Genç Öncüler/Edeb Yâ Hû!/71

Page 1

Merhaba Değerli Okurlar, Sahibi PINAR YAYINLARI Tic. ve San. Ltd. Şti. Adına İlhan Gündoğdu Sorumlu Yazı İşleri Müdürü İsmail Memiş Yayın Sorumlusu Nihal AÇIKEL Yayın Kurulu Ahmet Tarık ÖZCAN Ali Tarık PARLAKIŞIK Ayşe Nur AKSU Betül BABACAN Burak KALPAKLIOĞLU Fatma Büşra ÖZKAN Fatma Nihan DOĞAN Muhammed TUTKUN Sabâhat BOYNUKALIN Şeymanur EKREN Uğur DEMİREL Usame SARIYAŞAR Zeynep TOPUZ Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Abdullah YILDIZ Ahmet Tarık ÖZKAN Beyza SEYİDOĞLU Burak KALPAKLIOĞLU Erkam ŞAHİN Fatih RAZİ Firdevs Büşra KALUÇ Hasan DEMİRCİ Kürşat GÜRSOY Melike YURT Muhammed TUTKUN Osman Zinnur AKSU Sare Gülce YENİCE Sude KARAMANOĞLU Şamil TOK Zeynep AKSU Adres Alay Köşkü Cad. Küçük Sk. Civan Han No:6/3 Cağaloğlu - Fatih / İSTANBUL bilgigenconculer@gmail.com Grafik Tasarım Tekin Öztürk www.tekinozturk.com.tr

Baskı Şenyıldız Matbaacılık Gümüşsuyu Cad. No:3 Kat:1 Topkapı-İstanbul Tel: (212) 483 47 91

P

eygamber efendimiz (s.a.v.), “Her dinin kendine has bir ahlakı vardır, İslam’ın ahlakı ise hayadır.” buyuruyor hadis-i şerifinde. Bugün ise haya ve edep kavramlarının anlamlarının unutulduğu “ileri” bir çağda yaşıyoruz. Olaylara daha geniş bakabilen “özgür” zihinlerimiz, haya ve edep sınırlarını genişletmemize imkan verir oldu. Şubat sayımızda, haramları helal kılma eğilimi gösteren kalplerimizi ve onun destekçisi nefsimizi bu konuda uyarmaya niyetlendik. Karantina bölümünde Abdullah Yıldız amcamızın “Hz. Yusuf (a.s.) -1”, Ali Tarık Parlakışık’ın “İnsan Vücuduana Odaklanmak Zillettir” ve Kürşat Gürsoy’un “Evliliğe Giden Yol Haritası” yazıları yer almakta. Zeynep Aksu’nun “Bu Bir Özeleştiridir” yazı dizisi de 4. bölümüyle dergimizde yer alan bir diğer sayfa. Gündem bölümünde geniş olarak Uludere Katliamı’nı ele aldık. Erkam Şahin’in “Uludere Sınavı” yazısında ve Burak Kalpaklıoğlu’nun hazırlamış olduğu “Basından Yansıyanlar” sayfasında arkadaşlarımız konuyu irdelemeye çalıştı. Gündem sayfalarının diğer konularını ise Fatma Nihan Doğan’ın hazırladığı “Portre: Rauf Denktaş” ve Fatih Razi’nin “Darbeden Hisse” yazıları oluşturuyor. Burak Kalpaklıoğlu’nun hazırlamış olduğu “Kürt Sorununa Tarihsel Bakış” başlıklı yazısı ise araştırma bölümünü teşkil ediyor. Deneme sayfalarında Firdevs Büşra Kaluç’un “İslam’ı Arayarak Bulanlar” ve Osman Zinnur Aksu’nun “Günümüz ‘Zengin Brüksel’inin Mali Kaynağı” yazıları yer almakta. Sare Gülce Yenice’nin “İslam Coğrafyası: Bangladeş”, Sude Karamanoğlu’nun “Karikatür Analizi”, Şamil Tok’un “Okullardan Haberler”, Şeyma Nur Ekren’in “İslami Kavramlar: İçtihad-Müçtehid”, Zeynep Topuz’un “Bozuk Raylı Ev”, Ayşenur Aksu’nun “Kitap-Film Tanıtımı”, Muhammed Tutkun’un “Tarih Defteri: Kıbrıs Barış Harekatı”, Osman Zinnur Aksu’nun “Film Kritiği” ve Melike Yurt’un “KültürSanat Haberleri” yazıları da ilerleyen sayfalarda istifadenize sunduğumuz diğer bölümler. Genç Öncüler Dergisi Yayın Kurulu olarak siz değerli okurlarımız arasından söyleyecek sözü olan yazar arkadaşlarımızın ve kendisini çizgilerle ifade etme yeteneğine sahip çizer arkadaşlarımızın çalışmalarına sayfalarımızda yer vermekten büyük memnuniyet duyacağımızı belirtmek isteriz. Bu konuda bizimle irtibata geçmek isteyen okuyucularımız, bilgi@genconculer.com adresini kullanabilirler. Mart sayısında yine yoğun bir gündemle görüşmek duasıyla…

fiubat ‘12 • 1


Subat 2012 • Sayı 71 • Yıl 10

04

20

ÜMMET BİZİ BEKLİYOR FİRDEVS BÜŞRA KALUÇ

HAYÂYI KUŞANMADA İKİ MODEL İSİM:

PORTRE:

RAUF DENKTAŞ

HZ. YUSUF (A.S) VE HZ. MERYEM (A.S)

FATMA NİHAN DOĞAN

ABDULLAH YILDIZ

BOZUK RAYLI EV

17

ZEYNEP TOPUZ

37 İSLAM’I, “ARAYARAK” BULANLAR… FİRDEVS BÜŞRA KALUÇ 2 • fiubat ‘12


BANGLADEŞ SARE GÜLCE YENİCE

30

Hz. Yusuf (A.S.) / Abdullah Yıldız......................................................... 4 İnsan Vücuduna Odaklanmak Zillettir / Ali Tarık Parlakışık ................... 8 Evliliğe Giden Yol Haritası / Kürşat Gürsoy.......................................... 9 Bu Bir Özeleştiridir IV / Zeynep Aksu................................................. 12 Uludere Sınavı / Erkam Şahin............................................................. 13 Basından Yansıyanlar / Burak Kalpaklıoğlu........................................ 16 İslam’ı, “Arayarak” Bulanlar / Firdevs Büşra Kaluç............................. 17 Darbe(den) Hisse! / Fatih Razi............................................................ 18 Portre: Rauf Denktaş / Fatma Nihan Doğan....................................... 20 Okullardan Haberler / Şamil Tok ....................................................... 22 Objektifime Takılanlar / Beyza Seyidoğlu .......................................... 24 Araştırma - Kürt Sorununa Tarihsel Bir Bakış / Burak Kalpaklıoğlu...... 26 Günümüz ‘Zengin Brüksel’inin Mali Kaynağı / Osman Zinnur Aksu...... 29 İslam Coğrafyasından - Bangladeş/ Sare Gülce Yenice....................... 30 Karikatür Analizi / Sûde Karamanoğlu ............................................. 33 İslami Kavramlar - İçtihad - Müçtehid / Şeyma Nur Ekren ................ 34 Öykü - Bozuk Raylı Ev / Zeynep Topuz.............................................. 37 Kitap Film Tanıtımı / Ayşenur Aksu.................................................. 38 Tarih Defteri - Kıbrıs Barış Harekatı / Muhammet Tutkun............. 40 Film Kritiği / Osman Zinnur Aksu.............................................. 42 Etkinlik / Ali Tarık Parlakışık................................................... 44 Kültür Sanat / Melike Yurt . ................................................. 46 Şiir / Sebeb-i Telif - İsmet Özel ........................................... 48

fiubat ‘12 • 3


a

karantin

HAYÂYI KUŞANMADA İKİ MODEL İSİM:

HZ. YUSUF (A.S) VE HZ. MERYEM (A.S) -IABDULLAH YILDIZ

K

ur’ân’da kıssalarına yer verilen peygamberler (aleyhimüsselâm), sahip oldukları ortak vasıflara ve çağrılarının ortak paydası olan Tevhid mücadelesine ilave olarak, gönderildikleri zamana ve sosyal şartlara göre değişen farklı özellikleri ve örneklikleri ile de öne çıkarlar. Kur’ân-ı Hakîm, her bir peygamberin, kendilerini uyarıp ıslah etmekle görevlendirildikleri toplumda hangi sapkınlık, taşkınlık, günâh ve isyan yükselmişse, o yangını söndürmeye yönelik donanımlarını ve söylemlerini belirgin biçimde vurgular. Mesela: putperestliğin resmi ideoloji ilan edilip halkın sayısız putlara tapındığı Babil’de Nemrut rejimine karşı Tevhid mücadelesi vermekle görevlendirilen Hz. İbrahim (a.s), putları paramparça eden baltası ve putperest zihniyeti temelinden çürüten sağlam delilleri ile öne çıkar. Yine mesela: büyücülük başta olmak üzere çeşitli göz boyama yöntemleri ile insanların zalim Firavun düzenine kul ve köle yapıldığı Mısır’da Hz. Musa (a.s), bilgin sihirbazları dahi imana getiren asası ile öne çıkar. Keza: ticari hayatlarındaki vurgun, soygun ve yolsuzlukları ile şöhret bulmuş Medyen ve Eyke halkını ıslah etmekle görevlendirilen Hz. Şuayb (a.s) da, sosyo4 • fiubat ‘12

ekonomik ilişkileri mikyâl/ölçü, mîzân/denge ve kıst/adalet denkleminde yeni baştan inşâ etmeyi öngören çözüm önerisi ile öne çıkar. Ama elbette, örnek verdiğimiz üç peygamberin çağrıları da doğrudan ve yalnızca Allah’adır ve yine üçünün de hayatlarının merkezinde, “Tevhid eylemi” olan namazın ikâmesi ayan-beyan görülür. Konu hayâ ve iffet örnekliğine geldiğinde ise, iki sembol isim öne çıkar: Hz. Yusuf ve Hz. Meryem!.. Eğer içinde yaşamakta olduğunuz çağda hayasızlık tavan yapmış ve de iffet yerlerde sürünüyorsa, o zaman sizin önceliğiniz kadını ve erkeğiyle “hayâyı kuşanmak” ve iffet modellerinizi öne çıkarmaktır. Ar, namus, utanma ve çekinme gibi anlamlara gelen “hayâ” kavramının İslam’daki önemini ve belirleyiciliğini ortaya koyan şu hadis-i şeriften sonra, iki iffet sembolünü anlamaya geçebiliriz. “Hayâ imanın nizamıdır. Bir şeyin nizamı bozulunca parçaları darmadağın olur. Her dinin bir ahlâkı vardır; İslâm’ın ahlâkı da hayâ’dır.” (İbn Mace, Zühd 17; Muvatta, Hüsnü’l-Hulk 9.)


HZ. YUSUF VE “ARKADAN YIRTILAN” İFFET GÖMLEĞİ “Yusuf’un Üç Gömleği” kitabımızda; Rabbimizin “ahsenü’l-kasas: kıssaların en güzeli” olarak nitelediği Hz. Yusuf’un (a.s) hayatını, üç ana evrede ve onun üç gömleği ekseninde ele almıştık. Yusuf’un çocukluk devrinde kuşandığı birinci (kanlı) gömleğinin mağduriyet ve mazlûmiyetini, Mısır kralı iken babasına gönderdiği üçüncü gömleğinin istikamet ve istikrarını simgelediğini belirtmiştik…

“Derken, evinde kalmakta olduğu kadın, onun nefsinden murad almak istedi ve kapıları sımsıkı kapatarak: ‘Seni istiyorum, hadi gelsene!’ dedi. Yûsuf: ‘Allah’a sığınırım! Çünkü o benim efendimdir, yerimi güzel tutmuştur. Doğrusu zalimler hiç iflah olmazlar’ dedi.” (Yusuf 12/23)

Hz. Yusuf’un ikinci gömleği ise, onun hayâyı kuşanmışlığını ve ahlâk isyanını sembolize eder... Maddi ve manevi güzelliklerin kendisinde toplandığı melek yüzlü Yûsuf’un delikanlılık çağında kuşandığı bu iffet gömleği; Mısır sosyetesinin en önde gelen kadınlarından birinin -Yusuf’u esir pazarında satın alan Mısır Azizinin karısı Züleyha veya Rail’in- yaman fitnesine karşı, güçlü iradesiyle direnirken arkadan yırtılan gömleğidir. Ahlâkî yozlaşmanın ve çirkefliğin en aşağı seviyelerinde bulunan Mısır’ın en zengin ve en güzel kadınlarından birinin kendi evinde yetiştirdiği birine müptezel zinâ teklifini ve Hz. Yûsuf’un buna karşı dik duruşunu Kur’ân çok nezîh bir üslûpla aktarır bize:

Maddi ve manevi güzelliklerin kendisinde toplandığı melek yüzlü Yûsuf’un delikanlılık çağında kuşandığı bu iffet gömleği; Mısır sosyetesinin en önde gelen kadınlarından birinin -Yusuf’u esir pazarında satın alan Mısır Azizinin karısı Züleyha veya Rail’in- yaman fitnesine karşı, güçlü iradesiyle direnirken arkadan yırtılan gömleğidir.

Delikanlılık çağındaki bir genç için en zor imtihanlardan biri, belki de başarılması en güç olanı, cinsel arzu ve istekleri tahrik edilerek sınanmaktır. İşte, Yusuf’un en güzel örnekliği de burada ortaya çıkar: “Maazallah: Allah korusun” der; ‘Allah’a sığınırım’. Çünkü o, hem bu işin haram ve çirkin olduğunun ve hem de Allah’ın her an kendisini görmekte olduğunun farkındadır. Yine o, hem Kerîm olan Rabbine karşı nankörlük etmemesi gerektiğinin ve hem de kendisine hep iyilik yapmış olan efendisine ihanet etmemesi gerektiğinin bilincindedir. İnsanlara ihanet eden Rabbine de ihanet eder. Elbette Hz. Yûsuf da insandır ve üstelik delikanlılık çağındadır. Bu teklife ‘evet’ dememesi için, görünür hiçbir engel de yoktur ortalıkta. Kur’ân, bu fıtrî eğilime rağmen Yusuf’un direnişini vurgular: “Andolsun kadın onu arzulamıştı. Eğer Rabbinin burhanını/ delilini görüp (zînânın haramlığını) hatırlamasaydı, Yûsuf da

fiubat ‘12 • 5


onu arzulamıştı. Ondan fuhşu ve fenalığı uzak tutalım diye böyle yaptık. Çünkü o bizim ihlâsa erdirilmiş kullarımızdan biriydi.” (12/24) Evet, kadının niyeti gerçekten bozuktu; onu yatağına çağırmıştı. Yûsuf da ona eğilim göstermişti; insandı çünkü; doğası gereği o da onu arzulamıştı; ama Rabbinin burhanını/delilini görmüş ve vazgeçmişti. Evet Yûsuf, içindeki bu fıtri eğilime rağmen, sadece Allah korkusu sebebiyle ona ‘hayır’ demişti. Zira kendisine şah damarından daha yakın olan Rabbi, zînânın haramlığı hakkındaki ilahî hükmünü ona göstermiş, hatırlatmıştı. Allah, ihlas sahibi kullarına işte böyle yardım eder... Yusuf’un hayâsı, takvâsı, iffeti, ismeti o kadar yüksek, ahlâkı o kadar nezîh, temiz idi ki, öyle kritik bir anda bile Rabbinin denetimini ense kökünde hissedebilmişti. Yusuf kaçmış, kadın kovalamış ve kapıdan çıkarken Yusuf’un gömleğini arkadan çekip yırtmıştı... İşte, Hz.Yûsuf’un ikinci gömleği, sadece onun ismetini, iffetini, namus 6 • fiubat‘12

ve haysiyetini kararlılıkla koruma çabasını simgelemekle kalmaz, aynı zamanda ihlas ve takva sahibi bir kul olarak hem Rabbine hem de efendisine sadakatini ve vefâsını da kanıtlar.

Zindanı Zinaya Tercih Etmek

Zira, Hz. Yûsuf gibi, güzel ve yakışıklı ama bir o kadar da ahlâk ve iffet abidesi bir insan için asıl zindan, böyle çirkef ve ahlâkın dibe vurduğu, zinanın vakay-ı adiye haline geldiği bir ortamdır; bir açık hava zindanıdır bu. Yûsuf bilir ki, küçük bir zaaf geçirebileceği bir anda işleyebileceği bir tek zina fiilinin kendisini içine çekeceği bu gayyâ kuyusu, bu anafor, zindandan daha rezil dipsiz bir bataklıktır. Ve oradan hem bu dünyada hem de öbür dünyada kurtulmak mümkün olmayabilir. Bu yüzden küçük zindan ona, zina fiilinden yani daha büyük zindan olan haram temeline dayalı Mısır hayat tarzından daha sevimli, daha yaşanılır gelmiştir. Sonunda da zindana atılmıştır.

Kadın, kapıda kocasını görünce hem suçlu hem güçlü gibi davranır. Yusuf’a iftira atar; ‘bana fenalık yapmak istedi’ der. Ama Yusuf, bir şahidin ifadesi ile, gömleği arkadan yırtıldığı için aklanır. Kadın, ısrarından vazgeçmez. Yusuf’un ahlakî direnişi bir anlık, bir günlük, haftalık bir direniş değildir; aylar belki yıllar boyu zinâ fitnesi ile karşı karşıyadır. Mısır sosyetesi arasında dedikodu yayılınca Züleyha/Rail, ziyafet tertipleyip önde gelen kadınları davet eder, Yusuf’u da karşılarına çıkarır; hepsi ellerindeki meyveleri kesecekken ellerini kesiverirler. Ve Züleyha, kendisi gibi şehvet düşkünü olan bu kadınların önünde teklifine tehdit de ekler: “Yemin ederim ki, emrimi yerine getirmezse, mutlaka zindana


atılacak ve kesinlikle aşağılananlardan olacak!” (12/32) İffet abidesi Yûsuf, gerçekten azîm(büyük ve korkunç) bir tuzak/plan ve tehditle karşı karşıyadır. Mısır sosyetesinin şehvetperestleri Yusuf’u elde etmek için adeta yarışırlar. Yusuf/33’te Yusuf(a.s): -”Ey Rabbim! Zindan bana, bunların beni davet ettikleri şeyden daha sevimlidir. Eğer Sen, bu kadınların tuzağını/düzenini benden uzak tutmazsan, (korkarım ki) ben onlara meylederim de cahillerden olurum” diyerek Rabbine sığınırken, çoğul bir ifade kullanır: “bu kadınlar”. Demek ki, Yûsuf (a.s), böyle uzun süreli ve çok yönlü zina tehdidi ve teklifi karşısında iffetini korumak, temiz ahlâkını kirletmemek için uzun süreli bir direnç, kararlılık ve uzun soluklu bir sabır göstermiştir. Ve bu direnişin mükâfatı da zindan olmuştur. Zindanı zinaya tercih eden bir erdem sahibi için zindan elbette mükâfattır!.. Zira, Hz. Yûsuf gibi, güzel ve yakışıklı ama bir o kadar da ahlâk ve iffet abidesi bir insan için asıl zindan, böyle çirkef ve ahlâkın dibe vurduğu, zinanın vakay-ı adiye haline geldiği bir ortamdır; bir açık hava zindanıdır bu. Yûsuf bilir ki, küçük bir zaaf geçirebileceği bir anda işleyebileceği bir tek zina fiilinin kendisini içine çekeceği bu gayyâ kuyusu, bu anafor, zindandan daha rezil dipsiz bir bataklıktır. Ve oradan hem bu dünyada hem de öbür dünyada kurtulmak mümkün olmayabilir. Bu yüzden küçük zindan ona, zina fiilinden yani daha büyük zindan olan haram temeline dayalı Mısır hayat tarzından daha sevimli, daha yaşanılır gelmiştir. Sonunda da zindana atılmıştır. İmdi, günümüzün Müslüman gençliği, Yusuf’un iffet gömleğini yani “takvâ elbisesi”ni daha sıkı kuşanmalıdır. O günün Mısır sosyetesinin yaşam tarzından daha ahlâksız

