Genç Öncüler/Sınıftan Sokağa İmam-Hatip Sevdam/74

Page 1

Merhaba Değerli Okurlar, Sahibi PINAR YAYINLARI Tic. ve San. Ltd. Şti. Adına İlhan GÜNDOĞDU Sorumlu Yazı İşleri Müdürü İsmail MEMİŞ Yayın Sorumlusu Nihal AÇIKEL Yayın Kurulu Ahmet Tarık ÖZCAN Ali Tarık PARLAKIŞIK Ayşe Nur AKSU Betül BABACAN Burak KALPAKLIOĞLU Fatma Büşra ÖZKAN Fatma Nihan DOĞAN Muhammed TUTKUN Sabâhat BOYNUKALIN Şeyma Nur EKREN Uğur DEMİREL Usame SARIYAŞAR Zeynep TOPUZ Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Alperen GENÇOSMANOĞLU Amine Nur ARIKAN Ayşe Sümeyye YAVUZ Burak KALPAKLIOĞLU Cemile Gülistan ESER Fatih RAZİ Mehmet Zahit AYHAN Melike YURT Muhammed GİDER Mustafa Emin BÜYÜKCOŞKUN Nesibe KANUNİ Sare Gülce YENİCE Sude KARAMANOĞLU Ümmü Gülsüm DOĞU Ümmü Gülsüm TAYFUR Yunus Emre TUNCA Adres Alay Köşkü Cad. Küçük Sk. Civan Han No:6/3 Cağaloğlu - Fatih / İSTANBUL bilgigenconculer@gmail.com Grafik Tasarım Tekin Öztürk www.tekinozturk.com.tr

Baskı Şenyıldız Matbaacılık Gümüşsuyu Cad. No:3 Kat:1 Topkapı-İstanbul Tel: (212) 483 47 91

D

ergimizin bu sayısında, okuyucu kitlemizin birçoğunun hala içerisinde bulunduğu veya bir zamanlar yolunun düştüğü İmamHatipleri konu ediniyoruz. Türkiye’deki sistemin tutarsızlıklarından ötürü en çok sıkıntı çekmiş eğitim kurumlarının İmam-Hatipler olduğunu rahatlıkla söylemek mümkün. İktidarı elinde tutan gücün kimliğinin değişmesine göre, yasaklara, kapatılmalara, üniversiteye girişlerde puan kırılmalarına ve daha hak etmediği birçok uygulamaya maruz kalan İmam-Hatipler, toplumun şekillenmesinde önemli rol oynayan bireyler kazanılmasında hala etkin bir rol oynamaya devam ediyor. Fakat her şey o kadar da idealist bir şekilde yolunda gitmiyor elbette. Kendi özeleştirimizi yapacak olursak, özellikle son yıllarda Türkiye’deki yozlaşmanın etkilerinden İmam-Hatipler ve İmamHatipliler de payına düşeni aldı, bu durumu değiştirebilecek ve daha iyi bir noktaya getirebilecek olanlar da yine İmam-Hatiplilerin kendisi oluyor. Her ne olursa olsun, İmam-Hatiplerin kuruluş amaçları ve sahiplenmiş oldukları dava, İmam-Hatip ruhunun her daim diri kalmasını sağlamakla birlikte, halkın büyük bir kesiminin bu kurumları, çocuklarını emanet edebilecekleri güvenli bir liman olarak gördüğünü de göz ardı etmemek lazım. Peki, nedir İmam-Hatip ruhu? Bunun cevabını alabilmek için Ankara’daki Genç Öncüler, “Sınıftan Sokağa İmam-Hatip Sevdam” isimli bir deneme yarışması düzenledi. Yarışmaya katılan 400’den fazla İmam-Hatipli, coşkun hislerini kâğıda dökmek üzere kalemi eline aldı. Biz de bu sayımızda, ilk beşe giren eserlere yer vererek, bu sorunun cevabını siz değerli arkadaşlarımızla paylaşmayı amaçladık. Karantina bölümünde Ayşe Sümeyye Yavuz’un yarışmanın hazırlık sürecine dair hazırladığı yazı ve dereceye giren arkadaşlar Cemile Gülistan Eser, Mehmet Zahit Ayhan, Ayşe Sümeyye Yavuz, Âmine Nur Arıkan, Yunus Emre Tunca, Ümmü Gülsüm Doğu’nun eserleri yer alıyor. Gündem sayfalarında, Ali Tarık Parlakışık’ın Suriye’de yaşananlara, Burak Kalpaklıoğlu’nun 4+4+4 sistemine dair eleştirilerinin yer aldığı yazılar bulunuyor. Bunların yanı sıra, her sayımızda okumaya alışkın olduğunuz çeşitli konularda kaleme alınmış denemeler, şiirler, kültür-sanat haberleri, okullardan haberler, etkinlik haberleri, kitapfilm tanıtımı sayfaları da istifadenize sunduğumuz diğer bölümler. Yarışmaya giren eserler, gündem konuları ve edebiyat sayfaları ile içerik açısından dopdolu bir Genç Öncüler sayısı elinizde. Faydalı olması duasıyla…

May›s ‘12 • 1


May›s 2012 • Sayı 74 • Yıl 10

04

4+4+4 İle ÜMMET BİZİ BEKLİYOR Ne Değişmeliydi ve FİRDEVS BÜŞRA KALUÇ Ne Değişti?

27

BURAK KALPAKLIOĞLU

“SINIFTAN SOKAĞA İMAM HATİP SEVDAM” DENEME YARIŞMASI AYŞE SÜMEYYE YAVUZ

34

Artık Benim de Bir Ideolojim Var 38 Modern Çağın Tuzakları UĞUR DEMİREL

2 • May›s ‘12

NESİBE KANUNİ


Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e ÜMMÜ GÜLSÜM TAYFUR

36

Yarışmanın Hazırlık Aşaması / Ayşe Sümeyye Yavuz................... 4 Damlalar / Cemile Gülistan Eser................................................. 6 Muştu Süvarileri / Mehmet Zahit Ayhan..................................... 8 Bize Kalan Sevdalar / Ayşe Sümeyye Yavuz...............................12 Ben İmam Hatipliyim / Amine Nur Arıkan..................................14 “Sınıftan Sokağa Îmam-Hatip Sevdam” / Yunus Emre Tunca.....16 Tebliğ Bizim Varlık Gayemizdir / Ümmü Gülsüm Doğu...............19 Emperyalizm Düşmanlığı, Mazlumluk ve Yalnız Bırakılan İslami Hareket: Suriye / Ali Tarık Parlakışık.........23 4+4+4 ile Ne Değişmeliydi ve Ne Değişti / Burak Kalpaklıoğlu......27 Karikatür Analizi / Sûde Karamanoğlu .....................................29 Yanlış Giden Şeylerin Anısına / Muhammed Gider.....................30 Bir Kitap Bir Yazar - Mevlana Çakıral / Sare Gülce Yenice..........32 Modern Çağın Tuzakları / Uğur Demirel ...................................34 Hz. Âdem’den Hz. Muhammed’e / Ümmü Gülsüm Tayfur............36 Artık Benim de Bir İdeolojim Var / Nesibe Kanuni...................38 Okullardan Haberler / A. Gençosmanoğlu - M. Büyükcoşkun.41 Etkinlik - Çiğ Köfte Buluşmaları ve Kutlu Doğum Programı..42 Kitap -Film Tanıtımı / Ayşenur Aksu.................................44 Kültür Sanat / Melike Yurt ........................................46 Şiir / Cemal Süreya.............................................48

May›s ‘12 • 3


“Sınıftan Sokağa İmam Hatip Sevdam”

YARIŞMANIN HAZIRLIK AŞAMASI AYŞE SÜMEYYE YAVUZ

En uzun yolculuklar bir tek adımla başlar. Ve ortalığın inşiraha bürünmesi için içten bir besmele yeter…

S

evdalar vardır, Hak adına, haklı adına kuşanılan sevdalar… İmanı, doğruyu ve iyiyi bulmak için benimsenen yollar… Sarıldığımız dal için ve bu dala diğer tutunanlar için bir şeyler yapmalı ve bir yerlerden başlanılmalıydı… Genç Öncüler Dergisi Ankara ekibi olarak 1 Aralık 2011 – 31 Mayıs 2012 tarihleri arasında Türkiye genelindeki İmam - Hatip Lisesi öğrencilerinin katılabileceği “Sınıftan Sokağa İmam Hatip Sevdam” konulu “Ödüllü Deneme Yarışması” düzenledik. Deneme yarışmamızın değerli juri üyeleri Mehmet Doğan, Metin Önal Mengüşoğlu, Ömer Karaoğlu, Yıldız Ramazanoğlu ve Bünyamin Doğruer’di. Ödüllerimizi şu şekilde belirledik: Birinciye 2 000 TL, ikinciye 1

500 TL, üçüncüye 1 000 TL ve 4, 5, 6, 7, 8, 9 ve 10. kardeşlerimize ise 250 TL mansiyon ödülü. Amatör bir ruhla çıktığımız bu yolda yarışmamızın amacı İmam Hatipli kardeşlerimizi yazmaya teşvik etmek, İmam Hatip ruhunu kamuoyuna anlatmak, İmam Hatip ruhunu zinde tutmak ve bu ruhu anlamlandırmaya çalışmaktı. Çünkü yarışmamızın isminin de anlattığı üzere İmam Hatip öğrencisi; sınıfta öğrendiklerini dört duvar arasına hapsetmeyen, öğrendiklerini yaşamda yani sokakta hayata geçiren bir öğrenci olmalıydı. Yarışma projesi hazırlık aşamasında yaklaşık 15 kişiden oluşan ekibimizle belirli periyotlarla sık sık toplantılar düzenledik, istişarelerde bulunduk. Hedef listemizde; İmam - Hatip lisesi öğrencileri içerisinde yazma yeteneği olan öğrencilerin ortaya çıkmasını sağlamak, Türkiye genelindeki İmam- Hatip liseleriyle sağlıklı ve düzenli ilişkiler kurup çeşitli konularda ortak fikir ve hareket birliği sağlamak, İmam Hatipli olmanın sorumluluk ve bilincinde olan bir neslin yetişmesi için gerekli olan alt yapılarının ve imkânlarının hazırlanması için kamuoyu oluşturmak gibi maddeler yer alıyordu. Yoğun çabalar sonucu hazırladığımız yarışmamızın afişlerini ve broşürlerini ülkemizde bulunan tüm İmam Hatip Liselerine ulaştırdık. Bilgilendirme ve tanıtım amaçlı çalışmalarda bulunduk.

4 • May›s ‘12


“Sınıftan Sokağa İmam Hatip Sevdam”

Aynı zamanda Milli Eğitim Bakanlığı onaylı olan deneme yarışmamızın katılım süreci sonucunda elimize yaklaşık 400 çalışma ulaştı. Bu yazılar gerek öğrencilerin bireysel olarak gerekse İmam Hatip okullarında öğretmenlerin elemeleri sonucu elimize ulaşan çalışmalardı. Muş’tan Van’a İstanbul’dan Antalya’ya birçok ilimizden, ilçemizden ve hatta beldemizden geniş bir katılım oldu. Dereceye giren ilk 60 çalışmayı kitaplaştırarak katılımcılarımıza armağan edeceğiz ve bu şekilde onların yazılarının bir kitapta yayınlanması heyecanlarına ortak olacağız. Şimdi de 12 Mayıs 2012 cumartesi günü saat 17.00 de Ankara Kocatepe Kültür Merkezi’nde “Sınıftan Sokağa İmam Hatip Sevdam” konulu “Ödüllü Deneme Yarışması Ödül ve Vefa Töreni’ni organize ediyoruz. Manevi bir ortamda geçecek olan programımızda düzenlemiş olduğumuz yarışmamızın ödül töreni yapılacak ve İmam Hatip Okulları’na gönül vermiş, bu yolda çaba göstermiş büyüklerimize ise Onur, Hizmet, Vefa ve Başarı plaketleri sunacağız. Ayrıca programda slâyt sunumları, skeçler, imam hatipli kardeşlerimizden oluşan koromuz, halkın nabzını tutmak adına sokak röportajları, kermes ve fotoğraf sergisi yer alacak. İmam hatipli olan ve kendini bu neslin bir neferi olarak gören tüm kardeşlerimizi programımıza bekliyoruz… Çalışmamızın hayırlara kapı açmasını Rabbimizden diliyoruz… Tedbir bizden, takdir Allah’tandır.

May›s ‘12 • 5


“Sınıftan Sokağa İmam Hatip Sevdam”

Deneme Yarışması 1.si

DAMLALAR CEMİLE GÜLİSTAN ESER

Mersin Anadolu İmam Hatip Lisesi Biz bir damlaydık… Sonbahar yağmurlarından ölüme meyletmiş sarı yapraklar üstüne kader-i ilahi deyip düşen damlalar gibi. Kıyıya vuruncaya dek rüzgârla dans eden o yaprakla birlikte sandaldan etrafı süzüyorduk bir vakitler. Ne garip, ne tuhaf… Yağmur yeryüzüne düşer, damla yaprağa, yaprak sandala, sandal denize ve deniz... Belki bilerek belki de farkında olmadan anlaşılır ki hiçbir fırtına asalet ve cesaret doğuran kıyama tesir edemez. Çünkü bu yolda atılan her adım; edep ölçüsünün, saygının ve binlerce kez vazgeçmemenin öyküsüdür. Bir zamanlar kelimeler bir başka değiyordu hülyalara. Bana öyle geliyordu ki bizi deviren, ‘benliğimizi’ yargıladığımız iç dünyamızın mahkemeleriydi. İstiyordum ki fışkırmalıydı çağlayanlardan sohbet-i cananlar. Mecnun’lar Leyla’yı bulmalı; Ferhatlar Şirin’e doymalı; ben de bütün güzelliklerin sahibinde kaybolmalıydım. Birbirinden farklı desenlerle asırlara örülen hatıraların yelkovanla buluşması, hissediyordum ki artık kıvamını buluyor ve bu hal kadavraya dönmüş yorgun “bilme”leri dinlendiriyordu. Bir ara hücrelerimde yaşıyor gibi hissettiğim ötelerden uzanıp gelen asude bir bahar havası bir gölge olup usulca “ben”e, evimize, sokağımıza, yani hayatımıza değiyordu. Sonra seni alkışlayanların nidaları kanatlanıp gayretle coşan zir6 • May›s ‘12

velerde tanışmışlığın tebessümünde vuslatı yaşamıştık. Biz bir damlaydık… Acı gürültülerle ve atılan çamurlarla berraklığını griye terk etmiş bir damla… Oysa bu damlalar, zalimlerin çığırtkan münakaşalarına, sadece marazi bir “muhalif olma” muhalifliklerine karşı; acizliğini itiraf edip inancımızın muhafızları olmayı istiyordu. Bir gaye-i hayal vardı… Nefislerimizde fetihler yapıp gönüllerin fatihi makamına erişmekti maksat. İlim oklarının zemzemle yıkanması haksızlıklar karşısında adalet terazilerinin vazifedarlığını taçlandırmak vardı bu hayallerde... Biz bir damlaydık… İbrahim’in susuz yurtlarda, kucağındaki melekleri kıskandıran o cennet efsunlu çocuğunu göğsüne bastıran Hacer’e son kez baktığında gözünde beliren hüzün ve inanmışlık yüklü, tir tir titreyen bir damlaydık… Denilmişti ki mukaddes davaların davetleri saadetlerimizin köprüleridir. “Olsun”du, “Bu da geçer Ya Hu!” “Hu”lar adımlarımızı attığımız caddelerde, sokaklarda bir vücudun damarlarında kanın sessizce yayılması gibi yayılıyordu yavaşça. Heveslerin darlığını “Hu” deyip geçmek gerekti. Çünkü heveslerin saltanatını zedeleyen hikmet kırlangıçları, tebliğin özünü oluşturuyordu ve tebliğ, ancak temsilin kanatları altındaki sıcaklıkta yüzünü


“Sınıftan Sokağa İmam Hatip Sevdam” gösteriyordu. Ki o olmadan yüzlerin bizlere dönmeyeceği “elinden ve dilinden güvenilir” olunamayacağı biliniyordu. Biz bir damlaydık… Bir fetih öncesinde elinde kalkanıyla nefsin kalelerine yürüyen Haydar-ı Kerar’ın alnında beliren bir ter damlasıydık… Usulca toprağın bağrında kaybolup “yok” oldu denilecek kadar varlığını unutturan damlalar… Ve herkes bilirdi ki ne oluyorsa “zaman” tarlasında oluyor. “Zaman” ise hiç bir çağda örtülmüyor, onu saklamak mümkün olmuyor ve onun varlığı nesiller üstü sonlara ulaştırıyordu insanlığı. Bunlar bir vefa borcu değildi! Nefes alma, kalp atışlarını duymadan öte, yaşatma ve yaşanma isteğiydi. Bize, gül devrinde o mütebessim çehreyle söylenmişti ki mekânlarımız, duvarların sınırlarından da öte ruhlarımızın otağıdır. Bizleri doyuran, tükenmeyen mirasımız; mahşerde can anlayışını fısıldayan, mahlûkattan soyut ‘ümmetim, ümmetim’ diye o âlemlere rahmet güzel insanı söylettiren, mevcudata hitap edip aynı ifadeler karşısında ayrı çağrışımlar sırtlayan o ilahi kitaptı. Biz bir damlaydık… Ki o damlalar bir vakit kırlangıç gagasında nesillerin yangınına götürülmüştü… Aslında o küçücük damlada yakışı kalmayan isyan fikirlerinin kalkanında yazılı direnç ile şükrün tefsiri sayılan ‘elhamdulillah’ ifadesi saklıydı. Var olma şuuruyla hakikat ideallerine kimlik çıkartma cehdi gizlenmişti o damlada. Biz bir damlaydık… Bir şubat soğuğunda, alınlardan akan ve gözlerden süzülen damlalar eski mahiyetinden uzakta renk değiştirip kırmızıya bürünmüş, acı olup yüreğe oturmuştu. Akla hemen gelmişti: Şükrü bilinmeyen nimet, geri alınır. Bu bilindi ya vakit kaybetmeden tekrardan duaya duruldu. Güzel zamanların öğrettikleri tecrübeler hatırla-

Biz bir damlayız… Filizlerin bereketi, yeryüzünün rahmeti diye kökten yapraklara kadar ilerleyen… Ki bu damlalar sel değildir, bağrışma nedir bilmez… Toprakta sessizce alır yol. İlerlediği her yerde bir kırık testiden dökülen ve geçtiği her yerde çiçekleriyle bin bir desende yaşatma idealiyle yeşillikler bırakıp giden… nıyordu: Sağanak sağanak ihsan cazibesi, marifet kuşaklarında bir eser… Gülistanda güller, denizde balıklar, sınavda sualler alışıldığı içindir ki kıymetine gayptan iklimler ve mevsimler biçildi. Unutulanı yinelemek üzere ve yaşadığımız şu zaman diliminde… Evet, biz de bir damlayız… Her dua edişimizde seccadelerimizi ıslatan… Biz bir damlayız… Filizlerin bereketi, yeryüzünün rahmeti diye kökten yapraklara kadar ilerleyen… Ki bu damlalar sel değildir, bağrışma nedir bilmez… Toprakta sessizce alır yol. İlerlediği her yerde bir kırık testiden dökülen ve geçtiği her yerde çiçekleriyle bin bir desende yaşatma idealiyle yeşillikler bırakıp giden… Biz bir damlayız… Basitliği ve küçüklüğü içinde kalplerde ünlemler çizen, fırçanın ritmiyle okyanuslara iz bırakan, yavaş yavaş sükûnetle büyüyüp hâkimiyet gücünü köylerin hanelerinde, şehirlerin caddelerinde, hayatın sokaklarında esenlik yurdundan haberler veren geçmişe vefa duyan, geleceğe azimle bakan “selam” damlacıklarıyız… Dua niyetine… Allah, İmam–Hatip adındaki bu damlacıkları zayi edecek değildir. Ey Rabb’im rahmetinle bu milleti hem burada hem de ötede güldür. May›s ‘12 • 7


