9 771307 007009
ISSN 1307-007X
86
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakınmanız için Oruç, sizden öncekilere farz kılındığı gibi, size de farz kılındı.” (Bakara/183)
EDİTÖR'DEN
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.
Sahibi PINAR YAYINLARI Tic. ve San. Ltd. Şti. Adına İlhan Gündoğdu Sorumlu Yazı İşleri Müdürü Fatih Razi Yayın Sorumlusu Betül Babacan Yayın Kurulu Ali Tarık Parlakışık Burak Kalpaklıoğlu Furkan Gençoğlu Kübranur Yakupoğlu Mehmet Salih Babacan Mehmet Semih Özdemir Nihal Açıkel Osman Zinnur Aksu Zehra Gündoğdu Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Vahap Yaman Furkan Gençoğlu Yusuf Talha Avcı Fatih Yavuz Ali Tarık Parlakışık Mehmet Semih Özdemir Asım Ebrar Yıldız Burhan Talha Öner Muhammet Tutkun Ziya Dede Yusuf Aziz Muhammed Şamil Ekrem Kubilay Karadeniz Abdullah Hüroğlu Adres Alay Köşkü Cad. Küçük Sk. Civan Han No:6/3 Cağaloğlu - Fatih / İSTANBUL bilgigenconculer@gmail.com Görsel Yönetmen Tekin Öztürk Grafik Tasarım Projesanat Tan. Org. Tel: 0212 640 20 90 www.projesanat.com.tr
Baskı Şekil Ofset Matb. San. ve Tic. Ltd. Şti. Gümüşsuyu Cad. Litros Yolu 2. Matbaacılar Sit. 2BB 3 Topkapı/İST. Tel: (212) 565 77 01
Muhterem okurlarımız, enç Öncüler dergisi olarak “eleştirinin olmadığı yerde putçuluk başlar.” öğretisini kendimize şiar edinerek son aylarda Müslümanların içe dönük problemlerini gündemimize taşıdık. Suriyeli mültecilerin zorlu yaşam şartlarını, kent mimarisinin ve kültürünün tahribini, emeğin ihale edildiği taşeronlaşmayı hep beraber irdeledik. Bu ay ise rahmet ve bereket ayı olan ramazanın “devrimci” özelliğini karantina konusu olarak seçtik ve “Sessiz Devrim: Ramazan” başlığı ile gündemimize aldık. Bu minvalde Vahap Yaman ramazanın toplumsal hayata etkisini “Toplumsal Hayatın Sigortası Ramazan” yazısında işledi. Muhammed Şamil yozlaşan ramazan anlayışını ve inancın tüketilen bir malzeme olarak görülmesinin sakıncalarını yazdı. Yusuf Talha Avcı ramazanı en güzel şekilde idrak etmenin önemini vurguladı. Mehmet Semih Özdemir ramazanı ve bayramı kan ve gözyaşı ile geçirecek kardeşlerimizin mücadelelerinden dersler çıkarılması gerektiğini işledi. Ali Tarık Parlakışık “Fitne Kuşatması Altındayız” başlıklı yazısında orta doğuda yaşanan son gelişmelere dikkat çekti. Tarihçi arkadaşlarımız Asım Ebrar Yıldız ve Burhan Talha Öner Sultan II. Abdulhamid Han, Gazi Osman Paşa gibi tarihi şahsiyetlerin tarihimizdeki yerlerini işlediler. Muhammet Tutkun IV. Haçlı Seferi’ni anlattı. Ziya Dede Osmanlı’nın dış borçlarını yazarak çöküş dönemi Osmanlı maliyesine ışık tuttu. Furkan Gençoğlu “Bereket: Zagreb” yazısı ile Balkanlar’da ramazan coşkusunu sizlere ulaştırdı. Ekrem Kubilay Karadeniz ve Abdullah Hüroğlu dünyanın dört bir yanındaki İslami mücadeleyi kalemlerinden satırlara nakş ederek bizlere şiir olarak sundular. Genç Öncülerin Genç yazarları olarak temel gayemiz toplumsal yaşamımızda karşılaştığımız iyilikleri, kötülükleri, kolaylıkları, sıkıntıları siz değerli okuyucularımıza en anlaşılabilir şekilde aktarmaktır. Kadromuz adaletle şahitlik vazifesini asla unutmayarak bu bilinçle yazılarını kaleme almaktadır. Çünkü bu bize inandığımız rabbimizin vahiyle sabit kıldığı bir görevdir. Çıkarttığımız bütün sayıları bu görev bilinci ile çıkartıyoruz. Bu çalışmamızın hayırlara vesile olmasını diliyor, keyifle okumanızı temenni ediyoruz. Allah’a emanet olun. Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendiniz, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için adaletle şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şâhidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır. Nisa/135
G
Ağustos’14 • 1
Ramazan 2014 • Sayı 86 • Yıl 11
10
04
ÜMMET BİZİ BEKLİYOR
Kulluk Merceği
Ramazan
FİRDEVS BÜŞRA KALUÇ
Ramazan
Toplumsal hayatın sigortası: Yusuf Talha AVCI
Vahap YAMAN
28
IV. HAÇLI SEFERİ-I Muhammet TUTKUN
YAZI DİZİSİ
II. ABDÜLHAMİD HAN -I-
Asım Ebrar YILDIZ
2 • Ağustos’14
22
I
40
Bereket Zagreb
Furkan Gençoğlu
Toplumsal Hayatın Sigortası: Ramazan/ Vahap Yaman................................ 4 Tüketilen Din: “Pop-İslam”/ Muhammed Şamil ...................................... 7 Kulluk Merceği Ramazan / Yusuf Talha Avcı......................................... 10 Zamanın Başlangıcı Ramazan / Fatih Yavuz........................................... 12 Mübarek Olsun! / M. Semih Özdemir...................................................... 14 Fitne Kuşatması Altındayız / Ali Tarık Parlakışık............................................. 16 Yazı Dizisi / II. Abdülhamid Han-I / Asım Ebrar Yıldız ............................................ 22 Plevne - Gazi Osman Paşa / Burhan Talha Öner..................................................... 24 IV. Haçlı Seferi-I / Muhammet Tutkun.................................................................. 28 Yazı Dizisi / Osmanlı Devleti’nin Borçları -I / Ziya Dede ......................................... 31 İletişim Sanattır / Yusuf Aziz................................................................................. 36 Dört Cephe, Dört Direniş! / Abdullah Hüroğlu.......................................................... 38 Bereket - Zagreb / Furkan Gençoğlu ..................................................................... 40 Basından Yansıyanlar ....................................................................... 42 Etkinlik / Küçük Kardeşlerimiz Yaz Okulumuzdan Mezun Oldu ....... 44 Etkinlik / Bu Kez Yüzlerce Aileyle Birlikte Sofraya Oturduk! ......... 46 Etkinlik / Trabzon Genç Öncüler ekibi- SAMSUN KAMPI ............ 47
Ağustos’14 • 3
KARANTİNA
Ramazan
Toplumsal hayatın sigortası: Vahap YAMAN
İ
çerisinde bulunduğumuz Ramazan ayındaki hareketliliği, sakinliği, koşturmayı, mahzunluğu, mistikliği, aceleciliği, telaşı, dinginliği, hayatın yavaşladığını hep birlikte görmekteyiz. Ramazanı, İslam’ın en temel ritüellerinden kabul eden mü’minlerin, oruç tutma, Kur’an okuma ve anlama, Rabb’e kulluk etme, paylaşma, cömertlikte yarışma, yardımlaşma, ibadetleri toplu yapma gayretleri, misafir kabul etmedeki sıklık, zekât verme, infak etme, kumanya dağıtımı, yardım kuruluşlarının çağrılarına can-ı gönülden katılma çabalarının arttığı bir ay olarak görmekteyiz. Herkes kendince Rabb’i ile temas kurma şeklini pekiştirmenin telaşında ve gayretindedir. Özellikle büyük şehirlerin iftara yakın saatlerde yaşadığı karmaşa ve kargaşa sadece oruç tutanların evlerine yetişme telaşından kaynaklanmamaktadır. Oruçlu insanın iftarını zamanında 4 • Ağustos’14
yapabilme aceleciliği ve çabası makul, anlaşılır bir durumdur. Bir an önce evine yetişmek, ailesi ve sevdikleri ile beraber iftar yapmak için işyerini, çalıştığı mekânı erken kapatıp yollara düşmek onlar için en doğal bir durumdur. Ancak bu telaşın içerisine oruç tutmayan, ramazanla pek fazla ilintisi olmayan kesimlerin de katıldığını görmekteyiz. Onlar da işyerlerini ve çalıştıkları mekânları iftar saatine uygun düşecek tarzda kapatmaktadırlar. Hâlbuki kazanma hırsı; insanları yılın diğer zamanlarında, gecelerin geç saatlerine kadar, eşlerini, çocuklarını, akraba ve dostlarını bile ihmal ederek çalışmaya iterken, Ramazan ayında, ticareti, günlük çalışma hayatını erkenden sonlandırıp, iş yerlerini kapattıran, koca koca şehirleri adeta ölü şehirlere dönüştüren, inanan inanmayan herkesi yollara düşüren, İslam dininin yasak ve haram olarak ilan ettiği, fuhuş yapılan, alkol
Ramazan, manevi huzur ve sükûnun kalplealınan yerleri bile devre dışı bırakan bu gücü iyi anlamak, ortaya çıkan bu durumu gözden geçir- re dolduğu, ilahi rahmetin coştuğu aydır. Bu ay mek ve insanları buna sevk eden gücü iyi tahlil girince, mü’minlerin ruhlarını manevi bir hava etmek gerekir. kaplar. Bu ay bir yenilenme ayıdır, yaşanan dünGünümüzde darbelerin ve silahların bile, in- yeviliği kırma, yok etme, derlenip toparlanarak, sanların sokaklara çıkmalarına yetmediği, en- hakikati hatırlayıp gereğini yapma ve gereği gibi gel olamadığı, ölüm pahasına da olsa insanların yaşama zamanlarıdır. kitleler halinde protestolara yöneldiği ve hiç bir Bilerek ve bilmeyerek işlenen günahlarımıgüçten korkmadığı, tüm engelleri aşarak iste- za tövbe etme, affedileceğine yürekten inanarak diklerini elde etmek için darbecilere direnerek, Allah’ın rahmet ve mağfiretine sığınma günlerionların silahlarına rağmen sokaklara çıktıkları dir. görülürken, tersinden bakıldığında Ramazan’da Bu sığınma günlerinde, Ramazanı bir başlaniş hayatını erkenden tatil ettiren, gıç kabul edip kâinatın kurtuluş şehrin iftar saatlerinde ölü şeRamazan Kur’an ayıdır. reçetesinin yazıldığı Kur’an-ı hirlere dönmesini sağlayan ne Kerimi, Allah’ın bütün insanlara Bu ayda Kur’anla bir darbe, ne bir baskı görülmeayrı ayrı gönderdiği birer mekmektedir. daha fazla haşır neşir tup kabul etmeli bu mektubu Herhangi bir zorlama ve hiç olunmalıdır. O’nu saygı okumaya başlamalıyız. Sevgilibir silahlı gücün baskısı olmakmizden gelen mektup coşkusuyolsun diye koyduğumuz la Kur’an’a sarılıp onunla ruhusızın insanlar şehirleri kendi iradeleri ile boşaltmakta, iftar rafların tozlu ve en muzu temizlemeliyiz. sofralarına yetişmek için günlük Ramazan Kur’an ayıdır. Bu yüksek yerlerinden hayatı erkenden sona erdirmekayda Kur’anla daha fazla haşır indirip okumaya, tedir. neşir olunmalıdır. O’nu saygı
öğrenmeye, anlamaya
olsun diye koyduğumuz rafların tozlu ve en yüksek yerlerinden gayret etmeliyiz. indirip okumaya, öğrenmeye, anlamaya gayret etmeliyiz. Kur’anla daima elele, koyun koyuna Hiç bir dayatma, baskı ve korkutma olmadan olmalıyız. Günde en az televizyon seyretmeye gerçekleşen bu durum Ramazan’ın sessiz bir devrim gerçekleştirdiğini göstermektedir. Ger- ayırdığımız zamanın bir bölümü kadar zaman çekleşen bu sessiz devrimden sonra herkes kendi ayırmalıyız ki Kur’an’ı terk edenlerden olmayaile yüzleşmeyi daha ileriye taşımak için, kendi lım. Ramazan’da insan, hem içerisindeki ALiçerisinde hesaplaşmaya, geç kalmadan hemen LAH tarafından kodlanmış iyilik duygularının, şimdi başlamalıdır. Arınmak, temizlenmek, ruh ve beden dingin- hem de toplumumuzun hakim hayat tarzı olan liğine ulaşmak insanoğlunun zaman zaman ihti- İslam’ın günlük yaşamdaki tesirinin altında değişir ve gelişir. yaç duyduğu bir olgudur. Bu değişim insanı, yumuşamaya, mütevaziRamazan, geçmişin muhasebesini yaparak, hayatımızda oto kontrol sisteminin kurulmasına liğe, iyilik ve hayırlarda yarışmaya, Allah’a karşı vesile olan, dünyevi meşguliyetlerimizden sıyrı- sorumluluğunun bilincinde olmaya, yoksulu kolıp, yaratılış gayemizi düşünmemiz; yaratan ve rumaya, iyilikle emretmeye, kötülüklerden sayaratılanlarla olan münasebetlerimizi değerlen- kındırmaya, hayrı ve sabrı tavsiye etmeye, komdirmemiz için son derece kıymetli fırsatlar sağ- şuluk ve akraba ilişkilerinin geliştirilmesine sevk layan bir aydır. eder. Herkesin isteyerek desteklediği sessiz devrim
Ağustos’14 • 5
KARANTİNA
İnsanı, iman- amel- takva saç ayağından oluşan İslami yaşam tarzına kendini ve çevresini daha da yakınlaştırmaya, mü’minler arasındaki kardeşliği kirden, kinden, nefretten, hasetten arındırıp dayanışmayı arttırmaya, güzel sözlü, nezaket sahibi olmaya, adaletten ayrılmamaya, adil olmaya, nefsin geçici istek ve arzularına teslim olmamaya çalışır. İnsanların hayatı yavaşlattığı, dünya işleri ile daha az meşgul olduğu, tefekküre, zikre, ibadete daha coşkuyla sarıldığı, iyilik etme ve yardımseverlik duygularının arttığı, toplu halde (cemaatle) ibadete yöneldiği, fakir fukarayı her zamankinden daha fazla kolladığı Ramazan ayı, toplumun ve bireyin ahlakiliğini yükseltmektedir. İnsanların duygularını ve gönül enginliğini en üst noktalara çıkarmaktadır Ramazan; toplumsal hayatın sigortasıdır Ramazan Kur’an ayıdır. Zikir ayıdır. Bu ayda insan hayatını Kur’an’a göre şekillendirerek, Rabb’inin rızasını kazanmak için kendisi ile hesaplaşmayı daha üst boyutlara taşımaktadır. İnsan bu ayda, hesaba çekilmeden önce kendisini hesaba çekerek yenilenmelidir. Ramazanda yakalanan bireysel ve toplumsal dönüşüm, şeytanın dolaştığı yerleri daraltmakta ve neredeyse ona hareket alanı bırakmamaktadır.
6 • Ağustos’14
Ramazan kalplerdeki eğrilikleri yok eder. Bu günlerde kazanmış olduğumuz sevaplarla kalplerdeki kiri pası atarak, şeytanın hareket alanını nasıl daraltmışsak bu durumun ömür boyu sürmesinin çalışmasını hiçbir zaman ihmal etmemek gerekir. Kalplerin yumuşaması insan ve toplum hayatında adeta bir “sessiz İslami devrim” meydana getirmektedir. Ramazanların ve daha nice vakitlerin, kalplerimizdeki katılaşma ve marazları gidermesi ve sürekli İslami değişim duygularını arttırmasını ve İslami hayat tarzı ile yaşamamızı sağlamasını yüce Rabb’imizden temenni edelim. Ancak Allah’ın kitabında belirttiği gereğini yapmayan toplulukların, yok edilip yerine Allah’ın ipine sımsıkı sarılmış yeni toplulukların var edileceğini unutmanın cezasını kendileri de yok edilmekle ödemişlerdir. Ramazan’la beraber, gereği gibi düşünen ve gereğini yapmaya hazır mü’minlerin, sürekli ve kesintisiz İslam’ı öğrenmeye, birlikte olmaya, birlikte yaşamaya başlamak gerektiği kanaatindeyim. Ramazan, Rab’binin rızasını kazanarak varış yeri cennet olan bir yolculuğa beraber çıkmayı elele gönül gönüle çalışmayı önermektedir. Toplumların en dinamik, en duyarlı, en çalışkan, en direnişçi, genç kardeşler olarak, Ramazan’da kazanmış olduğumuz, İslami kimliğe ve mümince hayat tarzına olan doygunluğumuzun bir ömür boyu sürmesini bu ayda Rabb’imizden talep edelim. Okullarımızda, dershanelerimizde, mahallemizde kısaca yaşanılan her yerde arınmış, kullukta problem yaşamayan genç nesiller olduğumuzu göstermiş olalım. Müminler Allah’a karşı verilen sözleri tutmak için birlikte olurlar ve sorumluluk taşırlar. Şeytan ve ordularıyla birlikte olmazlar, onlarla mücadele ederler. Yeryüzünde din İslam oluncaya kadar çalışırlar. Ramazan’da insanlar Rabb’lerine bu sözün gereğini yapacağını söylemişlerdir. Sözün gücünü ve yükümlülüklerini, hissetmeyi ve yaşamayı becerenlerden olabilmeyi Ramazan’da kazanabilenlere ne mutlu!
KARANTİNA
Tüketilen Din “Pop-İslam” Muhammed ŞAMİL
C
amilere “Hoş geldin Ya Şehri Ramazan” mahyalarının asıldığı mübarek günlere erişmeye sadece iki gün kaldı. Evet, Ramazan yine geliyor. Ramazan’ın hayatı durdurabilen ilginç bir özelliği vardır. Hayata müdahale eder Ramazan. Kendiliğinden, olağan bir şekilde gelişir süreç. İftar vakitlerinde sokaklar boşalır, trafik azalır örneğin. İçki tüketimi azalır, zina fuhuş azalır. İdrak ve sorgulama için vakit çoğalır. Fakat bu durumu ortaya çıkarmakta insanoğlunun elindedir. Ramazanı giderek anlamsızlaştıran, devrimci bir takım özelliklerini yok eden yozlaşmalar ortaya çıkıyor son yıllarda. Garip bir din, garip bir mübarek ay kültürü peydah oluyor. İşte bu kültür Pop-İslam dininin eseri. Bunu işleyeceğim bu yazımda.
