Selamun Aleyküm Arkadaşlar, Sahibi PINAR YAYINLARI Tic. ve San. Ltd. Şti. Adına İlhan Gündoğdu Sorumlu Yazı İşleri Müdürü İsmail Memiş Yayın Sorumlusu Nihal AÇIKEL
M
üslüman gençler olarak her ne kadar ortak düşmanlara karşı saflarımızı sıkı tutmaya çalışsak da, kendi aramızdaki nefsi en-
Yayın Kurulu Ayşe Nur AKSU Betül BABACAN Burak KALPAKLIOĞLU Fatma Büşra ÖZKAN Fatma Nihan DOĞAN Furkan YAMAN Mahmut Erkam ŞAHİN Muhammed TUTKUN Rumeysa Firdevs BULUT Sabâhat BOYNUKALIN Talha İNANÇ Uğur DEMİREL Usame SARIYAŞAR Zeynep TOPUZ
gelleri aşmakta güçlük çekiyoruz maalesef. Gündelik hayatlarımızdaki
Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Ali Murtaza KAYA Ali Tarık PARLAKIŞIK Cenk BEYAZ Melike YURT Muhammed SALİH Mustafa TOLGA Nesibe Şüheda GÜZEL Şehadet GÜNHAN Şeyma Nur EKREN Şükrü KABA Zeynep UÇAR
lüm. Suriyeli kardeşlerimizin kaldığı kampları ziyaret eden Ali Tarık
Adres Alay Köşkü Cad. Küçük Sk. Civan Han No:6/3 Cağaloğlu - Fatih / İSTANBUL bilgigenconculer@gmail.com Grafik Tasarım Tekin Öztürk www.tekinozturk.com.tr
Baskı Şenyıldız Matbaacılık Gümüşsuyu Cad. No:3 Kat:1 Topkapı-İstanbul Tel: (212) 483 47 91
her bir farklılık bizi birbirimize düşürmeye aday bir hal aldı. Ayrıştığımız alanların son yıllardaki örneklerinden biri de “İslami kafeler”. Bu mekanlara giden-gitmeyen, hatta bu kafelerden A kafesine giden-B kafesine gidene kadar birbirimizi gruplara indirgediğimiz bu konuyu karantina bölümümüzde üç yazı ile inceliyoruz Mart sayımızda; “Yükselen Tehlike: Kafe Gençliği ve Kadın-Erkek İlişkileri”, “İslami Kafelerin Tarihsel Süreci” ve “Farklı Bakış Açılarıyla Kafe Kültürü”. Dergimizin gündem konusu ise Suriye’de bitmek bilmeyen zuParlakışık’ın hem buralardaki gözlemlerini aktaran hem de Suriye’deki farklı direniş örgütleri hakkında bilgi veren yazısı gündem yazılarımızdan ilkini oluşturuyor. Bir diğeri ise yaklaşık 3 aydır yardım toplama amacıyla devam eden “Elimden Gelen Elindedir” hareketi boyunca yaşanan süreci ve arkadaşlarımızın hatırlarında kalan anıları aktarıyor. Geçtiğimiz ay içerisinde birbirinden faydalı programlar da gerçekleşti. Bu faaliyetlere katılamayan arkadaşlarımızın da konuşulanlardan istifade etmesi ve haberdar olması amacıyla; “İDSB 9. Gençlik Buluşması”, “Apaçi Gençlik: İstanbul’da Yoksul ve Genç Olmak” semineri, “28 Şubat Bin Yılın Sonu” sempozyumuna katılan arkadaşlarımız özet bilgi niteliğinde yazılar hazırladılar. Her sayımızda olduğu gibi İslami kavramlar, Kitap Tahlili, KültürSanat, Etkinlik Haberleri ve Hayali Röportaj bölümleri, çeşitli konular üzerine yazılmış denemeler ve şiirler de ilerleyen sayfalarda yer alıyor. Hazırlanan yazıların faydalı olması duasıyla… Allah’a emanet olun.
Mart’13 • 1
Mart 2013 • Sayı 79 • Yıl 11
04
ÜMMET BİZİ BEKLİYOR
12
FİRDEVS BÜŞRA KALUÇ
İslâmi Kafelerin Tarihsel Süreci FURKAN YAMAN
Gençlik ve Özgürlük ŞÜKRÜ KABA
16
17
Aşkın Tarifi ALİ MURTAZA KAYA
KALK VE UYAR ZEYNEP TOPUZ
2 • Mart’13
Garip Düşünceler
Kur’ân Nasıl Okunmalı?
MAHMUT ERKAM ŞAHİN
18 İslâmi Kafelerin Tarihsel Süreci/ Furkan Yaman........................................ 4 Yükselen Tehlike: Kafe gençliği ve Kadın-Erkek İlişkileri/ Uğur Demirel..... 6 Farklı Bakış Açılarıyla Kafe Kültürü/ Mahmud Erkam Şahin...................... 8 Zihnin Soylu Eylemleri: Muhakeme ve Zikir/ Muhammed Salih............ 10 Gençlik ve Özgürlük/ Şükrü Kaba...................................................... 12 Hayatımız Kur’ân mı, Yoksa?/ Mustafa Tolga..................................... 14 Kalk ve Uyar/ Zeynep Topuz......................................................... 16 Şiir/ Aşkın Tarifi/ Ali Murtaza Kaya........................................................ 17 Kur’ân Nasıl Okunmalı? /Mahmut Erkam Şahin ...................................... 18 Suriye Üzerine Anektodlar - 1 /Ali Tarık Parlakışık . ................................. 20 Hayali Röportaj/ Aliya - islam Deklarasyonu/ Uğur Demirel.................... 26 İmam-Hatipli Sen!/ Nesibe Şüheda Güzel............................................... 30 İDSB 9. Gençlik Buluşması/ Cenk Beyaz................................................... 32 Allah’a Dayanıp Yola Çıkanın Önünde Kim Set Olabilir ki?/ Şehadet Günhan... 36 Geride Bırakılan Suriye Yardım Kampanyası Anıları, Düşünceleri............... 38 Sempozyum/ 28 Şubat Bin Yılın Sonu/ Betül Babacan........................ 41 Tahlil / El Munkızu Min-Ad-Dalâl / Zeynep Uçar . ................... 42 Şiir/ Ihlamurlar Çiçek Açtığı Zaman/ Bahattin Koç................. 44 Kültür Sanat / Melike Yurt ............................................ 46 Etkinlik/ “Apaçi Gençlik”/ Şeyma Nur Ekren................ 48
Mart’13 • 3
a
karantin
İSLÂMÎ KAFELERİN TARİHSEL SÜRECİ FURKAN YAMAN
A
rapça “kahve” kelimesinden gelen ve uzun bir tarihsel sürecin ardından artık bir mekânı tabir eden “kafe” kelimesi, hayatımızın önemli bir parçası haline gelmiş bulunmakta ve uzun bir süre daha hayatımızda bulunacak gibi görünüyor. Bu “kafe” kavramının çoğu topluluk içerisinde önemli bir yer tuttuğu su götürmez bir gerçektir. Genci yaşlısı, kadını erkeği ile her türden insanı barındıran bir mesken haline gelmiş bulunmakta kafeler. Buna ek olarak kafelerin özellikle genç popülasyon tarafından doldurulması ilgi çekecek bir gerçekliktir. Yeni nesil gençlerin bu denli hayatlarına kazıdığı bu kafe kavramının İslami gençlik açısından neler ifade ettiğini soracak olursak, cevabını vermenin ancak bu kavramın ve İslam kültürünün toplumsal sürecini ele almakla mümkün olacağını görmekteyiz. Öncelikle İslam’ı ve İslam kültürünü ele alacak olursak, İslam kültüründe “cemaat” kav-
4 • Mart’13
ramının anlamı ve önemi tartışılmaz bir gerçektir. İslam dininin ibadethanesi olan “cami” sözcüğü dahi “cem”, yani birleştirme sözcüğünden türemiştir. İslam’da birey kavramı asla ön plana çıkmamaktadır. Her türlü ilmi, ekonomik, siyasi oluşumlar, muhabbet ortamları, vakıflar, dernekler hep bir çatı altında toplanmıştır. Uzun lafın kısası, cami ve külliyeleri, İslam kültürüyle yoğurulmuş toplumlarda, ki en çok ön plana çıkan Osmanlı Devleti’dir, hayatın merkezi olarak şekillenmiştir. Ancak 18. yüzyıl sonlarından itibaren globalleşmeye ve ulus devletlerin şekillenmesine kapı aralayan dünya düzeni, 19. yüzyıldan itibaren sekülerizm akımlarıyla yoğrularak yavaş yavaş dini kökenli yönetim ve kültür anlayışının mezarını kazan en önemli unsur olmuştur. Milli mücadele ve sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte, hayatın merkezi statüsünde bulunan yapı ve kompleksler, insanların namaz ibadetini karşılamak dışındaki her türlü misyonundan ayıklanmıştır. Hal böyle iken insanların ortak buluşma noktaları değişmek durumunda kalacaktır. İlk aşamada Osmanlı kültürünün büyük bir objesi olan “kahveler”, toplanmak için ikincil bir mesken halinde iken artık toplum için vazgeçilmez bir parça haline gelecektir, zira işsizlik had safhadadır ve Anadolu coğrafyası mecburi bir toparlanma sürecinde olduğu için topluluğun ve iletişimin önemi büyüktür. Bu kalkınma sürecinin yavaş yavaş meyvelerini vermesi sonucu kahveler bu önemini yavaş yavaş yitirirken elit kesim türemeye başlayacak ve Osmanlı’nın son dönemlerindeki “a la franga” diye tabir edilebilecek kültürden kendisine geçen kafeler tekrardan canlanma sürecine girecektir. Bu sürece kadar genç diye tabir edebileceğimiz
