömülüyor. Ayrıca filmde sadece çocukların hakikate dair hiçbir şey saklama çabasına girmemeleri, onların doğallığının henüz iğfal edilmemiş olduğu gerçeğini de başarıyla aktarıyor. Derbare-i Elly orjinalliğinden taviz vermeyerek, filmin belki de mottosu sayılabilecek cümlelerden birini “besser ein Ende mit Schrecken als ein Schrecken ohne ende” (acı bir son, sonsuz bir acıdan daha iyidir) diyerek ifade ediyor.

DERGİ DEĞİRMEN

R

üstem Budak yönetiminde düzeyli şekilde yayın hayatını sürdüren Değirmen dergisi, 29-30-31. sayılarını (Ocak-Haziran 2012) kapsayan “Yüzyılın Dergileri 1900-2000” özel sayısında dergi okurları için arşiv niteliğinde önemli bir çalışma ortaya koydu. 440 sayfalık özel sayıda, Türkiye’de kalıcı ekol oluşturma hüviyetini kazanmış şiir, edebiyat, düşünce, haber ve karikatür dergilerinin serüvenleri gözler önüne seriliyor. Çıkış öyküleri, oluşturdukları etki, meydana getirdikleri dü-

şünsel ve estetik kimlik, savundukları görüşler ve yayımladıkları manifestolar, bu hususta çoğunluğu otorite oluşturmuş kalemler tarafından analiz ediliyor. Geçmişe tanıklık etmek, şimdiyi anlamak ve yaşamak, geleceği kurmak için bu dergilerin yaşadığı- yarattığı izleri tanımak gerekiyor. Yüzyılın Dergileri sayısında yer alan dergiler: Sırat-ı Mustakim-Sebilürreşad, Genç Kalemler, Servet-i Fünun, Kadro, Orhun, Ağaç, Güneş, Varlık, Akbaba-Çınaraltı, Mavi, Hareket, Dergâh, Büyük Doğu,

Diriliş, Papirüs, Halkın Dostları, Yansıma, Pınar, Töre, Türk Edebiyatı, Kubbealtı, Adımlar, Birikim, Mavera, Zafer, İktibas, Diyojen-Gırgır, Edebiyat, Sızıntı Sombahar, İkindiyazıları, Nokta, Aktüel, Çete, Yedi İklim, Haksöz, A’raf, Yeryüzü, Türkiye Günlüğü, Değişim, Son Duvar, Edebiyat Ortamı, Kökler, İslâmiyât, Hece, Doğu Batı.

Yaz ‘12 • 25


İSLAMİ KAVRAMLAR

ŞEYTANINI KOVMAYA NE DERSİN? - I HANNE MERYEM

“Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin. O, kendi grubunu, ancak çılgınca yanan ateşin halkından olmaya çağırır.” (Fatır Suresi, 6)

İ

nsanın Apaçık Düşmanı: Şeytan ve Şeytanın Hileleri. Şeytan her insanın hayatı boyunca binlerce defa karşılaşacağı en büyük düşmanıdır.Düşmandır çünkü, insan yüzünden Allah katındaki makamını kaybettiğine inanır.Yeryüzünde bulunmasının tek nedeni de insanları saptırmak için Allah’tan aldığı izindir. Kıyamete kadar, bu izin doğrultusunda olabildiği kadar çok insanı cehennem ateşine sürükleyecek, bunu başarmak için her türlü yolu deneyecektir. Bu amaçla şeytan, insanları her an gözler (Araf Suresi, 27), insana zarar verecek planlar ve oyunlar hazırlar. Çoğu insan şeytanın ne kadar büyük bir tehlike olduğunun farkında bile değildir. Şeytan bu insanların mantığına göre, uzak, hatta hayali bir varlıktır.Onlara göre yalnızca çok büyük kötülükleri yapan, vahşi, cani kimseler şeytana uyarlar. Kendilerini ve kendileri gibi insanları, şeytanla hiçbir alakası olmayan, temiz kalpli kişiler olarak görürler.Ancak arada yapılan ufak tefek hatalar için “şeytana uydum” denir. İşte bu gaflet, insanın hayatı boyunca yapabileceği en büyük hatalardan biridir.Oysa insanların yapması gereken, şeytanı çok iyi tanımak ve onu düşman edinmektir. Allah bunu insanlara Fatır Suresi’nde emretmiştir:

26 • Yaz ‘12

“Gerçek şu ki, şeytan sizin düşmanınızdır, öyleyse siz de onu düşman edinin...” (Fatır Suresi, 6) Bu ayetten şeytanı düşman edinmemiz gerektiğini anladıgımız gibi İsra Suresi 65.ayetten de şeytanın ihlaslı kulların üzerinde hiçbir hakimiyeti olmadıgını öğreniyoruz: “Fakat şeytan onlara aldatmadan başka bir şey vaat etmez. Doğrusu benim (ihlâslı) kullarım üzerinde senin hiçbir hâkimiyetin yoktur. Vekil olarak Rabbin yeter.” (İsra Suresi, 65) Öyleyse şeytanın farkına varmak, onu bir düşman olarak kavramak insanı kurtuluşa götüren adımlardan biridir.Bunun için öncelikle şeytanın özelliklerini, daha sonra da kullandığı taktikleri bilmek gerekir.Peki birçok Kuran ayetinde ayrıntılı olarak tarif edilen bu taktikler nelerdir?

1) Şeytan günahları güzel gösterir. “...Şeytan onlara yaptıklarını süslemiştir, böylece onları (doğru) yoldan alıkoymuştur; bundan dolayı onlar hidayet bulmuyorlar.” (Neml Suresi, 24) Geleneklerle bozulan, gerçek Kuran ahlakından tamamen kopuk olan ve Kuran’da “ataların dini” olarak adlandırılan batıl inançlar; Budizm,


Şeytan her insanın hayatı boyunca binlerce defa karşılaşacağı en büyük düşmanıdır.Düşmandır çünkü, insan yüzünden Allah katındaki makamını kaybettiğine inanır.Yeryüzünde bulunmasının tek nedeni de insanları saptırmak için Allah’tan aldığı izindir. Kıyamete kadar, bu izin doğrultusunda olabildiği kadar çok insanı cehennem ateşine sürükleyecek, bunu başarmak için her türlü yolu deneyecektir. Bu amaçla şeytan, insanları her an gözler (Araf Suresi, 27), insana zarar verecek planlar ve oyunlar hazırlar. Karma felsefesi gibi insanların kendi kurallarıyla oluşturduğu sözde inanç sistemleri ve Kuran’da haram kılınan (eşcinsellik, zina, faiz vb) her türlü sosyal ve toplumsal olayın meşru kabul edilmesi sapkın davranışlar arasındadır. Şeytan bu sapkınlıkları, “modernlik, çağın gerekleri veya gelenekler” gibi bahanelerle süsler.