Âyetin “zinâ yapmayın” değil de “zinâya yaklaşmayın!” şeklinde gelmiş olması üzerinde de iyi düşünmelidir. Zinâya açılan kapıları aralayanın o kapıyı kapatması çok zor hale gelebilir; zinâya giden yollara girip o hayâsızlıkla arasındaki mesafeyi kısaltan kişinin artık geri dönmesi imkânsız olabilir. Bu yüzden Rabbimiz “yaklaşmayın” buyuruyor; zira yaklaşırsanız, şeytanın ayağınızı kaydırıp sizi fahşâ kuyusuna düşürmesi an meselidir... olan bugünün dünyasında, zinâya, fahşâya, haramlara giden bütün yollar ve kapılar sonuna kadar açık olup teşvik ediliyorken, bir müminin böyle bir imtihanla karşılaşmaması düşünülemez. İşte böyle bir ortamda, müslümanlar, “Zinaya yaklaşmayın. Zira o, bir hayâsızlıktır ve çok kötü bir yoldur.” (İsra 17/32) âyetini, tıpkı Yûsuf gibi, Rabbinin bir burhânı olarak sürekli gözleri önünde tutmalı ve Allah’ın her an kendilerini görüp gözetlediğinin bilincinde olmalıdır. Âyetin “zinâ yapmayın” değil de “zinâya yaklaşmayın!” şeklinde gelmiş olması üzerinde de iyi düşünmelidir. Zinâya açılan kapıları aralayanın o kapıyı kapatması çok zor hale gelebilir; zinâya giden yollara girip o hayâsızlıkla arasındaki mesafeyi kısaltan kişinin artık geri dönmesi imkânsız olabilir. Bu yüzden Rabbimiz “yaklaşmayın” buyuruyor; zira yaklaşırsanız, şeytanın ayağınızı kaydırıp sizi fahşâ kuyusuna düşürmesi an meselidir... Evet, madalyonun bir tarafı yani erkek tarafına bakan yüzü kısaca böyle; öbür yüzüne gelince… (Yazının 2. bölümü olan “Bir İffet Sembolü: Hz. Meryem” başlığı gelecek sayıda yayınlanacaktır.) fiubat ‘12 • 7


a

karantin

İNSAN VÜCUDUNA ODAKLANMAK ZİLLETTİR ALİ TARIK PARLAKIŞIK

K

adın toplumun en önemli ögelerindendir. Öyle ki çocukların yetiştirilmesinde en büyük sorumluluklardan biri anneye aittir. O yüzden kadın vücuduna yönelik fiziksel istismarı (cinsel obje olarak algılanmasını) müslümanlar olarak hiçbir zaman kabul edemeyiz. Batıya benzeme, cumhuriyetin getirdiği karma eğitim gibi durum, düşünce ve yaptırımlar halkın bozulmaya gidişinin kilometre taşları olmuştur. Ergenlik yaşından itibaren küçük yaşlarda eğitilmeye (ya da öğütülmeye) başlanan kız ve erkek çocuklarının, aynı ortamda yıllarca tutulması şu demektir; fıtrata aykırı olarak, insanın doğasına zıt ortamlarda insanı eğitmek... Bu ne kadar olabilir? Eğitimin doğasında edep vardır, değil mi? Görmemiz gereken nokta; İslam dışı ideolojilerin, sistemlerin, fikirlerin, hayat tarzlarının, kadın-erkek farkını (fiziki, biyolojik vs. açıdan) sıfıra indirmesidir. Bunun en bariz örneğini, komünizmin kadını erkekle aynı derecede işçi konumuna getirmesinde görebilmekteyiz. Kadının yapacağı, yapamayacağı, erkekle aynı ortamda yapamayacağı, yapmaması gereken işleri, uğraşları vardır. Tıpkı erkeğin de olduğu gibi. Özellikle kadın vücudunu -artık sınır tanımayıp, erkek vücudunu da- “cinsel obje” haline getiren, indiren, düşüren zihniyet; hem fertlerin hem toplumların felaketini getiren, hem de kadın olmanın ve erkek olmanın değerini alçaltan ve düşüren bir zihniyettir. Bunu her alanda düşünmek doğrudur. Gerek insanı bozmayı amaçlayan internet siteleri, gerek kız-erkek ilişkilerinde mesafenin ayağa düştüğü du8 • fiubat‘12

rumlar, devamında karşı cinsi, tabiri caizse, sadece bir “et yığını” haline getirir. Örnek vermek gerekirse, günün yaygın tabiriyle, birden fazla kızla “çıkmış” bir erkek ile bu tür fücura bulaşmamış bir erkeği düşündüğümüzde; ikincinin gözünde, kadında da erkekte de olması gereken sınırlar tasavvur edilir. İkinci erkek, aşkı da sevgiyi de, yeri geldiğinde temiz bir şekilde, olması gerektiği gibi yaşar. Evlilik dışı ilişkiler hem kişisel olarak insanın değerini düşürür, hem de kadın erkeğin fiziki, biyolojik, insani değerini düşürür, ayrıca insanlar arasında doğal bir duygu olan “aşk”ın değerini düşürür. Beşerî nizamlar kadın vücudunu kullanır ve kullanılmasına müsaade eder. Devletlerin vergili genelevleri buna örnek gösterilebilir. Allah’ın dininde ise her şey olması gerektiği şekildedir. Sevgi, duygu, aşk hayatın kendisi değildir; insan yaşamında var olan vakıalardır. Kadın ve erkek ‘cinsel obje’ değildir. “Yeryüzünde bir halifedir”1…“Eşyanın isimlerinin” öğretildiği insan, cinsel yönüyle öne çıkan değil, yeryüzünde yaratılan halife vasfının gerektirdikleriyle öne çıkandır, çıkmalıdır. Hakikaten yaşamış olduğumuz şu hayatta kadın ve erkek, birçok zaman fiziksel olarak öne çıkarılmaktadır. Gençlere baktığımızda onların bu bataklığa battığını sezebiliriz. Çözümünü ise dinimiz olan ve ideolojik fikir kaynağımız da olan İslam’da görmekteyiz. Bütün nizamlara, fikirlere, dinlere ve ideolojilere baktığımızda kadın ve erkeğin sahip olması gereken yaşamı, Allah’ın dini olan İslam Dini vermektedir, İslam İdeolojisi vermektedir. 1

Bakara Suresi 30. Ayet.


EVLİLİĞE GİDEN YOL HARİTASI KÜRŞAT GÜRSOY

E

vliliğe giden yolda insanlar hangi süreçlerden geçer? Evlilik için bir tanışma nasıl olmalıdır? Evlenecek kişilerin velileri bu süreçte nasıl bir tavır almalıdırlar? Evlenecek çiftler arasında hangi dengeler, kıstaslar bulunmalıdır? Evlilikte aranması gereken ölçüt nedir? Evlilik yolunda atılmış bir adımdan sonra, evlenme noktasına kadarki süreçte tarafları bekleyen tehlikeler ve tedbirler nelerdir? Günümüz dünyasında ki insan ilişkileri ile tarihi süreçteki insan ilişkileri birbirlerinden çokta farklı değillerdir. İnsan her durumda ve çağda yine insandır… İnsan, fıtratı itibari ile evrensel olmasa, her çağda farklı kitaplar, âlemlerin rabbi tarafından gönderilirdi. Lakin Kuran 1400 küsür yıldır evrenselliğini koruduğu gibi, kıyamete kadar da baki olup, insanlığa akidelerini oluşturmak üzere daim olarak seslenecektir. Çünkü insan her çağda insandır… Bu bağlamda konuya ışık tutacak olursak, tarihteki evlilik süreçlerinin doğruluğu ile günümüzdeki doğruluk arasında pek fark olduğu söylenemez. Şöyle düşünelim, insanın heva ve hevesleri, kötüye olan meyli, iyi ve kötüyü ayırt etme potansiyeli benzer özellikler gösterir. Bundan 80 yıl önceki evlilik hikâyelerini dinlediğimiz zaman, onların yaşadıkları ile bugünküler arasında çok büyük benzerlikler görürüz, hem yapılan hatalarda hem de olumlu yaklaşımlarda bu paralellik mevcuttur… Kişinin ergen olması hali ile evlilik süreci başlamış olur. Bu başlangıç sürecinden itibaren, çok dikkatli

ve temkinli olmalıyız. Kuran ahlakı ile temelleri atılan bir ergenlik dönemi sonucunda bunun meyveleri evlilik sürecinde bol bol alınır. Ancak Kuran’ın nurlu ışığından mahrum kalınca dipsiz kuyular, tonu tarif edilemez karanlıklar bizi beklemektedir. İnsanlar bu yaşlarda başlayarak evlilik noktasına giden yolda birçok süreçlerden, farklı farklı kulvarlardan geçer. Eğer ki Kuran’ın anlamına kulak vermemiş ise, vicdanın o sesinden, hatırlatmasından mahrum kalıp, yüz çevirmiş ise, zor günler kişiyi beklemektedir. Çünkü pusulası elinde olmadığı için dışarıda kendisini türlü türlü fırtınalar beklemektedir. Bir yaprak misali kendisini bu sokaklara bırakması an meselesidir. Karşı cinsle yaşayacağı seviyesiz her türlü ilişki kişide derin izler bırakacak tahribatlara yol açabilir. Anlık, günübirlik, şehvet duyguları ile yakınlaşmalar, bunlar üzerine kurulan arkadaşlıklar, uzun vadede olumlu sonuçlar kesinlikle vermez. Günümüzde ne yazık ki çoğunlukla taraflar bu geçici hevesler ile birbirlerine yanaşmakta ve temelleri atmaktadırlar. Böyle bir sürece girince de baştan görülemeyen, sorunmuş gibi algılanamayan, hoş karşılanan, görmezden gelinen birçok etken ilerleyen zamanda gün yüzüne çıkarak kendisini gösterir. Şöyle kafamızı kaldırıp baktığımız takdirde şu süreçleri görebiliriz; Şehvet temelleri üzerine kurulan arkadaşlıklar sonrası, zamanı gelince mum ışığı gibi sönen ilişkiler, kişinin tadını, tuzunu kaçırdığı gibi, artık bu temeller üzerine kurduğu ilişkilerden tat almamaya, bir değer fiubat ‘12 • 9


peşinde olmadığı içinde koleksiyon sayısı gibi, sayıyı arttırmaya doğru farkında olarak ya da olmayarak ayakkabı değiştirir gibi sevgili değiştirmeye devam eden süreç bu süreçlerin en çok rastlanılanıdır. Mal, Mülk, Zenginlik üzerine kurulan ilişkiler ise en çok seçilen ve en çok rastlanan süreçlerin devamında gelir… Taraflar değer ifade eden kıstaslardan ziyade dünya hayatlarının rahatlığı ve sefası için birbirlerine malı, mülkü için katlanmayı göze alırlar… Birbirlerine içten bir sevgi beslemezler, besleyemezler… Bu da dıştan bakıldığında renkli gözüken lakin içi boş bir anlamsız beraberliği ifade eder… Güç tutkusu olan taraflar ise, karşı cinste buldukları güçten dolayı bu temeller üzerine yola çıkarlar. Lakin bu güç yerini başkasına devredince artık sevgiler sönmüş, ışıltısı kalmamıştır. Birliktelikler, Kuran’ın dışında her ne üzerine yapılmış olursa olsun sağlam temellere oturmamış, en ufak bir artçı depremde yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya olan evlere benzer… Günümüzde evlilik için tarafların birbirlerini tanıması genellikle doğal hayatın seyri içersinde birbirlerini tanımakla olmak bir yana, bir de özellikle doğuda yaygın bir kültür olan görücü usulü olarak da gerçekleşebiliyor. Flört denilen, sınırları belli olmayan arkadaşlık dönemi doğru olmadığı gibi, görücü usulü evliliklerde hayatımızdan edindiğimiz tecrübeler ile söyleyebiliriz ki, flört süreci ile yaklaşık oranda aynı dereceden hatalıdır… Öncelikle tanışma sürecine değinirsek, bu sürecin uzun sürmesi halinde taraflar evlilik döneminde yaşamaları gereken bazı özel duyguları bu süreçte tüketip, evlilikte yara bandı özelliği taşıyan bu değer ve yakınlaşmaları yaşadıkları takdirde evlilik içersinde yaşanan sorunları saracak bir bantları ellerinde kalmamış olur… Yine bu süreçte mahalle baskısın10 • fiubat‘12

dan doğacak bir sıkıntıda gündeme gelip, tarafları huzursuz edebilir. Taraflar yaşadıkları olumsuzluklar karşısında ne de olsa daha henüz evlenmedik düşüncesi ile en ufak bir sorunda, probleme karşı sabırla ve olumlu yaklaşmak yerine, çareyi yeni adaylar aramakta görebilir… Burada demek istediğim tarafların birbirlerinde gördükleri ahlaki değerlerden dolayı uzaklaşma değildir, buraya dikkat çekerim, değinmek istediğim konu, helal dairesi içerisinde, Kuran gözlüğü ile bakıldığında halledilmesi mümkün olan sorunlardır bahsini ettiğim… Görücü usulü ile yapılan evliliklere gelince ise, aile büyüklerinin uygun gördüğü adaylar, akrabalar aracılığı ile görüştürülür, genellikle ilk aşamada karar verilerek sonuca gidilir. Kişi, evleneceği kişiyi kendisi görmeden aile büyüğünün uygun görmesi ile ya baştan razı edilir ya da daha ılımlı bölgelerde, kişinin gördüğünde ki duygu ve düşünceleri alındıktan sonra da değerlendirmeye geçip, sonradan evlendirilebilir. Bu süreçlerin sonunda taraflar birbirlerinin ahlaki yapılarını, kişiliklerini, birbirleri ile uyumluluklarını kendileri analiz edip, değerlendirmedikleri için, belli bir tanıma evresine izin verilmediği için, uzun vadede taraflar birbirleri ile geçim sorunları yaşayıp, huzursuz aileler meydana gelmiş olabiliyor… Evlilik öncesi tanışma konusunda yukarıda özet olarak değindiğimiz konular ışığında dengeli bir beraberlik için şu sonuca varabiliriz, Allah’a tevekkül ederek helal dairesi içersinde, Kuran’ın öngördüğü değerler doğrultusunda hayatımıza devam ederek, bu sosyal hayat sürecinde kişi zaten hayata nereden bakıyorsa, o açıdan bakan insanlarla tanışma olasılığı daha yüksek olduğundan pek endişe duymamalıdır, örneğin siz hayata Kuran gözlüğü ile bakıyorsanız, o tarz mekânlarda soluklanır, o ortamlarda bulunursunuz ve tanıştığınız simalarda Kuran’ın ayetleri ile hayatını vahiyle inşa etmeye aday olan simalar olur. Yok, eğer siz Kuran’a sırt dönmüş, hevalarınızın esiri olmuş iseniz, o zamanda hayatınızı sürdüğünüz alanlar ve bakış açınız farklı olur, o takdirde de genellikle kendiniz gibi bir eş adayı ile karşılaşmış olursunuz. Bizim temennimiz tarafların Kuran merkezli bir ortak noktada buluşmaları ve birbirlerini tanıma niyeti içersine girdiklerinde bunu aileleri ile paylaşıp, ailelerin bilgisi doğrultusunda kısa evreli bir tanışma, değerlendirme sürecidir… Bu sürecin amacı ise, tarafların uzun vadede anlaşıp, anlaşamamaları için Kuran’a


ne kadar değer verip, salih amellerde bulunduklarını, düşünce yapılarını, uygunluklarını helal dairesi içersinde değerlendirmelerini yapıp, aldıkları kararlardan emin olmaları ve daha sonra pişman olmamaları kaygısından ötürüdür… Bu halis niyet çerçevesi ile tarafların bu kısa vadeli birbirlerini tanıyıp, değerlendirme sürecinden sonra, zaten ailelerin bilgisi doğrultusunda gelişen sürecin devamında tarafların kararı olumlu ise Kuran ahlakına göre en uygunu en kısa sürede bu beraberliği ilan edip ismini koymaktır. Zaten aklımız ve vicdanımız da bunu söyler… İsim koymaktan kastımız, eğer evlenmeye engel eğitim vb… gibi bir neden yoksa süreyi uzatmadan taraflar birbirlerini tanıma sürecinden sonra evlenmeleri yönündedir. Yok, eğer evlenmeye engel teşkil edecek, herhangi bir etken varsa, bu zaman zarfı içersinde başta bireysel sorumluluk adına, devamında çevresel faktörler de göz önünde bulundurularak söz ve ya nişan gibi kültürel, geleneğimizden gelen bu beraberliği ilan eden, herkesin buna göre bilinçli adım atmasını sağlayacak olan yollara başvurmak, bu evlilik sürecinin ilk adımının nirengi noktasıdır… Evlenecek kişilerin velileri bu süreçte çocuklarına elbette tecrübelerinden kaynaklanan bilgileri aktarmakla sorumludurlar lakin büyükler bunları aktarırken en güzel bir üslup ve tavırla aktarması gerekir, unutulmamalıdır ki, bir doğru paketine kurban edilebilir, yani doğru bir şey doğru bir paket ile alıcısına sunulmalıdır, yok eğer yanlış paket içersinde sunulursa, içersinde ki doğru da olsa bu doğru, paketinin yanlışlığının kurbanı olur… Evlenecek olan adaylar ise kendilerine yöneltilen nasihatleri pür dikkat dinleyip nasihatlerden dersler çıkararak yola devam etmelidirler. Ancak artık belli bir yaşa ve olgunluğa ulaştıklarının farkında olunarak, özgür iradeleri ile seçim yapmaları da engellenmemelidir. Eğer taraflar Kuran’da birleşiyorsa bu geçici bir heves değil, sonsuzluğa atılacak olan halis bir adımdır… Bunu desteklemek gerekir… Allah’a hamd olsun ki, günümüzde bunun bilincinde olan aileler her geçen gün, Kuran’ın anlamı ile tanıştıkça, artmakta. Eğer aileler, velileri oldukları kimseleri başıboş, gevşek bırakırsa yarın bunun olumsuz sonuçları ile karşılaşma tehlikesini taşırlar. Ya da bu süreç içersinde tanışma sürecini uzun tutarlarsa bunun da olumsuz sonuçlarını görebilirler, tavsiyemiz odur ki, niyetlerden emin olduktan sonra, gerekli desteği vererek, en kısa sürede evlilik için gerekli nirengi noktalarının tesisini yapmaktır…

Evlenecek çiftler arasında aranması gereken en önemli ölçüt ne üzerinde birleştikleri yönündedir, Birleştirici bağ Kuran ise yani, âlemlerin rabbi olan, bizleri yoktan var eden, âlemlere mükemmel bir denge koyan yaratıcı gücün sözleri olduğuna iman ettiğimiz ayetler ise bu birleştirici gücün harcını kardığı bina Allah’ın izniyle yıkılmaz… Yok, eğer bu değerler üzerine atılmazsa temeller, o bina en ufak rüzgârda bile hasar görür, oysa Kuran temelleri üzerine oturan binadan, en şiddetli fırtınanın alabileceği en fazla şey tozdur… Bu da binayı temizlemeye vesile olur ancak… Devamında etnik kültür olarak aynı ya da benzer coğrafyaların insanları olmak ikinci dereceden önem arz eden bir gerekliliktir. Çünkü damak tadından tutunda örflere, adetlere, esprilere kadar bile etkili olan bu çevresel faktörler evlilik sürecinde önemlidir… Bu ve benzeri etkenler daha sayabiliriz, ama birleşilen ana etken Kuran olduktan sonra gerisi teferruattır… Evlilikte aranması gereken temel ölçüt Kuran yani kişinin imanıdır, bu imanla beraber adayların “Yaşayan Kuran’’ olup, olmadığı sorusudur… Evlilik yolunda atılmış bir adımdan sonra, evlenme noktasına kadar ki süreçte tarafları bekleyen tehlikelerin başında bu süreç içersinde şeytanın dört bir yandan boş, kuru fısıldamaları ile, evlendikten sonra birbirlerine helal olan eşlerin bu helal dairelerine evlenmeden önce girme teşebbüsleri olabilir ki buna karşı bol bol Kuran’ın anlamını okuyarak kendilerini kıvamda tutmaları önerilir… Düzenli olarak Kuran’a kulak vermeliyiz, çünkü şüphesiz insan çok nankördür, kendisini yeterli görerek azar… Bu süreçte taraflar Allah’ın ipi olan Kuran’a sımsıkı sarılırlarsa önlerine çıkan her engeli Allah’ın izniyle aşacaklardır, yeter ki samimi, tertemiz niyetlerle birbirlerine ve Allah’a yönelsinler… Şu ayet bu süreçte ve tüm hayatımızda hepimizin kulağına küpe olsun; “Ey insanlar, Rabb’inizden korkup sakının ve öyle bir günün azabından çekinip korkun ki, (o gün hiç) bir baba, çocuğu için bir karşılık veremez ve (hiç) bir çocuk da babası için bir şeyi verebilecek (durumda) değildir. Şüphesiz Allah’ın va’di haktır. Artık dünya hayatı sizi aldatmaya sürüklemesin ve aldatıcı(lar) da sizi Allah ile aldatmasın…’’(*) * Lokman Suresi/ 33.ayet fiubat ‘12 • 11


a

karantin

BU BİR ÖZELEŞTİRİDİR IV ZEYNEP AKSU

“Haya imandandır!” Belki bir çoğumuzun daha ilk çocukluk yıllarından itibaren ezberinde olan bu hadis-i şerif aslında insanı ürküten bir bağlantıya işaret ediyordu. Çünkü “iman” gibi bir müslüman için en temel ve hayati bir kavram,“haya” gibi pratiğe yönelik ahlaki bir kavramla öylesi ilişikti ki,tersten okuma yapıldığında dehşete kapılmamak mümkün değildi. Küçüklükten beri bu hadisi en çok babaannemden işitmiş olmam da, aslında “babaanne” neslimizin bu mevzûya ne kadar önem verdiğinin ciddi bir örneği. “Babaanne” neslimizin Allah’tan korkmak ile kuldan utanmayı bu denli bağdaştırmasının da önemli bir nişânesi. Birkaç yıl önce bir grup genç arkadaşla muhabbetimiz esnasında, onları facebook sayfalarının aslında sandıkları gibi kendi mahremiyet alanları olmadığına iknâ etmeye çabalamıştık. Birçoğunun bu meselenin daha en başında yanlış ve doğru kavramlarını tanımlamada sıkıntı yaşadıklarını görmüştük. Sözgelimi oradaki fotoğraflarının kendi dolaplarında sakladıkları fotoğraf albümleri gibi ‘her haklarının mahfuz’ olmadığına inandırmamız epeyce zaman almıştı. Aslında onlar da gerçekten doğru olanı yapmak istiyorlardı. Ancak çoğu zaman olduğu gibi “çoğunluk”un yaptığı, doğru olanı yapmaktan alkoymak şöyle dursun, doğru olanı seçmeye bile engel idi. Böylesi bir durumda çoğunluğun yaptığıyla, doğru olanın ayrımında formül olarak “babaanne görüşü”nü söylemiştik onlara. En basit ve somut bir 12 • fiubat‘12

ifadeyle internette paylaştıkları fotoğrafların bir çoğunu babaannelerine gösterseler, babaanneleri “estağfirullah” gibi iman temelli ahlaki bir refleks vereceklerdi. Bir şairin de dediği gibi eskilerin (yeni şeyler) aramayıp, iz sürmelerinin makullüğü de bu olsa gerekti. İzi sürülen, “izindeyiz” denen hakikaten de istikametinden şaşmayan bir yol üzereyse, iz sürmek en katıksız çözüm olurdu çünkü. Herkes kendinden öncesinin izini sürdüğünde de kuşaklar arasında devasa farklar olmazdı haliyle. Elbet ‘izi sürülen’lerin yollarına çıkmayan modern taş ve dikenler ‘iz süren’leri bazen zor durumda bırakacaktı. Ama bu modern taş ve dikenlere selim akılla, sahih çözümler üretebilecekti yeniler. Zira ‘izi sürülen’ler birtakım somut izlerin yanısıra kaynak niteliğinde formüller de bırakmıştı. Sanırım artık büyük bir kısmımızın geleneksel deyip burun kıvırdığımız “babaanne” çözümlerini, kaldırdığımız raflardan indirme zamanı geldi. Çünkü belki taklidi de olsa o çözümlerin sünnet temelli olduğunu bizler ancak uzun süren tahkiki! ve derin okumalarımız neticesinde görebiliyoruz (o da zaman zaman). Geleneksel olanın kabullenebilirliğini irdelerken gösterdiğimiz kılı kırk yarma çabamızı, modern olanın dayattıklarını sorgusüz sualsiz kabullenmelerimizde de ortaya çıkarmalıyız. Sünneti hadis ve siyer kitaplarından okumakla kalmayıp, amele dökmemiz ve bunu tıpkı büyüklerimiz gibi ‘ahlaki bir refleks’ haline getirmemiz de ancak bu şekilde olacaktır.