Bununla birlikte çeşitli ve bağımlılık yapacak düzeyde çekici masa oyunları da genç nüfusun vaktini bir seri katil edasıyla öldüren nesneler halini almaktadır. Olaya bir de iyi tarafından bakılacak olunursa, amacından şaşmadığı sürece kafeler, bünyelerinde muhabbet ortamı oluşturulan, çeşitli dersler ve okumaÖzellikle İslami gençliğin lar yapılan, alevli sohbet ve mesken tutması gereken tartışma ortamları kurulan farklı mekânlar varken bu mekânlar haline gelebilmekseçimin kafelerden yana tedir. yapılması hem kurumlaAncak bunların hiçbirisi, rın, hem de toplumumuzun kafe kavramını faydalı kılmaya tek başına yetecek eylemayıplarından bir tanesidir. ler değildir. Özellikle İslami Nihayetinde kafeler belirgençliğin mesken tutması geli amaçlar doğrultusunreken farklı mekânlar varken da kullanıldıkları takdirde bu seçimin kafelerden yana kullanıcılarına çeşitli katyapılması hem kurumların, kılar sağlarken, her daim hem de toplumumuzun ayıpbu amaçlardan sapmalara larından bir tanesidir. Nihayeyol açabilecek mekânlardır. tinde kafeler belirli amaçlar doğrultusunda kullanıldıkları Hatta cüretkâr bir söylemtakdirde kullanıcılarına çeşitli de bulunacak olursak, yeni katkılar sağlarken, her daim nesil gençliğin bu büyük ölbu amaçlardan sapmalara çüde tütün ve bilumum keyol açabilecek mekânlardır. yif verici maddelere bağımlı Hatta cüretkâr bir söylemde olmasının faili, özendirici İslami Gençlik ve bulunacak olursak, yeni nesil nitelik taşıyan bu kafelerdir gençliğin bu büyük ölçüde Kafeler denilebilir. tütün ve bilumum keyif verici Son zamanlarda “dindar maddelere bağımlı olmasının nesil” olarak nitelendirilen, befaili, özendirici nitelik taşıyan lirli İslami hassasiyete sahip olan, bu kafelerdir denilebilir. muhafazakâr gençliğin de uğrak yeri halini Bir sonuca bağlanacak olursak, amacından almıştır “kafe”. Ancak bunun gerekliliği ve doğru- şaşmayan eylemlerin sapmalar yaşamadığı süluğu ucu açık tartışmalara götürülebilecek kadar rece yararı büyüktür. Ancak kafeler her an içine derin bir mevzu halini almıştır. düşülmesi muhtemel bataklıklar gibidir ve özelikle Öncelikle alım gücü bu denli yükselmiş bir ne- belirli hassasiyetlere sahip gençlerin kafelere olan sil için yararlı veya zararlı her şey özendirici nitelik yaklaşımı mesafeli olmalıdır ve cafelere alternatif taşımakta olup, özellikle bilumum tütün ürünleri bir mesken günümüzde en çok ihtiyaç duyulan gençliğin vazgeçilmez objeleri haline gelmektedir. objelerden bir tanesidir. 25 yaşa kadar olan nüfus ise bu bakımdan bir buhran altındadır. Ancak uzun süreçlerin sonunda yıldırma politikalarından ve darbelerden geçen gençlikten sonraki neslin bu hususta ayrılması doğaldır. Globalleşmenin son evrelerine yaklaşan dünya düzeninde artık bambaşka bir gençlik vardır. İletişimin önü alınamayan gelişmesi sonucu sosyal medya adı verilen bir kavram deyim yerindeyse hortlamış bulunmaktadır. Bu, insanları sanal dünyaya daha fazla adapte etmesine karşın, artık özgürlüklerinin ve alım güçlerinin ulaşabileceği son raddeye ulaştığı bir gençlik vardır piyasada. Bu özgürlük ve alım gücünün artması, özellikle ortaöğrenim ve yükseköğrenim çağındaki gençleri kapsamak suretiyle insanları duygu ve düşüncelerini birbirlerine aktaracağı, daha donanımlı, daha gelişmiş; daha şatafatlı meskenler aramaya itmiştir ve piyasada bu tabirleri karşılayan mekânlar “kafeler” olmaktadır.
Mart’13 • 5
a
karantin
Yükselen Tehlike: Kafe gençliği ve Kadın-Erkek İlişkileri UĞUR DEMİREL
G
ünümüz dünyasında Müslümanlar, kendilerinden önce gelip iman etmiş müminlerden belki de hiçbirinin görmediği olaylara şahit olmaya devam etmektedirler. Önceki nesillerin iman ettiği unsurlarla, hal-i hazırda Müslümanların imanlarında şeklen hiç bir değişiklik yok. Ancak inandığı gibi yaşamayınca insan, yaşadığı gibi inanmaya başlıyor ki, netice itibariyle garip, ilginç, ama hepsinden fazla, acı veren olaylar tezahür ediyor. 6 • Mart’13
Bunun en canlı örnekleri kafelerde cereyan etmekte. Biz, Allah’a kul olmayı gaye edinen Müslümanlar olarak, kadınerkek ilişkilerinin sınırlarını asırlardır okuduk, okuyoruz ve biliyoruz ki mahremi sayılmayan kimseler, kadın ve erkek için yabancıdır, münasebetler ölçülüdür. Ancak, özellikle son yıllarda şahit olduğumuz olaylar, iman etmiş olmanın neleri kabullenmek olduğunu bize tekrar hatırlatıyor.
Kafelerde, tesettürlü diyebileceğimiz hanımlarla, yine Müslüman erkeklerin grup halinde oturup masumca(!) ve arkadaşça(!) hal hatır sormalarına alıştığımızı itiraf etmeliyim. Aslen, kendini Müslüman bilen her bireyin bu durum karşısında celallenip kaşlarını çatması ve Ebu Dâvud’un naklettiği hadisi hatırlatıp; ‘’Yabancı kadını gördüğünüzde yüzünüzü çevirin!’’ ihtarını etmesi gerekir. Böyle bir uyarı karşısında mümin ve müminatın da irkilmesi
ve ‘ben ne yaptım da bu uyarıya maruz kaldım’ diye dehşete kapılması elzemdir. Ancak verilen cevaplara bir kez şahit olsanız, tehlikenin azametinin, iman nurundan nasibini almış kalpleri nasıl sarstığını anlarsınız. Özgürlük, günah işleme tercihi, masumiyet, arkadaşlık, kalp temizliği... Konuşmadan edemiyor insan. Kalbin temiz, sözlerin kirli; kalbin temiz, davranışların kirli; kalbin temiz, bulunduğun ortam kirli. Kalp; ‘ben ülkesi’nin başkenti ise, kalbin temizliğinin ‘taşra’ya da sirayet etmesi gerekmez miydi? Hem nasıl olur da insanı azgın dalgaların arasına atıp, sonra ondan kıyafetlerini ıslatmamasını isteyebiliriz ki? Nasıl olur da bir insanı yanan ateşin içine atıp, sonra vücudunu muhafaza etmesini söyleyebiliriz? Üstelik din, her fırsatta bu tehlikeyi işaret ettiği halde. İbnu’l Kayyım (rahimehullah) şöyle der: ‘’Erkeklerin kadınlarla karışık halde aynı ortamı paylaşması, zinanın ve fuhşun çoğalmasına sebeptir.’’ Bireylerin, kendini bilen ailelere mensup olması, iyi bir din eğitimi almış olması, beş vakit namaz kılması, hatta gece yarısı teheccüde kalkıp gözyaşı döküyor olması, onu bu uyarıdan muaf tutmaz. Bu konuda uyarılması, onun şehvetperest, ahlaksız olduğuna da işaret değildir. İnsan harama meyillidir ve nefsi onu münkere çekmek
Amaç oturup bir köşede muhabbet etmek olmasa da durum böyledir. Hatalar böyle başlar. İyi niyetli olmak, müspet konular konuşmak, iyi ortamlarda bulunmak kurtarmaz, kurallar çiğnenmemelidir. Bir kadının bedeni, onunla evlenmesi caiz olacak bir erkek tarafından izlenebiliyorsa bu haramdır. Camide olsa da hüküm değişmez. Mümin her yerde mümindir. Rahmet
Meşru bir neticeye, gayri resmi yol ile ulaşılmaz. Akif’in şiirinde dediği gibi, “Din kürk yapılıp giyildiği zaman, iyilik emredilip kötülük men edilmediği zaman, başımıza gelecekleri kabullenmişiz demektir.” ister. Bu tehlike, sokağın köşesindeki kafede oturan falan kız ile filan erkek için de birdir, Halife Ömer (r.a) için de. Bunun bilincinde olan Hz. Ömer (r.a); ‘’Bir kadınla baş başa kalsam, vallahi nefsime güvenmem.’’ demiştir. Aslolan da zaten, erkeğin kadına olan zaafıyla, kadının da erkeğe olan zaafıyla mücadele etmesi değil, haramın önüne set çekmesidir. Aksi halde, uçurumun kenarına gelip nefsi aşağı itmeye çalışmaya benzer ki, hangi tarafın aşağıya yuvarlanacağını kestirmek güçtür.
peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v); ‘’Şeytan ayrıntıda gizlidir.’’ buyurarak, her durumda Müslümanları dikkatli olmaya çağırmıştır. İmam Nevevi (rahimehullah) şöyle der: “Erkeklerle birlikte namaza gelen kadınların saflarının sonuncusu, erkeklerle karşılaşma ihtimalinden uzak olduğu için üstün kılınmıştır. İlk safları ise bunun tersi nedeniyle kötülenmiştir.” Meşru bir neticeye, gayri resmi yol ile ulaşılmaz. Akif’in şiirinde dediği gibi, “Din kürk yapılıp giyildiği zaman, iyilik emredilip kötülük men edilmediği zaman, başımıza gelecekleri kabullenmişiz demektir.” Bir fakirin deyimiyle; Çöllerin (haramların) çoğaldığı günümüzde, gölünüzü(iman havuzları) oluşturmanız farzdır. Onu korumak da boynunuzun borcudur. Vesselam... Mart’13 • 7
a
karantin
FARKLI BAKIŞ AÇILARIYLA KAFE KÜLTÜRÜ MAHMUD ERKAM ŞAHİN
A
ğırlığını gençlerin oluşturduğu toplumun önemli bir kısmı artık kafelerde çok fazla vakit geçirmeye başladı. Clup, disko, bar, meyhane, nargile kafeler, oyun salonları, internet kafeler, playstation kafeler, kıraathaneler, iddia bayileri vb. aynı alışkanlığın tezahürleri olarak değerlendirebiliriz. Buraları farklı inançlara, ihtiyaçlara ve beklentilere göre değişiklik gösterse de insanların vakitlerinin çoğunu geçirdiği yerler olarak görüyoruz. İnsanın, bir yerlerde oturmak, ahbaplarıyla güzel vakit geçirmek gibi bir ihtiyacı tabi olarak vardır. Bu doğal karşılanmalıdır. İnsanlar nargile içmek, içki içmek, oyun oynamak ya da sadece soğuk veya sıcak bir şeyler içmek isterse ona göre mekânlar buluyor. Bu yüzden kafeleri, insanları bazı alışkanlıklara sevk eden bir yer olmaktan önce, insanın temayüllerinin tezahürü olarak görmeliyiz. Bu bakış açısı bize günümüzdeki bu kültürün problemlerini çözmede yarar sağlayacaktır. 8 • Mart’13
Müslümanların, özellikle de gençlerin bu mekânlarda geçirdiği vakitler, bizim sorgulamamız gereken bir husustur. Bu kültür aslında 2000’li yıllardan sonra yaygınlık kazandı. Hatta kafelerde geçirdiğimiz vakit, Türkiye’de ortalama bir insanın televizyon karşısında geçirdiği vakti aştı. Daha çok kişinin arkadaşlarıyla vakit geçirdiği kafeler o kişiyi zaman zaman 4 namaz vakti ağırlar oldu. İslamcılar önceden camilerde, vakıflarda, derneklerde ve birbirlerinin evlerinde toplanırdı. Toplantılarını sohbetlerini derslerini ya da hoş muhabbetlerini bu mekânlarda yapardı. Ancak son 10 yılda buralar boşaldı ve Müslümanlar kafeleri doldurmaya başladı. Fatih’te Saraçhane, Duvardibi ve Atpazarı’nda onlarca kafe bu gençleri ağırlar oldu. Yine Tophane’yi, Çemberlitaş’ı örnek verebiliriz. Üsküdar’da belediyenin arkası, Salacak, Çengelköy yine Müslümanlar tarafından dolup dolup boşalmakta. Biraz daha “yeşil burjuva mekânı” olarak da anılsa
Çamlıca’daki kafeler de biraz daha zengin Müslümanların uğrak yerleri haline gelmiş bulunmakta. Buralarda belediye başkanları, iktidar partisinin il ve ilçe başkanları emniyet müdürleri milletvekilleri hatta bakanlar bile gelip nargile içmekte okey veyahut tavla oynamakta. Bu son söylenenler kuru bir iddia değildir, bizzat size aktaranın şahit olduğu hadiselerdir. Peki, bu dönüşümün sebebi nedir? Neden Müslümanlar kafelerde saatlerce vakit geçirmeye başladı. Kafeler nasıl oldu da; biraz soluklanıp çay içme ya da bir dostuna kahve ısmarlama fonksiyonuna sahipken Müslümanların kızlı-erkekli, nargile ve sigarayla saatlerce oturdukları yer haline geldi. Namazların unutulduğu, çoğu zaman son on dakikada içerdeki bir seccadeyle apar topar kılındığı artık inkâr edilemez bir realite. Caminin yanı başındaki kafeler Müslümanlar tarafından dolup taşarken camiler “Sesin Yankılandığı Yerler” haline geldi.
Belki de kafelerin dönüşümünü değil de insanların dönüşümünü sorgulamalıyız. İlk olarak sorulması gereken soru da bizce budur. Çünkü günümüzde kafelerin fonksiyonlarının dönüşümü, insanların fıtratlarından dönüşüyle ilintili bir husustur. İnsanlar, sigara ve nargile alışkanlıklarından, kızlı-erkekli oturmalarından, yüksek sesle kahkahayla müstehcen konuşmalarından dolayı camilerde vakıflarda derneklerde oturamazlardı doğal olarak. Bundan sebep, birbirlerini evlerine de davet edemez hale geldiler. İnsanlar, günah işleme alışkanlıkları arttıkça o günahları işleyebilecekleri mekânlara ihtiyaç duymaya başladılar. İkinci olarak sorulması gereken soru da İslami çalışmalar yapan, gençlik faaliyetleri yürüten kurumsal olsun olmasın bütün oluşumlar akıp giden bu sürece neden müdahil olamıyorlar ya da nasıl müdahil olabilirler? Dışardan bakıldığı zaman gençliği anlamayan onun değişimini göremeyen veyahut diline inemeyen İslami grupların gençliğe fayda sağlayamadığı görünür. Gençliğin yönelimlerini tespit edemeyen, bunlara gerekirse radikal kararlar alarak sıra dışı çözümler getirme cesareti gösteremeyen hiçbir İslami hareket gençliğe tutunamaz ve böylece gençliği de tutamaz. Sıradan bir derbi maçında kafeler sadece izleme parası olarak 10 TL alıyor. Bunun yanına çayını çorbasını eklersen bir derbi maçı 20 TL’ye çıkıyor. Gençlikle ilgilenen
İslami çalışmalar bundan haberdar olsa mesela, o mekanizmayı mekânlarına kursalar ve gençleri maç izlemek için çağırsalar birçok gence ulaşabilirler. Maçtan önce veya sonra birkaç ayet birkaç ha-
İnsanlar, sigara ve nargile alışkanlıklarından, kızlıerkekli oturmalarından, yüksek sesle kahkahayla müstehcen konuşmalarından dolayı camilerde vakıflarda derneklerde oturamazlardı doğal olarak. Bundan sebep, birbirlerini evlerine de davet edemez hale geldiler. İnsanlar, günah işleme alışkanlıkları arttıkça o günahları işleyebilecekleri mekânlara ihtiyaç duymaya başladılar.
disle kısa bir sohbet yapılsa arada çaylar içilse kaç tane genç İddia bayilerinden veya zararlı ortamlardan korunmuş olur. Ve bu vesileyle birçok genci de kazanmış oluruz. Sonuç olarak meselenin farklı farklı taraflardan ele alınması gerekmektedir. Bireylerin ne yapabilirliğini söylerken kurumların da ne yapabilirliği tartışılmalıdır. Dışardan kafede oturanları, kafe sahiplerini, ya da meseleye el atmayan İslami çalışmaları kuru bir şekilde eleştirmek çok kolaydır. Bu meselenin üzerinde tekrar tekrar durmak, üze-
rinde daha fazla düşünmek, farklı ortamlarda uzun uzun tartışmak, faydalarının zararlarını net olarak ortaya koyabilecek araştırmalar yapmak çözüm odaklı atılabilecek adımların başındadır. Baktığımızda Müslüman gençlerin uygun mekân bulamamalarından sebep, kafelerde güzel çalışmalar yaptığı da aşikârdır. Bir yandan da birçok Müslümanın kafelerde saatlerini hiç ettiği acı bir gerçektir. Gri bir zemindir yani bu husus. Son olarak değinilecek birkaç husus vardır. Kafede saatlerce oturmak bir bağımlılık olarak ele alınabilir. Ve bunu bağımlılık olarak değerlendirirsek alkol, tütün ve sosyal medya bağımlılığı bu bağımlılığı tetikleyen bir husustur. Kafelerde artık wireless olması bir reklam vesilesi haline gelmiştir. Birçok gencin interneti olan kafelerde oturup tablet ya da dizüstü bilgisayarıyla saatlerce vakit geçirmesi buna verilebilecek bir örnektir. Kafelerde oturma bağımlılığının Balkanlar’da had safhaya ulaştığını da hatırlatmak gerekir. Balkanlar’da birçok genç Türkiye’den daha vahim bir vaziyettedir. Yine Kosova’da, Arnavutluk’ta kahve parası kazanmak için çalışan gençler vardır. Türkiye’nin yanı başındaki bu Müslüman beldelerin vaziyeti bize yavaş yavaş yayılmaya başladı. Bir an evvel bu tehlikenin farkına varmalı ve acil olarak çözüm odaklı çalışmalarımızı artırmalıyız. Aksi halde bugün komşunun başına gelen yarın kişinin başına gelir.