2) Şeytan boş kuruntularla oyalar. “…Ve onları mutlaka saptıracağım, onları boş kuruntularla oyalayacağım…” (Nisa Suresi, 119) Şeytan, insanları boş hayallerle avutur, boş kuruntularla onları oyalar.Çölde yol alanlar zaman zaman serap görürler, onu gerçek zannederler, ümitle ona doğru koşarlar.Hâlbuki bir hayalin peşinde koşmaktadırlar.Onun gibi şeytan da insanları boş fikirlerle, hoş hayallerle durmadan oyalar. Mesela, batıl bir fikrî akım çıkar, nice insan bunun peşine takılır.Hâlbuki bir işlerine yaramayacak, onları asla mutlu yapmayacaktır.Mesela, 19.yüzyılda pozitivizm rüzgârı esmiş, insanlık âlemini ciddi anlamda etkilemiştir. Bu akıma göre, dinlerin bahsettiği ruh, melek, ahiret gibi meseleler ispat edilemediğine göre, bunlara itibar edilmemelidir.“Artık mabetlerin yerlerini laboratuarlar, din adamlarının yerlerini bilim adamları, iman esaslarının yerlerini ilmin ulaştığı sonuçlar almalıdır”.Ne gariptir ki İslam dünyasında yaşayanlar da dâhil olmak üzere, dünyanın her tarafından nice kimseler bu akımdan etkilenmişlerdir.Yaratılışa, ruha, ahirete kanıt-

lanamadığı için inanmayan bu insanlar, “bilim”e iman ederler ve bilimin onların tüm sorularına bir gün cevap vereceğine inanırlar.İşte şeytan böyle boş fikirler, kuru hayallerle nice insanları avutur, oyalar, gerçekleri görmelerine engel olur.

3) Şeytan fıtrata müdahale etmek ister. “…Onlara emredeceğim de Allah’ın yaratışını değiştirecekler...” (Nisa Suresi, 119) İnsanlar, şeytanın telkinleriyle Allah’ın yaratışına müdahale ederler. Bu, yaratışın şeklini veya bazı özelliklerini değiştirmek şeklinde olabilir. İnsanlar, şeytanın telkinleriyle, mesela: • Fıtratı kemaline götürecek yerde bozacaklar, çığırından çıkaracaklar. Mesela, kadını erkek, erkeği kadın yapmaya çalışacaklar, kadın yerine erkek, erkek yerine kadın kullanacaklar. • İhtiyaçtan ve zorunluluktan kaynaklanmayan estetik ameliyat yaptıracaklar. • Fıtri ve helal olan evlilik yerine gayr-ı fıtri ve gayr-ı meşru olan evlilik dışı beraberliği esas alacaklar, temizi bırakıp pise koşacaklar…

4) Şeytan, batıl mabutlara taptırır. “Biz her ümmet içinde ‘Allah’a ibadet edin, tağuttan sakının’ diye bir peygamber gönderdik” ayetinin bildirdiği gibi, peygamberlerin gönderiliş hikmeti, tek Allah’a ibadeti temin etmektir. (Nahl Suresi, 36)

Yaz ‘12 • 27


İSLAMİ KAVRAMLAR İnsanların büyük bir ekseriyeti Allah’ın varlıAyette geçen “tağut” kelimesi, tuğyandan türemiş olup, “Allah’tan başka ibadet edilen ba- ğını kabulle beraber, genelde O’nun sıfatlarında tıl mabut” anlamındadır.Kendisine itaatte Allah’a ihtilafa düşerler. “Biz bunlara, ancak bizi Allah’a isyan olan herşey, her insan “tağut” kavramına yaklaştırsınlar diye ibadet ediyoruz.” diyen cahiliye Arab’ı, aslında Allah’ı kabul etmektedir. (Züdâhildir. Kur’an’ın teşbihiyle, bu batıl mabutlardan bir mer Suresi, 3) Fakat onun itikadında, Allah çok fayda beklemek, “örümcek ağı” gibi en zayıf bir ötelerde olduğundan ona bir sembol lazımdır.İşte putlar bu sembol olmuş, tarih boeve sığınmak gibidir. (Ankebut Sureyunca nice insan putlara tapmaktan si, 41) Böyle olmakla beraber, tarih “Namaz için ezan kurtulamamıştır. Şimdi de Allah’ın boyunca insanlık âlemi bu “örümcek okunduğu zaman, varlığını kabulle birlikte birşeylerin ağlarına” takılmaktan kurtulamamışşeytan ezanı O’na yaklaştırdıgı düşünülüyorsa tır. duymamak için (şeyhler, türbeler) veya Allah’ın sıBu batıl mabutların başlıcaları arkasını dönüp fatlarının yakıştırıldıgı şeyler varsa şunlardır: yellenerek kaçar. veya Allah’ın belirlediği kurallar haEzan bitince tekrar ricinde kurallar belirleyen sistemler 1. Şeytan, bazılarının mabudu geri gelir. Namaz varsa(komunizm, kapitalizm gibi), olmuştur. İbadetin itaat manasından işte bunlar da çağımızın putlarıdır. hareketle, şeytanın dediğini yapan için kamet edilince kimselerin ona ibadet ettiğini, yani yine arkasını dönüp Şahısların putlaştırılması iki şekilona kul ve köle olduklarını söyleyekaçar. Kamet biliriz. bittiğinde yine gelir de olur: 2. Nefs-i emmare, nefsin terbiyeden geçmemiş şeklidir. Heva ise, nefsin kendiliğinden meylettiği arzusudur. “Hevasını ilah edineni gördün mü?” ayeti hevanın ilahlaştırılmış olduguna dikkat çeker. (Casiye Suresi, 23) Zira mabut emir verir ve emri yerine getirilir. İnsanın nefs-i emmaresi bazı şeyler emrediyor ve bu emirler aynen yerine getiriliyorsa, o nefsin ve nefsin hevasının ilah haline geldiği ortadadır.

ve kişi ile nefsi arasına sokulur ve ona: ‘Filân şeyi hatırla, filân şeyi hatırla’ diyerek namazdan önce aklında olmayan şeyleri hatırlatır da, neticede insan kaç rekât namaz kıldığını bilemez olur.”

3. Putlar, tarih boyunca insanlığın önünden hiç eksik olmamıştır. Bunların bir kısmı insanlar tarafından yapılmıştır. İlkel kabile dinlerindeki totemlerden, günümüzün sözde medenilerinin önündeki “modern putlara” varıncaya kadar putperestliğin değişik tezahürlerini görmek mümkündür.