GÜNDEM

Uludere Üzerine Verdiğimiz ve Vermemiz Gereken Sınav Erkam ŞAHİN

V

ahyin kıtali ve dildeki ayarsızlıklardan dolayı süregelen savrulmaların son örneği olan Uludere hadisesi ile kaşı karşıyayız. Bu yazımızda Uludere üzerine sergilenmesi gereken tavrın teorik kısmını ele alacağız. Pratik kısmını ise uzun süreçli bir araştırma gerektirdiğinden ve ancak bu şekilde sahih bir sonuca varılabileceğinden sebep, önümüzdeki sayıya bıraktık. Müslümanlar arasında katledilen bir ayet var özellikle yükselişini yaşadığı şu dönemlerde; “Ey iman edenler, eğer bir fasık, size bir haber getirirse, onu ‘etraflıca araştırın’. Yoksa cehalet sonucu, bir kavme kötülükte bulunursunuz da, sonra işlediklerinize pişman olursunuz.” Hucurat 6. Bu katliam’ın popülaritesi o kadar arttı ki kıtal hangi ayetlere sıçrayacak artık kestiremiyoruz. “Peygamber çık dışarı! Bize din anlat” diye kapı önünde bağırmakla, bir haberi etraflıca araştırmadan bir hükme bağlayıp (ki bu haberci bizzat günahkâr iken) cirit atmak ortalıkta, nara atmak Twitter ve Facebook’ta... Bu iki olay arasında bırakın 7 farklılığı durup durup bir daha bakmamıza rağmen hala bir fark tespit edemedik, edemeyeceğiz de. Çünkü Rabbul Alemin c.c. bu ikisi arasında bir fark olmadığını bizzat Kitabu’l –Furkanda bize haber veriyor. Hucurat suresi bu olay üzerine okunulası bir sure... Ki zaten Furkan hakla batılı ayırma mücadelesi verenler için gönderilmiş bir kitaptır. Ne çabuk unutmuşuz değil mi? Vahiy kıtalinin gerçekleştiği bir ortamda toplumun yaşadığı savrulmaları görmek, ümmetin hezimetini seyretmek sıradan bir hadisedir. Bu hezimeti

Özgürlük dediler- özgürlük dedik. Eşitlik dediler- eşitlik dedik. İnsan hakları dediler - insan hakları dedik. Evrensel hukuk dediler- evrensel hukuk dedik. Ve madem başörtüsüne

özgürlük,

madem insan hakları, evrensel hukuk, o zaman

eşcinsellerin

insan olmaları gereği eşitlik bağlamında evrensel hakları olan özgürlük nerede deyince biri; eşcinsellerin eylemlerinde başörtülü ablalarımızı ve özgürlük söylemleriyle öne çıkan İslamcı abilerimizi gördük. Biz hatayı başta, onları onların silahlarıyla

vurma

stratejisini

kullanma

büyüsüne

kendimizi

kaptırmakla yaptık.

toparlamak, savrulmadan sıyrılıp kıyamı gerçekleştirmek ancak ve ancak vahyin indiği ortamı anlamak ve vahyin indiği kalbin tatbikatını tespitle mümkün olacak. Çözümü sonradan ele alacağız ama öncelikle bu savrulma ve hezimet dediğimiz şeyi son zamanlarda yaşadığımız bir örneklikle açalım; Liberaller ile Muhafazakârlar arasında dönen bir olay; “Uludere” katliam mı yoksa kaza mı? Ve Müslüman şahsın olaya müdahil olma yöntemi... Bu ülkede ne zaman Kürtlere yapılan bir haksızlık dillendirilse (2000’ den önce o dil kesilirdi ama 2000 den sonraya bakacak olursak) o dili saran ağzın sahibi Kürtçülükle suçlanır ve yaftalanır. Evet, doğru, çok ince bir çizgidir bu. Ama bu ipte oynayan cambazların attığı adımları temsilen denge; ağızlarından çıkan ifadelerdir. Biz yıllarca dilin ayarındaki artistliğimizden hakikati kalplere tesir ettiremedik. Dışarının bizi adlandırmasıyla kendimizi adlandırdık. Dışarının ötekileri(!) adlandırmasıyla beriki olması gerekenleri adlandırdık yani ötekileştirdik. Dışarının sufleleriyle oynadık oyunu ve vahyi bu suflelerle değiştirdik diye kaybettik hep. Özgürlük dediler- özgürlük dedik. Eşitlik dediler- eşitlik dedik. İnsan hakları dediler - insan hakları dedik. Evrensel hukuk dediler- evrensel hukuk dedik. Ve madem başörtüsüne özgürlük, madem insan hakları, evrensel hukuk, o zaman eşcinsellerin insan olmaları gereği eşitlik bağlamında evrensel hakları olan özgürlük nerede deyince biri; eşcinsellerin eyfiubat ‘12 • 13


lemlerinde başörtülü ablalarımızı ve özgürlük söylemleriyle öne çıkan İslamcı abilerimizi gördük. Biz hatayı başta, onları onların silahlarıyla vurma stratejisini kullanma büyüsüne kendimizi kaptırmakla yaptık. Dil, ey dil, sen o kadar önemlisin ki sende gezen bir söz bir müddet sonra kalbe düşüyor. Kalpleriyle akledip iman edenlere mümin ismini koymuşsa Kitab, o dışarısı Kitabı mı tahrif etse vahdeti bozar yoksa dil yoluyla aklenden kalbi mi? Yıllarca yanlış stratejiden sebep hastalanmış bu kalpler; akletmelerini yönlendirenlerin oyununa geldi. Algımız değişti. Algı değişince haliyle elde ettiğimizi sonuçlar olan vergilerde, bir türlü doğrultamaz oldu beli. Yanlış analiz yanlış sonuca götürür. İki taife arasında dönen muhabbet ve iste bahsedilen o yanlış sonuçlar; Birinci taife; - Bu hükümet adamı zorla devlet düşmanı yapar. - Devlet yine halkını katletti, tebrikler! - Esad’a laf yapan adamın Esadvari icraatı; 35 ölü. - Bu gün 35 insanlık şehidi uçtu göklere. - Orda ölen bir çocuğun Furkan Doğandan farkı yok beyler. -Hepside masumdu ve PKK düşmanıydı. İkinci taife ise şu ifadeleri kullanıyor; - Bunların hepsini ama hepsini öldürecen hacı 35 de ne? - PKK değil bayım onlara vergi verenler geberdi. - Ölenler PKK’lı değil diyorsunuz ama savunanlar PKK’ lı - Bunlar da kaçakçıymış ama. - Kaçakçılar zaten ölümü göze alanlardır. Yıllarca mayından, PKK’dan ya da askerden dolayı ölürlerdi şimdi bu hırçınlık ne, relaks adamım relaks. -PKK’nın güzergâhında ne işin var senin? Bu iki taifenin ilki sisteme karşı özgürlük talebinde bulunanların ifadelerine benziyor ikincisi taife’nin ifadeleri de sistemin muhafızlığını yapanların ifadelerine. Ama hakikat bu değil. Bu iki taife sosyal medyada tanınmış, tanınma aşamasında ve tanınma gayretinde bulunan İslamcı abiler ve ablalardan müteşekkildir. Aynı şekilde bazı STK’ların olayın hemen arkasından yaptığı basın açıklamalarında, peşin hükümlülük tutumu bizim için örneklik kabul edilemeyecek vahim hadiselerdi. Bir kaç STK hariç, kimse sergilenmesi gereken tavrı ortaya koyamadı ve itidali sağlayamadı. Kuran’ın sıratı müstakimde olanlara yönelik 3 ana adlandırması vardır. İnsan, Müslüman ve Mümin. Bu adlandırmalarla yetinemeyip yanına eklenti isim ihtiyacı duyan ya da bu adlandırmaları beğenmeyip de, 14 • fiubat ‘12

onları anlamca en yakınsı modern adlarla değiştiren veyahut bu adlandırmaları inkâr edip, tamamen aykırılarıyla kendini adlandıranlar. İşte bu üç taifenin karşılarına çıkan olaya, eyleme ve anekdotlara karşı attıkları adım sergiledikleri tavır ve sundukları yorum İnsani, İslami ve İmani olamıyor. Biz ise kaşımızda cereyan eden hadiselere ve önümüze gelen havadislere yapılması gereken insani İslami ve İmani tavrı belirleyeceğiz. Bu tavrı belirleyip tatbik edenlerin “siz yanlış anladınız ve yanlış yapıyorsunuz dendiğinde hayır biz yanlış yapan değil yanlışı düzeltenleriz “diyenlere karşı göstereceği mücadeleyle gelecek yardım ve akabinde zafer. Dilin ayarsızlığından ve metot bilmemeden dolayı hezimete uğramış yukarıda tasnifi yapılan iki taifeye karşın alınması gereken insani, İslamive imani tavır ise şunlardır; -Olayı bütün parametreleriyle değerlendirmek. -Haberi getiren haberciyi adalet ve zapt yönünden tenkit etmek. -Haberin Muhteviyatı’nı sağlam bir analize tutmak. -Ve ne olursa olsun tarafeyni aynı kefeye oturtmak ve eşit değerlendirmek. Sahih bir tavır için atılması gereken adımları saydığımızda, birinci adım bizi sonuca götürecek en önemli adımdır. Bu varyansla biz bilinen ile bilinmeyenin ayrımını gerçekleştireceğiz. Ayrılması gereken her şeyi ayıracağız bu ise önümüze bir tasnif çıkaracak. Hakla batıl ise bu seyir takip edildikten sonra nihayet bir güzergâhta ikiye ayrılacak. Olayı bütün parametreleriyle değerlendirmek alınması gereken en insani tavırdır ve atılması gereken ilk adımdır. İkinci adım ise en İslami adımdır, yani haber kaynağından su içen haberci, nakil yolundan gelen nakilcinin adalet ve zapt yönünden tenkidi. Bu o kadar önemlidir ki, bir yolda seyreden yolcunun yol tabelaları kişiyi varacağı yere götürme adına ne kadar önemliyse, işte bu yapılması gereken tenkit de o kadar önemlidir. Haberci de aranması gereken adalet ve zabtın teşhisi ne kadar İslam olduğunda yatar. Habercinin tecrübeli, aklıselim, günahlardan uzak duran ve mürüvvet sahibi olanına adalet yönünden, gafletinde kesret oluşmamış ve vehme kapılmamış kişiye de zapt yönünden, güvenilir denir. İşte bu güvenilirlik bizi alacağımız kararda da adilliğe götürür. Unutulmamalıdır ki haberci ne kadar adil olursa alınacak kararda o kadar adil olur. Haberin muhtevasını sağlam bir analize tutmakta bu iki adımdan sonra takip edilmesi gerekilen yoldur. Çünkü hadisenin ve haberin içeriğini analiz, haberin


ihtiva ettiği alanı gösterir ki bu da içeriyle dışarının tespitini gerçekleştirir. İçeriği tespit etmeninse ana gayesi dışarıyı yani malayani olanı tanımaktır. İhtiva edilenin dışında kalan her şey zaman kaybıdır ve yanlış istikametin kilometre taşıdır. İçe doğru yapılan yolculuk bizi dışarıdan uzaklaştıracağı için, bu yolculuğun uzun, sağlam ve emin adımlarla olması, bizim, bizi ilgilendirmeyen ve nihai karara ulaşmamızda zaman kaybımızın müsebbibi olan dışarıdan, uzak ve emin olmamızı sağlayacaktır. Analiz ise bu yolculuktur. İşte yapılacak bu yolculukta İmani bir aşamadır ki artık taşlar yavaş yavaş yerine oturacaktır. Hakla batılın ayrılma süreci bu aşamada gerçekleşir ki inanmak bu ayrışmadan sona değer ve kabul görür bir hadisedir. Ve gelelim en hassas adıma; iki tarafıda aynı kefeye koymak ve eşit değerlendirmek yani Hafid ve Rafi olan Allah’ın(cc) kulları olmamız gereği, atmamız gereken adım, almamız gereken tavır. Bu ise tek aşamalı olması gerekirken üç aşamalı bir süreç olarak cereyan eder. Birinci aşaması iki tarafıda muhakemeye başlamazdan evvel adil bir karar vermek adına eşit bir kefeye koymak ve birbirlerinin dünyevi üstünlüklerini göz ardı etmek. Biri üstteyse ve biri de alttaysa üste olanı indirip altta olanı kaldırarak orta bir seviyede dengelemek. Bu aşama, muhakemenin doğası gereği iki tarafıda mahkûm etme sebebinden, çoğu zaman olması lazım gelen hali alır. Ama ikinci aşamada yani tahkikat esnasında bu tavır, dünyevi üstünlüğe sahip olanın lehinde savrulmalar gösterir ama her ne olursa olsun bu itidalliği kaybetmememiz gerekir. Tahkikatta da iki tarafa aynı mesafede yaklaşıp soruşturmamızı ona göre ilerletmeliyiz. Üçüncü aşama ise hakimin hükmettiği anda dahi iki tarafı da aynı kefeye oturtmasıdır. Bunun birçok örneğini Yüce Resulde s.a.s ve ecdadımızda görebiliriz ki Kanuninin bir Ermeni Ustayla davalık olma sonucu kadının aldığı o kısas kararı, ecdadımızdan bu aşama için verilebilecek güzel bir örnektir. İşte ne yazık ki asıl bocalama çoğu zaman karar anında geçekleşiyor. Ne oluyorsa oluyor dünyevi olarak zayıf olan tekrar burada zayıf bırakılıyor. Bu arka planında küfür ideolojisi yatan bir eylemdir. Duha ve İnşirah surelerinden ve Yasin suresinin 47. ayetinden de anlıyoruz ki vahyin indiği ortam aynen böyle bir ortamdır. “Mustazafların bu hali Allah’ın takdiridir, o halde biz ona destek niye olalım?” diyen bir toplum vardı. Bu döneme cahiliye dönemi ve bu topluma ise Şirk toplumu dememizin sebebi Maun suresinin birinci ayetinde bunun (yani “zayıf bırakıldıysa biri ve yine güçlü kılınmışsa biri bu onların bu seviyeleri hak etme-

sinden dolayı Allah’ın takdiridir, güçlü ve yüce olanın zayıfa yardım etmesi Allahın takdirine karşı gelmektir ve güçlünün zayıfları ezmeside olması gereken bir tatbikattır” demenin) dini yalanlamak olduğunu söylemesinden dolayıdır. Hâlbuki zayıf olanın elinden tutulup yardım edilmesi, yaşamın özünde olan bir şeydir. Daha da doğrusu ise ikram olunmuş kişinin Maliku’l-Mülk ve Mütekebbir olanı unutmaması ve aslında bulunduğu halin geçici olduğunu her an aklında tutması lazım gelir, imtihan gereği yaşanılan bu dünyada. Biz bu hakikatleri göz önünde bulundurup İnsani, İslami ve İmani olan o ilk üç tavrı sergiledikten sonra bu dördüncü ve en hassas olan 3 parçada ele aldığımız fakat tek bir parça olarak değerlendirilmesi gereken, baştan sona bir sarsıntı gösterilmeden, güçlünün gücünü zayıfın gücüyle bir bilen, iki tarafın arasındaki farklılıkları uçurumlar kadar olsa dahi göz ardı eden ilgi alanının dışına atan bir tavrı sergileyeceğiz ve bu tavrı sergilemeyen kişinin esfeli safilin yani aşağılık olanında aşağısı olacağını unutmayacağız. İşte bu son tavır eşrefi mahlûkat olan şahsın tavrıdır ki hiç kimsenin üstünlüğünü hiç kimsenin alçaklığına tercih etmemektir. İnsani İslami ve İmani yönde sergilenen tavırlar yaratılanların en yücesi olma yolunda sergilenen tavırlardır. Sınav bu şekilde verilirse sınıfı atlayacağız aksi takdirde bu sınavı geçemeyen kişinin sınıfta kalma gibi bir lüksü olmadığını ve sınıf sınıf düştüğünü aşağılıklarında en aşağısı olacağını söylemiştik. Yani iki taife arasında gidip geleceğiz Eşrefi Mahlûkat ve Esfeli Safilin; Rabbim sınavı geçemeyip de sınıf sınıf düşen esfelisafilin olmaktan koruyupbizi, sınavı verip sınıfı atlayan ve yaratılanların en yücesi, Eşrefi Mahlûkat olmayı nasip etsin bize. fiubat ‘12 • 15


GÜNDEM

Basından Yansıyanlar

Burak Kalpaklıoğlu

Başbakan Erdoğan: Uludere’deki olayla ilgili bazı gazetelerin attığı bazı başlıklar çok acımasızdır. ‘Devlet halkını bombaladı’ diye başlık atılmıştır. Bilin ki, bu devlet halkını bombalamaz, bizim zamanımızda böyle bir şey olamaz. Bir de bazı bazı köşe yazarlığı yapan cambazlar var. Bunlar istihbarat teşkilatımızı bizden daha iyi biliyorlar. Bunların galiba MİT’in içinde böcekleri var. Güya MİT’in verdiği bilgilerle bu olmuş. MİT’in son anda verdiği bir bilgi yoktur.

Mehmet Baransu: Bir süredir Genelkurmay, PKK’ya karşı başarılı operasyonlara imza attı. Örgüt iki buçuk ay gibi kısa sürede hareket etmekte

16 • fiubat ‘12

zorlandı. Örgütten kaçışlar hızlandığı gibi teslim olanların sayısı da her geçen gün artıyor. Örgütün bazı birimlerinin kış mevzisine çekilemediği de artık sır değil. Merak ettiğim bir nokta da örgütün bu noktaya gelmesine rağmen, örgüte “hayat öpücüğü veren” bu istihbaratı kimlerin ne için yaptığı?

Selahattin Demirtaş: Bugün ülke bölünmüştür. Artık emin oldum. 50 bin defa da öldürseniz bu toprakların adı Kürdistan’dır. Bunu basın yazamaz. Tarih bu dağlarda bir Kürt katliamını daha yazdı.

Hüseyin Gülerce: Bu ülkede artık bütün oyunlar deşifre oluyor. Uludere’de gerçekte ne olduğu da bir gün

ortaya çıkacak. Bugün hükümete düşen, olayın başlangıcındaki yavaş hareket etme hatasını tekrarlamamasıdır. Hükümet ve adalet hızlı hareket etmezse, çok şey tersine dönebilir.

Ahmet Altan: Bu korkunç katliamın yanlışlık olduğu konusunda benim çok ciddi kuşkularım var. Pek yanlışlığa benzemiyor bu iş. Şu ana kadar bu olayla ilgili okuduklarım, dinlediklerim, duyduklarım birilerinin o kaçakçı çocukları bilerek öldürttüğü konusunda ciddi bir kuşku yatıyor içimde. Sıradan bir sınır komutanının bilebileceği gerçeği, üç saat içinde öğrenecek, bulacak hiç mi kimse yoktu koskoca ordunun içinde? Bu işin iç yüzünün ortaya çıkacağını umuyorum böyle bir katliamın iç yüzü sır olarak kalmaz.

