Selamun Aleyküm Arkadaşlar,
Sahibi PINAR YAYINLARI Tic. ve San. Ltd. Şti. Adına İlhan Gündoğdu Sorumlu Yazı İşleri Müdürü İsmail Memiş Yayın Sorumlusu Nihal AÇIKEL Yayın Kurulu Ali Tarık PARLAKIŞIK Betül BABACAN Burak KALPAKLIOĞLU Fatma Büşra ÖZKAN Fatma Nihan DOĞAN Furkan YAMAN Mahmut Erkam ŞAHİN Muhammed TUTKUN Rumeysa Firdevs BULUT Sabâhat BOYNUKALIN Talha İNANÇ Uğur DEMİREL Usame SARIYAŞAR Zeynep TOPUZ Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Ayşegül KOÇOĞLU Ebrar DOĞAN Fatih RAZİ Furkan GENÇOĞLU Mahmut Yusuf MAHİTAPOĞLU Melike YURT Muhammed Yasir ÖZSOY Mustafa TOLGA Nesibe KANUNİ Serdar YILMAZ Vahap YAMAN Yusuf TALHA Zeynep OLGAÇ Adres Alay Köşkü Cad. Küçük Sk. Civan Han No:6/3 Cağaloğlu - Fatih / İSTANBUL bilgigenconculer@gmail.com Grafik Tasarım Tekin Öztürk www.tekinozturk.com.tr
Baskı Şenyıldız Matbaacılık Gümüşsuyu Cad. No:3 Kat:1 Topkapı-İstanbul Tel: (212) 483 47 91
N
isan ayı boyunca peygamber efendimizi anmak üzere meydanlarda, okullarda, kültür merkezlerinde birçok etkinlik düzenlendi. “Kutlu Doğum Haftası” kapsamında düzenlenen bu faaliyetleri tepkiyle karşılayan azımsanmayacak bir Müslüman kesim mevcut. Kimilerimiz bu etkinlikleri İslami yaşantısı kuvvetli olmayan kişilerin kalbinin ısınması için bir vesile olarak görüyor, kimilerimiz O’nu böyle yoğunlaştırılmış bir şekilde anmanın İslam’ın hayatın her anını kuşatıcı sıfatına zarar verdiğini düşünüyor. İkisi için de kesinlikle yanlış demek mümkün değil. Yazar arkadaşlarımızın da bu konuda hemfikir olduğu noktalar olduğu gibi görüş ayrılıkları olan noktalar da mevcut. Kendi eleştiri süzgecinizden de geçirerek bu konuda bir duruş sahibi olmanıza yardımcı olacaktır inşaAllah karantina bölümündeki tüm bu yazılar. Gündemimizde yer alan bir diğer konu da önceki sayılarda haberdar etmeye çalıştığımız “Elimden Gelen Elindedir” yardım hareketi. Şu ana kadar toplanmış olan yardımlar yola çıktı, bir grup arkadaşımız da Hatay’daki Suriyeli kardeşlerimizi ziyaret etmek üzere kamplara gitti. Arkadaşlarımızın buradaki gözlemlerine dair yazı ve fotoğraflardan oluşan bölüm de Nisan sayımızda okumanızı tavsiye ettiğimiz sayfalardan. Karantina bölümünde yer alan “Yaşayan Kuran”, “Gül Yüzlülerin Şevkine Gel”, “Aslı Dururken”, “Seni Çok Seviyoruz! Bizleri Sevgili ve Yoldaş Kabul Et Ey Rasulümüz”, “Örnek Eş: Hz. Muhammed (sav)”, “Hayatımız Kuran mı, Yoksa?”, “Devrimci Peygamberden Pasif Ümmete” başlıklı yazılarında arkadaşlarımız hem peygamber efendimizi farklı yönleriyle incelediler, hem de kutlu doğum programlarına dair fikirlerini ifade ettiler. Bunlara ek olarak Peygamber Efendimiz’in hayatını anlatan eserlerden oluşan kitabiyat bölümü de ilerleyen sayfalarda yer almakta. Nisan sayımızın karantina bölümü kapsamında Celaleddin Vatandaş’la da bir röportaj gerçekleştirdik. Aynı zamanda geçtiğimiz sayılarda sizleri haberdar ettiğimiz “Apaçi Gençlik” araştırması üzerine Dr. Ömer Miraç Yaman ile konuştuk. Bunların yanı sıra denemeler, kitap tahlili ve etkinlik sayfası da istifadenize sunduğumuz diğer sayfalar. Ve bir hatırlatma: “Elimden Gelen Elindedir” hareketi kapsamında ilaç toplama çalışması başlatıldı. Her türlü ilaç (şurup harici açılmış ilaçlar kabul ediliyor) ve tıbbi malzeme yardımını Araştırma ve Kültür Vakfı’na ulaştırabilirsiniz. Buna ek olarak çocuklara kıyafet ve terlik alınması için nakdi yardımda da bulunabilirsiniz. Selam ve dua ile…
Nisan’13 • 1
Nisan 2013 • Sayı 80 • Yıl 11
04
Yaşayan Kur’an
ÜMMET BİZİ BEKLİYOR
15
FİRDEVS BÜŞRA KALUÇ
NESİBE KANUNİ
Örnek Eş:
Hz. Muhammed
(s.a.v.)
EBRAR DOĞAN
30
40
Dr. Ömer Miraç Yaman ile
“Apaçi Gençliği”
üzerine konuştuk… Furkan GENÇOĞLU
Sınıra Yolculuk BÜŞRA ÖZKAN
2 • Nisan’13
DEVRİMCİ PEYGAMBERDEN, PASİF ÜMMETE ZEYNEP OLGAÇ
18
Yaşayan Kur’an/ Nesibe Kanuni................................................................... 4 Günümüz Sorunlarına Efendimizin Şifa Dolu Reçeteleri/ Ayşegül Koçoğlu........ 6 Gül Yüzlülerin Şevkine Gel/ Betül Babacan.................................................... 8 Aslı Dururken/ Mustafa Tolga.....................................................................10 Seni Çok Seviyoruz! Bizleri Sevgili ve Yoldaş Kabul Et Ey Rasulümüz/ Vahap Yaman.....................................................................12 Örnek Eş: Hz. Muhammed (sav)/ Ebrar Doğan...............................................15 Hayatımız Kur’ân mı, Yoksa?/ Mustafa Tolga...............................................16 Devrimci Peygamberden, Pasif Ümmete/ Zeynep Olgaç................................18 Kitabiyat/ Mahmut Yusuf Mahitapoğlu......................................................19 Röportaj/ Celaleddin Vatandaş ile “Hz. Peygamber’e ve Kur’an’a Dair/...........22 Sınıra Yolculuk/ Büşra Özkan......................................................................30 Şiir/ Masal/ Mevlana İdris...........................................................................22 Müslüman Mahallesinde Satılan Salyangoz/ Yusuf Talha..............................35 Nöbetleşe Yoksulluk/ Serdar Yılmaz.............................................................38 Röportaj/ Dr. Ömer Miraç Yaman ile “Apaçi Gençliği” üzerine konuştuk/ Furkan Gençoğlu...................................40 Tahlil / “İnsan” Zübeyir Yetik/ Muhammed Yasir Özsoy .............................44 Kültür Sanat / Melike Yurt ............................................46 Etkinlik/ Genç Öncüler Gençlik Hareketi Yeşil Sahalarda/ Fatih Razi............................................48
Nisan’13 • 3
a
karantin
YAŞAYAN KUR’ÂN NESİBE KANUNİ “Allah bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut da bir elçi gönderir de izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz ki O çok yücedir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Şura:51)
K
ur’an-ı Kerim’i anlamak ve vahyin iniş sebeplerini idrak etmek isteyen her kişi indiği dönemin şartlarını ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) onunla nasıl muhatap olduğunu anlamalıdır. Cahiliye döneminde Mekke’nin toplumsal yapısı ve peygamberimizin (s.a.v.) bu daveti halka nasıl tebliğ ettiği incelenmeli, örnek alınmalıdır. Yalnız, unutulmamalıdır ki Rabbimizin (c.c.) hitapları ne tarihselci bir şekilde o döneme bakarak anlaşılabilir, ne de bugüne odaklanarak yapılan yorumlarla açığa kavuşabilir. Yüce kitabımız zamanların üstündedir, zamandan bağımsız düşünülmelidir. Aradan geçen ondört asırla birlikte vahiy değişikliğe uğramasa da onu algılayış biçimleri hayli değişmiştir. Ülkemizde de yaygın olan kesim kitabı çok kutsal görür ve onu çeşitli yollarla yüceltmeye çalışır. Duvara asmak, eline aldığında üç kez öpüp alnına koymak ve sayfalarını süslemek gibi gelenekler ona verilen değeri gösterebilmek içindir. Ne var ki başta çok masum bir şekilde uygulanan davranışlar zamanla insanları vahiyden uzaklaştırmış, sahifeler o kadar yüce bir noktaya
4 • Nisan’13
çıkarılmıştır ki adeta insanoğlunun ona yaklaşması bir ayıp haline gelmiştir. Sadece kutsal gün ve gecelerde veya cenazelerde ortaya çıkan, ancak din adamlarının eline aldığı bir kitap haline gelmiştir. Bizler biliyoruz ki kutsal kitabımız her gün elimizde olup muhatap olmamız gereken ve uzaklaştığımızda rahatsızlık hissettiğimiz bir konumda olmalıdır. Bunun böyle olması gerektiğini de sırf geleneğe karşı çıkmak veya bir şeyleri protesto etmek için değil, bizatihi peygamberimizin (s.a.v.) yaşamından öğreniyoruz. Onun vahiyle kurduğu ilişki ve kitaba nasıl baktığı bizim de kuracağımız ilişkiyi belirlemekte kilit noktayı teşkil etmektedir. Zira O bizim yegane önderimiz ve yaşam tarzımızı belirleyebileceğimiz en üstün örnektir. “Doğrusu siz O’nun yol göstermesinden önce sapıklardan idiniz.” (Bakara: 198) “Resulüm! Sana biat edenler, ancak Allah’a biat etmiş olurlar. Allah’ın eli onların elleri üstündedir.” (Fetih: 10) “Resulüm! Biz seni âlemlere rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya: 107) Örnek, yaşam tarzı gibi kelimelerden çıkarabi-
leceğimiz gibi Kur’an elde tutulan, önemli günlerde okunan veya sadece öpülesi bir kitap değildir. Aslında onla kuracağımız herhangi bir pasif ilişki bizi yanlış bir noktaya sürükleyebilir. O’nu çok okumak gibi büyük bir erdem ancak Rabbimizin öğütlerini, kitabında yazanları hayatımıza geçirdiğimizde anlamını bulmuş olur. Mevdudi, “İslam’a Giriş” isimli eserinde sürekli Kur’an okuyan ama onu hayatına adapte etmek için hiçbir çaba sarfetmeyen kişiyi soğuk bir havada “yün yorgan, yün yorgan” diye sayıkladığı halde yorgan alıp üzerine örtmeyen kişiye benzetir. Çokça okumak, zikretmek, tekrarlamak, hıfzetmek elbette önemlidir ama okunanların içindeki hükümler yaşanmıyorsa anlamsızdır, kişiye hiçbir katkısı bulunmaz. Hatta kendisiyle amel edilmeyen fazla ilim kişinin üzerine bir yük ve Kurani tabirle aşağılanası bir durumdur. “Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah’ın ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez.” (Cuma:5) Hz. Muhammed’in (s.a.v.) bu konudaki yöntemi zaten peyderpey inen ayetleri indikçe açıklayıp tefsir etmek ve sahabeden gelen emirleri uygulamalarını istemek şeklindeydi. “İnkâr edenler, Kuran bir defada toptan indirilseydi ya! dediler. Biz, Kuran’la senin kalbini pekiştirmek için onu böyle tertil üzere indirdik ve onu ağır ağır okuduk.” (Furkan:32) “Ebu Amr ed-Dânî, “Kitabu’l-Beyan” adlı eserinde isnadını da kaydederek Hz. Osman, Hz. İbn Mes’ud ve Hz. Ubey’den şunu rivayet etmektedir: Resulullah (s.a.v) onlara Kur’ân-ı Kerim’den on âyeti kerime öğretirdi. Onlar ise bu âyet-i kerimelerde amel ile ilgili hususları öğrenmedikçe bir başka on âyet-i kerimeye geçmezlerdi. Böylelikle Hz. Peygamber, bizlere hem Kur’ân-ı Kerim’i ve hem de onunla amel etmeyi birlikte öğretirdi. Abdurrezzak’ın Ma’mer’den, onun Ata b. esSaib’den rivayetine göre, Ebu Abdurrahman esSulemî şöyle demiştir: Biz, Kur’ân-ı Kerimden on âyet-i kerime öğrendik mi, o on âyetin helalini, haramını, emir ve nehiylerini öğrenmedikçe bir sonraki on âyeti öğrenmeye geçmezdik. İmam
Malik’in Muvatta adlı eserinde belirttiğine göre Abdullah b. Ömer Bakara sûresini sekiz yılda öğrendi.” (1) Bizlerin zihninde vahiy, paket içine konmuş, kapaklı bir kitap şeklinde. Fakat ashab ve peygamberimiz (s.a.v.) onu çok daha somut bir hitap olarak görüyorlardı. Yaratıcıyla aralarında daha görünür bir bağ vardı. Ayetler günlük hayatlarına bir düzen getiriyor, ticaretlerine, komşuluklarına, gecelerine, gündüzlerine hatta yemek yeyişlerine müdahalede bulunuyordu. Onlar da bu mucizevi işaretlere ilk anda teslim oluyorlar ve şüphe duymadan iman ederek yaşam tarzlarını değiştiriyorlardı. Rabbimiz (c.c.) Hz. Muhammed’le bir iletişim kuruyor ve çevresindekiler de onun elçiliğinde bir hayat nizamı ediniyorlardı. Vahyin inişi onlar için doğal ve aynı zamanda ihtiyaç gibiydi. Rasul de O’ndan gelen emirleri insanlara anlatan ve aynı zamanda en güzel uygulayan kişiydi. Onu taklit etmek en mükemmele yaklaşmanın yöntemi, O’nu sevmek vahyi sevmek, salih amel işlemekse O’nu memnun etmek, Rabbimizin de rızasını kazanmak demekti. “Kuşkusuz sizden Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman ve Allah’ı çok ananlar için Allah’ın elçisinde güzel bir örnek vardır.” (Ahzab:21) Peygamberimiz (s.a.v.) vahyin dünyadaki yansıması, adeta eşref-i mahlukatın biricik örneğidir. O (s.a.v.), vahyin sadece okumak için değil, okunulanı hayatımıza geçirmek için indiğini sünnetiyle ispatlayan, ömrünü bu uğurda harcamış olan önderimizdir. Kur’anı’a değer vermenin onu en yüksek raflara koyarak değil Allah’ın dinini dünyada hakim kılarak, dininin değerini düşürmeyerek olması gerektiğini bize gösteren elçidir. O (s.a.v.), yaşayan, yürüyen ve mücadele eden Kur’an’dır. ‘Peygamberimizin vefatından sonra onun ahlakının nasıl olduğunu merak edenler, bunu Peygamberimizin hanımı Aişe radıyallahu anha’ya sorarlar, o da şöyle cevap verirdi: “Siz hiç Kur’an okumuyor musunuz? İşte onun ahlakı Kur’an’dı.” ‘(2) Kaynaklar: 1- Muvatta, Kur’ân 11; Kurtubi, el-Camiu’l Ahkami’l-Kur’an 1/244-246 2- Müslim, Salatü’l-Müsafirin, 139 (746)
Nisan’13 • 5
a
karantin
Günümüz Sorunlarına Efendimizin Şifa Dolu Reçeteleri… AYŞEGÜL KOÇOĞLU
O
nu anlatmanın ve yaz-
le yaşadığı “dost”lukları ve
manın haddim olma-
mübarek evlatlarına ve to-
dığını çok hissederek kıvranı-
runlarına yaptığı “babalığı ve
yorum bir haftadır, kafamda
dedeliği” öylesine çok yönlü
yazı taslakları geçidi var, yazı-
ve hepsinde öylesine mükem-
yı bekleyen derginin editörü-
mel olan bir hayat…
ne verecek cevabım da yok,
Günümüz sosyal bilim-
bekletiyor olmamın verdiği
lerinin, psikolojinin, eğitim
sıkıntı ayrı bir dert…
bilimlerinin çeşitli kuram ve
Efendimizi anlatabilmek, nasıl yazayım, ne yazayım sıkıntısı ile yatsı namazına duruyordum ki bir gece şiirin üstadının şu dizeleri düştü zihnime: “Efendim, Müjdecim, Kurtarıcım, Peygamberim Sana uymayan ölçü hayat olsa teperim...” Bu dize ile zihnimde hızla pencereler açılmaya başladı. Ölçüler, ölçülerimiz, kurtarıcı, derman olucu ölçüler, hayatlarımızın Efendimizin ölçüsüne ne kadar uygun olduğu. Efendimizin sünnetlerinin hayatımızda ne kadar yer bulduğu… Aile ve ev yaşantımız, ebeveynliğimiz onun tavsiyelerinden ne kadar nasipleniyor işte burada takıldı zihnim… Efendimizin bir peygamber oluşu üzerinden “öğreticiliği, öğretmenliği”; dini yayıyor oluşu üzerinden “tebliğciliği, metodu”; bir devleti yönetmesi açısından “devlet başkanlığı, idareciliği”; savaşları yönetmesi üzerinden “kumandanlığı”; mübarek hanımlarına yaptığı “eş”lik; sahabe efendilerimiz-
6 • Nisan’13
tezlerle ortaya koymaya çalıştıkları
“ideal
gerçekleri,
doğru teknikleri” Efendimizin hayatı bize ne güzel özetliyor… Hayatının her bir karesi, O’nun “beni görmeden bana inanan, kardeşlerim” diye iltifat buyurduğu biz ümmetine şifa dolu reçeteler… Çocuk eğitimi üzerine her kafadan, her kalemden bir fikrin çıktığı, özgüvenli, mutlu, umutlu çocuk yetiştirme üzerine kafa yoran zihinlere O’nun sevgi temelli, çocuğun şahsiyetine saygı duymayı öngören yaklaşımı ne güzel bir yol: “Çocuklarınıza saygılı davranın, onlarla alay etmeyin, onlara hakaret etmeyin, aptal ve cahil gibi lakaplarla onları çağırmayın.” “Mescidin minberinde kendini pür dikkat dinleyen müminlere seslenmektedir. Kapıda kırmızı gömlekleri içinde düşe kalka yürümeye çalışan iki bebe görünür. Başlar o yana dönmüştür. Fakat kimse Allah Elçisinin hutbesini yarıda kesmemek için çocukları almaya davranmaz. Efendimiz hutbeye ara verir. Minberden iner, onları kucaklar.