Sermaye-Medya işbirliği ve Kitle İletişim Araçları vasıtası ile yaşamımız birileri tarafından kurgulanıyor. Ne yiyeceğimiz, ne giyineceğimiz, nasıl poz vereceğimiz, ne okuyacağımız belirli kontrol merkezleri tarafından belirleniyor. Buna popüler kültür diyor düşünürler. Bunu oluşturan yapıya da kültür endüstrisi diyorlar. Dört bir yandan kuşatılmışız, insanoğlunu olarak kendi ürettiğimiz bu sistemin çarklarında her gün ezmeye ve ezilmeye devam ediyoruz. Globalleşen dünya masallarıyla öyle bir kültür empoze ediliyor ki tüketemeden duramıyoruz. Her şeyi tüketmeye endekslemişiz. Dilimizi tüketiyoruz, örfümüzü tüketiyoruz, ahlakımızı tüketiyoruz, eleştiriyi dahi tüketiyoruz. Böyle bir ortamda otomatik olarak inancımızı da tüket-
Ağustos’14 • 7
KARANTİNA
meye başlıyoruz. Çünkü hayatımızı inandığımız değerler değil insanoğlunu eliyle oluşturulan endüstriler belirliyor. Din anlatan hocalar televizyonlarda ramazan ayında yapacakları program karşılığında altı yüz bin dört yüz bin iki yüz bin lira gibi miktarlarda para kazanacaklarmış. Günlerdir bunun haklı eleştirisi yapılıyor sosyal alemde. Altı yüz bin lira kazanan bir hoca tele ekranlarda 891 lira aylık alan asgari ücretliye şükretmeyi öğretecek deniliyor. Evet komik gelecek ama aynen durum böyle. Sahte, ciddiyetsiz, vahiyden uzak, menkıbelere dayalı popüler bir din anlatacaklar. Arka fonda gül, stüdyoda yanık bir ses araya girecek bir ilahi patlatacak, teyzeleri amcaları hüngür hüngür ağlatacaklar. Reklamlardan hemen sonra tekrar ekranlarda olacaklar. Ücretlerini reytingleri belirleyecek. Çünkü sermaye daha çok izlenen programa reklamını yani parasını verir. Bu Ramazan’da meydanlarda belediye yine sahnesini kuracak, mehteranlar konserini verecek, karagöz meddah oynatılacak, pamuk şeker dağıtılacak. Başkanlar uzun uzun nutuk çekecekler. Herkes komşusunu masasında ağırlayacak. Zenginler lüks otellerde iftar partileri düzenleyecek. İki yüz liralık menülerde etler löp löp götürülürken fakir fukara evinde kalan onbir ayda ne yiyorsa ramazanda da aynısını yiyecek. Siyasilerin iftar sonrası nutuklarını dinleyeceğiz. Şatafatlı iftar sofralarında bürokratik dostlar bir 8 • Ağustos’14
araya gelecek. Kur’an okununca diyaloglar kesilecek, vahye kulak verilecek fakat pek bir şey anlaşılmayacak. Bu ramazanda Müslümanların içe dönük hayatın merkezindeki meseleleri hatırlanmayacak. Kredi borcuna saplanmış Müslümanların hali tartışmaya açılmayacak. İstanbul’da giderek bozulan kent yapısından kimse rahatsız olmayacak. Çalışma şartları çok kötü olan komşusunun derdiyle kimse dertlenmeyecek. GDO’lu gıdalarla iftar yaptığını kimse bilmeyecek. Fakat iftarı on dakika erken mi yoksa geç mi açtığımızı her gün tartışacağız. Tele ekranlarda bunu gündem edeceğiz. Gazetelerde oruç tutmadığı için dayak yiyen çocuk haberleri okuyacağız. Yani bu ay öyle aman aman bir tefekkür ayı olarak geçmeyecek bu ay. Eğlence ve magazin ayına dönüştürülüp endüstrilerin oluşturduğu popüler gündemlerle zihinlerimiz iğdiş edilecek. Kendimizden geçeceğiz, kendimizden kaçacağız. Özümüzden fıtratımızdan biraz daha uzaklaşacağız. Eğlencelerde sanat musikisi ile hep beraber dostlarımızla raks edeceğiz. Veya pop müzikle sektörel tabirle eğlencenin doruğuna varacağız. Bu mu yani? Geri kalan on bir ayda da zaten bunu yapıyoruz. Peki bu ramazan ayı bizi geri kalan on bir aya hazırlamıyorsa bu ayın ne manası var. Tutulan oruçlar, kılınan namazlar sorumluluk bilincini geliştirmiyor ve insanoğluna kardeşinin derdiyle dertlenme sorumluluğunu hatırlatmı-
KARANTİNA yorsa bu ay hangi dinin mübarek ayı olmuş oluyor? Pop-İslam dininin mübarek ayı olmuş oluyor. Din endüstrisinin mübarek ayı olmuş oluyor. Daha fazla tükettirmek için bezirgânlık yapanların ayı olmuş oluyor. Peki ne yapabiliriz vahyin daha iyi anlaşılması için. Bu Pop-İslam dininin oluşturduğu tahribata karşı neler ortaya koyabiliriz. Öyle ya bir tezimiz olmalı değil mi? Öncelikle televizyonlarımızın kumandasının off tuşuna basarak din şovu yapılan programları kapatacağız. İnternet kullanımını azaltacağız. Erken yatıp, sahura kalkacağız ve sahurda ailemizle birlikte muhabbet edeceğiz. Çevremizde arkadaşlarımızla halkalar oluşturup Kur’an mesajını anlamak için gösterdiğimiz çabayı artıracağız. Medya kanalıyla empoze edilen güncel siyaset ve politikadan olabildiğince uzak kalacağız. Ezilen insanların sosyal yaşamda karşı karşıya kaldığı sıkıntıları araştıracağız. Onlarla ilkesel değerlerle çatışmadan nasıl dayanışma yoluna gidilebileceğinin tartışılacağı dost meclisleri kuracağız. Bunun dinin gariplere indirilmiş bir din olduğu gerçeğini tekrar hatırlayacağız. Sokaklara çıkacağız. Parklarda, bahçelerde olacağız. Kendimizi sıcak havalarda dört duvar arasına sıkıştırmayacağız. Benim “kent iftarları” diye bir fikrim var mesela. Müslümanların yaşamlarında karşılaştığı sıkıntılı durumları konuşacağı iftarlar bunlar. Her şehrin en güzel parkında. Önce hep beraber iftar edilecek. Sonra cemaat ile akşam namazı kılınacak. Sonra sıkıntı görülen bir mesele konu ile ilgilenen kişilerce tartışılacak. İftara katılanlar konuyla ilgili görüşlerini beyan edecekler. Fikir sahibi olacaklar. Konuyla ilgili muhtevaya uygun şiirler okunacak. Okuma notları paylaşılacak. Yatsı namazını hep beraber kılıp evlerimize dağılacağız. Örneğin bir önceki sayıda işlediğimiz “taşeron” meselesini saraçhane parkında bu şekilde işleyip değerlendirebiliriz. Velhasıl bu ayda bizleri özümüzden fıtratımızdan uzaklaştıracak her türlü iş eylem ve araçtan olabildiğince kaçmalıyız. Özümüze
ve fıtratımıza dönmemizi sağlayacak girişimleri destekleyip bu girişimlerde aktif birer rol almaya çalışmalıyız. Kitle İletişim Araçlarının zihinlerimizi kontrol edip bizim eylemlerimizi belli noktalara kanalize etme girişimine karşı en güçlü direnci göstererek pasif bir direnişe geçmeliyiz. Ramazan sonrası on bir ay için Ramazan’ı bir hazırlık dönemi olarak görmeli ve daha düzgün ve güzel yaşamın bir önizlemesini bu ay gerçekleştirmeye çalışmalıyız. Ben Türkiye’de olmayacağım Ramazan ayında. Bayrampaşa Belediyesi Bereket organizasyonu ile Balkanlar’da İslam toplumu ile kucaklaşmaya gidiyorum. Orada bol bol not tutup sonraki sayılarımızda farklı diyarlarda yaşanan ramazanların notlarını sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Ümmet olmayı hatırladığımız, vahiyle kucaklaştığımız, Pop-İslam’dan olabildiğince kaçtığımız güzel bir Ramazan geçirmeyi diliyorum. İnsanı önünden ve ardından takip eden melekler vardır. Allah’ın emriyle onu korurlar. Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe
Allah
onların
durumunu
değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur. |Rad-11 Ağustos’14 • 9
KARANTİNA
Kulluk Merceği
Ramazan Yusuf Talha AVCI
R
ecep ve Şabanı mübarek tarif, “ancak uygun diyet listesiyBizlere düşen görev, kılan ve bizi Ramazana le, ramazan kazasız belasız geçigenç nesillerimize ulaştıran Rabbimize hamd edirilebilir. Aman dikkat haa!” soyoruz. Bu buluşmanın hamd nucunu doğurmaktadır. Mesela ramazanın anlamını edilecek bir sonuç olması şüpiftarda midemizi bozabilecek ulaştırmayı medyanın hesiz onun manasını idrak etyemek çeşitlerinden daha fazla popüler anlayışına meyi gerekli kılar. Özellikle de imanımızı bozacak tehlikelerden teslim etmemektir. yumuşak din anlayışının ürünü bahsetmek gerekir ramazanda. İftarlarımızda evimizin olarak sırf diyetlerle anılan bir Aksi, istikamet sapması olacaktır ay olarak takdim edilen ramakapılarını komşularımıza, ki; yolcular hedefledikleri menzan anlayışı bu çabayı daha zile asla ulaşamayacaktır. akrabalarımıza, da önemli kılmaktadır. Hz. Oruç sayesinde yoksulların dostlarımıza açarak Peygamber(as)’in “Oruç tutan halini daha iyi anlamak tabii ki aslında onlara gönül öyle insanlar vardır ki, kârları mümkün olsa da manayı tek bu kapılarımızı açmaktır. sadece açlık ve susuzluk çekmaddeye indirgemek de doğru mektir” buyurmuş olması da değildir. Nitekim bu haliyle oruç, Ramazan ayının ve de Oruç ibaevvela Müslümanların maddi dudetinin üzerinde daha fazla düşünrumları daha iyi olanlarına yönelmiş meyi gerektirir. bir ibadet halini alır. Ancak oruçtan tüm MüslüÖyle ki hangi yemekten kaç kaşık, hangi tat- manlar olarak çıkaracağımız dersler bulunuyor. lıdan kaç dilim yersek, ramazan ayından istifade Burada biz Müslümanların gözden kaçırmaması etmiş oluruz anlayışına dönüştürülen bir ibadet gereken husus, gidip parayla aldığımız yemekledeğildir oruç. Bu haliyle Hz. Peygamber(as)’in re, Allah’ın meşru kıldığı şekilde karı-koca olan “Oruç tut, Sıhhat bul” sözüyle çelişen bir rama- eşlere dair, bizim dışımızda bir otorite olarak zan ayı da tezahür etmiş olmaktadır. Çünkü bu Allah’ın özel ulaşılabilirlik şartları koyduğudur. 10 • Ağustos’14
KARANTİNA Öyle ya, kimsenin bizi dolabımızda olan yemeği yemekten, eşlerin birbirleriyle yakınlaşmasından men etmeye hakkı yokken, buna kalkışana “sana ne?” derken, Allah buna müdahil olmuştur ramazan ayında. Yani aslında “elimizdedir, bizimdir” dediğimiz nimetlerin asıl sahibinin Allah olduğunu hatırlarız ramazanda. Bu açıdan orun içerisindeki tevhid vurgusu şiddetle karşımıza çıkar. Ülkemizde 23 Nisan da Devlet erkanı koltuklarını belli süreliğine çocuklara devrederler. Yani bir günlük, temsili, sonradan kayboluveren bir makamdır bu. “On bir ayın sultanı” olan Ramazan ayının sultanlığı ise bu temsildeki gibi bir aya mahsus, diğer on bir ayda hükmü ortadan kalkan bir sultanlık değildir. Ramazanı, içerisinde Kur’an’ın indirilmeye başlanmasından dolayı “Kur’an Ayı” olarak da tanımlayabildiğimiz malumdur. Nasıl ki inen bu Kur’an mümin için asla belli bir saatlik-günlük değil de tüm bir ömür için geçerli olacak kaideler barındırıyorsa; ramazan ayı atmosferi dediğimiz ortam bir mümin için yılın geri kalanında da özlenen, hedeflenen bir ortamdır. Yani mümin tabiri caizse, ramazan ayı güneşli açık geçen, diğer ayları ise kara bulutlu yağışlı fırtınalı geçen insan olarak tanımlanamaz. Ramazan ayında dikkat ettiğimiz günah-sevap çizgileri, edinmeye çalıştığımız güzel hasletler ramazan sonrasında unutulup gitmemelidir. Bu ay, “otuz günü geçir kurtul” mantığına bürünmüş bir paket ibadet halini almamalı, ramazanda farklı bir hayat tarzı ramazandan sonra farklı bir hayat tarzı anlayışı meşrulaşmamalıdır. Burada eleştirdiğimiz asla ramazan ayında biz Müslümanların Rabbimize yönelişinde bir yoğunlaşma olması değildir. Rabbimiz günde beş defa vakit namazlarıyla, haftada bir defa Cuma
namazıyla, ömürde bir defa hac ile dağılan bizleri toplamaktaysa; yine Ramazan ayı ile de yılda bir defa safları seyrekleşen, dağılan bizleri toplamaktadır. Tıpkı bir mercek gibi. Güneşin altındaki mercek, kıvılcımı çakacak enerjiyi kendi bünyesinden üretmez. Bu enerjiyi ortaya çıkaran şey, merceğin dağınık olan ışınları bir noktaya odaklamasıdır. İşte ramazan ayı da bizim arası açılan, dağılan kulluğumuzu, ibadetlerimizi, bilincimizi toplamaktadır. Bizi hedefimize odaklamaktadır. Bize, bizi ve de Rabbimizi hatırlatmaktadır. Bizi toplaması gereken Ramazan ayında, bünyemizde bulunan saydığımız ve eklenebilecek farklı idrak kaymaları sebebiyle ne kadar toplanabildiğimizi,
odaklanabildiğimizi
düşünmeliyiz. Bu ramazanda üç genci bahane eden İsrail, Gazze’de nice kardeşlerimizi bombalamakta, Doğu Türkistan’da kardeşlerimizin oruç tutmaları Çin zulmüyle
yasaklanmaktadır.
Suriye, Mısır, Irak ve nice coğrafyada da kardeşlerimiz zulüm altında inlemektedir. Bu ümmetin alimleri, önderleri bu kanların ramazan ayında bari akmaması adına bir şey yapamayacak konumda mıdırlar? Bu kadar mı dağıldık? Bizlere düşen görev, genç nesillerimize ramazanın anlamını ulaştırmayı medyanın popüler anlayışına teslim etmemektir. İftarlarımızda evimizin kapılarını komşularımıza, akrabalarımıza, dostlarımıza açarak aslında onlara gönül kapılarımızı açmaktır. Bu ayı, kendisine büyük anlam katan Kur’an ile hemhal olarak geçirmektir. Yardım ellerimizi ve gönüllerimizi kardeşlerimize, ümmete açmaktır. Selametle… “Dağıldık, topla bizi ya Rabbi!” Ağustos’14 • 11
KARANTİNA
Zamanın Başlangıcı
Ramazan Fatih YAVUZ
Beykent Üni. İngiliz Dili ve Uluslararası İlişkiler (Mezun)
R
amazan ayındayız… Diğer aylarla karşılaştırıldığında, bu mübarek ay içinde barındırmış olduğu özel bir ibadetle Müslümanlar için oldukça sevilen, üzerine çokça tefekkür ettiren bir dönem. Ramazan ayı biz gençlerin dahi, çocukluk döneminde hatırladıkları en güzel anların başlarında geliyor. Kalabalık sofralarda iftar telaşesi, pide kuyrukları, aile fertlerinin, misafirlerin sofra başında hep beraber tek bir sese odaklandıkları anlar akılda canlanıyor. Kaybedilmiş aile fertlerinin, dostların sofra başında akla gelmesi buruk bir his bırakıyor. Ancak, Ramazan Ayı’nın bu kadar görünür güzelliklerinin yanında fark
12 • Ağustos’14
edemediğimiz bize ibadet etmemiz yanında sunduğu toplumsal dayanışma, eşitlik, yaratanı hatırlatma, asıl otoriteyi gösterme gibi manevi dünyamıza kattıklarını pek fazla dile getirmeyiz. ‘’İnsanoğlunun işlediği her hayır ve ibadette kendisi için bir haz ve menfaat düşüncesi vardır. Fakat oruç böyle değildir. Oruç sırf Benim rızam için yapılan bir ibadettir. Onun mükâfatını da Ben veririm.” Unutkan olan insanoğlu, dünya meşgalesi sebebiyle yaratanı Allah (c.c)’ı hayatının her anında hatırlamakta gafil bulunuyor. Attığı her adımda, oturduğu, kalktığı, geçirdiği her zamanda onu tefekkürden uzak kalabiliyor.
KARANTİNA Daha önce de denildiği gibi, insanoğlunun rekir. Oruçlu bir toplum ve oruçlu bireyler tek ömrünün bir bölümü adeta zamanın başlangıcı ve yegâne otoriteye boyun eğmiştir. İşte bu gibi. Ramazan ayı zamanın başlangıcı gibi… Ter- yüzden bu bir toplumsal devrimdir. İslam’ı yabiye olan nefsin hayata atılması gibi… Allah’tan şamanın, takvanın ve takvalı yaşamaya alışbaşka hiçbir otorite, insanoğluna nefsinin istedi- manın hazırlığını gözler önüne serer adeta. ğini yapmasını yasaklayamaz. Hayati ihtiyaçların Nelere ve nerelere maalesef diyorsak hep orabelirli zamanlarda karşılanmaması insana o açlarda eksiğiz. Maalesef, Filistin’de Arakan’da, lığın ve günahlardan kaçınmanın yalnızca Allah Doğu Türkistan’da, Mısır’da, Suriye’de, açlığın için olabileceğini hatırlatan bu ayın öneminin bir bölümünü de burada aramakta fayda var. zulmün yaşandığı duymadığımız mahallerde, Tarihten örnekle, bir düşünce yolculuğuna çıka- evlerde, maaleseflerimiz var. Nebevi yöntemi uygulamanın, toplum inşasınlım… Aksak Timur (Timurdaki en doğru yöntem olduğu lenk) Cengiz Yasalarının en sıkı takipçisi sayılır. bilinen çevreler dahi, bu maTarihte, Yıldırım Beyazid’i alesefleri yüreğinde taşıyor. Cihat yüreklerde başlar mağlup etmesi ile bilinse Annesinin isteği ile ekmek aldersek boyumuzu aşan de Cengiz Yasaları- batıl maya üşenen, ama Mısır için olması hasebiyle- sınırkelimeler mi sarf etmiş sokağa çıkan çocuk, ailesini, lıdır ve aşılabilir. Ancak, oluruz? Sonra anne akrabalarını ziyaret etmeden Allah’ın koyduğu kurallar, meydanlara çıkan biz gençler, baba, akraba ilişkisi insan aklının ötesinde, sabahlara kadar vatan kurtaile devam eder, komşu insana ölene kadar yaşarıp sabah namazını kılmayan yabileceği ve takip etmek ve mahalle ile gelişim ağabeylerimiz, bu maalesefleisteyeceği bir sonsuzluk kazanır dersek yanlış rin kaynağı. Cihat yüreklerde veriyor. İlmin ve tefekkümı konuşmuş oluruz? O başlar dersek boyumuzu aşan rün zirvesine ulaşmak ne halde, Ramazan’a binaen kelimeler mi sarf etmiş olukadar mümkün? Bugün o zirve ne kadar anlatılabicihadımızı en layık olan ruz? Sonra anne baba, akraba lir? İşte Kur’an’ın mucizeilişkisi ile devam eder, komşu şekli ile yerine getirme sini bir de bu alanda arave mahalle ile gelişim kazanır vaktidir. yalım. Ölene kadar okunsa dersek yanlış mı konuşmuş da hikmetinden nasibin oluruz? O halde, Ramazan’a bitmeyeceği bir kaynak… binaen cihadımızı en layık Her şeyine vakıf olaolan şekli ile yerine getirme vaktidir. Bu dömayacağın bir tefekkür dünyasının temellerinin atıldığı ve inşa edildiği tükenmez kaynak… neme en büyük damga vuran eylem belki de Ölümsüz olmayan insanın, hayatı için sonsuz te- salonda anne baba ile geçirilen vakit, paylafekküre daldığı alandır Kur’an ile bütünleştiği an… şılan anılardır. Mısır’ı kurtarmak için vakit saBirey ve toplum ilişkisini de anlamanın en hur vaktidir. Filistin için vakit iftar vaktidir. Sulh müslümanca zamanlarını yaşatır bu ay. Unu- için adalet için vakit anne baba rızası vaktidir. tulan akrabalık ve komşuluk ilişkisi adeta tek- Kendime not: Siz, insanlara iyiliği emrederken, rardan canlanır. Kolayca girişilen kavgalar, en kendinizi unutuyor musunuz? Oysa siz kitaazından oruçlu olunduğu için terk edilir. İşte bı okuyorsunuz. Yine de akıllanmayacak mısıbu yüzden zamanı ramazan ile başlatmak ge- nız? (Bakara/44) Ağustos’14 • 13
KARANTİNA
MÜBAREK OLSUN! M.Semih ÖZDEMİR İstanbul Üni. Tarih Bölümü 4.Sınıf
Ö
mür su gibi akıp gidiyor ellerimizden, birçok hatırayı, eşi, dostu geride bırakarak. Her geçen gün özlemlerimiz artıyor yitirdiklerimize. Ramazanları özlüyoruz o eski ramazanları. Komşuluğun, dostluğun, kardeşliğin daha çok yaşanıldığı, ramazanın manevi atmosferinin daha çok hissedildiği o eski ramazanları özlüyoruz. Ramazanın sıradanlaşmasından korkarak farklı olan, sıradan olmayan ramazanları özlüyoruz. Özlem bu ya sadece ramazanla sınırlı değil, Hakk’a uğurladıklarımızı hayır dualarımızla özlüyoruz. Kısacası her geçen ramazan bir öncekileri özlüyoruz. Bu özlem öyle sıradan bir özlem değil her yönüyle hasret duyulan bir durum. Artık komşuluk ilişkilerinin kalmadığı hayatımızda “komşusu açken tok yatan bizden değildir” hadisinde ifade edilen komşuluk anlayışına hasretiz. Kapımızın önünde, sokakta, caddede aç ve açıkta yaşayanların olduğu dünyada onları o hayatlar14 • Ağustos’14
dan çekip çıkarmaya onlara dost ve kardeş olmaya hasretiz. Annemize babamıza saygıyla sevgiyle muhabbetle yaklaşmaya, çocuklarımızla, eşlerimizle merhametle, sabırla ve sevgiyle yaşamaya hasretiz. Varlık içerisinde azmamaya, yokluk içerisinde isyan etmemeye hasretiz. Yalanlardan uzak durmaya, doğruluklarda sabit olmaya hasretiz. Ümmet olarak birlikte beraber olmaya hasretiz. Kısacası bir ramazan daha sonsuz hasretler içerisindeyiz. Bizler rahat evimizde, başımıza bombalar yağmadan yakınlarımız şehit olmadan geçiriyoruz bu ramazanı. Çok uzakta değil hemen yanı başımız diye ifade edebileceğimiz coğrafyalarda her an Müslümanların üzerine bombalar, mermiler yağıyor. Zalim ramazan, oruç, iftar dinlemiyor. Ölüm kusmaya devam ediyor kardeşlerimizin üzerine. Bu zulüm altında kardeşlerimizin Müslümana yaraşır imanlı, onurlu mücadeleleri
KARANTİNA Zalim; ramazan, oruç, iftar dinlemiyor. Ölüm kusmaya devam ediyor kardeşlerimizin üzerine. Bu zulüm altında kardeşlerimizin Müslümana yaraşır imanlı, onurlu mücadeleleri bizlere ders oluyor. Rahatın içerisinde yaz sıcağında kendinden geçen biz Müslümanlar acaba nasıl hesap verecek mahşer gününde?