Mart’13 • 9
DENEME
Zihnin Soylu Eylemleri: Muhakeme ve Zikr MUHAMMED SALİH
“Rabbim bana doğru bir muhakeme yeteneği (hukm) ver, beni salihlerle beraber kıl, beni dillerde doğruluk timsali olarak anılan biri yap ve beni sonsuz nimetlerle dolu cennetinin varislerinden, kıl.” (Hz İbrahim’in duası) Şuara/83-84-85
D
oğru bir muhakeme (hikmet ve hukm) bir insanın sahip olabileceği en büyük nimetlerden biridir, hatta öyle ki böyle bir zamanda; yanlış ile doğrunun ayırt edilmesinin zorlaştığı, zihnimizin bulanmaya kolaylıkla yüz tutacağı ve seküler dünyanın fikirlerimizi ve ruhumuzu kolayca kuşatmaya aldığı fakat bunu sinsice yaptığı bir çağda ve zamanda doğru bir muhakeme bir insanın en soylu zihin(sel) eylemidir. Sağlam bir iman sağlam bir muhakemeyle (hikmet ve hukm) gelir. Hz İbrahim’i düşünelim. Rabbini bulma arayışındaki geçirdiği her evre ve her sorgulama onu bir kaya gibi sağlam olan, o övülmeye değer imanına götürmüştü. Hz. İbrahim ayı, yıldızları ve güneşi sorgularken toplumunu da sorgulamıştı. Toplumun hastalıkları, yöneticilerin zaafları ve yine insanların ahlaki ve zihni çürümüşlükleri hakkında tefekkür etmişti. Ya sonra, bu tefekkürün ve sorgulamanın ardından hayata aktif olarak atılarak inandı-
10 • Mart’13
ğı doğruyu ve hakikati haykırarak toplumuna kurtuluşun adresini gösterdi. Belki bu onun kavli duasında Rabbinden istediği salih kullarla beraber olmak isteyişinin (26/84) eylemsel duasıydı. Peki, doğru bir muhakemeye (hikmete) nasıl sahip olabiliriz sorusuyla karşılaştığımızda vereceğimiz cevap ne olabilir? Bu sorunun cevabı teknik olarak verilse de aslında bu sorunun cevabı ruhumuzda, kalbimizde ve hayatın tam ortasındadır. Nasıl yani? Aslında sorun tanımlama (bilgi) sorunu değildir, aslında sorun bilgiyi hangi bakış açısıyla ve ne ile yorumladığımızdır. Doğru bir muhakeme (hikmet ve hukm) bu yüzden gereklidir. Rabbimiz Kerim olan kitabında eğer biz ona karşı sorumluluk bilincimizi (takva) kuşanırsak bize doğruyla yanlışı ayırt etme yeteneğini (furkan) vereceğini söylemektedir. (8/29) Fakat takva, takvayı nasıl kuşanacağız? Çünkü bilmek ve
sadece iman etmek bize onu kuşandırmaz. Yoksa sadece konuşuruz ve sürekli tekrarlarız, heyecanımız bizim gemimizin kaptanı olur ve coşan dalgalarla beraber biz de coşarız. Öyleyse ne yapmalıyız? İlk önce sahip olduğumuz davanın değerini ve kıymetini en iyi şekilde anlamalıyız ve önemsiz gibi görünen şeyleri (gülümsemek, teşekkür etmek, temiz olmak vs.) yapmayı asla küçük görmemeliyiz, bilakis onlar bir müslümanın kişiliğinin parçalarıdır. Belki farkında olmadan yaptığımız bu eylemler bizim büyük ideallerimizin önemli parçalarıdır da. Peygamberimizin de buyurduğu gibi gülümseme de bir sadakadır. Muhakeme, hukm ve furkan bir müminin olması gereken zihinsel eylemlerin en önemli basamağıdır. Fakat yaşadığımız dünya bizden onları gizlice ve hiç çaktırmadan almaya çalışmaktadır. Özellikle bir genç olarak kendimden yola çıkarak konuşacak olursam zihnimi bulandırmaya, meşgul etmeye ve sağlıklı düşünmeme engel olmaya sebep olan o kadar çok şey var ki; bunlar ilk önce bana ahireti unutturuyor ve ahi-
Rabbimiz Kerim olan kitabında eğer biz ona karşı sorumluluk bilincimizi (takva) kuşanırsak bize doğruyla yanlışı ayırt etme yeteneğini (furkan) vereceğini söylemektedir. (8/29) Fakat takva, takvayı nasıl kuşanacağız? Çünkü bilmek ve sadece iman etmek bize onu kuşandırmaz. Yoksa sadece konuşuruz ve sürekli tekrarlarız, heyecanımız bizim gemimizin kaptanı olur ve coşan dalgalarla beraber biz de coşarız.
reti unutan zihnin ilk karşılaştığı şey olarak karşıma yarınını önemsemediğim seküler bir hayat felsefesi çıkarıyor. Buna karşı koymamın tek yolu ise düşünmek, muhakeme etmek ve eyleme dökmektir diye zihnimde formüle aktarıyorum. Belki seküler dünyanın bizim zihnimiz üzerimizdeki çekiciliği ve etkileyiciliği Hz. Musa’nın (as) karşısına çıkan ve halkın gözünü bağlayan, aynı zamanda Hz Musa’yı korkutan sihirbazların yılanları gibidir. İşte tam burada zihnimiz çalıştırıp Allah’ı hatırlamalıyız (zikr) ve muhakememizi aktif hale getirmek için çabalamalıyız ve sonra belki yüreğimizde o sesi tıpkı Hz. Musa (as) gibi işitiriz: “...korkma şüphesiz üstün gelecek olan sen olacaksın...” (20/66). Eğer sağlıklı bir zihin ve doğruyla yanlışı ayırt edebilecek dinamik bir akıl istiyorsak, ellerimizi kaldırmalıyız ve bir zamanlar Hz. İbrahim’in (as) ettiği o duayı (26/8384-85) yaşayarak ve haykırarak etmeliyiz. Rabbim bizi muvaffak etsin. Selam ve dua ile...
Mart’13 • 11
GÜNDEM
Gençlik ve Özgürlük ŞÜKRÜ KABA
G
üncel kültürümüzde ve toplumumuzda
medya darbesi liseli gençleri konu alan dizi ve
özgürlük sıkça kullanılan, üzerine çeşitli
filmler olmuştur. Aralıklı olarak farklı kanallar-
konularda gündem oluşturulan bir kavram ha-
da farklı isimlerle bu diziler gençlerimizin önüne
lini almıştır. Özgürlük gençliğin her yaş aralığın-
sunuldu ve karşılaşılan nihai sonuç ise bu dizi ve
da onların sınırsızlıklarını ifade eden bir kavram
filmler gençlerimizin önüne model hayatlar su-
haline gelmiştir. İnsanın hem bireysel anlamda
narak onların hayali hayatlar peşinde koşmala-
hem de toplumsal anlamda kazanmak istediği
rını sağlamıştır. Gençlerimiz bu model hayatları
en önemli değer olduğunu gözden kaçırmama-
elde etmeyi hep istediler çünkü medya onlara
lıyız.
bu hayatı özendirdi.
Günümüzde gençlerin özgürlüğe yükledik-
Bu sene eylül ayında liseli öğrenciler arasında
leri anlamın bir takım etkiler vasıtasıyla oluştu-
yapılan bir anketten çıkan sonuç gerçekten dü-
ğunun farkına varmak mümkündür. Gençlerin
şündürücü… Gençlerimizin yaklaşık yarısından
zihinlerinde oluşturulmaya çalışılan özgürlük
fazlası şöhret olmak ve zengin olmak istiyorlar.
tasavvurunun şekillendiricileri ise medya olmuş-
Peki, özgürlüğü bunun neresine koyacağız? Öz-
tur.
gürlük, hayali kurulan bu hayata giden yolda zaman
aileyi aşıp ilk adımı atmak olarak tanımlanabilir.
2000’li yılların bugüne kadar gelen en önemli
Çünkü onlara sorduğumuz zaman aile onların
Geçmişimize
12 • Mart’13
dönüp
baktığımız
özgürlüklerini engelleyen en önemli faktördür. Bu engel aşıldığı zaman onlar bu hayatı istedikleri gibi yaşayacaklar. Burada da genç beyinlerin özgürlük anlayışını “kendi kurallarımı kendi koyduğum bir hayatı yaşamalıyım” olarak karşımıza çıkmaktadır. Gençlerimizin özgürlük tanımlamalarından biri de hayata atılmak kılıfı ile ortaya çıkmaktadır. Yine medyanın etkisi ile gençlerimizde bir 18 yaş algısı oluşmuştur. Devletin vatandaşlık haklarının bazılarından faydalanma ve sorumluluk ehliyeti olarak bilinen 18 yaşa girmek gençlerimiz tarafından “Ailenin genç üzerinde oluşturduğu baskının ortadan kalkması ve zincirlerin kırılması” olarak değerlendirilmiştir. Çünkü bu zincirlerin kırılması onlar açısından bir yerlerde sabahlamak, eve istediği zaman gitmek veya eve hiç gitmemek, gündüzünü uykuda gecesi kafelerde eğlenerek geçirmek, aileye asi olmak, istediğini söyleyebilme hakkını kazanmak vs. bunları çeşitlendirmek mümkün.
Özgürlük gençlerimizde sınırsızlığı getirdiği gibi beraberinde sorumsuzluğu da getirmiştir. İnsanın doğduğu andan itibaren bir takım sorumlulukları yerine getirmesi gerekmektedir. “Sorumluluk yapmak istemesem bile yapmam gereken işlerin tamamına denir.” Aileler çocuklarına bunu kazandırdıkları zaman çocuklarımızın özgürlük alanları daha doğru ve sahih bir zemine oturacağına inanıyoruz.