Ve minbere dönerek kaldığı yerden devam eder. Kendisini dinleyenlerden de özür dilemeyi ihmal etmez: -
“Çocuklarınıza eşit davranın; farklı davranacak olsanız dahi kızlarınızı üstün tutun!”, “Kim ‘üç kız’ veya ‘üç kız kardeş’ veya ‘iki kız
Şu iki çocuğun düşe kalka yürüyüşlerine
baktım ve hutbemi kesip onları yukarı almaktan kendimi alıkoyamadım.”
kardeş’ veya ‘iki kız’ yetiştirir, te’diplerini (edeplendirilmelerini) eksik etmez, onlara iyi davranır ve evlendirirse cenneti hak etmiştir.” ha-
Bu ne güzel örnektir, henüz yeni yürüyen be-
disleri ile ışık tutar karanlık zihinlere.
beleri, mescide girişlerini ciddiye alış, değer veriş,
Efendimiz kızlarına, torunları Hz. Hasan ve
incitmeden, üzmeden, bizim gündemimizde cami-
Hüseyin’e sonsuz bir sevgi ve özen göstermiştir.
de koşuşturan çocuklara kızmayalım gibi bir mad-
Kızları evlenip yuva kurduktan sonra bile her tür
de halen varken…
sıkıntı ve dertlerini dinlemiş, gerektiğinde damadı
“Çocuklarınızı çok öpün; çünkü her öpücüğünüz için (Allah
katında)
makamlar
vardır.”, “Kim ağlayan çocuğunu susturuncaya kadar gönlünü alır, hoş davranırsa, Allah’ta ona cennette memnun olacağı nimeti verir.” Ah ki bir dönem ağlasa dahi çocuğunuzu kucağınıza almayın diye ana-babalara telkin veren sonra da nefret dolu, merhametten uzak çocukların neden böyle olduğu üzerine kafa yoranlar... Çağımızın en önemli gündem maddelerinden biri olan çocuğa taciz, çocuğu istismar ve bunu önlemek için çocuklara
ve kızı arasında arabulucu-
Efendimiz kızlarına, torunları Hz. Hasan ve Hüseyin’e sonsuz bir sevgi ve özen göstermiştir. Kızları evlenip yuva kurduktan sonra bile her tür sıkıntı ve dertlerini dinlemiş, gerektiğinde damadı ve kızı arasında arabuluculuk yapmış, Fatıma annemizin kapısına her sabah gidip namaz için çağırmıştır, torunları ile oyunlar oynamış, “çocuklarınız ile çocuklaşın” buyurmuş ve onlar için Rabbine dua da bulunmuştur.
luk yapmış, Fatıma annemizin kapısına her sabah gidip namaz için çağırmıştır, torunları ile oyunlar oynamış, “çocuklarınız ile çocuklaşın” buyurmuş ve onlar için Rabbine dua da bulunmuştur. Eşlerine her zaman sevgi ve adaletle yaklaşmış, vefa duygusu hep önde gelmiştir. Hatice annemizin vefatından sonra kendisini hep hayırla anmış, hatıralarına, geride kalan yakınlarına özen göstermiştir. Aişe annemizi çok sevdiğini her yerde ifade buyurmuş, kendisinin de “nasıl
bedenini korumayı öğretmek,
seviyorsun
Efendimizin hadisi ne güzel bir
“kördüğüm gibi” diyerek sev-
temel: “Altı yaşına gelen kız çocuğunu mahrem olmayan kimse öpmemeli.”
beni”
sorusuna
gisinin ne kadar sarsılmaz ve derin olduğunu göstermiştir. Efendimizin çocuk eğitiminden, aile hayatına,
“Çocuklara sevgi ve şefkatle davranmayanlar
karı koca ilişkilerinden, akraba ilişkilerine toplumsal
ve büyüklere saygı göstermeyenler bizden değil-
hayatımızı düzenleyip doğru sağlıklı ilişkiler kurma-
dir.” ve “Ebeveynin güzel ahlâklı olması, çocukla-
mızı sağlayacak tavsiye ve telkinleri, hayatından
rın da güzel ahlâklı olmasını sağlar.” hadisleri ile
örneklerle asırlar öncesinden bugüne ışık tutması
güzel ahlaklı çocuk yetiştirmenin ebeveyn tutumu
onun en güzel öğretici oluşuna bir işarettir.
ve ahlakı ileparalel olduğu… Halen çok yaygın bir tutum olan kız-erkek çocuk ayrımı yapılmaması hususunda:
Yuvalarımızın, aile hayatlarımızın bu ışıkla aydınlanması ne güzel bir şifadır bizlere… Binler salavat ile şifasın Ya Rasulallah… Nisan’13 • 7
a
karantin
Gül Yüzlülerin Sevkine Gel BETÜL BABACAN Sen Ahmed ü Mahmûd u Muhammed’sin efendim Hak’dan bize sultan-ı müeyyedsin efendim Şeyh Gâlib
S
on yıllarla beraber Türkiye literatürüne dâhil olan yeni ve üzerine düşünülmesi gereken olaylardan/kavramlardan biri de Kutlu Doğum. Yıllarca İslam ve O’nun içeriğine referans eden birçok kavram ve sembolün baskıyla karşılandığı sosyo-politik dönemlerden bugüne gelindiğinde daha liberal ve isteyenin İslami veya gayr-i İslami birçok eylemi gerçekleştirdiği günlere geldik denebilir. Kutlu Doğum’a tarihsel anlamda benzer olan etkinlik Mevlid-i Nebi’ler ve kandillerdir diyebiliriz. Diyanet İşleri Başkanlığı da bir müddettir her yıl düzenli ve kapsamı genişletilerek Kutlu Doğum etkinlikleri düzenliyor veya destek oluyor. İçeriği ayrı bir tartışma konusu fakat Mevlid-i Nebevî yerine Kutlu Doğum ibaresini kullanmak benim zihnimde, yeni söylemde “prayer room”un mescitin muadili olarak kullanılmasıyla eşdeğer bir yamalı modernleşmeye tekabül 8 • Nisan’13
ediyor. Bu anlamda ıstılahların (kavramların) tasavvurundaki değişim elbette bir zihinsel ve pratik dönüşüme de işaret etmektedir. Zira kutlama, parti, eğlence peşine düşersek Kadıköy Müftülüğü’nün “Kutlu Doğum Haftası” etkinliği, Söğütlüçeşme Tren İstasyonu’nda İstanbul İl Müftüsü Rahmi Yaran’ın katılımıyla kurdele kesimi ve buz hokeyi gösterisiyle başladı.”(Yeni Şafak 2012) gibi haber başlıklarına “Aman canım ne var bunda?”lık tepkiler verme ihtimalimizi artar. Halbuki her amelde riyadan kaçınmayı, her adımda ölümü hatırlamayı nasihat buyururken Hz. Peygamber, kitlesel olarak kutlanan Kutlu Doğum; eğer varsa bir kolektif duygu, bunun sömürülmesi ve Diyanet İşleri Başkanlığı eşliğinde son dönem politik uygulamalara teşne yapılması sonucundan uzak bir yerde durmamaktadır. Esasen DİB kurulma aşamasından günümüze kadar her dönem her yönetim altında politik çıkarlar adına kullanıldı ve tabiri caizse bu DİB’in öz’ünde var. Bu
yazıda amaç, kutlayalım diyenler ve kutlamaya- yüzden çift taraflı okuma yapmak gerekir. Öte lım diyenler sınıflaşması değil aksine “Rasul’ün tarafta mazlumların yanında zalimlerin karşı(sav) yolundan gitmek gerçekten ne demektir?” sında durur, kendi yakınları diye zulmedenlerin sorusunu sormaktır. Yoksa burada amacımız zulmünü görmezden gelmez. Bu söylenenleri hayır niyetiyle yapılan bir takım eylemlerin niyet yıllardır Türkiye’de olan sorunlarla birlikte düşüsorgulaması değil fakat amelin bize dönük olan nürsek daha bütüncül bir bakış açısı tuttururuz. sonucunu hakikatin terazisinden tartışmaya aç- Peygamber’i anlatırken kullandığımız terimler maya gayret etmektir. Bu anlamda niyetler top- O’nu hangi zaviyeden gördüğümüzü de ortaya lumsal olana dair bir şey ifade etmez, dikkate koyar. Konuya bir de diğer taraftan bakmayı alınması gereken şey; buz denersek Akif Emre’nin yohokeyi ve Peygamber sünrumuna göre Türkiye monetini eş düzlemde değerdernleşmesi bünyesinde Bu yazıda amaç, kutlayalım lendiren bir zihnin sorgugelişen Jakoben laiklik modiyenler ve kutlamayalım lanmaya tabi tutulmasıdır. delinin, bireysel dini yaşama diyenler sınıflaşması deHz. Peygamberin doğuçabalarını düşman sayan bir ğil aksine “Rasul’ün (sav) munu kutlama etkinlikleritavrı vardır. Bu çerçevede yolundan gitmek gerçeknin son yıllarda farklı platbelirli zaman ve mekânda, ten ne demektir?” sorusuform ve cemaatlerin dışında uygun görülen biçimde, isnu sormaktır. Yoksa burada belediyeler eliyle de ciddi tenilen yönleri ele alınarak amacımız hayır niyetiyle oranda arttığını söyleyebibahsedilen kitlesel bir Peyyapılan bir takım eylemleliriz. Tam da bu noktada kıgamber sevgisinin, duygurin niyet sorgulaması değil saca Türkiye’nin resmi yakın nun dilini yıpratacağı muhtefakat amelin bize dönük olan tarihine dönersek, tarih yameldir. Yoksa “Gül (kokulu) sonucunu hakikatin terazizımının Türk modernleşmesi Peygamber” söylemiyle O’nu sinden tartışmaya açmaya ekseninde inşa edildiği göherhangi bir kalıba hapsetgayret etmektir. Bu anlamrülür. İtikadı bilemem fakat memek suretiyle, gül yüzlüleda niyetler toplumsal olana amelde bu anlayışın tesirleri rin şevkine gelmekte bir beis dair bir şey ifade etmez, dikhâlâ devam etmektedir; stadyoktur Allah’ın izniyle. kate alınması gereken şey; lara doluşan bin kişiyle kutlaTürkiye’nin hüsran ile buz hokeyi ve Peygamber nan bir doğum günü akabinmalûl modernleşme prosünnetini eş düzlemde dede, aslına uygun yaşatılmayan jesi içinde dindarların ğerlendiren bir zihnin sorguya da mevcut modernleşme muhafazakâr ve modern olalanmaya tabi tutulmasıdır. projesiyle uyumlu biçimde bürak ayrışması ile aslında neyi yütülen son derece hümanist muhafaza ettiğinin ayırdınbir “sevelim sevilelim peygamda olmayan bir kadronun da beri” figürü bunu ispat etmektedir. Tam da bu yetişmiş olmasını, nihai analizde dinin sekülersebeplerle Mevlid-i Nebevî ile Kutlu Doğum ara- leşmesi olarak adlandırabilir miyiz? Bu minvalsındaki farkı kavramak mühimdir çünkü sade- de biz Müslüman insanlar, Hz. Peygamber’in ce ılımlı, barışçı bir sevgi peygamberi dediğimiz ahlakını bilmeyi, kuşanmayı ve O’nun yaşayan zaman Efendimizin vasıflarını haşa manipüle Kur’an olma vasfının nereye düşeceğini, beraetmiş oluruz. O, barışı tercih eder fakat inkârda berce düşünelim. direnen kafirlere karşı cihad da ilan eder bu Nisan’13 • 9
a
karantin
Aslı Dururken MUSTAFA TOLGA
Y
oldan çıkmışlara, aklı karışıklara, içi kararmışlara, ben kimim diye soranlara, abilere, ablalara, emzikli bebelere, yataktaki dedelere… Yol gösterici geldi hanımmmmmm! Çığırından çıkmış dünyanın bulanık zamanlarında yolunu şaşırmış insan topluluklarına artık hiçbir peygamber gelmeyecektir haberiniz olsun. Hoş, okuduğumuz kadarıyla gelse de iman eden bir avuç insandan başkası değil zaten. Hiç olmamış gibi var saydığımız; ne yapsa bir türlü görmediğimiz; gözündeki sürmeyle örnek aldığımız; işimize geleni alıp gelmeyeni hiç duymadığımız bir peygamber örnekliği değildir bu yazının amacı. Ne, kimileri gibi peygamberi olduğundan çok daha yüce görmeye ne de onun insan yönünü göz ardı etmeye niyetli değilim baştan söyleyeyim. Amacım, kalemim elverdiğince benim için tüm zamanlarda ve mekânlarda daha iyisini bulamayacağım bir örnekliğin tarifini vermektir.
10 • Nisan’13
Reklam sloganına benzese de söylemeden edemeyeceğim bir sözle başlamalı peygambere itaatimiz: “Aslı dururken, taklidine; üstelikte yalan yanlış taklidine ne gerek?” Ne gerek, kime gerek, niye gerek! Gereklilikleri dünya menfaatleri üzerine kurulmuş Müslümanlara (!) peygamber ne gerek? Yol tekken, yoldan sapıp da kendilerini hala doğru yolda sayanlara bu dünyada birçok örnek zaten mevcuttur. O mevcutlar arasındaki seçim sonunda asil bir yola (!) çoktan koyulmuştur bile Müslüman. Sormadan görmeden, düşünmeden konuşmadan, koyun sürüsü misali sürüklendikleri mecralarda onları ilk terk edecek de örnek aldıkları o kahramanları olacaktır. Kahramanlarının eksiklerini, hatalarını görmeden onları peygamberden de öte insanüstü mertebeye taşıyarak tartışılmaz hale getiren
İnsan, akleden bir varlıktır; müslümansa aklını çok daha iyi kullanabilen bir varlık olmalıdır. Müslüman olmayan birinin kimilerini kendisine örnek sayıp onun söylediklerine taparcasına iman etmesi şaşılacak bir şey olmasa gerek. Oysa, müslümanım dediği halde peygameberini tanımamak, onu örnek almaktan çok uzak bir hal almak yeterince şaşılası olsa gerek. Müslümanlar (evet, Müslümanlar) peygamberi örnekliği çoktan unutmuşlardır. Hz Aişe’nin dediği gibi “Kur’an ahlakına” sahip bir örneği Kur’an’dan uzaklaştığımız için anlayamaz olduk. O’nun veda hutbesinde bize emanet ettiği Kur’an’ı ve sünnetine sahip çıkmak yerine bambaşka şeylere sarılır olduk.
kına sarılmak için Kur’an bize öğretmeye açıktır. Yanı başımızdadır, çünkü (geçerliliklerini tartışmak bu yazının amacı dışındadır) birçok hadis bize onun pratiğinden kesitler sunmaktadır.
Varlığın içinde yokluğu yaşayan Müslümanlar aslolandan uzaklaştıkça yanlış yollara sürüklenmektedir. Hz Peygamberin onaylamadığı yaşam tarzlarını, hareketleri kendilerine yol edinenler nerede durduklarını tekrar gözden geçirme“GERÇEK ŞU lidirler.
İnsan, akleden bir varlıktır; Müslümansa aklını çok daha iyi kullanabilen bir varlık olmalıdır. Müslüman olmayan birinin kimilerini kendisine örnek Kİ, Allah’ı ve Ahiret Ağlamalı, bol duygulu sayıp onun söyledikleGünü’nü [korku ve umutla ama içi boş söylentilerrine taparcasına iman bekleyen] ve O’nu her daim le kutlanılan kutlu doetmesi şaşılacak bir şey ğumlar ve peygamber anan kimseler için Allah’ın olmasa gerek. Oysa geceleri olması gereken Elçisi güzel bir örnek teşkil Müslümanım dediği halyere konulmalıdır. Onu eder. (Ahzap 21)” de peygamberini tanımaanlamak ve onun yaşadığı mak, onu örnek almaktan gibi bir İslam’ı yaşayabilmek çok uzak bir hal almak yeteMüslümanın öncelikli hedefi rince şaşılası olsa gerek. olmalıdır. Buradan şu anlam çıkmamalıdır. Hz. Bu ve bunun gibi söylemler geçmiş zamanda Peygamber(s.a.v)’den başkasında örnek alınaçok duyduklarınız sözlerden olsa da bu sözleri cak hiçbir sıfat yoktur. Böyle bir şey söylemeye söylemekten ve sözün hakkını yerine getirmeye elbette akıl manidir. Muhakkak ki bu kutlu dava çalışmaktan geri durma halinden Rabbime sığıuğrunda örnek alınacak onlarca insan mevcutnırım. Son sözü ilk sözün sahibi olan Allah’ın tur. Ama unutmayın ki onlarında örnek aldıkları sözüyle bitirelim: “Gerçek şu ki, Allah’ı ve Ahiret bir peygamber yanı başımızdadır. Günü’nü [korku ve umutla bekleyen] ve O’nu Yanı başımızdadır, çünkü Kur’an’a ulaşmak her daim anan kimseler için Allah’ın Elçisi güzel eskisine oranla çok daha kolaydır ve onun ahla- bir örnek teşkil eder.” (Ahzap, 21)
Nisan’13 • 11
a
karantin
SENİ ÇOK SEVİYORUZ! BİZLERİ SEVGİLİ VE YOLDAŞ KABUL ET EY RASULÜMÜZ… VAHAP YAMAN
S
evginle ve bildirdiklerinle arınmak istiyoruz. Arınmak isteyenlere aracılık etmek istiyoruz. Aracılık ettiğin İslam’ın, bizlere önerdiği hayat tarzını, yaşam biçimimiz olarak devam ettirme kararlılığımızı ayaklarımızı İslam üzere sabit kıl tavsiyesiyle bütünleştirerek ömür boyu yaşamak istiyoruz. *** “Kim Allah’a ve Resûl’e itaat ederse işte onlar, Allah’ın kendilerine lütuflarda bulunduğu peygamberler, sıddîkler, şehidler ve salih kişilerle beraberdir. Bunlar ne güzel arkadaştır!” (Nisa, 69) Bizleri sevgilin kabul et ey Resulümüz! Rabbimiz seninle arkadaş, yoldaş olmamızı istemekte! Yoldaşlık ise Allah’a ve Resulüne itaat edilerek kazanılır demekte bizlere. Resulle birlikte yola çıkanların kaybetmeyece12 • Nisan’13
ğini, sayısız imkân ve lütuflara ulaşacağını bildirmekte. Bizden de varış yeri Cennet olan yolda seninle yolculuk yapmamız istenmekte! Peygamberle yoldaş olmak ne güzel çabadır.
Onun arkadaşlığı yolda bırakmaz, sonu hüsran olmaz. Bizleri arkadaşlığına seç, ey Resulümüz! *** “Biz seni ancak âlemlere
rahmet olarak gönderdik.” (Enbiya, 107) Rasule sığınmak, onun rahmeti altına girmeye çabalamak gayretlerin en iyisi olsa gerek. Hayattaki en güzel çaba, âlemleri aydınlatıcı olarak gönderilen özel insanla arkadaş, dost, gönüldaş olabilmeyi denemektir. Bu denemenin karşılığı ise mü’minlere verilen muhteşem mükâfatıdır, Yüce Yaratıcının! Mükâfatın adı da CENNET’tir. Âlemlere rahmet olarak gönderilen bir peygamberin ulaştırdığı dinin, rahmet dalgaları arasında dolaşarak rahatlamak, kendisini peygamberin kurtarıcı, kuşatıcı, koruyucu prensiplerine teslim ederek boyun eğmek, bilerek ve isteyerek onun yolundan gideceğini haykırarak, vaad edilen cennete kavuşmak için yola koyulmak, çabaların en güzeli olsa gerek!
Bu konuda çaba gösterenlerin çabaları kutlu olsun! *** “De ki: “Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana tâbi olun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın! Allah çokça affeden ve çokça merhamet edendir!’” (Âl-i İmrân, 31) Kalu bela (evet sen bizim Rabbimizsin) diyerek Rabbimizi âlemlerin yaratıcısı, idare edicisi, efendisi, koruyanı, gözetleyeni, yaşatıcısı olarak kabul ettiğimizin sözünü ilk sözümüz olarak vermiştik. Bu sözle yaratıcımızı çokça sevdiğimizi, O’nun hâkimiyetine boyun eğeceğimizi, Allah’ın boyası ile boyanacağımızı ifade ediyoruz. Arınmanın ancak böyle bir teslimiyetle sağlanabileceğini inananlar olarak hep birlikte haykırıyoruz. Arınma yolunda, iyilikleri emretmek, kötülüklerden sakındırmak prensibini en temel görev kabul edip, peygamberin gösterdiği tarzda hayırlarda yarışacağımızı, takvada önde olanlardan olacağımızın sözünü vererek Resulün yoluna tabi olacağımızı, bununla Allah’ın sevgisine mazhar olacağımızın şuurundayız. Kişinin, Allah’ı ne kadar seviyorsa Allah’ın da o kişiyi o kadar seveceğini bilenlerdeniz. Son söz olarak da, Allah’ın sevgisini kazanmak için sevgili Rasulümüze uymayı, onun getirdiği prensiplere bağlılığımızı büyük bir coşkuyla her gün arttıracağımızı ilan ediyoruz. Sevaplarımızı çoğalta-
rak, hata ve günahlarımızın Allah’tan bağışlanmasını talep ediyoruz! Dualarımızı kabul et ey Rabbimiz! *** “Ey iman edenler! Peygamber sizi, size hayat bahşeden şeylere (ilahi hükümlere) çağırdığında, Allah’a ve Rasûlü’ne icabet edin…” (Enfâl, 8/24) Ne mutlu ki; peygamberin çağrısına kulak verip İslam olduk, onun yanında yer almak için çabalıyoruz. O’nu yalnız bırakmayacağımızın sözünü veriyoruz. O’nun da bizi yalnız bırakmayacağını umut ediyoruz. Bildirdiklerine uyacağımızı, getirdiği dinin kurallarını farkında olarak, bilerek ve isteyerek seçtik. İsteyerek seçtiğimiz bu kutlu yolda sarsılmadan, kararlılıkla yürüyerek, kendimizi her zaman diri ve canlı tutacağımızı, çevremizi uyararak onların da peygamberle yoldaş olmalarına katkıda bulunacağımızın sözünü veriyoruz. Haşr zamanı onunla birlikte olmayı, onun sancağı altında toplanmayı istiyoruz. Bu kararımızda bizlere destek ver, ayaklarımızı İslam üzere sabit kıl ey Rabbimiz! *** “Ey peygamber! Şüphesiz ki Biz seni şahid, müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Ahzap, 45) Bizler senin veda haccındaki bildirdiğin manifestoyu ashabın gibi duyduk, kabul ettik, uygulamaya çabalıyoruz. Verdiğin
öğütlere uyuyoruz. Ey peygamberimiz! Yüce Rabbimizi nasıl görevini tamamlamış bir peygamber olarak “şahit ol ya Rabb” diyerek şahid tutmuşsan; bizler de diyoruz ki: Hidayete ulaşmış, karşılığında ilahi rahmetle temizlenmiş mü’minlerle birlikte olma kararımız var. Onlarla birlikte İslam’ı okuma, öğrenme, anlama, yaşama, anlatma azmimiz var. Bizleri şahidlerle beraber yaz ya Rabb! *** “Ben güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.” (Hz. Muhammed) “İslam güzel ahlaktır.” (Hz. Muhammed) “Müslüman elinden ve dilinden emin olunan kişidir.” (Hz. Muhammed) Diyorsun ey Rasulümüz! Bizler de senin ahlakınla ahlaklanmak için gayret ediyoruz. Çocuğunu diri diri gömene, sakın ha öldürme! Kendisine bile faydası dokunmayan putlara tapma, onlardan yardım isteme! Senin de annen, kız kardeşin var. Başkalarının kadınları ile zina etme! Hırsızlık yapma! Ölçüde, tartıda eksiklik yapma! İnsan öldürme! Bir gün sen de yaşlanacaksın. Anne ve babana, yaşlılara, düşkünlere yardım et! Kendin için yapılmasını istemediğin şeyleri başkaları için Nisan’13 • 13
de isteme (yapma)! Kendi aleyhine bile olsa, asla adaletten ayrılma, adil ol! Mü’minler emin ve güvenilir kişilerdir. Ey ümmetim güvenilir olun! Namazınızı dosdoğru kılın! Zekâtınızı eksiksiz verin! Kötülükten sakının. Daima iyiliklerde yarışın! Birbirinizin özel ve gizli şeylerinizi araştırmayın! Bizler, bildirdiğin bütün ahlakı kurallara uyan iyi bir mü’min olarak senin ahlakını kuşanacağımızın sözünü veriyoruz. Seni örnek alarak yaşamak, senin gibi davranmak, dini anlatmada ve yaygınlaştırmada senin gibi davranmaya azmimiz var. Senin sancağının altında gölgelenecek dostların arasında olmaya çabalıyoruz. Rabbimizden çirkinliklerimizin ve kusurlarımızın yok edilmesinin temel kuralı olan peygamber ahlakı ile ahlaklanmayı talep ediyoruz. Başarırız inşallah! ***** Kurtuluşumuz için; bizlere bildirdiğin, ilahi vahiyle destekli emirlere sıkı sıkıya bağlanmamızı istiyorsun, biz ümmetinin cehennem ateşine düşmemesini öğütlüyorsun. Tavsiyelerine uyuyoruz, yollarımızın aydınlanması için tuttuğun İslam projektörlerinin aşkına ve cazibesine kapılmış olanlardan olmak için, kelebek misali ışığa koşuşuyoruz. 14 • Nisan’13
Niyazımız ve yönelmemiz Rabbimizedir. İstikametimiz, rehberimiz sevgili Rasulümüz Hz. Muhammed’in yolunadır. Yol arkadaşlığımız kabul edilir inşallah! Biliyoruz ki güvencemiz budur. *** Arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve azmadı da. O, arzusuna göre
Kurtuluşumuz için; bizlere bildirdiğin, ilahi vahiyle destekli emirlere sıkı sıkıya bağlanmamızı istiyorsun, biz ümmetinin cehennem ateşine düşmemesini öğütlüyorsun. Tavsiyelerine uyuyoruz, yollarımızın aydınlanması için tuttuğun İslam projektörlerinin aşkına ve cazibesine kapılmış olanlardan olmak için, kelebek misali ışığa koşuşuyoruz. Niyazımız ve yönelmemiz Rabbimizedir. İstikametimiz, rehberimiz sevgili Rasulümüz Hz. Muhammed’in yolunadır.