28 • Yaz ‘12

1. Despot insanların başkalarını kendilerine kul-köle yapmaları. 2. Önder insanların zamanla mabut kabul edilmesi. Birincinin en tipik misalini Firavun’da görebiliriz. “(Firavun) kavmini istihfaf etti, onlar da ona itaat ettiler. Çünkü onlar fasık bir kavim idi” ayetinin bildirdiği gibi, Firavun kavmini hafife alır, onların idrakleriyle oynar. (Zuhruf Suresi 54) “Ben sizin en yüce Rabbinizim” diyerek kendisine mutlak itaate sevk eder. (Naziat Suresi, 24) Önder insanların zamanla putlaştırılmasının en bariz örneğini Hıristiyanların Hz. İsa’ya bakışlarında görmek mümkündür.Allah’ın bir kulu ve resulü olan Hz. İsa, zamanla bazılarınca ulûhiyetin bir rüknü olarak görülmeye başlamış, mabudiyetten kendisine hisse verilmiştir.Hâlbuki Allah’tan başka hiçbir şey ibadet edilmeye layık değildir.


5) Şeytan namazda vesvese verdirir. Namaz kılan hemen herkes, namaz esnasında şeytanın vesvese vermesinden şikâyetçidir.Namaz kılmak müspet bir eylemdir, namaz kılmamak ise eylemsizlik.Şeytan, insanların müspet işler yapmalarından rahatsız olduğundan bilhassa namaz gibi ibadetlerde insanlarla çok uğraşır.Elinden gelse namaz kıldırmamak ister.Bunu yapamayınca namazın kalitesini düşürmeye çalışır.Ya vaktinde kıldırmaz veya namaz esnasında o kimsenin hayaline lüzumsuz şeyler getirir. Peygamber Efendimiz şöyle bildirir: “Namaz için ezan okunduğu zaman, şeytan ezanı duymamak için arkasını dönüp yellenerek kaçar. Ezan bitince tekrar geri gelir. Namaz için kamet edilince yine arkasını dönüp kaçar. Kamet bittiğinde yine gelir ve kişi ile nefsi arasına sokulur ve ona: ‘Filân şeyi hatırla, filân şeyi hatırla’ diyerek namazdan önce aklında olmayan şeyleri hatırlatır da, neticede insan kaç rekât namaz kıldığını bilemez olur.” (Buhari, Bed’ü’l-Halk, 11)

kir.Fakat her nasılsa, özellikle cehaletin hâkim olduğu çevrelerde, Müslümanlarda da bu tür taklit görülmektedir.Oysa İslam’da her insan yanılabilir ve hata edebilir.Gerçekten büyük olan zatlar, hiçbir zaman kendilerini hatalardan uzak görme ve gösterme cihetine gitmezler.Bir kusur işlediğinde veya farkına varmadan yanıldığı ortaya çıktığında, bunlar hemen tövbe ile hakka yönelirler.Yanlışta ısrar yanlışını yapmazlar.

7) Şeytan değer ölçülerini alt üst eder.

Rahmanın ve şeytanın değer ölçüleri birbirine zıttır.Bundan dolayı şeytan değer ölçülerini alt üst etmek ister, harama helal, helale haram hükmü 6) Şeytan taklide sevkeder. verir. Mesela, Hak dine inanmak ve ona göre yaşaTaklit, delil olmaksızın bir sözü kabul etmektir. mak insanın tabiatında vardır. Ama şeytan ve yanKur’an-ı Kerim, körü körüne taklidi şiddetle redde- daşlarına göre “Din bir afyondur, insanları uyuşder. Mesela, şu ayete bakalım: turur, miskinleştirir.”. İlahi bir hüküm olarak içki “Onlara ‘Allah’ın indirdiğine uyun’ denil- “Şeytanın amelinden bir pisliktir.” Ama şeytana diğinde, ‘Hayır, biz atalarımızı ne üzere bul- göre içki hayatın bir parçasıdır. Hatta şeytana köle duksa ona uyarız’ dediler. Ya ataları bir şeye olanlar nezdinde içki “Medeniyetin bir lazımıdır. akıl erdiremez ve doğruyu seçemez kimseler- İçki içmeyen biri çağdaş olamaz.”.İlahi bir hüküm se, yine mi onlara uyacaklar?” (Bakara Suresi, olarak rüşvet almak yasaktır, günahtır.Ama şeyta170) na göre rüşvet almamak bir enayiliktir. Elmalılı Hamdi Yazır ayetin yorumunda şöyle Bundan dolayı şu dua, ümmetin meşhur duder: alarından biri olmuştur: “Allah’ım bize hakkı hak “Uyma sebebi, eskilik-yenilik veya atalar yolu olarak göster, ona tabi olmakla rızıklandır. Bâtılı da olup olmamak değil, Allah’ın emirlerine uygun bâtıl olarak göster, ondan kaçınmakla rızıklandır.” olup olmamasıdır. Hakkın emrine uyan ve yaptığını bilen atalara uyulur. Bilakis, Hakk’ın emrini KAYNAKÇA • Şeytanın Hile ve Tuzakları / Mustafa Öselmiş tanımayan, ne yaptığını bilmeyenlere, atalar dahi • Şeytani Kusatmaya Karsi İki İmkan: Dua ve Secde - Vakit /Abdullah Yıldız olsa yine uyulmaz.” • Şeytanın Gizlediği Tuzaklar - İlmi Mercek Dergisi23. sayı (Mayıs 2006) 28. syf / Harun Yahya Taklidi reddeden bir dinin mensupları arasın• Şeytanın Tuzakları / Doç. Dr. Şadi Eren da, körü körüne taklit hastalığının olmaması gere- • Hak Dini Kuran Dili – Bakara Suresi Tefsiri / Elmalılı Hamdi Yazır

Yaz ‘12 • 29


HAYALİ RÖPORTAJ

Ragıb Es-Sercanî ile röportaj Abdulvahid SİPAHİOĞLU Bu ay hayali röportajlarda konuğumuz Ragıb Es-Sercanî ve onun Beka Yayınları’ndan çıkan İslam Gençliğine Mesajlar kitabı. Yazar kitabında, gençlerin sorunlarıyla başlayan tahlillerine İslam’ın ilk gençlerinin örnekliklerini ifade ederek devam ediyor. Daha sonra ise günümüz gençlerini bu örnekliklerden uzaklaştıran sebepleri ele alan yazar son olarak da gençlere pratik tavsiyelerle kitabını tamamlıyor. Biz bu kitapta yer alan tahlillere sorularımız yönelttik ve bizler için çok hayati olan eğitim meselemiz ile bugün bizlerin ihtiyacı olan iki kısa tavsiye aldık. Bu röportajımızda geçtiğimiz günlerde gündemimizi meşgul eden konulardan biri olan eğitim meselesini konuşurken ihmal etmememiz gereken hususları ortaya koymaya çalışacağız. Bununla beraber yazardan aldığımız iki tavsiyede de bugünün gençleri olarak bizim için hayati olan iki meseleye, arkadaş ve vaktin değerlendirilmesi, değinmiş olacağız. Ortaya koyduğu örneklikler, ümmetin gençlerinin sorunlarını ortay koyma adına yaptığı tahliller ve pratik tavsiyeleri ile faydalı olacağına inandığımız bu kitabı tavsiye ediyoruz ve röportajımızı istifadenize sunuyoruz.