“Sınıftan Sokağa İmam Hatip Sevdam”

Deneme Yarışması 2.si

MUŞTU SÜVARİLERİ MEHMET ZAHİT AYHAN

Konya Merkez Anadolu İmam Hatip Lisesi

İ

mam: Öncü, rehber, önde, önder. (…O zaman Allah İbrahim’e: ‘Seni şüphesiz insanlara imam kılacağım’ dedi.-Bakara 124-; Her insan grubunu imamlarıyla çağıracağımız gün -İsra 71-; Bundan önce de, bir rehber (imam) ve bir rahmet olarak Musa’nın kitabı var.-Ahkaf 12-) Hatip: Güzel konuşan, hakkı söyleyen, hikmeti anlatan. İmam hatip: Diken dermek amacı ile ekilen, fakat Rabbin inayeti, ona emek verenlerin himmeti, orada okuyan saf ve temiz yürekli çocukların gayreti ve orada okunan ayetlerin, hadislerin hürmetine gül veren mektebin adı. Sınıf: Yaprakları ayetler, dalları sureler olan Kuran Ağacı’nın kök saldığı gülistan; meyveleri, hakikat usareleri taşıyan binlerce Hadis Gülü’nün yetiştiği bahçe; tefsir, fıkıh gibi din ilimlerinin, matematik, tarih, biyoloji edebiyat gibi dünya bilimlerinin okunduğu kutlu mekân. Sokak: Cemiyetin aynası, bir köyde, bir şehirde yaşayan insanların tümünün (güzel çirkin, iyi kötü…) birlikte aktıkları dere. İmam-Hatipli; Sonsuzluk bahçesindeki “Kuran Ağacında” açan çiçeklerden hakikat damlaları emen arı, Hadis Reyhanlarından, sünnet menekşelerinden, icma sümbüllerinden, kıyas çiğdemlerinden devşirdiği hikmet buketleri8 • May›s ‘12

ni akıl güneşi ile olgunlaştırıp ihtiyaç sahiplerine ulaştıran bahçıvandır. İmam hatipli, adının anlamına uygun öncü bir şahsiyettir. O İmam- Hatip namı ile meşhur mekteplerin sınıflarında okunan, sonsuzluğun ve Evren’in gerçek rehberi olan “Kelam-ı Kadim”den solmaz, pörsümez hakikat gülleri devşirir. İmam-Hatipli, okulunun sınıflarında uğruna felekler yaratılan “Kutlu Elçinin” Hadis adı ile tanınan, sadece hakikati anlatan sözlerinden her gün kana kana içer. Yine O, bu güzel okulun, güzel sınıflarında her gün, güzel insanlardan Ebedi Kelamın tefsirini, sonsuz hakikatlerin hayata uyarlanması demek olan Fıkıh derslerini okur ve öğrenir. Böylece Ayetlerden aldığı ışıklar, Hadislerden topladığı nurlar ile Güneşleşen öncü nesil, ışığıyla sokağı, yani cemiyeti aydınlatan bir kamere dönüşür. İmam- Hatipli, mensubu olmaktan gurur duyduğu okulunda insanla Allah, insanla zaman, insanla hayat, insanla sonsuzluk arasındaki irtibatı şaşmaz bir ölçü ile kurar. İmamHatipli okulunda sadece kuru bilgi öğrenmez, bilakis o burada ahlak bakımından tüm insanlığa “numune-i timsal” olan Peygamberimizin örnek davranışlarını öğrenir ve onları hayatında bizzat uygular. Bu nedenle O, yapmadıklarını söyleyen insanlardan fersah fersah uzaktır. O,


“Sınıftan Sokağa İmam Hatip Sevdam” Evreni, hayatın ve ukbanın özünü, anlamını onları yaratanın (c.c) bilgisiyle kavrayan önder gençtir. Bu nedenle de öncüdür, önderdir, öndedir. O, mesleğinin Peygamber mesleği olduğunu, namaz kıldıracağı mihrapta Peygamberin namaz kıldırdığını, hutbe okuyacağı minberde Peygamberin hutbe okuduğunu, vazife yapacağı binanın Beytullah, yani “Allahın evi” olduğunu hücrelerine kadar hisseden ve bu şuurla hareket eden sorumlu, bilinçli, öncü, rehber şahsiyettir. İmam hatipli kızlar da okullarında Allahın ve peygamberin istediği cennet adayı hanımlar olarak yetişirler. Onlar da bu güller diyarında, güzellik ve hakikat pırıltıları ile donanırlar. Öncü nesiller İmam Hatip okullarında adeta birer “Gönül Doktoru” olarak yetişirler. İmam Hatipli, çok güçlüdür ve pek cesurdur. Çünkü haktan yanadır, hakkı savunur. Gücünü, her şeyin sahibi, her şeyin yaratıcısı, tüm bilgilerin kaynağı, rahmetin, iyiliğin, güzelliğin menbaı Rabbinden alır. Bu sebeple O; “Allah’a kul olduk Kalü Belada Bu yolda verilmiş ikrarımız var Üç beş günlük olan fani dünyada Kula kul olmama kararımız var…” diye haykırır her daim, tüm zamanlara, tekmil mekânlara. İmam Hatipli, merhametlidir. Çünkü O, Allah-ü Teâlanın merhametinin gazabını geçtiğini, Allahın Rahman, Rahim, Rauf olduğunu, Cehennemin 7 kapısına karşılık Cennetin 8 kapısı olduğunu bilir. İmam Hatipli, çok çalışkandır. Çünkü o, bilir ki; “İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.” İmam Hatipli tevazu sahibidir çünkü O, Kuran’daki şu ayeti kendisine örnek almıştır; “Ve yeryüzünde mütekebbirane bir halde yürüme. Şüphe yok ki, sen ne yeri yırtabilirsin ve ne de boyca dağlara yetişebilirsin.”

İmam Hatipli sokağın efendisidir. O, sokağın yani cemiyetin rehberidir. O sokağa çıktı mı ortalığı bir sürur, bir güven, bir güzellik kaplar. O meydanlara indi mi zalimler korkar ve siner, mazlumlar ve zayıflar ise sevinir. O caddelerde yürüdü mü mütekebbirler, zalimler susar, Müstazaflar, iyiler sahne alır. O, gülistana vardı mı kargalar susar, dikenler gizlenir, bülbüller ötmeye, güller, sümbüller salınmaya başlar. İmam Hatipli dosdoğrudur. Çünkü O, Kuran’daki şu ayeti aklından hiç çıkarmaz; “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!” İmam Hatipli, çok âdildir; çünkü O, Kuran’daki şu ayeti kendine hayat rehberi yapmıştır, “Ey iman edenler! Adaleti ayakta tutun ve kendiniz, ana-babanız ve yakın akrabalarınız aleyhine de olsa, yalnız Allah için şahitlik eden kimseler olunuz.” İmam-Hatipli, “Vaktin oğlu, zamanın kızıdır.” O mücadelede, sıkıntıda, mücahedede en önde, fakat pay almada, makam kapmada en geride duran erdemli bir şahsiyettir. İmam Hatipli, kendisine numune olarak, Peygamber tarafından Medine’ye davetçi olarak gönderilen Musab b. Umeyr’i, Fetihte İstanbul surları üzerine çıkarak vücudunun bir kirpi gibi oklarla kaplanmasına aldırmadan kelime-i şehadet getirerek şehit düşen, fakat asırların düşünü gerçekleştiren ve fethin sembolü haline gelen Ulubatlı Hasan’ı, Peygamberimizin, “cennet hanımlarının efendisi” diye adlandırdığı Fatımatü-Zehra’yı alır. Yine O; az yiyen, az uyuyan, az konuşan fakat ciltlerce eser bırakan, zulme boyun eğmeyen, her zaman zalim sultanlara karşı hakkı söyleyen büyük âlimler; İmam-ı Azam, İmam-ı Şafi, İmam-ı Hanbeli, İmam-ı May›s ‘12 • 9


“Sınıftan Sokağa İmam Hatip Sevdam” İmam hatipli, Musa’nın Firavun’a, İbrahim’in Nemrut’a, İmam-ı Azam’ın Emevi sultanlarına, İmam-Rabbani’nin Ekber Şaha, Zeynep Gazzali’nin modern Firavunlara karşı yaptığı mücadeleyi kendisine hayat düsturu olarak seçer. O, en büyük faziletin, hakkı zalim sultana karşı savunmak olduğunu bilir ve bu nedenle de her ne şart altında olursa olsun, hangi konumda ve durumda bulunursa bulunsun hakkı söyler, hakkı savunur. Maliki, İmam-ı Gazali, İmam-ı Rabbani’yi ve hak yoluna can feda eden Sümeyye Hatunları, Kuranda Müslüman hanımlara misal olarak sunulan, Asiye’yi, Meryem’i, peygamberimizin övgüsüne mazhar olan eşleri, Hadicetül Kübra ve Aişe annelerimizi, Ümmü Ümare Hatunu rehber kabul eder. İmam hatipli Kızlar, iffetin, sabrın, temizliğin, vefanın, hayânın sembolüdürler. Onların yolu, fahrunnisa lakabı ile meşhur, EşŞeyha Şühde’lerin, Zeynep binti Abdurrahman eş-Şa’rilerin, Rabiatül adeviyelerin, Taif’ten Mekke’ye su getirten Emiretü’l-Mü’minin Zübeyda Hanımların, Fatih’in annesi Hüma Hatunların, Zeynep Gazzaliler’in yoludur. İmam Hatipli, konu harp oldu mu, Uhut’da Nesibe Hatun, Malazgirt’te Alparslan, Endülüs’te Tarık, Fetihte Ulubatlı Hasandır. Mevzu barış ise O, yumuşak huylu, insanlara yararlı, zalimin korkusu, mazlumun umudu derviş gönüllü, erkekse salih, hanımsa saliha bir kuldur. O bilir ki en büyük cihad nefisle, yani kişinin kendisi ile yaptığı cihaddır. İmam hatipli, Musa’nın Firavun’a, İbrahim’in Nemrut’a, İmam-ı Azam’ın Emevi sultanlarına, İmam-Rabbani’nin Ekber Şaha, Zeynep Gazzali’nin modern Firavunlara karşı yaptığı mücadeleyi kendisine hayat düsturu olarak seçer. O, en büyük faziletin, hakkı zalim sultana karşı savunmak olduğunu bilir ve bu nedenle de her ne şart altında olursa olsun, hangi konumda ve durumda bulunursa bulunsun hakkı söyler, hakkı savunur.

10 • May›s ‘12

İmam-Hatipli gerçekçidir: O bilir ki, bugün ne Malazgirt var ne Bizans! Ne Endülüs var, ne de Nemrut! Ama O bilir ki bu gün cemiyetimiz özünden uzaklaşarak, bencilliğin, vefasızlığın, hasetliğin, kindarlığın, tembelliğin, israfın, hırsın, kanaatsizliğin, Allah’a, peygambere, anneye, babaya, kocaya, hocaya itaatsizliğin, hanımına, çocuğuna vefasızlığın çıkmaz sokaklarında yolunu kaybetmiş bir halde bulunuyor. Bu nedenle O, yolu umutsuzluk, çaresizlik, bencillik, tembellik çıkmazlarına düşen cemiyete karşı kollarını bir makas gibi açarak haykırır; “Durun kalabalıklar bu cadde çıkmaz sokak…”, “Durun, zira kaybettiğiniz sadece bu dünya değil! Ebedi hayatınız da elden gidiyor” Yine O bilir ki 52 devleti olmasına, 1,5 milyarlık nüfusa sahip olmasına rağmen İslam Dünyası tam bir sömürge altında inlemektedir. Ve bu durum onun uykularını kaçırmaktadır. En başta itikadını sağlamlaştıran İmam Hatipli, sonra ahlakını güçlendirir. İmam Hatiplinin en büyük hedefi, her gün aldığı abdestlerle bedenini kirden, pastan; kıldığı namazlarla ruhunu kibirden, kinden, ucubtan; okuduğu kitaplarla beynini sığlıktan ve cehaletten arındırıp her konuda zirve haline gelmektir. Bundan sonra da önce kendisini, sonra ailesini, sonra da içinde yaşadığı ve bir üyesi olduğu cemiyetini yani sokağı ve tüm dünyayı, günah okyanuslarındaki girdaplardan sefine-i necatla sahil-i selamete ulaştırmaktır. Kötü huylardan arınan, televizyonun, internetin, cep telefonunun kendisine egemen olmasını engelleyen Önder gençlik, Üstad’ın deyimiyle bir iyilik kanaryasıdır. Artık


“Sınıftan Sokağa İmam Hatip Sevdam” onun göğsündeki iman, hayatındaki ibadet davranışlarına tesir etmiş, yüce bir ahlâkın, engin bir erdemin sahibi olmuştur. O konuştu mu hakkı söyler, aksi halde susar. Susmanın ibadet olduğu bilinci ile kalabalıklarda ve sokakta gürültünün ve karmaşanın bir parçası olmaz. Hayatın, ömrün, bedenin kendisine verilen bir emanet olduğu bilinci ile bu emanetleri, onları kendisine verenin istekleri doğrultusunda kullanır. Böylece, kendi iç dünyasında kurduğu fazilet sitesini bütün ülkeye, tüm dünyaya teşmil eder. O iyi bir mü’min ve mü’mine, iyi bir kul, iyi bir ümmet, iyi bir anne veya iyi bir babadır. Önder nesil, cemiyetinin sokaklarını arındırmak için önce kendi nefsini terbiye eder. Erken yatar, erken kalkar. Düzenli, planlı yaşar. Zamanı ve sıhhati en büyük hazine bilir ve onları en güzel bir şekilde değerlendirir.

Sen Kurtuluş savaşındaki, Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi’sin.

İmam Hatipli sokağın efendisidir. O, sokağın yani cemiyetin rehberidir. O sokağa çıktı mı ortalığı bir sürur, bir güven, bir güzellik kaplar. O meydanlara indi mi zalimler korkar ve siner, mazlumlar ve zayıflar ise sevinir. O caddelerde yürüdü mü mütekebbirler, zalimler susar, Müstazaflar, iyiler sahne alır. O, gülistana vardı mı kargalar susar, dikenler gizlenir, bülbüller ötmeye, güller, sümbüller salınmaya başlar.

Ey İmam hatipli! Bugün sen, annesinin ayağını öperken pek mütevazı, gariplere ve kimsesizlere karşı çok merhametli, zalimlere, siyonistlere karşı pek şiddetli bir Başbakanın mezun olduğu okulun bir mensubusun.

Ey, Türkiye’mizin ve İslam dünyasının müjdeci süvarisi olan İmam Hatip nesli! Ey, Dünya’nın beklediği umut güvercini! Ey, aksakallı dedelerin, bağrı yanık ninelerin, gözü pek babaların, vefa ve sabır teknesi annelerin, açlıktan derileri birbirine yapışmış Afrikalı çocukların, fitneden birbirini kıran İslam Ümmeti’nin, vefasızlıktan harap olan saliha annelerin yolunu beklediği nesil! Sen, Üstad Necip Fazıl’ın Sakarya Türküsü şiirindeki özlediği ve, “ayağa kalk!” dediği gençliksin. Sen Maraş’ta Kurtuluş Savaşı’nı başlatan Sütçü İmam’ın bugünkü temsilcisisin.

Sen gerektiğinde İstiklal Savaşı’na katılan, gerektiğinde İstiklal Marşı’nı yazan Akif’sin. Ve sen, O Akif’in şu mısralarında dile getirdiği amaçsın: “Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem, Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem…” Kanayan bir yara gördüm mü yanar ta ciğerim Onu dindirmek için çifte yerim kamçı yerim Adam aldırma da geç git diyemem, aldırırım. Çiğnerim, çiğnenirim hakkı tutar kaldırırım...”

Sen Ey İmam Hatipli hanım kız! Sen Hz. Havva’dan bu güne kadar hep hakkın ve hakikatin yanında saf tutmuş, yukarıda bir kısmının adını saydığım mü’mine ve saliha hanımların yandaşısın. Sen, ilk önce evinin, sonra cemiyetin sultanısın. Sen, eşine köle olup onu kendine esir edensin. Sen, bir milletin öğretmenisin. Peygamberler, sıddikler, şehitler, veliler, kahramanlar hepsi senin eserin. Sen gerektiğinde Kurtuluş Savaşı’nda Kara Fatma, Rus Harbin’de Erzurum’da Nene Hatun, gerektiğinde ise bir cemiyete evinde güzellik fidanları yetiştiren saliha bir annesin. Ve sen, ayakları altına cennetler serilen yegâne varlıksın. Selam olsun İmam Hatip nesline! Müjdeler olsun, sınıfın, sokağın, hayatın gerçek sahiplerine! May›s ‘12 • 11


“Sınıftan Sokağa İmam Hatip Sevdam”

Deneme Yarışması 2.si

BİZE KALAN SEVDALAR AYŞE SÜMEYYE YAVUZ

Ankara-Tevfik İleri Anadolu İmam Hatip Lisesi

Z

or zamanlarmış, çok zor zamanlar… Dara-

Bu hayalin ve güzel insanların nice düşlerinin

ğaçları, seherlerin tanıdığı âlim bedenler,

gerçek olması için adeta çabalamış kâinat. Bir

toprak altına gömülen kitaplar, ihanete uğrayan

işaret beklemiş rüzgâr inşiraha erdiren havasını

bir medeniyet, yitirilmeye yüz tutmuş umutlar,

yüreklere salıvermek için, bir güneş beklemiş to-

ifsat edilmiş fikirler, yokuşa sürülmüş benlikler…

murcuklar filizlenmek için. Bir karayel beklemiş bulutlar, süzüle süzüle yağıp yeryüzünün hali-

İmtihanın en çetin bağrına düşmüş; atalarım, babamın babaları, adalet timsali ecdadın torunları. Kimisi meydan okumuş kalleşçe hesaplara, onurlu yaşamın karşılığı olarak vermiş canını kimisi. Önden gidenler hesaplarını en adil güne bırakıp gitmişler. Geride kalanların ağıtları asla boyun eğmemiş yılgınlığa. Gidenlerin ışıklarıyla yollar daha da aydınlanmış. Geride kalanlar bu aydınlıklarla ölümsüz sevdalara ulaşmayı düşlemişler. Biçildikçe daha da gürleşip ezildik-

felerini, inanmışları, ilmek ilmek birbirine bağlamak için. Rüzgâr, güneş, karayel bizi beklemiş olmalı. Asr ile başlayıp Asr ile biten halleşmeler, bilincin yeniden kuşanılması için okunan kitaplar ve ecdadımın varlığını her an hissettiğim okulum ve okulumun kardeşi okullar ve okuyan kardeşlerim. Ecdadımın emeği, alın teri, düşü; okulum…

çe daha da sertleşmişler. Bir hayalleri varmış.