de konuşmaz. O (nun bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir. Necm2,3,4 Ey sevgili peygamberimiz! Yaratıcı tarafından her türlü korumaya alınmış, son uyarıcı olarak seçilmiş, kıyamete kadar
rehber, önder yoldaşımız! Senin bildirdiğin yolda yorulmadan, bıkmadan yürüyeceğimizin sözünü veriyoruz. Yolda yürürken saptıranın saptırmasına kanmadan, nefislerimizin arzularına kanıp azmadan, kınayanın kınamasına aldırmadan, kararlı, sabırlı, coşkulu, dimdik bir tarzda duracağımızdan, yeryüzünde din Allah’ın oluncaya kadar mücadele edeceğimizden emin olmanı istiyoruz. Yaratanımız Allah, Kitabımız Kur’an, Rehberimiz, sevgilimiz peygamberimiz diyerek tüm inananlarla birlikte öğrenmeye, birlikte hareket etmeye, birlikte gereği gibi yaşamaya ve anlatmaya gayret göstereceğimizin sözünü veriyoruz. Bu yolculuğumuzun iyi, öncü ve salih insanlarla arkadaş ve dostluklar kurmak, onlarla birlikte olmak, birlikte düşünmek, istenilen şeyleri yaparak mutlu geçeceğini bilenlerdeniz. İstikametimizin sırat-ı müstakim olduğu bilinciyle yolunda dimdik yürüyoruz, ey sevgili Rasulümüz!
a
karantin
Örnek Eş:
Hz. Muhammed
(s.a.v.)
EBRAR DOĞAN
K
uran ve peygamberimiz, modern zamanların diliyle hep kadın mevzuu üzerinden vurulup, İslam’a karşı olan hakaret ve eleştiriler genellikle bu minvalde süregelmektedir. Peygamberimizin yaşantısına ve Kuran’a baktığımızda din anlamında, Allah katında kadın ve erkeğin hiçbir farklılığı olmadığı çok barizdir. Allah nazarında sorumluluk, mükafat ve dini anlayış ve yaşayış bakımından kadın ve erkek eşittir. Kuran’ın kadın ve aile ile ilgili ayetleri yaratılışı anlamak, sosyal hayatı ve birebir ilişkileri düzenlemek ve bir hukuk oluşturmak içindir. Hayatın amacı olan “iyiliği emredip/tavsiye edip, kötülükten men etme” görevi kadın kadar erkeğin, erkek kadar kadının da görevidir. Kadın ve erkeğin bu göreve başlangıç
noktaları evdir. “Ev”in ihyası ve inşası gerçekleşmeden Müslümanca bir toplum oluşturmak hayaldir. Peygamberimiz (sav) bir hadisinde şöyle buyurmak-
tadır: “Hiçbir baba, çocuğuna güzel terbiyeden daha üstün bir bağışta bulunmuş olamaz.” (Tirmizî, Birr, 33). Çocuklarını güzel ahlak, Kurani ahlak üzerine yetiştirme anne-babanın
asli görevidir. Bir çocuk yetiştirmek ile hadiste de denildiği gibi sadece çocuklarımıza büyük bir hediye vermiş olmuyoruz, İslam toplumunun oluşması için en büyük katkıda bulunuyoruz. “Düzgün” çocuklar için, düzgün anne-babalara ihtiyaç vardır. Düzgün anne-babalar için de düzgün eşler olmak gerekmektedir. Eşimizle rayına oturtamadığımız bir ilişki ve İslam’ın bize biçtiği sorumluluklardan çok nefsimizin, ‘elalemin’ bize biçtiklerini önceleyen bir evlilikte çocuk yetiştirmek de sorunlu olacaktır. Bir kavga ve karmaşa ortamında çocuğa verebileceğimiz ne kadar şey olabilir ki? Bunun için peygamberimizin hadislere kulak vermekte fayda var. Eşlerin birbirine olan muhabbetini arttırmak, ev hayatını kadın ve
Nisan’13 • 15
a
karantin
erkek için cennete çevirmek için “Allah resulünde güzel bir örnek vardır.” (Ahzab/21) Peygamberimiz (sav) kendi evine girerken selam verirdi. Hz. Enes diyor ki; Rasulullah (sav) bana şöyle buyurmuştu: “Oğlum, ailenin yanına girdiğinde selam ver ki, sana ve ev halkına bereket olsun” (Tirmizî, İsti’zan, 10). Selam mevzuu zaten ayette de geçen aslında tüm Müslümanlara farz olan bir ibadet. “Siz bir selam ile selamlandığınız zaman, siz de ondan daha güzeli ile karşılık verin veya verilen selamı aynen iade edin. Şüphesiz Allah her şeyin hesabını gereği gibi yapandır.” (Nisa,86). Selamlaşma, kini, nefreti, kavgayı, küslüğü alıp götürür, fakat İslam’ı beş şarta indirgediğimiz günümüz Müslümanlığı için selamlaşma mevzu farz olan bir ayet nazarıyla görülmemektedir. Selamlaşma, sevgi ve muhabbetin ilk adımıdır. Enes bin Malik, “Ailesine Allah resulü kadar şefkatli bir kimse görmedim.” (İbn Sa’d, I, 136) diyen aklederken aslında tüm Müslüman erkeklere eşlerin eve ço16 • Nisan’13
cuklarına karşı nasıl davranılması gerektiği konusunda bir hedef koyuyor. Şefkat ve merhamet tüm sorunları çözecek güçte bir anahtardır. Peygamberimiz “Müminlerin imanca en mükemmel olanı, ahlakça en güzel olanı ve aile fertlerine yumuşak davrananıdır.” (İbn Hanbel, VI, 47) hadisiyle müminde, iman, ahlak ve şefkatin birlikteliğine dikkat çekmiştir. Bir insanda iman, güzel ahlak ve şefkat birlikte var oldukça, o insan iyi anne, iyi baba, iyi işveren, iyi çalışan, iyi komsu, iyi kardeş, iyi arkadaş olacaktır. Eşler arası muhabbeti sağlayacak diğer bir
mevzu da sohbettir hadi günümüzün değişiyle iletişim. Eşler arasında sohbet olmazsa, eşler birbirinde sükunet bulmazsa, evlilik birden robotlaşmış, sadece birbirine karşı maddi sorumlulukları olan iki insanın aynı evde yaşamasına dönüşür. Evliliği, niyetsiz bir amele dönüştürmek, o evlilik için de, çocuklar için de yapılacak en büyük haksızlıktır. Hz. Aişe’nin şu sözleri peygamberimizin eşleriyle arasındaki diyalogu, muhabbeti göstermesi açısından önemlidir: “Resulullah’ın zevceleri arasında benim en çok kıskandığım, Hz. Hatice idi. Halbuki ben Resulallah ile evlendiğimde Hatice vefat etmişti. Bunun sebebi Resulullah’ın sürekli Hatice’den bahsetmesiydi. Hz. Peygamber ne zaman bir koyun kesse onu parçalarına ayırıp, onu Hatice’nin samimi arkadaşlarına gönderirdi. Bazen de kendisine: ‘Sanki dünyada Hatice’den başka kadın yok?’ derdim. O da : ‘Hatice şöyle iyi idi, böyle iyi idi, üstelik benim ondan çocuklarım var’ buyururdu.” (Buhari).
İlgi, alaka ve değer verme eşlerin birbirlerinden beklentilerinin başında yer almaktadır. Eşi nazarında sözünün itibarının olması, istişare edilmesi özellikle kadınların en büyük beklentilerindendir. Hz. Peygamberin hayatına baktığımızda en kritik anlarda bile eşleriyle istişare edip, onların fikrine müracaat ettiğini görüyoruz. Hudeybiye Barış Antlaşması esnasında Hz. Peygamber’in yanında bulunan Ümmü Seleme ashabın antlaşma metninin hoşlarına gitmemesi üzerine kurban kesip tıraş olmaları tavsiyesine karşılık yerlerinden kalkmamaları, Rasulü Ekrem’i üzmüştü. Bunu O’na anlatınca; “Ya Rasülallah, bunların yapılmasını istiyorsan, çık ve hiç kimseye bir şey söylemeden kendi deveni kes ve sonra berberini çağır ve tıraş ol” dedi. Peygamberimiz bu makul tavsiyeyi gerçekleştirdi. Peygamberimizin bu halini gören Müslümanlar hızla yerlerinden kalkarak kurbanlarını kesip tıraşlarını oldular (Buhari). Bu ölçüler sadece erkekler için değil, kadınlar için de geçerli. Allah’ın Kuran’da buyurduğu gibi, Allah resulünde tüm müminler için güzel bir örnek vardır. Bu tür rivayet ve kıssalarda anlatılanları tek taraflı okumamalıyız. Peygamberimizin vur-
“Düzgün” çocuklar için, düzgün anne-babalara ihtiyaç vardır. Düzgün annebabalar için de düzgün eşler olmak gerekmektedir. Eşimizle rayına oturtamadığımız bir ilişki ve İslam’ın bize biçtiği sorumluluklardan çok nefsimizin, ‘elalemin’ bize biçtiklerini önceleyen bir evlilikte çocuk yetiştirmek de sorunlu olacaktır. Bir kavga ve karmaşa ortamında çocuğa verebileceğimiz ne kadar şey olabilir ki? Bunun için peygamberimizin hadislere kulak vermekte fayda var. Eşlerin birbirine olan muhabbetini arttırmak, ev hayatını kadın ve erkek için cennete çevirmek için “Allah resulünde güzel bir örnek vardır.” (Ahzab/21) guladığı nokta sadece erkeklerin eşleriyle istişaresi, eşlerine karşı latifliği değil inanan insanın -kadın, erkek fark etmeden- nasıl davranması gerektiğidir. Ev aynı zamanda bir mektep olmalıdır. Anne-baba sadece çocuklarının eğitimine, öğretimine katkıda bulunmayıp, birbirlerinin de hocaları olmalıdır. Birbirlerinin ahlaken, dinen kamilleşmesi için ev ortamını bir Erkam evine dönüştürmek lazım ge-
lir. Peygamberimizin evi de eşleri için bir erilim yuvası olmuştur. Hz. Peygamber, eşlerine akşam toplantılarında eğitici sohbetler yapardı. Resulullah’ın ilk öğrencileri olan eşleri, bilgi ve tecrübelerini diğer kadınlara (hatta Hz. Peygamber’in vefatından sonra, kadın-erkek herkese) aktarmaya hazır hale gelirlerdi. Kadının da erkeğin de birbirleri üzerine hak ve sorumlulukları vardır. Bu hak ve sorumluluklar sadece maddi anlamda değil birbirlerinin manevi dünyasını doyurma ve genişletme amacını gütmelidir. Kuran ahlakı ile ahlaklanmaya riayet ettikçe bu hadisin muhatabı neden olmayalım: “Bir ev halkı birbirlerine iyilik ve ikramda bulunduğunda Allah üzerlerine rızık yağdırır ve Allah’ın himayesinde olurlar.” (Camiu’s-Sağir, 1270).
Nisan’13 • 17
a
karantin
DEVRİMCİ PEYGAMBERDEN, PASİF ÜMMETE ZEYNEP OLGAÇ
P
arlak bulutsuz bir gece! Serin de olabilir sıcak da, ama en güzeli hangisiyse öyle işte! Birden bin yıllık Mecusi ateşi sönüyor, Kisra Sarayı’nın 14 sütunu yıkılıyor, Sâve nehri kuruyor hemen akabinde bin yıldır kurumuş olan Semave gölü taşıyor. Hz. Peygamberin dünyaya gelişini yıllardır akıl almaz mucizelerle anlatıp, Arapçasından anlayamadığımız Yasinler indirip, tv karşısında dizimizin eşliğinde binlerce salavat getirip kutluyoruz. Akabinde vicdanımız rahatlıyor, Hz. Peygambere yakışır ümmet (!) olmanın haklı gururunu yaşıyoruz. Ertesi gün anlatılan onlarca mucizeyi unutup elimizdeki tesbihleri bırakıp, dilimizdeki Yasinlerden kurtuluyoruz. Tek günlük ultra rijit Müslümanız, bir sonraki kıymetli gün ve geceye kadar yeter bu bizlere zira. Çok abartmamak lazım. Mustafa İslamoğlu’nun “Üç Muhammed” kitabında bahsedilen üç ayrı profilde değerlendiriyoruz Hz Peygamberi toplum olarak. Ya onun bir insan olduğunu unutarak, abartılı menkıbeler, uydurulmuş rivayetlerle onu göklere çıkarıp ziyana düşüyoruz. “Arkada gözleri vardı”, “100 insan gücündeydi”, “teni gül kokusuydu” deyip onun devrimci18 • Nisan’13
reformist karakterini örtüyor, dayanaksız söylemlerle onu “insan”dan uzaklaştırıyor, kendimize yabancılaştırıyoruz. Ki bu tavır “ama biz onun gibi olamayız ki” savunmasının gerekçesi olup, sünnetten tamamen uzaklaşmamıza yol açabiliyor. Ya da “O sadece bir postacı görevindeydi.” diyerek Allah’ın ona yüklemiş olduğu misyonu çiğneyip sadece ayetlerle hareket ederek, sünnete ve hadise karşı keskin tavır ortaya koyuyoruz. Ki bu Allah’ın ayetleri bize yeter diyen kesimin birçok ayetini evirip çevirip kılıfına uydurmayı da beraberinde getiriyor. Zira Allahın kitabında Resule itaat yoruma açık bir mevzu dahi değildir. Resule itaat eden, Allah’a itaat etmiş olur.[Nisa 80] Allah ve Resulüne itaat eden, en büyük kurtuluşa ermiştir. [Ahzab 71] Peygamberin verdiğini alın, yasak ettiğinden sakının! [Haşr 7] De ki; “Bana uyun ki, Allah da sizi sevsin![Al-i İmran 31] İfratın ve tefritin ortasında bir arayış içerisindeyiz. Sağlam bir peygamber algısı dirilişimize vesile olacaktır. Bugünden sonra Hz. Peygamberi, uydurulmuş hikayeciklerle, abartılmış mucizelerle anmak yerine onun ahlakının sosyolojik boyutunu,
siyasi zekasını, bir toplumu nasıl dönüştürdüğünü anlamalı ve anlatmalıyız. Hz. Peygamberi, tarihin içinde hayali bir kahraman olmaktan, belirli gün ve gecelerde anma törenlerinden kurtarıp onun çağlara hitap eden mesajını diriltmeliyiz. Yitik değil, dinamik Peygamberimiz mazlum değil, şerefli bir dinimiz var bizim! İslam ve Hz Muhammed her zaman güçlüdür, güçsüz olan biziz. Kutlu doğum ve bilimum kandiller artık toplumumuzun salavat yarış günü olmaktan çıksın, çıksın ki İttihadı İslam alnımıza yakışsın. Ellerimizden tut Rabbimiz, ve hiç bırakma. Bırakma ki Resulüne yakışır bir ümmet olarak O’nun başını dik edelim. Doğru anlayıp, anlatabilelim. Ellerimizden tut ki Rabbimiz, çağlar ötesinden selamlar gönderdiği kardeşleri yorulmasın bıkmasın onun selamına layık olmak için koşmaktan, çalışmaktan. Üstümüzdeki kokuşmuşluğu sen sök at Rabb’imiz, bileğimize ve yüreklerimize bu yol için kuvvet ver.
KİTABİYAT MAHMUT YUSUF MAHİTAPOĞLU Dergimizin bu ayki kapak konusuna uygun olarak bizler de Resulullah (s.a.v)’ın hayatını her yönüyle ele alan önemli gördüğümüz kitapların listesini sizlerin istifadesine sunmayı uygun gördük. Elbette Hz. Peygamber’in hayatını anlatan yüzlerce kitabın ismini bile bir arada zikretmek mümkün değilken, o kıymetli eserleri de yazımıza sığdırmamız takdirinizdir ki mümkün olmadı. İzzet Derveze, Kur’an’a Göre Hz. Muhammed (s.a.s)’in Hayatı Düşün Yayınları, İstanbul, 2011 İzzet Derveze, tarihi siyer malzemelerinden kalkarak veya tarihsel bir bakış açısıyla değil, bizzat Nebi asrını ve çevresini ifadelendiren Kur’an ayetlerinin bütüncül bir değerlendirmesinden yola çıkarak vahiy öncesi dönemi aydınlatmaya çalışıyor. Mehmet Apaydın, Resulullah’ın Günlüğü İnsan Yayınları, İstanbul, 1995 Medine döneminde dair tam bir kronolojinin bize ne gibi imkânlar sağlayabileceğini ortaya koyan bu eser, böylesi bir kronolojinin bütün olayların vuku buluş zamanlarını kesin olarak tespit etmemize ve böylece yeni yorumlar yapmamıza vesile olacaktır. Auguste Bebel, Hz. Muhammed (s.a.s) ve Arap Kültürü,Yeni Alan Yayıncılık, İstanbul, 1997 Ünlü Alman sosyalisti Auguste Bebel’in bu eseri Arap kültürünün İslamiyet ile birlikte geçirdiği gelişmeleri, özellikle de Hristiyanlığın unutturduğu Ortaçağ kültür mira-
sını Batı’ya anımsatma ve kültürün tarihsel sürekliliğini bakımından oynadığı önemli rolü anlatıyor.
İbrahim Canan, “Aile Reisi ve Baba Olarak Hz. Peygamber” Gül Yurdu Yayınları, İstanbul, 2012 Sünnet, nasıl bir aile yapısı ortaya koymaktadır? Bu ailede babanın, annenin, evlatların ve diğer akrabaların yeri, hakları ve vazifeleri nelerdir? Ailevi problemler nasıl çözülmelidir? İşte bu soruları cevaplarını bulabileceğiniz bir eser. Abdulfettah Ebu Gudde, Hz.Muhammed (s.a.s) ve Öğretim Metotları Yasin Yayınevi, İstanbul, 2011 Bu eser dinin emir ve yasaklarını insanlara öğretirken, Hz. Muhammed’in eğitim ve öğretimde hangi metotlar uyguladığını, toplu olarak sunmaya çalışan bir eserdir. Klasik kaynaklardan derlenen, eğitim ve öğretime yönelik zengin dipnotlarla kıymetli bir eserdir.