bizlere ders oluyor. Rahatın içerisinde yaz sıcağında kendinden geçen biz Müslümanlar acaba nasıl hesap verecek mahşer gününde? Bizlerde Müslümanız Suriye’de Gazze’de Irak’ta Arakan’da Afrika’da Doğu Türkistan’da ve diğer zulüm altında olan kardeşlerimizde Müslüman. Ama onlar her gün ölüyor, her gün mücadele ediyor, her gün imanlarını tazeliyor. Bizler ise daha kardeşlerimizin yanında durmayı adam akıllı beceremiyoruz. Her geçen gün daha duyarsız daha umursamaz oluyoruz. İşte bu yüzden birçok şeye hasret duyduğumuzu söylüyoruz. Zulüm altındaki kardeşlerimizin yanında olmaya, onlara elimizden gelen yardımı yapmaya özlem duyduğumuzu ifade ediyoruz. Duyarlı olmayı, sorumlu olmayı kısacası bir Müslümanın olması gerektiği gibi olmayı özlediğimizi ifade ediyoruz.
vermeye devam ediyorlar. Tabii ki kardeşlerimiz
2014 ramazanını da şüphesiz bu özlemlerle geride bırakıyoruz. Ne mutlu heybesini salih amellerle dolduranlara. Ne acı ki bu mübarek ayı bir kurtuluş vesilesi olarak görmeyip kendisini düzeltmek için mücadele etmeyenlere. Bu ramazan da bizlere birçok ders vererek sona eriyor. Çeşitli coğrafyalarda zulüm altındaki kardeşlerimiz bizlere sabrın, mücadelenin, sağlam imanın dersini verdiler ve vermeye devam ediyorlar. Onlar bizlere her an hiç bir şeyin kendilerini Hakk yoldan döndürmeyeceğini gösteriyorlar. Bizlere Müslüman nasıl olunurun dersini hiç bıkmadan
olacaklarken bizlerin rahat bir bayram geçirmesi
bu örneklikleri yaşarlarken bunları ancak gerçekten hakikati görebilen gözler algılayacaktır. İnşallah tüm Müslümanlar hakikatleri görebilecek basirete sahip olurlar. İnşallah bir daha ki ramazan bu özlemlerimiz dinmiş bir şekilde tekrardan buluşmuş oluruz. Rabbimiz zulüm altındaki tüm kardeşlerimize yardım etsin, onlara güç, kuvvet ve sabır nasip eylesin. Bu ramazan ve bayram zulüm altındaki kardeşlerimizin zaferine vesile olur inşallah. Tüm kardeşlerimizin Ramazan ayı mübarek olsun. İnşallah Ramazan bayramı özlemlerimizi gidermek için ilk vesile olur. Hiç şüphesiz sorumluluğumuz çok büyük. Ramazanı kan ve gözyaşı içerisinde geçiren kardeşlerimiz bayramda
da
aynı
durumun
içerisinde
mümkün olmasa gerek. Kardeşlerimizin hallerini düşünerek, Müslümanlar olarak yerine getirmemiz gereken sorumluluklarımızın tekrardan farkına vararak bu yolda yürüyüşümüze devam etmeliyiz. Adaletli olmayı, yardım sever olmayı, saygılı ve merhametli olmayı başarabilirsek bu uzun yolculukta önemli bir adım atmış oluruz. Allah cümlemizin Ramazan ayını ve Bayramını mübarek kılsın, selam ve dua ile Allah’a emanet olunuz. Ağustos’14 • 15
ATÖLYE
FİTNE KUŞATMASI ALTINDAYIZ Ali Tarık PARLAKIŞIK
İ
sterdim ki fesleğenin ne güzel koktuğunu anlatayım. Çiylenmiş gülün ne kadar güzel göründüğünü anlatayım. Ya da bir ilkokul öğrencisinin, sınıfındaki kıza âşık olduğunda, papatyayı “seviyor sevmiyor” diye yolarken ki tatlı ve komik ruh halini anlatayım. Ya da çeşitli engelleri aşıp birbirine kavuşan iki yavuklunun hikâyesini anlatayım. Ama hayır! Bütün bunları anlatıp keyfimizin yerinde olmasını sağlamayacağım! Hatta meseleyi daha da ileriye götüreyim; bu yazıyı okuduktan sonra muhtemelen kin dolacaksınız. İslam Coğrafyasını kana bulayanlara karşı bir intikam hissiyle çıldırıp, elinizde ki mecmuayı bir kenara fırlatıp galiz galiz çığlığı basacaksınız. Çünkü nefsinizi hoş eden meselelerden bahsetmeyeceğim. Fikri herhangi bir meseleden de bahsetmeyeceğim. Keyfimizi kaçıracağım. İslam Coğrafyası üzerinde planlar yapanlara yönelik kin, intikam ve nefret duygularımızı karşılıklı paylaşacağız. ***
16 • Ağustos’14
Önce birkaç meseleden maddeler halinde bahsedelim; • Birkaç ay evvel İHH’nın, Suriye’ye götürdüğü yardım tırları durduruldu. (Ki, yardım tırlarının durdurulmasını sağlayanların, ihbar edenlerin kimler olduğu, dikkatli bir nazar sonucunda malum.) • Akabinde İHH’ya “El-Kaide operasyonu” yapıldı. • Suriye’de halkın kıyamını belli mihraklar hep baltalamaya çalıştılar. • Suriye halkının direnişini kirleten, IŞİD’in Suriye’de yaptıkları malum. • Lice protestoları cereyan ederken, Kürt bir genç tarafından ay-yıldızlı bayrak sökülüp, yere atılıyor. Görünen bu. (Farklı sebeplerden ötürü “Türk Bayrağı” denilen ay-yıldızlı bayrağa mesafeli olanlar olabilir. Bizim şahsi reyimiz mezkûr bayrak tarihi olarak çok eski bir bayraktır ve Müslümanların mezkûr bayrakla bir geçmişleri vardır. Ucuzcular gibi reddedemeyiz. Ret tavrı yapılacaksa eğer ilkesel/akidevi bir tavır gerekir. İlkesel/akidevi tavır bahis mevzu olacaksa tartışılabilir/tartışabiliriz.)
ATÖLYE
Irak’ta ki aşiretler ayaklandığında, bir iki saat sonra IŞİD Musul’a doğru yola çıktı. Ve gayet teçhizatlı Irak ordusunun bölgede ki askerlerine, Maliki bölgeden çıkmalarını salık verdi. Ve askerler de üniformalarını dahi bırakıp çıktılar. (Irak ordusunun askeri strateji gibi alanlarda zayıf olduğu yönünde fikirler beyan edildi. Ancak dikkat edilirse biz burada Irak ordusunun askeri teçhizatından söz ediyoruz.)
• Irak’ta Maliki liderliğinde ki iktidar, Şii olarak biliniyor. Doğrudur da. Irak’taki iktidarın ABD ve Batı’ya bağlı olduğu da malum. Irak’ta ki Şii otorite Ayetullah Sistani’nin birkaç sene evvel, ABD’den “ABD aleyhine fetva vermemek” şartıyla yüklü bir miktar para aldığı da malum. • Irak’ta umumi olarak Türkmen, Kürt ve Arap aşiretlerinin neredeyse tamamı Sünni olarak biliniyor. Doğrudur da. Sünni aşiretlerin içinde elle tutulur bir oranda Nakşibendi nüfuzu olduğu biliniyor. Ayrıca hususi olarak Arap aşiretlerinin içinde, Saddam taraftarı bir nüfuzun olduğu da malum. • İşbu, Irak’ta ki Türkmen, Kürt ve Arap aşiretlerinin, Maliki iktidarıyla aralarında iyi bir ilişkinin olmadığı da malum. • Irak’ta ki aşiretler ayaklandığında, bir iki saat sonra IŞİD Musul’a doğru yola çıktı. Ve gayet teçhizatlı Irak ordusunun bölgede ki askerlerine, Maliki bölgeden çıkmalarını salık verdi. Ve askerler de üniformalarını dahi bırakıp çıktılar. (Irak ordusunun askeri strateji gibi alanlarda zayıf olduğu yönünde fikirler beyan edildi. Ancak
dikkat edilirse biz burada Irak ordusunun askeri teçhizatından söz ediyoruz.) • Bağcılar’da, İsmail Ağa Cemaati’ne bağlı birisi sakalından ötürü, PKK yandaşları tarafından tartaklandı. • Maliki daha soluklanmadan, IŞİD Musul’a girdikten sonra anında açıklama yaparak ABD’nin BM’nin, Irak’a gelmesini istemişti/dilemişti. • Akabinde, Maliki mecliste olağan üstü hal ilan edilmesi için ısrarlı olarak baskı yapmıştı. Olağan üstü hal ilan edilseydi, Maliki tek başına iktidar olmanın yolunu açacaktı. Ve Maliki, hükümeti tek başına kurabilecekti. *** Lice protestoları devam ederken, bayrak indirilip yere atıldı. Bunun akabinde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, çok sert açıklamalarda bulundu. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da, sert açıklamalarda bulundu. HDP milletvekillerinden oluşan bir grup, arkalarında Abdullah Öcalan’ın resimleriyle basın açıklaması yaptılar ve mezkûr olay ile ilgili olarak “provokasyon” dediler. “Biz kimsenin deAğustos’14 • 17
ATÖLYE
ğerlerine saldırmayız, saygısızlık etmeyiz ama biz de kendi değerlerimize saygı bekleriz.” şeklinde açıklama yaptılar. Ertesi gün Ülkücüler, birçok ilde “bayrağa saygı” nümayişleri düzenlediler ve neredeyse tamamında olaylar çıktı. “Kürt Meselesi” ulusalcı-seküler Kemalizm’in Türkiye’ye bir getirisidir. Türkiye’nin sırtına bindirilmiş bir sorundur. Dikkat edildiyse tırnak işareti içerisinde yazdık, Kürt Meselesini. İnsana akide temelli bir telakki veren İslam Dini sayesinde, Anadolu’da Kürtler ve Türkler arasında, tarihte bu şekilde herhangi bir mesele teşkil etmemiştir. Mamafih, ayrıntılarına girmeden devam edersek; bu meselenin (her iki taraf içinde geçerli olarak) taşıyıcıları ve kaşıyıcıları da, düzünden veya tersinden “Kürt Meselesini/Sorunu”nu devam ettirenler arasındadırlar. AK Parti iktidarı döneminde mezkûr mesele ile ilgili bir takım çalışmalar yapıldı. Bu meselenin hem güdücüleri hem de muarızları, her an ve her şartta “Kürt Meselesi” ile ilgili müspet çalışmaların ve icraatların yapılmaması için gayretkeşliklerini sürdürdüler. Muhtemeldir ki, sürdürmeye de devam edecekler. Çünkü güdücüler ve muarızlar için getirilerin ve kazanımların, halkların duygularının hiçbir ehemmiyeti yoktur. Yani mezkûr meselede, gelindiği ölçüde, kazanımların/getirilerin/ iyileşmelerin ve bunların tüm süreçlerinin önü kesilmek isteniyor. *** Arap Baharı sürecinde, Suriye halkı da ayaklanmıştı. Esed’in başını çektiği cunta yönetimine, Suriye halkı nümayişler merkezli olarak protestoları başlatmıştı. Esed’in başını çektiği cunta yönetimi, halkın bu haklı protestolarına katliamlarla karşılık 18 • Ağustos’14
verdi. Ve Suriye ülkesi ve halkı, Özgür Suriye Ordusu ve Hür Subaylar gibi oluşumları doğurdu. Sonradan El-Kaide’nin Suriye kolu olan Nusret Cephesi kuruldu. Nusret Cephesi’nin Suriye’de ki çalışmaları, icraatları diğer ülkelerde ki “selefi” gruplar gibi değildi. Nusret Cephesi, Suriye’de ekmek fırını açıp halka bedava ekmek dağıttı. Ve benzeri bir dizi müspet icraatlar gerçekleştirdiler. Muhammed el-Colani liderliğinde ki Nusret Cephesi ile ilgili reyimiz o günde bu günde aynı; Nusret Cephesi, Suriye’de herhangi bir aşırı icraatın peşinde olmadı. Lakin El-Kaide’nin Suriye’de ki kolu. Haber merkezlerinde Nusret Cephesi’ne dair menfi herhangi bir haber geçmedi bu güne kadar. Ama El-Kaide’ye bağlı olması, düşündürücü veya tereddüt ettirici olmuştur. (Yani tabiri caizse, biraz pragmatist ve biraz da yaşanılan zamana yönelik bir nazar belki de.) Nusret Cephesi’nin diğer ülkelerde ki “selefi” gruplara göre Suriye’de itidalli olması, jeo-politik ve jeo-stratejik olarak daha Suriyeli olmaları, sebeplerin en başlarında sayılabilir. Yani Afganistan’da ki El-Kaide ve benzeri oluşumlar jeo-politik, jeo-stratejik buudlardan Afganistanlı olmamakla birlikte bu oluşumlara başka ülkelerden katılanlar da, Afganistanlı olanlardan daha çok. Nusret Cephesi umumi olarak kurucu kadroları Suriyeli ve müntesiplerinin içinde Suriyeli olanlar da yadsınamayacak oranda. El-Kaide’nin ve El-Kaide’ye bağlı gruplar arasında yapılan aşırılıklar kesinlikle tasvip edilemeyecek meselelerdir. Biraz daha irdeleyelim meseleyi… Abdullah Azzam, Afganistan’da 1980’lerde elHidamet Mektebini kurdu. Amacı, Orta Doğu’dan Afganistan’a, Sovyetlerle savaşmak için gelen, Arapların durumlarını rahatlatmak için kurdu. 1989’da Abdullah Azzam şehid edildikten sonra, mektebin başına öğrencisi Usame b. Ladin geçti. Bin Ladin mektebi değiştirerek “El-Kaide’tül Cihad”a dönüştürdü. Aşikâr ki bu dönüşüm yapısal manada bir dönüşümdü. El-Kaide zaman içinde geldiği nokta belli. Gerek direkt katılımlarla, gerek yayılmalarla, gerek “cephe” tarzı çalışma ile şu anda bulunduğu noktaya geldi. Yani Afganistan’da El-Kaide ve El-Kaide’ye bağlı gruplara, çeşitli zamanlarda, çeşitli coğrafyalardan ve çeşitli gruplardan askerlerin direkt katılmaları, Afganistan’ın dışına ilh. yayılmalarla
ATÖLYE ‘yeni grupların’ oluşturulması ve herhangi bir belde de, bir grup Afganistan’a biat ettikten sonra artık El-Kaide’nin bir kolu-cephesi olarak çalışır; kısaca El-Kaide’nin geldiği nokta bu şekilde işaret edilebilir. İşte bu noktada misal olarak Nijerya’da (Boko Haram gibi) herhangi bir kolun-cephenin yaptığı icraatlarda, aşırılıklarda Afganistan’ın uyarmasını ve çıkarmasını müşahede edemedik. (Gazeteci Seyid Saleem Şahzad’ın bildirdiğine göre, El-Kaide’nin İran’la işbirliği yapacağı sırada, Ebu Musab el-Zerkavi’nin Irak’ta Şiileri hedef alması, El-Kaide’nin tasvip edemeyeceği bir durumdu ve el-Kaide, Zerkavi’den kurutulma çabaları aramıştı. Ama yine de El-Kaide’nin bu manada “aşırılıklara” tavır aldığını ve bunun üzerinde basa basa durarak titrediklerine şahit olmadık. En azından dışarıya bunun yansıması, telakkilerine de nispet içerisinde ne kadar göründü; o ayrı bir mesele.) Neticede haksız yere kan dökmek affedilebilecek bir durum değildir. Dolayısıyla tasvip edilsin (Özgür Suriye Ordusu, İslami Cephe gibi) veya tasvip edilmesin (IŞİD gibi) bütün gruplara nazarımız bu şekildedir. Bu şekilde olması gerekiyor. IŞİD meselesine gelince… El-Kaide ile ilgili aktarılan bu bilgiler esasında IŞİD meselesine girebilmek içindi. Bir takım teorik bilgileri zikretmeseydik IŞİD meselesinin anlaşılması güç bir mesele haline gelebilirdi. IŞİD ile ilgili olarak önce, şahsi reyimizi beyan edelim; ismini ilk kez birkaç ay önce Resulayn/ Rojava’da, Özgür Suriye Ordusu’nun kontrolünde ki küçük bir hastanede, IŞİD ile Özgür Suriye Ordusu askerleri arasında ki çatışmada duyduk (adı o zaman öne çıktı). (IŞİD’in, Nusret Cephesi’nin saflarında bulunan askerler olup sonradan ayrıldıkları yönünde reyler olmakla birlikte, yine aynı şekilde farklı bir rey de daha önce Suriye’de oldukları ama bu şekilde olmadıkları, şeklinde reyler mevcut.) Özgür Suriye Ordusu’nun kontrolünde ki hastane de bir Alman doktorun bulunması ve IŞİD’in o Alman doktoru orada istemediğini ve bu zıtlaşmanın sonunda bir çatışmanın meydana geldiğine şahit olduk. Rojava/Resulayn’da (PKK’nin Suriye kolu olan PYD’nin hakim olmasına karşın) mezkûr hastanenin civarına Özgür Suriye Ordusu’nun hakim olduğunu ve çatışmadan sonra IŞİD’in ele geçirdiğini anlıyoruz. IŞİD hızını alamamış olacak ki akabinde gerçekleştirdiği eylem Türkiye’den Suriye’ye giden
yardım tırlarının geçtiği yolun üzerinde araç patlatmak oldu. Ebubekir el-Bağdadi’nin liderliğinde IŞİD ile ilgili reyimiz şahsi olarak netti; IŞİD kesinlikle “tekfirci” bir örgüt değildir, bilakis IŞİD (içerisine temiz niyetli insanların da zaman içinde katıldığı) tamamen İngiliz “sermayesine” ve ABD “stratejisine” dayalı kukla bir örgüttür. IŞİD Suriye’de iken ilk tartışıldığı sıralarda, çeşitli yollarla insanları sürekli IŞİD tehlikesine karşı ihtar ettik. Tepkiler de aldık. Ama gelinen noktada bize gelen sert tepkilerin de, gerçeğe muhatap olduklarını müşahede edebiliyoruz. Bu noktadan itibaren şahsi reyimizle birlikte IŞİD ve IŞİD’le paralel olarak bazı meselelere geçebiliriz. IŞİD Suriye’de Esed’e karşı mücadele veren birçok mücahidi ve üst düzey komutanları şehid etti. Suriye’de “İslam Devleti kurulduğunu ilan ettikten sonra” adını IŞİD (Irak ve Şam İslam Devleti) olarak değiştirdi. Ürdünlü Ebu Musab el-Zerkavi, Irak’ta “Tevhid ve Cihad Örgütü”nü kurdu. Hocası Ebu Muhammed el-Makdisi’dir. El-Kaide’ye biat ettikten sonra “Tevhid ve Cihad Örgütü”nü “Irak el-Kaidesi” olarak değiştirdi. Daha sonra da ismini “Irak İslam Devleti” olarak değiştirdi. IŞİD’de Şii düşmanlığı gözle görülebilecek derecede ön plandadır. Katılık bakımından da, gözle görülebilecek derecede katıdırlar. Musul’a girmesini analiz etmeden önce Zerkavi ile ilgili, Seyid Saleem Şahzad’dan bir iktibas; “11 Eylül’den sonra el-Kaide’yi Pakistan’dan Orta Doğu’ya taşımak için İran üzerinden bir geçiş elKaide için en basit ve en kolay yol oldu. Bir düzenleme altında İran hükümeti el-Kaide aktivistlerinin İran üzerinden geçmelerine göz yumdu. Ebu Hafs El Moritani el-Kaide’nin İran’la koordinasyon yetkilisiydi. Ne var ki, Ebu Musab el-Zerkavi’nin Irak’ta birden ortaya çıkışı el-Kaide-İran ilişkileri için kötü haberler olabileceği gerçeğini ortaya çıkardı. 1966 Ürdün doğumlu el-Zerkavi Afganistan’da bir militan eğitim kampını çalıştırdı. O, Irak’a gittikten sonra tanınmaya başladı ve Irak Savaşı sırasında bir dizi bombalama, kafa kesme ve saldırıların sorumlusu oldu. Müslüman Âlimler Derneği’nin önde gelen isim ve Amerika Birleşik Devletleri’ne karşı Irak direnişinin bir üyesi Dr. Muhammet Beşar el-Faithi bana 2007’de Amman’da (Ürdün) Irak’ın 2003 yılında ABD tarafından işgal edilmesinden sonra Irak direnişini dış yardıma ihtiyacı olmasa bile hem kendisine hem de Irak direnişine destek veren Ağustos’14 • 19