Şubatları, Eylülleri, prangaları her an başucunda

Evlatlarına, evlatlarının yavrularına ulaşmasını

duran, zincirlenemez yürek taşıyan insanların

istedikleri bir hayal: “Gün gelecek karanlık oda-

kabul olmuş duası benim için kocaman bir dün-

larda okuduklarımız meydanlarda haykırılacak!”

ya barındırıyor. Allah’ı hatırlatmalarından ziya-

Hayallerinin gerçekleşmesi için hep çabala-

hissi veren hocalarım, dostluklarına tutunup

mışlar. Mesela gelecek kaygısı gütmeden var-

cennete ulaşmayı amaçladığım yoldaşlarım, ki-

lıklarının büyük çoğunluğunu vermişler yapılan

taplarının satır aralarında bulduğum yön verici

okullara. Çünkü biliyorlarmış eğitimin ve birlik

cümleler hepsi bir bahçeye girdiğimde çıkıveri-

içinde öğrenmenin gerekliliğini.

yor karşıma.

12 • May›s ‘12

de koridorda gördüğümde sahabe görmüşüm


“Sınıftan Sokağa İmam Hatip Sevdam” İmtihanın en çetin bağrına düşmüş; atalarım, babamın babaları, adalet timsali ecdadın torunları. Kimisi meydan okumuş kalleşçe hesaplara, onurlu yaşamın karşılığı olarak vermiş canını kimisi. Önden gidenler hesaplarını en adil güne bırakıp gitmişler. Geride kalanların ağıtları asla boyun eğmemiş yılgınlığa. Gidenlerin ışıklarıyla yollar daha da aydınlanmış. Geride kalanlar bu aydınlıklarla ölümsüz sevdalara ulaşmayı düşlemişler. Biçildikçe daha da gürleşip ezildikçe daha da sertleşmişler. Bir hayalleri varmış. Evlatlarına, evlatlarının yavrularına ulaşmasını istedikleri bir hayal: “Gün gelecek karanlık odalarda okuduklarımız meydanlarda haykırılacak!”

Acılarla yoğrulmuş bir neslin sızıları elbette

En önemlisi de okulumun benim talebem

bitmez. Sızılarımızın sevdalara dönüşmesi ecda-

dediği bir öğrenci olmak isterim. Öğrendikle-

dın yegâne yadigârı değil mi bize? Bir sevda ki okulum koridorlarında an be an benimle. Okulumun koridorları gibi olmak isterim me-

rinin boş olmadığını bilen, öğrendiğini sınıfa hapsetmeden sokağa götürme çabasında olup

sela; gözyaşları ve “Açmam!” çığlıkları ile sığı-

“Bugün ne kadar insana ulaşabildim?” kaygı-

nılan koridorlar.

sını iliklerine kadar hisseden, toplumun önder

Okulumun sınıfları gibi olmak isterim sonra,

olarak kabul edeceği bir talebe. Geçen yılları,

heyecanla ve hayata alıntılamak için dinlenen

âlimlerin kolayca harcanabildiği bir yerden gel-

bir dersin duvarlarımda yankılanmasını, o tatlı afacanlıkları ve haylazlıkları içimde barındırmak isterim. Okulumun mescitleri gibi olmak isterim. Senelerce kopmayan bağların ilk düğümünün atılmasına, namaza gelen kişi sayısınca mutlu olmamıza ya da öz eleştirilerimize şahit olan mescidimiz.

diğimizi, İskilipli Atıf’ı, Hamidiye’yi, Tevfik İleri’yi unutmadan, özeleştiriden korkmayan, duruşunu saklamayan bir talebe olmak isterim. İsteklerim ve ecdadımın hayali doğrultusunda bir yaşam sürme gayretindeyken ecdada, davaya, sevdaya uzak yürekler gördüğümde kırılsa

Okulumun bahçesi gibi olmak isterim. Her-

da düşlerim henüz yenilmedik, ve yitirilmemiş

kesi kabul eden, içine alan, banklarında kalp

umutların yeniden filizlenmesi için yeter bir bes-

kırmadan arkadaşı uyarma planları yapılan, yozlaşmaya meyilli öğrenciler görüldüğünde hüzünlenilen bahçemiz gibi.

mele. Okuluma, sevdama ve sokakların kurtuluşuna; BİSMİLLAH!

May›s ‘12 • 13


“Sınıftan Sokağa İmam Hatip Sevdam”

Deneme Yarışması 3.sü

BEN İMAM-HATİPLİYİM AMİNE NUR ARIKAN

Nevşehir Anadolu İmam Hatip Lisesi

S

u ne kadar mübarektir. Cana can katar, ruhu

annemi, babamı ve bütün mü’minleri bağışla.”

serinletir, ölüyü diriltir. Yere düşen yağmur

diyerek öğretiyor bana. Yani annem-babam ha-

tanesi tabiatı nasıl canlandırıyorsa; İmam-Hatipli

yatta ise ve ben varsam “huzurevi” yoktur. Çün-

genç de işte öyle bir şefkat pınarıdır.

kü ben İmam-Hatipliyim.

Ne mutlu bana ki bu şefkat pınarının bir damlasıyım; ben bir İmam-Hatipliyim. Küçük kalplere sevmeyi, sevilmeyi, inceliği nakış nakış işlerim ben. Büyüğüme saygı gösterir, anne ve babamı incitmem. “Cennetin anne-

Ben İmam-Hatipliyim… Yalnız kendimin, yalnız anne-babamın değil bütün insanların bağışlanmasını, bütün insanların iyilik ve güzellik içinde olmasını, zulüm ve eziyetten uzak yaşamalarını isterim.

lerin ayaklarının altında olduğunu” bilirim. Çün-

Ben, ümmeti girmeyince cennete girmeyen

kü Yüce Rabbimizin Ahkaf Suresi’ndeki buyru-

peygamberim gibi paylaşımcı, “Ya Rabbi, mah-

ğuna nasıl kulak vermem! Rabbimiz buyuruyor

şerde benim bedenimi o kadar büyüt o kadar

ki: “Biz insana anne babasına güzel davranmayı

büyüt ki cehennemi ben kaplayayım ve bede-

tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle karnında ta-

nimden dolayı başka hiç kimseye cehennemde

şıdı ve zahmetle doğurdu.”

yer kalmasın.” diyen Hz. Ebubekir gibi insan sev-

Benim anne-babama yaşarken hürmet etme-

gisiyle dolu ve fedakârım.

yi tavsiye eden, öldükten sonra da onlara dua

Ben İmam-Hatipliyim. Kimseye tepeden

ederek iyilik yapabileceğimi söyleyen bir pey-

bakmam. Çünkü sevgili peygamberimin yolda

gamberim var. Yüce Rabbimiz onlar için nasıl

nasıl yürüdüğünü, Mekke’nin fethinden sonra,

dua edebileceğimi İbrahim Suresi’nde: “Ey Rab-

Mekke’ye girişini, sakalı devesinin eğerine değe-

bimiz! Hesabın görüleceği kıyamet günü beni,

cek kadar mütevazı duruşunu bilirim.

14 • May›s ‘12


“Sınıftan Sokağa İmam Hatip Sevdam”

Ben gönül de kıramam. Çünkü ben biraz da “Bir kez gönül yıktın ise / Bu kıldığın namaz değil” diyen Yunus’um. “Yaratılanı yaratandan ötürü seven” Yunus’um. Yaratılmışların hiçbirini hor göremem. O’nun “N’eylerse güzel eylediğini” bilirim çünkü. O’nun sevdiklerini sever, sevmediklerinden kaçarım. Zira “Kişi sevdiği ile beraberdir.”

Ben İmam-Hatipliyim. Benim oturduğum

Severim Allah dostlarını, Mevlana’yı… “Ya

apartmanda yemek yapmamış bile olsa aç gece-

olduğum gibi görünür ya da göründüğüm gibi”

leyen olmaz. Çünkü ben “Komşusu aç iken tok yatan…” olamam. Ben yaşıyorsam ne Van’dan

olursam riyakârlıktan, münafıklıktan uzak olaca-

ne de Afrika’dan açlık haberleri verilir. Veriliyor-

ğımı bilirim ben. Cehennemde kâfirlerden bile

sa sorgularım kendimi… Çünkü “yaptıklarımdan

aşağı derecede olmayı kim ister ki?...

ve yapmadıklarımdan hesaba çekileceğimi” bilirim. Ben İmam-Hatipliyim… Ben tertemizim el-

Ben okulumun eşyalarına da zarar veremem. Çünkü “boynuzsuz koç için boynuzlu koçtan

hamdülillah… Çünkü evimizin önünden akan

kısas alınacağı” hesap gününe inanırken mil-

ırmakta günde beş defa Rabbimin davetine ica-

yonlarca kişinin vergisiyle hizmete sunulan bu

bet ediyor, karşısında el bağlıyor, sadece O’na baş eğiyor, sadece O’ndan dileniyorum el açıp. Acizliğimin, kulluğumun ve O’nun yüceliğinin farkındayım çünkü. Ben gönül de kıramam. Çünkü ben biraz da “Bir kez gönül yıktın ise / Bu kıldığın namaz değil” diyen Yunus’um. “Yaratılanı yaratandan

eşyaları nasıl tahrip ederim? Hiç tanımadığım bu kadar insanın hakkını nasıl öderim? Kıyamet günü yüzüm nasıl ak olur? Ben İmam-Hatipliyim. Bütün amacım Rabbimin huzuruna yüzü ak çıkabilmek, Cennetin-

ötürü seven” Yunus’um. Yaratılmışların hiçbiri-

de, Kevser havuzunun başında güzel peygam-

ni hor göremem. O’nun “N’eylerse güzel eyle-

berimin sohbetini dinleyebilmek. Tabii bütün

diğini” bilirim çünkü. O’nun sevdiklerini sever,

mü’min kardeşlerimle birlikte.

sevmediklerinden kaçarım. Zira “Kişi sevdiği ile beraberdir.”

Bunun için ben, iyi ki İmam-Hatipliyim…

May›s ‘12 • 15


“Sınıftan Sokağa İmam Hatip Sevdam”

Deneme Yarışması 4.sü

“SINIFTAN SOKAĞA ÎMAM-HATİP SEVDAM” YUNUS EMRE TUNCA

Karaman İmam Hatip Lisesi

İ

mam Hatiplik eğer bir meslekse, belli ki, en onurlu mesleklerden biridir. İmam Hatipli senin yerin-başkasından farkın vardır. “Allah şöyle buyuruyor”, “Peygamberimiz şunu emrediyor” demek öncelikle sana düşer. Hakkın emirlerini halkımıza intikal ettirme görevi sana verildi. Değil mi ki sen; Gönüllerde daima önde, gözlerde hep yükseklerdesin. Sen tabi olan değil, kendisine tabi olunan, takip eden değil, takip edilensin... Sana Öyle bir rol biçilmiştir İd, adeta yanlış yapmaya, hata etmeye hakkın olmasın... Sen Öndersin, sen rehbersin! Benim insanım camide, sokakta, evinde, işyerinde, hastanede senden bir şeyler bekliyor! Beşikte seni çağırırlar; isim koysun, ezan okusun diye... Düğünde seni çağırırlar; dua etsin, nikâh kıysın diye... Ölümde seni çağırırlar; teselli versin, namaz kıldırsın, hatim okusun diye... Öyleyse sen bu halinle hayatın her aşamasında "lazım" olan ve "aranan" birisin!

Hastane köşesinde iki ayağı kesilmiş oldukça bitkin düşmüş, emekliliğini bekleyen Mahmut amca, senin hastanede geçmiş olsun demeni bekler. Makine çarkları arasında ekmek parası uğruna eli ayağı siyaha boyanmış gariban, ölmüş anasına bir Yasin okutmak için, evinde senin yolunu gözler. "Ramazan, rahmet ve mağfiret ayıdır." deyip, leziz ve zengin sofra donatmaktan kaçınmayan Hatice hanım, yıllar sonra evinde yapılacak bir yemek duası için seni arar. Gözü albayrağa, kulağı ezana hasret kalmış kader kurbanı delikanlı Mehmet, senin hal-hatır soracağın saati bekler! Daha hangi, hangi birini sayayım. Herkes sana hasret, herkes sana muhtaç İmam -Hatiplim! Derde deva, sadra şifa biri aranıyor, etrafına bakma, o sensin! İnanın sizlerin ellerinizin girmediği her hamur, tatsız ve tuzsuzdur. Dostlar! Birahanelerde sabahlayan gençlerin anneleri feryat ediyor! Ebeveyn, evlatlarının kötü gidişatından korkuyor.

İnzivaya çekilecek ne yerin, ne zamanın nede hakkın var!

Biliyorum kötü gidişatın oluşmasında senin bir olumsuzluğun yoktur, belki olsa olsa ihmalin vardır. Çünkü sen, her kürsüye çıkacağında iyilik, doğruluk, kardeşlik ve sevgiden bahsedersin. Yalan, yanlış, kin, nefret senin kitabında yazmaz!

Sende bilirsin ki, cennete giden yol kalabalıkların arasından geçer.

Merhum Elmalı Hamdi; "Milletimiz İslam'a çok hizmet etti, ama henüz misyonu ikmal et-

Senin yerin uzlet köşeleri değil, kalabalıkların arasıdır.

16 • May›s ‘12


“Sınıftan Sokağa İmam Hatip Sevdam”

Kardeşlerim! Allah’ın kulluğuna layık görüp yarattığı insanları, kardeşliğe layık görmeyenler var. Cennetin kapısına oturmuş, orada gelen geçenin sicil kontrolünü yapanlar var. Bir çok şeyini kaybettiği halde, bunun bile farkında olmayanlar var. Adı dillere destan olsun diye, zemzem kuyusunu kirletenler var. İşte tüm bunları bilgin, becerin, ferasetin ve yumuşak üslubun ile mahir bir usta, hazık uzman bir doktor gibi kırmadan dökmeden tamir edeceksin!

medi" der.

tatlı sözün, güler yüzün var.

İşte henüz ikmal edilmeyen bu misyon, şu anda senin omuzlarında!

Sen! "Gelse celalinden cefa yahut cemalinden vefa, ikisi de cana safa" diyecek kadar yürekli ve sabırlısın! Bir elinde bilgisayar, bir elinde Kur'an gönlü mazi sevdası, gözü istiklal heyecanı ile dolu olan İmam-Hatiplim! Seni saygıyla selamlar alnından öpüyorum, Yolun açık, Allah yardımcın olsun!

Rabbim, seni kendi evinde istihdam ediyor, ne mutlu sana! Korkma İmam-Hatiplim! Sen huzurlusun, çünkü sen hep "huzur"dasın! Her şey güllük gülistanlık olsaydı, Allah seni mükellef kılar mıydı? Yine her şey sadece dua ile sınırlı kalsaydı, Peygamberimiz çok sevdiği Mekke'den Medine'ye hicret eder miydi? Yine Eyüp Sultan Medine'den kalkıp, ilerlemiş yaşma rağmen İstanbul'a gelir miydi? Öyleyse bir şeyler yapmak lazım dostlar! Velhasıl azizim! İş çok, yük ağır, yol ince ve uzundur! Biliyorum; Dağların, taşların kaldıramadığı emanete talip oldun... Sen, madde ve paranın hâkim olduğu şu dünyada gönül adamısın! Bu yüzden sana hürmet ediyor ve seni ayakta karşılıyorum! Büyük İskender, kendisiyle aynı adı taşıyan, ancak ahlaki zaafları olan birini görünce; "Ya adını değiştir, ya da ahlakını" demişti. Adın da ahlakın da sana ne güzel yakışıyor İmam Hatiplim! Senin herkese yetecek kadar

Arkadaşlar! Bugünün modern insanı midesini doyurdu; ama ruhunu aç bıraktı. Hâlbuki siz, insanın midesiyle toprağa bağlı ve bağımlı, ruhuyla ise Allah'a bağlı olduğunu hep hatırlatırdınız. Ruhun gıdası hakkında her ne kadar rivayetler muhtelif olsa da siz hep bunun "İnanç" olduğunu savunursunuz. Amacı sadece yeme ve içmeye programlanmış, daha çok üretme ve daha çok tüketmeye endekslenmiş hayatın bir zaman sonra havayı, suyu, çevreyi kirleteceğini görüyor ve buna üzülüyorsun. Değer yargılan tamamen değişmiş, neyin yararlı ve neyin zararlı olduğundan ziyade, neyin daha rantabl olup olmadığı sorgulanır hale gelmiştir. Hatta bir batılının dediği gibi maalesef, "Dün köle olan insan, bugün robot oldu.” Çok acıdır ki, maddede "imarı" yakalayan insanlık, manada "irfanı" kaybetti. Böylece her birimiz adeta "refah" toplumunun birer üyesi olabilirken, "felahı" bir türlü yakalayamadık. İmam-Hatipliler! Ümitsizlik size asla yaraşMay›s ‘12 • 17


“Sınıftan Sokağa İmam Hatip Sevdam” maz, yarım bardak suyun tarifini yaparken yarısının boş olduğuna üzülmek yerine, yarısının dolu olduğuna şükretmeliyiz. Ayakkabıların çalınsa bile, ayağının yerinde olduğuna hamd etmeliyiz. Bu göz, bu gönül, bu anlayış ve feraset sizde olduğuna göre; Gurbette çamura düşmüş altınlar var, kaldırılması gerek! Hz. Âdem’in kıblesine yönelmekte sorunu olan pek çok torunları var, yardım edilmesi gerek! Ağrı Dağı’nda gemisini arayıp bir türlü Nuh (a.s)'u aramayanlar var, gösterilmesi gerek! Ezelde rabbi ile imzaladığı kulluk sözleşmesini unutanlar var, hatırlatılması gerek! Ama nasıl? Onlara götüreceğin zeytin dalının adım rabbim "Kaul-i Leyyin" (yumuşak söz) koymuş. Susadıkça su isteyenlere tuz gösterenlerin bulunduğu şu zamanda, sen onlara su gölünü gösterecek, hatta onları suya kandıracaksın (doyuracaksın)! Sen laboratuarda ilaç hazırlayan hekim gibisin. Bilirsin ki ilaç kattığın zehir miktarı çok olursa hasta ölecek, az olursa şifa bulmayacaktır. Hep itidali muhafaza edecek, aşırılığa hiçbir zaman gitmeden sana gelen hasta senden şifa bulacaktır. Hz. Peygambere hiddetle gelen Ömer'in ne halde döndüğünü, onda nasıl hayat bulduğunu pekâlâ bilirsin. Çağımızın hastalığı strese yakalanmış insanımıza deva olacak, hep rahmeti ön plana çıkaracak tavsiyelerinle, onlara gülün dikenli olmasından şikâyet etmek yerine dikenler arasında gül yetiştiren Allah'a şükretmelerini söyleyeceksin. Gözü ay yıldızlı bayrağa, kulağı ezana hasret kalmış delikanlıya, mensup olduğu bu necip milletin asalet dolu tarihi ile onur duyması gerektiğini öğreteceksin! Bulundukları yerde sorun olan değil, eğer orada bir sorun varsa, onu hep çözen olmaları gerektiğini anlatacaksın! Peygamber, takip edeceğin irşat usulünü 18 • May›s ‘12

çizmiş, "Zorlaştırmayın, kolaylaştırın, nefret ettirmeyin, sevdirin" buyurmuştur. Yinede sen bilirsin ki, yaşadığı yeri adeta cehenneme çeviren insanları vaat ettiği cennete kimse iltifat etmez! Kardeşlerim! Allah'ın kulluğuna layık görüp yarattığı insanları, kardeşliğe layık görmeyenler var. Cennetin kapısına oturmuş, orada gelen geçenin sicil kontrolünü yapanlar var. Birçok şeyini kaybettiği halde, bunun bile farkında olmayanlar var. Adı dillere destan olsun diye, zemzem kuyusunu kirletenler var. İşte tüm bunları bilgin, becerin, ferasetin ve yumuşak üslubun ile mahir bir usta, hazık uzman bir doktor gibi kırmadan dökmeden tamir edeceksin! Belki Hz. Nuh misali, inşa ettiğin gemiyi niçin inşa ettiğini bilmeyecek, hatta onu delmeye çalışacak, belki seninle alay edecek olan insanlara da, Yunus'un diliyle "Ben gelmedim dava için, benim işim sevgi için, dostum evi gönüllerdir, gönüller yapmaya geldim." Diyeceksin. İmam Hatipliler; Biliyorum, belki benim sizlere nasihat etmem yakışık almaz. Allah için, ellerimizi kaldırdığınızda bize de dua edin, ümmeti Muhammede de dua edin! Yolunu kaybetmiş birahanelerdeki kardeşlerimize de dua edin ki, o yolların yanlış öldüğünüze kötü olduğunun farkına varsınlar. Dua edin ki, karanlık yollar aydınlansın, kilitlenmiş kollar açılsın. Parmak aralarına sıkıştırılmış dikenler dökülsün. İşte bugün bu dileklerle, ben de Allah’a yalvarıyor ve diyorum ki: Ya Rabbi! Mihraplarımızı imamsız, kalplerimizi inançsız, ellerimizi kur-an’sız, dillerimizi duasız, gönüllerimizi sevdasız, camilerimizi cemaatsiz, minarelerimizi ezansız, Müslümanlıkla yoğrulan yurdu Müslümansız bırakma! Ya Rabbi!