Bu özgürlük ise toplumsal ahlakı ve manevi değerleri alt üst eden bir hayatı yaşama hakkını
gençlerimizin elde etmesini sağlamak öncelikle
elde etme isteği olarak karşımıza çıkmıştır. Bu
bizim özgürlük anlayışımız ile alakalıdır. Biz her
ise ne değerler sistemimizle ne de dinimizle ala-
konuda olduğu gibi bu konuda da gençlerimizin
kalı bir durum değildir.
önünde örnek alabilecekleri kişiler olmayı başar-
Özgürlük gençlerimizde sınırsızlığı getirdiği
malıyız. Çünkü bugün gençlerimizin edindiği
gibi beraberinde sorumsuzluğu da getirmiştir.
bütün kötü alışkanlık ve düşüncelerin temelinde
İnsanın doğduğu andan itibaren bir takım so-
kendilerine yanlış örnekler seçmeleri yatmak-
rumlulukları yerine getirmesi gerekmektedir.
tadır. Bugün problemlerimiz medya vasıtasıyla
“Sorumluluk yapmak istemesem bile yap-
körüklendi ise gençlerimize nüfuz alanı olarak
mam gereken işlerin tamamına denir.” Ai-
medyayı kullanmamız gerekmektedir. Yaklaşık
leler çocuklarına bunu kazandırdıkları zaman
15 yıldır çekilen lise dizileri gençlerimiz üzerinde
çocuklarımızın özgürlük alanları daha doğru ve
olumsuz bir hava estirdi ise bizim sorumluluğu-
sahih bir zemine oturacağına inanıyoruz.
muz gençlerimizi doğru ve sahih bir anlayışa gö-
özgürlüğün
türecek programlar üretmek ve bunun medya
Allah’a kul olmaktan geçtiğini söylemektedir.
aracılığıyla yaygınlaşmasını sağlamak olmadır.
Allah’a kul olmak insanın dünyada elde edebile-
Rabbim inşallah onların yolunu aydınlatacak
ceği en önemli değerdir. Bunu elde etmek veya
gücü ve imkânı bizlere nasip eylesin…
İnandığımız
değerler
bize
Mart’13 • 13
İSLAMİ KAVRAMLAR
HAYATIMIZ KUR’AN MI, YOKSA? MUSTAFA TOLGA
M
odern çağın popüler sorularından birisidir hayatımıza neyin şekil verdiği… Ve birçokları için bu sorunun içinde dizilerin yeri bir hayli fazla olacaktır. Nasıl mı diye soranlara birkaç soru yöneltmekle devam edebiliriz yazımıza. Dizilere vaktinizin ne kadarını ayırıyorsunuz? Dizi izlerken olayları sanki yaşıyormuş gibi oluyor musunuz? Dizinin iyi kahramanına sempati duyarken kötü kahramanını bir kaşık suda boğmak geçmiyor mu içinizden? Dizilerin klişeleşmiş sözleri günlük hayatınızda kullandığınız sözler arasında yerini çoktan almadı mı? Ve buna benzer sorular çoğaltılabilir. Çoğalması kimsenin işine gelmeyecektir aslında. Çünkü sorular çoğaldıkça onlara verilecek kaçamak cevaplar daha da azalacaktır. Ve sonunda istemesek de dizilerin hayatımıza nasıl yön verdiği sorusunun yanıtı karşımıza çıkacaktır. Kimin işine gelir dizilere endekslenmiş bir hayat biraz düşünmek lazım. Milyon dolarlık hasılatlar, korkunç bir rant kapısı, yönlendirilmiş ve uyuşturulmuş beyinler, her türlü ahlaksızlığın alt14 • Mart’13
tan alta meşrulaştırıldığı bir ortam vs. kimin işine gelirin cevabı sizi düşündüre dursun kimin işine gelmeyeceğini ben söyleyeyim sizlere. Müslümanın... Neden mi? “VE (O GÜN) Rasûl: “Ey Rabbim!” diyecek, “Kavmimden (bazıları) bu Kur’an’ı gözden çıkarılacak bir şey olarak gördü!” (Furkan Suresi, 30) Sözün en güzelinin Rabbinin sözü olduğunu, örnek alması gereken şahsiyetleri Kur’an’da değil de dizilerde aradığını, Kur’an’ı anlamaya ayıracağı zamanını dizlerde heba ettiğini ve en önemlisi hayatına yön vermesi gereken Kur’an iken dizilere yöneldiğini Müslümanım diyen bizler Rabbimize nasıl hesap vereceğiz hiç düşündük mü? Hatırlamamız gerekmez mi tüm dizi kahramanlarını ad- soyadlarıyla tanırken Kur’an’da adı geçen peygamberlerin kimler olduğunu bir türlü sayamadığımızı? Hatırlamamız gerekmez mi dizilerde aşılanan ahlaksızlığı meşru görüp Kur’an’ın onlar hakkındaki hükmünü görmezden geldiğimizi? Hatırlamamız gerekmez mi sözlerin en güzeli Kur’an iken ne idüğü belirsiz laf kalabalıklarını dilimize doladığımızı? Hatırlamamız gerekmez mi dizilerdeki hayatı en ince ayrıntısına kadar içimize sindirirken Kur’an’i hayatı bir türlü kapımızdan içeri sokmadığımızı? Hatırlamamız gerekmez mi bunları ve daha nicelerini? Hatırlamamız gereken o kadar çok şey varken dizilerden kafamızı bir türlü kaldıramaz olmu-
Kalpleri dirilten dosdoğru söz Kur’an’ı hayatımızın pek de önemsemediğimiz, olmasa da olur sayfasına sıkıştırdığımız bir hale getirmek bugün işimize gelse de, dünyevi çıkarlar uğruna onu yok saymak işimize gelse de; yarın için işimize gelmeyecektir, ahiret kazancı için işimize gelmeyecektir, bunu tekrar tekrar hatırlamamız gerekir.
şuz. İbadetlerimizi reklam arasına sığdırırken; birbirimizle muhabbet etmeyi unutur hale gelmişiz. Daha acısı nedir biliyor musunuz? Müslüman olduğunu söyleyen bizlerin bu durumdan rahatsız olmaması... Yani, hem Müslüman olup hem dizilerdeki insanların hayat tarzlarını kabullenebilmemiz. Yani, hem namaz kılıp hem de gayri meşruluğun, çıplaklığın, hayâsızlığın bir sakıncasını görmememiz. Yani, çocuklarımızın adının illaki Kur’an’da geçmesini isterken dizilerdeki karakterlere benzemesini istememizde bir sakınca görmememiz. Yani, kalben diri gözüken ama içi çoktan ölmüş Müslümanlar olarak yaşamayı çoktan benimsememiz. Kurumuş kalpler, görmeyen gözler, duymayan kulaklar, kısacası nefse hoş gelen her şeyi meşru sayan bir hayat… Oysaki Allah kitabında kalpleri dirilten şeyin ne olduğunu açıkça belirtmektedir tüm insanlara; “VE (işte böyle:) Biz bu (Peygamber’e) şiir (yeteneği) bahşetmedik, zaten (şiir) bu (mesaj)a uygun düşmezdi: o yalnızca bir uyarı ve öğüttür; ve o özünde apaçık olan ve gerçeği dosdoğru gösteren bir (ilahî) hitabedir, ki (kalben) diri olanları uyarabilsin ve (Allah’ın) sözü hakikati inkâra şartlanmış olanlara karşı tanıklık yapabilsin diye.” (Yasin suresi 69, 70) Kalpleri dirilten dosdoğru söz Kur’an’ı hayatımızın pek de önemsemediğimiz, olmasa da olur sayfasına sıkıştırdığımız bir hale getirmek bugün işimize gelse de, dünyevi çıkarlar uğru-
na onu yok saymak işimize gelse de; yarın için işimize gelmeyecektir, ahiret kazancı için işimize gelmeyecektir, bunu tekrar tekrar hatırlamamız gerekir. Diziler dediğimiz çılgınlığın hiç mi güzel yanı yoktur diye soranlara ben değil Kur’an cevap versin istiyorum; “SANA, sarhoşluk veren şeyler ve şans oyunları hakkında sorarlar. De ki: “Onların her ikisinde de hem büyük bir kötülük hem de insanlar için bazı yararlar vardır; ancak yol açtıkları kötülük, sağladıkları yararlardan daha büyüktür.” (Allah yolunda) neyi harcayacaklarını sana sorarlar. De ki: “O’nun için ayırabileceğiniz her şeyi.” Böylece Allah mesajlarını size açıklıyor ki tefekkür edesiniz.” (Bakara Suresi 219) Ve evet O’na diziler hakkında soru sorsaydık muhakkak ki yine aynı cevabı alacaktık. Hayatımız için gerekli olabilecek hangi konuda olursa olsun sorduğumuz soruların cevabının Kur’an’da açıkça anlatıldığına inanan birisi olarak yapmamız gereken tek şeyin Kur’an’a bakmak olduğunu, göremiyorsak açımızı değiştirip tekrar bakmak olduğunu hiç tereddüt etmeden söyleyebilirim. Böyle mükemmel bir dayanağa, böyle mükemmel bir yol göstericiye, böyle bir mükemmel bir hayat rehberine sahipken saçma sapan şeyleri hayat rehberi yapıyorsak bize yalnız Allah’ın hesap gününü beklemek düşecektir. Allah o günde bizi veremeyeceğimiz hayat tarzlarıyla sınamaz inşaAllah. Mart’13 • 15