Öncelikle şuradan başlayalım: bugün ümmetin gençlerinin nasıl eğitildiğini düşünüyorsunuz? Ümmet yaşadığımız şu zaman diliminde ardı ardına geçen onlarca yıldır gençlerini İslami eğitimin dışında eğitim metotlarıyla eğitiyorlar. İslam ümmeti bununla (İslami terbiye metodunu kaldırmakla) başarı sırrını kaybetmiş, hidayet ve doğruluk yolundan da sapmıştır. Ayrıca sıkıntılı ve ümitsiz bir hayat yaşamıştır. Kim de beni anmaktan yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak. (Taha 24) Bu eğitim metoduyla ümmet hangi ölçüyü kaybetti? Ve bunun sizce gençlere nasıl etkisi oldu? Ümmet gençliğinin eğitilmesinde Allah’ın rızasını gözetme ölçüsü dikkate alınmamıştır. Öyle ki gençler daima öğretmenlerinin, babalarının vs taleplerini gözetiyorlar. Bu kimseler ortadan kayboldukları zaman ise gençler istek ve şehvetlerine kapılıyorlar ve yanlış yapmada aşırı gidiyorlar. Ayrıca güçlerini ve yeteneklerini ümmetin temel

30 • Yaz‘12

taşlarını inşa etmek için kullanacakları yerde ellerinden geldiği kadar bunları yıkmak için kullanıyorlar. Kuşkusuz gençler bu terbiyenin sonunda Allah’ın kitabına ve Hz Peygamber’in (sav) sünnetine olan duyarlılıklarını kaybetmişlerdir. Dinin onlarda hayat metodu olması gerekirken teorik tanımların işlendiği ve önemsenmediği bir ders haline gelmiştir. Şu anda eğitim programlarımızda gençlere ahretin önemini hissettiren, kıyamet gününde sorgunun ve hesaba çekilmenin önemini anlatan biri var mı? Gençlere: İşlerinizi iyi yapın, derslerinize önem verin çünkü Allah sizi gözetliyor ve sizi çalışmalarınıza göre mükâfatlandıracaktır, diyen var mı? Hayır! Onlara söylenen: Derslerinize iyi çalışın. Çünkü önünüzde bir imtihan var ve bu imtihanı kazanan iş bulmada, ev, araba almada kardeşinden daha şanslı olacak. Bu söylendiği zaman insanlar ‘’ne yapalım dünyadan el etek mi çekelim’’ diye itirazda bulunabiliyorlar. Siz bu itirazı nasıl değerlendiriyorsunuz?


Bu, gençlerin dünyadan el etek çekmeleri ya da onları eğitim ve kazanç yollarını terk ettirmek üzere yetiştirmek anlamına gelmez. Ancak burada hedeflediğimiz gaye niyetlerin doğru olması ve gidişatın düzeltilmesidir. Böylece ders çalışması, ilim tahsili, ahlaki davranışları, insanlarla olan ilişkileri, işi ve kazancı hep sevap olur. Yani tüm davranışları ibadet olur. İstediğimiz şey, gençlerin kendilerini gözetleyenin Allah olduğunun bilincinde olmalarıdır. O ölmeyen, diri olan ebedi olan daim olan ve ondan hiçbir sır gizlenmeyen ilim sahibidir. Böylece gençler onun gözetlemesinde korkmalı ve onun rızasından ümitli olmalıdır. Bununla gencin hem içi hem de dışı ıslah olur, tembellikten uzaklaşır, sürekli çalışmaya azmeder ve iradesi güçlenir. Eğitim metodunun nasıl bir yanlış üzere yürüdüğünü anlattınız. Bununla beraber gençleri ümmetin gençleri olmaktan alıkoyan durum nedir? Gençlere Allah’ın razı olmadığı pek çok şeye bağlı olma hissi aşılanmıştır. Böylece onlar büyük İslam ümmetine olan gerçek bağlılık hissini yitirmişlerdir. Onlar yeryüzünün batısında ve doğusunda bulunan ve kendi ırklarında olmayan Müslüman kardeşlerini kendilerinde uzaklaştıran Arap, Fars, Türk milliyetçiliklerine bağlıdırlar. Kâfirlere ve inkârcılara bağlı olmayı da kendilerine bir şeref olarak görürler. Allah aşkına söyleyin bana gençler! Bir genç firavun gibi şahsiyetlere karşı nasıl iyimser olabilir. İşte o zaman Müslüman gencin kişiliğinde bir dengesizlik oluşuyor. Allah’ın kitabını açtığında Kuran’ın her sayfasında Allah-u Teâlâ’nın firavuna nasıl lanet ettiğini gördüğü halde daha sonra kendi hayatının gerçeklerini incelerken Allah’ın kitabında onlarca yüzlerce kez lanet ettiği firavuna karşı saygı iyilik ve ikram ettiğini görüyor.