“Sınıftan Sokağa İmam Hatip Sevdam”

Deneme Yarışması 5.sİ

TEBLİĞ BİZİM VARLIK GAYEMİZDİR ÜMMÜ GÜLSÜM DOĞU

B

u okula kayıt yaptırıp geldiğimde üzerime düşen vazifenin ve misyonun farkında de-

ğildim. Ama burada eğitim-öğretim gördüğüm iki yıl boyunca bir İmam-Hatipli olarak gelecekte yapacağım vazifenin ne kadar önemli ve kutsal olduğunu anladım. Çünkü ben insanların gözünde İslam’ı en iyi temsil eden ya da etmesi gereken insandım. Benim yapacağım yanlış bir davranış biliyordum ki İslam’a mal edilecek, “İşte bak, bir de İmam Hatipli olacak” diyeceklerdi. Sonra insanların ağzına pelesenk olan, hocaların yaptıkları ile söylediklerinin birbirini tutmadığını ifade eden sözler duyacaktık. “Hocanın dediğini yap. Gittiği yoldan gitme.” gibi. Demek ki benim İslam’ı temsil gücüm çok fazlaydı. Hata yapmamalıydım. İnsanlara hem sözlerim hem de davranışlarımla örnek olmalıydım. İslam’ın güzelliklerini, Cenab-ı Allah’ı, sevgili peygamberimi anlatmalı, anlatabilmek için onları çok iyi tanımalı ve dinimi en güzel şekilde yaşamalıydım. Çünkü Sevgili Peygamberim “Bir insanın hidayetine vesile olmak, bir vadi dolusu kızıl tüylü deveyi sadaka olarak vermekten daha hayırlıdır” diye müjde veriyordu. Belki de ben bir insanın kalbini Allah’a ve peygamberimize karşı ısındırabilirsem bu müjdeye mazhar olacaktım. Belki bir Kuran kursunda Kuran’dan ayrı kalmış sineleri Kur’an’la buluşturacak ya da öğretmen olup bir okulda, küçücük kalplere, sinelere Allah sevgisini, Peygamber aşkını yerleştirmeye, dinimi anlatmaya çalışacağım!

“Sizden hayra çağıran, iyiliği emredip, kötülükten men eden bir topluluk bulunsun, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” Ali İmran suresinin 3-104. ayeti inanan insanlara bir vazife, bir sorumluluk yüklemektedir. Bu ayet doğrultusunda biz imam hatiplilere düşen en önemli vazife tebliğ ve irşat görevidir. Tebliğ, insanlara dini doğru bir şekilde anlatmaktır. Tebliğ insanın Allah’a hakkıyla kul olmasını sağlar. İnsanın Rabbiyle irtibatını sağlam tutar. 20. asrın insanı, günahlarla içli dışlıdır. Ar perdesi kalkmış, insanlar utanmayı unutmuş, vicdanları sızlamadan, günah işlediğinin farkında olmadan günah işler hâlâ gelmişlerdir. Böyle bir durumda insanlara örnek olacak ve onlara doğru yolu gösterecek olanların başında imam hatipliler gelmektedir. “Kim insanlığa dini anlatırsa O, Allah’ın, Allah Rasul’ünün ve Kitabullah’ın halifesidir.” (Bakara 2/30. Ayet.) Bu mertebeye ulaşmak ve bu görevi hakkıyla yapmak bizim için en önemli vazifedir. Biz imam hatipliler var olduğumuz sürece; iyilik, hoşgörü, adalet ve özgürlük tohumları kötülüklerin üzerine serpilip onları yok edecektir. Toplumumuzda her iki dünya dengesini kuran okulların başında İmam-Hatip Liseleri gelmektedir. İmam-Hatip liselerinin önemi insanlara anlatılmalı ve bizler iyi ile kötünün birbirine karıştırıldığı bu zamanda toplumu karanlıktan çıkaran birer el feneri olmalıyız. Yeterli derecede dini eğitim, dini terbiye alamayan ve bunun eksikliğini her zaman hisMay›s ‘12 • 19


“Sınıftan Sokağa İmam Hatip Sevdam” seden Anadolu insanı, kendi evladı da aynı şeyleri yaşamasın, cahil kalmasın, dinini öğrensin diye evladını İmam-Hatip Lisesine göndermiş ve beklentisinin karşılığını fazlasıyla almıştır. Bu okullarda ahlaklı, ana babaya saygılı, çalışkan, milletini seven insanlar yetişmiştir. Bu okullarda eğitim gören gençlerde olumlu ve güzel değişiklikler yaşanmıştır. Bununla ilgili duyduğum bir olayı nakletmek istiyorum. “Dini inançları olmayan bir öğretmen devlet parasız yatılılık hakkından yararlanması için oğlunu İmam-Hatip Lisesine gönderir. Orada bir süre eğitim gören genç hafta sonu tatili için evine geldiğinde babası oğlunun namaza başladığını görür. Bundan çok rahatsız olur ve oğlunun namaz kılmamasını, bunların boş şeyler olduğunu, zamanını gereksiz şeylere harcamayıp, derslerine iyi çalışmasını söyler. Çocuk dilinin döndüğünce namazın Allah’ın emri olduğunu, Namaz kılmanın boş bir şey olmadığını ve namazın Müslüman bir insanın ilk vazifelerinden biri olduğunu söyler. Babası oğlunu namaz kılmaktan vazgeçirmeye çalışsa da oğlu namaz kılmaya devam eder. Oğlunun namazdan vazgeçmediğini gören babası sinirinden küplere biner ve oğluna hiddetle bir tokat atar. Çocuk babasına şöyle cevap verir:

-

Baba, eğer okulumda bana, anne babaya saygının dini bir vecibe olduğunu öğretmeselerdi şimdi ben de sana saygısızlık edebilirdim. Baba o gece sabaha kadar uyumaz ve oğlunun dediklerini düşünür. Gerçekten delikanlı güç kuvvet bakımından babasını dövebilecek durumdadır. Ama babasına saygılı davranmış, saygısızlık etmemiştir. Baba sabah kalktığında hanımına:

-

Hanım, biz oğlanı İmam-Hatip okuluna göndererek ne kadar doğru bir karar vermişiz. Bunu bugün daha iyi anladım. Bak ne kadar ahlaklı, saygılı, dürüst bir oğlumuz var. En iyisi biz 20 • May›s ‘12

küçük oğlanı da aynı okula gönderelim, der. İşte inanmayan insanlar bile bu okullarda yetişen gençlerin terbiyesini takdir etmiştir. Bu okullarda eğitim alan gençler geleceğin gönül erleri, geleceğe yön verecek eğitimciler, din görevlileri ve kanaat önderleri olacaklardır. Mesela öğretmen olanlar evlerinde dini eğitim almayan, hatta Allah’ı tanımayan çocuklara Allah’ı anlatacaklardır. Yine bu okullardan mezun olup imam-hatip olarak görev alanlar camilerde ve hayatın her alanında Allah’ı ve peygamberimizi anlatacaklardır. Öğretmenimin anlattığı bir olay bunun en güzel örneğidir. Öğretmenim, hasta olan bir öğretmen arkadaşını ziyarete gider. Arkadaşı Allah’a inanmayan ve evrim teorisinin doğru olduğunu hâlâ derslerinde işleyen, insanların maymundan türediğini iddia eden ve kızının adını da Evrim koyan ateist bir Biyoloji öğretmenidir. O sırada ilkokula giden evin kızı okuldan gelir. Çocuk, annesine: “Siz bana yalan söylediniz, bana Allah, cennet, cehennem yok dediniz. Ama okulda öğretmenim ve arkadaşlarım olduğunu söylüyor,” diyerek ağlamaya başlar. İşte toplumun İmam-Hatipliye ihtiyacı bu denli fazla, İmam-Hatiplinin görev ve sorumluluğu bu nispette çok ve ağırdır. İnsanda önüne geçilmez, fıtri olarak bir inanma ihtiyacı vardır. Eğer o ihtiyaç karşılanmazsa, din doğru şekilde ve doğru kaynaklardan öğrenilmez ve öğretilmez ise gençler, çocuklar olumsuz mezheplere, tarikatlara, yollara gider. Demokrat Parti Kayseri milletvekili İsmail Bardak’ın 1953 yılında naklettiği olay insanların tüylerini ürpertiyor. İstanbul’da iki Türk genci mukaddes Tevrat, İncil kitaplar şirketi müessesi başkanına müracaat eder. “Vicdanımızın manevi gıdaya ihtiyacı olduğunu hissediyoruz ve memleket muhitimiz bize bu gıdayı temin edemiyor. Bizi Hıristiyan yapınız” diyordu. Bir yakınımdan dinlediğim ve 1990’lı yıllarla


“Sınıftan Sokağa İmam Hatip Sevdam” Bizler kendi dinimizi ve kültürel değerlerimizi öğrenmezsek bütün dünyayı Hıristiyanlaştırmaya yemin eden ve bütün dünya Hıristiyan olmadan görevlerinin bitmediğine inanan Hıristiyan misyonerler kolaylıkla çocuklarımızı kandıracaklardır. Dinimiz İslam’ı öğrenip yaşarsak ve gelecek nesillerimize öğretirsek çocuklarımız inanç ve kültür boşluğuna düşmez. Bir takım batıl inançların ve misyoner faaliyetlerin oyuncağı haline gelmez. İslam dini son din, Hz. Muhammed (s.a.v) de son Peygamberdir. Müslümanlık bütün insanlığa gönderilmiş, orjinalliği, safiyeti ve asliyetini olduğu gibi koruyabilmiş yegâne ilahi dindir. Öyleyse dinimize sahip çıkmak bizim birinci görevimizdir. Dokuz Eylül Üniversitesi’nde yaşanan bir olayı anlatmak istiyorum. Olayı bizzat yaşayan kişinin ağzından aktarıyorum. “Bir gün öğretmenimiz derse gelmemiş, biz de okuldan erken çıkmıştık. Kapıda sınıftan bir kız arkadaşımla karşılaştım. Pek hoşlandığım bir kız değildi. Ama ağzımdan “İstersen bizim eve gel, bir çay içeriz.” sözü çıkıverdi. Vakit henüz erkendi. Arkadaş kabul etti. Eve geldik. Evde İmam- Hatip Lisesinden mezun, Tarih öğretmenliğinde okuyan bir arkadaş vardı. Önyargılı yaklaştığım, pek de hoşuma gitmeyen bu kızla bir anda kaynaştık, birbirimizi sevdik. Konu konuyu açtı. Arkadaşım, sınıftan bir delikanlının kendisine okuması için İncil verdiğini söyledi. Bu delikanlı, arkadaşıma yaratıcının olmadığını, her şeyin bir devir daim içinde olduğunu, elmanın çekirdekten, çekirdeğin elmadan türediğini söyleyip aklına birçok şüphe tohumu serpmişti. Arkadaşım fakir bir ailenin kızıydı. Annesi evlere temizliğe gidiyordu. Zaten inanç bakımından yeterli düzeyde olmayan bu kıza Allah’ın Adil olmadığını, eğer Adil olsaydı herkesin ekonomik olarak eşit düzeyde olacağını söylemiş. Arkadaşım anlattıkça ben çok şaşırıyordum ama onun kafasını meşgul eden bu sorulara cevap bulamıyordum. Sanki Allah o arkadaşım ile ev arkadaşımı buluşturmak konuşturmak istemiş, beni de vesile etmişti. Arkadaşımın kafası-

na takılan, imanına tuzak kuran soruları, İmam Hatip Lisesi mezunu arkadaşım bir bir açıkladı. Bir tane sure bile bilmeyen bu arkadaşım sonraki günlerde sureleri öğrendi. Arkasından da namaza başladı. Eğer arkadaşım evde olmasaydı ben arkadaşımın sorularına ikna edici cevaplar veremeyecek ve onu kafasındaki imanına tuzak kuran sorularla baş başa bırakacaktım. Öyleyse bizim, dinimizi en iyi ve doğru şekilde öğrenip, gelecek nesillere öğretmemiz lazım. İmanı ve inancı sağlam nesillerin yetişmesinde bizim emek ve gayretimiz çok değerli ve önemli. Bizler kendi dinimizi ve kültürel değerlerimizi öğrenmezsek bütün dünyayı Hıristiyanlaştırmaya yemin eden ve bütün dünya Hıristiyan olmadan görevlerinin bitmediğine inanan Hıristiyan misyonerler kolaylıkla çocuklarımızı kandıracaklardır. Dinimiz İslam’ı öğrenip yaşarsak ve gelecek nesillerimize öğretirsek çocuklarımız inanç ve kültür boşluğuna düşmez. Bir takım batıl inançların ve misyoner faaliyetlerin oyuncağı haline gelmez. İslam dini son din, Hz. Muhammed (s.a.v) de son Peygamberdir. Müslümanlık bütün insanlığa gönderilmiş, orjinalliği, safiyeti ve asliyetini olduğu gibi koruyabilmiş yegâne ilahi dindir. Öyleyse dinimize sahip çıkmak bizim birinci görevimizdir. Günümüzde bazı insanlar İmam Hatip Liselerinden mezun olan öğrencilerin sadece imam, May›s ‘12 • 21


“Sınıftan Sokağa İmam Hatip Sevdam” vaiz, müftü gibi din görevlisi olması gerektiğini iddia ediyor. Hâlbuki Atatürk İmam-Hatip okullarının çekirdeğini oluşturan Daru’s Hilafe’yi 21 Mart 1923’te Konya’da ziyaret etmiş. “Memnuniyetle görüyorum ki eğitim ve öğretim cidden dini hakikat içerisindedir. İnşallah memleketimizi, milletimizi ihya edecek çağdaş ve gerçek bilim adamları, faziletli öğretmenlerimiz sayesinde siz olacaksınız. Kıymetli gerçek âlimlerimizin mevkileri yüksektir. Âlimlerimizin bilim ve irfan erbabının yardım ve irşatlarıyla inşallah İbni Rüşd’ler, İbni Sinalar, Farabiler milletimizin içinden çıkarak bu asrın ihtiyaçlarıyla donanmış olarak dini hakikatleri ihya edeceklerdir. Ahmet Hamdi Efendi’yi, tebrik ve teşekkür ederim. Gördüklerimden devletin geleceği için memnunum” demiştir. Bu hadiseyi 1950’li yıllarda Diyanet İşleri Başkanlığı yapan Ahmet Hamdi Akseki aktarıyor. Bugün matematik, fizik, kimya, tarih, coğrafyanın yanında Kuran-ı Kerim, Arapça, hadis gibi dersleri gören İmam Hatip Lisesi öğrencilerinin sadece imam ya da müftü olmak zorunda bırakılmasına karşılık Atatürk’ün hem dini hem de fen ve sosyal bilimleri aynı anda öğrenen öğrencilerin okuduğu okulu denetledikten sonra söylediği sözler tarihe çok çarpıcı bir kayıt olarak düşülüyor. Halk bu okulların önemini çok iyi kavramış bu okullara maddi-manevi destek vermiştir. Bu nedenle bu okulların %97’si halkın desteği ile yapılmış ve devlet önemli bir maddi külfetten kurtulmuştur. Yine yapılan araştırmada bu okullarda okuyan kızlara: “Bu okullar olmasaydı, başka okullara gider miydin?” sorusu sorulmuş ve önemli bir kısmı “Hayır gitmezdim.” cevabını vermiştir. Araştırma sonuçları rakamlara çevrildiğinde yaklaşık 500 000 kızın bu okulların var olması sebebiyle eğitim aldığı ortaya çıkıyor. “Bir kızı eğitirseniz bir aileyi eğitmiş olursunuz.” Sözü düşünüldüğünde eğitilen insan sayısının 5-6 kat artığını düşünebiliriz. Bugün geriye dönüp baktığımda bu okulda 22 • May›s ‘12

okuduğuma şükrediyor ve “İyi ki bu okuldayım.” diyorum. Görevinin şuurunda olan İmam ve Hatiplerin artmasını ve İmam-Hatip Liseleri’nin eski günlerine dönmesini arzu ediyorum. Nasıl ki gecenin en karanlık anı sabahın en yakın zamanıdır. Nasıl ki sancılı bir doğumun ardı mutluluktur, sevinçtir. Ben de İmam Hatiplerin sabahının olduğuna, sıkıntının, sancının bitip doğumun gerçekleştiğine ve güzel günlerin ufukta göründüğüne inanıyorum. Güzel ahlakın insanlara kazandırılmasında, dinin doğru öğretilmesinde yine İmam ve Hatiplere büyük görev düşüyor. Eğer biz görevimizi layıkıyla yerine getiremezsek satanizm gibi sapık tarikatlara sapan içki, kumar, eroin batağına düşen, ahlaksızca yaşayan, anarşist, terörist olan, hırsızlık yapan her gençten biz sorumlu oluruz. Din konusunda söz sahibi insanlar olarak yapabileceğimiz o kadar çok şey var ki. Bir insana haramı helali anlatsak, kul hakkı yemenin, gıybet etmenin kötülüğünü anlatıp bir insanı bu kötü hasletten vazgeçirebilsek; ailesinden dini terbiye alamayan bir gencin, çocuğun elinden tutsak, ölmek pahasına bile olsa asla yalan söylememeyi bir hayat felsefesi haline getirebilsek az şey mi yapmış oluruz. Belki bütün dünyayı değiştirebilmemiz mümkün değil. Ama nasıl ki küçücük yağmur damlaları okyanuslar meydana getirebiliyorsa hepimizin ortak gayretinden kim bilir neler doğar. Damlalar, dereleri, nehirler, gölleri, denizleri, okyanusları oluşturur. “Deniz Yıldızı” hikâyesinde olduğu gibi denize atılan bir denizyıldızı misali, elinden tutulan bir insanın hem dünyası, hem ukbası değişir. Niyetimiz denize atılmayı bekleyen denizyıldızı değil, denizyıldızını okyanusla buluşturmayı hedefleyen bir insan olabilmek olmalı. Her yer denizyıldızı kaynıyor. Haydi, geç kalmadan onları kurtaralım.