DENEME
KALK VE UYAR ZEYNEP TOPUZ
N
e kadar fazla ne kadar eksik bilmiyorum tabanımın aldığı kuvvetince yürüyorum, rotamı da muhakeme etmiş değilim. Velhasıl gökyüzü de aynen benim gibi belli-belirsiz yağdı yağacak, içimdeki sıkıntılar gibi. Anlamlaştıramadığım birçok kavramcık beynimde paradoks yaratıyor, kaşlarımı çatarak, sağ ayağımı titreterek, olaya vaki olmaya çalışıyorum, bir parmağımla loblarımı dürterek alıcılarımı eşyalara kapatıyorum. Kardeşliğin özünü araştırmaya koyuluyorum, ta ki dün akşam televizyonda izlediğim “Suriye’de Kan Gövdeyi Götürüyor” yorumlarıyla sarsıldım. Hop diye zulüm, zalim, mazlum, kavramları yerleşti en can alıcı hislerime. Daha birçok zulüm karşısında insanlığın kaybolması ve kardeşliğin yozlaşması, iman düsturunun dibe çökmesi, zalimlerin katil vasfına bürünmesi, özgürlüklerin tutsaklaşması, ALLAHU EKBER. Loblarım zonkluyor, cenin vasfındaki bir canlının hayatının azar azar son bulması, akla-mantığa sığmayacak yollar, yordamlar. Körpecik masum bir kızın ırzı üzerinden planlar, inancımızın inisiyatifini indirmeye çalışan imansızlar. Daha neler kim bilir, gözüm gördükçe, kulağım işittikçe, kalbim sıkışıyor, bir kuş olup yanlarına gitmek ve onlara yardım etmek istiyorum. Biz iman edenler kalkıp uyaracağız, elimizden geleni değil, elimizden geleni ardına koymamak gayretiyle, maddi, manevi destekte bulunmalıyız. Kelimelerim, kavramlarım, sözcüklerim sınırsızlaşıyor, bu dile kolay gelmeyen katliamı anlatmak zor değil, ama yüreğim paramparça oluyor. Oradaki kardeşlerimin halini anla-
16 • Mart’13
tırken dillerim flulaşıyor. Ve bir çocuğun düşleri silahlar altında, hangi masal dünyasından bahsedebilir anne yavrusuna. Çınar ağacı timsali olan baba karın kışın altında, içine sığınmış til til bir çadırın, iki çocuğunu kucağına alarak sırayla ısıtmaya çalışıyor. Ve yine bir genç boynunda özgürlük atkısıyla, son vermek istiyor bu tutsaklığa. Dilime bir tebbet ilişiyor, sessizce, vakarlı bir üslupla dua ediyorum Yaradana. Paha biçilmez bir kardeşlik duygusu doğuyor hislerime, yalnız olmadığımı anlıyorum, hepimizin anne ve babası bir. Ve soruyorum şimdi? Dünyayı tanımaya çalışan elinde arabasıyla, ağzında zar-zor bulduğu bir pırtık mamasıyla, anasının koynunda barınan bebekten ne istiyorsunuz! Ne cüretle yaşama hüviyetini bir saniye içinde elinden alıyorsunuz? Cevapsız sorular işte biçare bekliyoruz. Sükûnetin, huzurun, imanın ve teslimiyetin dolu dolu yaşandığı şehirlere zalimlerin zulmü yağıyor. Aç kaldık adalete, kardeşliğe, imanın özgürlüğüne. Gözlerde yaş durmuyor, dillerde dualar, yüreklerde can korkuları, bir ananın yanmış bebeğini bağrına bastırıp tekrar hayata kavuşturma azmi, zira hiçbir şey elinden gelmiyor. Sana beyan ediyorum RABBİM bu zulmü, halimiz sana ayandır, dört bir yanda kol geziyor zalimler, ebabil kuşları gönder en kısa zamanda Ya Rahman. Ey Müslüman! Pinekleme oturduğun yerde, köşe bucak haber sal, yoksa kardeşin sancı çektirilerek öldürülüyor... Müslüman... Bir seher vakti uyan, kollarını sıva, başla kardeşin için, müminlerin imanı, adaleti için, cihada başla!
Aşkın Tarifi ALİ MURTAZA KAYA Aşkın tarifini sordular bana,
Mest eden Davud nebi sadasıyla,
Yakın olup uzakta kalmaktır aşk,
Mümin kalıp Mücahit duasıyla,
Candan geçip her gün canan uğruna,
Kıtalar aşıp Allah nidasıyla,
Kefen giyip gezmenin adıdır aşk.
Hakkı hakikati çağırmaktır aşk.
Korkak ürkek kaçamak bakışların,
Ebubekir gözünde merhameti,
Çıkışı zor inişi güç yokuşların,
Ömer’in ikrarında adaleti,
Ve ince ince narin nakışların,
Osman misali harcayıp serveti,
Edeb tezgâhında dokunmaktır aşk.
Ali cesaretinin adıdır aşk.
İlim meclisinde kendin bilmenin,
İbrahim gibi nemrutlar putunu,
Harama Yusuf’ça sınır çizmenin,
Gönüller fethedip zulmün surunu,
Sırat-ı mustakim üzre gitmenin,
Vuslat getirip hasretin buzunu,
İman ile ölmenin adıdır aşk.
Göz kırpmadan yıkmaktır kırmaktır aşk.
Ferhat’ın azmiyle dağlar yarmanın,
Kur’an’a sünnete uyan yaşamın,
Mecnun’un derdiyle çöller aşmanın,
Oku lafzıyla muhabbet kelamın,
Kerem’in gözüyle şirin kalmanın,
Sevginin saygının ve de selamın,
Gönüller dergâhında yanmaktır aşk.
Muhammedi duruşun adıdır aşk.
Hayaller kalesinde esir olup,
Kanatsız sonsuzluğa uçmaktır aşk,
Umudun yitirmeyip saçın yolup,
Yağmur gibi gözlerden akmaktır aşk,
Kur’an nuruyla her dem huzur bulup,
Hayallerde gerçeğe varmaktır aşk,
Zincirleri kırmanın adıdır aşk.
Hezari acılarda kalmaktır aşk.
Mart’13 • 17
GARİP DÜŞÜNCELER
Kur’ân Nasıl Okunmalı? MAHMUT ERKAM ŞAHİN
H
içbir gizliliği, karanlığı olmayan, hiçbir sınıfa ya da gruba has kılınamayan bir kitap. Onun hiçbir yerinde eğrilik ve tezat yoktur. Açık, net, sağlam ve dosdoğrudur. Ne bir harfi eksik kalmıştır, ne bir harfi fazla gelmiştir. Hiçbir yerinde tekrara düşmemiş, hiçbir yerinde basitleşmemiş ve yine hiçbir yerinde zorlamamıştır. Şiir, hikâye yahut tarih kitabı da değildir. Ne yazık ki 200 yılı aşkın bir süredir Kitabı anlatmak için ne olduğundan çok ne olmadığını anlatmak mecburiyetinde kaldık. Merhum Akif de Süleymaniye Kürsüsü’ndeki şu dizelerinde bu çabaya girişmiştir: İbret olmaz bize, her gün okuruz ezbere de! Yoksa bir maksat aranmaz mı bu ayetlerde? Lafzı muhkem yalnız, anlaşılan Kur’an’ın, Çünkü kaydında değil, hiç birimiz mananın: Ya açar nazm-ı celilin, bakarız yaprağına; Yahud üfler, geçeriz bir ölünün toprağına. İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin, Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için! 18 • Mart’13
Yine de ne olduğunu söyleyecek olursak eğer; “O sadece bir öğüt ve apaçık bir Kur’an’dır. Diri olanları uyarmak ve kâfirlere de azap sözünün hak olması içindir.” (36/69-70) diyerek kendi dilinden cevaplayabiliriz. Okuyup, anlamak ve öylece yaşamak en güzel metot ve slogandır. Sadece perşembe günleri duvardan indirip Yasin okumak, sonra ramazan gelince mukabelelerde hatim indirmek Kur’an okumak değildir elbette. Böyle bir okumaya karşı tepkisel olarak bazı akımlar çıkmıştır. “Mealcilik” olarak adlandırılan bu akımın tarihsel serüvenini ve ontolojik yapısını ele alacak olursak; problemin doğal olarak Arap ülkeleri dışında zuhur ettiğini söyleyebiliriz. Türkiye olarak bakarsak meseleye, harf inkılabı bir kırılma noktasıdır. Nice coğrafyadaki birçok üstad bu konu üzerine durmuş ve Kur’an’ı, anlamak için okumak gerektiğini vurgulamışlardır. Bu üstadların bu çağrıları ve öğretileri yayılıp akımlar doğurmaya başlamıştır. Kur’an’ı, Arapçasıyla anlamadan okumak, tabi olarak eleştirilmeye başlanmıştır.