ATÖLYE operasyonlar gerçekleştiren el-Zerkavi gibi yabancı savaşçılara tolerans gösterdiğini anlattı. Ancak elZerkavi Şiileri öldürmeye döndü ki bu durum hem Irak Sünni direniş hareketi hem de el-Kaide için tamamen kabul edilemezdi. El-Zerkavi, el-Kaide düşüncesi çizgisinde olduğunu düşündü ancak değildi. El-Kaide yapabildiği kadar çabuk ondan kurtulmanın yolunu aradı, ancak daha önce hem Irak hem de İran birbirlerine yabancılaştıkları için el-Kaide amacını gerçekleştiremedi. USA Today’in (15 Haziran 2006) yayınladığı bir belgeye göre elZerkavi’nin Şii karşıtı ihtilaf başlatmasının amacı İran’ı savaşa sürüklemekti. Netice İran’ı tamamen el-Kaide liderlerine ve onların Orta Doğu’da Batı varlığına karşı büyük direniş tasarısına karşı döndürerek İran’ı acı bir şekilde düşmanlaştırdı. İran daha sonra toprakları üzerinden el-Kaide operatiflerinin akışını durdurmak için tüm giriş ve çıkışları koruma altına almaya gitti. Aslında İran’ın güvenlik kuvvetleri çeşitli el-Kaide üyelerini tutukladı ve onları Suudi Arabistanlı ve Mısırlı yetkililere teslim etti. El-Zerkavi öldükten sonra bile çok büyük zarar verdi, el-Kaide İran üzerinden güvenli bir geçiş bulamadı.” “Orta Doğu” denilen coğrafya belli tarihlerden sonra hudutları cetvellerle çizilmiş ve yöneticileri Batı’ya hizmet eden kişiler, partiler ilh. Olmuştur. Saddam da Irak’ın başına bu şekilde getirilmişti. ABD tarafından “ayak bağı” olarak görüldükten sonra da öldürüldü. Saddam’ın, Irak’ta hiçbir şekilde Allah kaygısı taşıyıp gerçekleştirdiği bir icraatına rastlayamayız. Zaten hep böyledir; Müslüman coğrafyaya köpekler salınır, coğrafyalarımızın zenginliklerini sömürürler, o zenginliklerden halklar en ufak bir parça bile faydalanamazlar. Ve Batılılar coğrafyalarımızda sürekli “demokrasi, terör sorunu” goygoylarıyla plan yaparlar. Velhasıl… Irak’ta ki Maliki iktidarının Sünni aşiretler üzerinde ki baskıları malum. Bu, fark edilmesi çok zor olan bir durum değil. Yaklaşık bir ay kadar önce, Sünni aşiretlerin Irak’ta ayaklandıklarına dair haberler duyduk. İlk nazarda müspet haberlerdi. Lakin aşiretlerin ayaklanmasından bir iki saat sonra IŞİD Suriye’den Musul’a doğru yola çıktı. Ve Maliki’nin askerleri IŞİD daha Musul’a girmeden, Musul’u terk etmeye başladılar. Maliki Şii ya, IŞİD’de Maliki’nin zıt kutbundan. Yani Irak’ta meselenin Müslümanlar yararına olmaması için rollerin 20 • Ağustos’14
bu şekilde dağıtılması gerekiyor. Aşiretlerin (bütün aşiretlerin olmasa da) belli bir mesafede IŞİD’le bir yere kadar dirsek teması olduğu doğru. Eğer Irak’ta ki aşiretlerin ayaklanması saf, arı, duru bir şekilde halk ayaklanması ise (ki mesele böyle görünüyor) IŞİD’le işbirliği yapmamaları gerekiyor(du). Çünkü bugün destek olan IŞİD yarın köstek olabilirdi; zaten gelen haberlere göre Nakşibendilerle IŞİD’in çatışmaya başladığı yönünde. Ve ayrıca belirtilmesi gereken bir diğer mesele de, ayaklanmanın olduğu ilk gün, aşiretlerin içinden az bir sayıda grubun Saddam’ın resimlerini taşımış olmaları. Bu da böyledir öncekiler gibi; kâfir sömürgeciler bir Müslüman toprağını yaşanmaz bir hale getirirler ardından oraya çeşitli fraksiyonlar musallat olur. Zalim Maliki iktidarına karşı aşiretlerin sesi haklı idi, lakin IŞİD’in gayri meşru sesi ile aşiretlerin o haklı sesleri bastırılmak istendi. Irak zaten karışıktı. Daha da karıştırılmak isteniyor. Kim bilir? Belki “Arap Baharı” Irak’ta da doğum sancısına girmek istiyor, desek yanlış mı olur? IŞİD Musul’a girer girmez Musul’da ki Türk elçiliğini bastı. Türkiyeli kamyon şoförlerini tutukladı. Türkmenler IŞİD yüzünden zor durumdalar. IŞİD’den Türkiye’ye gönderilen bir mesaj var burada. IŞİD’in, Türkiyeli şoförlere ilh. çok bir şey yapacağı yok. Mesajın son birkaç zamandır “Batı’ya kafa tutan Türkiye” imajı ile bir alakası var gibi görünüyor. Roller şu şekilde… ABD-İngiliz ittifakı Maliki’yi destekliyor. Maliki Irak’ta IŞİD’e saldırmıyor bilakis Irak’ta aşiretlere saldırıyor. İran, ABD’yle “IŞİD karşıtı ortak operasyon” bazlı ittifak kurabiliyor. Maliki –IŞİD Irak halkının sesinin absorbe etmede ittifak kuruyor. IŞİD, Suriye’de haklı direnişi nihai anlamda bitiremeyince, Irak’a musallat oluyor. Kürt, Arap ve Türkmen aşiretleri, Irak’ta bir çıkış yolu arıyorlar. IŞİD Musul’a gelirken, askerleri bölgeden çeken Maliki, Şiileri Irak’a savaşmaya çağırdı ve bir sürü Şii genç savaşmak için Irak’a geldi. Görülüyor ki Irak’ta istenen Şii-Sünni merkezli bir mezhep savaşı. IŞİD, Suriye’de mücahidleri tehdit etmişti, eğer istediklerini yapmazlarsa diyerek. Tehdit “Esed ile savaşmayı bırakırız” şeklinde idi. Esed’den daha sert silahları elinde bulunduran IŞİD’in, Suriye’de Esed’le olan savaşına bakmak gerekiyor, bu tehdidi anlamak için. IŞİD, Esed’le ne kadar, ne ölçüde savaştı? Şii-Sünni merkezli bir mezhep savaşı isteniyor dedik. IŞİD’in de, Suriye Baası’nın da hamisi
ATÖLYE Batı olduğuna göre, IŞİD Suriye’de Esed’e kurşun sıkamazdı. Çünkü Esed Sünni kanadın karşısında, konuşlandırıldı, İran’ın yanında konuşlandırıldı. Dolayısıyla buradan bir mezhep savaşı görünümü çıkmaz. Ama muhalif gruplar arasında sıkıntı oluşturabilirdi. Ama IŞİD, Batı’nın bütün gayretlerine rağmen Suriye direnişini baltalayamadı. Üstelik Irak’ta aşiretler ayaklanmaya başlayınca IŞİD direkt “Şii-Sünni çatışması” meselesinde mühim bir kilometre taşı olabildi. Maliki ve hempaları da buna zaten müsaitti. İşbu, IŞİD meselesinin ilginç bir yönü mevcut… IŞİD, Suriye ve Irak’ta halka ve direniş gruplarına zarar verdi, bu açık. Esed’in ve Maliki’nin önünde pek engel teşkil etmedi. Lakin Türkiye’de elitist, jakoben, seküler, ulusal, sol çevreler IŞİD ve IŞİD’e ait remzler üzerinden Müslümanlara saldırmaya cehd ediyorlar. Öyle ya, yapabilseler yapmak istedikleri, demokrasiyi eleştiren Müslümanları, tağut, cihad ve benzeri Kuranî kavramların ehemmiyetini işleyen Müslümanların tamamını IŞİD’ci olarak tavsif etmek. *** Bayrağın indirilmesi, IŞİD’in Musul’a girmesi, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun CHP ve MHP’nin çatı adayı olarak belirlenmesi; bunların her biri bir iki gün arayla gerçekleşti. *** Biz ulusal sınırlara hapsedilmiş Müslümanlar, kalplerimiz her ne kadar ayrı atmasa da, ellerimizi birleştirme konusunda bazı sıkıntılar yaşadığımız kesin. IŞİD, Maliki, Irak, Musul’dan söz ettik. Ülkemizde ki “Kürt Meselesi”nin kaşınmasından söz ettik. Anadolu’yu seküler bir açık hava laboratuvarına çevirmeye gayret eden Kemalizm’in prangasından kurtulmaya çalıştıkça yeni yeni sorunlarla ve düğümlerle karşılaşıldığına şahit oluyoruz. Ülkemizde İslami oluşumların içine “derin devlet”in adamlarının yerleştirildiğine de şahit olduk. Açık söylemek gerekir ki, bugün bile bazı İslami oluşumların içlerinde “derin devlet”in ellerinin bulunduğu malum. 28 Şubat sürecinde aniden ortaya çıkan cemaatlerin, ilginç hareketlerin, ilginç tavırların cereyan ettiğine şahit olduk. Evet… Fitne kuşatması altındayız. Bunu hem hususi manada Türkiye olarak hem de umumi manada İslam Coğrafyası olarak söylüyoruz.
Müslüman bir delikten iki defa ısırılmaz, manasında Rasulullah’ın bir hadisi malum. Yerel ve küresel istikbarın oyunları arttıkça biz Müslümanlar güçleniyoruz. Müslümanlar artık eskisi gibi değil. Yerel ve küresel istikabrın oyunlarına gelecek bir Müslüman halk yok Türkiye’de. IŞİD’in ve benzerlerinin görünümde İslami bir dil kullanmaları 28 Şubat ve benzeri despotizmin icraatlarında ki gibi “derin devletin” katkılarıyla punduna getirilebilecek bir halk değiliz. Çünkü dinimiz bize kanmamayı, aldanmamayı emrediyor. Evet; fitne kuşatması altındayız ve bunun farkındayız. Artık Müslümanlar küresel ölçekte de yerel ölçekte de kimse Müslümanları kolay kolay 28 Şubat ve sürecinde ki gibi ani çıkışlarla provokasyonlarla oyuna getiremez. Çünkü Hesabımızı görecek Allah’tır! Allah’ın kanunlarına verecek bir hesabımız var. Her şeyin farkındayız! Elitizme, jakobenizme, provokasyonlara, ilkesizliğe, ilkelerimizin üzerinden çakallık yapanlar, ülkemizde ve dünyada Müslüman görünümlü veya Müslümanların ‘kullanılarak’ yapılan silahlı ve her nevi şiddet içerikli örgütler, cemaatler, yapılar; hepsi bilmelidirler ki Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır. “Bir vakit de o kâfirler senin elini kolunu bağlayıp zindana mı atsınlar, yahut öldürsünler mi, yahut seni ülke dışına mı sürsünler diye birtakım tuzaklar planlıyorlardı. Onlar tuzak kuradursunlar, Allah da tuzak kuruyordu. Allah tuzak kuranların en hayırlısıdır.” (Enfal/30) Her şeyin farkındayız! KİMSE TATAVA YAPMASIN! UYUMUYORUZ! Ağustos’14 • 21
TARİH
YAZI DİZİSİ
II. ABDÜLHAMİD HAN -I-
Asım Ebrar YILDIZ Fatih Gelenbevi And. Lisesi 10.Sınıf
Abdülhamid’i anlamak, her şeyi anlamak olacaktır. Necip Fazıl Kısakürek
22
Eylül 1842 günlerden Çarşamba. Berat kandilinden bir gün sonra Abdülmecid’in ikinci erkek çocuğu Abdülhamid bir öğlen vakti dünyaya geldi. Kaynaklar Abdülhamid’in zayıf bir vücuda, esmer bir tene ve parlak gözlere sahip olduğunu anlatır. Abdülhamid, annesi Tirimüjgan Sultanın kucağında, yedi gün boyunca her gün beşer nöbet atılan sevinç toplarını dinleyip, babasının yaktırdığı donanma kandillerini izlerken, daha o günlerden diğer kardeşlerinden apayrı ve hususi bir bakışla gözetilmekteydi. Büyüdükçe farklılıkları anlaşılan şehzade, az konuşup, az yemekte, yalnızlığı sevmekte ve kardeşlerinden farklı bir ruh haliyle yaşamaktadır. Abdülhamid, tarihte yer almış büyük şahsiyetlerin genelinde olduğu gibi çocukluğu boyunca derslerinde ve bilgi mükellefiyetinde sorunlar yaşamıştır. Fakat hayatı boyunca böyle kaldığına dair görüşler ise düpedüz yalan ve bü-
22 • Ağustos’14
yük bir ahmaklıktır. Abdülhamid’in ilim ve irfana verdiği önem saltanatında yaptırdığı kütüphaneler, hayatı boyunca kitaplara ve gerçek bilgiye gösterdiği ilgi ile açıkça görülmektedir. Abdülmecid’in diğer çocukları gibi Abdülhamid de batı müziği dersleri almış, piyano ve keman ile besteler yapmış ve hattatlık ile ilgilenmiştir. Genelde akşamları annesi ile vakit geçirmiş, ailesine her zaman büyük bir sevgi duymuş, ancak sekiz yaşına bastığında veremden kan kusarak ölen annesi Abdülhamid’e ilk öksüzlüğünü yaşatmıştır. Annesinin ölümünün ardından Abdülhamid’i, Abdülmecid’in çocuğu olmayan eşi Perestu Hanım evlatlık edinir. Abdülhamid, hayatı boyunca anneden başlayarak, vatandan, tarihten, dosttan öksüz bir şekilde - iyiyle kötünün birleştiği yerde- yaşamıştır ki, sadece bu bile büyük bir nasiptir. Şehzadeliğinin büyük bir dönemini Tarabya ve Maslaktaki yazlıklarda aynı zamanda da kışlık köşkünde geçirmiştir. Büyük zevklerinden biri at binme diğeri ise yüzmedir. Bir nişancı niteliğinde tabanca
TARİH atar ve çok iyi kılıç kullanırdı. Hayvanlara ve bitkilere hep ayrı bir gözle bakmıştır. Kuşlarla ve timsah, kartal, maymun gibi doldurulmuş hayvanlarla ilgilidir. Şehzadeliğinin son zamanlarında kelebeklere merak sarmış ve birçok kelebek koleksiyonu yapmıştır. Ayrıca Maslak köşküne Avrupa’dan çeşitli çiçekler getirtmiş ve bahçenin bir kısmını çiçek bahçesi olarak düzenlemiştir. Abdülhamid modern bahçe bakımını Türkiye’ye getiren kişidir. Sporlara ve hayvanlara olan merakı kadar okumaya olan hevesi de bir hayli fazladır. Avrupa dergi ve gazetelerini tercüme ettirip okumayı sever, tarihe büyük bir ilgi duyardı. Roman okutup dinlemekten hoşlanırdı. Özellikle de polisiye romanlara çok düşkündü. En büyük meziyeti ise marangozluğudur. Gittiği yerlere özel marangozluk aletleri ile gidip işine devam eder, bunun yanında fildişi kakma, oyma ve süsleme işlerinde de ustadır. Prof. Dr. İlber Ortaylı bir keresinde “Abdülhamid padişah olmayıp marangozluk ve mobilyacılığıyla kalsa dahi çok zengin olurdu” demiştir. Saray haremine karşı bakışı hep soğuk kalmıştır. Saray haremi onun için tam İslami bir huy ve ölçü gereğince bir yerdir. Çocukluğundan vefatına kadar sade ve şeffaf bir hayat yaşamaya çalışmıştır. Hatta onun sadeliği o kadar keskinmiş ki, düşmanlarının “Cimri padişah, pinti Hamid” demesine sebep olmuştur. Bu Abdülhamid’in düşmanlarının yaftalamasından başka bir şey değildir. Bu etiketin bize gösterdiği ise; Üstat Necip Fazıl’ın dili ile “Nefsine hasis, vatanına cömert olan Abdülhamid’dir. Abdülhamid henüz yirmi yaşına basmadan babası saltanatının başında iken ölür. (Annesi gibi verem sebebi ile 26 Haziran 1861’de) Yerine ise Abdülhamid’in amcası Abdülaziz geçer. Abdülmecid döneminden kalan borçlar bir hayli fazladır. Abdülaziz de bunlara rağmen tahta çıkmasıyla birlikte ilk fermanlarını verir. “Valide Sultana mali bütçeden maaş bağlansın ve sultan maaşları artık buradan ödensin”. Halkın ümidi bu padişahtan da kesilmektedir ve üstüne İngiltere’den alınan borçlar ile birlikte mali durumun bu kadar kötü olmasına rağmen (memur maaşları ile birlikte borçların faizleri bile ödenememektedir) padişahın kasasında halen para vardır. Neyse ki padişah, rica minnet ikna edilir ve yalnız kasadan 250 bin altın, bir aylık memur maaşlarının ödenebilmesi için, maliyeye borç verilir. İngiltere’nin üstüne galata bankerleri ve meş-
hur üç müessese, Bank-ı Osmani-i Şahane, Düyun-u Umumiyye ve bunlara alan hazırlayan Mekteb-i Sultani’nin de eklenmesi ile durum (borçlar ve faizleri kabardıkça) daha kötü bir hal alır. Abdülhamid amcasının saltanatındaki sakat gidişata aykırıdır ve olacakları tahmin etmekle beraber, her ne kadar anlatmaya çalışsa da borçlar artmakta, Balkanlar karışmakta, ihtilal hazırlıkları yapılmakta ve ardından tabiri caizse bombalar ardı arıdına patlamaktadır. Balkan isyanları, Girit isyanı derken Bahtsız Sultan Abdülaziz bakanları tarafından tahtından indirilir. Abdülaziz’in yerine ise ülkenin başında fazla kalmayacak olan Abdülhamid’in ağabeyi
-ruhunun
derinliğinde, çıldıracağı günü bekleyen- meşrutiyet şartı ile tahta çıkan Sultan Murat ve o sıralarda Feriye Sarayında iki bileğini keserek intihar eden (!) Abdülaziz ile birlikte -ki Abdülhamid kendi hatıralarında amcasının intihar değil cinayet sebebi ile öldüğünü belirtmiştir- deli padişah, şaşkın hükumet, bunak eskiler, aptal yeniler, Siyonist bankalar, hayalbaz aydınlar, nankör milletler, vurdumduymaz aşıklar ve bu manzarayı seyreden yeni veliaht Abdülhamid. Abdülhamid artık olgun ve bilgin bir genç adam olmuştur. Mason markalı ilk Türk Hükümdarı olan Sultan Murat üç aylık saltanatından sonra -ruh sağlığı bozuklukları ve böyle bir kişinin neler yapabileceği görülünce- umutların suya düşmesi ile birlikte tahtından indirildi. Ve bundan öncekilerde olduğu gibi sıradaki kişi getirildi. Her ne kadar herhangi bir kurtuluş çaresi gözetilmeden getirilse de doğruların bile yanlışlara sebebiyet verdiği bu zaman da bir yanlış doğruya sebebiyet verdi ve Abdülhamid tahta çıktı. Sevapları ve günahlarıyla, her ne kadar Sultan II. Abdülhamid Han bütün amellerinde tekzip edilip, arkasından lanetler okunup “Kızıl Sultan” olarak anılmaya layık görülse de eğer Sultan Murat tahtta kalsaydı belki de 1918 felaketi başımıza 1876 yılında gelmiş olabilirdi ve ülke daha kötü bir hal alabilirdi. Sultan Murat’ın saltanatı bu geleceği gösteriyordu. Ve de tarih, ileriki yazılarımızda göreceğiz ki, olayları hiç de olduğu gibi yazmıyordu. Devleti böyle bir planlanmış akıbetten kurtaran yalnız Cennet Mekân, Sultan II. Abdülhamid Han’dı.