Hilal Kaplan: Uludere’de kardeşlerimizi kaybettik, bir hiç uğruna. Zaten verilmesi zaman meselesi olan haklar artık sahiplerine iade edilmeli. Çok öldük, öldürüldük; artık yeter!

Ali Bayramoğlu: Hareket halindeki her şeyi imha etme... Asayiş tedbirlerinin özü budur... Osmanlı-Türk devlet geleneğinin önde gelen sorun çözme tekniği budur... Sürgün, köy boşaltma, köy yakma, katletme... Bunlardan uzaklaştığımızı sanıyorduk.


DENEME

İSLAM’I, “ARAYARAK” BULANLAR… FİRDEVS BÜŞRA KALUÇ

“İyi ki Müslümanların halini görmeden Müslüman olmuşum.” Yusuf İslam

S

onradan Müslüman olanların hikayesi hep ilgimi çekmiştir. Alıştıkları düşüncelerini terk etmişler, kendilerine yeni bir hayat kurmuşlar. Kötü alışkanlıkları varsa onlardan kurtulmuşlar. Hasılı çok büyük bir değişim yaşamışlar. Onlarla alakalı okuduğum, dinlediğim her bilgiyi önemsiyorum. Çünkü onları bizden ayıran bazı farklar var. Biz Müslüman bir ailede doğup, İslam’ı ailemizden bir miras gibi devraldık. Aramızdan kadir kıymet bilmeyenler mirasyedi olup çıktı. Biz hiç başka bir akımın, dinin içinde olmadık. Ama sonradan İslam’a girenler kendilerine pek çok din aradılar. Belki İslam ile sonlara doğru tanıştılar. Bu duruma Batı medyasının İslam’ı devamlı kötü göstermesi etkili oldu. Sonuçta o insanlar aradıklarını İslam’da buldular. Çölde susuz kalmış birinin suya kavuştuğunda kana kana içmesi gibi o insanlar da İslam’a bir bağlandılar, hatta bazıları bizi sollayıp geçtiler. Biz bir ayet, bir hadis duyduğumuzda bizden beklenen bazı şeyler olduğunu biliyoruz. Ama devamlı bir şekilde erteliyoruz. Biraz da kendimiz hakkında ümitsizliğe düştüğümüzü düşünüyorum. Bu güne kadar pek çok ayet hadis öğrendik ama çok küçük bir kısmını hayatımızda aksatmadan uyguluyoruz. Bir zaman sonra da mücadele ruhumuzu kaybediyoruz. Artık duyduğumuz bir ayet, hadis bizi harekete geçiremiyor. Sonradan Müslüman olanlarla bizim aramızdaki farkı daha net görebilmek için Adem Özköse’nin Cennete Otostop adlı kitabından örnek vermek istiyorum. Abdülhakim Nijerya asıllı, İngiltere’de doğup büyüyen bir genç. Müslüman olduğu zaman ramazandan 12 gün önceymiş. Ve Müslüman arkadaşları ona Ramazanın son 10 günü bir mescitte itikâfa girmenin Peygamber Efendimiz tarafından tavsiye edildiğini söylemişler. Devamını onun cümlelerine

bırakıyorum: “Anlattıklarını düşündüm ve kendi kendime ‘peygamber efendimiz tavsiye etmişse bu itikâf denen şey iyidir’ dedim. Fakat itikâfın ne olduğunu bilmiyordum. Bir gün sonra evden çıkıp itikâf için mescit aradım ve buldum. Mescidin kapısını çaldığımda bir Müslüman kapıyı açtı ve bana ne istediğimi sordu. Ben de ‘itikâf istiyorum’ dedim. Bu Müslüman beni itikâfa kabul etmeleri için mescitte kendileriyle birlikte itikâfa giren imamın onay vermesi gerektiğini söyledi. Bakışlarından benden pek fazla hoşlanmadığını fark etmiştim. Çünkü üstümdeki giysiler Müslümanların giydikleri giysilere pek fazla benzemiyordu. Bu Müslüman, imamla konuşup geri döndü ve beni itikâfa kabul edemeyeceklerini söyleyerek kapıyı kapattı. O an çok üzüldüm. Çünkü Müslüman olduğuma inanmamışlardı. Peygamber Efendimizin tavsiyesini yerine getirmeyi çok istiyordum. Bu nedenle mescidin kapısının önüne oturup, mescittekilerin beni itikâfa kabul etmeleri için Allah’a dua ettim. Bir saat kadar mescidin kapısının önünde bekledim. Bir saat sonra bir başka kişi kapıyı açtı. Kapının önünde beklediğimi görünce beni içeri davet etti. Mescidin içinde bir sürü genç Müslüman vardı. Bu gençlere imamlık yapan Mustafa beni karşıladı ve ne istediğimi sordu. İslam’a yeni girdiğimi, Peygamber Efendimizin itikâf tavsiyesini yerine getirmek istediğimi söyledim. Mustafa ağlamaya başladı ve benden özür diledi.” Son sözler sonradan Müslüman olan Ermeni genç Cabir’den olsun: “Müslüman bir ailede doğanlar İslam’ı iyi biliyorlar ama yaşamıyorlar. Sonradan İslam’a girenler ise İslam’ı pek fazla bilmiyorlar; fakat İslam’ı yaşamak için büyük çaba sarf ediyorlar. Müslümanlar olarak ilim ve takvayı bir araya getirebilirsek sanırım halimiz şu anki durumumuzdan çok daha iyi olacak.” fiubat ‘12 • 17


GÜNDEM

DARBE(DEN) HiSSE! FATİH RAZİ

V

erilen mücadeleler, yapılan eylemler, görülen işkenceler, kaybedilen canlar… Suçları Kur’an-ı Kerim okumak, imam hatip lisesine gitmek, başörtüsünü her yerde özgürce takabilmek, haksızlık önünde hakkı söylemek olan bu insanlar kimlerdi? Belki de kimimizin babası, abisi, amcası, annesi, ablasıydı… Amaçları bir, hedefleri bir, davaları bir, eylemeleri bir olan bu insanların sizce dertleri neydi! Doğdukları ülkede ikinci sınıf muamele gören, bulundukları ortamlarda gerici-yobaz diye hakarete uğrayan, kardeşinin başörtüsüne dil uzatıldığı için eylemleri yapan bu insanları kim ya da kimler rahatsız ediyordu? Her halde bugününün insanı bu sorunun cevabını daha iyi biliyordur; çünkü medyadan hiç düşmeyen bir konu bu, “28 Şubat Darbesi” Ergenekoncular, cundacılar şimdilerde kendi kazdıkları çukurlara kendileri düşmüş durumda. Zamanında gerici-yobaz diye alay ettikleri kişiler şimdilerde onları yargılıyor. Güçlü olanın hukuku yerine, hukukun gücü sistemi uygulanıyor. Tabi hangi hukuk!

18 • fiubat ‘12

Evet, çağ değişti, şartlar değişti, hesaplar tersine döndü ama benim bir derdim var ki… İsterseniz şimdi başlıkta belirttiğim “DARBEDEN HİSSE” ne demek onun üzerine yoğunlaşalım. Bir bakalım dünümüze ve günümüze biz neler yapıyoruz diye! İslam için hangimiz hapse girdi, İslam için hangimiz dayak yedi, İslam için hangimiz işkenceler gördü ve İslam için hangimiz canını verdi… Evet, isterdim ki o dönemi en ince ayrıntısına kadar okuyup, sizlere sayfalar dolusu bilgiler aktararak o dönem hakkında çarpıcı bilgiler vererek sizleri aydınlatmak, ama ben “günümüz 28 Şubatını günümüz Müslümanları nasıl geçiriyor? Günümüz Ergenekoncuları ve cuntacılarına karşı neler yapıyoruz?” Bu sorular üzerinde durmak istiyorum. Yoksa hala 28 Şubat günü geldiğinde hadi İstiklal caddesine, hadi Beyazıt meydanına gidelim mi diyoruz! Bu en kolay iş… Bir öz eleştiri yapmak istiyorum! Ben şahsen o dönemi yaşamadım ama biraz


okuduğumda, videolarını izlediğimde, büyükleYani 28 Şubat dönemini yaşayan Müslümanrimden dinlediğimde, anladığım ve gördüğüm lar bir ümmetti; sözlerini, fikirlerini, görüşlerini kadarıyla mücadele edenlerin çoğu, ne için mü- eylemlere döken bu yolda mücadele eden, kicadele ettiklerini biliyorlardı. milerinin kazandığı, kimilerinin ise kaybettiği bir Orduya karşı gelenler, başörtüsünü her yer- süreçti ve o dönem geçti! (Bakın geçti diyorum, de takmak isteyenler, imam unutuldu demiyorum.) hatip liselerine karşı yapılan “Onlar bir ümmetti gehaksızlıklara boyun eğmeyenler, lip geçti. Onların kazanböyle Anayasa olmaz diyenlerin dıkları kendilerine sizin kahepsinin amacı rahat bir nefes zandıklarınız sizindir. Siz, almaktı. onların yaptıklarından soPeki günümüze şöyle bir barumlu değilsiniz.”(Bakara/ Necmettin Erbakan kalım gerçekten onlar şimdi ne134) O yüzden “henüz vakit relerde! İmam hatip lisesinde okurvarken” gelin biz güHalk dilinde meşhur olan bir ken, kitap okuma saatlerinde söz var ki bu durumu açıklayıcı Seyyid Kutup’un, Hasan nümüz “28 Şubatçılarınitelikte olsa gerek; “Dünün El- Benna’nın, Mevdudi’nin na” karşı mücadele eden Mücahitleri, bugünün Mütahayatlarını ve eserlerini oku“öncü nesil” olalım! hitleri olmuş durumda!” duğumda oğlum daha gençAma bizim mücadelemiz Geçmişte aktif darbecilere sin, biz de zamanında bunlageçici değil uzun sürekarşı verilen mücadeleye eyvalrı okuduk ama boştu diyen, li olsun, pasif değil aktif lah, ona bir lafım yok! hocaları duydukça şimdi bazı olsun, şahıslar için değil, Ama günümüzdeki zihin ve şeyleri daha iyi anlayabiliyoAllah(c.c) için olsun. fikir darbecilerine karşı biz ne rum; onların davaları geçiyapıyoruz? ciymiş, şahıslar bazındaymış, Rabbim geçmişte yaİslam, pos-modern hayatın köklü bir değişime girmemişşanan olayları sadece şartlarına göre şekillenen bir din ler. hatırlayan ve kutlayan değildir. O yüzden “henüz vakit değil, o alaylardan ders İslam, çağa teslim olan değil, varken” gelin biz günümüz alıp günümüze “Hisçağı değiştiren bir dindir. “28 Şubatçılarına” karşı müse” çıkaran genç, aktif, İslam, geçici olaylar üzerine cadele eden “öncü nesil” İslam’ı yaşayan ve yadarbe yapan bir din değildir. olalım! şatan Müslümanlardan İslam, aktif, uzun süreli, kişiAma bizim mücadeleler üzerinde değil, Kur’an-ı Kemiz geçici değil uzun süeylesin… rim ışığında şekillenen bir hayat reli olsun, pasif değil aktif nizamıdır. olsun, şahıslar için değil, İslam, belirli kitlelere hitap eden değil, tüm Allah(c.c) için olsun. dünyaya “adaleti”, “huzuru”, “mutluluğu” Rabbim geçmişte yaşanan olayları sadece have “barışı” götüren yegane otoritedir. tırlayan ve kutlayan değil, o alaylardan ders alıp Bu yüzden her çağda bir “Muhammedi” günümüze “Hisse” çıkaran genç, aktif, İslam’ı söylem vardır, birde “Ebu Cehil-i” söylem! yaşayan ve yaşatan Müslümanlardan eylesin… Selam ve Dua ile… fiubat ‘12 • 19


GÜNDEM

PORTRE:

RAUF DENKTAŞ FATMA NİHAN DOĞAN

K

ıbrıs deyince akla gelen ilk isim hep o oldu, Rauf Denktaş. Kıbrıs meselesinin halen çözülmemiş olması da genç kuşak için tanıdık bir isim haline getirdi 1924 doğumlu lideri. 13 Ocak 2012’ deki vefatı ile Kıbrıs için taşıdığı anlamı görmüş olduk. Kıbrıs’ın Atatürk’ü olmuştu Rauf Denktaş, geçen yaklaşık 65 yıllık Kıbrıs mücadelesinde. Denktaş’ın ilk sahneye çıkması henüz 24 yaşındayken, Rum örgüt Enosis’e karşı düzenlenen bir mitingti. Denktaş, bu ilk mitingde Dr. Fazıl Küçük ile beraber hatiplik yaptı. Kıbrıslı Türklerin 20 • fiubat‘12

Denktaş’tan önceki lideri olan Dr. Fazıl Küçük’ün yayımlamaya başladığı Halkın Sesi gazetesinde, babasından ve onun milliyetçi, Atatürkçü arkadaşlarından işiterek öğrendiği “Türk Haklarının İngilizler tarafından gasb edildiği” konularının ele alındığını gören Denktaş, Dr. Küçük’le tanışarak, Halkın Sesi’nde imzalı veya imzasız, bazen Akın Yılmaz adı altında yazılar yazmaya başladı. Bu ilişki Denktaş’ın Londra’da tahsil yıllarında da devam etti. Denktaş, Ada’ya döndükten sonra lider Dr. Küçük’ün yanında yakın bir dost ve gerektiğinde danışman olarak çalıştı.


1958’de Rumlar’ın yeraltı Adadaki krizin bir türlü örgütü EOKA’ya karşı Kıbrıslı yumuşamaması sebebiyle 20 Türkler’i korumayı amaçlayan Temmuz 1974 günü Türk orduTürk Mukavemet Teşkilatı’nı su Kıbrıs Barış Harekatı’nı başkurdu. Bu teşkilat kısa bir lattı. 22 Temmuz’da Türkiye zaman içinde, Denktaş’ın ısBM Güvenlik Konseyi kararını rarlı talepleri sonucu olarak Kabul ederek ateşkes ilan etti. Türkiye’nin uzman kişileri taDenktaş, Türk Barış Harekatı’nı rafından EOKA’ya cevap vereizleyen süreçte kurulan Kıbrıs Adadaki krizin bir türlü bilecek etkin bir Mukavemet Türk Federe Devleti’nin de ilk yumuşamaması sebebiyTeşkilatı haline getirildi. devlet başkanlığını üstlendi. 1958 yılında Rumlar, Türk Denktaş, 1981 yılında ikinci le 20 Temmuz 1974 günü köylerine saldırınca, Türkler de kez devlet başkanı oldu. 15 KaTürk ordusu Kıbrıs Barış bu olayları protesto etti. Zürihsım 1983’de Kuzey Kıbrıs Türk Harekatı’nı başlattı. 22 Londra antlaşmaları öncesinde Cumhuriyeti (KKTC) ilan edilTemmuz’da Türkiye BM Dr. Fazıl Küçük ve Rauf Denkdi. 22 Nisan 1990’da yapılan Güvenlik Konseyi karataş, Ankara’ya Dışişleri Bakanı erken seçimde ikinci kez cumrını Kabul ederek ateşkes Fatin Rüştü Zorlu ile görüşmehurbaşkanı seçildi. 1995’teki ye gitti. Bu görüşmede Denkseçimlerde de cumhurbaşkanı ilan etti. Denktaş, Türk taş adaya Türk askeri gönderilseçildi. Barış Harekatı’nı izleyen mesi teklifini dile getirdi. 2002’de sunulan ve Ansüreçte kurulan Kıbrıs 16 Ağustos 1960 tarihinde nan Planı olarak bilinen BM Türk Federe Devleti’nin 650 kişilik Türk Alayı Magoçözüm planına, ‘’Türk askerini de ilk devlet başkanlısa Limanı’na ayak bastı. 1963 Ada’dan çıkaracağı ve Türkleri ğını üstlendi. Denktaş, olaylarından sonra Denktaş, azınlık durumuna düşüreceği, temaslarda bulunmak üzere devleti ortadan kaldıracağı’’ 1981 yılında ikinci kez Ankara’ya gitti. Temaslarını tasavıyla karşı çıkarak ‘’hayır’’ devlet başkanı oldu. 15 mamlayan Denktaş bir sandalla kampanyası yürüttü. Buna rağKasım 1983’de Kuzey Kıbrıs’a geçti ve Türk direnişini men plan Kıbrıslı Türkler taraKıbrıs Türk Cumhuriyeörgütlemeye başladı. Ve böyfından plan kabul edildi fakat ti (KKTC) ilan edildi. 22 lelikle Turkiye Cumhuriyeti’nin Kıbrıslı Rumların reddetmesi Nisan 1990’da yapılan Kıbrıs üzerindeki aktif etkisi üzerine hayata geçmedi. 17 dünya kamuoyuna sunulmuş Nisan 2005’te yapılan cumhurerken seçimde ikinci kez oldu. başkanlığı seçimlerinde aday cumhurbaşkanı seçildi. Kıbrıs Ortodoks Kilisesi başolmadı. 1995’teki seçimlerde de piskoposu ve bağımsız Kıbrıs Aktif siyasi hayatını bu şekilcumhurbaşkanı seçildi. Cumhuriyeti’nin ilk cumhurde sonlandıran Rauf Denktaş, başkanı Makaryos tarafın24 Mayıs’ta beyin kanaması dan “istenmeyen adam” ilan geçirerek sol tarafı felç oldu. edildi. Yeşilada’ya girmesi yasaklandı. Gizlice Tedavisine Yakın Doğu Hastanesi’nde devam Erenköy’e çıkarak savaşa katıldı. 1967’de adaya eden Denktaş, 13 Ocak 2012’de vefat etmiştir. gizlice girerken tutuklandı. Yoğun girişimler so*Bu yazı, http://dunya.haber.pro/, http://dunyabulteni.net/ nucu Türkiye’ye geri verildi. 1968’de adaya giriş ve Wikipedia’daki bilgilerden derlenerek hazırlanmıştır. yasağı kaldırıldığından Kıbrıs’a döndü.

fiubat ‘12 • 21


OKULLARDAN HABERLER

OKULLARDAN HABERLER ŞAMİL TOK

Boğaziçi’nde Starbucks Eylemi İki ay önce Boğaziçi Üniversitesi’nde eski ‘çarşı kantin’in yerine açılan Starbucks, haftalardır devam eden protestoların sonuç vermemesi üzerine geçen ay öğrenciler tarafından işgal edildi. Geceyi de Starbucks’ta geçiren öğrenciler, rektörlükten taleplerine cevap alana kadar işgali devam ettirmeye kararlı. Öğrenciler, “Kendimizi buraya ait hissetmiyoruz” dedikleri Starbucks’ı, tanınmayacak hale getirmiş. Kimi ders çalışıyor, kimi kapıya asılan kartona taleplerini, şikâyetlerini yazıyor. Öğrencilerden bir temsilciyle konuşmak isteyen Rektör Yardımcısı Tereza Varnalı’ya öğrenciler, Wall Street’te başlayan ‘İşgal Et’ hareketlerinde olduğu gibi “temsilci seçmeyeceklerini ve taleplerini bir arada ileteceklerini” belirtiyor. Öğrenciler, “Bizim düzgün, kaliteli ve ucuz yemeğe ihtiyacımız var. Ama okul, fikrimizi bile almadan kampüse İlly, Robert’s Coffee ve Dunkin’ Donuts ve son olarak da küresel sermayenin simgesi Starbucks’ı açtı” diyor.

22 • fiubat‘12


ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü’nde de Uludere Eylemi ODTÜ Kuzey Kıbrıs Kampüsü öğrencileri geçen ay, ülkemizde yaşanan kanlı ölümlere dikkat çekmek amacıyla organize edilen Barış Yürüyüşünü gerçekleştirdi. 1. Yurt önünde toplanan öğrenciler Uludere Katliamı’nı protesto etmek için sessiz yürüyüş gerçekleştirdiler. Yurt önünde yapılan basın açıklamasının ardından kitle ODTÜ meydanına doğru harekete geçti. Yaklaşık 100 öğrencinin katıldığı eylemde, el ele tutuşup büyük bir insan çemberi oluşturan öğrenciler bir dakikalık saygı duruşundan sonra havaya atılan paraşütlerin ardından sessizce dağıldı.