Münir Muhammed Gadban, Nebevi Hareket Metodu, I, II Düşün Yayınları, İstanbul, 2011 Nebevi hareket metodundan kastedilen, Resulullah’ın kendisine peygamberliğin gelişinden Rabbinin huzuruna intikal edişine kadar geçen süre içerisinde izlediği metottur. Muhammed Gazali, Fıkhu’s-Sire Risale Yayınları, İstanbul, 2000 Bu kitap Yüce Peygamberin hayatının okunması için değil anlaşılması, araştırılması için değil yaşanması için kaleme alınmıştır. Resulullah’ın hayatına ışık tutan bu eser, Resulullah’ın hayatının günümüz insanı tarafından nasıl anlaşılması gerektiğini günümüz insanına sade bir üslupla anlatıyor. Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi Beyan Yayınları, İstanbul, 2011 İslam Peygamber’ini kendi türünün en önemli eseri kılan faktör, yirmi yılı aşkın yoğun bir çalışma sonucunda, peygamberimizin özel ve aile hayatı, içine doğdu-
Nisan’13 • 19
ğu çevre, peygamberlik mücadelesi ve kurduğu devlete ilişkin en temel bilgilerin birinci el kaynaklara dayalı olarak vermesidir Muhammed Hamidullah, Resulullah Muhammed İrfan Yayıncılık, İstanbul, 1976 Hz. Peygamber’in hayat ve faaliyetinden bahseden “Siret” kitaplarında efsaneler bulunmaz, mübalağa teşebbüsleri yoktur, insanüstü bir varlığın tarif ve açıklanmasına da rastlanmaz; fakat bunlarda, ilk ve nihai gayeleri sırf bir hakikatin ortaya konmasından ibaret olan titiz şahitlerin naklettiği gerçekler bütün çıplaklığıyla görülür. Abdullah Muhammed er-Reşit Önder, Lider, Komutan Hz. Peygamber (s.a.v), Pınar Yayınları, İstanbul, 2010 “Önder, Lider, Komutan Hz. Peygamber”, Peygamberimiz’in askeri komutanlık vasıflarını, savaşlardaki uygulamalarını, mücahid sahabeleriyle ilişkilerini, antlaşmalardaki basiretlerini, yani harp peygamberi olarak en güzel örnekliklerini detaylıca ele alan ve Hz. Peygamber’in gazvelerinden, seriyyelerinden, siyasi, stratejik ve taktik dersler çıkaran bir başvuru kitabı Asım Köksal, Hz. Muhammed (s.a.v.) ve İslamiyet, Işık Yayınları, İstanbul, 2007 Bu müstesna eser 20 • Nisan’13
Pakistan hükümetinin Siret Kitapları milletlerarası yarışmasında 1983 yılında birinciliğe layık görülmüştür. Ahmet Önkal, Resulullah’ın İslam’a Davet Metodu Kardelen Yayınları, Konya, 2006 Bu eser, İslam’ın eski kaynakları başta olmak üzere pek çok araştırma ve incelemeye müracaat edilerek hazırlanmıştır. Resulullah’ın peygamberlik hayatının her safhası İslam’a davet bakımından çalışmada değerlendirilmiş ve bu daveti gerçekleştirmek için geçirilen safhalar, özellikle psikolojik ve sosyolojik taraflarıyla ortaya çıkarılmaya çalışılmış, nihayet İslam’a davet metodunun günümüzdeki çeşitli problemleri ele alınmaya çalışılmıştır. Martin Lings, Hz. Muhammed’in Hayatı İnsan Yayınları, İstanbul, 2008 Hz. Muhammed’in eseri çağdaş bir sirettir. Çağdaş Müslüman yazarın taşıması gereken sorumluluk bilinciyle kaleme alınan bu değerli eser, köklü bir araştırmanın ürünü olmasının yanı sıra, yazarını bir ‘edip’ oluşuyla kazandığı ayırıcı bir niteliğe sahiptir. Arapça ilk eserleri kaynak olarak almasından kazandığı ilmi değerle birleşince kendisini emsallerinden ayıran temel nitelik ortaya çıkmaktadır. İbrahim Sarıçam, Hz. Muhammed ve Evrensel Mesajı Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, İstanbul, 2011 Hz. Peygamber’in tebliğinde en
fazla dikkati çeken hususlardan birisi, mesajın yoğun bir değerler sistemi içerisinde verilmesidir. Vahiy sürecinde bireysel ve toplumsal düzeyde uygulama alanına, konulan değerler, bütün insanları kuşatan, çağdan çağa, ülkeden ülkeye değişmeyen, her coğrafyada, her toplumda ve her zaman geçerli olabilen, her ortamda davranış ve uygulamalara yansıtılabilen niteliktedir. Celaleddin Vatandaş, Hz. Muhammed (s.a.v)’in Hayatı ve İslam Daveti I, II Pınar Yayınları, İstanbul, 2009 Vahyolunan ayetler ve o ayetlerin oluşturduğu Kur’an önce elçisini eğitip yetiştirdi. O’nun ilâhî talimatlarıyla mükemmelleşen ve tüm insanlık için en güzel model haline gelen uygulamaları ve yaşantısı ise ilâhî bilginin pratiğe aktarılışı olarak anlam kazandı. Böylelikle, insanlığa sunulan dosdoğru ve en güzel hayat tarzı, teorik esaslar halinde insanlara bildirilen bir bilgi yığını olmaktan çıktı; ilâhî bilgi O’nun şahsında en mükemmel modelini buldu; insanlık O’nun şahsında bir insanın ulaşabileceği en mükemmel aşamaya erişti. Mevdudi, Tarih Boyunca Tevhid Mücadelesi ve Hz. Peygamber’in Hayatı Pınar Yayınları, İstanbul, 2010 Peygamberler, Kur’an’ın belirlediği amaçlara varılabilmesi için, fertler ile toplumu denetlemeye, insan hayatının eksikliklerini düzeltmeye de memurdurlar. Bu iş yalnız sözler ve
olaylarla bitmiyor, asıl varılmak istenen o amaç ve hedeftir ki, uğruna Kur’an-ı Kerim indirilmiş ve Muhammed Mustafa (s.a.v.) örnek olarak bize gönderilmiştir. Bu amaç ne kadar iyi anlaşılırsa, Kur’an ve siyer de o kadar iyi anlaşılacak ve ne kadar yanlış anlaşılırsa, ikisi hakkındaki bilgimiz de o derece yanlış ve eksik olacaktır. Afzalur Rahman, Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Ve sellem Siret Ansiklopedisi İnkılab Yayınları, İstanbul, 1996 Bu eserde, geniş bir İslam kültürü çerçevesinde Hz. Peygamber’in hayatı bütün yönleriyle ele alınmakta, konular tasnif edilerek ayrıntılarıyla sunulmaktadır. Kronolojik bir tarih kitabı veya alfabetik bir ansiklopedi olmayışı istifadede kolaylık sağlamaktadır. Müracaat kaynağı olarak faydalanılabileceği gibi elden bırakmadan okunabilecek bir özellik de taşımaktadır. İhsan Süreyya Sırma, İslami Tebliğin Mekke Dönemi ve İşkence Beyan Yayınları, İstanbul, 1996 Hz. Adem ile başlayan İslam tebliğ tarihi, yani insanlık tarihi, O’nun oğulları Habil ve Kabil zamanında iki kutba ayrılmış ve bu iki kutup günümüze kadar gelmiştir, kıyamete kadar da sürecektir. Bu iki kutup Hakk ile Batıl kutuplarıdır.
İhsan Süreyya Sırma, İslami Tebliğin Medine Dönemi ve Cihad Beyan Yayınları, İstanbul, 1996 Cihad, Allah’ın istediği gibi İslam’ın yaşanmasıdır. Dolayısıyla İslimi tebliğ uğruna verilen bütün mücadele Cihad’dır. Böyle ele alındığı takdirde görülecektir ki, İslam Devleti’nin tüm faaliyetleri Cihad’ı içermektedir. Bu kitapta cihadın sadece bir yönü olan askeri cihadı incelendiğinden, meseleyi mümkün mertebe özlü bir şekilde aktarılmış. Bu küçük çalışmada Devletin yoğun işleri yanında Hz. Peygamber (s.a.v.)’in askeri cihada ne kadar önem verdiği, on senelik Medine hayatının ekserisini Allah yolunda savaşmaya ayırdığı görülecektir. İhsan Süreyya Sırma, İşte Önderimiz Hz. Muhammed Beyan Yayınları, İstanbul, 2006 İşte önderimiz Hz. Muhammed, Allah’ın yaratmış olduğu en güzel insanın hayatını ve mücadelesini anlatmaktadır. Hz. Muhammed, kendisinden önce gelip geçmiş olan bütün peygamberler gibi, insanların, kendileri gibi insan olan varlıklara değil, sadece Allah’ın Kur’an’la bildirdiği ilahi kanunlara bağlanmalarını tebliğ ediyor, ezilmiş insanlara hürriyet mücadelesini öğretiyordu. Kasım Şulul, Hz. Peygamber Devri Kronolojisi İnsan Yayınları, İstanbul, 2003 Hz. Peygamber devrini, kronolojik açıdan temel kaynaklara başvurarak ele alan bu eser, hem dinî
ilimler, hem de bu dönem üzerine çalışan sosyal bilimciler açısından önem taşımaktadır. Zira insanlık tarihinin seyrini değiştirmiş olan bu dönem, İslâm medeniyetinin ve tarihinin nüvelerini kendi içinde barındırmaktadır. Bu kronoloji çalışması, Hz. Peygamber devrinin iç dünyasına nüfûz edebilmek isteyen okura önemli ipuçları sunmaktadır. Kasım Şulul, Son Peygamber Hz.Muhammed (s.a.s)’in Hayatı Siyer Yayınları, İstanbul, 2011 Bu eser, sosyal bilimcilere İslam’ın din ve toplum olarak doğuş dönemini kronolojik bağlamda izlemelerine imkân sağlayacak temel kaynaklara dayalı kapsamlı bir siyer çalışması sunar. Bu siyer çalışması, “Nübüvvet Zamanı”nın görünen tarafını; yani Resulullah’ın (a.s) doğumu, peygamberlik öncesi hayatı, seyahatleri, evlilikleri, hicreti, gazve ve seriyyeleri gibi olaylarla beraber Hz. Peygamber (a.s) devrinde ruh, fikir ve medeni hayat gibi sahalarda meydana gelen değişim ve dönüşümleri de ele alır. İbn İshak, Siyer-i İbn İshak Hz. Muhammed’in Hayatı Düşün Yayıncılık, İstanbul, 2012 Bu alanda yazılmış en eski ve en kıymetli eserlerdendir. Araştırmacıların vazgeçemeyeceği bir kaynak olan İbn İshak’ın bu eseri tarih boyunca defalarca yeni baskılarıyla okuyuculara sunulmuş ve her kesim tarafından büyük bir üne mazhar olmuştur.
Nisan’13 • 21
RÖPORTAJ
Celaleddin VATANDAŞ ile “Hz. Peygamber’e ve Kur’an’a Dair”
GENÇ ÖNCÜLER:
bu açıdan önemli bir
Kitabınızdan hareket-
konuma sahip. İzni-
le, Hz. Muhammed
nizle söyleşimize çok
(s)’i doğru anlama
genel bir soruyla baş-
çabasını ve bunun
lamak arzusundayım:
Kur’an’ın anlaşılma-
Piyasada birçok siyer
sındaki önemini ko-
kitabı varken neden
nuşmak
istiyoruz.
yeni bir siyer? Hangi
Bugün İslâm’ın sahih
kaygı veya düşünce-
bir şekilde anlaşılma-
ler sizi yeni bir siyer
sında ciddi sıkıntıların
çalışması
yaşandığı hepimizin
ve bunu yayınlamaya
malûmudur.
yöneltti?
Elbet-
te ki bu sıkıntıların en başında Kur’an’ın doğru anlaşılmasındaki yanlışlar geliyorken, hemen akabinde de onun en güzel ve doğru te’vili diyebileceğimiz Peygamber ve örnekliği konusundaki anlayış yanlışları geliyor. Allah’a şükürler olsun ki son zamanlarda Kur’an’ın, Peygamber’in ve İslam’ın doğru anlaşılmasıyla ilgili önemli çalışmalar yayınlandı ve yayınlanmaya da devam ediyor. Gördüğümüz kadarıyla sizin son çalışmanız da
22 • Nisan’13
C.
yapmaya
VATANDAŞ:
Sorunuz kısa ama önemli. Dediğiniz gibi Türkçe telif edilmiş veya Türkçeye tercüme edilmiş ve hâlihazırda kitapçılarda kolaylıkla bulunabilecek birçok siyer var. Üzerinde ciddi emek sarf edilmiş 10’u aşkın siyerin ismini kolaylıkla sıralamak mümkün. Olumsuz olanları yani yanlış bir peygamber tasavvurunu dile getirenleri bir yana bırakarak söylemek gerekirse, mevcut siyerlerin içerisinde birçok bakımdan yararlı
olanlar var. Bu açıdan da yeni bir siyer çalışma-
lunması gereken en önemli özelliğin ne oldu-
sı yapma sebebini dile getiren sorunuz benim-
ğudur. Bunun doğru bilgiye dayanma özelliği
le ilgili olarak anlamlı ve önemli bir sorudur.
olduğu ise kolaylıkla söylenebilir. Cevap kolay
Sorunuza cevap vermeden önce şunu ifade et-
ve anlaşılır gibi görünüyor ama esasen sıkıntı
mekten kendimi alamayacağım: Kabul etmek
da buradan başlıyor. Öncelikle hangi açıdan
gerekir ki Allah resulünün hayatını yazmak şe-
doğru bilgiden bahsedildiğini belirlemek gerek-
refli bir iştir. Bu şereften kim bir pay almak iste-
mektedir. Eğer tarihi açıdan doğruluktan, Al-
mez ki! Esasen bu bile yeni
lah resulünün hayatıyla ilgili
bir siyer çalışması yapmak
sayısız denebilecek oranda
için başlı başına yeterli bir gerekçedir. Dolayısıyla bu şereften bir pay almayı elbette ki ben de isterim ve istedim de. Ama yine kabul etmek gerekir ki, Allah resulünün hayatını yazmak şerefli olduğu kadar zor, ağır sorumluluk gerektiren son derece ciddi bir iştir. Zira hata kabul etmez bir iştir. Örneğin, yapılacak itikadî bir yanlış bütün hayırları siler süpürür. Ama buna rağmen, bilincinden
sorumluluğumun uzaklaşmadan
böylesi bir işe giriştim ve son derece yoğun geçen on iki yılı aşkın bir zamanın sonunda çalışmamı tamamladım.
Siyer çalışmalarında Kur’an’ın gerektiği şekliyle veya yeteri kadar dikkate alınmaması veya daha doğru bir söyleyişle öncelikli bir ölçü olarak dikkate alınmaması birçok yanlışa neden olmuş ve olmaya da devam etmektedir. Bu nedenle de ismi “Siyer” olan ama Allah Resulünü sözleriyle, yaşantısıyla ve uygulamalarıyla çelişen birçok kitap ve yazıyla karşılaşmak her zaman mümkün olabilmektedir. Söz konusu yanlışlığın birçok sebebinden bahsedilebilir. En önemlisi ise sınırsız övgüye eğilimli çarpık ve yanlış zihniyettir. Bu zihniyet bir harekete geçti mi hız kesemiyor ve duracağı yeri de bilemiyor.
çok rivayetlerin içerisinden doğru olanları belirlemekten bahsediliyorsa, bu açıdan yeni bir siyer yazmak tamamen değilse bile büyük oranda bilinenleri tekrar etmekten başka bir anlama gelmez. Allah resulünün hayatıyla ilgili rivayetlerden tarihi açıdan yanlış olanları ayıklayan, bir başka söyleyişle tarihi kıymeti bulunan
birçok
bahsedebiliriz.
siyerden Merhum
Muhammed Hamidullah’ın çalışması bu açıdan listenin ilk sırasında ismi anılmaya değer bir çalışmadır. Fakat doğru bilgiye dayanma özelliği bir siyer için sadece
Gelelim sorunuza; dediğim
tarihin doğrularına uygunluk
gibi kitapçı raflarında onlarla
anlamına
ifade edilebilecek sayılara varan ve
gelmemektedir.
konusu
Bir siyer her şeyden önce Kur’an’la, Kur’an’ın
Resulüllah’ın hayatı olan kitaplar var. Fakat
sunduğu ebedi hakikatle çatışmamalıdır. Bir
bunların hepsinin aynı düzeyde başarılı, güzel
siyeri doğru yapacak asıl özellik budur ve bu
ve en önemlisi de doğru olduğunu söylemek
özellik aynı zamanda tarihi açıdan doğruluğu
pek mümkün değil. Olumlu değerlendirilebi-
da kapsamaktadır.
lecek olanların bile birbirine oranla birçok bakımdan artı veya eksileri var. Burada dikkate alınması gereken öncelikli husus bir siyerde bu-
GENÇ ÖNCÜLER: İlginç ve önemli bir noktaya değindiniz. Sizin bu açıklamanızdan tarih
Nisan’13 • 23
RÖPORTAJ açısından doğru olma özelliğini göreceli bir
bir beşerden, insanlar arasından seçilmiş ve
doğruluk olarak anlamlandırdığınızı anlıyorum;
tüm insanlara örnek kılınmış seçkin bir şahsi-
yani mevcut şartlara ve bazı tarihsel referans-
yetten değil, adeta insan kılığına bürünmüş bir
lara uygun olmayı kastediyorsunuz. Ve diyor-
ilahtan bahsedilmektedir. Fakat tüm bunları
sunuz ki bu bazı referanslara uygun olmak si-
derken bir haksızlığa da neden olmaktan ka-
yer adı altında anlatılanların tamamıyla gerçek
çınmak gerekiyor. Yani ismi “Siyer” veya “Hz.
olduğu anlamına gelmemektedir. Önemli olan
Muhammed’in hayatı” olan kitapların tamamı-
mutlak doğrunun bildirdiklerine, yani Kur’an’ın
nı elbette ki aynı kategoride değerlendirmek
şahitlik ettiği ve bildirdiği şeylere uygun olmak-
mümkün değil. Yoksa “benim çalışmamdan
tır. Siyeri gerçekten doğru yapacak olan budur.
başkası yanlıştır” gibi bir anlayışa sahip olmak
Demek istediğiniz bu, değil mi? C. VATANDAŞ: Tamamıyla doğru; evet bunu diyorum. Siyer çalışmalarında Kur’an’ın gerektiği şekliyle veya yeteri kadar dikkate alınmaması veya daha doğru bir söyleyişle öncelikli bir ölçü olarak dikkate alınmaması birçok yanlışa neden olmuş ve olmaya da devam etmektedir. Bu nedenle de ismi “Siyer” olan ama Allah Resulünü sözleriyle, yaşantısıyla ve uygulamalarıyla çelişen birçok kitap ve yazıyla karşılaşmak her zaman mümkün olabilmekte-
en azından zihin çarpıklığı-
Resulüllah’ı, Allah’ın varlığına inanmayan bir topluma Allah’tan bahseden bir elçi olarak takdim etmeleri ise en sık düştükleri yanlışlıktır. Hâlbuki Resulüllah Allah’a inanmayan bir topluma Allah’ın varlığını ispatlamaya çalışan bir elçi olarak görevlendirilmemiş, Allah’a inanan ve birçok açıdan Allah’ın sıfatlarını kabul eden bir topluluğun inancındaki Allah tasavvurunu tashihle görevlendirilmişti. Görevinin tamamını değilse bile en önemli kısmını bu oluşturuyordu. İlah, Rabb sıfatları ise konunun özüydü.
dir. Söz konusu yanlışlığın birçok sebebinden bahsedilebilir. En önemlisi ise sınırsız övgüye eğilimli çarpık ve yanlış zihniyettir. Bu zihniyet bir harekete geçti mi hız kesemiyor ve duracağı yeri de bilemiyor. Bundan dolayıdır ki bazen Allah resulüyle ilgili öyle söz veya yazılarla karşılaşılmak mümkün olabiliyor ki şaşırmamak, yüce Allah’tan tövbe dilememek imkânsız. Bu bazı kitaplarda Resulüllah’tan bahsedilirken
24 • Nisan’13
dır. Örneklendirecek olursam bugün Türkçede her biri önemli ve titiz çalışmanın ürünü olan birçok siyer var ve Hamidullah’ın, Muhammed Heykel’in, Martin Lings’in, Zekai Konrapa’nın, Mevdudi’nin,
Derveze’nin
ve Nedvi’nin kitapları sadece tarihi kıymetleriyle değil, aynı zamanda Kur’an’la çatışmama
şartına
büyük
oranda riayet etmeleriyle de isimleri anılmaya değer kitaplardır. Burada “büyük oranda” kaydını bilerek ve özellikle ifade ediyorum. Çünkü maalesef bu kitaplarda da çok az oranlarda da olsa bazı problemli anlatım tarzlarına
veya rivayetlere rastlanabiliyor. Bunlar ise daha çok Resulüllah’ın çocukluk dönemiyle, mucizelerle, mehdi-mesih konusuyla ve Resulüllah’ın Hz. Zeynep ile evliliğiyle ilgili konulardır. Resulüllah’ı, Allah’ın varlığına inanmayan bir topluma Allah’tan bahseden bir elçi olarak takdim etmeleri ise en sık düştükleri yanlışlıktır. Hâlbuki Resulüllah Allah’a inanmayan bir top-
luma Allah’ın varlığını ispatlamaya çalışan bir
şöyle dile getireyim: Sizin siyerinizin, belirttiği-
elçi olarak görevlendirilmemiş, Allah’a inanan
niz özelliklere uyma dışında, diğer siyerlerden
ve birçok açıdan Allah’ın sıfatlarını kabul eden
farklı olmasını sağlayan başka bir özelliği var
bir topluluğun inancındaki Allah tasavvurunu
mı?
tashihle görevlendirilmişti. Görevinin tamamını değilse bile en önemli kısmını bu oluşturuyordu. İlah, Rabb sıfatları ise konunun özüydü. Ama maalesef bu bazı siyer müellifleri dahi kendilerini genellikle bu konulardaki yanlış tasavvur ve düşüncelerin “leke”lerini kitaplarına düşürmekten kurtulamamışlardır. Bunun bir itirafı olarak değerlendirmek gerekirse, örneğin Hamidullah bizzat siyerinde Mekke toplumunda Allah’a inananlar bulunmasına ve bunların bir tepkiyle karşılaşmamasına rağmen Resulüllah’ın oldukça sert tepkiyle karşılaşmasını anlayamadığını açıkça ifade eder.