Arapçasıyla beraber mealinin de okunması ge- topar huşusuz olarak kılmaya benzer. Bundan rekliliği vurgulanmış ve yine bazılarına göreyse sebep her bir meal okuması “Amaca Yönelik Bir “Asıl olan meal okumaktır, Arapçası önemli de- Okuma” olmalıdır. Kur’an’ı anlamak ancak bu ğildir.” düşüncesi kabul görmüştür. şekilde mümkün olacaktır. Bu kitap kendisinden Tekrar meseleyi ele alacak olursak “Mealci- bir şey istendiğinde, istenileni verir. Bu yüzden lik” insanların Kur’an’ı anlayamama problemi- “Amaca Yönelik Okumaları” ondan bir şey istenin doğurduğu bir akımdır. Kriz ortamında su- mek olarak ele almalıyız. nulan her bir kurtarma planı aciliyet sebebiyle Mesela “Tarihsel Okumalar”, “Metotsal Okubaşlarda incelenmeden uygulanır. Bu normal malar” yapılmalıdır. Bir konuyu değerlendirmek ve yadırganmayacak bir süreçtir. Lakin devam için bile baştan sona Kur’an okunmalıdır. Notlar eden bu süreçte daha iyi planlar düşünülmeli, alarak altı çizilerek gerektiği yerde açıklamalara uygulamada olan planlarında bakılarak üzerinde düşünülemuhtevası tartışılmalıdır. Ne rek tartışılarak yapılan okumaKur’an insana metot öğyazık ki halis bir düşünce olan lar bir amacı yansıtır. Bu tarz retir, üslup öğretir, ahlakı anlayarak okuma fikrini bazıbir okuma, Müslüman davetöğretir, insanın kendini ları yeterli anlayamamıştır. Bu çilere nerde nasıl davranacaközünü öğretir. Düşmanla“anlayamama problemi” ise larını, problemleri nasıl aşarını ve onların taktiklerini büyük bir vaktin boşa gitmecaklarını öğretecektir. Aldığı öğretir. Yeri gelir yaptısine, zaman zaman da yeni notlarla kişi, alanında etkin ve ğımız veya yapmadığımız problemler doğurmasına seyetkin olacak, insanlara daha fiiller sebebiyle sonumubep olmuştur. doğru bir şekilde hakikati anzun ne olacağını öğretir. Düz bir meal okuması yalatacaktır. Nerde kimi tehdit edecepan kişi, O’nu onlarca kez Kur’an insana metot öğreğimizi, nerde kime nasıl hatmetse de verilmek isteneni tir, üslup öğretir, ahlakı öğreyumuşak kalpli ve tatlı tam manasıyla alamaz. Böyle tir, insanın kendini özünü öğdilli olacağımızı öğretir. bir okumanın da faydası olur. retir. Düşmanlarını ve onların Konu bütünlüğünü yakalamataktiklerini öğretir. Yeri gelir Kur’an kendisinden neyi sı, ezbere bildiği yerlerin mayaptığımız veya yapmadığımız istersek onu öğretir, ama nalarını hatırına getirebilmesi fiiller sebebiyle sonumuzun önemli olan bir şeyleri isbu faydalardan sayılabilir. Fane olacağını öğretir. Nerde temektir. kat böyle bir okuma perşemkimi tehdit edeceğimizi, nerde bede Yasin, Ramazan’da hakime nasıl yumuşak kalpli ve tim okumaktan öte bir okuma değildir. Fayda tatlı dilli olacağımızı öğretir. Kur’an kendisinden olarak da birbirlerinden artıları da yoktur. “Düz neyi istersek onu öğretir, ama önemli olan bir Meal Okuması”, “Düz Arapça Okumasıyla” ay- şeyleri istemektir. Davetçi olmayı istemelidir menıdır sonuç itibariyle. sela, yahut mücadeleci olmayı istemelidir. Sonra Bunun sebeplerini sıralarken usül ve tarih bil- bu isteğiyle Kitaba yönelmeli ve işin nasıllığını gisinin gerekliliğine ve tefsirle beraber okuma öğrenmelidir ve ardından insanlığa da kendisine mecburiyetine değinmeyeceğiz. Bunların gerek- de yaşayarak öğretmelidir. Yani hayatı da okuliliği zaten tartışılmaz. Amacımız; bilinçli Müslü- malarına katmalıdır insan. man bireylerin, ilim talebelerinin, İslam davet“İndirilen ayetleri Yaratılan ayetlerle beraber çilerinin Kur’an’ı anlamıyla okurken, izlemeleri okunmak” yani Kur’an’ı Âlemle beraber okugereken yolları aktarmaktır. mak, aslında apayrı ele alınması gereken bir huŞuurlu bir genç/birey bu Kitabı okurken rast- sustur. Ancak her şeyden önce amaca yönelik gele ve sıradan okuyamaz. Müslüman, referans- bir okuma refleksi kazanmamız gerekmektedir. ları gereği, gayesiz hiçbir fiilin faili olamaz. Bu Rabbim Kur’an’ı bir amaç doğrultusunda okusebeple Arapçasını okuduğu yerlerin bir de me- yup anlayan ve böylece hayata geçirenlerden alini okumak, namazı aradan çıksın diye apar eylesin bizleri. Mart’13 • 19
SURİYE ÜZERİNE ANEKTODLAR -1 ALİ TARIK PARLAKIŞIK
BEŞAR ESAD İKTİDARININ İLK YILLARINDA HALKTAN GELEN REFORM İSTEKLERİ/ÇALIŞMALARI Beşar Esad, Haziran 2000’de iktidarı babasından devralmasıyla beraber, Suriye muhalefeti reform ve değişimler ilgili bir dizi adım atmış ve barışçıl bir şekilde değişimin nasıl olacağına dair forum düzenlemiştir. İş adamlarının, doktorların, milletvekillerinin, üniversite hocalarının, yazarların içinde bulunduğu birçok sivil toplum kuruluşu ve öncüsü, düzenin barışçıl bir şekilde değişimini gündeme taşımıştır. Beşar Esad 2001 Şubat’ına kadar alttan gelen bu isteklere olumlu cevap vererek reformcu ve değişime açık bir lider imajı vermiştir. Riad Seyf, 2001 yılında liberal ve milliyetçi çizgideki Toplumsal Barış Hareketi adlı bir partinin kurulması için girişimde bulundu ve aynı tarihlerde Lübnan’da 1000 kişinin imzaladığı bir bildiri yayınladı. Bu bildiri siyasi özgürlükler ve çok partili hayata geçiş gibi talepleri içeriyordu. 2001 Mayıs’ında muhaliflerin önemli bir kısmının tutuklanmasıyla sivil muhalefet kontrol altına alındı. İkinci reform çalışması ise 2003 yılında gerçekleşti (liberallerin ağırlıkta olduğu, içinde İhvan-ı Müslimin ve Hristiyan aktivist Michel Kilo’nun da bulunduğu bir çalışmadır bu). Temel Özgürlükler ve İnsan Haklarını Savunmak İçin Ulusal Koordinasyon Komitesi’ni kurdular. Farklı dünya görüşüne sahip birçok muhalif bu 20 • Mart’13
çalışmada yeniden değişim çağrılarını gündemleştirdiler. Bütün bu çalışmalar, 2005 yılının Ekim ayında “Şam Deklarasyonu” adındaki bildirinin doğmasına sebep oldu. Şam Deklarasyonu hem rejimi açık bir şekilde sorgulamış hem de tüm muhalefet kesimlerine ortak zeminde buluşma davetinde bulunmuştur. 2006’da tekrardan geniş çaplı tutuklamalar başladı. 2008’de muhalif liderlerin önemli bir kısmı tutuklandı. BAAS REJİMİNE KARŞI TÜM KESİMLER AYAKTA Gelinen noktada Dürzilerin de ayaklanması göstermiştir ki, rejimin halk kesimlerinin üzerindeki desteği zayıflamaya başlamıştır. Dürzi muhalif lider Muanned Atraş’ın yanı sıra Katana bölgesindeki mücadeleyi örgütleyen Hristiyan önder George Sabra, Suriye halk hareketinin ana gövdesini oluşturan İslami Hareket’le birlikte hareket ediyor. Baas Rejimi’nin Nusayri azınlığın iktidarı olması, tüm Alevilerin rejim yanlısı olduğu düşüncesine götürmemelidir. Antalya’da buluşan Suriyeli muhalifler toplantısında Hama’dan gelen Arap Alevi (Nusayri) temsilciler de bulunmuşlardı. Muhalif Arap Aleviler, topluluklarına en fazla zarar verenin Esad’ın başında bulun-
duğu rejimin kendisinin olduğunu belirtiyorlar. Arap Alevilerini temsil için kurulan, Suriye İçin Çağdaşlık ve Demokrasi Partisi üyesi Sunda Süleyman, Suriye Devrimi’nin tüm kesimleriyle birlikte ezen devlete karşı olduğunu belirtiyor. Ayrıca Sunda Süleyman, Şam’da gerçekleşen ilk gösterinin Nusayri bir genç tarafından kaydedilip internete koyulduğunu belirtiyor. PKK’nın tabiri caizse Suriye kolu sayılabilecek PYD’nin hakim olduğu Kürt bölgesinin halkının çoğunluğunun da (PYD’ye rağmen/karşı) Özgür Suriye Ordusu’nu desteklemesi, Suriye Kürdistanı’nın genelinin rejimin karşısında olduğunu ve desteklerinin İslami muhalefetin yanında olduğunu gösterir. SURİYE’DEKİ BELİRGİN HAYATLAR; REJİM KARŞITI MUHALİFLER, REJİM YANLILARI VE MÜLTECİLER Suriye’de şu anda mevcut üç gruptan söz etmek gerekir. Bu grupları savaşı dikkate alarak ideolojik, fikri ve siyasi açıdan önce ilk ikisini zikretmemiz gerekir; muhalifler ve rejim yanlıları. (muhalif dediğimiz topluluk, birçok muhalif yapılanma işaret edilerek kullanılan bir terimdir) Bu iki tarafa zahiren baktığımızda, birbirine karşı savaşan ve net bir şekilde karşıt görünen iki hiziptir. Üçüncü grup ise mültecilerdir. Bu üçüncü grubu diğer iki gruptan ayrıca sayma nedenimiz de şu ki; şu anda fiili olarak savaşım vermiyorlar. Mültecilerin gönüllerinin kıtal halinde olan taraflardan herhangi birinde olsa bile şu anda bir savaşımın içerisinde değiller. İleriki zamanlarda değişse bile, mülteci dediğimiz kategoriye girenlerin her zaman durumu budur. Değiştiği takdirde, diğer iki gruba gireceklerdir ki, böyle bir durumun olması olmama ihtimali çok çok yüksek bir durum (ki olursa bile muhaliflerin safsına geçecekleri aşikardır.)