Boğaziçi’nde Bir Başka Eylem Daha Şırnak’ın Uludere ilçesinde hava bombardımanında 35 kişinin hayatını kaybetmesi Boğaziçi Üniversitesi’nde ilginç bir eylemle geçen ay protesto edildi. Öğrenciler bomba ve siren sesleriyle birlikte yere yığıldı. Yerde yatan öğrencilerin vücudları tebeşirle çizildikten sonar Uludere’de can veren insanların isimleri yazıldı. Öğrenciler “Amacımız katliamı üniversite içinde de hissettirmek” olduğunu söyledi.

fiubat ‘12 • 23


Objektifime Takılanlar BEYZA SEYİDOĞLU

24 • fiubat‘12


fiubat ‘12 • 25


ARAŞTIRMA

Kürt Sorununa Tarihsel Bir Bakış BURAK KALPAKLIOĞLU

kurulacak Türkiye’nin ancak Türk1514 Çaldıran savaşı’ndan sonKürt ittifakıyla kurulabileceğini ra Yavuz Sultan Selim ile Kürtbölgede görev yatığı sırada görler tarihi Kürt-Osmanlı özerklik müştür. Mustafa Kemal Kurtuluş antlaşmasını imzalamışlardır. Bu Savaşı’nın başlangıcında Kürt antlaşma ile Kürtler Tanzimata şeyhlerinden destek istemiştir. kadar yaklaşık 300 yıl özerk yaKurulacak yeni devlette Kürtlere şamışlardır. Tanzimat Fermanı ile özerklik sözü vermiştir ve şeyhOsmanlı’nın daha merkeziyetçi lere yazdığı mektuplarda anasır-ı bir yapıya bürünmesiyle Kürt beyİslam için hilafeti korumak için leri tasfiye edilmiştir ve Kürtler ilk savaşalım diyerek İslami dil ve üsdefa devlete karşı bu dönemde lup kullanmıştır. Mustafa Kemal isyan etmiştir. Abdülhamit döile Kürtlerin savaş öncesi ilişkileri nemiyle beraber Abdülhamit’in Yavuz Sultan Selim göz önüne alındığında iki önemli İslamcılık siyaseti uygularken nokta vardır. üzerinde en başarılı olduğu halk 1- Mustafa Kemal Kürtlerin desteğini almak için Müslüman Kürtlerdir. Sultan’ın bu konudaki en büyük icraatı ise Hamidiye Alaylarıdır.1891 yılında Er- din kardeşliğini öne sürmüştür. 2- Kurulacak bir Ermeni devleti’nin Kürtlerin varmenilerden gelebilecek saldıralara karşı kurulan ve Kürt aşiret reislerinin başkanlığını yaptığı Hamidiye lığına bir tehdit olduğunu vurgulamıştır. Kürtler Cemil Paşa ve Bedirhani gibi ulusalcı alaylarına bir tür milis korucu da denilebilir. 13 Nisan 1909’da Abdülhamit’in tahttan indiril- görüşlere sahip aileler dışında ezici bir çoğunluğu mesiyle beraber başa geçen İttihatçılarında yeni ide- Kurtuluş Savaşı ‘nda Türklerle birlikte savaşmaktan olojisi Fransız İhtilali ile tüm dünyaya yayılan ulusçu- yana olmuştur. Kürtler Maraş’ta Antep’te Urfa da luk fikri olmuştur. .Aslında ilk başlarda İttihatçılar’ın Fransızlara karşı destansı mücadeleler vermişlerdir. adalet kardeşlik eşitlik özgürlük sloganları herkese Irak Kürdistan’ında ise Kürtler Mahmude Berzenci cazip gelmiştir. Mehmet Akif ve Said Nursi gibi önde önderliğinde İngilizlere karşı kahramanca savaşmışgelen İslamcılar da 2. meşrutiyeti desteklemişlerdir lardır. Kürtler tarih boyunca her zaman Türklerin ancak İttihatçılar zamanla politika değiştirmişlerdir yanında yer almıştır. 1071’de Malazgirt Savaşı’nda Selçuklu hükümdarı Alpaslan’ın 60binlik ordusunun ve Türkçü çizgiye kaymışlardır. 10 bini Kürtlerden oluşuyordu. Mustafa Kemal ve Kürtler Cumhuriyet sonrası Kürtler Mustafa Kemal’in 1916 ve 1917’de Diyarbakır’da Cumhuriyet’in kurulmasıyla devlet ve Kürtler 2. ordu kumandanı olarak görev yapması hem Kürtleri hem de bölgeyi daha yakından tanımasına ne- arasındaki ilişki hiçbir zaman eskisi gibi olmamıştır. den oldu. Mustafa Kemal bölgede Kürtlerin ileri Savaştan önce atılan kardeşlik eşitlik adalet nutukgelen birçok şahsiyetiyle iyi ilişkiler kurmuştur. Yeni ları yerini baskı inkar ve asimilasyon politikalarına 26 • fiubat‘12


Cumhuriyet kurulduktan sonra çıkan Kürt isyanlarında en çok Koçgiri,her ne kadar daha çok Kürdi değil İslami bir ayaklanma olsa da Şeyh Said İsyanı, Ağrı İsyanı ve Dersim İsyanı göze çarpar. Koçgiri ayaklanmasını devlet 114 köyü haritadan silerek bastırmıştır. Şeyh Said İsyanı’nda 50 binden fazla insan öldürülmüştür. Ağrı İsyanı’nda on binlerce insan katledilmiştir. Dersim İsyanı da tarihçilere göre 50 bin, yöre insanına göre 70 bin insan katledilerek bastırılmıştır.

bırakmıştır. Kürtlere savaştan önce verilen sözlerin hiçbiri tutulmamıştır. Mustafa Kemal bu dönemde oldukça pragmatist davranır. Sovyet parasına ihtiyaç duyduğu zaman komünistlere yanaşır, Kürtlere ihtiyacı olduğu zaman- savaştan önce 15 temmuz 1922 tarihinde El Cezir komutanlığına gönderdiği telgrafta- Kürtlere özerklik vaadinde bulunur, İslamcılara ihtiyacı olduğu zaman meclisi kurbanlar keserek dualarla açar sonrasında da komünistleri de Kürtleri de İslamcıları da ezip geçer. Savaştan önce şeyhlere yazdığı mektuplarda hilafeti korumak için beraber savaşalım diyen Mustafa Kemal cumhuriyet kurulduktan 5 ay sonra hilafeti kaldırmıştır . Cumhuriyet kurulduktan sonra tek parti döneminde Kürtlere ve İslamcılara çok büyük zulümler yapılmıştır. Lozan Antlaşması’nda Rumların, Ermenilerin tüm azınlıkların hakları güvence altına alınırken Kürtler yok sayılmıştır. Tek parti döneminde Kürtlere Türk oldukları kabul ettirilmeye çalışılmış ve buna karşı gelen tepkiler de devlet gücüyle bastırılmıştır. Zaten o dönemdeki söylemler de bu yöndedir.Dönemin Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt bir konuşmasında öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır o da hizmetçi olmaktır köle olmaktır demiştir. Milli Şef de Türk Ocağı’nda yaptığı bir konuşmasında Biz açıkça milliyetçiyiz.Milliyetçilik bizi birleştiren tek nedendir.Türk çoğunluğunun yanında diğer unsurların hiçbir etkisi yoktur.Her ne pahasına olursa olsun ülkemizde yaşayanları Türkleştireceğiz demiştir.Zaten Kürt sorunun bu noktaya gelmesindeki en büyük etken de milliyetçilik değil midir? Cumhuriyet kurulduktan sonra çıkan Kürt isyanlarında en çok Koçgiri, her ne kadar daha çok kürdi değil İslami bir ayaklanma olsa da Şeyh Said isyanı,Ağrı isyanı ve Dersim isyanı göze çarpar. Koçgiri ayaklanmasını devlet 114 köyü haritadan

silerek bastırmıştır. Şeyh Said İsyanı’nda 20 binden fazla insan öldürülmüştür. Ağrı isyanında on binlerce insan katledilmiştir. Dersim isyanı da tarihçilere göre 50 bin, yöre insanına göre 70 bin insan katledilerek bastırılmıştır. Şeyh Said isyanından sonra Çıkarılan takrir-i sükun kanunu Şark ıslahat planı ile bir bölgede çok sayıda Kürdün yaşamasına dahi izin verilmemiş, Kürtlerin fıtri özellikleri inkar edilmiş, Kürt kelimesini ağza almak bile yasaklanmıştır. 1961 yılında dönemin cumhurbaşkanı Cemal Gürsel Diyarbekir’de yaptığı bir konuşmasında bu memlekette Kürt yoktur Kürdüm diyenin yüzüne tükürürüm demiştir. Şerafettin Elçi de Bayındırlık bakanı olduğu 1978-1979 yıllarında yaptığı Türkiye’de Kürtler vardır ben de bir kürdüm şeklindeki açıklamasından dolayı 2 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılmıştır. 12 Eylül’den bugüne 12 Eylül askeri darbesi Kürt sorunu açısından çok önemli bir yere sahiptir ve 12 eylül en büyük darbeyi Kürtlere vurdu. .İnsanlık tarihi boyunca örneğine çok az rastlanılır işkence ve baskılar uygulandı ve Kürt sorunu açısından bir milat oldu. 1980’den 1984’e kadar 4 yıl boyunca ne işkenceler yapılmadı ki cezaevlerinde. İnsanlara fare yedirildi, dışkı yedirildi mahkumlar geceleri ıslak betonda yatırıldı. Filistin askısında saatlerce işkence yapıldı. Diyarbakır cezaevinde 4 yılda 34 kişi işkence ile öldü. Diyarbakır Cezaevi ile ilgili herkesin üzerinde ittifak ettiği bir konu var ki o da Diyarbakır 5 no ‘lu askeri cezaevi olmasaydı PKK bu kadar halk içinde yer etmezdi. Cezaevinden çıkmayı başarabilenlerin çoğu yıllardır fiubat ‘12 • 27


ARAŞTIRMA uzak kaldıkları anneleri ve babalarını bile görmeden Şu an Kürt sorununda gelinen nokta ve geçen dağa çıktılar. 80 yıllık dönem iyi tahlil ve analiz edilmelidir. Bu Kürt sorunu PKK ile ortaya çıkan bir sorun de- ülke insanların tehcire zorlandığı cezaevlerinde sisğildir. PKK derin devletin bir icadıdır ve yaptığı ey- tematik işkenceler yapıldığı 17 bin faili meçhul cilemlerinde sivil halkı hedef almaktan, şantiyeleri ve nayetin yapıldığı günlerden bugüne geldi. Devlet’in okulları yakmaktan da çekinmemiştir. PKK ideolojisi bir asırlık baskı ve inkar siyasetinin sona erdiği bir itibariyle de laik-milliyetçi bir örgüt olduğundan ötü- gerçek. Ancak hala çözüm yolunda nihai adımlar rü Müslüman Kürt halkının değil Kürt milliyetçiliği- atılabilmiş değil. Kürt soru’nun çözümü yolunda nin temsilcisidir. PKK eylemleri birçok yönden analiz Öncelikle yapılacak yeni anayasada 66. Madde yani edilebilir. Otuz yıllık zaman zarfı içerisinde otuz bine Türk devlet’ine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes yakın PKK’lı on bine yakın sivil vatandaş ve beş bin Türk’tür ibaresi değiştirilmelidir ve Kürt kimliği resmi kadar asker hayatını kaybetmiştir. PKK ile mücadeolarak tanınmalıdır. Bir insanın doğuştan sahip oldule gerekçesiyle devlet 400 milyar ğu haklar pazarlık ve müzakeresi dolar kayba uğramıştır. Askerin Üç konusu yapılamaz. Anadilde eği“Toptan Allah’ın ipibin köy boşaltması nedeniyle yaktimin tartışmasının yapılması dahi laşık üç milyon insan göç etmek ne sarılın, ayrılmayın. ayıptır. .Cumhuriyet’in ilk yıllarında zorunda kalmıştır. PKK ile daha Allah’ın size olan nimeKürtçe olan ve daha sonra değiştiönceleri Kürtler arasında yaygın olrilen köy isimleri yine eski Kürtçe tini anın: Düşmandınız, mayan Kürt ulusalcılığı ciddi bir tahalini almalıdır. Devlet işlediği faili bana kavuştu. Yıllar süren PKK’nın kalplerinizin arasını meçhul cinayetlerin faillerini ortaya kanlı eylemlerine karşı askerin de uzlaştırdı da onun nimeti çıkarmalıdır ve bu ırkçı, ötekileştisınırsız güç kullanması ve köy bosayesinde kardeş oldurici Kemalist eğitim sistemi değişşaltmaları zaten cumhuriyet’in ilk tirilmelidir .Dünyada artık silahlı kurulduğu günden bugüne büyük nuz. Bir ateş çukurunun mücadelenin yerini siyasi mücadetravmalar yaşayan halkın devlete kenarında idiniz, sizi leye bıraktığı bir çağda barış için bakışını daha da olumsuz yönde oradan kurtardı. Allah, her şeyin konuşulabildiği bir ortam etkiledi. Bugüne kadar gelip giden iktidarlar ise soruna doğru bir yakdoğru yola erişesiniz diye oluşması için öncelikle PKK tamalaşım getirememişlerdir. Örneğin men silahı bırakmalı, asker ise opesize böylece ayetlerini PKK’nın da siyaset sahnesinde etkili rasyonlara son vermelidir. Milliyetaçıklar.” olmaya başladığı 90’lı yılların başçilik demek renk körlüğü demektir larında rahmetli Erbakan Hoca’nın ALİ İMRAN 3/103. çözümsüzlük demektir dünyaya partisi Refaha Kürtler başlangıçtan dar pencereden bakmak demektir itibaren çok büyük destek verirancak üzülerek söylüyorum ki Kürt ken 1991 milletvekilleri seçimleri İslami hassasiyet- sorunu halen milliyetçilik ve şiddet sarmalında.Barıleri olan Kürtler için tam bir hayal kırıklığı oldu .En şı getirecek olan savaş ve milliyetçi söylemler değil kötü gününde bile en büyük desteği Kürtlerden alan kardeşliktir, adalettir; İslam akidesi etrafında birleşve bölgede çok etkili olan Refah partisi Alparslan mektir. Kürt sorunu bir etnik kimlik sorunudur ve Türkeş’in lideri olduğu aşırı sağcı Milli Çalışma Partisi bu sorun ancak gasp edilen hakların hak sahiplerine ve Islahatçı Demokrasi partisi ile kendilerinin “Kutsal tekrardan iade edilmesiyle çözülebilir. İttifak” olarak adlandırdıkları seçim ittifakına girdiler ve Refah partisi 1991 seçimlerinde yıllardır kalesi duALİ İMRAN 3/103. Toptan Allah’ın ipine sarılın, rumunda Güneydoğu’daki illerden hiçbir milletvekili ayrılmayın. Allah’ın size olan nimetini anın: Düşmançıkaramadı.Laikçi- sol Kürt milliyetçisi Halkın Emek dınız, kalplerinizin arasını uzlaştırdı da onun nimeti Partisi bölgeyi silip süpürdü.90’lı yıllar Kürtler için sayesinde kardeş oldunuz. Bir ateş çukurunun kenaçok sancılı geçmiştir. Çatışmaların en yoğun olduğu rında idiniz, sizi oradan kurtardı. Allah, doğru yola dönem 90’lı yılların başı ve ortasıdır. Faili meçhul cinayetlerde en çok 90’lı yıllarda Tansu Çiller’in başba- erişesiniz diye size böylece ayetlerini açıklar. Kaynakça: Altan Tan Kürt sorunu kan olduğu dönemde işlenmiştir. 28 • fiubat‘12


ARAŞTIRMA

Günümüz ‘Zengin Brüksel’inin Mali Kaynağı OSMAN ZİNNUR AKSU II. Leopold

“Kongo’da yaşananları görmektense, ölmeyi tercih ederdim.” Diyor misyoner Joseph Clark! Kongo’da milyonlarca Afrikalı, yalnız bir beyazın ihtirası ve paraya duyduğu lanet iştahın kurbanı olurken tarihler 1800’lerin sonlarını yani feodalizmin son demlerini gösteriyordu! Öyle ki, Hitler gelene dek Dünya’nın en büyük diktatörü kabul edilecekti Belçika Kralı II. Leopold! 1880 ve 90’larda bisiklet ve otomotiv teknolojisi hızla ilerlerken lastiğin hammaddesi Avrupa’da beyaz adam tarafından az yetiştirildiğinden bunları dışarıdan almalıydı zenginler. Ve bunun için tek adres vardı: Orta Afrika! Leopold, Kongo’daki insanlara ilk kez kauçuk üretmeyi zorunlu kıldığında “çok kısa bir sürede ne kadar büyük bir servete konduğunu anladı” ve kısa zamanda en çok kauçuğu elde etmek için kolları sıvadı. Bunun için çok siyahın canını yakacaktı…1 Leopold, önce Kongo’da tamamı zenci 30.000 kişilik iflah(infaz) ordusu kurdu ve eğitti. Sonra kauçuktan başka şey eken köylüleri öldürttü. Burada ise başka bir canilik yapıyordu. Askerlere mermileri sayılı vermişti ve mermilerin boşa gitmediğini anla-

mak için her askere öldürdüğü yerlinin sağ elini kesip getirmesini emretti. Tabii ki bu sırada yalnız başka şey ekenler değil az çalışanlar da ordunun kurbanı oluyordu. Eğer bir asker bir mermiyi boşa harcarsa sağ olan bir yerlinin elini kesip getiriyordu.2 “O dönemde Kongo’da eli kesilmemiş bir yerliye rastlamak çok zordu.” Kral düştükten sonra pek çok misyoner anılarında içi kesilmiş el dolu sepetle gezen ruhsuz askerlerden bahsedecekti. Emperyalist batı için buraya kadar her şey “normal”di. Yalnızca bir Avrupalı Kongo’ya “medeniyet” götürüyordu. Ta ki Leopold İngiliz asıllı Alman bir tüccarı öldürtene kadar! Bu, Kral’ın ülkede başka sermayeye izin vermemesi demekti ve İngiltere ve Almanya buna göz yumamazdı! Hemen Leopold’a cephe aldılar ve Leopold her türlü özel sermayenin bölgeye girişini kabul etmek zorunda kaldı. Tüm bunlar Leopold’un “damarına basmış” olacak ki başka bir kararla ülkedeki tüm erkeklerin eşlerini rehin aldı ve sadece iyi çalışanlara hanımları iade edildi. Binlerce kadının rehine olarak tutulduğu bu sistemde tabii ki tecavüz vakaları da aldı başını gitti. Her ne kadar halkın istemediği adam gibi gösterilmeye çalışılsa ve cenaze töreninde yuhlansa da Leopold “bu dünyada cezasını çekmeyen diktatörler kervanı”nda yerini aldı. Fakat Kongo bir daha iflah olmadı. Onların yeni iblisi Mobutu Sese Seko olacaktı… Brüksel’in zenginliğinin ve kapitalistlerin kaynaklarının kanla sulandığını sadece Leopold’un hayatına bakarak dahi anlayabiliyoruz. Bu arada Belçika hükümeti hala II. Leopold ile ilgili belgeleri “devlet sırrı” olduğu gerekçesiyle araştırmacılardan saklıyor.3 Dipnotlar 1 http://tr.wikipedia.org/wiki/II._L%C3%A9opold_ (Bel%C3%A7ika_Kral%C4%B1) 2 http://www.arastiralim.com/hitleri-geride-birakan-kasapii-leopold.html 3 Ali Çimen, Tarihi Değiştiren Diktatörler, Timaş Yayınevi

fiubat ‘12 • 29


İSLAM COĞRAFYASINDAN

BANGLADEŞ SARE GÜLCE YENİCE

İ

slam coğrafyaları demiştik sayfanın başlığına, zamanın birinde bir yerlerde hakikate dair söylenmiş sözler varsa eğer, oralar hep bizimdir ve bilmeliyiz diyerek elimizin eriştiği, dilimizin döndüğü kadarıyla anlatmaya koyulduk bizim olan köyleri. Daha önce Mevdudi özelinde, genel olarak o bölgeden ve Pakistan’ın kısa tarihinden bahsetmiştik. Şimdi ise Bangladeş’le bu sayıya merhaba diyoruz. Son zamanlarda polis ve islami cemaatler arasında yaşanan çatışmalarla gündeme gelen Bangladeş’in siyasi ekranına bir de darbe teşebbüsü düştü geçtiğimiz günlerde. Konuya dair henüz çok net bilgilere ulaşamamış olsak da kaynaklara göre Bangladeş’in dünyanın en fazla müslüman nüfusa sahip ikinci ülkesi olması bilgisi en azından geçmişe dair küçük bir araştırma yaptırmaya vesile oldu. İlkin, “Bu Dünya benim asıl adresim değil Ölüm bir gün silecek Tüm rengârenk kimliklerim” diyen Matiur Rahman Mollik’e kulak verdik. ‘Kendisi 1 Mart 1965 Bangladeş’in güneyinde Bagerhat 30 • fiubat‘12

ilin Boroygram ilçesinde dindar bir ailede dünyaya geldi.Bangladeş’teki ihyacı hareketle ilk günlerde tanıştı. Düşüncesinin merkezinde hep İslam vardı. Bangladeş’te modern edebiyatta İslam’ın yeri yoktu. Bu durum onu hep düşündürüyordu. İslam için Müslümanlar için şiir yazmaya şarkı söylemeye karar verdi. Modern şiiri çok severdi. Bangladeş’in milli şairi Kadı Nazrul İslam’ın gösterdiği yollarda gitmeye devam etti. 80’li yıllarda İslami harekete baskılar artırınca örgütü dağılmış durumundaydı. O ilçe ilçe dolaşıp örgütü düzenlemeye çalıştı. Şiirleriyle ve çalışmalarıyla insanları bir araya toplamaya, moral vermeye çalıştı. Ama tek başına bu işin zor olacağını anlayınca aynı fikirde olan şairleri, yazarları, sanatçıları bir araya getirmeye başladı. Onun ilk kurduğu Saimum sanatçılar grubu Bangladeş’te Müslüman sanatçıların ilk platformuydu. Saimum iyi sonuçlar verince bu işe devam etti. Diğer illerde de aynı fikirde olan sanatçıları bir araya getirmeye çalıştı. Birlikte güç olduğunu söyledi. Teşkilatlanmayı öğretti. Örgütsel bir zihniyet vardı içinde. Şarkılarla İslamı anlatmak, Müslüman


gençlere batı kültüründen korunması için İslami kültürü anlatmak için çaba harcıyordu hep. Gittiği her yerde sanatçıları toplamaya çalışıyordu. Moral veriyordu, öncülük yapardı. Sadece yurt içinde değil yurt dışında da özellikle ABD, Kanada, İngiltere başta olmak üzere Bangladeşlilerin yaşadığı her yerde sanatçılar derneği kurmaya çalıştı. Değil sadece Bangladeş ve Hindistan’ın Bengalli Müslümanlara, tüm dünyanın farklı dillerle konuşan Müslüman toplulukları için de onun bütün çalışmalar, çabalar, uğraşlar hem yol gösterici hem de teşvik edici olacaktır. Onun hayatı, onun çalışmaları yeni bir Müslüman dünya inşa etmenin aracı olacaktır.’* Coğrafi Konumu ve Tarihi Serüveni ile Bangladeş Güney Asya ülkelerinden olan Bangladeş, batı, kuzey ve doğudan Hindistan’la, güneydoğudan Birmanya (Burma)’yla, güneyden de Bengal körfeziyle çevrilidir. En yüksek yeri Çittagong Tepesi (1200 m.)’dir. Bangladeş toprakları Bengal körfezinden içeriye doğru uzanan ve çok sayıda akarsu tarafından bölünen bir ova şeklindedir. En büyük akarsuları Ganj, Brahmaputra, Meghna, Pudma, Jamuna, Karnaphuli ve Surma nehirleridir. Akarsuların çoğu ova içinde birleşmekte ve bazı yerlerde göller oluşturmaktadırlar. Akarsuların çokluğu Bengladeş ovasını tarım açısından verimli kılarken her yıl taşkınlara ve sel baskınlarına da yol açmaktadır. Bunun yanı sıra denizin kabarması da zaman zaman su baskınlarına sebep olmaktadır. Bangladeş halkını sık sık rahatsız eden bir diğer doğal afet de kasırgalardır. Kasırgalar da çoğunlukla Bangladeş’in ve Bengal körfezinin doğal yapısından kaynaklanmaktadır. Bugünkü Bangladeş topraklarına İslâm, Türk kumandanı Muhammed Bahtiyar Halaci’nin 1203’te Bengal’i ele geçirmesiyle girdi. 1203 - 1340 yılları arasında Bengal yönetimi Delhi Sultanlığı’na bağlı kalmıştır. 1340’ta bağımsız sultanlık olan Bengal,