Ağustos’14 • 23
TARİH
PLEVNE - GAZİ OSMAN PAŞA Burhan Talha ÖNER İstanbul Üni. Tarih Bölümü 4.Sınıf
Ş
anlı tarihimizin kırılma noktalarından bir tanesini, 93 harbi olarak da bilinen 1877-78 Osmanlı Rus savaşı oluşturmaktadır. Savaş Rumi olarak 1293 yılına rastladığından genel itibariyle 93 Harbi olarak anılmıştır. 19. Yüz yılın son çeyreğine gelindiğinde çarlık Rusya, Devleti Âli üzerindeki asırlık emellerini gerçekleştirebilmek için harekete geçti. Bu minvalde bir politika izleyen Rusya bu sıralarda Balkanlarda çıkan(Sırbistan ve Karadağ prenslikleri isyan etmişlerdi ve Bosna Hersek’teki ayaklanmada devam ediyordu) buhrandan faydalanmaya çalışmış Balkan halklarını Devleti Âli’ye karşı tahrik etme ve kışkırtma vazifesini üzerine almıştı. Bilhassa Plevne’de büyük kahramanlıklarına şahit olacağımız Osman Paşa’nın gayretleri ile Türk ordusu Rus Genaral’i Çarneyef’in kumanda
24 • Ağustos’14
ettiği Sırp ordusunu Aleksinaç meydan muharebesinde yendi .’’Türk ordusu Belgrad’a girmek üzere iken Rusya’nın, ültimatom vermesi üzerine savaşı göze alamayan Babıali asi Sırp ve Karadağlı tab’alarına 2 aylık bir mütareke bahşetti’’1. Ancak Rusya’nın Türkiye’nin iç işlerine karışmaya başlaması başta İngiltere olmak üzere Avrupa devletlerini endişeye sevk etmiş neticede İstanbul’daki Tersane Konferansı toplanmıştır. Konferansta alınan kararlar Babıali tarafından reddolununca dönemin Avrupalı devletleri tarafından bu kararlara göre daha hafif şartlar ihtiva eden Londra Protokolü imzalandı. Protokol balkan topraklarında Hristiyanlar lehine reformlar yapılması halinde Rusya’ya karşı Osmanlı sınırlarını garanti ediyordu. Ancak Londra Protokolü de Babıali tarafından reddedildi. Bu-
TARİH nun üzerine Çar şartlarını hafifleterek Karadağ’a Nikşik kazasının bırakılmasını istemiş müspet bir cevap alamamıştı. Padişah 2.Abdulhamid Han savaşın getirebileceği sıkıntıları ve kayıpları öngörüyor olmasına rağmen savaşı engelleyecek nüfuzu devlet kademesinde oluşmuş değildi. Zira tahta çıkalı 6 ay kadar bir süre geçmişti. Mithat Paşa gibi devlet kademesinde nüfuzlu rical İngiltere’nin Türkiye’nin yanında savaşa katılacağı zannıyla hareket ediyordu. Çar’ın bu isteği de Babıali tarafından kabul görmeyince Rusya, Balkanlar’daki Hristiyan toplumların güvenliğini sağlamak üzere 24 Nisan 1877’de Osmanlı’ya savaş ilan ediyordu.“Gerçekte ise, Rusya’nın bu savaşı açmaktaki amacı; Karadeniz’e kayıtsız şartsız egemen olmak, bu denizi bir iç deniz yapmak İstanbul’un savunma hatlarını ( yani Tuna’da ve mümkün olduğu takdirde Balkanlar’da )ortadan kaldırarak Osmanlı Devleti’ni güçsüz ve hareket yeteneğinden yoksun hale getirmek, onu Rus nüfuzu ve koruyuculuğu altına almak ve böylece gelecek bir Avrupa anlaşmazlığında istediği şekilde kolaylıkla İstanbul ve Boğazlar’ı eline geçirmeye en uygun ortamı hazırlamaktı’’2. Savaşın ilanından hemen sonra Rus kuvvetleri Maçin’den Tuna’ya geçerek Dobruca’ya girdi. 26-27 Haziran gecesi büyük Rus kuvvetleri Zimniçe’den Ziştovi’ye Tuna’yı geçmeye başladılar. Bu geçiş önemli bir geçişti zira Rusların geçişine izin vermekle harbi yarı yarıya kaybetmiş olduk. “Düşmanın Tuna’yı böyle kolaylıkla geçmesi ve Türklerin buna engel olmayışı bütün dünyayı şaşırttı savaş daha bu geçişle kaybedilmiş sayılabilirdi. Bunun sorumlusu şüphesiz Serdar-ı Ekrem Abdulkerim Nadir Paşa idi. Viyana’da yetişmiş olan bu bilgili kurmay, ihtiyar, şaşkın ve hareketsizdi bu yüzden Abdulhamid’in liyakatsiz başkumandanı harp divanına sevk etmesi bile sonradan bu padişahın aleyhine kullanılan kozlardan biri olmuştur’’3. 17 Temmuz’da Abdulkerim Nadir Paşa Serdar-ı Ekremlikten azledilmiş yerine genç bir müşir olan Mehmed Ali Paşa Başkumandanlığa getirilmiştir. Savaşın gidişatını etkileyen mühim vakalardan biride budur. Mehmed Ali Paşa’nın Başkumandanlığa geçmesi ile bazı müşirler arasında kıskançlık ve
rekabet kendini hissettirmeye başladı. ‘’Türk ordusunda öyle müşirler bulunuyordu ki Mehmed Ali Paşa’ya başarı kazandırmamak için savaşı kaybetmeyi tercih edebilecek tıynetteydiler ve bütün hareketleri ile bu tıynetlerini ortaya koydular. Epey zaman gizli kalan bazı çok mühim vesikaların Türk Tarih Kurumu tarafından yayınlanması ile bu müşirler arasındaki çirkin ve aşağılık rekabet ve düşmanlıklar ortaya çıkmıştır. Gene bu vesikalar savaşı, Abdulhamid Han’ın Yıldız’dan idare ettiği için kaybettiğini savunan eski ve gülünç tezi de tamamen çürütmüştür’’4. Rus ordusunun bir diğer başarısı da 19 Temmuz’da Şıpka geçidini işgal etmesi oldu. Böylelikle Türk ordusunun büyük kısmı Tuna ile Balkan dağları arasında, bazı büyük birliklerde Balkanların güneyinde kalıyordu. Bu birlikler ancak Şıpka yolu ile kuzeye geçebilir büyük Türk ordusu ile birleşebilirdi. Yani Şıpka boğazı Ruslardan alınmadıkça savaşın kazanılmasının hiçbir imkanı yoktu. İlerleyen Rus ordusunun önünü kesmek için Gazi Osman Paşa Vidin’den Plevne’ye süratle harekete geçti ve Rus ordusundan önce Plevne’ye varabildi. Plevne 93 Harbi’nin kilit noktasını teşkil eder zira Rus ordusunu durdurmanın tek yolu Plevne idi. Osman Paşa kendisi ile aynı zamanda Plevne’ye yürüyen Rus kumandanı Şilder’den önce davranarak Plevne’yi işgal ve tahkim etmişti. 19 Temmuz’da yetişen Şilder 20 Temmuz’da harekete geçti, şiddetli bir muharebenin ardından 3 bin kayıp vererek geri çekildi. Bu zafer, 1.Plevne zaferi Ruslar’da Türk korkusunu tekrar uyandırmıştır. Zaferi müteakiben Abdulhamid Han İstanbul’da askeri meclisi toplamış ve bu meclis önemli iki karar almıştı. Buna göre Osman Paşa Plevne’yi tutacak ve Süleyman Paşa Hersek’den gelip Balkan ordusunu ele alacaktı ve Şıpka’yı geçerek Plevne’ye ulaşacaktı. Bu sırada Osman Paşa Rus ordusuna karşı büyük bir zafer daha elde etmişti. 23 bin asker ve 58 topluk kuvveti ile Osman Paşa, 54 bin asker ve 184 topluk Rus kuvvetini püskürttü. Ruslar 7 bin ölü bıraktılar, Rus ileri harekatı durdu. Çar, Romanya’dan yardım istemek durumuna düştü. Çar, “imdadımıza gel” “Türkler bizi mahvediyor” “Hristiyanlık davası kaybedilmiştir” diyerek Romen kuvvetlerini yarAğustos’14 • 25
TARİH dımına çağırıyordu. Diğer yandan Süleyman Paşa müşir Süleyman Paşa tayin edilmişti. Süleyman da Plevne’ye yardım ulaştırmak için Şıpka’yı zor- Paşa’nın Plevne hususundaki yardım emrini diladı fakat geçemedi, böylece Plevne’ye yardım ğer paşalar uygulamıyorlar kendilerince genç etme imkanı ortadan kalkmış oldu. (20 Ağustos) olan paşayı çekemiyorlardı. Süleyman Paşa’nın Bunun üzerine Mehmed Ali Paşa kumandasında da 11 Aralık’ta Maçka Meydan Muharebesin’de ki Şark ordusu Plevne’ye yardım etmek üzere ha- yenilmesin ardından Osman Paşa’ya tek bir yol rekete geçti. Paşa birkaç meydan savaşı kazansa kalıyordu. Düşman ordusunu yararak Plevne’den da çok ağır hareket ederek Rus ordusuna topar- çıkmak. Osman Paşa bir gece çekilmesi yapmak lanma imkanı verdi ve nihayetinde (21) Eylül’de istediyse de bu pek mümkün olmadı aylardır Çarköy’de karşılaştığı düşmana mağlup olarak kahramanca savaşan ordusunu harcamak istegeri çekildi. Böylece Plevne yalnız kalmış oluyor- medi, teslim olmayı kabul etti. Zaten yarma hadu. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen Osman rekatında 2.500 askeri şehit olmuş 3.500 askeri ile beraber kendiside yaraPaşa kumandasındaki Türk lanmıştı. ordusu Rusların 3. taarruzPlevne Ruslar için Türk larını da geri püskürtmeyi korkusunun yeniden uyanbaşarabilmişti. 7 Eylül günü Ruslar yapılan katliamların dığı yer olmuştur. Türk orduPlevne’deki 30.000 mevsebebini Ortodoks su Plevne’de adeta bir kahcutlu Türk kuvvetine Ruslar kilisesinin yüce bir emrinin ramanlık destanı yazdı. Bu 100.000 asker ve 432 top yerine getirilmesi olarak destan 4 ay 23 gün sürdü ve ile hücuma kalktılar. 4 gün görüyordu. Bu yüzden savaş 26 bin Rus askerinin hayasüren topçu ateşinden sontına mal oldu. Ruslar bunu ra 11 Eylül günü sabahtan sonrasında birçok sivil Plevne’ye gelirken akıllarınakşama kadar devam eden katledildi, göç yollarında dan dahi geçirmiyorlardı. taarruz Rusların bozgunu öldürüldü yahut açlıktan Yenilsek de psikolojik olarak ile sona erdi. 3 Genaral,350 ve soğuktan öldüler. O yendiğimiz bir savaştı diyezabit ve 15 bin nefer kaysıkıntıları yaşamış ve biliriz. Fakat Plevne’nin düşbettiler. Fakat Plevne için mesi İstanbul’a bile mal olaimkanlar tükenmekteydi. katliamlara tanık olmuş biri bilirdi. Mehmed Niyazi’nin Şıpka’dan getirilen general olan Zağra müftüsü Hüseyin diliyle “ Tuna’da akan su deGurkon’un 25 bin kişilik orRaci efendi şöyle diyor ğil kaderimizdi; ya cihangir dusu tarafından Sofya Plev“aziz’i kavm idik ada zelil olacak ya da sıradanlaşacakne yolunun işgali Plevne’dekıldı bizi”. tık. Plevne artık bizim için ne ki şanlı orduyu iaşesiz bırabir belde ne şehir nede kalekacaktı. Zira 3 Eylül’de Lofça dir; vatan sevgisinin onurun kasabasının işgalinden sonra yiğitliğin abideleştiği mePlevne’ye sadece Sofya’dan iaşe gelmekteydi. İaşenin sağlanabileceği yolla- kandır. Hiçbir yaralı esir galibine öyle yelesi karın kapanması ile artık bu muharebeyi devam barık aslan heybeti ile görünmedi tarihte yenen, ettirebilecek kudrette kalmıyordu çünkü yeterli yendiğinin gölgesinde hiçbir yerde kaybolmadı”. Evet Plevne yiğitliğin abideleştiği yerdi, can sipecephane mevcut değildi. Türk ordusundaki müşirlerin birbirini çeke- rane çarpışan Türk evlatlarının bu millete göstermemezliği yüzünden iaşenin sağlanacağı yol- diği adanmışlık örneğiydi. ların düşmandan temizlenmesi de kabil gözükPlevne’nin düşüşü ile Rus ordusuna mukavemüyordu. 3. Plevne zaferinden sonra Osman Paşa’ya gazi ünvanı verilmiş buda bazı paşaların met edecek ciddi bir güç kalmadığından Ruslar kıskançlığına neden olmuştu. Ayrıca Mehmed İstanbul’a kadar ilerlediler. İstanbul’un işgali anAli Paşa Serdar-ı Ekremlikten azlolunmuş yerine cak İngiliz desteği ile engellenebildi ve çok ağır 26 • Ağustos’14
TARİH
şartlar ihtiva eden Ayastefanos ve ardından Berlin antlaşması imzalandı. Plevne’nin düşmesi ile sadece askeri bir hareketlilik yaşanmadı. Savaşın zuhuru ve inkişafı ile baş gösteren göç dalgaları da yoğunlaştı. Zira göç edenleri Hrıstiyan mezaliminden koruyacak bir askeri kuvvet yoktu. Mezalime Rusların, Kozaklar’ın yanında yıllardır komşu olan Bulgarlar’da eklendiler. Zira “Rus çarı ve kumandanları resmi nutukta bu savaşa bir din ve haçlı savaşı adını veriyor, bütün Hristiyanları İslam alemi üzerine tahrik ve teşvik ediyordu. Karlova’da bir Bulgar papazının ayin yapılan günde bir demet gül çıkararak cemaatine hitaben bu güller Müslüman çocukların kanları ile sulanmış kilise bahçesindeki bir gülün kırmızı çiçeğidir’’ diyerek cemaatini tahrik etmesi bu vahşetin en elim ve menfur örneklerindendir[5]. 5Ruslar yapılan katliamların sebebini Ortodoks kilisesinin yüce bir emrinin yerine getirilmesi olarak görüyordu. Bu yüzden savaş sonrasında birçok sivil katledildi, göç yollarında öldürüldü yahut açlıktan ve soğuktan öldüler. O sıkıntıları yaşamış ve katliamlara tanık olmuş biri olan Zağra müftüsü Hüseyin Raci efendi şöyle diyor “aziz’i kavm idik ada zelil kıldı bizi”. 93 harbi büyük Müslüman katliamını ve dolayısıyla büyük göçleri de beraberinde getirdi, zira ne Ruslar ne de balkan Hristiyanları Türkleri balkanlarda istemiyordu. Nitekim öylede oldu ve Rumeli’den Türkiye’ye katliamlardan sağ kalanlar büyük göç dalgası oluşturdular. 500 yüz senelik
Türk topraklarının terk edilişinin derin teessürünü yüreğinde hisseden Yahya Kemal Beyatlı’nın şu tespiti bir hakikati de ortaya koyuyor ve vatan mefhumunu zihnimizde yeniden şekillendiriyor “Rumeli’ye o zaman ne kadarda yerleşmişiz, YaRabbi! ve bu hakikati bu gün ne kadar da unuttuk. Mesela Rumeli Türklerini ezelden ebede kadar muhacir telakki etmeye alışmış olan İstanbul ve Anadolu millettaşlarımız bu itikadlarında ne kadar yanılıyorlar, Ah bu ne feci delalettir bizim Rumeli’de 500 sene yerleşmiş oturmamızı, işlerine elveren İslavlar ve Avrupalılar kafi bir oturuş gibi telakki ettirdiler ve bu telakkiyi bizim içimize kadar soktular o kadarki bu telakkiyi biz atamıyoruz’’. Evet bu telakki şuan dahi zihnimizde yerini muhafaza etmekte. Bu telakkiyi yıkmak ancak bir şuur ile mümkün olacaktır, oda tarih şuurudur. Balkanlarda biz misafir değildik, balkanların sahibi idik. Misalen Üsküp’ü Sırp şehri olarak addedenler Üsküp fethedildiğinde orada 510 sene oturmuş değildi, orayı 510 sene biz imar ve iskan etmiştik. Belki de Plevne’de destan yazdıran bu vatan mefhumuydu. Canla başla çarpıştılar çünkü Tuna onlarındı Tuna bizimdi… Dipnotlar 1 Yılmaz Öztuna, “II.Abdulhamid Zamanı ve Şahsiyeti”, İstanbul, Kubbealtı Yayınevi,s.24, 2008. 2 R. Uçarol, “Siyasi Tarih”, İstanbul, Der Yayınları, s.373, 2010. 3 Yılmaz Öztuna, a.g.e s. 37-38 4 A.g.e s. 37-38 5 Hüseyin Raci Efendi, “Zağra Müftüsünün Hatıraları”, Yay. Haz. M. Ertuğrul Düzdağ. 4.baskı, İstanbul, İz yayıncılık, s.105,193
Ağustos’14 • 27
TARİH
IV. HAÇLI SEFERİ-I Muhammet TUTKUN İstanbul Üni. Tarih Bölümü 4. Sınıf
D
Haçlı Düşüncesi
ördüncü Haçlı Seferi içeriği ve sonuçları bakımından incelendiğinde diğer hiçbir haçlı seferine benzemez. Çünkü bu seferde haçlıların, her seferde olduğu gibi, doğuyu “kafirlerin elinden kurtarmak” düşüncesi ile başlamış, devreye giren çıkarların ve hırsında büyük etkisiyle kendi dindaşlarının yaşadığı Bizans’ın ele geçirilmesi ve yağmalanması ile sonuçlanmıştır. Bu yönüyle Dördüncü Haçlı Seferi, haçlı düşüncesinin söylendiği gibi dini bir boyutu olmadığının; bu düşüncenin tamamen çıkara dayalı, o dönem Avrupası’nda yaşayan insanların dini duygularının ve parasızdan kaynaklı zor durumlarının kullanılmasıyla kralların, papaların, prenslerin kendi çıkarlarını gerçekleştirdiklerinin en büyük örneğidir. Haçlı seferleri o dönem ki yönetici kesimin doğudaki zenginliği ele geçirmek istemesinden dolayı yapılmıştır. Haçlı seferlerinin yapılmasındaki bir diğer gerekçe ise o dönemde Avrupa’da had safhada olan hırsızlık, cinayet gibi 28 • Ağustos’14
şeyleri yapan kitlenin gücünün başka bir mecraya akıtılmak istenmesidir. Papanın bu seferlere katılacak olanların günahlarının bağışlanacağını söylemesi bu kitleyi seferlere katılmaya itmiştir. Bu sayede Avrupa bir anlamı ile kendi içindeki pisliği bu kanala akıtarak kendi ülkesinde rahat yaşama yolunu seçmiştir. Bir diğer önemli sebep ise Avrupa’da ki paralı askerlerin, şövalyelerin, eşkıyaların doğuya giderek burada kendilerine yeni bir hayat kurmak istemeleridir. Doğunun zenginliğini, rahat yaşam koşullarını gittiği her yerde duyan buna karşılık kendi ülkesinde, kendi hayatında her türlü zorluk çeken bu kitle seferlerle buraya giderek, burada başarı göstererek, burada ganimet elde ederek kendi hayatını idame ettirme düşüncesi taşımaya başlar.