GÜNDEM

EMPERYALİZM DÜŞMANLIĞI, MAZLUMLUK VE YALNIZ BIRAKILAN İSLAMİ HAREKET:

SURİYE ALİ TARIK PARLAKIŞIK

Z

ulme karşı olan bir dine mensubuz; hem de zalimin

dinini, ırkını, kökenini gözetmeden zalime, ‘zalim’ olduğu için karşı olan bir dine mensubuz… Allah yolunda cihadı emreden bir dine mensubuz… Adaleti emreden bir dine… Köleleri özgürleştiren, servetin belli bir kesimin arasında dönüp durmasına karşı duran, Allah’ın hâkimiyeti için çalışmayı emreden bir dine mensubuz… Her zaman ve mekânda insanları zulümden kurtaracak bir özelliği vardır, İslam’ın. Ve kapitalizmin her yerde vücut bulduğu, zulmün her yerden fışkırdığı, tağutların insanları fikri, dini, siyasi ve her yerden sömürdüğü 21. yy. insanına bir kurtuluş teklif eden İslam’ın nuru, insanların dibinde durduğu halde o ‘nur’a insanların yaklaşmadığı bir zamanda yaşıyoruz.

Doğrusu Hafız Esed, hem bölgedeki hem de Lübnan’daki dengeler adına İran’ı adeta hacir altına almıştı. Bu hacir işleminin Beşşar Esed döneminde de devam ettiği anlaşılıyor. İlginçtir, 1980’lerde Şam’ın ikiyüzlü manevralarına dikkat çeken Rafsancani’ydi. Aynı Rafsancani bugün de Esed rejimine karşı mesafesini koruyor, Suriye halkının haklı taleplerine dikkat çekiyor. Ama İran yönetimi Esed rejiminin arkasında duruyor. Suriye halkına karşı Esed rejimini destekliyor. Elbette tarih bu desteği de kaydedecektir.”

*** Suriye çeşitli (tabiri caizse) badireler atlatmış, kardeşlerimizin bulunduğu bir beldedir. Gerek Hafız el-Esed’in türlü entrikalarla başa gelmesi, gerek Hama’daki olaylar ve daha benzeri birçok vaka… Son intifada ise artık ipin koptuğu nokta… Geri dönülmez bir noktaya ulaştı Suriye Müslümanları… Suriyeli Müslümanlar için artık iki yol var; “Ya Zafer, Ya Şehadet!” Yazımın başlığında Suriye için üç özellikten bahsettim. Bu üç özellik müslümanıyla gayrimüslimiyle, çocuğuyla genciyle, erkeğiyle kadınıyla vs. bir şekilde Suriye’nin önemli işaret taşlarıdır; a)emperyalizm düşmanlığı, b)mazlumluk, c)yalnız bırakılan İslami Hareket. *** Artık hiçbir şey eskisi olmaMay›s ‘12 • 23


Suriye Müslümanları dini hassasiyet anlamında çok ileri seviyededirler. Gerçekte dindar bir halktır. Mısır, Tunus vs. gibi İslami beldelerdeki gösterilere baktığımızda genel kullanılan sloganlarda demokrasi, özgürlük vs. daha çok ön plandadır. Ama Suriye halkının mitinglerine/cihadlarına baktığımızda; sloganlarının, konuşmalarının içeriği neyi hedeflediklerini göstermektedir.7

yacak… Taşlar yerinden oynadı… Tağutlar artık, eskisinden daha çok korkuyorlar… İnsanlar, Allah’ın dinine dalga dalga giriyorlar… Emperyalizmin sonu yaklaştıkça yaklaştı… Artık daha dik, daha inkılâpçı bir İslam nesli geliyor… Mazlumlaşanları kurtaran, tağutları deviren, İslam geliyor… Az kaldı… Artık emperyalizm bitecek… Kapitalizm çökecek… Ezilenler ezilmeyecek… İşçiler hak ettiğini alacak… Zulüm bitecek… Çünkü İslam geliyor… “İslam halkları ayağa kalktı”… İslam halkları ayaklandı… Az bir şey kaldı… Çok az… Yakında… Umutla ve devrimle… Kötülüğün karşılığı, onun misli (benzeri) olan kötülüktür. Ama kim affeder ve ıslah ederse (dirliği kurup-sağlarsa) artık onun ecri Allah’a aittir. Gerçekten O, zalimleri sevmez. (Şura Suresi 40. Ayet) Zulmetmekte olanlar, nasıl bir inkılâba uğrayıp devrileceklerini pek yakında bileceklerdir. (Şuara Suresi 227. Ayetin sonu.) *** Beşşar Esed’in babası, Hafız el-Esed Suriye’de yönetime el koyduktan sonra, cumhurbaşkanı sıfatını alabilmesinde bir engel vardır; Suriye’nin anayasasında yer alan, cumhurbaşkanının Müslüman olma şartı. Hafız el-Esed, anayasayı değiş24 • May›s ‘12

tirmeye kalkmadı. Ama zalim ve tağut selefleri ve halefleri gibi o da dini kullanmayı düşündü. İlk işi bu oldu. Yani hemen belam1 aramaya başladı. Ulema ile temasta bulundu.2 Musa Sadr’dan, “Nusayriler’in de Ehl-i Beyt’ bağlı müslümanlar olduğu”3na dair fetva alındı. Bu fetvaya Ramazan el-Buti ve Şeyh Kuftaro’dan alınan fetvalar da eklendi.4 Abdullah Muradoğlu’nun tespitleri gerçekten yerindedir; “1970’lerde Lübnan’da yükselen bir siyasal-askeri güç olarak Şiileri destekleyen de, 1987’de Batı Beyrut’ta Fathallah Kampı’nda Hizbullah milislerini katleden de, Baas’ın askerleriydi. Hizbullah’ın yayın organı “El-Ahd” gazetesinde Suriye’nin Lübnan politikasının ve Batı Beyrut’a girmesinin dış güçlerce ve özellikle ABD tarafından belirlendiğine dikkat çekilmişti. Sahi Suriye’nin Lübnanlılara dayattığı, Marunileri ve faşist Hıristiyan falanjistleri güçlendiren ‘Taif Antlaşması’na en fazla karşı çıkan o yıllarda İran değil miydi? Ama Esed rejimi ayakta kalsın diye Şam’a bedava petrol ve silah akıtan da yine İran olmuştu. Doğrusu Hafız Esed, hem bölgedeki hem de Lübnan’daki dengeler adına İran’ı adeta hacir altına almıştı. Bu hacir işleminin Beşşar Esed döneminde de devam ettiği anlaşılıyor. İlginçtir, 1980’lerde Şam’ın ikiyüzlü manevralarına dikkat çeken Rafsancani’ydi. Aynı Rafsancani bu-


gün de Esed rejimine karşı mesafesini koruyor, Suriye halkının haklı taleplerine dikkat çekiyor. Ama İran yönetimi Esed rejiminin arkasında duruyor. Suriye halkına karşı Esed rejimini destekliyor. Elbette tarih bu desteği de kaydedecektir.”5 *** Suriye bizim tek meselemiz değil, bilakis meselelerimizden bir meseledir. Dünyanın neresinde bir müslümanın ayağına diken batsa acısını hissetmek zorunda olduğumuz için, nerede İslami bir kıyam olsa destekleriz. Desteklemek zorundayız. *** “Emperyalizmin parmağı var”, “bir kıyam olmalı ama şimdi değil” gibi sözlere gelince; a)Eğer emperyalizm gerçekten Suriye halkını bu kadar etkilemişse (yani binlerce ölüm verecek kadar, milyonlarca insanı sokağa dökecek kadar) ne bizim ne de diğer cenahların bir söz söylememize gerek yoktur. Çünkü zaten emperyalizm başarıya ulaşmıştır; koskoca bir halkı yönetime karşı ayaklandırmış(?). (Ki zaten, Suriye halkı Esed’i istemediği gibi, emperyalistleri de, ülkesinde istememektedir.) Zaten emperyalizm; zulümse, sömürüyse Esed Suriye’de hem makamlara geçirdiği akrabalarıyla birlikte mali açıdan Suriye’yi sömürüyor. Halka da yaptıklarını görüyoruz zaten… b)Baktığımızda Suriye yönetimi askeri, siyasi açıdan halktan güçlü. Halkın bir süre daha gelişip, yeterli duruma geldikten sonra kıyam etmesi, gibi bir düşünce de gülünçtür. O süreyi nasıl

Suriye’de bir kıyam var. İslami bir kıyam! Mezhebi, siyasi, saçma tahlillerden uzak bir düşünce lazım! Ümmet temelli. İslam temelli! Emperyalizmin kökünü kurutacak, gerçek hayat dini, evrensel adalet ve barış yurduna çağıran6, bir din var; İslam. Ve bu dinin mensupları var; Müslümanlar. Suriye Müslümanları dini hassasiyet anlamında çok ileri seviyededirler. Gerçekte dindar bir halktır. Mısır, Tunus vs. gibi İslami beldelerdeki gösterilere baktığımızda genel kullanılan sloganlarda demokrasi, özgürlük vs. daha çok ön plandadır. Ama Suriye halkının mitinglerine/ cihadlarına baktığımızda; sloganlarının, konuşmalarının içeriği neyi hedeflediklerini göstermektedir.7 “Azim olan Allah’a yemin ederiz ki, Şehitlerimizin akan kanlarına suskun kalmayacağız! Azim olan Allah’a yemin ederiz! Azim olan Allah’a yemin ederiz! Azim olan Allah’a yemin ederiz! Kadınlarımızı, çocuklarımızı, kardeşlerimizi, âlimlerimizi ve şehitlerimizi kanımızın son damlasına kadar savunacağız. Humus’un cesur ruhlarının hayali: Ya muzaffer olmak ya da ölmek!

belirleyecek mazlum olan bir halk? Diktatörler

Ya zafer, ya ölüm!

zaten güçlü durumda. Bir de Suriye’de Esed’in

Ya zafer, ya ölüm!

halka zulmedip, halkı maddi açıdan fakirsizleştirdiğini düşünürsek.

Ve Allah sözlerimize şahittir…

*** May›s ‘12 • 25


Allah sözlerimize şahittir… Allah sözlerimize şahittir… Arap Birliği, Gözlemciler, Suriye Rejimi, Amerika, Obama, Sarkozy, Bütün yöneticiler: Hepsi Dinliyor! Ey gençler zafer kimden gelir? - Allah’tan! Allah’tan! Ey gençler! Ben biraz önce El-Cezire ile görüştüm… Bütün dünya sizi izleyecek! İçinizde Obama’dan zafer/yardım bekleyeniniz var mı? -

Hayır!

İçinizde Erdoğan’dan zafer/ yardım bekleyeniniz var mı? -

Hayır!

İçinizde herhangi bir şahıstan veya ya da meclisten veya ARarp Ligi’nden yardım bekleyeniniz varsa burayı terk edebilir! Zafer kimdendir? -

Allah’tan.

Ellerinizi kaldırın… Zafer kimdendir? -

Allah’tan.

Bismillahirrahmanirrahim.

26 • May›s ‘12

“Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman, Ve insanların Allah’ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde,

“Allah’ın yardımı ve fetih geldiği zaman, Ve insanların Allah’ın dinine dalga dalga girdiklerini gördüğünde, Hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.” (Nasr Suresi) Allah’ım! Senden başka kimsemiz yok!”8 Allah’ın indirdiği ile hükmeden, ümmeti yaşayan, küresel çapta bir güç Müslüman ümmete iyi gelecektir… İslami Ümmeti kendine getirecektir… Umutla ve devrimle…

Hemen Rabbini hamd ile tesbih et ve O’ndan mağfiret dile. Çünkü O, tevbeleri çok kabul edendir.” (Nasr Suresi) Allah’ım! Senden kimsemiz yok!”8

başka

Allah’ın indirdiği ile hükmeden, ümmeti yaşayan, küresel çapta bir güç Müslüman ümmete iyi gelecektir… İslami Ümmeti kendine getirecektir… Umutla ve devrimle…

Dipnotlar 1 Allah’ın dinine Karşı çalışan âlimler. 2 Bülent Şahin Erdeğer, İran Suriye İlişkileri: Pragmatizmin İlkelerle Savaşı, Haksöz Dergisi, sayı 249, Aralık 2011 3 Bülent Şahin Erdeğer, a.g.m. 4 Bülent Şahin Erdeğer, a.g.m. 5 Abdullah Muradoğlu, Suriye Baasçıları Nasıl İktidarda Kalabildiler?, Yeni Şafak Gazetesi, 19 Haziran 2011 6 Allah barış yurduna çağırır ve kimi dilerse dosdoğru yola yöneltip-iletir. (Yunus Suresi 25. Ayet) 7 Amacımız Mısır, Tunus ve benzer diğer Müslüman beldelerdeki özgürlük mücadelelerini karalamak değildir. Düşüncemiz, Müslüman olmasa dahi zulümden zalimden kurtulmak, zulümden, zalimden bir halkı kurtarmak olanların bu tavırlarını beğeniriz, destekleriz. Ama akidemizden, inancımızdan dolayı da İslami bir mücadeleyi önemseriz. Zaten şöyle bir durum var; bir yerde İslam Şeriatı hâkim olunca, oradaki her türlü, zulüm, haksızlık, fuhşiyat biter. 8 Suriye’nin, Humus kentinde yapılan gösterilerde ki konuşmacı ve göstericilerin söyledikleri.


GÜNDEM

4+4+4 İle Ne Değişmeliydi ve Ne Değişti? BURAK KALPAKLIOĞLU 2012 yılı eğitim açısından yapılan değişikliklerle bir devrim yılı oldu. Senenin başında albayların, binbaşıların girdiği içinde vatandaşın devlete karşı sorumlulukları, komşu ülkelerle ilişkilerimiz gibi bilgilerin yer aldığı ve derse giren dindar öğrencileri fişleme işlevi gören milli güvenlik dersi kaldırıldı. Daha sonra 28 Şubat ürünü olan katsayı zulmüne son verildi ve en son mecliste kabul edilen 4+4+4 yeni eğitim sistemi ile de 8 yıllık kesintisiz eğitim sistemi değiştirildi. 4+4+4 ile ne değişecek, ne olup bitecek zaten herkes az çok haberdar. Biz analiz kısmına geçelim. 4+4+4’ün 8 yıl kesintisiz eğitimden daha akla yatkın bir sistem olacağını herhalde tartışmaya gerek yok. Örneğin eski sistemde yabancı dil eğitimi çok yetersiz kalıyordu. Türkiye’de 2. sınıftan itibaren 12. sınıfa kadar her öğrenci 10 sene boyunca İngilizce dersi görür. Peki, İngilizce konuşabilen kaç kişi, “ben bu dili konuşuyorsam okulda gördüğüm İngilizce

derslerine borçluyum” der? Yeni sistemde 2. kademeden itibaren yabancı dil derslerine epey ağırlık verilmiş ancak değiştirilmesi gereken içerik. Yine aynı şekilde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi de sıkıntılı bir içeriğe sahiptir. Din dersi adı altında öğrencilere Atatürk ve din, Atatürk ve laiklik gibi konuların anlatılması ve dini istismar ederek öğrencilere sistemi şirin gösterme çabası da eski sistemin çarpıklıklarından biriydi. İkinci husus ise okul bir çocuk için haftanın beş günü gitmek zorunda olduğu gittiği zaman da arkadaşlarıyla geyik yapabilmek için hep teneffüs aralarını beklediği akşam kafasını yastığa koyduğunda “ufff yarında mı okul var” diye dert yandığı bir kurum olmamalı. Her zaman söylenilen klişe bir söz var, okulu çocuğa sevdirmek lazım diye. Bence öyle bir şeyin olması mümkün değil, okulu hiçbir zaman öğrenciye sevdiremezseniz. Ancak okulu öğrencinin 40 dakika boyunca dört duvar arasına sıkışıp May›s ‘12 • 27


Bir diğer üzerinde durulması gereken konu ise 4+4+4’ün 12 yıl zorunlu olması. Her aile çocuğunu okutmak zorunda mıdır? Ya da her aile çocuğunu okutabilecek maddi imkâna sahip midir? Bence zorunlu eğitim, yeni sistemin en kötü yanı. Yeni eğitim sistemiyle birlikte isteğe göre okullarda İngilizce, Almanca, Fransızca dillerinin yanı sıra Kürtçe eğitim de verilebilecek. Böylece bir insan hakkı ihlali olan ana dilde eğitim yasağı da kaldırılmış olacak. Öğrencilere diploma 12 yılın sonunda verilecek ve tek diploma olacak. kaldığı ve hiç görmek istemediği ama görmeye de zorunlu olduğu dersleri değiştirerek ya da seçmeli yaparak, okulu zorunlu olmaktan çıkarıp ya da sınırlı devamsızlığı kaldırarak okulu öğrencinin gözünde değiştirebilirsiniz. Yok 8 yılmış, yok 4+4+4’müş rakamların bir önemi yok yeni sistemle beraber öncelikle öğrencinin gözündeki okul imajı değiştirilmeliydi bu ancak nasıl yapılabilirdi. Öğrencilere velilere ve öğretmenlere danışarak yapılabilirdi. Peki, böyle mi yapıldı? Hayır yapılmadı. O zaman ne yapılmış oldu, değiştirilmesi gereken iki durum vardı. Birincisi eğitimi Kemalist baskıdan kurtarmak, ikincisi ise okulu öğrencinin her gün usanarak sıkılarak gittiği bir yer olmaktan çıkarmaktı. Yeni sistemin ilk tartışıldığı zamanlar 28 Şubat’ta kapatılan imam hatiplerin ve meslek liselerinin ortaokul bölümleri açılacaktı, ancak tasarı değişti ve bu da bizim açımızdan hayal kırıklığı oldu. Yeni sistemin en tartışılan tarafı seçmeli ders olarak konulan Kuran ve siyer dersleri oldu. Sol-laik kesim pek bir hiddetlendi bu derslere. Mezkûr kesimin bu konudaki tavrını ben pek anlayamadım, çünkü adı üstünde zaten bu dersler seçmeli ders olacak. İsteyen alabilecek istemeyen almayacak. Ayrıca toplumun devletten bu yönde beklentisinin olduğu açık. Bu kadar yaygara koparmanın anlamı ne? Aslında okullarda Kuran ve Hz. Peygamber’in hayatı 28 • May›s ‘12

derslerinin olması bizim açımızdan tabi ki sevindirici bir gelişme, ancak şöyle de bir durum var ki siyer dersleri okullarda nasıl anlatılacak orası da meçhul. Çünkü Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersinde anlatıldığı gibi Rasulullah’ın sadece ahlaki yönüne değinip o dönem putlara ve cahiliyeye karşı verdiği mücadeleye hiç değinilmeyecekse bunun çok da bir anlamı yok. Yine aynı şekilde devletin din dersi kitaplarında hiç yer vermediği cihad ve tebliğ gibi kavramlar bu derslerde de hiç yer almayacak mı? Bir diğer üzerinde durulması gereken konu ise 4+4+4’ün 12 yıl zorunlu olması. Her aile çocuğunu okutmak zorunda mıdır? Ya da her aile çocuğunu okutabilecek maddi imkâna sahip midir? Bence zorunlu eğitim, yeni sistemin en kötü yanı. Yeni eğitim sistemiyle birlikte isteğe göre okullarda İngilizce, Almanca, Fransızca dillerinin yanı sıra Kürtçe eğitim de verilebilecek. Böylece bir insan hakkı ihlali olan ana dilde eğitim yasağı da kaldırılmış olacak. Öğrencilere diploma 12 yılın sonunda verilecek ve tek diploma olacak. Öte yandan öğrencinin 4 yıl veya 8 yıl okumasının bir anlamı olmayacak ve öğrenci okulu yarıda bıraktığı takdirde eğitimsiz sayılacak. Ancak ortaokulu tamamlayanlara ilköğretim sertifikası verilecek.