Gençlerin burada işaret ettiğiniz ideale ulaşabilmeleri için verebileceğiniz pratik tavsiyeler nelerdir? Ümmetin yücelmesini isteyen bir kişinin her zaman iyi arkadaşlarla birlikte olması gerekir. İyi bir arkadaş her lahzada seni iyilikle uyarandır. Namaz vaktini geçirdiğinde sana hatırlatan, günlük Kuran virdini kaçırdığında seni uyaran, derslerinde ve eğitiminde yardım istediğinde sana yardım eden, bir sıkıntı veya krize düştüğünde yanında duran bir arkadaştır. Yolları İslam, anayasaları ise Kuran’dır. Ahlakları merhamet, şefkat, hoşgörü ve yumuşaklıktır. Düşünceleri derin, üslupları ise incedir. Müslümanların işlerine/dertlerine önem verirler. İnsanların ihtiyaçlarını giderirler ve Allah’a hikmetle davet ederler. Anne, babalarına iyi davranır, akrabalarını ziyaret ederler. Küçüklerine karşı şefkat, büyüklerine karşı ise saygı gösterirler. İşte kişi (mümkün oldukça) böyleleri ile arkadaşlıklar kurmalıdır. Arkadaşlıkla beraber ilave edeceğiniz başka bir tavsiye nedir? Her ne kadar basit gibi görünse de en zor işlerden biri de vakti düzene koymaktır. Gençlerin çoğu da vaktin hiçbir şey yapmaya yetmediğinden şikâyetçidir. Hâlbuki Allah bir düzene koymak kaydıyla her şeyi yapmaya yetecek vakti vermiştir. Söz ettiğimiz ya da etmediğimiz iyilikleri yerine getirmek için akıllı bir plan yapmak lazım. Namazın, mescidin, eğitimin, dini ilimleri okumanın, serbest okumanın, akrabaları ziyaret etmenin, helal dairesinde eğlenmenin birer vakti olmalıdır. Gün boyunca ne yapmak istediğimizi, yarın ne yapacağımızı, bulunduğumuz yıl veya ay içerisinde ne yapacağımızı iyi belirleyip bunları önceliklerine göre sıralayıp, planlayarak ertelemeden yapmaya başlamalıyız.

Yaz ‘12 • 31


GEZİ YAZISI

Medine-i Münevvere

Peygamberimin Yurdu. Nur Üstüne Nurlar Serpilmiş Şehir… MUHAMMED FATİH ARSLAN

E

trafındaki dağlar daha bir heybetli kılıyor Medine’yi. Zulhuleyfe’den giriyoruz Medine’ye. İlerledikçe yavaş yavaş daha da heyecanlanıyor insan. Ve işte Kuba Mescidi. Takva üzerine kurulan, Efendimizin Tala’albedru ilahileriyle karşılandığı mekân. Kapıda yazan hadisi şerifi okuyorum. Ebu Hureyre rivayet etmiş diyor ki; “Efendimiz kim Kuba temizlenip Kuba mescidine gelir iki rekât namaz kılarsa bir umre sevabı alır”. Ve Mekke’den ayrılmanın verdiği hüznün üzerine bir umre mutluluğu ekliyorum. Sağımızda Vadi Buthan, solumuzda Ranuna Vadisi. Su açısından fakir olsalar da maneviyatla dolup taşıyorlar. Ve vadinin içerisinde küçük bir cami. Adı Cuma Mescidi. Efendimiz Kuba’dan Medine’ye hareket ederken yolda nazil olan ayet ve bizlere farz kılınan cuma namazı. Ecdadımız Efendimizin ilk cuma namazı kıldırdığı yeri unutmamış ve buraya bir cami yaptırmış, ama özellikleri yitirince Suud hükümeti modern bir cami inşa etmiş. Her yolculuktan ayrı bir yolculuk ve ayrı bir heyecan. Yolumuzun sağında solunda yıkılmaya yüz tutmuş eserlerimiz. Ve yavaş yavaş gözlerimizde belirmeye başladı Peygamber Mescidinin minareleri. Minareler yükseldikçe yükseliyor gözyaşlarımız arttıkça artıyor. Artık semayı sessizlik kaplıyor ve gözlerimizle En Sevgili’yi arıyoruz.

32 • Yaz‘12

Mescidin bahçesine geldiğimizde bütün ihtişamıyla bizi karşılıyor Mescid-i Nebevi. Dokuz minaresi ve iki kubbesi, birinde en sevgili, birinde Hz. Osman’ın sadakati ve yaklaşık bir milyon insanın bir arada namaz kılabildiği bu mescidi diğerlerinden bir farkı vardı. Adına ağıtlar yakılan, uğruna analar babalar feda olunan, bir duasıyla cana can katan gül peygamberimin mescidi. Hani O Ens Bin Nadr’a demişti ya “Kardeşlerimi görmeyi çok arzuluyorum ‘’ diye ve demiştin ya efendim ‘’Beni vefatımdan sonra kabrimi zi-


yaret eden, beni sağlığımda ziyaret etmiş gibidir’’ diye. İşte efendim bizler günahkâr ümmetin kapındayız, nasipse seni görmeyi arzularız. Selam Kapısı’ndan girdikten sonra yavaş yavaş Efendimiz, Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer’in makamlarına doğru ilerliyoruz. Makam-ı Mahmud’un önünde bir an durdum ve hayatımda hissetmediğim ve adlandıramadım o duygu ile gözyaşları arasında selamlar söyledim âlemlerin en merhametlisine. O an sessizliğimin en derin noktasıydı ve içimde fırtınalar kopuyordu. esselatu vesselamu aleyke ya rasulallah esselatu vesselamu aleyke ya habiballah esselatu vesselamu aleyke ya seyyidel evveline vel’ahirin Bab-ı Baki’den çıktıktan sonra Cennetulbâkıye doğru yol alıyor ve Hz. Abbas Efendimizin zevceleri meleklerin imrendiği halife Hz.Osman ve binlerce sahabeyi ziyarete koyuluyor, Fatihalar okuyor ve Rabbimizden gözyaşlarıyla af dileniyoruz. Sukut içerisinde adımlarken Medine’yi Hicazdan yükselen sesler duyuyorum bu sesler ecdadımın sesi biliyorum. Her caddede onlardan bizlere kalan miraslar taş duvarlar kaleler sığınaklar kuyular tren istasyonu ve daha nice şaheserler...

Uhud’a doğru yol alıyoruz. Medine’nin beş kilometre kuzeyinde. Hicret’in ikinci yılı aklıma geliyor, gençlerin Efendimize sitemleri ve efendimizin gözyaşları. Altmış şehit ve Efendimizin mübarek dişi. Hz. Hamza, Musab bin Umeyr, Enes bin Nadr ve daha nice yiğitler. Okçular tepesinden bakıyorum Uhud’a. Oturup bir taşın üstüne düşünmeye başlıyorum, acaba ben Efendimizi görseydim ona iman eder miydim, iman etsem bile onunla Medine’ye hicret eder miydim, hicret etsem bile canım pahasına Ebu Katade gibi Kab bin Malik gibi Uhud’a gelip canımı feda eder miydim... Düşündükçe içime sokuluyor ve daha da çok ağlıyorum. Vakit bir başka geçiyordu Medine’de. Her an Efendimizi soluyorduk, her adımda onu anıyor ve her saniye onu yanımızda biliyorduk. Onun şehrinde, ona misafir olmuştuk. Bizler ne kadar şanslı ne kadar mutluyduk. Sabah namazı vakti gelmişti artık. En derin hissiyatımızla Efendimiz önümüzde biz arkasında namaz kılmaya niyetlendik. Rabbimiz: Bizlere dünya gözü ile senin en sevgilini görmeyi nasip ettiğin için ne kadar şükretsek sana azdır. Sen buralara gelmek nasip olmamış kardeşlerimizde en sevgilinin makamını görmeyi nasip et. Şüphesiz sen her şeyi işiten bizi duyan ve dualarımızı kabul edensin... âcizane dost naçar kulun fatih Yaz ‘12 • 33