C. VATANDAŞ: Birkaç bakımdan farklılıktan bahsedebilirim. Bunlardan birisi ve en önemlisi ismi zikredilen çalışmalarda ya bulunmayan, ya da kısmen bulunan bir özellikle ilgilidir. Bu özelliğin ne olduğunu ifade etmeden Allah Resulü’nün bir özelliğini, en önemli özelliklerinden birisini hatırlamamız gerekiyor. O, bizler için sadece ilahi hakikatlerin bir elçisi değil, aynı zamanda hakikat temelinde anlam kazanan, dosdoğru, en güzel hayat tarzının, sağlıklı bir kimlik ve kişiliğin örneğidir. Bunu ise yüce Rabbimiz esenliğin yegâne rehberi Kur’an’ın da açıkça bildirir. Böyle olunca Resulüllah’ın
GENÇ ÖNCÜLER: Sayın hocam, anladığım
hayatını anlatan bir kitabın O’nun insanlar için
kadarıyla siyer yazmak bir tarih kitabı yazmak-
en güzel ahlâkın en güzel örneği oluşunu açı-
tan çok başka bir şey. Bir tarihçi mevcut tari-
ğa çıkaran bir kitap olması veya en azından bu
hi belgelerin, rivayetlerin içerisinden kendince
yönde özel çabası bulunması gerekmektedir.
malûm ölçülere uygun olanları seçmek için
Bir başka söyleyişle O’nun hayatını anlatan bir
çaba sarf eder ve çalışmasını belirlediği belge
kitabın sadece Kur’an’ın ve tarihi rivayetlerin
ve rivayetlerle kaleme alır. Siz peygamber efen-
ışığında doğru bilgileri sunan bir kitap olması
dimizi konu edinen bir çalışma için tarihi delil-
yetmemektedir. Aynı zamanda O’nun hayatını
ler açısından doğru olma şartından da önemli
okuyan birisinin, O’nun hayatında kendisi için
bir başka şart ifade ediyor ve Kur’an’la uyumlu
örneklik bulması, O’nu tanıdıkça kendisine reh-
olmaktan bahsediyorsunuz. Böylelikle bir siyer
ber olacak ahlâki ölçüler edinmesi gerekmek-
için tarihi açıdan doğru olmanın yanı sıra, daha
tedir. Bu bakımdan ismini verdiğim müelliflerin
da önemli bir ölçü olarak Kur’an açısından da
kitapları ciddi bir emeğin ürünü olmakla birlik-
doğru olmak gibi bir başka ölçü zikrediyorsu-
te genel olarak Resulüllah’ın örnekliğini ya at-
nuz. Ayrıca bu ölçülere büyük oranda uygun
lamışlar ya da yüzeysel olarak ele almışlardır.
siyerlerin bulunduğunu müelliflerinin isimleri-
Hatta birçok bakımdan siyerlerini daha çok bir
ni vererek belirtiyorsunuz. Ben hâlâ cevabının
savaşlar tarihi olarak düşünüp kaleme aldıkla-
tam netleşmediğini düşündüğüm sorumu “be-
rı görülüyor. İşte bu noktada benim çalışmam
lirttiğiniz ölçülere sahip siyerler varken neden
bu bazılarından ayrılmaktadır. Bu fakir yaptığı
yeni bir siyer?” tarzında alanını biraz daha da-
çalışmasında, diğer siyerlerin –ki bunanla mü-
raltarak tekrar sormak istiyorum. Veya sorumu
elliflerini ismen zikrettiğim ve birçok bakımdan Nisan’13 • 25
RÖPORTAJ olumlu bulduklarımı kastediyorum- hepsinin
anlaşıldığına göre bunlar Resulüllah’la karşılaş-
ortak özelliği olduğu üzere, Resulüllah’ı sade-
mamış, muhtemelen Resulüllah’ın vefatından
ce ilahi hakikati ifade eden mutlak doğru bil-
sonra Müslüman olmuş kimselerdir. Bunlar bel-
gilerin aracısı, önemli tarihi bir şahsiyet olarak
ki de görmedikleri veya gördülerse bile yakın-
değil, aynı zamanda insanlığa sunduğu ebedi
dan tanıma fırsatı bulamadıkları Resulüllah’ın
hakikatin ilk planda herhangi bir insan gibi mu-
nasıl bir kişiliğe sahip olduğunu, nasıl yaşadığını
hatabı olan bir beşer oluşunu, bir mümin ola-
öğrenmek arzusundadırlar. Tüm bunları ifade
rak Kur’an’a muhataplığını da dikkate almaya
edecek şekilde Hz. Aişe’ye “Bize Resulüllah’tan
çabaladı. Yine ayrıca diğerlerinin üzerinde dur-
bahset onun ahlâkı nasıldı?” diye sorarlar.
dukları bir özellik olarak Resulüllah’ı toplumsal
Bu son derece kapsamlı ve dolayısıyla üzerin-
bir hareketin lideri, devlet başkanı, komutan
de çokça konuşmayı gerektiren soruya Hz.
olarak tanıtmakla yetinmeyip, diğerlerinin üze-
Aişe oldukça kısa bir cevap verir. Bu cevabıy-
rinde ya hiç durmadıkları ya da çok az durduk-
la Kur’an’ı bildiklerini düşünen bu kimselere
ları özelliklerinin de üzerinde durdum ve O’nu
dolaylı bir şekilde de olsa sadece Resulüllah’ı
bu yönleriyle de tanıtmaya çalıştım. Örneğin
değil, aynı zamanda Kur’an’ı da bilmediklerini
O’nun bir arkadaş, bir komşu, bir eş, bir baba,
dile getirir. Der ki, “Siz Kur’an okumuyor musu-
bir dede yönleri üzerinde durmaya çalıştım.
nuz? Onun ahlâkı Kur’an idi”. Bu kısa cevap iki
İstedim ki bir Müslüman O’nun ebedi örnekli-
açıdan büyük öneme sahiptir. Birincisi, Kur’an’ı
ğinde sadece iman konusu olarak değil, hal ve
bilen Resulüllah’ı bilir. Çünkü O, Kur’an’ın be-
hareketleriyle, tutum ve davranışlarıyla nasıl bir
lirlediğinin ve istediğinin dışında veya ötesinde
Müslüman olunacağının örnekliğini de görsün.
bir kimse değildi. İkincisi, Resulüllah hayat tar-
Tabiî ki bunu ne kadar başarabildim bu tartış-
zıyla, ahlâkıyla, tutum ve tavırlarıyla, kimlik ve
maya açık; ama çalışmam süresince niyetimin,
kişiliğiyle Kur’an’ın tanımladığı mümin tipinin
arzumun bu olduğunu kolaylıkla söyleyebilirim.
en mükemmel örneğiydi; Kur’an’ın belirlediği
GENÇ ÖNCÜLER: Siz bir siyerde olması gereken ve yaygın olarak bilinen özelliklere ilaveten bir özellikten bahsediyor ve Resulüllah’ın hayatını konu edinen bir kitabın aynı zamanda genel olarak insanlar, özel olarak da Müslümanlar için ahlâki bir örnekliği ortaya koyması gerektiğinden bahsediyorsunuz. İzninizle bu özellik üzerinde biraz daha durmak istiyorum. Resulüllah’ın örnekliği konusunu biraz açar mısınız? Bu nasıl bir örnekliktir; kaynağı ve kapsamı nedir, nasıl şekillenmiştir?
dosdoğru hayatın dosdoğru ölçülerini kendi şahsında uygulamaya aktarmış bir şahsiyetti. Veya bir başka söyleyişle yaşayan Kur’an’dı. İşte bu Resulüllah’ın örnekliğinin kaynağını da, niteliğini de ortaya koyan bir bilgidir. Dolayısıyla O, çoğu zaman açıkça dile getirilmemesine karşılık yaygın olarak düşünüldüğü üzere, ebedi hakikati insanlığa bilgi olarak sunan ama hayat tarzını, ahlâkını, kimlik ve kişiliğini kendince inşa eden nev-î şahsına münhasır bir kişi değildi. Bilmeli ve unutmamalıyız ki, Kur’an insanlara sadece kendileri için lâzım olan ve
C. VATANDAŞ: Hz. Aişe annemizden nak-
beşeri imkânlarla elde etmeleri mümkün ol-
ledilen önemli bir rivayet var. Birkaç Müslüman
mayan hakikatleri sunan bir bilgi kaynağı de-
bir gün Hz. Aişe’nin yanına gelirler. Rivayetten
ğil, aynı zamanda hayata müdahale eden ve
26 • Nisan’13
olması gereken hayat tarzını, ahlâkı, kimlik ve
daha doğrusu Abdülmuttalib’in torununun,
kişiliği öncelikle bizzat resulünü inşa ederek
Hatice’nin kocasının, Kasım’ın babasının du-
müşahhas bir şekilde ortaya koyan bir kitaptır.
rumu buydu. Yanlış anlamaya müsait bir tes-
Kur’an’ın bu yönünü doğru anlamak için insan-
pit olduğu için tekrar ifade etmek gerekirse;
lar arasından seçtiği elçisini hangi noktadan ele
Kur’an, Resulünü yanlışlar bataklığına batma-
aldığını dikkate almakta fayda var. Bu ise önce-
mış bile olsa benzerine birçok toplumda ve
likle halk arasında yaygın bir şekilde tasavvur
çağda rastlanabilecek bir kişi konumundayken
edilen ve Resulüllah’ın ebedi örnekliğini risalet
aldı ve güzel ahlâkın zirvesine çıkardı. Bunu ise
öncesi hayatına da taşıyan tüm anlayışları terk
yirmi üç yıl süren risalet sürecinde gerçekleştir-
etmeyi gerektiriyor. Elbette ki bunu derken
di. Aşama aşama, adım adım önce elçisini eğit-
Resulüllah risalet öncesi ha-
ti ve buna ilaveten de O’nun
yatında “herhangi bir Mek-
çevresindeki müminleri eğit-
keli”, “herhangi bir kimse” gibiydi demek istemiyorum. O risalet öncesi hayatında, Allah’ın lütfu gereği, inancı ve ahlâkıyla şirkten ve ahlâksızlığın her türlüsünden korunmuş bir şahsiyetti. Ama bu durum “risalet öncesiyle hayatıyla, kimlik ve kişiliğiyle de insanlar için ebedi örnekti” anlamına gelmemektedir. Burada “örnek olmak” ile “ebedi ve mutlak anlamda örnek olmak” arasındaki farka bilhassa dikkat etmek gerekiyor. O, risalet öncesi hayatıyla çevre-
İsmi anıldığında gözyaşlarının akıtılmasına neden olan, yaşadığı zorluk ve sıkıntılar hatırlandığında kalpleri hüzünlendiren ama muhatabının gidişatına herhangi bir katkıda bulunmayan; muhatabının gidişatındaki yanlışları ortaya koymayan veya onları doğrularla, güzel ahlâkla değiştirmeyen yaklaşımların kayda değer bir kıymetinden bahsetmek mümkün değildir.
sindeki insanlar için elbette ki güzel bir örnekti; çünkü dürüst-
ti. İşte bu açıdan O durduğu her aşamada biz insanların, ama âlemlere rahmet olma vasfını kazandığı dönemiyle de biz Müslümanların ebedi örneğidir. Her çağda ve toplumda, ahlâkının veya hayat tarzının bir yerlerinde bir şeyleri eksik veya yanlış bulan veya hissedenler bunu neyle değiştireceğinin veya neyle
tamamlayacağının
doğru bilgisini ve örnekliğini Resulüllah’dan öğrenebilir ve görebilir. Bu ise Resulüllah’ı konu edinen kitap veya makalelerin göz ardı edemeye-
cekleri önemli bir husustur. Bu açıdan da O’nu
tü, güvenilirdi, hakşinastı, edepliydi,
sadece tarihin en önemli şahsiyetlerinden birisi
namusluydu, doğru sözlüydü, yardımseverdi…
veya birincisi olarak anlayan ve anlatanların,
Ama her toplumda böyle veya böylesi kimseler
O’nu insanlığın sadece zirve şahsiyeti olarak
vardır. Ve bu kimseler, şirkin ve ahlâksızlığın
takdim edenlerin O’nu tam anladıklarını söy-
yanlışlarına ve pisliklerine batmış kimseler için
lemek mümkün değildir. Önemli olan O’nu
dikkate alınması gereken güzel örnekler olsa-
önemli ve zirve kılan referansı ve süreci doğru
lar bile, hiçbir şekilde ebedi hakikatin, güzel
ve mümkün olduğunca tam anlayarak örnek-
ahlâkın en yetkin tarzda örneği değildirler. İşte
liğini ön plana çıkarmaktır. İsmi anıldığında
risaletin başladığı aşamada Resulüllah buydu;
gözyaşlarının akıtılmasına neden olan, yaşadığı Nisan’13 • 27
RÖPORTAJ Mekke döneminde müminlerden bir kısmı Habeşistan’a üstelik iki kez hicret etmelerine karşılık Resulüllah davetin önderi sıfatıyla tehlikelerin hedefi olmasına rağmen Mekke’de adeta yalnız kalmayı tercih etmiştir. Resulüllah görünüşteki tüm tehlikelere ve beşer aklının “Önce davetin önderi gitmeliydi. Çünkü davetin varlığı onun varlığına bağlıdır” demesine rağmen Mekke’de tehlikelerin ortasında kalmasının nedeninin Kur’an’ın emri olduğunu, Resulüllah’ın bireysel tercihi olmadığını tespit ediyoruz. zorluk ve sıkıntılar hatırlandığında kalpleri hü-
C. VATANDAŞ: Bu sorunuzun cevabı
zünlendiren ama muhatabının gidişatına her-
Kur’an’la, Kur’an’ın bir özelliği ve bu özelliğin
hangi bir katkıda bulunmayan; muhatabının
Resulüllah’ın davet sürecinde yerine getirdiği
gidişatındaki yanlışları ortaya koymayan veya
işlevle ilgilidir. Risalet sürecinde sadece mümin-
onları doğrularla, güzel ahlâkla değiştirmeyen
lerin değil, evrensel İslam davetinin son halka-
yaklaşımların kayda değer bir kıymetinden bah-
sındaki ilk mümin olarak Resulüllah’ın da vahiy
setmek mümkün değildir. Veya söylem olarak
ile bilgilendirildiğini ve eğitildiğini söylemiştim.
“senin için ölürüz” yaklaşımının da salt bu biçi-
Hatta ebedi hakikatleri kendisine vahyolundu-
miyle bir kıymetinden bahsedilemez. Elbette ki
ğu kişi olmasının yanı sıra, örnek olması sebe-
O’nu sevmek, O’nun yaşadığı zorluk ve sıkın-
biyle Resulüllah’ın öğretilme ve eğitilme süreci
tılar nedeniyle hüzünlenmek, O’nun ismi işitil-
diğer müminlerinkinden öncedir. Kur’an risalet
diğinde kalplerde bir şeyler hissetmek önem-
sürecindeki müminleri ebedi hakikatler konu-
siz şeyler değildir. Ama asıl önemli olanlar da
sunda öğretir ve en güzel hayat tarzı konu-
değildir. Önemli olan O’nun elçiliğini yaptığı
sunda eğitirken sadece teorik ilke ve ölçüleri
şeyden dünyayı ve ahireti esenlik yurdu kıla-
bildirmemiştir. Özellikle hakikat-batıl veya bir
cak bilgi ve ölçüleri bulup öğrenmek ve bunla-
diğer ifadelendirmeyle tevhid-şirk çatışmasının
rın doğru uygulamalarını ise bizzat ve sadece
hiç değişmeyen ve bu yönüyle evrensel olan
O’nun örnekliğinde gerçekleştirmektir. Zira O,
özellikleri konusunda; ayetlerin doğru anlaşıl-
Allah’ın insanlar için örnek olarak takdim etti-
ması konusunda; tutum ve davranışların, hal
ği, ahlâkının güzelliğine şahitlik yaptığı insanla-
ve hareketlerin olması gereken biçimleri ko-
rın sonuncusudur.
nusunda geçmişin hakikat elçilerinin şahsında somut örnekler vermiştir. Bu özelliğiyle de biz-
GENÇ ÖNCÜLER: Kitabınızda belli aralık-
zat Resulüllah ve çevresindeki müminler için sa-
larla kitabın ismini de hatırlatır tarzda İslam
dece teorik ilkeleri sunan ve hayatla, yaşanan
davetinin geçmişteki örnekleriyle ilgili bölümler
gerçeklerle pek bir bağlantısı olmayan veya
var. Hz. İbrahim’in veya Hz. Musa’nın risalet
ebedi hakikatlerin ve istenen hayat tarzının öl-
sürecinden bahseden bölümler bunlardan ikisi.