1576’da Babürlüler tarafından işgal edildi. Bundan sonra 1757’ye kadar Bâbürlülerin hâkimiyetinde kaldı. Bu tarihte Bengal sultanı Sirâcuddevle’nin İngilizlere yenilmesi İngilizlerin ülkede sistematik bir baskı uygulaması başlatmalarına imkân sağladı. Bu durum Müslümanların ülke yönetimindeki etkinliklerinin zayıflaması sonucunu doğurdu. İngilizler 1836’da resmi dili de değiştirerek İngilizce’yi resmi dil yaptılar. Müslümanların zaman zaman İngiliz işgalcilere başkaldırmaları İngilizlerin baskı uygulamalarını daha da şiddetlendirmelerine yol açtı. Bu dönemde İngilizler sadece bugünkü Bangladeş topraklarını değil bütün Hint yarımadasını ellerinde tutuyorlardı. İngilizler Hindistan yarımadasında yaşayan Müslümanlar üzerindeki hâkimiyetlerini devam ettirebilmek için her yola başvuruyorlardı. Bu amaçla Müslümanlar arasında daha önce çıkmış ihtilafları ve Hindu - Müslüman ihtilaflarını sonuna kadar kullanıyorlardı. 1885’te İngiliz himayesinde kurulan Hindistan Milli Kongresi daha çok Hindu liderlerin istekleri doğrultusunda hareket etmeye başladı. Bu durumu aleyhlerine gören Müslümanlar da 1906’da Tüm Hindistan Müslümanları Birliği adlı bir örgüt kurdular. Bu örgüt ilk toplantısını bugünkü Bangladeş’in başkenti olan Dakka’da yaptı. 1947’de Hindistan’dan bağımsız Pakistan devletinin kuruluşu ilan edildi. Bangladeş de, Doğu Pakistan adıyla bu devlete bağlandı. Hindistan’ın elinde kalan topraklar bu iki Pakistan’ı birbirinden ayırıyor ve bağlantıyı kesiyordu. Ayrıca Doğu Pakistan’ın elinde kalan toprakların İngiliz işgalcilerin özellikle ihmal ettiği topraklar olması zaman içinde çeşitli problemlere yol açtı. Devletin resmi dili konusunda da bir anlaşmazlık çıktı. Çünkü Doğu Pakistan halkı çoğunlukla Bengalce, Batı Pakistan halkı ise Urduca konuşuyordu. Bu ve benzeri problemler 1971’de iki Pakistan’ı bir iç savaşa götürdü. Savaşa çok sayıda hindunun ülkesine geçmesini bahane eden Hindistan da müdahale etti. Hindistan müdahalesi Pakistan yönetimini zor durumda bıraktı. Dolayısıyla Pakistan kuvvetleri daha fazla direnemedi ve 16 Kasım 1971’de Doğu fiubat ‘12 • 31


Pakistan’ı kendi haline bıraktı. 1972’de bağımsızlığın ilanından sonra Bangladeş tarafından, ayrılık savaşına karşı çıkanları ve Pakistan ordusuyla ilişkileri bulunanları yargılamak için özel mahkemeler (Special Tribunals) kuruldu ve birçok kişi tutuklandı. 1973 Kasım’ında genel af ilan edilerek tutuklananların ve suçlananların çoğu beraat ettiler. Bu tarihten itibaren hiçbir Cemaat üyesi savaş suçu ile suçlanmadı ve İslami faaliyetler serbest bırakılmaya başlandı. Bu süreci iyi kullanan İslami hareketler birçok alanda irşad çalışmalarını yürüterek ülkenin her tarafında kendini hissettirmeye çalıştılar ancak 1975 ‘ten sonra daha önce serbest bırakılan İslami faaliyetler yeniden yasaklanarak ülkedeki Müslümanların siyasi faaliyetlerinin önüne geçildi. Hindistan işgal kuvvetlerinin çekilmesinden sonra yeni kurulan Bangladeş’in cumhurbaşkanlığına Muciburrahman getirildi. Muciburrahman, Pakistan’ın İslâmi kimliğinin aksine Bangladeş’te sosyalist ve laik bir yönetim kurdu. Bunun yanı sıra Hindistan, Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa ülkeleriyle dostluk anlaşmaları imzaladı. Muciburrahman’ın ülkede tam bir diktatörlük kurmaya çalışması üzerine 20 Ocak 1975’te ona karşı bir darbe gerçekleştirildi ve öldürüldü. Yerine darbe lideri General Saim geçti. Ancak onun gelmesiyle bir karışıklık ortaya çıktı. 21 Nisan 1977’de Muciburrahman taraftarlarının yeniden ülke yönetimini ele geçirmek için giriştikleri harekete karşı durmak üzere halk desteğini arkasına alan Ziyaurrahman yönetimi ele aldı. Ancak Ziyaurrahman da eski sosyalist rejimi bazı küçük rötüşlarla ve Bengal milliyetçiliğinin yerine Bangladeş milliyetçiliğini koymak suretiyle devam ettirdi. Ziyaurrahman’ın 31 Mayıs 1981’de bir subay tarafından öldürülmesi ülkede kargaşaya yol açtı. Bu cinayetten altı ay sonra gerçekleştirilen seçimlerde Ziyaurrahman’ın yardımcısı Abdüssettar cumhurbaşkanlığına seçildi. Abdüsset32 • fiubat‘12

tar dönemi genelkurmay başkanı General Hüseyin Muhammed Erşad’ın 24 Mart 1982’de gerçekleştirdiği darbeyle sona erdi. General Erşad sıkıyönetim ilan ederek askeri gücünü kullanmak suretiyle ülkede köklü değişiklikler yapma yoluna gitti. Özellikle ekonomiyi dışa açma çabalarında başarılı olduysa da eğitimde ve kültürel alanda gerçekleştirmek istediği yeniliklerde aynı başarıyı gösteremedi. Erşad yönetimi 5 Aralık 1990’a kadar sürdü. Muhalefetin geniş çaplı tepkileri karşısında daha fazla dayanamayarak belirtilen tarihte istifa etmek zorunda kalan General Hüseyin Muhammed Erşad yerine Yüksek Mahkeme başkanı Şehabeddin Ahmed’i cumhurbaşkanı vekili tayin etti. 6 Ağustos 1991’de genel seçimler yapıldı. Seçim sonrasında siyasi yapıda ve anayasada bazı değişiklikler yapıldı. Seçimden sonra cumhurbaşkanlığına Abdurrahman Bisvas, başbakanlığa da Begüm Halide Ziya getirildi. Günümüzde ise 70’li yıllarda ülkenin Pakistan’dan ayrılması sürecinde ayrılmayı desteklemeyen Cemaat-i İslami’nin yöneticileri hâlâ savaş suçları ve insanlığa karşı suçlarla yargılanıyorlar. Bangladeş yönetimi son yıllarda özellikle Cemaat-i İslami’ye yönelik baskı ve tutuklamaları arttırmış bulunuyor. Kaynakça * Dünya Bizim sitesinden alıntılanmıştır. (22.01.2012) http://www.dunyabizim.com/?aType=haber&ArticleID=8339 1. Akter, S., 2005: Occupational Segregation, Wage Discrimination, and Impact on Poverty in Rural Bangladesh. The Journal of Developing Areas, 39.http://ezproxy.sehir.edu.tr:2081/journals/journal_of_developing_areas/v039/39.1akter.html 2. http://www.friendsofkobimollik.com/ 3. http://www.sabah.com.tr/Dunya/2012/01/20/banglades-darbeninesiginden-dondu 4. http://www.islaminesil.com/muslumanlarin-garip-kaldigi-yoksul-birislam-ulkesi-banglades-t26740.0.html;wap2= 5. http://www.enfal.de/bangledes.htm 6. http://www.hakimiyetimilliye.org/dunyada-kemalist-devrim-2banglades-kemal-inanc-isiklar.html


KARİKATÜR ANALİZİ

SÛDE KARAMANOĞLU

T

üm canlıların miniği yavrusu daha çok sevilir genellikle. Göze daha sevimli gözükür. İnsan evlâdı için de bu böyle muhakkak. Hatta insan evlâdı için tartışmasız bu böyledir diyebiliriz. Ki meselenin bu şekilde cereyan etmesinde şu noktada bir problem yoktur bence. Gayet doğaldır. Doğaldır dolayısıyla biz bir bebeğe muhabbet duymak için başka bir dürtüye başka bir hisse ihtiyaç duymayız. Ancak yaşları kemâle ermişler için durum daha farklıdır. Çünkü bir bebek minikliğiyle sorumluluğunun yükünü annesine babasına unutturabilirken, yaşlılar için ortada görünen yalnızca bu yüktür çoğu zaman. İşte bu noktada bebeğe duyulan muhabbet belki de ihtiyaç sahibine kolayca verebildiğimiz eskimiş kıyafetlerimize benzer. Hâlbuki yaşadıkları bir dolu hayattan sonra dedelerimizin, ninelerimizin yalnızlıkları öyle zorludur ki biz şu hâlimizle bir an dahi tasavvur edecek olsak kalbimize büyük ağırlık verir. İşte yalnızlığa sözde devâ olan huzur evleri ve insanları bu yükten(!) kurtarmak üzere çıkmış türevi kurumlar yahut kişiler ise şu yandaki elden başka bir şey değildir zannımca.

D

in ve Hayat. ‘ve’ bir bağlaçtır ve bağlaçlar iki ayrı kavram veya durumu birleştirmek için kullanılır. Ancak ben dinin hayattan ayrılamayacağını düşünüyorum. Çünkü din hayattır. Bu belki insanı ruh ve beden diye ayırmaya benzeyebilir. İnsan ruhsuz bir şey ifade etmeyeceği gibi hayatın da dinsiz bir anlamı yoktur. Bizim hayatımızı güzel kılan da İslâm’dır. Hassaten İslâm’ın inceliği, narinliği; kabalığa, düşüncesiz en ufak harekete mahal vermeyen nizamıdır. İslâm ince tartan bir terazi gibi muntazam bir denge üzerinedir. Dolayısıyla

İslâm’da yani hayatımızda güzellikten verdiğimiz en küçük tavizimiz veya nahoşluğa en ufak bir meylimiz bu ince tartıyı zorlayacaktır.

fiubat ‘12 • 33


İSLAMİ KAVRAMLAR

İÇTİHAD - MÜÇTEHİD ŞEYMA NUR EKREN

Cihad; Anlamı

C

ehd’ veya ‘cühd’ kökünden türeyen ‘cihâd’, Kur’an’ın anahtar kavramlarından biridir. Cehd veya cühd, kararlı ve şuurlu bir şekilde gayret etmek, zorluklara karşı çaba göstermek, çalışmak gibi anlamlara gelir. Aynı kökten türeyen ‘cihad veya mücâhede’ kelimeleri ise, düşmanın saldırısına karşı koymak üzere elinden geleni yapmak, bütün gayreti harcamak demektir.Mü’minlerin kararlı ve şuurlu çabalarının bedenle yapılanına ‘cihad’, ruhsal olanına ‘mücâhede’, fikir ve İslâmî ilimlerde yapılanına da ‘ictihad’ denilir. İctihad; Cihadın İlimle Yapılanı ‘İctihad’ sözlükte, güç, tâkat ve çaba, bir şeyi elde etmek için ya da bir şeyi yapmak için olanca çabayı göstermek, çalışıp çabalamak anlamındadır. Fıkıh ilminde ‘ictihad’, İslâm’ın hükümlerini anlayıp öğrenmek üzere gayret göstermektir. Başka bir deyişle; belirli bir seviyeye gelmiş bir İslâm âliminin, Kur’ân-ı Kerim ve Sünnet’in yorumlanması gereken kısımlarını yorumlaması, sağlam metodlar uygulayarak bu kaynaklardan dini bilmek ve yaşamak için gerekli bilgi ve hükümleri çıkarması demektir. İctihad yapabilen İslâm âlimlerine (fakîhlere) ‘müctehid’ adı verilmektedir. Kur’ân-ı Kerim, insan hayatıyla ilgili bütün sorunlara açık hükümler koymamıştır. Bir kısmını açıklamıştır, bir kısmını işaret etmiştir veya Sünnete bırakmıştır. Bazı konularda ise birtakım ip uçları vererek, insanların bu konular üzerinde düşünmelerini tavsiye etmiştir. Peygamberimizin sünneti, Kur’an’ın uygulamasıdır. Peygamberimiz hayatında, Allah’ın açık hü-

34 • fiubat ‘12

kümlerini uygulamış, işaret edilenleri vahiyden aldığı yetkiyle açıklamış ve bazen de ashâbıylaistişâre edip görüşerek hükümler vermiş, uygulamalar yapmıştır. Yine kendi zamanında birtakım konularda yapılan doğru ictihadları kabul etmiş, ‘Kur’an’da ve Sünnette bulamadığım konularda kendi ictihadımla karar vereceğim’ diyen sahâbeyi doğru görmüştür: Rasûlüllah (s.a.s.) Muaz bin Cebel (r.a.)’i Yemen’e göndermek istediği zaman ona şöyle sordu: “Sana bir dâvâ geldiği zaman nasıl hüküm vereceksin?” Muaz bin Cebel; “Allah’ın Kitabıyla” şeklinde cevap verdi. Peygamberimiz (s.a.s.) bu sefer; “(Sana gelen dâvânın hükmünü) orada bulamazsan” diye tekrar sordu. O da; “Allah’ın Rasûlünün sünnetiyle hükmederim” dedi. Peygamberimiz; “Rasûlüllah’ın sünnetinde de Allah’ın Kitabında da (o meseleyi) bulamazsan?” diye yine sordu. Muaz şöyle cevap verdi: “Kendi görüşümle ictihad edeceğim ve bundan da geri kalmayacağım.” Bunun üzerine peygamberimiz eliyle onun göğsüne vurarak; “Rasûlüllah’ın elçisini, O’nu memnun edecek şekilde başarılı kılan Allah’a hamdolsun” buyurdu. (EbûDâvud, Akdiye, hadis no: 3592; Tirmizî, Ahkâm 3, hadis no: 1327; Ahmed bin Hanbel, V/230) İctihad’ın İşleyişi: İctihad, bir anlamda kapalı bir sorunun çözülmesi, hakkında hüküm bulunmayan yeni ortaya çıkmış meselelerin dinî hükmünün bulunabilmesi çalışmasıdır. Müslümanlar hayatlarının bütün alanlarında dinlerine uygun yaşamak, bütün sorunlarını Kur’an’a ve Sünnet’e göre çözmek isterler. Kur’an’da ve Sünnette o sorunun çözümü yoksa, müslümanın kendisinin, kendi bilgisi yetersiz ise, yetkin bir alimin o sorunu Kur’an’a ve Sünnet’e göre çözmesi gerekir.


İnsanlar ve toplumlar geliştikçe, yeni yeni problemler çıkmakta, yeni yeni olaylarla karşılaşılmaktadır. Eğer ictihada izin verilmemiş olsaydı, belki milyonlarca konu çözümsüz kalırdı. Müctehidlerin ictihadı, hem Kur’an’ın anlaşılmasına yardımcı olur, hem de İslâm hukukunu sistemli bir şekilde öğrenip yaşamamıza yol açar. Ancak müctehidlerin ictihadları dinin kesin emri değillerdir.

Bir şer’î hükümde ictihad yapılabilmesi için, o hükmün yoruma açık olması gerekir. Kesin ve açık hükümlerde ictihadazâten ihtiyaç bulunmamaktadır. Yani Nass’ın (Kur’an ve Sünnet’in) açıkça ortaya koyduğu meselede ictihad yapmaya müsâade yoktur. İslâmî hükümlerin bazıları ‘muhkem’ yani açık ve net değildir. Onlar üzerinde yorum yapma imkânı vardır. Hatta onları yorumlamak, onlardan yeni hükümler çıkarmak gerekir. Bu demektir ki, ictihada ihtiyaç vardır. Aksi halde İslâm’ı yaşamak zorlaşır ve insanlar İslâm dışında çözümler aramaya başlarlar. İnsanlar ve toplumlar geliştikçe, yeni yeni problemler çıkmakta, yeni yeni olaylarla karşılaşılmaktadır. Eğer ictihada izin verilmemiş olsaydı, belki milyonlarca konu çözümsüz kalırdı. Müctehidlerin ictihadı, hem Kur’an’ın anlaşılmasına yardımcı olur, hem de İslâm hukukunu sistemli bir şekilde öğrenip yaşamamıza yol açar. Ancak müctehidlerin ictihadları dinin kesin emri değillerdir. Âlimler, ictihad yapacak kimselerde bazı özelliklerin olmasını şart koşmuşlardır. Yeterli bilgisi ve yeteneği olmayan kimseler ‘ictihad’ yapmaya kalkarsa, din yara alır ve yanlış anlaşılır. Yani her önüne gelen dinî meselelerde, ‘benim görüşüme göre, benim anladığıma göre...’ deyip, istediği fetvâyı veremez, vermemelidir. Câhil bir kişinin görüşü, kararı, ya da fetvâsı hem kendine, hem de başkalarına zarar verir. Müctehid; İlim ve Fikirle Cihad Eden Âlim “Müctehid”, âyet ve hadislere dayanarak hüküm çıkaran İslâm bilgini; İslâm hukukçusu; âlim, fakîh kimselere denir. İctihad, ya şer’î delillerden hüküm

çıkarma şeklinde olur, ya da çıkarılan bu hükümlerin toplum hayatına uygulanmasıyla ilgili bulunur. Âyet ve hadislerden hüküm çıkarmak ve ictihad gerektiren konuları çözebilmek için birtakım şartlara ihtiyaç vardır. Bu esaslar fıkıh usulünün tedvini ile birlikte, ilk defa Müctehid imamlar devrinde tesbit edilmiştir. Aşağıda vereceğimiz bu şartları taşıyanlara “müctehid” denir. Bir müctehidde bulunması gereken özellikleri şöylece ifade edebiliriz: Müctehidde Bulunması Gereken Şartlar: 1) Arapçayı bilmek: Fıkıh usûlü bilginleri bu noktada ittifak etmişlerdir. Çünkü Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet Arap dili ile ifâde edilmiştir. Âyet ve hadislerdeki kelimeleri ve hitabı anlayacak kadar sarf ve nahiv bilgisiyle Arapçayı bilmek gerekir (Gazzâlî, a.g.e, II/350-353). 2) Kur’an ilmine sahip olmak: Kur’ân-ı Kerîm’in hepsini bilmek şart olmayıp, beşyüzkadar olan hüküm âyetlerinin inceliklerini bilmek yeterlidir. Kur’an’ı ezbere bilmek gerekmez, ihtiyaç duyulan âyetlerin yerini bulabilecek durumda olmak yeterlidir (Gazzâlî, a.g.e, II/350-353). 3) Sünneti bilmek: Hüküm hadislerini bilmek yeterli olup, âhiret hükümleri gibi hadisleri bilmek şart değildir. Hadisleri ezbere bilmek şart olmayıp, ihtiyaç duyulan hadisleri yerinde bulabilecek durumda olmak yeterlidir (M. EbûZehrâ, a.g.e, s. 382, 383). 4) Üzerinde icmâ veya görüş ayrılığı olan konuları bilmek: Üzerinde ittifak (icmâ) edilen konuları bilmek yanında, sahâbî ve onlardan sonra gelen müctehidlerin ihtilâfa düştükleri konuları bilmek gerekir (Şafiî, er-Risâle. s. 510).