KARİKATÜR ANALİZİ

SÛDE KARAMANOĞLU

KENDİ KENDİNİ HAPSEDEN ADAM 1. Az ve öz: (minik kuzenimden): Hapis çiziyor başkaları hapis olsun diye. Kendisinin yaramazlık yapmayacağını düşünüyor ama sonra kendisi hapsoluyor. 2. Birileri olanların farkındalar, duyarsız kalmayalım, bir şeyler yapalım da şu üç maymuncular kendilerine gelirler belki diyorlar. Birileri var söylüyorlar, yazıyorlar, biliyorlar, çiziyorlar, soruyorlar. Nereye gidiyoruz, ne oluyoruz, ne yapıyoruz diye sesleniyorlar. Vakit gelmedi mi diyorlar. Doğruları görüp, gerçekleri söylüyorlar ama onlar söyledikçe dokuz köyden kovuluyorlar, fişleniyor, bildiriliyor, çiziliyor, soruluyor, susturuluyorlar. 3. Uzunca bir yol. Sonu ateşi varıyor. Yol kenarından isteyen su topluyor isteyen odun. Yolun sonu ateşe varıyor. Ateşe varıp onu aşmak gerek. Yol uzun. Azık su mu olsa güzel odun mu? Yol uzun. Sonunda ateş var. Unutuluyor. Unutulanda mı suç, unutanda mı?

KAFESTEKİ KUŞLAR 1. Bana bir harf öğretenin kırk yıl kölesi olurum. (Hz. Ali) 2. Özgürlük bir bakıma farklılıktır, özgünlüktür. Farklılık ise kıyafetle, mal mülkle değil ilim ve ilmi ‘bilmek’(yaşamak) ile sağlanır. Kişi bildikçe farklılaşır, özgürleşir. Ancak bir süre sonra birileri rahatsız olmaya ‘bilen’lerin özgürlüklerinin bittiğini söylemeye başlarlar. Hâlbuki onların özgürlüklerinin başladığı kulvarla ‘bilen’lerinkinin kulvarı bir değildir. Kulvarlar farklıdır belki havuzlar bile. Ama yine de rahatsız olanlar vardır. Bilmek istemedikleri gibi bilinsin de istemezler. ‘Bilen’ler bilir bunu ama ‘bilemeyen’lere ‘bilen’lerdenmiş gibi gözükürler. Azınlıklardır bunlar ama demokrasilerde azınlıkların söze geçer ve bilenlerin özgürlüğü biter. May›s ‘12 • 29


ŞİİR

YANLIŞ GİDEN ŞEYLERİN ANISINA MUHAMMED GİDER Güngören İmam Hatip Lisesi

Genç adam yazmaya başladı.

Sokak lambalarının altında

Sanki bir şeyler anlatmak istiyordu. Göz-

Donuk, mat, kimsesiz fikirler var

leri uzaklardan birini bekliyordu.

Darağacı artık şapkasız

Felahın atlıları sandı ve sevincini geçmiş-

İşi bırakıyor

teki öfkesine karıştırdı.

Kahramanımız milenyum güneşten

Heyecanla, kinle, umutla döktü mürekke-

Şimşekler kaldı payımıza

bi lekeli kağıtlara

Acaba adaletten payımıza ne kalmıştı Belki de payımız sona karışmıştı.

***

Yanlış giden şeyler var Yanlış giden çok şey var

Güneş ısıtmıyor artık

Bir yıldız kayar

Yanlış giden bir şeyler var

Klasik bir eylem gibi

Yanlış giden çok şey var

Bir medeniyet çöker

Yanlış eylemler gözlerimizde donan

Kafamıza zindan gibi

Yanlış söylemler hayatlarımızda

Kafamız boş şeylerden dolayı patlar

Pusu kuran

Beynimiz karakolda kan kusar

Yanlış giden şeyler

Yanlış gidiyor demiştim ya

Umutlarımıza darbe vuran

Adalet yalnız gider

Karanlıklar var yarına uzanan

Adalet barışa küser

Karanlıkta kaybolan sabıkalar var

İsyan belirir gözlerimizde

30 • May›s ‘12


Ve yazarız umudu

***

Belki slogan gibi gelir

Ve birden bire bir koma sancısı

Belki iticidir

Şu gelen galiba yobaz Roma’nın hancısı

İncitir belki fakat

Genç adamın Felah atlısı sandığı Roma’lı

İçi yarınımızı kuracaktır

bir hancı çıktı! Hancı bıçağı kemiğe da-

İçi yeni bir dünyayı andırır

yadı ve genç adam gözlerini gökyüzüne

Belki yanlış giden şeyler

doğru çevirdi. O zaman hancı onu batak-

Artık doğru gider

lığa sokup çıkarıyordu. Bir bataklıktaydı

Doğru giden bir şeyler yakında var olacak

dünya. İşte şimdi felah atlıları gelebilir

Ve bir şiir yazılacak

diye bağırdı ve bıçak, kemiğe dayanan bı-

Ve bir şiir, tarih yazacak

çak boğazı kesti. Ve bu şiirine bir sır verdi

Ve bir şiir, adalet ve barışı barıştıracak

‘ben o bir avuç olamadım bari tarih yaza-

Eşitliği ise sadece matematiğe hapsede-

cak şiir sen ol’ dedi.

cek Bir umut dünyayı huzura gark edecek Bir avuç dünyaya felah getirecek

May›s ‘12 • 31


BİR KİTAP BİR YAZAR

MEVLANA ÇAKIRAL “GELİN ANNE BABA OLALIM” SARE GÜLCE YENİCE

A

tışalanı Lisesi, Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık öğretmeni Mevlana Çakıral’la, 2011 yılında basılmış olan “Gelin Anne-Baba Olalım” kitabı üzerine konuştuk. Kitabı hazırlamaya, Milli Eğitim Bakanlığı’nın “Her Okula Bir Yazar” projesi kapsamında başlayan Mevlana Çakıral’la, kitabının içeriği ve yazım aşaması hakkında konuştuk. Genç Öncüler: Kitabın başlığından başlayalım söze müsadenizle. Neden konuya anne baba ile başladınız? Mevlana Çakıral: Gençlerle de başlanabilirdi elbette, fakat anne ve babalar çocuğun ahlaki gelişiminde büyük ölçüde pay sahibidir. Gençler ise süregelen bir düzenin sonucudur. Yani çevresel ve ailevi etkileşimler sonucunda açığa çıkan durumdan etkilenirler. Bir insanın hayatında ilk ilişkiler hep ailede başlar. Anne baba 32 • May›s ‘12

ve kardeşler arasında doğan bireyler, sosyal hayatla etkileşimlerine ilk olarak aile içerisinde başlar. Bu sebeple çalışmaya ailenin mimarlarıyla başlamak daha makul oldu. Genç Öncüler: Kitabın 2011 senesinde basıldığını biliyoruz peki yazım süreciyle alakalı bilgi alabilir miyiz? Mevlana Çakıral: Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde yürütülen bazı çalışmalar var. Bunlardan biri de “Her Okula Bir Yazar” adı altında başlamıştı. Proje kapsamında yer alan öğretmenler bu süreçte çeşitli seminerler verdiler. Yine bunun devamı olarak velilere ve öğrenci gruplarına yönelik seminerler ve sunumlar hazırlandı, yakın zamanda uygulanmak üzere. Bu proje vesilesiyle ortaya çıkmış bir kitap diyebiliriz. Ana hatlarıyla özetlemek gerekirse, çocuğun aile içinde yetişmesi, koşullar ve yeni dönemde ailenin çocuklarına olan yaklaşımlarının değişi-


mini temel alan bir kitap “Gelin

idare etmek için genel geçer

Anne Baba Olalım”.

bir kural vermek çok zor. Ayrı-

Genç Öncüler: Anne baba-

ca bu süreçte kısa vedede kesin

nın ergenlik dönemindeki ço-

çözümler beklememek gerek.

cuklarına olan tutumları üzeri-

Tıpkı hasta olunca ilaç kullan-

ne ne düşünüyorusunuz?

mak gibi, bir takım gereklilikler

Mevlana Çakıral: Ergenlik

ve kurallara uyum sonucu belki

dönemi bazılarında çok rahat

uzun vadede fakat olumlu so-

fakat bazı insanlarda çok san-

nuçlar almak mümkün. Sabırlı

cılı yaşanan bir dönemdir. Ra-

olmak ve idare etmek gerek

hat geçse bile, ergenlik dönemi

fakat bu çok serbest bırakmak

ailenin bazı konularda çocuğa müdahalesi için son derece geç bir dönemdir. Şunu görmek gerek, bu safhanın farkında olarak ergenlik krallığına savaş açmayıp iletişime açık olmak gerek. Yani ona karşı çıkmaktansa idare etmek gerek ve bu idare herkesin, her ailenin kendi yapısı içinde yeniden anlam kazanır. Çocukları bu dönemde

Çocuğun aile içinde yetişmesi, koşullar ve yeni dönemde ailenin çocuklarına olan yaklaşımlarının değişimini temel alan bir kitap “Gelin Anne Baba Olalım”

anlamına da gelmez kesinlikle. Nihayetinde ergenlik çocuğun kimliğini ve kişiliğini bulma arayışında olduğu bir dönemdir, bu durumu atlamayarak ve onların kimliklerine hakaret etmeyerek emin bir yol izlemek gerekir. Genç

Öncüler:

Teşekkür

ederiz hocam. May›s ‘12 • 33


DENEME

Modern Çağın Tuzakları UĞUR DEMİREL

S

on yıllarda günümüz gençlerinin, özellikle soğuk savaş dönemi sonrasında modernizmin illetinden kendilerini kurtaramadıkları dikkat çekmektedir. Modernlik anlayışı, kapitalizm gibi kan emici bir akımı da beraberinde getirince, kanını emebilecekleri yeni kurban kitleleri bulabilmek için insanlığın geleceğine yön verecek olan gençler üzerinde oynadıkları oyunları, hazırladıkları tuzakları kestirmek de güçleşmiştir. İnsanı hayvandan ayıran en önemli özelliğinin düşünmek olduğu bilinir. Lakin insanın insanlık yapması, yani düşünmesi modern ve kapital hayatı gıdasız bırakması anlamına geldiğinden, gençlerin kendilerini ifade edememeleri, çevresinde olup bitenleri yorumlayamamaları gibi planlar ağırlık kazanmıştır. Ancak şunun da bilincindedirler ki insan fıtratı gereği boş duramaz. Mücadele edeceği, üzerine fikirlerini beyan edeceği, kısacası oyalanacağı bir şeyleri gençlere sunmalı-

34 • May›s ‘12

dır ki rahat çalışma ortamı bulsun. Bu bağlamda, hele iletişim araçlarının bu denli mesafe kat ettiği bir çağda çeşitli ilgi odakları gençlere sunulmakta ve uyuşturulmaktadır. Moda, futbol, festival gibi günlük hayatın içine sızan, sızmakla kalmayıp bir daha gitmemeyi amaçlayan yaşam stilleriyle bunu gerçekleştirdiklerini söylemek güç olmasa gerek. Günümüz gençlerinin vaktini nelere ayırdığına, gündemini işgal eden olayların neler olduğuna bakmak bile yeterince açıklayıcı olacaktır. Modanın, özellikle bayanların hayatında ne kadar yer ettiğini düşünün. Güne ayak uydurma çabası öyle boyutlara ulaşmış ki reytinglerin zirvesinde, o gün ne giyileceğine dair yayın yapan programlar var. Lakin şu noktaya dikkat edelim; o gün ne giyileceğinden bahsettik. Dolaplar açılınca çeşit çeşit kıyafetlerin sahiplerini karşılaması diğer günler hakkında bilgi verecektir sanırım. Üstelik artık manevi değerlerini muhafaza ettiğini söyleyenler de modaya ayak uydurma çabasında. Tesettürün küresel kapitalizmin konusu olabilece-


Bu modern-kapitalist yaşam tarzına uyum sağladıktan sonra çemberin içinden çıkmak güç… Ancak insan, insanlığını yaparsa, düşünürse zorun içinde kolaylığı görecektir. Çünkü biliyoruz ki: ‘’Gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır.’’ O zaman insan kendine sorular sormaya başlayacaktır. Ben kimim? Bu dünyadaki misyonum ne olmalı? ği kimin aklına gelirdi ki? Başörtüsüyle daracık pantolonun bir arada bulunmasını sorun olarak görmeyenler, çeyrek tesettürle gerçek tesettür arasındaki savaşta, çeyrek tesettürden yana tavır aldıklarını bilmelidirler. Aslında bu duruma baş kaldırmayanlar özgür(!) dünyanın çağdaş köleleri olduklarının farkında değiller. Boyunlarında, ellerinde ve ayaklarında prangalar olmayışı, gittikçe dibe vurmalarına sebebiyet vermektedir... Yıllar önce ülkesini batırdıktan sonra, bunca yıl nasıl iktidarda kalabildiği sorulan başkanın cevabı mühimdir: ‘’Üç tane koca beşik yaptırdım.’’ Bu cevap futbolun, gençliği sindirmede nasıl bir misyon üstlendiğinin de göstergesi. Öyle ki batıl bir din halini almaya başladı desek pek de yalan olmaz. Koca Akif mukaddesatına asla söz söyletmezken, torunları takımlarına asla söz söyletmiyor. Er meydanında aman bir şey demesinler diye susarken, tribünlerde kınayıcının kınamasından çekinmeksizin küfürler havada uçuşuyor. Zulme karşı meydanlarda elli kişiyle mitingler yapılırken, şike olaylarına karışan futbol takımlarına destek olmak için on binler toplanıyor. Ne acı. Keşke akledebilseler daha büyük şike, hatta en büyük şike Afrika da yapılıyor, haydi oraya destek olalım diye. Festivallere, konser biletlerine yüzlerce lirayı seve seve verenler, o parayla onlarca aç kardeşinin doyacağını düşünmüyor. Saatlerce, iğne atsan

yere düşmeyecek bir kalabalıkta rock dinlemek, bir yetimin yüzünde belirecek tebessümden daha mı sevimli geliyor kestirmek zor… Bu modern-kapitalist yaşam tarzına uyum sağladıktan sonra çemberin içinden çıkmak güç… Ancak insan, insanlığını yaparsa, düşünürse zorun içinde kolaylığı görecektir. Çünkü biliyoruz ki: ‘’Gerçekten zorlukla beraber kolaylık vardır. Gerçekten güçlükle beraber kolaylık vardır.’’ O zaman insan kendine sorular sormaya başlayacaktır. Ben kimim? Bu dünyadaki misyonum ne olmalı? Kimlere baş kaldırmalıyım? Kimin tarafında olmalıyım? Soruların cevabını buldukça dünya düzelecek, insanlar gerçek özgürlüğe doğru gidecekler. Abdurrahman Arslan’ın dediği gibi: ‘’Özgürlük bir inşadır. Aynı ilkelliğin inşası gibi.’’