çülerinin ne ve nasıl olduğuyla ilgili hususları
Kitabınızda sadece Hz. Muhammed (s)’in özel-
muhataplarının anlayış güçlerine bırakan bir
liklerine ve davet sürecine değil de diğer bazı
kitap olmamış; her şeyi her türlü tereddütün
peygamberlerin de davet sürecine yer vermeni-
ötesinde doğru anlaşılacak şekilde geçmişteki
zin sebebi nedir?
somut örnekleriyle açıklamıştır. Kabul etmek
28 • Nisan’13
gerekir ki hakikatin bilgisinin ve gereklerinin
örnek olarak şu hatırlanabilir: Mekke dönemin-
neler olduğunun anlaşılmasını tamamıyla in-
de müminlerden bir kısmı Habeşistan’a üstelik
sanların akıl ve anlayış güçlerine bırakılsaydı
iki kez hicret etmelerine karşılık Resulüllah da-
hakikat bulanır, ölçü kaybolurdu. Çünkü her-
vetin önderi sıfatıyla tehlikelerin hedefi olma-
kesin akıl ve anlayış gücü birbirinden farklıdır.
sına rağmen Mekke’de adeta yalnız kalmayı
Bu risalet sürecinin müminleri için ilahi bir lü-
tercih etmiştir. Resulüllah görünüşteki tüm teh-
tuf olduğu gibi, tüm zamanların müminleri için
likelere ve beşer aklının “Önce davetin önderi
de değerine paha biçilemez bir ilahi lütuftur.
gitmeliydi. Çünkü davetin varlığı onun varlığına
Hatta bizler için çok daha önemli ve değerlidir.
bağlıdır” demesine rağmen Mekke’de tehlike-
Çünkü bilmemiz gerekenleri, neleri nasıl yap-
lerin ortasında kalmasının nedeninin Kur’an’ın
mamız gerektiğini, durum ve duruşumuzun
emri olduğunu, Resulüllah’ın bireysel tercihi ol-
nasıl olması gerektiğini, Kur’an’ın geçmişten
madığını tespit ediyoruz. Allah, ilahi izin olma-
verdiği örneklerin yanı sıra, Resulüllah’ın ve ri-
dan davet mekânını terk eden Hz. Yunus’un
salet döneminin müminlerinin bildiğimiz söz ve
şahsında Resulünü ‘Sen Rabb’inin hükmüne
uygulamalarıyla daha bir doğru şekilde bilme
sabret. Balık sahibi (Yunus) gibi olma...’ (Ka-
ve uygulama imkânına sahibiz. Bu açıdan da
lem, 68:48)
Kur’an’ı anlayamama, hakikati kavrayamama
matı vermiştir. Dolayısıyla şunu diyebilirim ki,
gibi bir mazeretimiz söz konusu değildir.Şim-
Hz. İbrahim’i, Musa’yı, Hud’u, Nuh’u bilmek
di doğrudan sorunuza gelecek olursam; Allah
- elbette ki Kur’an’ın anlattığı biçim ve muh-
vahiy ile Resulünü sürekli bilgilendirdi. Kur’an
tevayla- Resulüllah’ı, Resulüllah’ın yaptıklarının
geçmişten verdiği örneklerle Resulüllah’ın ve
nedenlerini bilmektir. Bu nedenle siyerlerin
diğer müminlerin hangi aşamada nasıl dav-
genel özelliklerin aksine, çalışmamda sadece
ranmaları, ne demeleri ve neyi nasıl anlamaları
Resulüllah’ın risalet sürecini anlatmadım. Aynı
gerektiğini örnekleriyle açıkladı. Dolayısıyla Hz.
zamanda gerekli yerlerde sürecin o şekilde ger-
Muhammed (s)’in risalet süreci, önceki resul-
çekleşmesinin Kur’an’î referansı olarak önceki
lerin risalet süreçlerinde örnekliğini bulan bir
peygamberlerin davet süreçlerine de dikkat
süreç olmuştur. Resulüllah’ın yaptıklarının mo-
çektim.
deli Kur’an’ın açıkladığı diğer hakikat önderlerinin yaptıklarıdır. Bu nedenle Resulüllah’ın neyi niçin yaptığını doğru anlamak isteyenlerin Kur’an’ın bildirdiği şekli ve oranıyla önceki hakikat önderlerinin davet süreçlerini dikkate almaları gerekir. Bu bakımdan çalışmamda, çok
diyerek uyarmış ve gerekli tali-
GENÇ ÖNCÜLER: Sayın hocam yüreğinize, dilinize sağlık. İnanıyorum ki bu oldukça yararlı bir söyleşi oldu. Sizi daha fazla yormadan teşekkür ederek bu söyleşimizi burada noktalamak istiyorum. Allah’ın rızası hep sizinle olsun.
yoğun olmamakla birlikte, risalet sürecindeki
C. VATANDAŞ: Amin. Bildiklerimi okuyucu-
bazı önemli aşamaların değerlendirmesini ya-
larınızla paylaşma imkânı sağladığınız için asıl
parken o aşamanın modeli olarak diğer pey-
ben teşekkür ederim. Konuşmamız boyunca
gamberlerin risalet süreçlerine atıfta bulunarak
hep kendisinden bahsettiğimiz âlemlere rah-
Resulüllah’ın vahiy üzerinden sahip olduğu mo-
met efendimize salât ve selam olsun. Yâr ve
dellerine dikkat çekmeye çalıştım. Bu konuda
yardımcımız Allah olsun. Nisan’13 • 29
Sınıra Yolculuk BÜŞRA ÖZKAN
S
uriye sınırına olan yolcuğumuz aslında aylar öncesinden başladı. Kardeşlerimiz uzun
zamandır Türkiye’de veya sınıra yakın çeşitli kamplarda yaşam mücadelesi veriyor. Beşşar Esad’la olan kavganın başladığı günden beri peyderpey ülkelerinden ayrılmak durumunda kalan Suriye halkı kendilerine en yakın ülke olan Türkiye’ye sığınmak zorunda kalmıştı. Onlar da bizler de savaşın kısa süreceğini, mevcut rejimin
30 • Nisan’13
çok kısa sürede devrileceğini ve topraklarından koparılmış bu halkın evlerine geri dönebileceği düşünceleri içerisindeydik. Fakat Esad herkesin sandığından daha büyük bir cellatlık karakterine sahip olmalı ki savaşı uzatarak daha fazla insan öldürmenin hesabını yapıyor görünüyor. Bizler Araştırma ve Kültür Vakfı’nın genç bayan ekibi olarak aslında pek tecrübemiz olmayan bir işe girişerek zor durumda olan Suriyeli kardeşlerimiz için bir yardım faaliyeti başlattık. Bu yola çıktığımızda kışın çok soğuk dönemlerini yaşıyorduk ve en acil istek battaniye ve kışlık malzemelerdi. Görüşmeler yaptık, uzun toplantılara katıldık ve uzun sürecek bir kampanya yapıp çeşitli ürünler toplamanın yarayı sarmada daha etkili olabileceğine karar verdik. Toplam 9 üründen oluşan paketlerimiz için arkadaşlarımız gece gündüz çalışmaya başladı ve şükürler olsun ki hayrın bereketiyle sandığımızdan daha yüklü bir meblağ toparladık. İHH’daki abi ve ablalarımızla da görüştükten sonra bir ekibin de
Hatay’a yollanmasına karar verildi. İnsanoğlu gözünün görmediğine inanmamaya veya o konuda bir duyarlılık geliştirmemeye çok meyyal. Kendimizi durumun uzağında sanmazken bu yolculuk bizim için bir milat oldu. Hani bazı tecrübeler vardır ya insanın ömrünün geri kalanına yeter, bizler de bu ziyaretten böyle kalıcı izlerle döndük. Hatay’ın Reyhanlı ilçesinde İHH aktif bir merkez açmış. Gönüllüler ve mensuplar adeta arı gibi çalışıyorlar. Her an bir iş üzerinde olmak nedir orada gördük sanırım. Hatay havaalanına inişimizden dönüşümüze kadar mihmandarımız Salih Özdemir ağabey idi. Şoförümüz de Abdullah ağabeydi. Salih abi bizleri gün boyu yalnız bırakmadı. Hem bir turist kafilesiyle ilgilenir gibi tüm ihtiyaçlarımızla yakından alakadar oldu hem oradaki durumu da ilk ağızdan dinlememize vesile oldu. Bizler büyük şehrin soğuk yüzüne alıştığımızdan mı, doğu insanının misafirperverliğinden mi yoksa oradaki sıkıntılarla muhatap olan birinin yüksek duyarlılığından mı bilinmez Salih abinin ve ekipteki-
lerin fedakarlığına hayran kaldık. Reyhanlı’ya en yakın kamptaki hastaları Reyhanlı Devlet Hastane’sine getirip iyileşenleri geri götürme görevini üstlenmiş olan Zeki Tahiroğlu abinin “buradaki insanları gördükten sonra evimde uyuyamaz oldum, tanıdığınız herkesten dua isteyin” derken gözlerinin nasıl dolduğuna şahid olduk. Herkes pekala işine gücüne bakabilir. Bunca insana zaten gücümüzün yetmeyeceğini düşünebilir ama onlar her bir kişinin değerinin farkındalardı. Gün içinde yüzlerce insanı ziyaret ettik. Aslında bunun için öyle çok mesafeler kat etmemize gerek kalmadı çünkü çoğu aile topluca yaşamak durumunda kalmış. Ziyaretimizin ilk ayağı bir düğün salonuydu. 90 aile bir düğün salonuna toplanmışlar. Hatta orada kendi çaplarında bir düzen kurmaya çalışmışlar, her şeyin bir sorumlusu var. Kuveyt’ten gelen doktor bir ablayla tanıştık, oranın genel sorumluluğu da onun üzerindeymiş. Rutin ziyaretler yapıp yardım getiriyormuş. Herkesin gözlerinde bir heyecan, herkes Allah’ın rızasına kavuşmak için çaba içinde. Bizler aynı dili konuşmanın hiçbir kıymeti olmadığını, asNisan’13 • 31
lolanın kalplerdeki beraberlik olduğunu orada fark ettik. Kalınan yerin bir düğün salonu olması çok manidardı. Bavullarla getirdiğimiz hediyeleri dağıttığımız küçük oda belki gelin odasıydı kim bilir. Mekan şartlarla birlikte anlam kazanıyor. Aslında hiçbir şeyin tek bir manası yok. Madde elimizde evriliyor, karşı koyamıyoruz. Aileleri sıra numaralarına göre çağırıp hediyelerimizi dağıtırken içimizi büyük bir sıcaklık kapladı. Onların bize gerçekten kardeş muamelesi yaptığını fark ettik. Verdiğimiz küçük hediyeler ellerde büyük kıymete biniyor. Babalar takkeleri hemen başlarına geçiriyor, çocuklar lolipop kavgası yapıyor, birine çıkan oyuncak diğerine çıkmadıysa gelip uslu uslu öbürü de aynından istiyordu. Sanki evimizin içinde kalabalık bir aileyle hediyeleşme düzenliyorduk. Annelerin ellerinden tutmak, genç kızların umutlarına dokunmak, çocukları kucağımıza almak, başlarını okşamak, hepsi unutulmazdı. Dağıtım esnasında odamıza gelen bir kardeşimiz eylemlerde marş söyleyen biriymiş, bize de kısa süreli bir fasıl yaptı. Aslında toplu halde özgürlük duası yapmış olduk, çok etkilendik. Ziyaretlerimizin kalan kısmı daha mobil gerçekleşti. Yarım kalan inşaatlara, boş dükkanla32 • Nisan’13
ra ve depolara yerleşmiş olan ailelere uğradık. Sefaletin acı boyutu bizi asıl burada bekliyordu. Düşünün ki bir akşam evinizde oturup çayınızı içerken, öyle ev kıyafetlerinizle aniden çıkmak zorunda kalıyorsunuz. Yanınızda ne para, ne yedek bir giysi, ne de yiyecek var. Başka bir ülkeye sığındığınızda ve sadece gelecek yardımlarla bağımlı olduğunuzda düşeceğiniz sefaleti düşünün. Açıkçası hayal etmek imkansız gibi. Zira bizim ülkemizin en yoksulunun dahi evinin camları ve kapısı, yedek bir tane kıyafeti, çorabı veya ayağında bir ayakkabısı vardır. Yokluk orada en sert haliyle gelip tokadını vurmuş. İnşaatlara sığınmış olan ailelerin üzerlerini kapatan bir betona sahip olmaları dışında hiçbir şeyleri yok. Ve belki havalar ısınınca ve o inşaatlar tamamlanmaya başlanınca oradan da çıkarılacaklar. Tabi Reyhanlı halkının yardımseverliğini de atlamamak lazım. Herkes bir şeylerini vermeye çalışıyor. Ensar olmak için ellerinden geleni yapıyorlar fakat halkın durumu da fazla iyi değil. Şehir halkıyla eş nüfusa sahip mültecilere sahip çıkabilmek için büyük bir maddi kaynak gerekli. Bizim gördüğümüz sadece Reyhanlı idi. Sınırın öteki tarafında çok daha büyük bir dram ya-
şanıyor. Üstüne sarmaya tek bir kumaş parçası bulunamayan bebekler, elektrik ve su olmadan kamplarda yaşam mücadelesi veren kadınlar… Kamplarda bulunan ve yardım kuruluşlarının yaptığı az sayıdaki tuvalet ve banyolar ihtiyacı karşılamanın çok gerisinde. Binlerce çadır, yüz binlerce insan, yayılan hastalıklar ve artan çaresizlik. Asıl çözüm elbette savaşın bitmesi. Zaten hepsi bunun ümidiyle yaşıyor. Her ne şartta olursa olsun yaşadıkları topraklara geri dönmek istiyorlar. Ve yüksek bir imanla ümit ışıklarını söndürmüyorlar. Reyhanlı’da yüzü gülmeyen tek bir kişi görmedik. Hepsi umut doluydu, enerji doluydu. Savaş bittiğinde çok büyük işler başaracak azim ve gayrete sahiplerdi. Fakat kamplarda kötü şartlar insanların gittikçe moralinin bozulmasına sebep oluyor. Savaşın ve yokluğun bıraktığı derin izleri kapatabilmek elbette zor olacak
ama her şeye rağmen önce bu savaş bitmeli. Ve bizler bu sefaleti gördükten sonra fazladan akıttığımız her damla suyun, keyfi harcadığımız her kuruşun, kenara yığdığımız paranın hesabını daha acı bir şekilde vereceğimizi biliyoruz. Sizlere bunu anlatmamız da üzerimizdeki yükün ağırlığındandır. “Evde son kullanma tarihinin geçmesini beklediğiniz her ilaç burada hayati öneme sahip diyen Mehmet Alver (Ebu Yahya) abinin duyarlığını örnek alabilmeyi umuyoruz. Oradaki İHH ekibini canla başla koordine eden Zeki Tahiroğlu abiye teşekkür etmek de boynumuzun borcudur. Bizler biliyoruz ki bize asıl yardım edecek olan Rabbimizdir. Şahsi gayretlerimiz yine O’nun izniyledir ve insan olarak gücümüz çok zayıftır. Rabbimizden bu mazlum halka yardım etmesini ve ellerimizi buna vesile kılmasını diliyoruz. Uyuyan kalplerin de uyanması duasıyla…
Nisan’13 • 33
ŞİİR
MASAL
Mevlana İDRİS
Çocuktum her şeyi anladığımı sanıyordum Sonra büyüdüm, bombaların ve bankaların Dağlardan ve ırmaklardan daha fazla olduğunu gördüm
*** Masal dünyanın bittiği yerde başlar Biliyorum klasik zamanlarda değiliz artık Ve masallar böyle anlatılmaz
Bahçıvanlar generallerden Menekşeler mermilerden daha azdı Yenilmişti dünya Yenilmişti dünya Duanın özgürleştiren rüzgârı Çekilmişti yüzlerden İnsanlar dua değil Yönetmelik okuyordu Nükleer artıklar ve çok uluslu yalanlarla kirlenmişti yüzümüz Teknolojinin o yok edici, O gri gölgesi düşmüştü yüzlere Yenilmişti yüzümüz Ve görüntü aynıydı Bütün aynalarda Her şey çok açıktı Herkes kimsesiz Herkes bir şeyin yoksuluydu Hepimiz aynı anda yenilmiştik Ve şarkılarımız kederliydi Yanlış bir zamanda mı yaşıyordum? Çekip gitse miydim? Hayır! Ne yanlış bir zamanda yaşıyordum Ne de çekip gidecek bir yer vardı Her yer aynıydı Kaldım Sürekli çağıran ve ayrım yapmayan toprak Nasıl olsa beni de çağıracaktı!
34 • Nisan’13
Biliyorum! Ben hiç masal yazmazdım Dünya sisteminin hepimize anlattığı masal Kötü olmasa bu kadar Biliyorum! Bir karınca türküsünden daha hafif olacak sesim Biliyorum! İnsanların birbirlerine olan yabancılığı büyüyecek Dünya küçüldükçe Biliyorum! Telefonlar oldukça insanlar birbirini görmeyecek Biliyorum! Birbirimizi hiç görmeden ölücez Her şey için tek şey diliyorum Allah’ın gülleri yakamızı bırakmasın!
MÜSLÜMAN MAHALLESİNDE SATILAN SALYANGOZ YUSUF TALHA
B
azen o kadar uzakğa bakıyoruz ki bur- daki bu gençlerin birlikte çalıştıkları son sınavnumuzun dibini göremiyoruz. Halbuki in- dan düşük not almalarını değerlendirme üzere sanla kıyamete kadar uğraşacağını ve Allah’a eve davet ediyordu. Eve gelen damat adayı giden dosdoğru yola -pardon çok abarttım ne oturacağını belirten şeydamadı, ne adayı, daha tanı, öncelikle yakınlarda kaç yaşındalar- validesiİnsanın “Allah’a kulluk etmearamak gerekir. Çünkü nin böreklerini yerken si için” yaratıldığı bir dünyada şeytan, hz. Adem’in yaonun nasihatlerinden de sorumluluğunun az olması düşüratılışıyla başlayan ve de nasipleniyordu. Bu düşük nülemez. Allah’a kulluk için yarakıyamete kadar sürecek notları nasıl alabildikleritılan insanın dinin hükümlerinde olan bir mücadele içindeyni çok iyi tespit ediyordu seçiciliğe giderek, kendi aklına se ve buna dair yeminler anne: “ders çalışırken birgöre kulluk kriterleri belirlemesi etmişse, insana o kadar birinize hülyalı bakışlar, ve işine gelmeyen emirleri göz ardı uzak kalmamalıdır, kalmısayfalara isimler yazmaedivermesi ise hayal bile edilemez. yor da. Bu konu da atladılar, Süleyman’la Hürrem, Çünkü aynı insan, kiracısının eve ğımız araçlardan biri olan baltacıyla katarina…” sözçivi çakmasına dahi ev sahipliği televizyona çoğu zaman leriyle ortamı gayet iyi akadına karışmakta ve kiracının kapek masum bir şekilde yaktardı bize. Ardından da şu fasına göre hareket edemeyeceğini laşıyoruz ve hiç düşünmümuhteşem reçetesini yazıyoruz tehlikelerini. verdi: “ben böyle bir arkasöylemektedir. Bunu ev sahipliği daşlık halini gayet olumlu hakkı olarak tanımlayan bir insan, Bir insanın sürekli aldıkarşılıyorum, sizi anlıyonasıl olur da bu dünyanın asıl sağı kokuyu bir süre sonra rum, gençsiniz olacak tabi hibi olan Allah’ın kiracısı olduğunu hissetmeyişi, soğukta kala böyle şeyler. Ama şu dersunutabilir? kala o soğuğa alışması gibi ler düzelene kadar birlikte bizler de, sürekli televizyon çalışmayın”. Ne iyi değil izlerken onun içerisindeki sapmi? Bir anne, kızının sevgilisine(!) kızından ne tırıcı, bozucu unsurları seçemez, ayırt edemez zaman, ne şekilde istifade edeceğini güzel gühale gelmişiz. Bir kanaldaki yerli(!) dizimizde zel anlatıp da adeta onu pazarlıyorsa; kusura bir anne, kızının erkek arkadaşını(!), lise çağın- bakmayın bu memlekette “küçük kadınlar” Nisan’13 • 35
Kumandama bir daha basıyorum, karşımda bizleri uzun yıllar güldürmüş meşhur bir yüz. “Ohh içim bunaldıydı şu flört, korku saptırıcılarından. İyi oldu, biraz gülelim “ diyecekken, bu senaristte de çakıyor uzaklardan. Kendisinden viski isteyen kişiye satıcı, viskinin parasını alıp “Bismillah, Hadi senle yaptık bugün siftahı” deyiveriyor. “Kur’an okumaya başlarken kovulmuş şeytandan Allah’a sığın” ayeti geliveriyor benim de aklıma. Kur’an okumak gibi bir işe dahi besmeleyle başlanması Rabbimiz tarafından isteniyorken, senaristimiz, viski parasını besmeleyle aldırtıyor.
diye dizi de çekiliverir. Anca dizimizi dövmekle kalıveririz. Geçtik bir diğer kanala. Burada değerli büyüklerimiz fikir sancısı çekmekteler. Memleketi engin düşünceleri ile karanlıklardan aydınlığa(!) çıkarıverecekler. Buradaki muhteşem reçete ise halkın korku duvarlarının yıkılması. “Ne güzel diyor. Evet yıkılmalıdır bizce de korku duvarları ve Müslümanlar yalnızca Allah’tan korkmalıdırlar, Allah’ın hükümlerinden bahsedip de çağdışı, yobaz, gerici diye yaftalanmaktan korkmamalıdırlar, utanmamalıdırlar. Eğer utanılacak bir şey varsa o da bir Allah’a kul olmak yerine, kullara köle olmaktır.” diye geçiriverirken içimden, değerli amcam da içinden geçeni tüm izleyicilere aktarıveriyor: “Bu insanlar hep korkacak mı? Padişah korkusu, Cehennem korkusu… Özgür düşünsünler.” Müslüman, Peygamber as. ın korkutucu ve müjdeleyici olduğunu bilir. Bu iki ruh hali sayesinde hayatını dengeler. Cehennem korkusuyla, cennet ümidiyle eylemini ve söylemini sorgular. Bu sözleri sarf eden amcamın gözden kaçırdığıysa şu: İnsanların gönlünden cehennem korkusunu çıkardığınızda ne hırsızı durdurabilir, ne açı doyurabilir ne de canı koruyabilirsiniz. Çünkü artık zayıf, güçlü olan tarafından ezilmektedir. İşte bugün komşumuza, yolda kalmışa hiç güvenimiz kalmayışının nedeni bireysel ve toplumsal bazda Allah korkusunun sinelerden çekilmesinin doğurduğu sonuçlardır.