GEZİ

GENÇ ÖNCÜLER LAPSEKİ KAMPI ZEHRA GÜNDOĞDU

B

üyük küçük herkesin gelmesini iple çektiği, özellikle bu yıl ÖSS’ye giren arkadaşların “şu sınav bir bitsin..., kampta var ya... “ ile başlayan cümlelerle hakkında planlar kurduğu “Genç Öncüler Lapseki Kampı”mız nihayet gerçekleşti. Bir senedir çoğumuz okul-ev-dershane üçgenine sıkışıp kalmış yaz aylarının gelmesiyle de şehrin gürültüsü ve sıcağından iyice bunalmıştık. Bu yüzden kalemi, defteri, test kitaplarını, deneme sonuçlarını... kısacası bu sene canımızı sıkan ne varsa hepsini geride bırakıp bavullarımızı kaptığımız gibi can havliyle attık kendimizi Lapseki/Suluca’ya... Kampın klişeleşmiş şeylerinden biridir otobüsten inince bavulları bırakıp konferans salonuna geçmek. Ve tabi ki evlerin belirlenmesi... Bavulları alıp evlere doğru yürürken başlar bizim “eee bu akşam ne yapıyoruz” muhabbetimiz. Plan: gece uyumayıp sohbet etmek. Ama genelde herkes bir yarım saat sonra yelkenleri suya indirir =) Kampta günler sabah namazı için fıskiyelerde ıslanmamaya özen göstererek mescide koşmakla başlar. Ardından evimize döndüğümüzde birkaç saat daha kestirip kahvaltı hazırlıklarına başlarız. Kampın şöyle bir usulü var; bir sabah kahvaltıda misafir ağırlarsınız diğer sabah misafirliğe gidersiniz. İlk sabahınızda misafirliğe gidiyorsanız ne ala! Kahvaltının bitip sofraların toplanmasıyla ilk dersimizi yapmak için otele geçeriz. Burada biraz derslerden söz edelim, zira bu sene ders programı yine dopdoluydu. Tefsir, sahabe ha-

34 • Yaz‘12

yatı, yakın tarihimiz ve günümüzle alakalı konsantre dersler işledik. Tabi bunların arasından öne çıkanlar olmadı mı? Oldu tabi. İşlediğimiz sahabelerden Abdullah bin Ömer kampa damgasını vurdu. Sevdiği şeyleri hediye etmesiyle bilinen sahabemiz sayesinde t-shirtler, tülbentler, bileklikler elden ele dolaştı. Tabi bu arada fırsattan yararlanıp faaliyet saatinde yaptığımız bileklikler “ne güzelmiş” diyerek birer birer toplayan arkadaşlar da oldu =) (Neyse, derslerle ilgili bu kadar bilgi yeter. Gerisini merak eden seneye kampa gelsin =) 7 kişi bir evde kalır da ev kirlenmez olur mu? İlk dersten sonra temizlik saatimiz var. Bu saatte ayrıca öğle yemeğimizi de hazırlıyoruz. Temizliği ve yemeği çabucak yapıp ikinci derse geçiyoruz. Bu dersin sonlarına doğru iyice sabırsızlanıyoruz çünkü ders bitiminde havuz saati var. Havuz çıkışında insanın karnı pek bir aç olduğundan hemen sofraları kuruyoruz. Yemeğin sonlarına doğru geçen senelerden alışık olduğumuz sesler yükseliyor: “Namazaaa! Kurtuluşaaa! Beklemek istemiyorsan bekletmeee!” Sofrayı toplayıp koşuyoruz mescide. Namazdan sonra yine bir dersimiz oluyor. Ders bitmiş akşam yemeği ve misafir hazırlıkları da tamamlanmışsa sıra etkinlik ve oyun saatlerine geliyor. Kimileri top oynamak için sahaya iniyor kimileri dondurmasını, gazozunu alıp denize nazır kafeteryada arkadaşlarıyla sohbet ediyor. Bu arada ikindi namazını da unutmuyoruz. Akşam yemeği saati yaklaştıkça insan nasıl bu kadar çabuk acıktığına hayret


ediyor doğrusu. Oradan bakınca sanki hep yemek yapıp yemek yiyormuşuz gibi görünebilir ama inananın insan o kadar efor sarf edince gerçekten acıkıyor. Neyse. Yine “Namazaa!” nidalarıyla kalkıyoruz sofradan. Akşam namazlarından sonra değişmeli olarak bir akşam ev oturması bir akşam toplu eğlence yapıyoruz. Ev oturmalarında özene bezene hazırladığımız pudingli pastalarla ağırlıyoruz misafirlerimizi. Toplu eğlence programlarında oyundan kaçış yok! Herkes mutlaka bir şeylere katılıyor. Balonların içinden çıkan görevi yapma mı yoksa pinpon toplarını sepete sokma mı çıkar size bilemem. Günümüzü yatsı namazıyla tamamlayıp evlere dağılıyoruz. Lapseki’de günler böyle geçiyor ve son gün gelip çatıyor. Son gün Vahap amcamızın yaptığı mangalla tüm kamp ahalisi aynı sofrada buluşuyoruz. Daha sonra hazır otobüs daha gelmemişken oyunların oynandığı ödüllerin dağıtıldığı slaytla kendimize dışarıdan baktığımız bol eğlenceli bir kapanış programı yapıyoruz. Derken otobüs geliyor ve helalleşip biniyoruz otobüse. Seneye tekrar görüşmek üzere İstanbul’a doğru yola çıkıyoruz. İşte böyle... Genç Öncüler’in kampı böylece bitiyor ama kurulan dostluklar orada kalıp bitmiyor. Genç Öncüler sene içinde de sık sık görüşüyoruz. Eve gelince bol bol kampı yad ediyor, bir iki haftaya kalmaz seneye yapılacak kampı düşünmeye başlıyoruz=) Seneye yine bir arada olabilmemiz duası ile...