fiubat ‘12 • 35


Biz nefsimizle cihad yapmadığımız, âilevî hayatımızı toplumun yıkıcı etkilerine açık bıraktığımız ve insanları Hakk’a çağırıp bâtılla mücâdele etmediğimiz zaman zillete mahkûm oluruz, bitmeyen kriz, sıkıntı ve bunalımların muhâtabı oluruz. Câhili bir yaşayışın içine düşeriz. Bugünkü sorunlarımızın, dağınıklığımızın, parçalanmışlığımızın altında yatan sebepleri de bütüncül anlamda cihadı terk etmemizde arayabiliriz. 5) Kıyası bilmek: İctihad, bütün yönleriyle kıyası bilmeyi gerektirir. Hatta İmam Şâfiî’ye göre “ictihad kıyastan ibarettir” (Şâfii, a.g.e, s. 383 vd.). Kıyasın metodunu bilmek, nasslardanhüküm çıkarma esaslarını öğrenme ve ictihad yapılacak konuya en yakın olan nass’ı seçme imkânını sağlar. 6) Hükümlerin amaçlarını bilmek: İslâmî hükümlerin amaçları, belli bazı nass’ların değil; bütün nass’ların toplamından anlaşılabilir. Böylece, cüz’î bir meseledeki maksadı anlamak, küllî hükümleri ortaya koyan nass’ları anlamaya bağlıdır. 7) Doğru bir anlayış ve takdir gücüne sahip olmak: Müctehidin gerçek ve doğru fikirleri, yanlış olanlardan ayırt etme yeteneğine sahip olması gerekir (EbûZehrâ, a.g.e, s. 387, 388). 8) İyi niyetli ve sağlam inanç sahibi olmak: Bütün büyük müctehidler fıkıhla şöhret yapmazdan önce ihlâs ve takvâlarıyla meşhur olmuşlardır. İhlâslı kimse, gerçeği nerede bulursa bulsun kabul eder, taassup göstermez. Büyük imamların hepsi “bizim görüşümüz doğrudur, yanlış da olabilir. Başkalarının görüşü yanlıştır, fakat doğru da olabilir” demişlerdir. Hâlis bir niyet, sahibini dinin özüne nüfuz ettirir ve yalnız hakka yöneltir. İslâm dini, ancak kalbi ihlâsla aydınlanmış olanların gereği gibi idrâk edeceği bir dindir. İtikadı bozuk olan kimse, bid’at ve nefsî arzularının peşine düşer; selîm bir kalb ile âyet ve hadislere yönelemez. Kötü niyet, düşünceyi de kötüleştirir. İşte İslâm hukukçularının ittifakla müctehidde bulunmasını kabul ettikleri şartlar bunlardır. Ancak müctehidin bütün şer’î meseleleri aynı derecede bilmesi mümkün olmayabilir. Birçok müctehid sorulan bazı sorulara “bilmiyorum” diye cevap vermiştir. İmam Mâlik’in otuz altı kadar soruya “bilmiyorum” diye cevap verdiği nakledilir (EbûZehrâ, a.g.e, s. 400, 401). 36 • fiubat‘12

Günümüzde İlim ve Fikirle Cihad Etmek Ne Anlama Gelir? İçinde bulunduğumuz ortam ve şartlara göre cihad görevlerimizi yapabilmek için kültürlü insanlar ve İslâm bilginleri yetiştirmeye çalışmak, çeşitli dergiler ve gazeteler çıkarmak ve bunları yaşatmak, İslâm’ı bir hayat nizamı olarak sunan eserler yayınlamak, kütüphaneler açmak, sohbet, ders, seminer ve konferanslar verdirtmek mecbûriyetindeyiz. Çeşitli hayır teşkilâtlarında görev almak, çalışmalarımızla çevremizi bu çeşit faâliyetlere iştirak ettirmek, toplumda etkinlik kazanabilmek için gerekli kurumlar kurmak ve bu kurumları maddî ve mânevî bakımdan desteklemek zurûretindeyiz. Unutmayalım ki:“İşin başı İslâm, direği namaz, zirvesi cihaddır.” (Tirmizî, İman 8; İbnMâce, Fiten 12). Ve yine unutmayalım ki“... Sizler, cihadı terkettiğiniz zaman Allah üzerinize öyle bir zillet/aşağılık salar ki, dininizin yüklediği cihada dönünceye kadar hiçbir güç onu gideremez.” (Bülûğu’lMerâm, Ribâ, hadis no: 11). Biz nefsimizle cihad yapmadığımız, âilevî hayatımızı toplumun yıkıcı etkilerine açık bıraktığımız ve insanları Hakk’a çağırıp bâtılla mücâdele etmediğimiz zaman zillete mahkûm oluruz, bitmeyen kriz, sıkıntı ve bunalımların muhâtabı oluruz. Câhili bir yaşayışın içine düşeriz. Bugünkü sorunlarımızın, dağınıklığımızın, parçalanmışlığımızın altında yatan sebepleri de bütüncül anlamda cihadı terk etmemizde arayabiliriz. İşte bu sebepten, günümüz Müslümanlarının nefse karşı, dil ile, mal ile ve beden ile yapıancihadlarla birlikte, ilimle cihadı da ihmal etmemesi gerekir. KAYNAKÇA • Ahmet Kalkan, İslam Akaidi • Ahmet Kalkan, Kur’an Kavram Tefsiri. • HalidErboğa, Şamil İslam Ansiklopedisi: C.1 • AhmetGüç, ŞâmilİslâmAnsiklopedisi, c. 4 • Yusuf Kerimoğlu, EmanetveEhliyet, • Yusuf Kerimoğlu, KelimelerveKavramlar, İnkılapYayınlarI • Hüseyin K. Ece, İslam’ınTemelKavramları, BeyanYayınları


ÖYKÜ

T

akvimlerden sonbahar gibi dökülüyor yapraklar, uçurumun avucunda can çekişiyor yarınlar, umutlar, yitikler, bir tren bekleyişinde ve gidişinde, çizgilerin kıpırdayışı, mahrur bir yürüyüşte nefes alıp-verişleri… Cılız cüssesiyle rüzgâr meydan okumaya çalışıyor, bir yandan da hiddetlice yürüyor, bulutlara kaş çatıyordu; ama havada kesiyordu her bir uzvunu, dişlerini kopamıyordu birbirinden, hafif hızla koşarcasına evin önüne attı kendini… Şöyle derin nefesler alıp “ofla’’ başlayıp “afla’’ son buldu bir gıdımlık canı. Bezmişçesine ellerini uzattı, kapı kilidine ve açtı. Morg gibi soğuk, esrarengiz “sıradan bir ev onun için’’ , belki de sıcaklık içinde boğukluk, soğukluk cirit atıyor, kim bilir anlatılanların, kelimelerin yanlış raylara “pat” diye yerleştirildiği, yargısız infazlar… Sekizle dokuz gibi yaşananlar, bakışmalar, hayıflanarak, varlıkları elinin tersiyle iterek odasında buldu benliğini… Mahzenine yaslanarak bir ara dinlemeye koyuldu, fakat ne çare saniyesinde kulakları atışmaya başladı, başını aldı soğuk avuçlarının arasına… Bir ara tatlı bir sesle irkildi; Yavrum yemek hazır, diye. Hiç kıpırdamadan, peki dedi. Tam odadan çıkacaktı ki bir bağırtı koptu, bir adım atmaz geri attım adımımı, duraksadım, süt dökmüş kedi misali, kulaklarım ateş küpüne dönmüşçesine yığılıp kaldım. Titre-

yen parmaklarıyla ateş küplerini tıkadı, gözlerini sıkıca yumdu, sağ yanıyla, sol yanına sarıldı, kalp atışları beynini sarsıyor, adeta çıkmak istercesine feryat ediyordu “kalbi”. Mahzun ve bıkkın bakışlarıyla yatağında buldu kendini, geceye adım atmaya başladı ağırdan, gece üşümüştü, iki ayaklılarda üşütmüştü, dizleri buz kesmişti, ayak parmakları bir buz kütlesine dönmüştü. Göz kıyısından gecenin tatlı huzuruna yine göz kestiriyordu, herşeye rağmen. El açıyor Rabbine, bir şey demeye dili varmıyor, ara sıra doğrularak yıldızların sıcaklığına hayretle bakıyordu. Korku ile sevinç arası bir şey saplandı yüreğine, çınladı alıcılarında sözler. Dudaklarında tarifsiz bir tebessüm barındı, güneşin geceye boyun büküşü gibi; o da aynen büktü boynunu şahit olduklarına, saate uzandı ve ne de çabuk ilerliyordu, tıpkı ömür gibi. Saldı kollarını iki yana bitmişçesine, teslim etti ruhunu kara toprağa, cebelleştiği oyunlar tükendi artık. Bozuk raylı evin ebeveynleri pişman ya da sükûtlu, olması gerekenlerin olmamasının yoksunluğu. Bağrışmalar, kakışmalar olmayacaktı, bin bir kelime dümeni olmayacaktı. Belki zamanı geldiğinde unutulacaktı, hatta unutulduğu bile unutulacaktı. İki dudağı arasında son buldu sessizlik, karanlık, kimsesizlik… Şimdi arda kalan iç çekişler, arayışlar ve dört direkli evin bozuk rayları…

fiubat ‘12 • 37


KİTAP-FİLM TANITIMI AYŞENUR AKSU

TARİH BİLİNCİ/ABDULLAH YILDIZ Kur’an’ı Kerim bundan önceki toplumların kıssaları hakkında bilgi verir bizlere.Ders çıkarmamız, öğüt alabilmemiz için. Toplumların kaderlerini oluşturan tarihlerinden haberdar olabilmek, bizlerin geleceğe daha aklı selim vaziyette bakabilmemizi sağlayacaktır. Bu kitap okurlarına Kur’an’î tarih bilincini aşılayacak ve tarih öğrenimini vahiyle temellendirebilmemizi sağlayacaktır. Pınar yayınlarından çıkan kitabımız tarihi Kur’an’a göre yorumlatabilmeyi amaçlıyor.

KADIN ORADAYDI Elest yayınlarının yayınladığı kitabımız, hayatlarını vahiyle yönlendirmiş kadınların hikâyelerini sunuyor bizlere. Annemiz Hz. Havva’dan tutun Efendimiz’in biricik kızı Hz. Zeynep’e kadar birçok hanımın hikâyesi sunulmuş okurlarına. Ve her bir hikâye bir başka hanım yazarımızın kaleminden çıkmış. Kitabımıza emeği geçmiş yazarlarımız;Nihal Bengisu Karaca, Yıldız Ramazanoğlu, Sibel Eraslan, Cihan Aktaş,Belkıs İbrahimoğlu,Melek Paşalı, Afet Ilgaz, Halime Kökçe,İnci Şahin, Hasibe Turan,Fadime Özkan ve Fatma Şengil Süzer. Her biri vahiy sürecinde kadın rollerini kendi üslûplarınca yorumlamış bizlere.

GERÇEK REHBER KUR’AN’I KERİM/ ALPAY BOZDAĞ Pınar yayınlarının çıkarmış olduğu kitabımız, Kur’an’ın anlaşılmasını, tanınabilmesini esas almak amacıyla hazırlanmış. Kur’an’daki bazı kavramların açıklayıcısı olmuş ve belki de okumadan evvel fikir sahibi olmayı ve Kur’an’ı daha doğru anlaşılabilir kılmayı hedef edinmiş yazarımız. Kitapta Efendimizin rehberliğinden de bahsedilmiş. Yazarımızın açık ve yalın üslûbu kitabı daha okunulur bir hale getirmiş.

CUMAYA 5 KALA/ MEHMED ALAGAŞ On adet hikâyeden oluşan kitabımız ismini bu hikâyelerden birinden alıyor. İnsan dergisi yayınlarının basmış olduğu kitabımız, bu hikâyelerin her biriyle okurunu tefekküre itmeyi hedefliyor. Olayların her biri bir mesaj veya ders içeriyor. Hayattayken bize verilen şansları iyi değerlendirmemiz gerektiği öğütleniyor. Bu hikâyeler, Ahiret inancımızı kuvvetlendirecek ve ölüm korkusunun beraberimizde olmasını sağlayacak.

38 • fiubat‘12


THE GODFATHER(I) Mafya babası Don Vito Corleone’nin başında olduğu, İtalyan asıllı bir ailedir Corleone ailesi. Aile, New York’daki diğer dört aileyle birlikte New York’un yeraltı işlerini yönetmektedir. Ancak Corleone ailesini diğerlerinden ayıran özelliği, Don Corleone’nin siyasetçiler ve hakimlerle olan yakın ilişkileridir. Politikacılar ve yargıçlarla olan bu yakın ilişkileri ona pek çok “fayda”lar sağlamaktadır… Meşhur bir uyuşturucu üreticisi “Türk” lakaplı Solozzo, Don Corleone’den, ilişkilerini kullanarak uyuşturucu satışını meşrulaştırmasını ve 1 milyon dolar nakit para vermesini ister. Karşılığında elde edilecek kârdan pay teklif eder. Teklife göre, Corleone’ye en az 3 Milyon Euro verecektir. Ancak Don Corleone teklifi reddeder. Gerekçesi, siyasetçilerin onun uyuşturucu işi yaptığını düşünürse onlarla ilişkisinin bozulmasından korkmasıdır. Politikacılara göre kumar sadece bir zaaftır ancak uyuşturucu pis bir iştir. Bunun üzerine Solozzo Tataglia ailesi ve New York polisinin desteğiyle Don Corleone’yi vurdurtur. Don Corleone şans eseri ölümden son anda kurtulsa da onun için iyi günler geride kalmıştır. Bu süreçte, kişisel tavırlarıyla tanınan, Don Corleone’nin en büyük oğlu Sonny ölecek ve kendisi istemese de olayların akışı II. Dünya Savaşı’ndan kahraman olarak dönen en küçük oğlu Michael’ı hikâyenin merkezine doğru itecektir.Ve New York’ta suç aileleri arasındaki savaş başlayacaktır..

DRIVE Toby Wong adlı ABD’li bir tamircinin kalbine bir çip takılmıştır, ve bu çip sayesinde pek çok yeteneklere sahiptir. Bu yeteneklere dayandırılarak kendisinden birtakım suikastler gerçekleştirmesi istenir. Bunu kabul etmeyen Toby, cihazı yüklü bir ücret karşılığında Amerikalı birine satmaya ve normal bir hayat sürmeye karar verir. Cihazı üreten Hong Konglu şirket bunu engellemek için Toby’yi canlı ele geçirmek şartıyla adamlarını seferber eder. Toby bu adamlardan kolaylıkla kurtulmuştur. Fakat her ihtimali göze alan şirket, asıl kozunu en sona saklar. Ve gerilim dolu film, başlar.

fiubat ‘12 • 39


TARİH DEFTERİ

KIBRIS BARIS HAREKATI MUHAMMET TUTKUN

20

Temmuz 1974 tarihinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Garanti Anlaşması’nın III. maddesine istinaden gerçekleştirdiği askeri harekatın adıdır. 1571’de Osmanlı yönetimi Kıbrıs’ı ele geçirdi. Daha önce Ada’da Venedikliler egemendiler. Osmanlı yönetimi, Venedikliler’in elindeki mülkü Rum Ortodoks Kilisesi’ne aktardı. Kiliseye geniş yetkiler verdi. Böylece Rum Kilisesi ve toplumu daha da güçlendi. Giderek bu güç Türkiye’den gelip yerleşen Türkler’e karşı kullanılacaktı. 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşında Rusya karşısında zor durumda kalan Osmanlı, Ruslara karşı Osmanlıyı desteklemesi şartı ile Kıbrıs’ın yönetimini geçici olarak İngiltere’ye verdi. Birinci Dünya Savaşı’nda da İngiltere, Kıbrıs’a el koydu. 1950’lerin sonlarında bağımsızlık hareketi başladı ve uluslararası anlaşmalara dayanan bir TürkRum Ortak Devleti kuruldu. Fakat Rumlar böyle bir Ortak Devlet’e razı olmadılar. Kıbrıs’ın tüm yönetimine kendileri el koyma yoluna gittiler; 40 • fiubat‘12

anlaşmaları, uluslararası anlaşmaları ve Anayasayı çiğneyerek, Türkler’e saldırılarda bulunarak, 1963 yılında Ortak Devlet’i yıktılar. Zürih Antlaşması (11 Şubat 1959) Zürih Antlaşması, 11 Şubat 1959 tarihinde Birleşik Krallık, Türkiye, Yunanistan devletleri Kıbrıs’taki Rum ve Türk toplumları arasında imzalanan, bağımsız bir devlet olarak Kıbrıs halklarının durumunu belirleyen ve Kıbrıs Cumhuriyeti anayasasını onaylayan antlaşmadır. Madde 3: Bu Antlaşma hükümlerinin herhangi birinin ihlali halinde Yunanistan, Türkiye ve İngiltere bu hükümlere saygıyı sağlamak için gerekli girişimlerin yapılması ve önlemlerin alınması maksadıyla aralarında danışmalarda bulunmayı üstlenirler. Üç garantör devletten biri, birlikte veya birbirlerine danışarak (işbirliği halinde) hareket etmek olanağı bulunmadığı takdirde, bu antlaşmanın oluşturduğu durumu münhasıran yeniden oluşturmak gayesi ile hareket etmek hakkını korumaktadırlar. Atina Yüksek Mahkeme-


si 21 Mart 1979 tarihinde aldığı kararla Türkiye’nin müdahalesinin, Garanti Anlaşması’nın IV. maddesine göre yasal olduğunu onaylamıştır. Avrupa Konseyi de 29 Temmuz 1974 tarihinde almış olduğu 873 sayılı karar ile Türk müdahalesinin yerinde olduğunu kabul etmiştir. Harekat Kodu: “Ayşe tatile çıksın.”

Türk kuvvetleri 22 Temmuz’da Girne’yi ele geçirdi. Türk paraşütçüleri Kıbrıs’ın başkenti Lefkoşe’nin Türk kesimine indi. Yunan birliklerinin Ada’da garantör olarak bulunan Türk birliğine saldırması ise, çarpışmaların Ada geneline yayılmasına neden oldu. 22 Temmuz akşamı Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’nin ateşkes kararını kabul etti. Türk müdâhalesi sonucu Yunanistan’daki cunta idaresi ve Kıbrıs NikosSampson Hükûmeti de yıkılmıştır.

5 Temmuz 1974’te Türkiye, Yunanistan ve İngiltere dışişleri bakanları I. Cenevre Konferansı çalışmalarına başladı. 30 Temmuz’da sona eren konferansta Türk tarafının istekleri doğrultusunda: ‘Ada’da bir güvenlik bölgesinin kurulması, Rum ve Yunan işgalindeki Türk bölgelerin derhal boşaltılması, esir durumda olan asker ve sivillerin mübâdele edilmeleri veya serbest bırakılmaları, barışın sağlanması ile birlikte anayasaya uygun bir hükûmetin yeniden kurulmasının temini, Kıbrıs Cumhuriyeti’nde Kıbrıs Türk Toplumu ile Kıbrıs Rum Toplumu olmak üzere iki otonom idarenin bulunması’ kabul ve ilan edildi. Türkiye, Kıbrıs için sürdürdüğü yoğun diplomatik temaslardan bir sonuç alamayınca, dönemin başbakanı Bülent Ecevit’in, harekatın parolası olan “Ayşe tatile çıksın”ı söylemesi ile ‘Kıbrıs Barış Harekatı’na başladı. Günün erken saatlerinde, Türk Ordusunun Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Kıbrıs’a havadan indirme ve denizden çıkarma yapmaya başladı. Acil olarak toplanan TBMM, Hükümete genel savaş açma yetkisi verdi. 14 ilde sıkıyönetim ilan edildi.