36 • Nisan’13
Kumandama bir daha basıyorum, karşımda bizleri uzun yıllar güldürmüş meşhur bir yüz. “Ohh içim bunaldıydı şu flört, korku saptırıcılarından. İyi oldu, biraz gülelim “ diyecekken, bu senaristte de çakıyor uzaklardan. Kendisinden viski isteyen kişiye satıcı, viskinin parasını alıp “Bismillah, Hadi senle yaptık bugün siftahı” deyiveriyor. “Kur’an okumaya başlarken kovulmuş şeytandan Allah’a sığın” ayeti geliveriyor benim de aklıma. Kur’an okumak gibi bir işe dahi besmeleyle başlanması Rabbimiz tarafından isteniyorken, senaristimiz, viski parasını besmeleyle aldırtıyor. Siz dizilerinizde insanlara hem besmele çektirir, hem de viski sattırırsanız, sonra da bugün elalemin kızıyla her işi karıştıran ama iş kendi kız kardeşine gelince bekçi kesilen bir nesille baş başa kalıverirsiniz. Perşembe geceleri içki içmeyip -çünkü ertesi gün Cuma’dır ve Cuma mübarek gündür, çarpılırız maazallah- haftanın geri kalanında “alemlere” akan bir gençlikle baş başa kalıverirsiniz. “Dindarlıklarıyla öne çıkan bu kanallar nasıl viskiyi besmeleyle sattırır” yakınmalarıyla bir kez daha kanal değiştiriyorum. Bu sefer ki durağımız bu saydığımız örneklerin ilham kaynağı olan Batı değerlerine ait olan bir kanal. Ayak izlerini doğru izlemişiz ki ayının inine artık varabildik. Bir film oynamakta ekranda. Bir anne, bir baba ve bir kız çocuğu. Anne, kocasının monoton, dünyadan ve kendinden bezmiş halinin acısını çıkartacak yer arıyor. Tam da bu
ruh hali içindeyken; karısından boşanmış olan ve bunu “çok iyi oldu” diye anlatan, insanın kariyeri için her şeyi yapması gerektiğini söyleyen ve bu kariyer başarısı için “sürekli tepeden bakan seçkinci bir imaj” çizilmesi gerektiğini savunan iş arkadaşının(!) evinde buluyor teselliyi. Baba ise, hayatının çok pısırık, hareketsiz geçtiğinden yakınarak “ot çekmeye” başlıyor. İşinden istifa edip, kendisine “az sorumluluğu olan bir iş” arıyor, çünkü artık “adam” olması gerek. Evet, bu dizilerin kimisi bu ülkede çekiliyor, bu tartışma programları bu ülkenin vatandaşlarınca gerçekleştiriliyor, ithal diziler de bu ülkenin televizyonlarında rahatlıkla izlenebiliyor. Yani halkının %99’unun Müslüman olduğu söylenen bu ülkede. Bu kareler, Müslüman mahallesinde satılan salyangozlar değildir de nedir? Bir toplumun değerlerine bu kadar kuşatıcı bir taarruz var iken, bu taarruzun muhataplarının bunun farkında olmaması kadar acı, başka ne olabilir? Bunların hepsi bizim evlerimizde olup bitiveriyor, peki kaçımız bunun farkındayız? Hiç bu gözle bakıp sorguladık mı izlediklerimizi? Bu kısa tv-safaride elde ettiğimiz gözlemlerimizle bile diyebiliriz ki, televizyon, hak olmayan bir hayat tarzını pohpohlamaktadır. İnsanın “Allah’a kulluk etmesi için” yaratıldığı bir dünyada sorumluluğunun az olması düşünülemez. Allah’a kulluk için yaratılan insanın dinin hükümlerinde seçiciliğe giderek, kendi aklına göre kulluk kriterleri belirlemesi ve işine gelmeyen emirleri göz ardı edivermesi ise hayal bile edilemez. Çünkü aynı insan, kiracısının eve çivi çakmasına dahi ev sahipliği adına karışmakta ve kiracının kafasına göre hareket edemeyeceğini söylemektedir. Bunu ev sahipliği hakkı olarak tanımlayan bir insan, nasıl olur da bu dünyanın asıl sahibi olan Allah’ın kiracısı olduğunu unutabilir?
Ne yazık ki Allah’ın kainat üzerinde tek sahip olduğu gerçeği unutulmakla kalınmıyor “unutturulmaya” da çalışılıyor. Bu amaç doğrultusunda kitle iletişim araçları başrolü oynamaktadır. Bize düşense bu araçların etkisini düşünerek bu araçlarla savuşturucu mekanizmalar geliştirmek. Peki bu nasıl mümkün olur? Evvela kişinin, bu izlediklerinin bireyde ve toplumda İslamın hüküm, ahlak ve düşünce kimliğinin yeşermesine zarar verdiğini anlayabilmesi ve kabul etmesi gerekir. Yani bundan Müslüman olarak rahatsız olmalıdır. Bugün İslamın temellerine yerleştirilmiş olan dinamitler bir bir patlatılmakta. Bunu fark etmeyen insanın bu enkazın altında kalmaması ise mümkün değil. Bu patlamaların sesini duymak, tahribatını görmek içinse gören gözlere, işiten kulaklara, katılaşmamış kalplere ihtiyacımız olduğu kesin. Bu göz, kulak ve kalbin mutlak gerçek vahye yöneltilmesi, bu vahyin yaşanması için en önemli şart. Yaşanması gereken bir vahyi hayat tarzının, bu vahyi anlayarak ve üzerinde düşünerek okumaktan geçtiğini fark etmek çok da zor olmasa gerek. “(Bu Kur’an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir kitaptır.” (Sad Suresi, 29)
Nisan’13 • 37
DENEME
Nöbetlese Yoksulluk SERDAR YILMAZ
B
azı kavramlar vardır ki hayatınızda daha önce hiç tanışmamışınızdır ve tanıştığınızda sizin hayatınızda farkında olmadığınız bir duyguyu, düşünceyi anında özetler veya düşüncelerinizi birkaç kelam ile anlatmaya yeter. Özellikle yeni kelimeler ve kavramlar üretmek adına çöplüğe döndürülen benliklerimize bir nebze olsun oksijen olur. Birkaç sene önce duyduğum “Nöbetleşe Yoksulluk” kavramı da işte bu noktada benim için yeni bir bakış açısı oluşturdu. Bu hususta öncelikle nöbetleşe yoksulluk kavramının sosyo-iktisadi bir kavram olduğunu da belirtmekte yarar görüyorum. Bu kavram, kentleşme ve köyden göçün ortaya çıkardığı gecekondulaşma ve çarpık arabesk kültürü tanımlamak için kullanılmakta ve “varoşlaşma dediğimiz olgunun ortaya çıkmasının neden ve sonuçlarını bir bütün halinde iki kelime ile özetler misiniz?” sorusuna cevap olabilmektedir. Özellikle 1980’lerde yoğunlaşan şehre göçü köyü terk edişin tavan yaptığı dönemlerde büyük şehir hayatında tutunabilmenin yaşayarak öğrenme ve yaşam mücadelesinin diğer adını oluşturmaktadır nöbetleşe yoksulluk. Aslında hayatımızın her anında
38 • Nisan’13
kafamızı çevirdiğimizde yaşadığımız şehirlerin birçok semtinde bu kavramla gündelik yaşantımızda çokça karşılaşmaktayız. Başakşehir’den Bakırköy’e giderken Başakşehir’de başka bir hayatın örneğini görürken İkitelli’ye geldiğimizde çok daha farklı bir hayatın içerisinde bulmuyor muyuz kendimizi? Aynı kültür seviyesine sahip bireyin elde ettiği geliri ile daha lüks gözüken bir semte taşınması ile yoksulluğunu eski semtinde kalanlara devrettiğini fakat kültür açısından hiçbir değişikliğin meydana gelmediğini, hala birçoğumuzun -buna kendimi de dâhil ederek- kültür fakiri olduğumuzu görmüyor muyuz? Gündüz Beşiktaş’ta lüks ofislerde çalışanların akşam Kâğıthane’deki evlerine döndüklerini ve gündüz farklı akşam farklı kişiliklerde olduklarını hemen hemen her gün görmemekte miyiz? Sabah işine giderken yoksulluğunu bir kenara kilitleyenlerin akşamları nöbeti tekrar devralmaları şaşılacak şey midir? Gelir seviyemiz birazcık arttığında hemen semtimizi değiştirir ve bir üst kademeye geçiş yapmaz mıyız? İnsan iyi yaşam şartlarına çabuk alışır ama kötü yaşam standartlarına çabuk uyum sağlayamaz değil mi? İşte bunların sonucu olarak
arabesk kültürü doğup bir virüs gibi sarmadı mı etrafımızı? Basit ve içi boş kullanımlarla sadece uyuşturucu etkisi göstermesi bakımından yoksulluğu kendilerinden devralan nöbetçi yoksullara afyon olsun diye sunulmadı mı arabesk? “Damar kültürü” denen fakat on yıllardır bu sıfatlama ile kültür kelimesine hakaret ettiğimize inandığım olgu nedeniyle bir araya geldiğinde araba motoru veya at yarışı konuşabilen, tek dertleri futbol olan nesiller yetiştirilmesine göz yummadık mı acaba? Bunları kimi zaman devlet eliyle yaptık, çünkü yozlaşmış bir gençliğin olmasına devlet olarak göz yumduk, çünkü gelişmekte olan toplumların en büyük sorunlarından biri artan nüfusun altyapı ve kültürlerini arttıracak beşeri sermayeyi yükseltecek yatırımlarını yapacak gücü bulamamaktaydık. Bu durum sebebiyle hemşericilik kavramımız önünü alamadığımız bir şekilde yükseldi yükseldi, köy hayatından sıyrılamayan yaşantılar şehirlerde kendini, aynı şehrin insanlarından oluşan hatta aynı kasabanın köyün hane halklarından oluşan “getto”lara dönüştü. Bizler kavmiyetçiliğe karşı çıkarken bir anda kendimizi daha ilginç bir durumla yüz yüze bulduk. Bırakalım milliyetçilikleri, bizlerin ümmet takıntısı var, Ümmed-i Muhammed yükselsin derken kendi içimize bir de getirdik hemşericiliği ellerimizle yerleştirdik. Üstelik bununla da yetinmedik yoksulluklarımızı unutup hemşericiliği de kendi içinde mikrolaştırdık. “A şehrindenim” dendiğinde aynı şehirli olsak bile “Kürt müsün Arap mısın? Laz mısın Çerkez misin? Göçmen misin? Pomak mısın?” gibi sorularla kendimizi aştık. Öyle bir aştık ki geri dönüp baktığımızda bizler gibi “yoksullukların yeni nöbetçilerinin bu olguları nasıl aşabileceği, bu tabuları nasıl yıkabileceği sorusu suni bir canavar gibi karşımıza çıktı. Arabesk kültürünün “derinliklerinde” kaybolduğumuz(!) şu zamanlarda ümmet bilincini en başta kendimizde nasıl sürekli kılıp taze tutacağız. Bulduğumuz ilk fırsatta her türlü sefilliğimizi başkalarının omuzlarına atmaya çalışırken, haksızlıklara arabesk ile cevap verirken şu benliklerimizi nasıl sağlıklı ve dinç tutup gerçeklerle yüzleşip üstesinden geleceğiz? Kasıtlı olarak dinamitlenen ümmet bilincimizi tam anlamı ile kazanmak adına yoksullukların nö-
Arabesk kültürünün “derinliklerinde” kaybolduğumuz(!) şu zamanlarda ümmet bilincini en başta kendimizde nasıl sürekli kılıp taze tutacağız. Bulduğumuz ilk fırsatta her türlü sefilliğimizi başkalarının omuzlarına atmaya çalışırken, haksızlıklara arabesk ile cevap verirken şu benliklerimizi nasıl sağlıklı ve dinç tutup gerçeklerle yüzleşip üstesinden geleceğiz? Kasıtlı olarak dinamitlenen ümmet bilincimizi tam anlamı ile kazanmak adına yoksullukların nöbetleşe devir edilmesine son vermek için topluma nasıl bilinç kazandırabiliriz? betleşe devir edilmesine son vermek için topluma nasıl bilinç kazandırabiliriz? Eğitim sistemimizin yetersiz kaldığı apaçık ortadayken sürekli artan ve sorun oluşturan yeni nesile, bilinçli bireyler olma yolunda beşeri donanımlarını ve manevi boşluklarını doldurmak adına gençlere sahip çıkan sivil toplum kuruluşlarımız-vakıflarımıza bir genç arkadaşınız olarak teşekkürü borç bilirim. Bu kadar çok soru arasında doğru cevapları elbet bulacağımız inancı ile yazıma son verirken bu basit ve sıkıcı yazımı okuyan ağabeyler, kardeşler; “Aman sen de be adam ne anlatıyorsun” diyebilirsiniz. Hakkınızda vardır buna. Fakat bu cümleleri en başta kendime yazdığımı belirtmek isterim. Tarihe düşeceğim bu cümlelerle, bir gün olur da yoksulluğumu bir başka acize devretmeye kalkarsam, karşımda bu yazıyı dimdik bulmak ümidiyle. Selam ve dua ile.
Nisan’13 • 39
RÖPORTAJ
Dr. Ömer Miraç Yaman ile
“Apaçi Gençliği”
üzerine konuştuk… Furkan GENÇOĞLU
Genç Öncüler: Apaçi gençliği neden araştırma gereği duydunuz? Bu araştırma nasıl başladı ve ne kadar sürede sonuçlandı? Ömer Miraç Yaman: Apaçi gençlik konusu bizim gençlik konusunda çalışma isteğimizin bir meyvesi olarak ortaya çıktı. Türkiye’de gençlik çalışmaları alanında, özellikle gençlik alt kültürleri alanında yapılan çok fazla çalışma yok. Güncel bir mesele olması ve Cumhuriyet tarihi boyunca
40 • Nisan’13
Türkiye’nin toplumsal yapısıyla ilgili bir konu olması bizi apaçi gençlik meselesini araştırmaya yöneltti. Öncelikle 7-8 aylık bir süreçte internette ve sosyal medyada apaçi gençlik hakkında yazılmış materyalleri toplayarak bir değerlendirme yaptık. Bizim için asıl kıymetli olan saha araştırmasıydı. Saha araştırması da bir yıldan uzun bir süre sürdü. Öncelikle İstanbul’un merkezi noktaları olan Taksim, Kadıköy, Bakırköy gibi yerlerde apaçi genç-
*Dr. Ömer Miraç Yaman Yalova Üniversitesi Sosyal Hizmet bölümü öğretim görevlisi
ında. Türkiye’de 1950-1980 1. asl r ıyo anm day ene kök bir ik etn Apaçi gençlik adolu, Kuzey Anadolu Bölgesi An İç lu, ado An a Ort ü yön ün göç a, göç dalgasınd yönü Güney ve Doğu Anadolu ün göç a ınd gas dal göç 2. ı ras son 0 olmuştur. 198 gelen ana göç nüfusu Kürt nüre tle ken ük büy ı ras son 80 la ısıy lay olmuştur. Do a Karadeniz kökenli olsaydı biz vey lu ado An ga dal ı ras son 0 198 or. fus oluşturuy caktık. Dolayısıyla mesele etnik ola yor uşu kon z’i eni rad Ka ve yu lu’ şimdi Anado a doğrudan ilişkili bir meseledir. temelli bir mesele değil, göç dalgasıyl lik tanımlamasına uyan gençlere “Apaçi nedir?”, “Siz apaçi misiniz?” tarzında sorular yönelterek bir mini anket gerçekleştirdik. Daha sonra bu meselenin yoksulluk ve göçle doğrudan alakalı bir mesele olduğunu anlayınca saha çalışmasının merkezini İstanbul’un Esenler ilçesi olarak belirledik. Bir yıldan fazla bir süre sokak sokak gezerek, kafelerde, köşe başlarında, okullarda, parklarda pek çok yerde apaçi genç profiline uygun arkadaşlarla görüşmeler gerçekleştirmeye çalıştık. Genç Öncüler: Bu araştırmayı yaparken ne tür zorluklarla karşılaştınız? Ömer Miraç Yaman: Önce şunu söylemem gerekiyor. Görüştüğümüz gençlerden hiçbirisi kendisini apaçi olarak tanımlamıyor. Tanımlamasını beklemek zaten mümkün değil. Zira bir insanın kendisine “ben kıroyum, ben magandayım” demesi beklenemez. Zaten biz gençlere apaçi gözüyle bakarak yaklaşmadık. “Size neden apaçi deniyor?”, “Siz kimsiniz, ne yer, ne içersiniz?” diye sorduk. Onlar da “Siz niye böyle bir şey araştırıyorsunuz?” dediler. Çünkü şimdiye kadar hiç ciddiye alınmamışlar, hep alaya alınmışlar, hep ötekileştirilmişler.
En çok zorlandığım kısım uzun bir süre benim sivil polis olmadığım konusunda onları ikna etmekti. Çünkü bu arkadaşların birçoğu suça bulaşmış arkadaşlar. Bunun dışında saha araştırması boyunca keyifli bir çalışma yaptık. Aynı kaptan yemek yememiz, sokaklarda beraber volta atmamız, oturup dertleşmemiz farklı bir samimiyet ortamının oluşmasını sağladı. Genç Öncüler: Apaçi gençliği, aile yapısı ve aile ilişkileri bağlamında nasıl değerlendirmeliyiz? Ömer Miraç Yaman: Bu insanların anne babaları da bizim anne babalarımız gibi normal insanlar. Fakat gerek yoksulluktan, gerek bu insanların göçle kente gelmiş olmasından, gerek kentle yaşadıkları kültürel uyuşmazlıktan, eğitim düzeyinin yetersizliğinden kaynaklanan bir takım dezavantajlarla hayata başlıyor bu arkadaşlar. Ailelerinin yapısı, gençlerin kimlik kazanmalarında çok temel bir argüman olarak beliriyor. Aile, çocuğuyla yeteri kadar ilgilenemiyor. Bununla birlikte bu gençlerin eğitim hayatlarında başarısız olmaları, meslek hayatlarında hizmet sektörünün en alt kesiminde görev almaları ve sosyal statü Nisan’13 • 41
RÖPORTAJ anlamında toplumda var olabilecek pek çok kanalın kendilerine kapalı olmasının getirmiş olduğu o tıkanmışlık, özümsüzlük, özgüven eksikliği hali, kendilerini beden itibariyle öne çıkartarak tabiri caizse flaş ederek, afişe ederek bunu ortaya koymaya çalışıyorlar.
kırsalı dışlayan horlayanlar, bir noktadan sonra bunu faşizme dönüştürmüştür. Tabi ki bu gençlerin de hataları var. Tabi ki bu gençlerin her yaptığı hareket doğru değil. Fakat meselemiz, gençleri bu sürece iten, bu sürece gelmelerine sebep olan şey ne? Asıl bizim dikkat çekmek istediğimiz nokta burası. Toplumda böyle bir sorgulamayı başlatmak bu kitabın temel amaçlarından biridir.
Olmayanın ortaya çıkarılması için de çok basit bir yöntem vardır. Kendinizi başka türlü meBu gençler için birkaç teziyetlerle ortaya çıkartırsınız. mel çıkış noktası var. En Ya çığlık atarsınız, ya farklı müzikler dinlersiniz, ya saçıtemelinde bu gençlere çarnıza farklı şekiller verirsiniz, pık, yanlı ve at gözlüğüyle ya farklı şekillerde giyinirsiniz. bakmayı bu toplumun bıSiz de aslında diğerleri gibi bir rakması gerekiyor. Toplum kimlik yaratmaya çalışırsınız. eğer bu gençleri kazanmak Toplumun bir kısmı tarafından, istiyorsa, dikkatli bir dingençlerin bu durumu anormal leme ve anlama halini olarak karşılanıyor. Gençler de, kavraması gerekiyor. Bu kendilerini anormal gören, hor gençlere öncelikle ciddi bir gören, aşağılayanları anormal eğitim desteği verilmeli. Bu olarak görüyor. Dolayısıyla en gençlerin içinde, eğitim sütemelde bir anlayış zemini yakarecinden kopmuş olanların lanması gerekiyor. Bu gençlerin ise meslek kazanmalarını bu farklılıklarının arkasında neteşvik edecek, yönlendireyin saklı olduğunun daha derincek ve bu süreci takip edelemesine düşünmek gerekiyor.
Genç Öncüler: Apaçi gençliğin bir etnik kökene bağlamak doğru mudur? Apaçi gençlerin birbiriyle olan sıkı dayanışmalarını nasıl açıklayabiliriz?
Ömer Miraç Yaman: Apaçi gençlik etnik bir kökene dayanmıyor aslında. Türkiye’de 1950-1980 1. göç dalgasında, göçün yönü Orta Anadolu, İç Anadolu, Kuzey Anadolu Bölgesi olmuştur. 1980 sonrası 2. göç dalgasında göçün yönü Güney ve Doğu Anadolu olmuştur. Dolayısıyla 80 sonrası büyük kentlere gelen ana göç nüfusu Kürt nüfus oluşturuyor. cek mesleki destek prograGenç Öncüler: Kitapta 1980 sonrası dalga Anadolu mına ihtiyaçları var. “Orta sınıf faşizmi” diye bir niveya Karadeniz kökenli olsaytelendirme yapmışsınız. Bu nidı biz şimdi Anadolu’yu ve telendirmeyi biraz detaylandırır Karadeniz’i konuşuyor olacakmısınız? tık. Dolayısıyla mesele etnik temelli bir mesele değil, göç dalgasıyla doğrudan ilişkili bir meseledir. Ömer Miraç Yaman: Toplumunda düzenli bir işi ve kazancı olan, genel itibariyle lise ve üstü Kentin merkezinde bizim çokça rastladığımız eğitimi almış ve eğlenme biçimlerinden yeme kül- bir Kürt’ün, bir Türk’ün, bir Laz’ın, bir Arap’ın el türünden sosyal ilişkilerden akrabalık ilişkilerine ele tutuşup halay çekmeleri, bizim görüşme yappek çok farklı sosyalleşme alanlarında toplumun tığımız kafe sahiplerinden birinin mükemmel bir içerisinde bir ortalamayı yakalamış insanları kaba- tanımlamasıyla aslında temelde şuna dayanıyor: ca “orta sınıf” olarak tanımlayabiliriz. Aslında orta Bu gençler aynı kurttan ve aynı tehlikeden kaçan sınıf temeli itibariyle köken olarak kırsaldan gelir. gençler. Düşmanları ve tehlikeleri tek olduğu için Fakat kentte tutunmuştur, başarı sağlamıştır. Bu bu tehlike ve düşmanlık hali onları ister istemez başarısından hemen sonra geldiği kökü, geldiği aynı safta birleştiriyor. Kurt kimi yakalarsa onu yi42 • Nisan’13
yecek. Dolayısıyla kimsenin kurda yem olmaması için dayanışmak gerekiyor, beraber halaya durmak, beraber yoksulluğu paylaşmak gerekiyor.
değiştirebilecek ya da sosyal çevrelerine zenginlik katacak farklı sosyal çevrelerde temas kurabilecek sosyalleşme alanlarının tesis edilmesi gerekiyor.