TARİH Seferin Sebepleri 1189-1192 yılları arasında yapılan 3. Haçlı Seferi’nin amacı kutsal şehir Kudüs’ü Haçlıların elinden almaktı. Kudüs’ün geri alınamaması Haçlılar açısından çok moral bozucu bir şeydi. Ancak 3. Haçlı Sefer’inde gösterilen kahramanlıklar 4. Haçlı Seferi’nin, bir yerde, yapılma sebebidir denilebilir. Çünkü 8 Ocak 1198 tarihinde Roma’da iktidarı ele geçiren “çok ihtiraslı”1 yeni papa III. Innocentius, İslam’ın Doğu Akdeniz’de ki merkezi olan Mısır’ı işgal ederek Kudüs’ü kâfirlerin elinden kurtarmak niyetindeydi. Bu sebeple aynı yıl Ağustos ayında yeni bir Haçlı seferi ilan etti. 4. Haçlı Seferi’nin hedefinin Mısır’dan din kardeşi oldukları Hristiyanlara doğru dönmesinin en önemli sebebi ise iktidar, para ve bir orduyu ayakta tutmak için en önemli şey olan yiyecek ihtiyaçlarıdır.2 Bu sebeple ilk kurban Latinlerin elinde bulunan Zadar şehri, ikinci kurban ise o dönemde Hristiyan aleminin en zengin ve en büyük şehri olan Bizans’ın başkenti Konstantinapolis olmuştur. Orduların Başındaki En Önemli Komutanlar Haçlı Komutanları 1) Montferratlı Boniface: Kuzey batı İtalya’daki Montferrat’ın markisi olan V. Guillaume’nin küçük oğludur. 1150lerin başlarında doğmuştur. Ağabeyi Conrad Nisan 1192’de Ortadoğu’da suikaste kurban gidince markilik makamına Boniface oturdu.1201 yılında 4. Haçlı Seferinin başkomutanı seçildi. O yılın Noel’inde Hagenau’da kuzeni olan Schwaben dükü Philip ile görüşmüştü. Kaçak Bizans veliahtı Aleksios Angelos ile burada tanıştırıldı. Bu sırada Aleksios’un tahta yeniden oturtulmasının tartışıldığı muhtemeldir. Bu yüzden Boniface seferin Konstantinapolis’e
yönelmesine arka çıktığı düşünülmektedir.3 2)Duka Enrico Dandolo:1100’lü yılların başında Venedik’te doğmuştu. Genç yaşlarında Bizans’a giden önemli elçilik heyetlerinde bulunmuştur. Nisan 1192’de duka seçilmiş,29 Mayıs 1205’te ki ölümüne kadar hüküm sürmüştür. Haçlı Seferi’nin zor durumda kaldıklarında çoğu gemisini o yaptırtmış, çoğu zaman ordunun ihtiyaçlarını gidermiştir. Bizans Komutanları 1)III. Aleksios: Seferden önce Bizans’ın başında bulunan imparatordur. Seferin ilk döneminde de Bizans’ın başında o vardır. Ağabeyi İsakios’u bir komplo sonucu tahttan indirmiş ve onun yerine Bizans’ı yönetmeye başlamıştır. Zayıf iradeli, lüks düşkünü tembel ve rüşvet yiyen birisi4 olarak tarif edilir. II. Aleksios 4. Haçlı Seferi sırasında Haçlı ordusuna kısa süre dayanabilmiş daha sonra tahtta kalamayacağını anlayınca kaçmıştır.1204 sonlarında Montferratlo Boniface onu bulmuştur. 2)IV. Aleksios Angelos: 1182 ya da 1183 yılında dünyaya gelmiştir. II. İsakios kardeşi tarafından tahttan indirilip zindana atılınca oğlu Aleksios İtalya’ya kaçmıştır. Orada destek bulamayınca da Schwaben kralı II. Philip’ten destek bulmuştur.1203 yılında Korfu Adasın’da Haçlı ordusuna katılmıştır. Hasım Kuvvetlerin Özellikleri -Ortaçağ ordularının kimliğinde ve maneviyatında din vardır. Haçlı seferleri geneli itibariyle din adına, Kudüs’ü kurtarmak için yapılmıştır. Bu seferde din için yapılmıştır. -Sefer yapıldığı dönemde dünya üzerinde istihbarat toplama çok yaygındır. Bu iş için özel insanların yetiştirildiği ve becerilerin çok ileri gittiği bir dönemdir. -Dördüncü Haçlı Seferi’ne katılmış yöneticiler ve önemli insanlar hakkında birçok şey bilinirAğustos’14 • 29
TARİH ken halk kesimi tamamen karanlıkta kalmıştır. Bunların ne yediği ve ya nasıl ödeme yapıldığı tamamen muğlaktır.5 -Bu dönemde ordularda, özellikle Avrupa ordularında profesyonelleşme vardır. Bu durum çok yetenekli ancak vahşilikleri ile ün salmış pek çok kişinin orduya alınmasına yol açmıştır. -Venedik’in Dördüncü Haçlı Seferi süresince Haçlılara yaptığı yardım inkar edilemez. Ne kadar seferin yönünü ve hedefini değiştirmiş olsa da Venedik bu sefer süresince orduya her türlü yiyecek, silah, gemi vb. yardımını yapmıştır. Yani kısacası Venedik olmasaydı seferin başarılı olması ve Konstantinapolis’in fethedilmesi zordur. -Bu dönemdeki Bizans zayıf bir askeri devlet olarak kabul edilir. Selçuklular karşısında alınan feci bir Malazgirt yenilgisi vardır. Ancak bu dönemdeki Komnenos Hanedanı sürecinde orduda bir canlanmaya tanık olunur. Bununla birlikte yine bu dönemde alınan bir diğer yenilgi Miryakefalon vardır. Yani bu dönem tam bir muammadır.6 -12. yy. ‘ın sonlarına gelindiğinde Osmanlı sadece askeri değil aynı zamanda zirai ve iktisadi insan gücü sıkıntısı çekiyordu. Yine talimli asker kıtlığı da bu dönem birey bazlı sorunlarındandır. Bu da ister paralı olsun isterse müttefik olsun yabancıların ordu saflarını doldurması anlamına geliyordu. Bir zamanlar Bizans ordusuna en iyi askerlerini veren Anadolu topraklarının geri alınamaması da bu sorunun büyümesine yol açtı -Düşük maneviyat göründüğü kadarıyla Bizans İmparatorluğu’nun en önemli sorunuydu. Gerek Avrupa’da gerekse de Avrupa dışında Bizanslıların askeri güçten yoksun olduklarına dair yaygın bir düşünce öteden beri vardı. -Bu kadar olumsuzluğa rağmen Bizans ordusu halen subay ve askerleri arasındaki katı disiplinle, düzenli ödenen ücretleriyle ve seferde etkili şekilde silah, zırh ve at dağıtılan ikmal sistemiyle ünlüydü. Komuta yapısı geleneksel olmakla beraber yeni imparatorlar savaşçıydı. -Bizans ordusu teşkilat bakımından halen bölge ve sıklıkla da dil esaslarına göre askere alınan yerel birliklere ilave olarak etnik paralı yabancı asker bir30 • Ağustos’14
likleri ve seçkin saray ya da muhafız bölüklerinden meydana geliyordu. Haçlı Planları Dördüncü Haçlı Seferi ters giden planlara tipik bir örnektir. Sefer düzenleyicilerinin niyetlerinden çok farklı yerlere gitmiştir. Yine de Konstantinapolis’e yapılan saldırının spontane geliştiğini söylemek, yanılmak demek olur. Konstantinapolis direk ele geçirilmek şeklinde olmasa da, bir şekilde Dördüncü Haçlı Seferi düşüncesi içerisinde yeri vardır. Bu yer geçiş hakkı lojistik ve belki de mali destek olarak düşünülmüştür. Haçlı ordusu Mısır’a giderken Bizans topraklarına kullanacak, ordunun yetersiz kalması durumunda Bizans’tan takviye birlik istenecek, gemilerin yetmediği yerlerde Bizans donanmasından Haçlıları taşıması istenecek ve en önemlisi de gerektiği durumlarda (anlaşma yapılacağında, esir kurtarılacağında, başka yerlerden geçiş izni alınacağında vs.) maddi yardım alınacaktı. Ancak işin içine Venedik’in girmesi bütün planları değiştirdi. En başta ordunun birlikte hareket edeceği ve kalabalık bir şekilde Mısır’a gidileceği düşünülürken, daha sonra ölümlerin olması, aradaki anlaşmazlıklar, geri dönenlerin olması orduda erimeye yol açtı. Bu durumda Haçlı ordusunun yöneticilerine Venedik’ten yardım istemeye itti. Venedik ilk yardım teklifinin sonrasında Zadar’ın alınmasına yardım etmelerini istediğinde ilk sapma gerçekleşti. Daha sonra işin içine ilerleyen süreçte babası tahttan indirildiğinde kaçmış olan Aleksios dahil olduğunda bu seferin bir daha ilk plana dönemeyeceği anlaşılmış oldu. Zaten ordu da Konstantinapolis önlerinde ileriye doğru daha fazla ilerlemedi. Konstantinapolis’in alınması Haçlı seferi düşüncesi başarısız oldu. Dipnotlar 1 Nicolle,David,Dördüncü Haçlı Seferi 1202-04 (trcGürkan Ergin),Türkiye İş Bankası Kültür Yay.,İstanbul 2013, syf 7. 2 Nicolle,a.g.e.,syf 10. 3 Nicolle,a.g.e.,syf 22 4 Nicolle,a.g.e.,syf 25 5 Nicolle,a.g.e.,syf 30 6 Nicolle,a.g.e.,syf 34
TARİH
YAZI DİZİSİ
Osmanlı Devleti’nin Dıs Borçları -1-
Ziya DEDE İstanbul Üni. Tarih Bölümü 4. Sınıf
19.
Yüzyıl imparatorluğun zor bir asrı olmuştur. Önceki yüzyılın sonunda başlayan çöküş durdurulamamış, alınan önlemlerle yapılan reformlar yeterli olmamıştır. Rusya imparatorluğu kuzeyden tehdit eden bir ülke olarak ön plana çıkmıştır. Avrupa devletleri kendi çıkarlarının devamı için güçlü bir Rusya yerine, zayıf fakat
kendi gücüyle ayakta duran durabilen Osmanlı Devleti’ni yeğlemişlerdir. Bu amaçla zaman zaman ona siyasi ve ekonomik destek vermişlerdir. Özellikle Kırım savaşından sonra, o zamana kadar gerçekleştirilemeyen reformları hayata geçirmesi, ordu ve donanmasını güçlendirmesi için telkinlerde bulunmuş, hatta baskı yapmışlardır. Ancak Osmanlı Devleti Ağustos’14 • 31
TARİH ciddi bir kaynak sorunu yaşamaktaydı. Kırım savaşı hazineyi boşaltmış, bütçe açıkları büyümeye başlamıştı. Fransa ve İngiltere, müttefikleri olan Babıali’ye, o sırada iyi bir dönemini idrak etmekte olan Paris ve Londra para piyasalarını tavsiye ettiler. Böylece Avrupalı tasarruf sahipleri daha çok kazanacakları gibi, başta askeri araç ve gereç olmak üzere Avrupa mamulleri için yeni pazarlar açılacak, istihdam alanları ortaya çıkacaktı. Osmanlı Devleti de gerçekleştirmeyi düşündüğü reformlar için öteden beri yaşadığı kaynak sorununu halletmiş olacaktı. Başlangıçta Müslüman bir ülkenin Hristiyan devletlerden borç almasını onur kırıcı bularak çekingen davranan Osmanlılar bu işe kısa zamanda alıştılar. Hatta bir süre sonra batılıların kendilerine borç vermesini saygı tezahürü olarak bile görmeye başladılar. Sorumsuzca yapılan, çoğu kısa vadeli, pahalı, üretime dönüştürülemeyen istikrazlar devleti borç batağına soktu ve Düyun-u Umumiye gerçeğini ortaya çıkardı. Düyun-u Umumiye kapitalist batı karşısında Osmanlının bocalayışının hikâyesi, belki de Avrupalıların 16.yüzyılda Osmanlılara ödedikleri Türk vergisinin üç yüz yıl sonra tahsili idi. Muharrem kararnamesi ile kurulan Düyun-u Umumiye idaresinden Osmanlıların beklentisi borçlarını ödeyerek itibarını, alacaklı Avrupalıların beklentisi ise paralarını kurtarmak olmuştur. Daha basit bir ifadeyle batı parasını, doğu itibarını kurtarmaya çalışmıştır.1
32 • Ağustos’14
Sultan Abdülmecit
İLK DÖNEM(1854-1874) İSTİKRAZLARI 1854 İSTİKRAZI Sultan Abdülmecit 4 Ağustos 1854 tarihli bir fermanla 5.500.000 OS. Lirası (5.000.000 sterlin) tutarında istikraz yapılabilmesi için hükümete yetki verdi. Ancak Avrupa para piyasası başlangıçta Osmanlı Devletine ağır mali bunalım ve ekonomik istikrarsızlık, özellikle Rusya ile yapılan savaş dolayısıyla borç vermeye pek istekli gözükmedi. Savaş esnasındaki bazı gelişmeler sermaye çevrelerinin tutumlarını değiştirmede etkili oldu. Bunlardan birincisi, ilk istikrazların borç veren riskini İngiltere ve Fransa’nın üstlenmesidir. İkincisi, Osmanlı hükümetinin gayr-i müslimler lehine bir takım reformları gerçekleştireceğini vaat etmesidir. Babıali ile İngiltere ve Fransa arasında 12 Mart 1854 tarihinde imzalanan anlaşma ile iki devlet, yani Fransa ve İngiltere haksız olarak Rusya’nın saldırısına uğramış olan Osmanlı devletine yardım etmeyi ve Osmanlı topraklarını korumak amacıyla kuvvet göndermeyi taahhüt ediyorlardı.2Bunun üzerine,24 Ağustos 1854 tarihinde Londra bankerlerinden Dent Palmer and Company ve Goldmith and Company isimli bankanın Paris şubesi ile hükümet arasında ilk dış borç anlaşması imzalanır.1854 Anlaşmasında öngörülen istikraz şartları şunlardı: a)Padişah fermanıyla 3 milyon İngiliz sterlini için yetki verilmişti. Ancak anlaşmada 5 milyon İngiliz sterlini verilebileceği ve 2 milyon için hükümetin muhtar olduğu öngörülüyordu. b)33 yıl itfa süresi %6 faiz ve %80 ihraç fiyatı konuldu. c)10 Nisan VE 10 Ekim olmak üzere yıllık toplam iki taksitte ödenecekti3 İstikraza karşılık olarak sağlam ve tahsili kolay Mısır vergisi gösterilmişti. Mısır son yıllarda özellikle pamuk ve hububat üretiminde sağladığı artışlar sayesinde Avrupa para piyasasında
TARİH güvenilir bir kaynak addedilmekteydi. Bu bakımdan İngiltere ve Fransa tasarruf sahiplerine güven verebilmek için borçlara karşılık olarak 300.000 Osmanlı lirası tutarındaki Mısır vergisinin gösterilmesinde ısrar etmişlerdir. Sağlam bir kaynağa dayandırılmış olan ilk borç tahvilleri gerek Avrupa’da gerekse Galata’da büyük rağbet görmüştür. Alınan 3.300.000 Osmanlı lirası tutarındaki borçtan, masraflar çıktıktan sonra hazineye yaklaşık 2.500.000 liralık kısmı intikal etti. Durum böyle iken, 27 Mayıs 1853 ile 27 Eylül 1855 tarihler arasındaki yaklaşık iki yıllık dönemdeki askeri masraflar 12.320.000 Osmanlı lirasına ulaşmıştı. Alınan borç masrafların ancak küçük bir kısmını karşılayabildi. İstikrazın 250.000 Osmanlı liralık bir kısmı eski borçların ödenmesinde kullanılmış, geri kalanın büyük bir bölümü tekrar silah ve mühimmat alımı için, başta İngiltere ve Fransa olmak üzere Batı Avrupa ülkelerine geri dönmüştür. 1854 istikrazı Osmanlı Devletine ancak kısmi bir rahatlama getirdi. Mali Bunalımı ortadan kaldıramadı. Bu bakımdan Babıali çok geçmeden yeni bir istikraz arayışına girdi. Müttefik devletlerde Osmanlı hazinesine daha etkili bir katkıda bulunmak gerektiğini anlayarak yeni bir istikraz için yardıma hazır olduğunu bildirdiler.4 1855 İSTİKRAZI 1855 kredisi olarak da adlandırılan bu istikrazı, 8 milyon liraya ulaşan bütçe açıklarını kapatmak ve savaş masraflarını karşılamak amacıyla yapılması öngörülmüştü. Ancak daha sonra müttefiklerin, özellikle İngiliz Başvekili Lord Palmerston’un müdahalesiyle istikrazın tümünün savaş masraflarına tahsisi kararlaştırıldı. Alınan borcun harcanmasının denetlenmesi, hazine hesaplarının kontrol edilmesi için İngiliz hükümeti temsilcisi Lord Hobart ve Fransız Marci de Ploeuc’dan teşekkül eden bir komisyon kuruldu. Osmanlı hükümetinin sert tepkisine sebep
olan bu komisyon yabancıların Osmanlı iç işlerine ciddi bir müdahale, müttefiklerin Babıali’ye güvensizliklerinin bir göstergesiydi.1855 istikrazının bir başka özelliği de İngiliz ve Fransız hükümetlerinin borca kefil olmalarıdır. Bu husus, özellikle İngiliz parlamentosunda ciddi tartışmalara sebep olmuştur.5 Mukavele hükümlerinde istikraz şartları belirlenmişti: a)Anapara 5 milyon İngiliz lirası faiz %4,ihraç fiyatı %102 5/8.ifta bedeli yıllık % b)Osmanlı hükümeti her sene 25 Haziran ve 25 Aralık’ta İngiltere bankasına altı aylık taksiti ödeyecek. c)Mısır hazinesinde birinci istikraza karşılık gösterilen kısımdan geri kalanın bir kısmı Suriye ve İzmir gümrük gelirlerinin bir kısmı da karşılık olarak gösterildi. Mukavele şartları içinde ihraç fiyatının yüksekliği Fransız ve İngiliz hükümetlerinin faizine kefaleti ve yeterli karşılığı olmasının sağladığı güvenle, söz konusu istikraz Londra’da Rothschild Müessesesine 20 Ağustos 1855’de ihale edildi. İngiltere ve Fransa istikraza güvence vermeyi onaylarken, borçlanma ile elde edilecek tutarın savaş masraflarına ayrılması için bir yaptırım gücü oluşturacak biçimde denetleyecek ve hazine hesaplarını inceleyecek iki komiser atama hakkını talep ettiler. Bu amaçla Lord Hobart İngiltere’yi, Marguis de Ploeve ise Fransa’yı temsile memur edildiler. Osmanlı Devleti’nde ilk defa yabancıların mali kontrolü başlamıştır.6 Ağustos’14 • 33
TARİH SAVAŞ SONRASI OSMANLI MALİYESİ Kırım savaşının 1856’da zaferle sona ermesi Osmanlı Devleti’ni daha fazla savaş harcamalarından alıkoydu ve maliyesini düzenlemesi için bir fırsat verdi. Şiddetli fiyat dalgalanmaları ülkenin her tarafını etkilemekteydi. Fiyatlardaki şiddetli dalgalanmaların nedeni madeni paranın ayarının düşürülmesiyle çok miktarda basılan kağıt para ‘kaime’ idi. Kaimelerin piyasadan çekilmesi Kırım savaşı nedeniyle sonuçsuz kalmıştı.1857 Eylülünde Osmanlı hükümeti bir iç istikraza daha başvurdu. Eshamı mümtaze adı ile üç senede ödenmek üzere %8 faizli sehimler çıkardı. Fakat halk tarafından ilgi görmedi. Bunun üzerine aynı sene içinde Hazine tahvili adı ile %6 faizli tahviller çıkarıldı. Osmanlı Devletinin borçları günden güne artmaktadır. Borçların miktarını tespitte görevli olan Hazine-i Hassa Nazırı padişaha ait borçların 450 milyon kuruştan fazla olduğunu hesap etmiştir. Bir taraf-
tan da bütçenin tanzimine çalışılmaktadır. Bu arada 1856 yılında Maliye işlerinde uzman bir memur getirilmek üzere Avusturya elçisi aracılığıyla Avusturya hükümetine başvurulur. Avusturya Meclisinin müşaviri Lacken Bacher hükümetince görevlendirilir. Tanzimat Şurası da Lackenbacher’in rehberliğinde hareketle işe koyulmuştur. Birkaç ay sonra Tanzimat Şurası Reisi Fuat Paşa, esas olarak devlete ve padişaha ait borçların, muhtelif gelirlerle, özellikle İstanbul gümrüğü gelirleriyle garanti edilen 121/2 milyon tahvil çıkarılmak suretiyle tahkimi gereğine dayanan tam bir mali ıslahat programı hazırlanmıştır. Fakat bu program 1858’de tahakkuk ettirilememiştir. Yüz kuruşluk bir adet altın lira yüz altmış kuruşa yükselmişti. Artık anlaşılıyordu ki yeni bir dış borç almaktan başka çare kalmamıştı. Murat Paşa yeni bir borç mukavelesi yapmak için yaptığı girişimler, Avrupa Finans otoritelerinin devletin mali vaziyetine güvenle bakmamaları nedeniyle başarısızlığa uğrar ve sarayın durumu daha da bozulur. Hükümet birbiri ardı yayınladığı hatt-ı hümayunlarla harcamalar üzerinde sıkı bir denetim uygular. 1856 Islahat Fermanının ve Paris Anlaşmasının sağladığı teminatlar Osmanlı Devleti’ne yatırılmak istenen sermayeler konusunda her türlü tereddütü yok etmekteydi. Ayrıca Osmanlı Bankasının kurulmuş olması Avrupa müesseselerini kısmen tatmin etmekteydi. Bir taraftan borç verme yollarını arayan İngiltere’ye Fransa diğer taraftan borç alma yollarını arayan Osmanlı Devleti’nin menfaatleri çatışmaktaydı.7 Dipnotlar 1 Rıfat Önsoy,Mali Tutsaklığa Giden Yol;Osmanlı Borçları,Ankara 1999,S.3-4 2 Rıfat Önsoy,a.e,S.44 3 Sait açba,Osmnlı Devleti’nin Dış Borçlanması,Ankara 2004,S.53-54 4 Rıfat Önsoy,a.e,S.46 5 Rıfat Önsoy,a.e,S.47 6 Sait Açba,a.e,S.55 7 Sait Açba,a.e,S.56-57-58
34 • Ağustos’14 Osmanlı Bankası
de Cami ken r a l ı az k nam arda fl a s ran arka u t ş o k şen, ksa ü l o ü y g i sler e s k iller s çocu e n ek c e l e g RKUN O K a adın Ağustos’14 • 35
ATÖLYE
İletişim Sanattır Yusuf AZİZ
“Biz birbirimizin hikayesini bilmiyoruz. Ebu Zer ile bağınızı kuramıyorsanız, halkla ters düşüyorsunuz. Ekonomi politiğini, gelir paylaşımını, mülkiyeti, hak ve adalet kavramlarını. ‘İhtiyaçlarınızın üzerindekini paylaşın’ ilkesini... Bu ciddi bir tarih bilincidir.” “1970’lerde Maoculuğun gelişiyle bu toprağın geleneğiyle bağlarımız koptu. Kendimizi Mao ile ifade etme yanlışına düştük. Çok çok Che ile... Türk devrimciliğinin sorunu budur. Bu toprağın konuları güme gitti hep...” “Biz dini ıskaladığımız için yenildik. Hem 12 Mart’ta, hem sonra…» Demiş dev-genç’in kurucusu Sarp Kuray. Türk Solu neden kaybediyor sorusunu cevaplarından birini vermiş veya itiraf etmiş. Televizyonlarda halkın önüne çıkartılan siyasi profillerin, sanatçıların, ideologların bildikleri farklı diller, bitirdikleri üniversiteler, aldıkları eğitimler değerlendirmemize sunuluyor. Olumlu bulduğum, güzel işler yapmış insanlar var. Fakat şu iyi bilinme-
36 • Ağustos’14
li ki kaç dil bilirsen bil, kaç okul okursan oku, sokak okulunu es geçmişsen, halkın dilini öğrenememişsen kendi gettona kendi sınıfsal çevrene hapsolup kalırsın. Etrafına adeta büyük duvarlar örersin, ve bu duvarlar senin özgürlüğünü kısıtlar. Örneğin bir düğün evinde, bir cenaze evinde, bir afetle karşılaştığında ne yapacağını bilmeyen bir insan, ne okursa okusun bulunduğu ortamda çaresiz kalmış bir insandır. Kendini bulunduğu toplum içerisinde yabancı hisseder ve giderek toplumuna yabancılaşır. Elbette toplumda vucut bulan her hareketi, her eylemi tüm yönleriyle benimseyip içselleştirelim demiyorum. Yanlışları ayıklayabilecek bir irademiz olmalı. Zaten önemli olan, zor olan toplumda vucut bulan her şeyi olduğu gibi benimsemeden, aldığımız iletileri belli ilkesel süzgeçlerimizden geçirerek toplumla iletişim kurabilmektir. Bunu ben basit bir olay olarak görmüyorum. Böylesine bir iletişim bir sanat icra etmek gibidir. Bu anlamda böyle bir iletişimi kurgulayabilen bir insan iyi bir iletişim sanatçıdır. Mesela iyi bir tebliğci aynı zamanda iyi bir iletişim sanatçıdır. Fakat mey-
ATÖLYE danlarda slogan atan kahraman İslamcılar bunu ne denli anlayabilmişlerdir? Bu soruyu sormamız lazım. Belli siyasal gruplar maalesef iletişim sanatını güzel bir biçimde icra edemiyorlar. Bu yüzden anlaşılamıyorlar ve anlaşılamamanın verdiği hırçınlıkla radikalleşiyorlar, marjinalleşiyorlar. Sarp Kuray’ın söyledikleri hakkında iyice bir düşünmek lazım. Biz inançları ıskaladık diyor. Belli anlamda inkar ettik, görmezden geldik. Ve hep beraber kurtulmak için gece gündüz çalışmamıza, her türlü tehlikeyi göze almamıza, kendi hayatımızdan vazgeçmemize rağmen kurtuluşu için mücadele ettiğimiz toplum bizi kabul etmedi. Biz onların değerlerini inkar ederken onlarda bizlerin fikirlerini görmezden gelerek bizlerin mücadelesini inkar ettiler. Bazen öyle kötü hadiseler meydana geliyor ki. Kimisi ülkemizde, kimisi ümmet coğrafyasında. Hemen kendimizi meydana atıveriyoruz. Geceler geceleri kovalıyor, ezgiler, marşlar ardı ardına geliyor. Etrafıma bakıyorum bazen düşünüyorum. İnsanlar hak bir söylem inşa edilmesine rağmen rağbet etmiyorlar bu etkinliklere. Günlük hayatın akışında bir kesintiye gidip yumruklarını havaya kaldırmıyorlar. Acaba sokaktan geçen ve hiçbir İslami altyapısı olmayan gençler bu çıldırmışçasına slogan atan insan topluluğu hakkında ne düşünüyorlar? Söylemler ne derece onları ilgilendiriyor? Bu gibi sorular beynimde yankılanıyor. Bilgi vebaldir diyordu bir hocamız. Kavrayıp kardeşlerimizle paylaşmadığımız her iyi iş ve güzel bilgiden hesaba çekileceğiz. Fakat bilgiyi nasıl hangi metotlarla aktarabileceğimiz konusunda çok iyi değiliz. Bilgiyi ve fikri geçişken hale getirebilecek bir ortam oluşturma konusunda pasif davranıyoruz. Boğucu ideolojik söylemlerle herhangi bir altyapısı olmayan bir insana neyi anlatmayı hedefliyoruz. Ateşli sloganlar “Cenk,Cihad,Şehadet”ler eminim ilginç geliyordur insanlara. Türkiye bir savaş ülkesi değil oysa. Burası hama, humus, gazze, felluce değil. Yani ben mevzudan habersiz bir insan olsam ne cenki ne şehadeti be kardeşim derdim.