Bu karar, İngiltere ve Yunanistan Büyükelçilerine bildirildiği gibi Ankara’da bulunan ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Sisco’ya da iletildi. Pakistan, Afganistan ve İran Türkiye’ye yardım sözü verdi. Libya Devlet Başkanı Kaddafi ihtiyaç duyulan tüm askeri mühimmatların kullanılabileceğini bildirdi. Türk kuvvetleri 22 Temmuz’da Girne’yi ele geçirdi. Türk paraşütçüleri Kıbrıs’ın başkenti Lefkoşe’nin Türk kesimine indi. Yunan birliklerinin Ada’da garantör olarak bulunan Türk birliğine saldırması ise, çarpışmaların Ada geneline yayılmasına neden oldu. 22 Temmuz akşamı Türkiye, BM Güvenlik Konseyi’nin ateşkes kararını kabul etti. Türk müdâhalesi sonucu Yunanistan’daki cunta idaresi ve Kıbrıs NikosSampson Hükûmeti de yıkılmıştır. II. Barış Harekatı

Ancak 8 Ağustos’ta II. Cenevre Konferansı’nın yapılmakta olduğu zamanda Türklerin ‘iyi niyet jesti’ olarak Limasol ve Larnaka civarında bir miktar köyü boşaltmış olmalarına rağmen, Millî Muhâfız Alayı ve Rumların ayrılıkçı grubu olan EOKA-B işgal ettikleri yerleri tahliye etmedikleri gibi ellerindeki esirleri de serbest bırakmamışlardır. Türkiye, Rum-Yunan hükümetleriyle anlaşmanın mümkün olmadığı kararına vararak 14 Ağustos 1974 te başlayıp 16 Ağustos 1974 te sona eren üç günlük II. Barış Harekatını gerçekleştirdi. Harekât neticesinde bir taraftan Magosa’ya diğer taraftan Lefke’ye varılarak Türk tarafının sınırları çizildi. fiubat ‘12 • 41


FİLM KRİTİĞİ

F

ilm bu sözlerle başlıyor. Bu tarih elbette rastgele söylenen bir tarih değildir. Peki 5 kasımda ne oldu? 5 Kasım 1605’te Guy Fawkes ve arkadaşları İngiliz parlemento binasını havaya uçurmaya çalıştı ancak başarısız oldu. Bugünden sonra 5 kasım İngiltere’de bir milli bayram gibi kutlanmaktadır. Film Vendetta’da bu olayı kendisine temel alarak, 2035 yılında, V’nin Guy Fawkes’un görevini alarak, Parlamento’yu hava uçurma girişimini anlatıyor. ABD’yle yapılan bir savaştan sonra oluşan kaos ortamında Adam Sutler meydanlara çıkar, ateşli milliyetçi konuşmalarıyla halkı coşturur. Kışkırtılan halk daha sonra Sutler’ı ve yönetimini destekleyerek iktidara gelmesini sağlar. Bu aslında bize Almanya’da nasyonal sosyalistlerin iktidara geliş hikayesini hatırlatır. Sutler ve Hitler isimlerinin telaffuztaki benzerliği bir yana, Sutler’ın film boyunca her konuşmasında arkasında görünen parti bayrağı ve ambleminin nazi amblemiyle benzerlik göstermesi de ilgi çekicidir. Sutler’ın ilk icraatleri halkı sindirmek ve anarşiyi söndürmek için şiddet kullanmak olur. Tıpkı

42 • fiubat‘12

Hitler’in toplama kampları veya Stalin’in çalışma kampları gibi “Islah Evleri” kuran Sutler burada rejime potansiyel tehlike taşıyan herkesi tutuklar. Bu kamplarda yapılan işkence ve “ıslah”lar bir yana, Hitler’in üstün ırkı bulmak için yaptığı biyolojik deneylere benzer “uyumlu insan” için deneyler yapılır. Uyumlu insan; sisteme uyum sağlamış, etrafında olanlara duyarsız, beyni yıkanmış bir yaşam formudur. Bu da George Orwell’ın yazdığı ve filmi çekilen 1984’teki insanlara benzer. Ayrıca Sutler’ı canlandıran John Hurt’ün 1984 filminde Winston karakterini canlandırmış olması da bir anekdottur. 100. 000 kadar insanın öldüğü bu deneylerin verdiği tek sonuç ise “V” gibi bir “canavar”ı “yaratmak” olur… Sutler hükümeti halkı baskı altında tutmak için tıpkı 1984’teki “Büyük Birader” gibi her türlü psikolojik savaş taktiği kullanır. Geceleri sokağa çıkmak yasaktır. Müzik ve resim, dans yasaktır. Telefonlar sürekli dinlenir, insanlar periyodik olarak gözetlenir. En küçük bir “farklılık”a müsamaha yoktur. Hükümet kendi bekasına kar-

şı yapılmış yahut yapılacak her türlü eylemi insanların inançlarını sorgulaması olarak görmektedir. Onlara göre inançlar sorgulanmamalı, insanlar ne için yaşadıklarını bilmemelidir. Ve bu inanç sağlamlığına ulaşmak için Sutler hükümeti –tıpkı Hitler, Büyük Birader ve şimdiki ABD gibi emperyalist hükümetlerin yaptığı gibi- medyayı elinde tutmaktadır. Sutler hükümeti adına bu işi eski bir komutan olan ve Hitler’in propoganda bakanı Goebbels’i andıran Prothero yapmaktadır. Bu görevi eski bir komutanın yapması da bir mesaj taşımaktadır: eski savaşlar cephede, şimdikiler medyada yapılır. V yaptığı ilk eylemde “adalet” meselesini ele alır. Hükümetin veremediği adaleti halka vaadeder. Bu yüzden yıktığı ilk yapı adaleti simgeleyen heykeldir. V adalet sembolüyle işini bitirdikten sonra medyaya el atar. Bir kanalı basarak burada adeta bir “ulusa sesleniş” gerçekleştirir. Bu sahnede ise asıl savaşın şimdi başladığı mesajını vermektedir. V bu konuşmasında insanlara hayatın güllük-gülistanlık gösterildiğini ancak bunun arkasında


yatan asıl duygunun korku olduğunu iddia eder. gerçekte de bu böyledir. Özellikle 11 Eylül sonrası ABD’de tamamen korku üzerinden politikalar yürütülerek “ulusal güvenlik” adına ortadoğuda birçok ülke işgal edilmiş, kişisel haklar kısıtlanmıştır. V bu konuşmasında hükümetin ideal insan modeline meydan okuyarak düşünen, tepki koyan, kendi kararlarını kendisi veren, düzene uymak zorunda olmayan özgür bir insan portresi tasvir eder. Bütün bunlar gerçekleşirken V, Evey ile tanışır. Evey, ailesi Sutler tarafından öldürülen bir kızdır. Ailesi politik aktivistler olsa dahi kendisi güçsüz ve V ile tanışana dek sisteme pek de meydan okuyamayan basit bir genç kızdır. V, bu kızla tanışmadan önce hayatını ve tüm bildiklerini ve tüm çalışmalarını tek bir ülküye adamıştır; 5 kasımda parlemento binasını yıkmak! İnce ruhlu romantik biri olan V bu amacına ulaşmak için şiddet kullanmaktan da çekinmez. En sevdiği film kahramanı da Monte Kristo Kontu’ndan Edmond Dantes’tir. Filmde iki kez tekrarlanan repliklerden biri de “Benim kılıcım değil, geçmişindir seni alt eden!” sözüdür. Bu repliğin vurgulanması da V’nin gücünü geçmişte yaşadıklarından aldığını gösterir. Bu arada Evey’in işyerinden arkadaşı, talkshow yapımcısı Gordon başbakanın yaşadığı durumları adeta özetleyen bir hiciv yapar. Ancak Sutler halkın önünde küçük düşmeyi kendisine yediremez. Gordon da her “öteki” gibi kafasına çuval geçirilerek gereken

İktidarın baskıcı yönetimiyle skolastik düşünceyi anımsatan filmde, V’nin geçmişiyle hesaplaşması da film içinde sık sık gösteriliyor. Bu sayede filmin dramatik yapısı da hazırlanıyor ve izleyici üzerindeki etkisi sağlamlaştırılıyor. Birçok yönüyle defalarca kez izlenmeyi hak eden bir film “V for Vendetta”. Sadece bugüne yahut düne değil, geleceğe de ışık tutan bir film. yapılmak üzere meçhullüğe doğru yol alır.. Ayrıca Gordon’ın evinde Kuran olması ve bu yüzden tutuklanmadan direk idam edilmesi de bu “öteki”lik durumuyla ilişkilidir. Araplar, Müslümanlar birer “öteki”dir ve “terörist” olarak damgalanarak cezaları verilir. Günümüz dünyasında dahi pek çok ülkede “öteki”ler vardır. Filmin övgüye değer yönleri bir yana, filmin bir sahnesinde yaklaşık 10 dakika boyunca eşcinsel ilişki yaşayan iki kızın öyküsünden bahsederken onları da bu “öteki”lerden göstermesi bir Müslüman adına eleştirmeye değerdir. Tabii ki batı tarafından üretilen ve sözümona “özgürlük” teması işleyen bir filmde bu tarz bir yaklaşımda bulunmasına şaşırmadım. Her ne kadar müsbet,olumlu, doğrulanabilir şeylerden bahse-

diyor olsa da sinsice gayri ahlaki bir propogandayı sürdürdüğünü gözlemlemek işten bile değil. Bu yönüyle de, ne kadar bizle ortak söylemler barındırsa da bizden olmayanın aslında hiç bir zaman “biz” olmayacağını bize vurguluyor. Filmin finaline geldiğinde V, eylemi şu sözlerle açıklar;“Bina nasıl bir sembolse, onu yıkma eylemi de bir semboldür. Sembollere anlam kazandıran insanlardır. Tek başlarına semboller anlamsızdır ama yeteri kadar insanla bir binayı havaya uçurmak dünyayı değiştirebilir.” V ayrıca parlementoyu patlatacak metroyu harekete geçirecek kolu çekme işini Evey’e bırakarak bunun kişisel değil toplumsal bir eylem olduğunu ifade eder. Bu eylemi yalnız başına ilgi çekmek için yapmamaktadır. İktidarın baskıcı yönetimiyle skolastik düşünceyi anımsatan filmde, V’nin geçmişiyle hesaplaşması da film içinde sık sık gösteriliyor. Bu sayede filmin dramatik yapısı da hazırlanıyor ve izleyici üzerindeki etkisi sağlamlaştırılıyor. Birçok yönüyle defalarca kez izlenmeyi hak eden bir film “V for Vendetta”. Sadece bugüne yahut düne değil, geleceğe de ışık tutan bir film. “Kimdi bu adam, Edmond Dantes’ti. Ve babamdı. Ve annemdi. Ve kardeşimdi. Ve arkadaşımdı. Ve sendi… Ve bendi. Hepimizdi.”

fiubat ‘12 • 43


ETKİNLİK

LİSELİ GENÇLER TATİLDE DE BİR ARADA!

V

akfımızın liseli kızları, 15 tatili bir fırsat bilip yoğun faaliyette buluştu. Uzun zamandır bir araya gelme fırsatı bulamamış olan kız kardeşlerimizin, şiddetli kara rağmen katıldığı yoğun faaliyetimizde eşref-i mahlukat olmanın incelikleri hakkında konuşup bilgilendik. Vakit gelmişken öğle namazımızı kıldık ve ardından oyun faslı başladı. Arkadaşlarımızla çeşitli oyunlar oynayıp, güldük eğlendik. Çok güzel ve eğlenceli bir günün ardından hepimiz mutlu bir şekilde evlerimize döndük. Emeği geçen tüm ablalarımızdan Allah razı olsun…

2.Dönem Üniversite Bayan Faaliyetlerimiz Başladı

A

raştırma Ve Kültür Vakfı’nın üniversiteli bayanları olarak 11 Şubat Cumartesi günümüze sımsıcak bir kahvaltı ile başladık. Üniversite yaş grubu bayan kardeşlerimizle uzun bir tatilin ardından, yeni döneme vira bismillah dedik. Kahvaltının ardından Abdullah Yıldız’ın “müstakim olmak” konulu dersiyle programımızı tamamladık. Program sonrasında tüm kardeşlerimiz huzurlu ve mutlu ayrıldıklarını dile getirerek sonraki derslerimize eşlik edeceklerini dile getirdiler.

44 • fiubat‘12


GELENEKSEL CUMA BULUŞMALARI ALİ TARIK PARLAKIŞIK

G

eçtiğimiz ocak ayında Genç Öncüler olarak Müslüman önderleri andığımız, biyografi içerikli programlarımızdan birinde daha bir araya geldik. Talha İnaç kardeşimizin Hz. Selman-ı Farisi’yi anlattığı programda hem bilgilendik hem de dostluğumuzu pekiştirdik. Ayran eşliğinde yediğimiz çiğ köfte, muhabbet ile daha da lezzetli hale geldi. Önümüzdeki aylarda devam edecek olan programlarımıza sizleri de bekleriz.

fiubat ‘12 • 45


Kültür Sanat Melike YURT

Rize Diriliş Okumaları

Niğde’de Şiir Akşamı Düzenlendi Yazarlar ve Sanatçılar Birliği (YAZSANBİR) Niğde’de bir ilki gerçekleştirdi. Şiire hasret kalmış yüreklere bir su serpmek isteyen topluluk hınca hınç dolu bir salonda izleyicilere tam bir şiir şöleni yaşattı. Abdurrahman Adıyan, Ahmet Tevfik Ozan, Ali Rıza Kaşıkçı, Bekir Oğuzbaşaran, Bülent Acun, Cevat Akkanat, Fatih Budak, Hasan Erkan ve Hatice Yağmur gibi daha adlarını sayamadığımız pek çok şair programda en güzel eserlerinden okudular. Programda hem eskilerden aşina olduğumuz isimler hem de adını yeni duyduğumuz ama daha çok duyacağımızı düşündüğümüz taze şairler konuk olarak bulunuyorlardı.

46 • fiubat‘12

Ankara’da başlayan ve dalga dalga Türkiye’nin pek çok şehrine yayılan diriliş okumalarının son durağı Karadeniz’in güzel şehri Rize. Erbain Edebiyat Kulübü tarafından Aralık ayında başlatılan okumalar İslam’ın Dirilişi ile besmelesini çekti ve Ruhun Dirilişi ile devam etti. Güzel insanları tanımanın, kültürel faaliyetlerde bulunmanın sadece büyük şehirde yaşayanların değil, asıl kaynağı olan küçük yerlerin harcı olduğunu göstermiş oldu arkadaşlarımız bizlere. Pazar günleri yapılan Diriliş okumaları her hafta saat 13.00’de Gülder’de. Rize’de yaşayıp katılmayı düşünenler için bundan sonraki okuma listesini sıralayalım: Diriliş Muştusu, Yitik Cennet, İslam, Diriliş Çevresinde, Samanyolu’nda Ziyafet, Varolma Savaşı, Unutuş ve Hatırlayış. Gülder, Kaçkar Cd. Otel Paşa Yanı. No: 6’da. İletişime geçmek isterseniz erbainokumakulubu@gmail.com’a mail atmanız yeterli olacaktır.

Güngören Belediyesi Erdem Beyazıt’ı Andı Erdem Beyazıt pek çoğumuzun görebilme şansını elde ettiği, masal zamanlardan şimdiye uzanmış bir şair. Onun hayatı pek çok rengi içinde barındırıyor. Akabe Yayınları ve Mavera Dergisi’ni kurması gibi büyük adımların yanında milletvekilliğinden kütüphane müdürlüğüne kadar pek çok alanda çalışmış, toplumunu önemseyen ve onun için çalışan bir şair. Güngören Belediyesi de ünlü şairin doğum gününü vesile kılarak bir anma programı düzenledi. Akşamda eşi de dâhil olmak üzere yakınları konuk olarak koltuklarında hazır bulundular ve onu tanıyanlar hakkında güzel dileklerini dile getirdi. Erdem Beyazıt’ı anlatan bir belgeselin yayınlandığı programda davetlilere ayrıca Maveraya Hicret Eden Şair isimli kitap ve CD’si hediye edildi.


Kültür Sanat Mehmed Akif Ersoy Sergisi Düzenlendi Mehmed Akif Ersoy vefatının 75. yılında hoş bir fotoğraf sergisi çalışmasıyla anıldı. Fatih Ali Emiri Kültür Merkezi’nin giriş katındaki güzel dekore edilmiş bu sergide Akif’in çocukluktan son hallerine kadar fotoğrafları ve yazışmaları yer aldı. Ayrıca İstiklal Marşı için yazılıp kullanılmayan ünlü iki bestekârın besteleri de kulaklıklar yardımıyla dinlenme imkânı buldu. İstiklal Marşı’nın şu anki bestesinde var olan hataları bilmekle beraber klasik Türk musikisi tadında yazılmış diğer eserler bize marş coşkusu vermese de dinlerken büyük keyif verdi. Aralık ayında biten serginin yeni mekânlarda ve yeni şehirlerde tekrar düzenlenmesini ve daha fazla Akif severin bu imkândan istifade etmesini diliyoruz. Serginin proje koordinatörlüğünü Ömer Faruk Şerifoğlu ve Yusuf Çağlar yapmış, danışmanlığını ise Beşir Ayvazoğlu ve İsmail Kara üstlenmiş.

Necip Fazıl’ı Senaryoya Dökmek ALTAY Siyasi Araştırmalar Merkezi yeni bir projeye imza attı. “Necip Fazıl ve Yürüyen Büyük Doğu” isimli ve ismiyle de ne kadar önemli bir çalışma olduğunu gösteren bir yarışma düzenliyor. Temaya sadık kalınmak koşuluyla yarışma için konu sınırlaması bulunmuyor ve hem Türkiye’den hem yurtdışından herkese açık. Son katılım tarihi 20 Nisan olmakla beraber genç senaristleri Necip Fazıl gibi büyük bir düşünürü\şairi yâd etmek, onu topluma daha iyi tanıtmak adına en kısa sürede kalemlerini ellerine almaya davet ediyoruz. Yarışmanın para ödülü var fakat asıl hediye kazananlara takdim edilecek olan kitap seti olmalı. Seçici kurulda çok iyi tanıdığımız Sadık Yalsızuçanlar ve Sıtkı Caney gibi isimler de bulunuyor. Detaylara ulaşmak için merkezin altayderneği.org isimli internet sitesini ziyaret edebilirsiniz.

İstanbul’da Ezgi Şöleni Mavera Gençlik Hareketi 15 Ocak’ta Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde unutulmayacak bir ezgi şöleni düzenledi. Yusuf Goncagül’ün müzik dinletisiyle ezgi açılışını yapan program, Ömer Karaoğlu, Umut Mürare, Taner Yüncüoğlu, Alper gibi isimlerle devam etti. Programa yoğun bir katılım gözlendi ve konuklar programdan çok memnun bir şekilde ayrıldılar.

Türkiye Yazarlar Birliği Kayseri’de Yazarlar Yetiştiriyor Bu sefer Türkiye’de bir ilkin Kayseri’den neşet etmesini isteyen Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) Kayseri Şubesi aracılığıyla “yazar okulu” fikrini hayata geçirdi. Aralık ayında kayıtları dolan bu kurs Cumartesi günleri 14.00-16.00 saatleri arasında yapılacak. Bu işi çok ciddiye alıyor olmalılar ki devam mecburiyeti ve üç derse katılmayan öğrencinin kaydının silinmesi gibi zor ama gerçekten istekli olanların seçilmesini sağlayacak kurallar koymuşlar. Dersler tümüyle ücretsiz. Öğrenciler kendi alanlarıyla ilgili danışman yazarla birlikte kitap okuma çalışmalarına ve değerlendirmelere katılacaklar.

fiubat ‘12 • 47


ŞİİR

Sebeb-i Telif Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız yaprakla yağmurun aşkı meselâ kim olsa serpilen coşturuyor bizi imreniyoruz başkalarının mahvına. Yağmur mahvoluyor çarparak kendini parçalıyor mâşukunun açılan kıvrımında yaprak dirimle irkiliyor nazlı ve mağrur silkiniyor vuran her damlayla. Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız bakıp başkasının başkayla kurduğu bağlantıya aşka dair diyoruz ilk anı bu olmalı ilkönce damarlarımızda duyuyoruz çağıltısını uzak iklimlerin kokusu gitmediğimiz şehirlerin önceden bir baş dönmesiyle kabarıyor hafızamızda sonra ayrılıklar düşüne dalıyoruz: Bize ait olan ne kadar uzakta! Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız başkalarının düşünceleriyle değil. “Üstümde yıldızlı gök”demişti Königsberg’li “içerimde ahlâk yasası”. Yasa mı? Kimin için? Neyi berkitir yasa? İster gözünü oğuştur,istersen tetiği çek idam mangasındasın içinde yasa varsa. Girmem,girmedim mangalara

İsmet Özel

48 • fiubat ‘12

Yer etmedi adalet duygusu içimde benim çünkü ben ömrümce adle boyun eğdim. Yıldızlı gökten bana soracak olursanız kösnüdüm ona karşı onu hep altımda istedim. Başkalarının aşkıyla başlıyor hayatımız ve devam ediyor başkalarının hınçlarıyla düşmanı gösteriyorlar,ona saldırıyoruz siz gidin artık düşman dağıldı dedikleri bir anda anlaşılıyor baştan beri bütün yenik düşenlerle aynı kışlaktaymışız incecik yas dumanı herkese ulaşıyor sevinç günlerine hürya doluştuğumuzda tek başınayız. Diyorum hepimizin bir gizli adı olsa gerek belki çocuk ve ihtiyar,belki kadın ve erkek hepimiz,herbirimiz gizli bir isimle adaşız yoksa şimdiye kadar hesapların tutması lâzımdı hayatımıza kendi adımızla başlardık bilmediğimiz bu isim,hesaptaki bu açık belki dilimi çözer,aşkımı başlatırım aşk yazılmamış olsa bile adımın üzerine adımı aşkın üstüne kendim yazarım.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.