May›s ‘12 • 35


DENEME

Hz. Âdem’den HZ. Muhammed’e ÜMMÜ GÜLSÜM TAYFUR

Y

aşayan ve sınırsız yaşatan Dünya... Kurallar koyan hayat ve kendi inanışlarına göre yaşayan ve de yaşamaya çalışan kocaman ama düşünüldüğünde çokça büyük olmayan Dünya. Globalleşen ve milyonlarca hayat olan birçok inanışa ve dini inanca sahip olan bir dünyada yaşamaktayız. “Ömür dediğin 3 gündür. Dün geldi ve geçti. Yarın meçhuldür. O halde ömür dediğin bir gündür, o da bugündür.” denilmiştir. Hayatımızı bunu bilerek yaşamalıyız. Hayatımızın her parçasını, kültürünün, yaşam felsefesini ve din değerlerini farklı inanışlarımıza göre bir yaşam sürmekteyiz. Aslında özgür dediğimiz dünyada, hiç de özgürlük olmayan, adaletin tam olarak vuku bulamadığı, ancak Allah katında ödüllendirileceğimiz bir yerdeyiz. İnsanlar, krallıklar, devletler, Hıristiyanlar, Yahudiler, Müslümanlar vs. toplumlar hep bir menfaat ve çıkar çatışması yaşamaktadır. Oysaki bu dünya gelip geçicidir. Nedir bu geçici dünyadaki kalma arzusu? Allah’a, peygamber efendimize (sav), kitaplarına, meleklerine inanmama ya da inanmıyormuş gibi görünme bizi yoldan saptırır, yanlışa düşürür. Mal, mülk hepsi geçicidir. Tek gerçek Allah’tır. Allah’ı inkâr etme, O’na inanmama gibi davranışlar bize dönecektir. Dünya denilen yer, sura üflendiği zaman yok olacaktır. Hiç kimsenin hak36 • May›s ‘12

kı Allah katında kalmaz. Herkes hakkını alır. Adalet istiyorsak ilk önce biz adil davranmalıyız. İnsanların giderek çoğaldığı ve bunun getirmiş olduğu sorumluluklar ve ihtiyaçlarını karşılama içgüdüleri sebebiyle maalesef hiç düşünmeden başka insanların topraklarına ve haklarına saldırmaları, gerek dini sebepler gerek siyasi sebepler gerek ekonomik sebepler ortaya koyarak savaşan ve yaşamaya çalışan insanlar var. Hz. Âdem’den bu yana savaşlar, din çatışmaları toplumların birbirlerini yok etmeleri veya sömürmeleri, kendi dinlerine geçmeye zorlamaları… Dinde zorlama yoktur, peygamber efendimiz bizi İslam’a davet ederken güzel sözler söylemiş, nazik olmuş, kırıcı kelimeler kullanmamış ve de zorlamamıştır. Bize de böyle yapmamızı söylemiştir. Maalesef şu an acınası bir dünyada yaşamaya çalışmaktayız. Huzur, mutluluğu kendi inanışıyla yaşayıp hiç kimsenin inanışına karışmadan ama bir çatı barışla yaşamayı öğrenemedik. Sanırım öğrenmekte istemiyoruz. Allah’ın bize elçi gönderirken, bize yol göstermesi en büyük gayedir. Bizler de insanız. Yanlışlarımız elbette var. Bu yanlışları düzeltmemiz, bir daha aynı hataya düşmememiz gerekir. Peygamberimiz bize herhangi yanlış bir bilgi vermemiştir. Onun sünnetlerini bilim adamları araştırsa da biz onu sünnet niyetine yapalım ki bize bir


faydası olsun. Habil ile Kabil’in çatışması ve Habil’in hayatının son bulması gibi sürüp gidecek bir savaş, çatışma, senaryolar hayatımızda hep yer bulacak ve bulmaktadır. Hz. Musa (as), Hz. Davud (as), Hz. İsa (as) ve son peygamber olan Hz. Muhammed (sav) hep bir amaç uğruna hiç kimseyi zorlamadan güzellikle ve doğrulukla insanları Allah dinine çağırarak ve teşvik ederek yaşamışlardır. Dinde zorlama olmayacağını ve olamayacağını dile getirmişlerdir. Tabii ki karşılarında hep acımasız ve inançsız insanlar ve topluluklar oldu. Günümüzde de hala bu tarz insanlar ve toplulukların olduğu gibi. Saldırılar, rahatsızlık verenler olduğu gibi bunların geçmişte yaşayan din karşıtlarından hiçbir farkı yoktur. İslam ve İslam terbiyesi bizim yaşam felsefemiz ve yegâne yaşama sebebimizdir. Bu biz Müslümanların tek değişmeyen ve değiştirilemeyecek yaşam inanış tarzıdır elhamdülillah ve hep böyle kalacaktır. Her toplum istediği dine mensup olabilir, ona göre yaşayabilir, hiç kimseye müdahale hakkımız bulunmamaktadır. İslam esnek ve mütevazı bir inanıştır. Rabbimize giden tertemiz bir sayfadır. Biz böyle inanır, böyle yaşarız, ama yanlış yolda olanlara da doğru yolu mütevazı bir şekilde zorlamadan ve kırmadan teklif ederiz. Uyup uymamak illaki kendi özgür ve hür iradelerine bağlıdır. Hiçbir şekilde zorlama, alıkoyma, sıkma gibi durumlar olmamaktadır. Neticede özgür olan dünya değil, insanın taşıdığı ruh ve düşüncelerdir. Şüphesiz ki bunlara asla gem vurulamaz. İmkânsızdır. İşte bu yüzden bunun farkına varan ve nasıl yaratıldığını anlayan ve kavrayan ruhlar o boşluğu ruhunda hisseder. Ve o boşluğun sahibini bulmak için yola çıkar. Bu yol, şüphesiz ki tek olan Allah yoludur. Şükrüler olsun. Ne mutlu bana. Ömrümün en güzel çağları olan gençlikte ben o yoldayım ve hiç pişmanlık duymadan her gün daha fazla Allah aşkıyla süslenen ve feraha ulaşan ruhumu, bedenimi, fikrimi ve yaşam tarzımı ona göre ayarlayarak sevinçle, heyecanla yaşamaktayım. İmam Hatip’e gitmem, Kuran öğrenmem işte bu sebeptendir. Herkes okuyabilir, okumayı Allah herkese nasip etsin. Çevremdeki insanların değişik dinlere men-

sup olması onların bizzat kendi seçimidir. “Müslümanım elhamdülillah” demekle de iş bitmiyor. Görev ve sorumluluklarımızın bilincinde olmalıyız. Davranışlarımız bizim kişiliğimizi gösterir. İşlediğimiz günahlar bize döner. “Cehennem dediğin yerde dal, odun yoktur. Herkes kendi ateşini kendi götürür.” demiştir Pir Sultan Abdal. Müslümanlara hep yanlış gözle bakanlar, kınayanlar, yok etmek isteyenler, ezmek isteyenler hep olmuştur. Hep de olacaktır. Bu durumda onlara verilebilecek olan en güzel cevap “Rabbim size hidayet versin.” diyebilmektir. “Yaratanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet, Allah dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sende korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok eğer Allah dendi mi evvela aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.” diyor Tebrizli Şems. Zaten Müslüman bir insana ve inandığı dine ancak bu yakışır. Kötülük asla bir müslümanın yapacağı veya söyleyebileceği bir söz değildir. Okumakta ve yaşamakta olduğumuz okuldan asla pişmanlık duymadım. Hayatı okurken bunun yanında dinimizi de öğrenmek çok güzel bir duygu. Dilerim ki Allah herkese bu duyguyu tattırır. Hayatımın daha gençlik çağlarındayım. Tam olarak bilmediğim, öğrenmeyi amaçladığım konular var. Bunu zamanla yapacağım. Bu bir süreçtir. Herkese bir tavsiyede bulunuyorum: Buyurun siz de İmam Hatip’e gelin. Bizlerin halktan bir beklentisi yok. Aslında Müslüman olan insanların ne bu dünyadan ne de bu dünyada yaşayan insanlardan bir beklentisi bulunmamaktadır. Müslüman olarak doğduk, Müslüman olarak da gerçek hayata geçmekten fazla bir amacımız ve beklentimiz bulunmamaktadır. Neticede geçici bir hayat, geçici, sonu olan dünya ve barındırdıkları... İnanan, inanmayan hepsinin emanetini sahibine verdiği gibi yaşamı tadan her madde ve hücre gerçeğe dönüyor ve dönmektedir. Bu sebeple bizlerin yani Müslümanların tek beklentisi sadece büyük yaratıcıdan. Rahman ve Rahim olan Allah’tandır. Şükürler olsun ki.

May›s ‘12 • 37


DENEME

Artık Benim de Bir Ideolojim Var! NESİBE KANUNİ

İ

stanbul’da yaşayanlar biriyle tanıştığında ilk sorulacak sorulardan birinin “nerelisin?” olacağını çok iyi bilirler. Aslında bu büyük şehir insanının ortak kaderidir. İsmini, ne iş yaptığını açıkladıktan sonra nereli olduğun, ancak hemşeri çıkarsan kimlerden olduğun öğrenilir. Küçük bir şehirde yaşasak, sadece “baban kim?”, “deden kimlerdendi?” gibi sorularla herkesin kalbi mutmain olacakken yaşadığımız kentler büyüdükçe yeni sorular eklendi, ekleniyor. Biz gençler, doğduğumuz veya babalarımızın doğduğu kentlerin kültüründen biraz koptuk. Artık yeni bir kültürümüz var. Kim ne derse desin, büyük şehir ve geçen zaman bize yeni bir giysi giydirdi, yeni kimlikler verdi. Biriyle tanıştığımızda bizler nerelisin diye pek sormuyoruz birbirimize. Bu tip sınırlayıcı, kimlik belirleyici, baskılayıcı(!) kavramları literatürümüzden çıkardık. Fakat daha büyük sorular belirdi önümüzde. Biriyle tanıştığımızda temkinli yaklaşıyoruz çünkü şucu veya bucu olması riskiyle karşı karşıyayız. Hadi canım, insanız hepimiz, bunda risk diyecek ne var, diyemiyoruz çünkü düşüncelerimizle kategorilere ayrıldığımız bir çağda yaşıyoruz. Şu tarikatının şeyhinin sıkı bir müridi olabiliriz, şu cemaatin yurtdışı çalışmalarına destek olmak üzere yetiştirdiği has elemanı olabiliriz, anarşik olabiliriz, çantamızdan kimin kitabının çıkacağı, internete girdiğimizde kimlerle mailleştiğimiz belli olmaz! Bazen aynı mahallede beraber top koşturduğumuz, beraber ip atladığımız arkada-

38 • May›s ‘12

şımızla aramızda ne büyük uçurumlar olduğunu görüp üzülüyoruz demeyeceğim, biraz panik oluyoruz. Peki, çok mu haksızız? Annelerimiz okula gönderirken kulağımıza “aman dikkat et” diye fısıldıyorsa bunda haklılık payı yok mu? Genç kişi toplumun kalanına göre en yüksek enerjiye sahip, en çok düşünen ve düşünmesiyle hareketi de eşdeğer olan kişidir. “İnsan, ergenlikte yapabileceklerini bir daha asla yapamaz, o çeşit bir düşünme kabiliyeti veya o cesareti bir daha kazanamaz.” demişti birisi. Hepimiz genç beyinlerimizle, düşünmeyi seviyoruz, düşünmeyi istiyoruz ve kendimizi bununla değerli kılıyoruz. Aynı zamanda düşünen, akıl yürüten ufkumuzu açan kişilerle de beraber olmak istiyoruz. Özellikle üniversite ortamında bu durum çok daha belirginleşiyor ve kimi zaman temel ihtiyaç mesabesinde oluyor. Eski dönemlerden anlatılan öğrenci olaylarını, darbe dönemi hikâyelerini çok iyi biliyoruz. Bu derece çalkantılı bir zamanda olmasak da pek çok düşünce akımı tarafından kuşatılmış durumdayız. Önceden iki merkezde odaklanan çatışma şimdi bir spektruma dönüştü ve pek çok ara rengi dahi içinde barındırıyor. Sağcıyım veya solcuyum demek kendini tanımlamaya yetiyor iken ilginç bir kelimenin önüne koyacağımız “izm” eki bizi belirliyor şimdilerde. Bunların içinde felsefi ve ideolojik bir temeli olan “komünizm” gibi akımlar olmakla birlikte


Sağcıyım veya solcuyum demek kendini tanımlamaya yetiyor iken ilginç bir kelimenin önüne koyacağımız “izm” eki bizi belirliyor şimdilerde. Bunların içinde felsefi ve ideolojik bir temeli olan “komünizm” gibi akımlar olmakla birlikte farkında olmadan sürüklenip içine çekildiğimiz “kapitalizm” de mevcut. Kendini bireyselliğin kollarına kaptırmış, başkasını düşünmeyenlerimizi pragmatist, kariyeri için önüne çıkan her engeli yıkmaya hazır olanlarımızı kariyerist diye adlandırabiliriz örneğin.

farkında olmadan sürüklenip içine çekildiğimiz “kapitalizm” de mevcut. Kendini bireyselliğin kollarına kaptırmış, başkasını düşünmeyenlerimizi pragmatist, kariyeri için önüne çıkan her engeli yıkmaya hazır olanlarımızı kariyerist diye adlandırabiliriz örneğin. Aslında temelde aynı kökten filizlenen sorunlar olmakla birlikte çok farklı kulvarlardaki akımlar sayıldığı için üniversite gençliğinin ve şu sıralar özellikle Müslüman gençliğin imtihan olduğu en büyük akım olan komünizmden bahsetmek kanayan yaraya parmak basmak olacaktır. Temelde kişiye özel mülkiyetin olmaması gerektiği ve toplumdaki sınıfların kaldırılıp herkesin eşit haklara sahip olması gerektiğini savunan bu sistem bizim en favori düşünce akımımız. Komünistlerin en alt seviyede sayılan insanı bile en tepedekilerle eş tutuyor olması, isyan içindeki benliğimize iyi geliyor. Çünkü kapitalizmin zirve yaptığı, piyasamıza en hızlı girdiği bir dönemde yaşıyoruz. Paramızın değeri Amerikan borsasının hareketleriyle belirleniyor. Küreselleşen dünyada belirli markaların tekeline ait olan ortak pazar, küçük esnafın can çekişmesine sebep oluyor. Bizler direk bu sorunları yaşamasak da kimsenin bize hükmetmesini, bizim omuzlarımıza basarak yükselmesini istemiyoruz. İşçilerin en kötü şartlarda en düşük ücretlerle çalıştırılıyor olup, kısa yoldan zenginleşenlerin mallarına mal katıyor oluşu birazcık öfkemizi biliyor. Tüm

bunlarla birlikte kendimizi bir ideolojinin üyesi sayalım veya saymayalım diğer bir “izm”’in çatısı altında birleşen (birleştiğinin farkında olmasa da) kapitalist sisteme hizmet eden Müslümanlara da karşıt bir duruş sergiliyoruz. Kapitalizm, temelde Adam Smith gibi düşünürlerin büyük etkisiyle doğup gelişmiş olmasına rağmen bizim için bir ideoloji gibi görünmüyor. Bizler için dünyanın egemen güçlerinin, çıkarları için ürettiği tek taraflı bir teoriden ibaret hepsi. Konformist Müslümanların da bu kitaba uyduğunu görmek canımızı sıkıyor. Şimdi lafı buradan alıp her gün duyduğumuz söylemlere geçebilirim. Yani diyebilirim ki, İslam’ın adalet sistemi bize yetmiyor mu ki yeni fikirlerin altında buluşmak ihtiyacı hissediyoruz? Neden sola meyyal oluyoruz, neden illa ki öfke biriktiriyoruz? Peygamberimizin Medine şehriyle kurduğu devlet sisteminde herkesin yüzde yüz eşit olması gerektiğine dair bir söylem yoktu ve aslında bizim faydamıza olan da bir komün yaşantısı değildir. Sonra siz bana bir anda sırtınızı dönüp ilahiyatçılar gibi konuşuyorsun diyebilirsiniz. Ben de şöyle bir dönüp kendime bakarım, çünkü malum cami hocası gibisin denmesi, ilahiyatçı yakıştırması yapılması biraz kötü bir şey sanki. Jargonumuza hacı, hafız gibi sözcüklerin girip bu kutsal sıfatlarla dalga geçilmesiyle aynı içgüdünün eseri tüm kaygılarım. Açıkçası tüm yakıştırmaları göze alarak bu

May›s ‘12 • 39


DENEME söylemlerin arkasında olduğumu ve vahiy kaynaklı bir adalet sisteminin önüne en büyük düşünürün bile geçemeyeceğini iddia ediyorum. Fakat asıl değinmek istediğim tüm fikirlerin ve düşünce akımlarının dışında ve onların tamamına ait bir konu. Öncelikle her hangi bir “izm”’in hayatımıza nasıl olup da girebildiğini, engin bir düşünce denizine dalabilmek varken nasıl olup da kendimizi bir ideolojinin kanatlarının altında tutmak için enerji tükettiğimizi sorgulamak istiyorum. Bir Müslüman olarak gerek hata yaptıklarında Müslümanları uyararak gerek zulmedenlerle topyekûn mücadele ederek ama yine birbirimize kenetlenmiş şekilde durabilme şansımız varken Kuranda lanetlenen topluluklarla aynı davranış şekline sahip kişilerle aramızda çok küçük bir ayrım varmış gibi beraber hareket edebilmek enteresan bir düşünme biçimi gerektiriyor gibi. Hep ezik gibi görüleceğimiz, özgüvenimizi zorlayan ama aslında sen de bizdensin denmesinden bunca zevk aldığımız gruplarla istişare edebilmek, beraber yemek yemek, bazen sigara içmek kendimizi iyi hissettiriyor. Dünyaya karşı sorumluluklarımızdan birini daha gerçekleştirmiş gibi hissediyoruz belki. İnsanın üniversite döneminde veya gençliğinin hareketli bir evresinde heyecanlar yaşaması, toplum için koşturma ihtiyacı hissetmesi kadar normal bir tavır olamaz. Hatta olmayanları pa-

40 • May›s ‘12

sifleşmiş ve nemelazımcı hale gelmiş sayabiliriz. Fakat bunun yanında düşünce sistemimizin tamamıyla özgür olması ve önce vahiyden beslenmesi bizi en doğru yolda tutacaktır. Kuran ve hadis bilgisi sağlam olmayan kişilerin arkasından gitmek, hatta sorgulamadan onun fikirlerinin en doğru olduğunu düşünmek de rasyonalistlerin mütedeyyin kişileri afyon alanlara benzetmesiyle aynı kefede. Üniversite gençliğini ideolojilerin içine sürüklemek ve bizim kafamızdaki soru işaretlerine uygun cevaplar üretmek çok zor olmasa gerek ama bizler Kuran-ı Kerim’de sıkça geçen “aklınızı kullanmaz mısınız” hitabının muhatabı olmak istiyorsak aklımızı özgürleştirmeli, tüm akımlardan akıp gidenlerden azade, saf bir zihne sahip olmalıyız. Ancak berrak bir zihin sayesinde üzerimize yöneltilen okları fark edebilir duruma gelebilir ve Müslümanların hakkını savunan, onların düşünce tarihine katkıda bulunan kişiler olabiliriz. Diğer türlü ismimizin başında Müslümandan önce, aktivist, feminist gibi sıfatlar görülürken, amacımızı gerçekleştirmek için araç kıldığımız fikirlerin bir üyesi haline geldiğimizi ancak çok geç olduğunda fark edebiliriz. Tüm yazımızı özetleyen en büyük lafı Cemil Meriç söylemiş: “İzm’ler idrakimize giydirilmiş deli gömlekleridir.” diye.


OKULLARDAN HABERLER ALPEREN GENÇOSMANOĞLU- MUSTAFA EMİN BÜYÜKCOŞKUN

Hücreleri Parçaladık!

O

laylı bir gösterinin ardından, otobüs beklediği duraktan boynundaki poşudan şüphelenilerek gözaltına alınan ve 24 aydır tutuklu yargılanan Galatasaray Üniversitesi öğrencisi Cihan Kırmızıgül tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildi. Son duruşmasında sayısı 200’ü geçen bir öğrenci grubu, milletvekilleri, gazeteciler Çağlayan Adliyesi’nde nöbetteydiler. Medyanın da yoğun ilgi gösterdiği duruşmada Cihan tahliye edilirken, aynı gece kalabalık bir grup da Cihan’ın serbest bırakıldığı Tekirdağ F Tipi Cezaevi’nin kapısında halaylarla, alkışlarla karşıladılar arkadaşlarını.