Kim kimi öldürüyor? Kiminle savaşıyoruz? Hayırdır savaş mı çıktı? Derdim. Iskalamamak adına bu yazıda ufak bir öneri getireceğim. Bir çok yürüyüş yapıyoruz ve yürüyüşlerde sloganlar atılıyor. Sloganların bir çoğu ütopik, irrite edici, ülkede savaş varmışçasına, yaşatmaya değil öldürmeye çağıran sloganlar. Halbuki sloganlar eylemin ruhunu yansıtmalı ve öğretme amacı gütmeli. Ha keza pankartlarda öyle. İnsanlar koşarak gelmeli ve ne olduğunu merak etmeli. Reklamcılığın altın kuralı “merak uyandırmaktır.” Çünkü meraklanan kimse ilgilenmeye başlayacak ve bir süre sonra ürünü satın almaya yönelecektir. İnsanların bizim dertlerimizle ilgilenmesini istiyorsak eylemlerimizde attığımız sloganları revize edeceğiz. Çünkü sloganik argümanların arkasına sığınarak yaptığımız eylemler kof bir bencillikten öte bir şey değil. Eylemlerimizde toplumun İslamcı olmayan kesimlerine karşıda sorumluyuz ve onlara ulaşmak bizim ödevimiz. Gettocu mantık geniş çevrelere ulaşıcak tebliğ dilinin önündeki en büyük engel. Bu engeli aşmamız gerekiyor. Yani diyeceğim odur ki dilimizi iyi kullanalım. Yüzümüz gülsün ve çevremizle diyaloğumuzu canlı tutalım. Arkadaşlarımız, kardeşlerimiz, öğrencilerimiz, iş arkadaşlarımız, komşularımız, beraber iş yaptığımız insanlar bizden kaçmasınlar. İsra suresinde yaratıcı diyor ki . “Kullarıma söyle: (İnsanlara karşı) en güzel sözü söylesinler. Çünkü şeytan aralarını bozar. Çünkü şeytan insanın apaçık bir düşmanıdır.” En güzeli anlatmakla mükellef olan inanan insan, barbar ve itici tutumdan kaçınmak zorundadır. İnsanları anlamaya çalışmalı, hayatın her alanında her daim öğrenmeye hazır bir öğrenci ve her daim öğretmeye hazır güzel sözlü bir öğretmen gibi olmalıdır. Iskalamamak lazım sonra ilerde pişman oluruz. Ağustos’14 • 37
ATÖLYE
DÖRT CEPHE, DÖRT DİRENİŞ! Abdullah HÜROĞLU
-FİLİSTİNKudüs’te bir gece yanmaya başladı bu ateş Her gün daha kıvılcımlandı, içimdeki inançla Kılıcımdan cehenneme ulaşan binlerce leş İslam hep yükseliyor, şehit dostumun kanıyla! Çocuklar var, kadınlar var; hepsi inanç dolu Hepsinin erkek direnişçiden daha fazla yükü Sabrediyorlar, çünkü sabır dedi İslam’ın yolu; İman Öfkesi Ömer Efendimiz, böyle buyurdu! Çocukların elinde sapan, direnişçilerde silah Böyle böyle her gün yıkılıyor kâfir düşman Bu çocuklarla, hanımlarla, adamlarla Hz. İlah Kahhar ismiyle tecelli ettiği her vakit perişan! Zafer verecek Allah, böyle buyurur Kur’an Müjde böyle; inkılabla devrilecek tağutlar Silah var elimde, yeter ki eksik olmasın iman Çünkü bütün kâfir alemine yazılacak ağıtlar!..
-SURİYEKudüs’te yanan ateşin kıvılcımı Suriye’de Gelinlik kız, ihtiyar delikanlı hepsi meydanda Korkmuyorlar çünkü böyle buyuruldu ayette Her kâfir gibi devrilecek zalim Esad’da! Bu direniş yoktu hesapta, çıktı inançla İnancı yıkacak hiç bir güç yoktur alemde Sabır ve inanç!.. Galip gelecek kâinatta Görecek bunu bütün kâfir âlemleri de! Ölüyor ufacık çocuklar, dillerinde tekbir Sonsuza kadar efendim diyor; Muhammed’dir Bu umutla yaşayan Suriyeli çocuk, galiptir Çünkü direnişleri içindeki umutlarına hâkimdir! Zafer yazıyor Kur’an’da, Kur’an benim kaderim Filistin’de benim, Suriye’de benim, böyle bilin Kadınıma, kitabıma saldıracak kâfir; direnirim Cihad başladığında; kâfir! dünya olur cehennemin.
-2Kudüs’ün üstünü siyah bulutlar kapladı Aydınlığa kavuşacak elbet, Cihadla; ‘’Kudüs’e yakın evlerde bir bomba patladı Ve üç yüz çocuk daha buluştu toprakla!’’ Bu haberleri okumaktan utanmaz mısın? Bir çocuk kadar yok mu senin cesaretin? Kur’an-ı okursun da hiç mi anlamazsın? Nedir bu kafandaki Yahudi işgalciliğin?! Söyle anlat, böyle miydi senin peygamberin? Hiç mi, siyer-i nebi’den bir şey bilmezsin? Haksızlık karşısında susar mıydı halifelerin? Bu vaziyete karşı Ömer gibi öfkelenmelisin! Her şey için vakit tamam, kılıcını artık kuşan Hala bir işaret mi bekliyorsun yedi kat gökten? Allah sana en güzel haberi gönderdi, Kur’an Bir çocuk yaşasın diye, korkmaz mısın ölümden!
-2Evliya’nın diriliş müjdesi verdiği kutlu şehir Zalime boyun eğmez, and olsun ki; direnir Çünkü ruh kalıbı, Osman, Ali, Ömer, Ebubekir Sahabe ışığında Cihad, işte bu açık bir zaferdir! Suriye sokaklarında yankılanan bir ses var İşte bu, kurulacak İslam Devleti›nin ayak sesi İslam uğruna şehit olacak binlerce nefes var Kesilecekse.. En hayırlısı, İslam için kesilmesi! Şüphesiz ki Biz, sana apaçık bir fetih verdik, Galibiyetten sonra böyle buyurdu Hz. Allah Biz de birleşmiş bir kâfir ordusunu yendik Diyeceğimiz gün...; Şefaat ver ya Allah! Suriye, laikliğin son İslam’ın ise ilk kalesi Direniş başladı, yıkılacak bütün küfür dünyası İslam için yaşamıyorsak, kessin Rab bu nefesi İslam Devleti.. İşte kâfirin korkunç rüyası!
38 • Ağustos’14
ATÖLYE
-MISIRMüslümanlar meydana akın ediyor korkmadan Çünkü bir fecr doğacak elbette bu sokaklarda Her gün direniş artıyor meydanlara imandan Elbet kâfir uyanacak, vurulan son tokatlarda! Söylüyorum! Umut; Kur’an’da ve Sünnet’tedir Buna uyabilen bilsin, bu en büyük kurtuluştur Kurtuluşa eren için kaybedecek her kâfir Şeriat dedi Mısır, bunu diyen kurtulmuştur! Altı asırlık direniş, yeniden başladı direnmeye Uyumuyor, kâfirin uyutmaya gücü yetmiyor Çünkü şüphesiz iman ediyor Kur›an ve Sünnet›e Bu iman karşısında elbette kâfir direnemiyor! Müslümanlardan bin selam Mısır Akıncılarına Savaş, ya er meydanında olur ya da zihinde Ya Rab! Zafer bahşet sen bu inanç akınlarına Ey Kâfirler! Yenileceksiniz, cehennemde! -2Kadınlar ve çocukların silahsız direndiği Kâfirin rüyasına korku olarak düştüğü Düşmanın asla yenemeyeceğini bildiği İşte Mısır!.. Tüm dünyanın gördüğü! Yenilmez, Allah’a inanan Müslümanlar Allah zafer verir, bunu onlar anlayamaz Tek tek dize gelecek tüm düşmanlar Çünkü hiç bir güç Hakkı durduramaz! Savaşmak kötü değildir, hüküm böyle Kötüyle savaşmayan gider cehenneme Kötüyle savaşmak farz kılındı ayetle Kötüyle savaşmak!..; Sünnet-i seniyye! Direnmek, sabır.. Böyle buyurdu Ömer! Ya kâfirle savaş, ya işbirliyle yan ateşte Kâfirin her mumu Mü’min ışığı ile söner İnanan, hem dünyada kazanır, hem ahirette!
-DOĞU TÜRKİSTANKur’an yasak, Fatiha yasak, Oruç yasak bu diyarda Bu yüzden fazla uzak değildir yiğitlere er meydanı Akın var, başlayacak! Her Müslüman bu akında Türkçülüğe karşı ‘’Müslümanlar kardeştir’’ fermanı Ey Doğu Türkistan!; Kâfirin en korkunç rüyası Elbet sonunu getirecek kâfire, yüreğindeki imanın Sabr ve dua et, emrediyor böyle cihanın Hüda’sı Çünkü Çin Seddini kızıl kâfirin başına yıkacaksın! Çocukta sapan, hanımda iffet, adamda silah var Doğu Türkistan halkının şahadete büyük aşkı var En küçük Müslüman’ın bile silahı olan duası var Allah var, Adalet var, Kur’an var, Ahiret var! Sabır, direniştir; böyle buyurmuştur Halife Ömer Türkçülük dediğin Müslüman olunca der; ‘’Geber!’’ Bir Türk olarak diyorum, İslam’ın olacak zafer. Minarelerde ezan, yüreklerde iman, Allahu Ekber! -2Yıllarca zulmedildin! bunu hiç unutma, Kur’an yandı, kızın satıldı; Çin zulmünde Çin›e karşı savaş; inançla, silahla, intikamla Çünkü kazanacaksın sen! Allah hükmünde! Savaş başladı, silahına sarıl, kurtar vatanı Karına tecavüz ettirme, utandırma atanı Bu topraklar affetmez; yan gelip yatanı İnancınla yıkacaksın Çin›in kahpe inşasını! Her bir Türk’e emir geldi, Kur’an-ı Kerim’den Cihad üstümüze farz kılındı Sünnet’ten Hiç bir Türk korkmaz, İslam için ölümden Kelime-i Şahadet getirmek, son gününden! Geçer zaman.. Kurtuluş, inanç ve silahta Bırak haksıza boyun eğeni, diril Kur’anla Umut Kur’an’da, umut silahta, umut Cihad’da; Unutma; kötüyle savaşanlar, hep O’nunla! Ağustos’14 • 39
GEZİ
Bereket Zagreb Furkan Gençoğlu İstanbul Üni. İletişim Fak. 3.Sınıf
(İslamski Center)
R
amazan ayının ilk haftasını balkanların iki ülkesinde geçirdim. Bereket konvoyu vesilesiyle Balkanlarda yaşayan Müslüman kardeşlerimiz ile buluştuk. Onlarla kucaklaştık, insanlık dilini kullanarak dertleştik. Beraber güldük, beraber alkışladık, beraber sevindik. “ARKADAŞ” diye seslendiler sofralarından. Kulak verip göz göze geldik ve gülümsedik güzel insanlarla beraber. Bizim gelişimizle beraber gözlerinde oluşan ışıltıyı görmenizi isterdim. Ve ince ince hissettirdikleri sitemlerini de görmenizi isterdim. “NEREDESİNİZ” be arkadaş! 40 • Ağustos’14
Zagreb’deyiz. Zagreb yaklaşık bir milyon nüfusu olan bir başkent. Yugoslavya’nın dağılmasıyla birlikte 1991 yılında bağımsızlığına kavuşan Hırvatistan’ın başkenti. Zagreb yemyeşil bir ovaya kurulmuş, arazi yerleşime son derece elverişli. Muntazam bir kentleşme yapısı kurmuşlar. Çarpık kentleşmeye dair en ufak bir izlenimim olmadı. Evler genelde iki üç katlı ve minik bahçeleri var. Kentin ortasından geçen nehir ayrı bir güzellik katıyor. İnsanlar son derece sakinler Zagreb’te. Acaba biz mi çok heyecanlıyız diye sorguladım kendimi
GEZİ bu kentte gezerken. Zarif, yardımsever insanlar gördüm. En ufak bir saygısızlıkla karşılaşmadım. İnsanların birbirine olan saygısı etkileyici. Hani şu Avrupa’dan dönen amcaların anlattığı bir hikaye vardır meşhur. Ya hemşerim yola adımını attığın an duruyorlar. Evet bu hikaye tamamen gerçek. Zagreb’te de bunun sağlamasını yaptık. İstanbul Aksaray’da geçiş hakkım olmasına rağmen arabalardan köşe bucak kaçan ben yola adımımı attığım an duran araçları görünce epey şaşırdım. Beni en çok etkileyen kentte insanların birbirine karşı güven duygusunun gelişmiş olmasıydı. İstanbul gibi güvenlik problemi olan bir şehirden sonra bu sakinlik ve dinginlik, bu güvenliksizlik insanı önce bir tedirgin ediyor. Fakat sonra bu şekilde de yaşamın devam edebildiğini görünce kendimizi güvenlik kıskacında boğdurduğumuz İstanbul’daki duruma isyan ediyorum. Zagreb’te insanların birbirine olan güveni oldukça gelişmiş. Örneğin AVM’lerde girişte güvenlik yok. Tramvayda turnikeler yok. Tramvayın içine biniyorsun kartı olanlar basıyorlar. Herhangi bir güvenlik önlemi ile karşılaşmadık. Şehirde herhangi bir polise rast gelmedik. Özel güvenlikler ile karşılaşmadık. Bu güven ortamı gerçekten çok özendiriciydi. Raylı sistem ağı oldukça gelişmiş durumda Zagreb’te. Eski komünist ülkesi olmasının bunda payı nedir bilemiyorum. Fakat şehrin her tarafını raylarla donattıklarını bizzat gördüm. Şehirdeki tarihi atmosfer bozulmamış. Şehir meydanını tarihi saraylar süslüyor. Her
tarafta tarihi kiliseler ve katedrallere rastlamak mümkün. Taş yapılarıyla oldukça etkileyici bir atmosferi var şehrin. Bir de buna telaşesiz insanlar ve sakin sokakları eklenince gezmeye doyum olmuyor şehri. Tren istasyonundan farklı ülkelerdeki farklı şehirlere trenler kalkıyor sürekli. Tam hayal ettiğim gibi. İstanbul’dan Haydarpaşa’dan vagona adımımı atıp Şam’a, Halep’e, Bağdat’a, Hicaz’a uzanıp gitmek. İşte bu birlikteliğin hayalini düşlüyorum tren seferlerini gösteren elektronik ekrana bakarken. İslamski Center Zagreb’li Müslümanların buluşma noktası. Çok güzel bir mimarisi var İslamski Center’ın. Kültür merkezi, cami, restoran ve evlerden oluşuyor merkez. Yemyeşil bir bahçesi büyükçe bir avlusu var. Yeşillikler içinde açan bir gül gibi adeta. Bu camide orada bulunan kardeşlerimizle cuma namazını kılarken gerçekten duygu dolu anlar yaşadım. Ülkemden ayrı ilk Cuma namazıydı ve bu insanlarda kendi topraklarında gurbetlik gibiydiler. Ezan sesine hasretler bu insanlar. Türkiye’nin değerini insan daha iyi kavrıyor bu gibi yerlerde. İftarımızı da bu güzel caminin yanında güzel insanlarla beraber yaptık. Şarkılara hep beraber eşlik ettik. Beraber halk oyunlarına güldük. Pamuk şeker dağıttık, Osmanlı macunu sardık. Şerbetçiden şerbetimizi alıp yudumladık. Çocuklara ay yıldızlı bandanalarımızı hediye ettik. Onlarla fotoğraf çektirip anı ölümsüzleştirdik. Ve o güzel gecenin sabahında Hırvatistan’ın Adriyatik’teki incisi Rijeka şehrine oradaki kardeşlerimizle buluşmak üzere yola çıktık. Ağustos’14 • 41
MEDYA
Basından Yansıyanlar İki zihniyet iki seçim Markar Esayan 23 Haziran 2014 Yeni Şafak Gazetesi ankaya ve 2015 Genel Seçimleri bu manada hayati bir işlev taşıyor. Neo-İttihatçıların 19-25 Aralık Darbesi 30 Mart’ta boşa çıkartıldı. Ancak mücadele henüz bitmiş değil. Ve bu sefer asıl mücadele karşı cephede değil, AK Parti’nin içinde yaşanabilir. Ekmelediin İhsanoğlu›nun çatı adayı tayin edilmesi, mümkünse Çankaya’ya, ama daha çok 2015 Genel Seçimleri’ne yönelik. AK Parti’ye dönük bir yatırım bu... Hatta Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkıp çıkmayacağı, çıkarsa bile partiyi bir emanetçiye teslim edip etmeyeceğine yönelik bir ‘yeniden düşün’ tehdidi… Açıkça ‘Buraya kadar mucizevi bir şekilde geldin. Ama her zaman mucize olmaz. Ya Özal gibi Çankaya’ya çekil ve partiyi bizimle uzlaşacak isimlere bırak, ya da Çankaya’ya çıkma ve bir beş sene daha seninle kavgaya devam edelim’ deniyor Erdoğan’a. Mısır’da cebren yaşananın daha sofistike bir hali bu.