LAPSEKİ + ÇADIR KAMPI = MÜKEMMEL TATİL

A

ylardan haziran diye klasik bir giriş yapalım; ama aylardan gerçekten haziran ve biz yine Çanakkale Lapseki’deyiz. Çadırlar evet her sene ki gibi çadırlar ve tulumlar bizim yaz kampımızın vaz geçilmezleri. Önümüzde akıp giden Çanakkale Boğazı’nın serin suları. Kampın ilk günü ilk saatlerden başlayıp son günü son saatlere kadar süren kıran kırana mücadelelerin yaşandığı turnuva. Güzel goller, güzel asistler, güzel kurtarışlar, hakeme itirazlar, kazananların zafer nidaları kaybedenlerin hayıflanmaları. Akşamlar; bilgi yarışması, telifi Genç Öncülere ait İslami isim Şehir yarışması, soru cevap faslı ikram edilen; kiraz, bizküvi, gofret ve tabii ki dondurmalı höşmelim. Yemek menüsü her sene benziyor bir birine ilk gün menemen, sonra etli patates-makarna, soslu makarna-karpuz, tavuklu patates- salata ve son gün klasiği mangal. Menü yakın ama 2011 Yunus abinin sütlaç benzeri pilav, hamura dönmüş makarna ve pişmemiş patlıcanlarla kıyasla Furkan abi bu sene daha iyi iş çıkardı. Olmazsa olmaz sohbetlerimiz yeni bilgiler, güzel tecrübeler. Deniz faslımız günde iki kere. Satranç, masa turnuvası, tabu, jenga müsabakaları. Sabaha kadar marş söyleyip patates ve patlıcan közlediğimiz son gecemiz. Geriye kalan nedir? Abilerimiz ve dostlarımızla yaptığımız güzel sohbetlerimiz, omuz omuza kıldığımız namazların hoş sadası ve paylaşılan onca anı İnşallah daha güzelleri gelecek senelerde bizi bekler... Yaz ‘12 • 35


ETKİNLİK

YARDIM KAHVALTIMIZDA BULUŞTUK Nesibe KANUNİ

H

er yıl vakfımızdaki etkinliklerimize katılan öğrencilerimizle birlikte yaptığımız “Çanakkale Kampımız” için bir yardım kahvaltısı düzenledik. Maddi durumu müsait olmayıp kampımıza katılmak isteyen öğrencilerimize gönüllerinden kopan yardımlarla destek olan katılımcılar saat 10.30’da başlayan programa açık büfe kahvaltıyla giriş yaptılar. Misafirler yemeklerini yerken arkadaşımız Betül Tipinin Kuran tilavetini dinledik. Daha sonra Çanakkale Kampımızın görüntülerini içeren ve yardımlaşmanın öneminden bahseden bir slayt izledik. Yine bu konunun önemine dikkat çeken Şeyma Nur Ekren kardeşimizin güzel konuşmasından sonra Abdullah

36 • Yaz‘12

Yıldız Hocamız mikrofonu eline alarak bizleri çok etkileyen konuşmasına başladı. Sahabe hayatlarından, Peygamberimizden ve dünyadaki tüketim ve israftan bahseden Hocamızın bereketli konuşması çoğunluğu annelerimizden ve teyzelerimizden oluşan salon tarafından keyifle dinlendi. Hâsılı hocamızın deyimiyle “midemizin kahvaltısının ardından ruhumuz da kahvaltı etti”… Yaklaşık bir saat süren sohbetin ardından Genç Öncüler Yardım Kahvaltısı Fatiha ile neticelendi. Allah programa katkı sağlayan, yardımlarını esirgemeyen tüm dostlarımızdan razı olsun.


BU KEZ YÜZLERCE AİLEYLE BİRLİKTE SOFRAYA OTURDUK! Nihal AÇIKEL

1

Ağustos Çarşamba akşamı, Genç Öncüler ve Salıncak Çocuk Kulübü önderliğinde büyük bir aile iftarı düzenlendi. Mihrimah Düğün Salonu’nda gerçekleşen program öncesinde görevli arkadaşların yoğun bir hazırlık süreci vardı. Geçtiğimiz yıllarda vakıfta gruplar halinde gerçekleştirdiğimiz iftarı, daha kapsamlı ve kalabalık bir şekilde gerçekleştirmenin heyecanıyla herkes bir işin ucunda tuttu. Ve tüm bu titiz çalışmanın sonucunda, iftara yaklaşık 1300 davetli katılım gösterdi. Program saat 8’de Kuran tilaveti ile başladı ve Ramazan’ın güzelliklerini hatırlatan bir slayt ile devam etti. Ardından Genç Öncüler’in uzun soluklu yürüyüşünü anlatan, faaliyetleri hakkında bilgi veren ve şu anda İslam coğrafyasın içinde bulunduğu durumu özetleyen bir konuşma yapıldı. Ezanın okunmasıyla beraber besmeleler çekildi, böyle büyük bir sofraya huzurla otura-

bilmenin şükrüyle birlikte oruçlar açıldı. İftar menüsü bir Müslüman’ın sofrasına yakışır bir şekilde şatafattan uzak bir sadelikteydi. Yemeklerin ardından muhabbetlerimizi daha da koyulaştırdığımız çay ikramı gerçekleşti. İftar, hem vakfa gelen öğrencilerimizin anne-babalarıyla daha yakından tanışmamıza, hem de öğrencilerin birbirlerinin anne-babalarının tanışmasına vesile olarak, vakıf içerisindeki ilişkilerimizi daha da güçlendirmemize ön ayak oldu. Akşam namazlarının kılınmasının ardından saat 10’a doğru davetliler salondan ayrılmaya başladılar. İftarımıza icabet eden misafirlerin duaları ve memnuniyetlerini dile getirmeleri, gün boyu süren koşturmacanın yorgunluğunu sildi, götürdü. Tuttuğumuz oruçların hakkını verebilmiş olmamız ve Allah’ın rızasını kazanabilmemiz dualarıyla, başka faaliyetlerde tekrar görüşmek üzere ayrıldık.