“iyi bir üniversite”nin, yani Batı’da, olaysız, Beyaz Türklerinde okuduğu bir okulun öğrencisi olması önemli etkenler. Dolayısıyla kamuoyunda Cihan’ın durumuna ilgi sağlayan ve onu meşru kılan şey bize bu küçük burjuva ahlakını, vicdan siyasetinin zeminini de sorgulamaya vesile. Zira aynı ilgi Bölge illerinde okuyan Kürt gençlerinin başına geldiğinCihan’ın davası de herhangi bir kamuoyu Türkiye’deki siyasi tutukluyaratmıyor. lara, TMK’ya ve özellikle de Cihan Kırmızıgül davası, tutuklu öğrenciler meselesine dikkat çeken önemli bir barındırdığı tezatlara karşın olay oldu. Bunun arkasında örgütlü mücadelenin, zulme Cihan’ın masumiyetinin yanı karşı omuz omuza şiarının sıra devlet şiddetinin bu kez kıymet ve ehemmiyetini bir

kez daha ortaya koyan bir tecrübe oldu. Öte yandan Türkiye’de mevcut demokratikleşme söylemine karşın iktidarların hala benzer kapatma mekanizmalarını toplumsal muhalefetin benzer kesimlerine karşı kullandığı, baskıcı aygıtların kitleleri sindirmede etkin bir şekilde işlevlendirildiği otokratik yöntemlerin yürürlüğünü gözler önüne serdi. Cihan’ın davası salt kendimiz için değil herkes için adalet talebinin de gereğini bizlere ispat etti. O şimdi dışarıda, fakat yüzlerce öğrenci hala tutuklu. Şimdi onlar için ses yükseltme vaktidir. May›s ‘12 • 41


ETKİNLİK

Genç Öncüler’in Çiğ Köfte Buluşmaları Devam Ediyor… FATİH RAZİ

G

enç Öncüler’in geleneği haline gelen çiğ köfte günlerinde bu ay Kağıthane İmam Hatip Lisesi ve Çamlıca Derya Öncü Koleji öğrencileri farklı zamanlarda farklı mekanlarda bir araya geldiler… Bakmayın siz zamanın ve mekanın farklı olmasına; çünkü ortak bir dilleri, ortak bir muhabbetleri ve ortak bir paylaşımları

vardır bu bir avuç toplulukların… Aslında çiğ köfte bahanedir. Kimi insanlara maddi doyum sağlar sadece, kimisinin maddi doyumunu bile karşılamaz ama Genç Öncüler’in maddi doyumdan ziyade manevi doyuma ihtiyaçları vardır. İşte tamda burada söz ağabeylere düşer, başlarlar anlatmaya. Büyükler anlatır, gençler dinler. Kafalarına takılan

soruları başlarlar tek tek sormaya. Amaç da budur zaten, gençleri konuşturmak. Onların dertlerini dinlemek. Dertlerine derman olabilmek… Eğer sizin de bir derdiniz varsa unutmayın bizler buradayız. Sizleri de bekleriz…

YARDIM KAHVALTISI

H

NESİBE KANUNİ

er yıl vakfımızdaki etkinliklerimize katılan öğrencilerimizle birlikte yaptığımız “Çanakkale Kampımız” için geçtiğimiz cumartesi günü bir yardım kahvaltısı düzenledik. Maddi durumu müsait olmayıp kampımıza katılmak isteyen öğrencilerimize gönüllerinden kopan yardımlarla destek olan katılımcılar saat 10.30’da başlayan programa açık büfe kahvaltıyla giriş yaptılar. Misafirler yemeklerini yerken arkadaşımız Betül Tipi’nin Kuran tilavetini dinledik. Daha sonra Çanakkale Kampımızın görüntülerini içeren ve yardımlaşmanın öneminden bahseden slaytımızı izledik. Yine bu konunun önemine dikkat çeken Şeyma Nur Ekren kardeşimizin güzel konuşmasından sonra Abdullah Yıldız Hocamız mikrofonu eline alarak bizleri çok etkileyen konuşmasına başladı. Sahabe hayatlarından, Peygamberimizden ve dünyadaki tüketim ve israftan bahseden Hocamızın bereketli konuşması çoğunluğu annelerimizden ve teyzelerimizden oluşan salon tarafından keyifle dinlendi. Hâsılı hocamızın deyimiyle “midemizin kahvaltısının ardından ruhumuz da kahvaltı etti”… Yaklaşık bir saat süren sohbetin ardından Genç Öncüler Yardım Kahvaltısı Fatiha ile neticelendi. Allah programa katkı sağlayan, yardımlarını esirgemeyen tüm dostlarımızdan razı olsun.

42 • May›s ‘12


ak. nçık in arat aaean uz hen

AİLE KAHVALTIMIZ GERÇEKLEŞTİ!

A

raştırma ve Kültür Vakfı olarak Geleneksel hale getirdiği etkinliklerinde biri daha 1 Nisan Pazar günü gerçekleşti. Florya Sosyal Tesisleri’nde düzenlenen Aile Kahvaltısı vakfımızla irtibatı olan ailelerin irtibat sağlamadı açısından oldukça verimli geçti. Geniş katılımın olduğu kahvaltımız Kuranı Kerim tilavetiyle başlandı. Ardından vakfımız müdürü Aşkın Özcan’ın kısa bir “hoş geldiniz” gerçekleştirildi. Sonrasında, katılımcılar karşılıklı olarak uzun süre sohbet etme imkanı buldular. Aileler, memnuniyetlerini bildirerek etkinlikten ayrıldılar.

KUTLU DOĞUM PROGRAMI SENA ÇOLAK

G

eçtiğimiz haftalarda Araştırma ve Kültür Vakfı’nda Kutlu Doğum Programı gerçekleştirildi. 140 kişinin katılımıyla gerçekleşen program, saat 12.30’da başladı. Kuran Tilaveti ile başlayan programa, slayt gösterimi ile devam edildi. Ardından Abdullah Yıldız Hocamızın Peygamber Efendimizin hayatına dair anektodlarla dolu, kalplere huzur salan konuşmasını dinledik. Bir beşer olarak Peygamberimiz nasıl namaz kılardı, nasıl bir eşti, nasıl bir arkadaştı? Abdullah Yıldız Hocamızın hayatlarımıza tatbik etmemiz gereken örneklerle dolu konuşmasının ardından, Salıncak Çocuk Kulübü’nün günlerdir provalarını yaptığı çalışmalarına geldi sıra. Önce Salıncak Çocuk Korosu sahnedeydi, birbirinden güzel ilahiler söylediler. Ardından Rüveyda Duman kardeşimiz Peygamber Efendimiz için yazılan “40 yaşındasın” şiirini okudu. Son olarak Fatma Kılıçbay teyzemizin yaptığı güzel dualara amin diyerek programımızı sonlandırdık. Simit, çay ve lokum ikramının ardından katılımcılar memnuniyetlerini dile getirerek vakfımızdan ayrıldılar.

May›s ‘12 • 43


KİTAP-FİLM TANITIMI AYŞENUR AKSU

NAZAN BEKİROĞLU/CÜMLE KAPISI Kitabımızda Hz. İsa’dan, Dostoyevski’den, Necip Fazıl’dan, Nazım Hikmet’ten, Kanuni’den, Said Nursî’den bazı detaylara yer veriliyor. Aynı zamanda, Doğu, Batı, Osmanlı, Cumhuriyet dönemi zindanları hakkında ilginç bilgiler edindiriyor kitap. Bu yönüyle tarihle ilgilenenlerin beğeneceklerini düşünüyorum. Nazan Bekiroğlu’nun devrik cümleleriyle süslediği anlatımı ise edebiyat severlerin ilgisini toplayacak türden. Timaş yayınlarının çıkarmış olduğu kitabımız yazarın akıcı üslûbuyla okurların beğenisini kazanmış.

RASİM ÖZDENÖREN/MÜSLÜMANCA YAŞAMAK Müslümanca yaşamak üzerine makalelerden oluşmuş kitabımızı İz yayıncılık çıkarmış. Okurlarına yaşıyor olduklarını ve fakat bâkî olmadıklarını fark ettiren fikir kitabı. Günümüz Müslümanlarının asıl sorunun ibadette değil de muamelât kısmında olduğunu ama bunun bir an evvel halledilmesi gerektiğini anlatmış. Aklın yetmediği yerde îmanın devreye gireceğini etkileyici bir şekilde ifade etmiş. Biz gençlerin kesinlikle okuması, üzerinde düşünmesi gereken bir kitap.

AHMET KELEŞ/SÜNNET İslam dini insanların okuyup düşünmeleri, uygulamaları ve üzerinde tefekkür etmeleri için bir kitap sunmuştur Müslümanlara. Aynı zamanda uygulamada zorluk çekilmemesi adına bir rehber, yol gösterici, önder de gönderilmiştir bu nasipli ümmete. Ama Efendimizin yaşadığı dönemden ve coğrafyadan farklı zamanda ve mekânda yaşıyor oluşumuz bizlere bazı sünnetlerin örfî, kültürel ya da geleneksel olacağı yanılgısını sunmuştur. Bu ise sünnetten ve hadisten uzaklaşılmasına sebep olmuştur. İnsan yayınlarının yayınladığı kitabımızda Efendimizin uygulamalarının zamanlar üstü olduğundan bahsedilmiş. Peygamberimizin uygulamalarını hayatına düstur edinmek isteyen her Müslüman okusun derim.

RAMAZAN KAYAN/KİTAB-UL KALP Çıra yayınlarından çıkmış olan kitabımız, toplam on dört bölümden oluşuyor. “Vücutta bir et parçası” bölümüyle başlıyor ve yürek sınavı, yürek seferi, yüreklerin inşası, işgali, temizliği, ilacı gibi konularla yüreklerin nasıl taptaze, saf, duru ve temiz kalabileceğinin cevaplarını veriyor okurlarına. Kitabımız bizlere unuttuğumuz kalplerimizi tanıtıyor kalplerimizi yeniden inşa etmemize yardımcı oluyor. Bununla da kalmayıp kirlenmemesi için yapmamız gerekenlere dair nasihatler veriyor. Kalbini daima diri tutmak isteyenler okumalı.

44 • May›s ‘12


YERDEKİ YILDIZLAR Aamir Khan’ın hem oyunculuk hem de yönetmenlik yaptığı ve müziklerine de bizzat katkıda bulunduğu filmin konusu şöyle: Henüz 8 yaşındaki İshaan adlı küçük bir çocuk hem ailesi hem de okul çevresinde farklı bir biçimde tanınmaktadır. Kelimeleri söylerken zorlanan ve öğrenme güçlüğü çeken çocuk yaramazlıklarıyla da herkesi canından bezdirmektedir. Ceza olarak yatılı okula gönderilir. Ve burada içine kapanır. Ancak resim öğretmeni olan Ram (Aamir Khan) farklı şekilde yaklaşır. Ve aslında disleksi denilen genetik bir hastalık yaşadığını fark eder. İç dünyasına kadar iner ve kimsenin anlayamadığı gerçeklere ulaşır.

BLACK Yönetmenliğini Sanjay Leela Bhansali’nin yaptığı 2 saatlik Hint yapımı bir dram filmi. Konusuna gelince… Michellle, doğuştan görme ve işitme engelli bir kızdır. Ailesinin bu durumu içselleştirmesi sonucu dış dünyaya hiçbir zaman açılmamış ve bu durumun aksine bir girişimde bulunulmamıştır. Ancak yeni öğretmeni ona daha farklı yaklaşımlarda bulunacak ve hayatta her şeyin bitmediğini göstermeye çalışacaktır. Öyle de olur. ‘İmkansız’ öğretmeninin ona öğretmediği tek kelimedir. Zamanla yetenekleri ortaya çıkacak kız için zorlukları aşmak yaşama amacı haline gelir… Bu filmde, tarihi bir olgu merceğinden, bugünkü iki komşu halkın, Yunanistan ve Türkiye’nin barış içinde yaşama geleneklerinin gücü anlatılıyor. 1920’li yıllarda, tarihte bir ilk olan mübadeleyle karşı karşıya kalmış, buna neden olacak ciddi çatışmalar, kayıplar yaşamış iki halk söz konusu olan. Bu iki halk, 2. Dünya Savaşıyla beraber, tekrar karşılaşıyor. Bu atmosfer içinde, film, Sisam’dan Türkiye’ye oğluyla kaçmak zorunda kalan Kostas Demerci’nin hatıraları ve oğlu Nicos Demerci’nin ağzından kaçış, Türkiye günlerini ve Türklerle ilişkilerini anlatıyor. Filmin yönetmeni Tahsin İşbilen, yine filmin atmosferini besleyen özgün müziklerinin bestecisi Müşfik Turgut. 2008 yılı başında biten filmin gerek Yunanistan ve gerekse Türkiye’de birçok gösterimi yapıldı.

KIYIYA VURAN TAHTA VALİZ Bu belgesel film, günümüzün en büyük sorunlarından biri olan mülteci sorununu ele alıyor. Ülkelerinden ayrılmak zorunda kalan insanların, çok ağır koşullarda yaşamlarını sürdürmeleri, bazılarını illegal yollara yöneltebilmekte ve bu da, gittikleri ülke insanları tarafından genellenerek kabul görmemelerine neden olabilmektedir. Türkiye’de sokaktaki insan, mülteciler hakkında hemen hemen hiç bilgi sahibi değil. Bu da olumsuz ön yargıları güçlendiren bir etmen. Olgunun yeterince bilinmemesi, yaşanan ülke insanlarının destekleyici konumda olmaması, çözümlerin de güçleşmesine neden olmakta ve bu kısır döngü, daha da büyük açmazlar yaşatmaktadır. Bu filmle, yaşam hakkı için savaşan bu insanları tanımada, anlamada bazı ipuçlarını anlatmak denenmiş. Film, özellikle AB’ye geçiş kapısı olarak kullanılan TürkiyeYunanistan koridorunun resmini çekmekte ve çözümlerin ortaklaştırılabilmesi için girişilen çabaları anlatmaktadır.

May›s ‘12 • 45


Kültür Sanat Melike YURT

“Vefatının 300. Yılında Bir Ses: Itrî”

6

5. Uluslararası Öğrenci Buluşmaları İHH’nın öğrenci kolları Bab-ı Âlem’in öncülüğünde güzel bir organizasyon olan Uluslararası Öğrenci Buluşmaları’nın bu sene 5.si düzenlendi. 14-15-16 Nisan tarihleri arasında Sultanahmet’in önündeki çadırlarda öğrenciler ülkelerinin tanıtımlarını o ülkeye has çeşitli araç gereçler; müzik aletleri, yemek aletedevatı, savaş aletleri, kıyafetlerden oluşan stantlarda yaptılar. Mekân Sultan Ahmet olunca Sadece türkler değil turistler de stantlara ilgi gösterdiler. Öğrenci buluşmaları ümmetin gençlerinin kaynaşmasına vesile olmaya devam edecek inşallah…

46 • May›s ‘12

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültürel ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı, kısa adı UNESCO olan Birleşmiş Milletler Eğitim Bilim ve Kültür Teşkilatı’nın, vefatının 300. yılı münasebetiyle “Itrî Yılı” ilân ettiği bu yılda, Klasik Türk Müziği’nin büyük bestekârı Itrî için “Vefatının 300. Yılında Bir Ses: Itrî” başlıklı bir sempozyum düzenledi. Doç. Dr. Fazlı Arslan, Doç. Dr. Nilgün Doğrusöz, Yazar Beşir Ayvazoğlu ve ESKADER Başkanı Mehmet Nuri Yardım katıldı. Konuşmacılar Itrî’nin Segâh Tekbir ve Salat-ı Ümmiye bestelerinden, hayatı ve eserlerine ve günümüzde canlı tutulmasından, çocuklara öğretilmesine farklı başlıklar altında ele alındı.

KOD 333 Bir Yasağa Baştan Bakmak Bilim ve Sanat Vakfı Sanat Araştırmaları Merkezi’nin düzenlediği Kırkambar Özel Etkinlik programına, 3 Nisan Salı günü “KOD 333 Bir Yasağa Baştan Bakmak” adlı sergisi ile dikkat çeken fotoğraf sanatçısı Gülnur Güner konuk oldu. Adını yaşanmış bir olaydan alan sergi, başörtüsü yasağının kadınların hayatında bıraktığı etkiye ve yasakla karşılaşan kadınların hikâyesine odaklanıyor. 2007 yılında Açık Öğretim İlahiyat Fakültesi’ne kayıtlı bir öğrencinin sınav sonuç kâğıdına, sınavlara başörtüsünün üstüne peruk takarak girdiği için “Kılık Kıyafet Yasası”nı ihlal ettiği gerekçesiyle 333 işareti konulmuş ve kendisine herhangi bir açıklama yapılmadan sınavı iptal edilmişti. Söyleşi saat 18.00’de Bilim ve Sanat Vakfı Şakir Kocabaş Salonu’nda gerçekleşti


Kültür Sanat

Diyarbakır’da Sezai Karakoç Sempozyumu

Fotoğrafçılık Kursu

Dicle Üniversitesi kongre merkezinde düzenlenen sempozyuma, Rektör Prof. Dr. Ayşegül Jale Saraç’ın yanı sıra Diyarbakır Valisi Mustafa Toprak, Cumhuriyet Başsavcısı İlker Çetin, YÖK Yürütme Kurulu Üyesi Durmuş Günay, rektör yardımcıları Prof. Dr. Aslan Bilici, Prof. Dr. Mustafa Arıca, Vali Yardımcısı Mustafa Can, Genel Sekreter Prof. Dr. Sabri Eyigün, yurt içi ve yurt dışı üniversitelerinden çok sayıda bilim adamı ve öğrenciler katıldı. Yazarımız Yaşar İliksiz’in de takipçileri arasında bulunduğu sempozyum, 11 oturumda 40’tan fazla bildirinin sunumu ile gerçekleştirildi. Sempozyumda Sezai Karakoç’un memleket sevgisi, sanatı ve felsefesine dair önemli ayrıntıların yer aldığı bildiriler okundu, sanatçının metafizik imgeleri ve İslam Medeniyeti sevdasının ortak unsur olarak öne çıkarıldı. Sadece Türkiye’den değil Mısır ve Azerbaycan’dan katılımcılarında olduğu sempozyumda, Rasim Özdenören de üstatla yaşadığı anılarını paylaştı

İnsan ve Medeniyet Hareketi, Bahriye Mevlevihanesi’nde düzenlenecek olan fotoğrafçılık kursu klasik fotoğrafçılık eğitiminden farklı özgün bir kurs programı sunuyor. 8 hafta sürecek olan kurs diğer fotoğrafçılık kurslarından daha verimli olmayı hedefliyor. Teori kadar pratiği de önceliyor. Bir gün teorik bir gün pratik eğitim vererek öğretilenlerin uygulanmasını amaçlıyor. Makinesi olanlar ve olmayanlara yönelik iki ayrı program mevcut. Makine almakta acele etmek istemeyenler içinde bir program düşünülmüş. Kurs eğitmeni, Bahariye’de Zaman albümü fotoğrafçısı M. Salih Aydoğan olacak. Başvuru Tarihi: 10 Mayıs 2012 Ayrıntılı Bilgi ve Ön Kayıt için: 0(542) 699 11 23- 0(212) 501 31 71

May›s ‘12 • 47


ŞİİR

Kısa Türkiye Tarihi Cemal Süreya I Şelaleye Düşmüştür zeytinin dalı; Celaliyim Celalisin Celali. II Üç anayasa ortasında büyüdün; Biri akasya Biri gül Biri zakkum. III Türkiye’nin adı, Soyadı yasasından beri Atatürk adından Soyutlanamadı;

48 • May›s ‘12

1930’lu yıllarda Etitürkiye; 1940’lı yıllarda Atetürkiye; 1950’li yıllarda Uditürkiye; 1960’lı yıllarda Ötetürkiye; 1970’li yıllarda Atatürkiye; 1980’li yıllarda Aditürkiye;

Mavi yolculuklar var bir de O yunanı o güzel yolculuklarda, Hemen her zaman: Adatürkiye IV O yıllarda ülkemizde Çeşitli hükümetlerle Yetmiş iki dilden İkisi yasaklanmıştı: İkincisi Türkçe. V Kahvede subay yok, Bu nasıl iştir.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.