Ç
42 • Ağustos’14
Mutsuzsun çünkü savaş bitti
Başbağlar Hüda Kaya 7 Temmuz 2014 Özgür Gündem Gazetesi onuç olarak, Sivas olaylarının tarafsız insanlar tarafından yeni baştan incelenmesi gerekiyor. Mesela o günlerde televizyonlardan izlediniz, gazetelerden okudunuz. Üniformalı biri geliyor, arabasından iniyor, orada kalabalığın içinde kareli gömlekli bir herif var, oteli yakan; geliyor onunla öpüşüyor, arabasına binip gidiyor, bu üniformalı. Nedense olaya hiç müdahale etmiyor.
S
Madımak’ta alevlere mahkum edilerek katledilen Alevi aydınları da, Başbağlar’da kurşuna dizilen masum dindar köylüler de bu toplumun vicdan aynası olabilmelidir. Muhafazakar milliyetçi çevrelerin Madımak ile yüzleşmeleri gerektiği gibi, sol ve Alevi çevrelerin de Başbağlar ile yüzleşmeleri gerekmektedir. Ancak bu şekilde hakikate şahitlik yapabiliriz. Hakikate şahitlik yapabildiğimiz kadar barış daha yakınımızda olacaktır...
Bekir Berat Özipek 6 Haziran 2014 www.serbesiyet.com ürt Barışı’nın Fernando Aguirre’leri… Kürt Barışı, bugüne kadar bu topraklarda vuku bulan en hayırlı iş. Çünkü -bütün siyasi mülahazaların ötesinde- insanı yaşatma duyarlılığını taşıyor. Ölüme karşı yaşamın üstün gelmesini ifade ediyor. Ama tam da bu yüzden, ona düşman kesilenler var. Ve yine tam da bu yüzden, düne kadar Kürtlere dost görünen bazıları da bugün fazlasıyla mutsuz görünüyor. Sıkılıyorlar, huzursuzlanıyorlar, içleri daralıyor ve tıpkı Aguirre gibi, kötülüğü mantığa büründürüp yeniden savaş olsun diye en olmadık gerekçeler uyduruyorlar. Barışın neden mümkün olmadığını anlatmak için bin dereden su getiriyorlar. Çatışma ve ölümle geçen onlarca yıla gösterdikleri sabrı barışa gösteremiyorlar. Gencecik bedenler toprağa verilirken göstermedikleri öfkeyi, Çözüm Süreci’ne gösteriyorlar, savaşa tanıdıkları şansı barışa tanımıyorlar.
K
MEDYA Kuşaklar boyu devam eden tarifsiz acılarla dolu bir geçmişi geride bırakmak için savaşan güçler anlaşmış, devlet ile PKK masaya oturmuş ve bir Çözüm Süreci başlatmış, onlar“olmaz, olamaz, barışamazsınız” diye bağırıyorlar. Hakikaten abartı değil, PKK yeniden silahlı mücadeleye dönecek olsa sevinecek çok sayıda Fernando Aguirre var bu ülkede. Özellikle de Türk solunun içinde. Bazıları ulusalcılıktan Kürtten çok Kürtçü olmaya, bazen de bu yolculuğun tam tersine Türkçü ulusalcılığa savrulabiliyorlar. Ama her iki karşıt pozisyonda da aynı tutarlılıkla barışa saldırıyorlar.
Siyasal Kibir Akif Emre 3 Temmuz 2014 Yeni Şafak Gazetesi nsana özgü zaaflar zamanla kurumlara da yansır. Dağınıklığı, disiplinsizliği alışkanlık haline getirmiş bir topluluğun oluşturduğu yapılara bu durumun yansımasını hemen görürsünüz. Sonuçta eşyaya dönük tezahürleri olan davranışların kurumsal kimliklere yansımasından daha anlaşılır bir şey olamaz. İnsana özgü zaafların sinsice kurumlara, söylemlere, siyaset tarzına yansımaları pek dikkatimizi çekmeyen bir durumdur. Mesela kibir, insana özgü bir zaaf, hatta manevi bir hastalıktır. Bir insana, hele hele Müslümana hiç yakışmayan bir haldir. Kibrini yenemeyen insanın, dev bir çınarı içten yiyen kurt gibi, tüm maneviyatını
İ
sinsice yiyip tüketir. Kibrin insanoğluna zararı sadece nefsiyle olan mücadelesine yenik düşmekle sınırlı kalsaydı belki bizler dışardan bakanlar bunu fark etmeyebilirdik. Kibir aynı zamanda insan ilişkilerinde tezahür eden bir tutum olduğu için çabucak kendini ele verir, sahibini itici kılar. Bir insanın iç dünyasına ait bir arızanın söyleme, kurumlara, ideolojilere yansıması olabilir mi? İnsan soluğundan çıkan her şey o soluktan bir şeyler kapar; o soluk sahibinin olumlu olumsuz özelliklerinin soncudur nihayetinde. Öyle olmasaydı ihlas, samimiyet, bereket, hırs, kibir gibi tümüyle içsel olanın yapıp ettiklerimize, eylemlerimizin sonuçlarına bir etkisinin olmadığını düşünmek zorunda kalırdık. Ne sebepten dolayı ‘bu işte bir hayır vardır’ deriz, hayır murat ederiz, yahut çok bereketli olduğunu sonradan fark ederiz... Rasyonel aklın izahından vareste konular.
Değişim çabaları devam ediyor. Ama tarih ırmağının tersine doğru atıyor kulaçlarını. Ana siyasi fay hattının dindar halk kitlelerinin rejimin bu dönüştürme projesine direnmesi üzerine kurulu olduğu bir ülkede seçime doğru epey beyhude bir uğraş bu. Kemalist milliyetçiliğe, halifeliğin kaldırılmasına kızıp Türklükten istifa eden Mustafa Sabri Efendi’den Anıtkabir’e çıkıp, Türklüğüyle gurur duyduğunu açıklayan CHP ve MHP’nin cumhurbaşkanı adaylığına. Muhammed Ekmeleddin İhsan’dan, Ekmel Bey’e… Türkiye’de dindarların 100 yıllık öyküsü. Rejimin cici Müslümanlara çevirmek istediği dindarların hikayesi. AKP’yi iktidar yapan büyük mağduriyet ve direniş hissini, siyasi öfkeyi, enerjiyi anlamak için yeterli. İşte şimdi rejimin bu cici Müslümanlığına karşı direnişi temsil eden Erdoğan’ın karşısına, Atatürk’ün hain ilan ettiği rejim karşıtı muhalif bir diasporadan gelip, Atatürk’ün partisi tarafından onun koltuğuna aday gösterilecek kadar ehlileştirilmiş Ekmeleddin Bey’in aday gösterilmesi tarihin gerçekten bir cilvesi… Aynı zamanda 12 Eylül’ü Benim Cici Müslümanım müebbete mahkûm ettirYıldıray Oğur miş Erdoğan’ın karşısına, 12 7 Temmuz 2014 Eylül’ün başarısız Türk İsTürkiye Gazetesi on 10 günde olanları da ha- lam sentezini çıkarmak bu… tırlayalım: Ekmeleddin Bey, ‘Radikal İslam’la ‘ılımlı İskendi ifadesiyle “Atatürk’ün hu- lam’ değil, ‘sivil İslam’la ‘devzuruna” çıkıp bağlılığını bildirdi, letçi İslam’ karşı karşıya… cici Müslümanlarevinin balkonundan Sözcü’ye Tabii haylaz Müslümanlar… Balkon konuşması yapıp “Türklü- la, Muhammed Ekmeleddin İhsanğümle gurur duyuyorum” dedi. Zafer işareti yapıp, Taksim’de larla, Ekmel Bey’ler karşı karşıGezi dayanışmasını gösterdi. ya…
S
Ağustos’14 • 43
ETKİNLİK
Küçük Kardeşlerimiz Yaz Okulumuzdan Mezun Oldu
A
raştırma ve Kültür Vakfı Kâğıthane Şubesi ile Genç Öncüler’ in ortaklaşa düzenlemiş oldukları 2014 yaz dönemi yaz okulu bitirme programı coşkulu bir kalabalıkla çocuklarımızın, gençlerimizin, halkın katılımıyla Kâğıthane Kültür Merkezi’ nde gerçekleştirildi. Yaz okulumuzdan biraz bahsetmek istiyorum. Okulumuz dört haftalık bir eğitim vermiştir. Bu eğitime katılan öğrencilerimiz ilk, orta ve lise seviyesindeki öğrencilerden oluşmuştur. Dört haftalık eğitim süresi içerisinde, çocuklarımıza ve gençlerimize Kur’ an ahlakı, ilmihal, akaid, siyer derslerinin yanında davranışlarıyla alakalı pratik alışkanlıklar kazandırıldı. Bu arada öncelikle Kur’ an’ ı Kerim bilmeyen öğrencilerimize Kur’ an’ ı Kerim öğretildi. Bilenlere ise güzel okuma alışkanlığı kazandırıldı. Kız ve erkek öğrencilerimizin el işi ve beceri kabiliyetlerini arttırıcı sanatsal faaliyetler yapıldı. Kitap ayracı, deri ciltleme, resim gibi faaliyetler gerçekleştirildi. Sosyal etkinlikler olarak piknik, futbol maçı, Miniatürk gezisi faaliyetleri gerçekleştirildi. Her hafta Cuma namazına çocuklarımız ve gençlerimiz Sanayi Mahallesi Merkez Camii’ ne götürüldü. Ayrıca her öğle namazı şube mescidimizde cemaat halinde kılındı.
44 • Ağustos’14
Kapanış programımız Kâğıthane Belediyesi Kültür Merkezi’ nde gerçekleştirildi. Programımız Kur’ an’ ı Kerim tilavetiyle başladı. Öğrencilerimizin yapmış oldukları faaliyetleri yansıtan sinevizyon gösterimi yapıldı. Gençlerimizin marş ekibi sahne aldı. Mesnevi’ de namaz konulu gösteri sunumu yapıldı. Gençlerimizin öğrenmiş olduğu surelerden kısa kısa bölümler okundu, kırk hadisten seçilmiş yirmi hadis gençlerimize okutuldu. Gençlerimizin katılım diplomaları takdim edildi. Katılan öğrencilerimizin her birine Kur’ an’ ı Kerim hediye edildi. Sanatsal faaliyetlerimizin sunulduğu bir sergi açılıdı. Bu sergiden elde edilen gelirler Gazze’ deki kardeşlerimizin iftar sofraları için gönderilmiş oldu. Diploma törenine mesai yoğunluğu dolayısıyla katılamayan Kâğıthane Belediye Başkanı Sayın Fazlı KILIÇ telefonla bağlanarak hayırlı olsun temennisinde bulundu. Bizleri yalnız bırakmayan mahallemiz esnafı ve halkına yardımlarından ve katılımlarından dolayı da teşekkür ederiz. Unutmayalım okullarımızda eğitim dönemi başladığında Kâğıthane Sanayi Araştırma ve Kültür Vakfı şubesinde bekliyoruz. Gençler Allah’ a emanet olunuz.
Ağustos’14 • 45
ETKİNLİK
Bu Kez Yüzlerce Aileyle Birlikte Sofraya Oturduk! Sümeyye Akgül İstanbul Üniversitesi Fars Dili ve Edebiyatı 4. Sınıf
15 Temmuz Salı akşamı, Genç Öncüler ve
açıldı. İftar menüsü bir Müslüman’ın sofrasına
Salıncak Çocuk Kulübü önderliğinde büyük
yakışır bir şekilde şatafattan uzak bir sadelik-
bir aile iftarı düzenlendi. Beyazgül Düğün
teydi. Yemeklerin ardından muhabbetlerimizi
Salonu’nda gerçekleşen program öncesinde
daha da koyulaştırdığımız çay ikramı gerçekleşti.
görevli arkadaşların yoğun bir hazırlık süre-
İftar, hem vakfa gelen öğrencilerimizin anne-
ci vardı. Geçtiğimiz yıllarda vakıfta gruplar
babalarıyla daha yakından tanışmamıza, hem
halinde gerçekleştirdiğimiz iftarı, daha kapsamlı
de öğrencilerin birbirlerinin anne-babalarının
ve kalabalık bir şekilde gerçekleştirmenin
tanışmasına vesile olarak, vakıf içerisindeki
heyecanıyla herkes bir işin ucunda tuttu. Ve tüm
ilişkilerimizi daha da güçlendirmemize ön ayak
bu titiz çalışmanın sonucunda, iftara yaklaşık
oldu.
1000 davetli katılım gösterdi.
Akşam namazlarının kılınmasının ardından
Program saat 8’de Kuran tilaveti ile başladı
saat 10’a doğru davetliler salondan ayrılmaya
ve Erkam Şahin tarafından Genç Öncüler’in
başladılar. İftarımıza icabet eden misafirlerin
uzun soluklu yürüyüşünü anlatan ve faaliyetleri
duaları ve memnuniyetlerini dile getirmeleri,
hakkında bilgi veren bir konuşma ile devam etti
gün boyu süren koşturmacanın yorgunluğunu
Ardından Ramazan’ın güzelliklerini hatırlatan
sildi, götürdü. Tuttuğumuz oruçların hakkını
bir slayt izlendi. Ezanın okunmasıyla beraber
verebilmiş olmamız ve Allah’ın rızasını kazanabil-
besmeleler çekildi, böyle büyük bir sofraya hu-
memiz dualarıyla, başka faaliyetlerde tekrar
zurla oturabilmenin şükrüyle birlikte oruçlar
görüşmek üzere ayrıldık.
46 • Ağustos’14
ETKİNLİK
TRABZON GENÇ ÖNCÜLER EKİBİ
SAMSUN KAMPI
8
Haziran Cuma günü Trabzon Genç Öncüler ekibi olarak Samsun 19 Mayıs ilçesinde bulunan Gençlik ve Spor Bakanlığının kamp merkezine gitmek üzere 30 kişilik bir ekiple yola çıktık. 5 saatlik yolculuğun ezgiler, şiirler, türküler eşliğinde nasıl geçtiğini anlamadan akşam saat 10 civarlarında kamp merkezine ulaştık. Birinci gün kahvaltıdan sonra eğitim programına başlamak üzere konferans salonuna geçtik. İlk dersi Cevat ÖZKAYA hocamız “Ülkemiz Ve Siyaset, Yakın Gelecekte Siyasetin Muhtemel Sonuçları, Geleceğimizde Siyasette Gençlerin Görev Almaları” vb. konu başlıkları altında gerçekleştirdi. Cevat ÖZKAYA hocamızın anlattıkları ile ülkemizdeki siyasetin dünü, bugünü ve geleceği hakkında bilgi sahibi olduk. İlk gün yaptığımız eğitim programından sonra güne kamp alanının imkânları dâhilinde bulunan voleybol, basketbol, masa tenisi gibi sportif etkinlikler gerçekleştirdik. Genç Öncüler olarak Trabzon’da neler yapılabileceğini konuştuğumuz ve gruplara ayrılarak sunumlar yaptığımız forum ile kampımızın ilk gününü tamamladık. İkinci gün Vahap YAMAN hocamız “Son Kırk Yılda Türkiye’deki Siyasi Gelişmeler ve Umran Kültür ve Medeniyet Hareketinin bu konularla İlgili yaklaşımları ve Umran Hareketinin Mahiyeti”, konulu eğitim semineri verdi. Öğlen yemeğinin ardından güne çeşitli sosyal etkinliklerle devam ettik. İkinci günün akşamında Araştırma Ve Kültür Vakfı Trabzon şubesinden gelen hocalarımız ile “Sorumluluk Bilinci” konulu sohbetler gerçekleştirdik.
Kampın üçüncü gününde Şemsettin ÖZDEMİR hocamızın “Yaratılış gayemizden hareketle asli gayemizin bilincinde olarak Kur’ana Karşı, kendimize ve ümmete karşı sorumluluklarımız, Genç öncüler ve geleceğimiz, İslam’ın yeniden hayata hâkim kılınabilmesi için genç öncülere ve sorumluluk bilincini kuşanan bütün Müslüman gençlerimize düşen vazifeler” gibi konular hakkındaki sunumları ile eğitim programımız tamamladık. Öğlen yemeğini Samsun şehir merkezinde yedikten sonra tekrar kamp alanına döndük. Kamp alanındaki son günümüz sportif etkinliklerle ve akşamında geniş bir grupla saatlerce Tabu oynayarak devam etti. 12 Haziran Perşembe günü kamp alanından ayrıldıktan sonra gün içerisinde Samsun Şehir gezisi yaparak programımızı tamamladık. Kamp birçok arkadaşımızda olumlu anılar bıraktı, birçok arkadaşımız tanışıklığı olan arkadaşları ile adeta yeniden tanıştı, yeni arkadaşlıklar geliştirdi. Yıl içinde birçok faaliyette elde edilemeyen kaynaşma dört günlük bir kamp ile sağlanmış. Derse katılan hocalarımız gerek derslerde gerek derslerden sonra sohbetlerde bizlere İslamî bir bakış açısı kazandırdı. Kamp boyunca gerek derslerde gerek derslerden sonra hocalarımızdan ağabeylerimizden, Genç Öncüler duruşu nasıl olmalıdır sorusunun cevabını bulduk. Bize bu hayırlı ve bereketli birlikteliği nasip eden Rabbimize sonsuz şükürler olsun. Bize eğitim vermek için Samsun’a gelen bütün hocalarımızdan, kampı organize eden ağabeylerimizden ve emeği geçen herkesten Allah razı olsun.
Ağustos’14 • 47
maz, tek a n n a ın ıl k Cemaatle an yirmi d z a m a n n a başına kılın iletlidir z a f a h a d e c yedi dere ) (hadis-i şerif
48 • Ağustos’14
“Onları yemekten, eğlenmekten ibaret hayvanlara özgü hayatları ile başbaşa bırak. Düşünmeden, akıllarını kullanmadan, insanlık düzeyine çıkmadan oyalanıp dursunlar. Bırak onları bu girdapta, fırıldak gibi dönsünler. ihtiraslar oyalasın. Arzular gururlandırsın, ömür geçsin, fırsat kaybolup gitsin. Bırak onları, bu helâk olmuş kimselerle uğraşma. Onlar ihtiras ve gururun bataklığına dalmışlar. Bu durum hoşlarına gitmekte, onları zevk ve eğlenceye daldırmaktadır. Böylece onları oyalayıp, ecellerinin dolmasına daha çok zaman olduğunu sanmalarına neden olmaktadır. Onlar dilediklerini yapabileceklerini sanıyorlar, kimsenin kendilerini bu zevk ve eğlenceden alıkoyamayacağını, engel olamayacağını düşünüyorlar. Bundan sonra kendilerini hesaba çekecek birinin olmadığına en sonunda diledikleri şeye sahip olmaları sayesinde kurtulacaklarına inanıyorlar!” Şehid Seyyid Kutub