Yaz ‘12 • 37


Kültür Sanat Melike YURT

BİRLİK VAKFI YAZARLIK ATÖLYESİ

KOCAV’dan Geleneksel Türk Sanatları Sergisi Kuruluşunun 25. yıldönümü etkinlikleri kapsamında Kültür Ocağı Vakfı (KOCAV) tarafından, vakıf merkezinde düzenlenen hat, tezhip ve ebru kurslarında başarılı olan vakıf öğrencilerinin eserleri ve kurs hocaları Nazlı Durmuşoğlu (tezhip), Halide Dursun (ebru) ve Ceyhun Oydem’in (hat) çalışmalarının da yer alacağı KOCAV Geleneksel Türk Sanatları Sergisi 2- 16 Haziran tarihleri arasında İstanbul Ticaret Üniversitesi Eminönü kampüsünde gerçekleşti. Bir yıllık çalışma ve eğitimin sonucunda ortaya çıkan eserler KOCAV’ın bu işe verdiği önemi ve ciddiyeti göstermeye yeterli idi. 38 • Yaz‘12

Kış döneminde okul, dersler vs farklı yoğunluklardan dolayı vakit ayıramayan fakat ilk fırsatta bir yazarlık atölyesine devam etmeyi düşünenler için Birlik Vakfı’nda üç yıldır devam eden atölye yaz döneminde de yazarlar yetiştirmeyi amaçlıyor. 17 Haziran Pazar günü başlayacak, 14 Ekim 2012 tarihinde sona erecek olan atölye “Röportaj”, “Haber”, “Makale”, “Hikâye”, “Deneme”, “Roman”, “Araştırma”, “İnceleme”, “Şiir” ve “Hâtıra”nın yanı sıra pek çok edebiyat türü ayrı ayrı ele alınacak. Edebî metinlerin tahlil edildiği kurs sırasında kitap, dergi, yayınevi ve internet sitesi editörlüğü konuları da geniş şekilde işlenecek. Farklı alanlarda kendini geliştirmek ve yazı değerlendirmek isteyenler için web adresi; www.birlikvakfi.org.tr

YAŞAMAK’IN KIYISINDA BİR ŞAİR Mavera Gençlik Hareketi yine vefakar bir hareket olduğunu gösterdi. Cahit Zarifoğlu’nun vefatının 25. yıl dönümünde 13 Haziran Çarşamba günü Şehir Üniversite’sinde geniş katılımlı bir programla anıldı. Programın içeriğinde Zarifoğlu’nun farklı yönlerinin ve sanatının konuşulduğu panel ile birlikte, şiir dinletisi, Zarifoğlu’nun şiirlerinden bestelenmiş canlı performanslar ve 2007 yapımı Yaşamak belgeseli yer aldı. Cahit Zarifoğlu gibi önemli bir şairimizin tekrar gençler tarafından fark edilmesi anlaşılması noktasında Mavera Gençlik Hareketi’ne katkılarından dolayı teşekkürlerimizi sunarız…


Kültür Sanat 2012 GENÇ TİMAŞ ROMAN YARIŞMASI İlki geçen yıl düzenlenen Genç Timaş Roman Yarışması’na, 11-15 yaş grubunun duygu ve düşünce ufkunu genişletecek; kurgu ve anlatım tekniği bakımından örnek oluşturacak edebî eserlerin yazılmasını özendirmek ve gençlik edebiyatına özgün eserler kazandırmak gibi iki temel amaç doğrultusunda başvurular kabul ediliyor. Katılımcıların 18 yaşının üzerinde olması şartı bulunmakta. Yarışma için başvurular, genctimas.com sitesi üzerinden sadece online olarak kabul ediliyor. Yarışmanın ödül töreni 31. TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı’na yakın bir tarihte yapılacak. Yarışma hakkında daha detaylı bilgi edinmek isteyenler bilgi@genctimas.com adresine mail atmalı ya da 0212 511 24 24 nolu telefondan 118 dâhili numarasını aramalılar.

TÜRKİYE YEREL EDEBİYAT DERGİLERİ ALBÜMÜ YAPILDI Kamil Akdoğan ve Arzu Baydur Sarıyer yakın zamanda “2011 Türkiye Yerel Edebiyat Dergileri Albümü” hazırlayarak önemli bir boşluğu doldurmak için büyük bir adım attılar. Editörleriyle tek tek görüşerek ve irtibatta kalarak 120’den fazla dergiyi içeriğine alan albüm titiz bir çalışmanın ürünü olarak ortaya çıktı. Bunu ilk aşama olarak gören yazarlar dergicilik açısından daha geniş ve kapsamlı bir çalışmanın yapılıp edebiyat dünyasına kazandırılmasının elzem olduğunu düşünüyor. Yakın vadede bu vaadin de gerçekleşmesini umuyoruz.

MUCİTLER ATÖLYESİ Yazın çocukları ilgileri dahilinde farklı etkinliklere yönlendirmek isteyen veliler için mucitler atölyesi geniş seçenekleri olan dopdolu bir program sunuyor. Gizemli Kimya, Eğlenceli Matematik, Şaşırtan Fizik, Origami, Ebru, Elektrik- Elektronik, Robot bu alanlardan bazıları. İki kur şeklinde olacak olan atölye çalışmaları çocukları okul sonrası farklı deneyler ve çalışmalarla hem eğlendirmeyi hem eğitmeyi amaçlıyor. Kontenjanlar sınırlı sayıda olduğundan acele etmekte yarar var. İletişim için; http:// www.mucitleratolyesi. com/

Yaz ‘12 • 39


ŞİİR Birazdan Gün Doğacak ‘Nuri Pakdil’e’

Beton duvarlar arasında bir çiçek açtı Siz kahramanısınız çelik dişliler arasında direnen insanlığın Saçlarınız ızdırap denizinde bir tutam başak Elleriniz kök salmış ağacıdır zamana O inanmışlar çağının. Zaman akar yer direnir gökyüzü kanat gerer Siz ölümsüz çiçeği taşırsınız göğsünüzde Karanlığın ormanında iman güneşidir gözünüz Soluğunuz umutsuz ceylanların gözyaşına sünger. Gün doğar rüzgar eser bulut dolanır Rahmet şarkısı söyler yağmurlar Alnınız en soylu isyandır demir külçelere Gürültü susar ses donar sevgi tohumu patlar Sessiz bir bombadır konuşur derinlerde. Ey bizim sabır yüklü toprağımızın kutsal ağacı Sen bize hayatsın umutsun mezarlar kadar derin Bizi tutan bir şey varsa dirilten o sensin Üzerinde uyuduğumuz yavru kuşların tüy renkli sıcaklığı. Ey damarlarımızda donan buz yüzlü heykeller beldesinden Yıkıntılar sonrası sığındığım şefkat anası Ey dağları yerinden oynatan ses ey mermeri toz eden rüzgar Ey alemi donatan ışık toprağa can veren el. Gün olur toprak uyanır uyanır böcekler Sarı bozkır titrer çıplak dağlar yeşerir gök yıkanır kirli dumanlardan Su coşar deniz kabarır canlanır ölü şehirler Yemyeşil bir rüzgar eser yıldızlar arasından. Şimdi siz taşıyorsunuz müjdenin kurşun yükünü Çatlayacak yalanın çelik kabuğu Sizin bahçenizde büyüyecek imanın güneş yüzlü çocuğu.

Erdem BAYAZIT

40 • Yaz ‘12


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.