Genç Öncüler: Apaçi kültürü bir yandan ötekileştirilirken bir yandan da televizyon dizilerinde reklamlarda sokakta bir tüketim kültürü haline dönüşmesi sizce garip değil mi?
Genç Öncüler: Son olarak Müslüman gençler olarak bu arkadaşlar için ne yapabiliriz? Nasıl iletişim kurmalıyız?
Ömer Miraç Yaman: Bu durum orta sınıf faşizminin ürettiği bir şey aslında. Toplumda baskın ana kültür, kendi kültür kodlarının dışında sapkın gördüğü kültürleri önce kodlar, sonra dışlar ve en son onu tüketim malzemesi haline dönüştürür. Dolayısıyla apaçi gençlik dansı, figürleri ve müziğiyle önce dışlanan horlanan aşağılanan bir sınıfken, daha sonra “toplumun bütün beyazları arasında” cep telefonunda müzik melodisi olarak kullanılan, en çok izlenen, dizilerde parodi unsuruna dönüşen, okullarda teneffüs zili olarak çalan, en çok tıklanan ve en çok gülünen bir gerçekliğe dönüşmüştür. Taksi-Beyoğlu hattında göz attığımızda, bu gençlerin kılık kıyafetlerini eleştirenlerin bu gençlerin kıyafetlerini giymeye başladığını görürüz. Bu aslında bir alt kültürün baskın ana kültürü nasıl etkileyip değiştireceğinin bir göstergesi. Genç Öncüler: Toplum ve devlet, apaçi gençler için ne yapabilir? Ne yapmalı? Ömer Miraç Yaman: Bu gençler için birkaç temel çıkış noktası var. En temelinde bu gençlere çarpık, yanlı ve at gözlüğüyle bakmayı bu toplumun bırakması gerekiyor. Toplum eğer bu gençleri kazanmak istiyorsa, dikkatli bir dinleme ve anlama halini kavraması gerekiyor. Bu gençlere öncelikle ciddi bir eğitim desteği verilmeli. Bu gençlerin içinde, eğitim sürecinden kopmuş olanların ise meslek kazanmalarını teşvik edecek, yönlendirecek ve bu süreci takip edecek mesleki destek programına ihtiyaçları var. Bu gençlerin bir kısmı madde bağımlılığı noktasında uç noktalarda yer alıyorlar. Madde bağımlılığından kurtulmaya yönelik bir destek programına ihtiyaçları var. Devlet tarafından bu gençlerin sosyal çevrelerini
Ömer Miraç Yaman: İnsanın en içini acıtan mesele de bu aslında. İlgilenme anlamında, bu gençlerin dertleriyle dertlenme anlamında, maalesef Türkiye’de İslami hassasiyetleri yüksek gençlerin bu anlamda yeterli çaba göstermediğini, hatta hiç çaba göstermediğini söyleyebiliriz. Birkaç tarikat ve cemaat dışında bu gençlerle ilişki kuran İslami oluşumların olmadığını görüyoruz. Hz. Muhammed (sav) yanı başında, İslam’a ilk giren halkanın içerisinde hatırı sayılır bir kesiminin, Mekke toplumunun sosyal statü anlamında zayıflardan oluştuğunu hatırlamamız ve yine ümmet-i Muhammed’in ilk İslam şehidinin Yasir Ailesi olduğunu ve Yasir Ailesi’nin göçle Mekke’ye gelmiş en zayıf, en korunaksız aile olduğunu unutmamamız gerekiyor. Burada eğer bir dertlenme, bir ilgilenme, bir halleşme zemini yakalanabilirse bu arkadaşlar her türlü desteğe her türlü zemine açık bir durumdalar. Öncelikle bu anlamda İslami faaliyet yürüten genç kardeşlerimizin toplumun bu gençlere yüklemiş olduğu çarpık bakışı bir kenara bırakması gerekiyor. Önyargıların kırılması gerekiyor. Bu arkadaşların dertleriyle dertlenebilecek bir gönül genişliğine en azından zihinsel düzeyde ulaşmak gerekiyor. Bakışların değiştiği anda, asıl hikâye o zaman başlıyor. Genç Öncüler: Kıymetli vaktinizi bize ayırdığınız için çok teşekkür ediyoruz, Allah razı olsun hocam. Ömer Miraç Yaman: Ben teşekkür ediyorum. Allah sizden de razı olsun.
Nisan’13 • 43
TAHLİL MUHAMMED YASİR ÖZSOY
“İNSAN” • Zübeyir Yetik
G
enç Öncüler kitaplığımız her geçen yıl daha da genişliyor. Değerli fikir adamı Zübeyir Yetik tarafından kaleme alınan ve Kuran’ın bizlere tanıttığı “kötü” karakterleri konu edinen eserleri kitaplığımızda yerini aldı. Bu serinin içerisinde Kabil, Firavun, Belam, Karun, Ebu Cehil, Yahudi, Samiri, Nemrut ve Şeytan her biri bir kitapta tahlil ediliyor. Ve bizler de bu kitaplardan Allah’a isyan etme noktasında Kuran’ın kendilerini örnek getirdiği bu karakterlerin sadece tarih içinde yaşamış birer insan ya da topluluk olmadığını, ortaya koydukları davranışların çizdikleri figürlerin her devirde karşımıza çıkabileceğini ve zaten bu amaçla Kuran’da örnek olarak anlatıldıklarını öğreniyoruz. Serinin bir diğer kitabı olan “İnsan” ise bizim için ayrı bir öneme sahiptir. Yaratılmışların en şereflisi olan varlığın hayatının istikametini belirlemede şerefini devam ettirmekle, aşağıların aşağısı olmak arasında kalışını bizler için resmediyor Zübeyir Yetik. Biz de serinin önemli bir parçası olan “İnsan”ı yazarımızın ifadelerinden yaptığımız alıntılarla sizlere aktarmak ve hem yazarımızın ifadelerini hem de o ifadeleri okuduktan sonra zihnimizde yankılanan cümleleri sizlerle paylaşarak bu değerli kitapla sizleri buluşturmak istiyoruz. Yüce Allah insanı “en güzel” ifadesiyle nitelendirdiği bir oluş içinde yaratmıştır. Bu yaratılışla insan, eşref-i mâhlukat ve yaratılanların en güzelidir. Allah’ın yeryüzündeki halifesidir. Tüm güzel lütuflara mazhar olup bunu en iyi şekilde kullanabilen ve aynı zamandada en kötü şekilde kullanabilendir. Bu yüzden de en kısmetli olan varlıktır insan ya da en kısmetsiz. İyiye yönelmek de kötüye yönelmek de onun elindedir. İstediğini seçebilir. Fakat yüce Allah bu kısmeti insandan önce yarattıklarına da sunmuştur. Fakat sadece insan bu derecede ağır bir yükün altına girmiştir. Tıpkı ayette de geçtiği gibi; “Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla... Doğrusu biz, emaneti, göklere yere ve dağlara sunmuşuz da, onlar bunu yüklenmekten çekinmişler ve ondan korkup, titremişlerdir. Pek zalim ve çok cahil olan insandır ki, onu sırtına almıştır...”(Ahzab Suresi 72) Şimdi biz bu yükü sırtımıza aldığımıza göre önümüzde iki yol var; doğru ve yanlış. Yanlış kısmına human diyelim. ‘Human’ın Latincedeki manası ise insan. Fakat biz bunu bu kitapta insanın negatif yönleri olarak ele aldık. Kitapta insan işte bu human yönüyle tanıtılmıştır. “Human”, çünkü çağdaş insanın dünya görüşünü ve 44 • Nisan’13
kafa yapısını, inanç ve düşünüşünün kökenlerini, yaşayageldiğimiz ortamın kesitini; tüm bunları oluşturmuş bulunan, yaşamakta olan, savunan, geliştirmeye çabalayan insanın kendisini, bir başka açıklamaya gerek bıraktırmayacak ölçüde kuşatan bir kelime, bir “kavram”... “Eşrefi mâhlukat olan insana yakıştırılamayacak olan bu “kötülük odağı” olma olgusu, hüman için ise, biçilmiş kaftan... Şeytanla başlamış olan kötülüklerin kendisinde olgunluğa eriştiği kimlik... Şeytanın benliğini aldığı, sardığı kuşattığı ve gitgide, kendine dönüştürdüğü; kendisinde şeytanı rahatlıkla gözlemleyebildiğimiz kişilik... Human işte kalbi, kulağı, gözleri; mühürlü, perdeli, hastalıklı bir kimlik olarak anlamamaya, inanmamaya, teslim olmamaya tutkulu bir varlık. Çünkü o cehennem için yaratılmış olan, insanların cehennemlik kesimidir. Büyüklenme, heva ve sanılara göre davranma, taşkınlık bozgunculuk ve dünya hayatına tutkunlukta bir numara. Her türlü tuzağa da müsaittir.” Ne diyelim, Allah bizi humanlaşmaktan korusun. Fakat bu içinde bulunduğumuz çağda zor olsa da imkansız değil elbette. Kuran’a ve sünnete sıkı sıkıya sarılırsak niçin korunamayalım ki? Kabilleşmek, firavunlaşmak, Karunlaşmak, Ebu Cehilleşmek yerine insan gibi insan olalım, “Muhammedileşelim’’. İslam’ı yaşamımızın her boyutunda gösterelim. Sadece kendimiz için değil de çevremiz içinde de özenilecek örnek bir Müslüman olalım ki herkes bizim gibi olsun. Yani çağımız ve dünyamız ne kadar humanlaştıysa biz de o kadar insanlaşalım. Yani kul olalım. Unutmayalım ki bu dünya gelip geçici, bir gün bu fani hayatımız son bulacak ve hesap vereceğiz. Yüce Allah ayetinde şöyle buyuruyor: “Şu insan üzerine bir zaman geçti ki hiç adı sanı yoktu. Biz onu denemek için karışık bir sudan yarattık, derken işitici ve görücü yaptık. Belli ki ona yolu gösterdik, ya inanıp iyilikle, ya da inanmayıp kötülükle karşılaşacak.” (İnsan/76) Nitekim bir kutsi hadiste yüce Allah açıkça haber vermiştir. “Yalnızca dünyayı isteyen dünyaya tutkulandırılacak, Allah rızasını arayana ise dünyanın boynu eğdirilecektir.” Dünya da budur zaten, insan dünya karşısında takınacağı tutum doğrultusunda, işte ya humanlaşacak ya da gerçek insan demek olan inanmışların arasına katılacaktır... İşte biz dünyamızla beraber kendimizide düzeltmeliyiz. Başta da belirttiğim gibi Kuran’a yönelip ona sarılmalıyız ve buna engel olan her şeye göğüs germeliyiz. Batılılığın belini bir daha doğrulmayacak şekilde kırıp Kuran’a yönelmeliyiz. Ama önce kendimizden başlayıp bunu noksansız olarak becerelim. Yani iğneyi kendimize, çuvaldızı başkasına batıralım. Kıssadan hisseye gelirsek: İnsan olup eşref-i mahlûkât olalım, human gibi mahlûkât-ı eşek değil. Hâsıl-ı kelam hem kıymetli hocamızın satırlarından bir kesit hem de zihnimizde yankılanan cümlelerden birer kısım olmak üzere İnsan kitabından size aktaracaklarımız burada bu kadardır. Denilebilir ki bizler için bu seri de hayata bakışımızı derinden etkileyecek kıymetli eserler bulunmaktadır. Cenab-ı Hak ilimden nasiplenenlerden eylesin. Amin! Nisan’13 • 45
Kültür Sanat Melike YURT
Duymamak ‘Engel’ Değil! Şehr-i Samsun bir farklı etkinliğe mekan oldu. 27 Mart Dünya Tiyatro Günü dolayısıyla ‘Kırmızı Başlıklı Kız’ oyunu sergilendi. Fakat sergilenen oyunun özelliği işitme dili ile sahnelenmesi idi. Duymamanın hayatı ciddi manada aksattığı yadsınamaz bir gerçek, işitme engeli olan kişiler birçok imkandan mahrum olarak devam ettiriyorlar hayatlarını. Samsun Kız Teknik Öğretim Olgunlaşma Enstitüsü konferans salonunda, Samsun İşitme Engelliler İlkokulu ve 50. Yıl Ortaokulu öğrencilerine tiyatrodan mahrum kalmayacakları gösterildi. Tiyatro izlemekten çok memnun olan çocuklar yine işitme dili ile ara ara oyuna dahil olarak büyük mutluluk yaşadılar.
46 • Nisan’13
Yedi Hilal Okuma Grupları Türkiye’nin her yerinde… İstanbul merkezli olarak kurulan Yedi Hilal Okuma Grupları sadece İstanbullu gençlere değil Anadolu gençlerine de ulaşma düşüncesi ile yola çıkmış ve kısa sürede başarıya ulaşmış gözüküyor. Amacı günümüz dünyasında türlü oyunlarla değerleri kaybettirilen insanlığa tekrar değer yargılarını geri kazandırmak, başkalarının hukukuna riayet eden, hür fikirli, vicdan sahibi, birikimli ve donanımlı, aklıselim nesiller yetiştirmek, yetişen bu nesille toplumda bu özelliklerin kalıcı bir şekilde tesis edilmesini ve yaşatılmasını sağlamak, toplum huzurunu ilgilendiren temel meselelerde haktan yana tavır alıp kamuoyu oluşturmak, sivil inisiyatifin etkinleştirilmesi ve geliştirilmesini sağlamak için yurtiçinde ve yurtdışında benzer hedefleri olan kurum ve kuruluşlarla etkin bir şekilde iletişim ve dayanışma içerisinde olmak. Ellinin üzerinde kategoriden oluşan okuma listeleri öncelikle bir yazar ya da belirli kitapları üzerinde yoğunlaşmakta. Listede İmam Gazali, Sadı Şirazi, Mahmut Sami Ramazanoğlu, Mehmet Zahit koktu,Gökhan Özcan, Hakan Albayrak, Mustafa Özel, Said Nursi gibi isimleri görmek mümkün. Okuma grupları İstanbul’un farklı noktaları, Bursa, Erzurum, Kocaeli, Ankara, Diyarbakır, Kayseri, Manisa, Konya, Antalya, Çanakkale gibi şehirlerimizde düzenli olarak devam etmekte. Ayrıca Yedi Hilal Okumaları kapsamında Nurettin Yıldız Hoca her hafta Pazar günü saat 16:30’da Üsküdar Yeni Valide Camii’nde Hadis Okumaları yapmaktadır. Gençlere ilgilenmeleri duyurulur!!!
Kültür Sanat
Rabbin Seni Terk EtmediTimaş Yayınları
Vefatının 30. Yılında Necip Fazıl Konya’da anılacak. Necip Fazıl Kısakürek vefatının 30. yıl dönümünde 20-26 Mayıs tarihleri arasında Konya’da büyük bir sempozyum ile anılacak. Sadece Türk akademisyen ve araştırmacıların değil farklı ülkeden katılımcılarında katkı sağlayacağı sempozyum üç gün sürecek, fakat Konya’nın farklı ilçelerinde de etkinlikler düzenlenecek, tiyatro gösterimleri yapılacak. Ayrıca Necip Fazıl’ın seçilmiş olan 30 kitabı ile ilgili konuşmalar yapılacak ve “30 kişiden 30 hatıra” çalışması çerçevesinde ise Necip Fazıl’ı tanıyan ve bilen 30 kişi konuşma yapacak. Hatıraları kayıt altına alınacak ve daha sonra bu hatıralar kitaplaştırılacak. Etkinlikler kapsamında Kısakürek’in daha önce yayınlanmamış fotoğraflarının yer alacağı “Necip Fazıl ile Bir Asır” isimli sergi düzenlenecek ve Necip Fazıl’ın sinemaya aktarılan eserlerinin alışveriş merkezlerinde hafta boyunca gösterime girecek. Mevlana Meydanı’nda beş bin kişinin aynı anda Necip Fazıl okuması planlanıyor. Birçok alanı kapsayan etkinlikler arasında Necip Fazıl’ın hayatını anlatan belgesel yarışması da mevcut.
Yazar Münire Danış’ın Timaş yayınlarında çıkan kitabı “Hakikat”i hayatlarımıza çekme yönünde bir vesile olması niyeti ile yazılmış ümmetin istifadesine sunulmuş. Ayetlerin sebebi nüzulleri üzerinde duran yazar, bu olayları hikaye ederek kaleme almış. Amaç ise üzerlerine ayetler inen olayların günümüze aktarılması ve her insanın hayatında meydana gelen her olayın aslında kendi sebebi nüzulü olduğu, her kul için ayetlerin nazil olmasındaki devamlılığı vurgulamak. Yaşadığımız olayların sebeplerinden sonuçlarından ziyade mahiyetini fark edip “Rabbim bana ne söylüyor?”un cevabını bulabilmek adına sebebi nüzul hikayelerine bir de bu hassasiyetle yaklaşmaya davet ediyor okurlarını.
Nisan’13 • 47
ETKİNLİK
GENÇ ÖNCÜLER GENÇL‹K HAREKET‹ YEfi‹L SAHALARDA FATİH RAZİ
Maçlar yapılır; amaçsız ve küfürlü… İnsanlar görürsün saatlerce, yorulmadan ve aşkla topun peşinde koşan… Bir top için kendini heder eden… Bir top için kardeşiyle küsen… Bir top için kardeşiyle kavga yapan… Aslında futbol, dikdörtgen bir zeminde oynanan zevkli ve güzel ama bir o kadar da basit oyundur. Ama insanlar bu basit oyunu vazgeçilmez bir aşk olarak tanımlamaktadır. Oysa bu oyunu sadece spor için yapmak gerekir. Aksi halde bize bir fayda sağlamayacaktır. Yeşil sahaların birileri tarafından işgal edilmesine aldırmadan… “Genç Öncüler Gençlik Hareketi” olarak bizler de kardeşliğimizin her alanda hakim olabilmesi ve futbola da var olan bu yanlış düşünceleri değiştirmek için çıktık yola. Bu güne kadar çeşitli şubelerimizde irili ufaklı halı saha maçlarımız oluyordu. Ama bu sene “Kağıthane Şubemizde bir ilk yaşandı.” O da şuydu: Futbol turnuvası düzenleme kararı alındı. Aslında ilk başta geniş çaplı bir şey düşünülmemişti. Ufak çaplı duyuruların ardından toplamda “18” takım turnuvamıza başvurdu. Bu bize ayrı bir heyecan kattı. Artık karşımızda reel olan bir 18 takım vardı. Biz de bu turnuvanın daha çok ciddiye alınması kararına vardık. Her şeyin eksiksiz olması gerekirdi. Bunun için çalışmalarımızı iki katına çıkardık.15 günlük başvuru dönemi48 • Nisan’13
nin ardından nihayet turnuvamızın ilk maçları 16 Mart Cumartesi günü oynandı. Aslında o gün hava aşırı derece soğuk ve yağışlıydı ve maçların iptali bile konuşuldu, ama takım oyuncularının ısrarı sonucu hava şartlarına aldırmadan kıran kırana geçen kardeşlik maçları oynandı. “Genç arkadaşların memnuniyeti bizi çok etkiledi, her biri ayrı telden çalsa da aslında özlerinin aynı olduğunu, farklı mevkilerde oynasalar da aslında biz bir takımız fikrini hiç unutmadılar.” Hilal Gençliğin’den Pis Yedili’ye, Şimşek Spor’dan, Eyüp Anadolu İmam Hatip Lisesi’ne, FC Sanayi Gençlik’ten, İdare Tayfa’ya, At Spor’dan, Youngboys’a, Kahramanlar Mahallesin’den, FC Anadolu’ya kadar her bir takım kardeşlik maçları nasıl oynanır bizlere gösterdiler. Bizler tüm takımlardan memnunduk, inşallah onlarda bizlerden memnun kalmıştır. Eğer sizler de önümüzdeki turnuvamıza katılmak ve bu sezonun turnuvası hakkında detaylı bilgi edinmek istiyorsanız; facebook/ Genç Öncüler Futbol Turnuvası sayfamızdan bizlere ulaşabilirsiniz. Not: Turnuvamız devam etmektedir. Müsait olan tüm kardeşlerimizi kıran kırana geçen kardeşlik maçlarımızı izlemelerini şiddetle tavsiye ediyoruz. İrtibat Tel: 0534-241-67-37