SOKAK GÖSTERİLERİNİN ÖRGÜTLÜLÜĞÜ Der’a’da, halk hareketi Ömeriye Camii’nde başladı. Diğer mescidlerle koordineli bir dayanışma halini aldı. Şam’da ise Şeyh Usame Rıfai öncülüğünde, Rıfai Mescidi’nde örgütleniyor. Bedreddin el-Haseni imamı ve Emeviye Mescidi eski hatibi Muaz el-Hatib de Şam’daki muhalefetin öncüleri arasında. Şeyh Naim, Şeyh Ahmed, Şeyh Yakubi, Şeyh Kureym Racih gibi isimler de başkentte Cuma hutbelerinde halkı sokağa davet eden isimler arasında ve rejim halk arasında çok sevilen bu isimlere, tepkileri çoğaltmamak için doğrudan dokunmuyor. Diğer şehirlerde de muhalefet mescid merkezli oluşuyor. Halkın itibar ettiği isimler arasında Suriye Alimler Birliği başkanı, Muhammed Ali esSabuni geliyor. Bu alimlerin ortak özellikleri devrim söylemini mümkün olduğunca mutedil ve barışçı bir çizgide tutmaları. Suriye’de bulunan diğer dini ve etnik kesimleri de kuşatan üslubun inşasında mutedil alimlerin rolü büyük. Mart’13 • 21
s u r İ Y e H aordusundan lkiYla Esad’ın d aYa n i Ş m a P l at F o r m u
r
ayrılan Albay Riyad Esad Özgür Suriye Ordusu’nu kurdu. Özgür Suriye Ordusu’nun arkasında ciddi bir halk desteği olduğu duygusal bir düşünce değildir. HalklaMART adeta içli dışlı olan Özgür Suriye Ordusu, SURİYE Halep’te ekmek kalmadığında, ekmek yapıp halHALKINA DESTEK ka dağıtmıştır. Kurban Bayramı’nı Halep, Şam, HAFTASI İdlib, Hama, Der’a gibi şehirlerde çocuklarla birlikte Özgür Suriye bayrağı etrafında, hoplayıp zıplayarak kutlayan Özgür Suriye Ordusu’nun askerlerinin görüntüleri de, tabiri caizse halkçı bir yapıya sahip oluşunun bir örneğidir. Ve hakim olduğu sınır kapılarından yardım kuruluşlarının rahat bir şekilde geçişlerini sağlamaları, araba ihtiyaçlarını karşılamaları ve daha bir çok örnek Özgür Suriye Ordusu’nun halka yakınlığını ve sosyal anlayışını gösterir. PKK’nın Suriye kanadı olarak görülebilecek olan, PYD’nin güçlü olduğu Afril bölgesinde tamamı Kürt olan halkın PYD’yi değil de, Özgür Suriye Ordusu’nu desteklemesi de, halk tabanında ne kadar geniş bir desteğe sahip olduğunu gösterir. Suriye genelindeki lideri Kürt kökenli bir asker olan, Özgür Suriye Ordusu’nun, halkın rahatsız olduğu ırkçılık daha genel bir tabirle ise her türlü ayrımcılığı kaldıracakları taahhütü, Esad’dan sonraki sistem için halka verdikleri taahhütlerin başında geliyor. Bütün bunların yanında müsamahakar tutumları da göz önüne alınması gereken, çok önemli bir nokta. Özgür Suriye Ordusu’nun hakim olduğu Bab’us Selam sınır kapısına en yakın olan camideki imamın, Kurban Bayramı’nda ki konuşmasında şu sözleri serbestçe zikretmesi de bu tespitimizi destekleyen bir örnektir; “Biz ne Esad’dan yanayız ne Özgür Suriye’den yanayız. Biz sadece Allah’ın ilkelerine bağlıyız.” Hakim oldukları sınır kapılarındaki kontrol konusundaki sıkı tutumları, mevcut durum ve ortam hususunda ne kadar hassas olduklarını gösteriyor. Suriye genelindeki en geniş muhalif grup olan Özgür Suriye Ordusu’na dair malumattan
15-22
N
REJİM KARŞITI MUHALİFLER
suRiyEhalkiyla
youtubE.coM/suRiyEhalkiyla Suriye genelinde birçok muhalif grup vardır. Muhaliflerle halkın arasındaki ilişkiye değinecek olursak, rahatlıkla söyleyebiliriz ki, halkın çoğunluğunun maddi ve manevi desteği başta Özgür Suriye Ordusu olmak üzere muhaliflerin arkasında. Ve halk muhalif gruplardan Özgür Suriye Ordusu’na kendini daha yakın hissediyor. (İlerleyen maddelerde bunların örneklerini göreceğiz.) Bu noktada Alev Erkilet’in, “Ortadoğu’da Modernleşme ve İslami Hareketler” isimli eserinde, siyasal ve sosyolojik temelli yaptığı tespitlerde ulaştığı, “arkasında halk desteği bulunan devrimci (inkılapçı) hareketlerin başarı güçlerinin pozitif yönde olması” sonucunu göz önüne aldığımızda, muhaliflerin geldikleri nokta şaşırtıcı olmasa gerek. Muhalifleri anlatmadan önce belirtmemiz gereken bir kaç husus bulunmaktadır. Suriye halkının Esad’ın devrileceğine dair şüphesi bulunmamakla birlikte, halkta hakim olan korku, Esad’dan sonra Suriye’deki direniş gruplarının birbirlerine düşecekleri korkusu. Ama direniş cephelerinin arasında belirgin bir çekişmenin olmaması ise şu anda yüzleri güldürecek bir vakıa olarak karşımızda.
22 • Mart’13
Suriye’yi görmezden gelen dünyaya ders vermeye var mısınız?
Hepsinin içinde durulmaz bir dalga! Hepsinin içinde Esad’a karşı okunan kin ve öfke! O küçük çocuklar ki parmaklarıyla zafer işareti yaparken ki halleri… Belki de mücahid muhalifleri en çok destekleyen ‘şey’ o işte; küçücük çocukların sevinçle zafer işareti yapmaları… Sokakta kaldık, aç kaldık, zor durumlarda yaşıyoruz, yaşamaya çalışıyoruz ama hala 2onurluyuz, Hala Esad’ı: sevmiyoruz, Batı’nın EsEd REJİMİNİN yillik bİlaNÇosu uşağı olan Esad’sız ve özgür bir Suriye istiyoruz, der 70 bİNdEN fazla ölü, 250 bİNdEN gibi fazla kayip vE tutuklu bakışları… “Niye Allah yolunda ve ‘Ey rabbiİşkENcEylE miz, hayatiNi kaybEtMİş bİNlERcE İNsaN bizi şu zalimlerin yaşadığı beldeden çıkar, bize 1 MİlyoNdaN fazla Evsİz vE MültEcİ katından bir kurtarıcı, kendi katından bir destekçi gönder’ diye yalvaran ezilmiş erkekler, kadınlar ve BugÜn kardeŞlerİmİze olmanin, çocuklar uğrunda destek savaşmıyorsunuz.” (Nisa, 75)
BugÜn İnsan olmanin tam zamani.
sonra diğer muhalif gruplardan bir kaçını anlat- duğunu göstermektedir. maya geçebiliriz. Adlarını zikredip tanıtmaya Nusret Cephesi’nden son zamanlarda ele getwittER.coM/suRiyEhalkiyla facEbook.coM/suRiyEhalkiyla youtubE.coM/suRiyEhalkiyla çalışacağımız muhalif gruplar haricinde de çok çirdiği hava alanında elde edilen silahlarla ilgili güçlü yapılar vardır. Biz sadece aşağıda bir kaçı- olarak “savaşın seyrini değiştireceği” yönünde nı tanıttık. Allah hepsinden razı olsun. açıklamalar gelmiştir. Binbaşı Hüseyin Harmuş da, Suriye ordusunÖzgün adı Ahrar’uş Şam olan, Şam’ın Özdan ayrılarak Hür Subaylar grubunu kurdu. gürleri grubunun halkla ilişkileri uyumlu bir Özgün adı, Cephetun Nusra olan Nusret Cep- çizgide seyir ediyor. Özellikle İdlib kırsalında ethesi, daha çok Şam’da faaliyet gösteren bir cep- kin olmakla birlikte Suriye’nin birçok bölgesinhe. Selefi bir anlayışa sahip Nusret Cephesi’nin de birlikleri bulunmaktadır. İdlib şehrinde rejim mücahidleri savaşa hazırlıklı savaşçılardır. Söy- güçlerini hedef alan etkili saldırılar düzenliyor. lenenlere göre ayaklanmalar başlamadan daha Özgün adı Sukuru’ş-Şam Tugayı olan, Şam öncesinde, ileride Baas rejimine karşı bir müca- Kartalları’nın lideri Ahmed İsa eş-Şeyh’dir. dele başlatmak için çalışma yapan Nusret Cephe- İdlib kırsalında etkin olmakla birlikte Ahrar’uş si, olaylar başladıktan sonra da fiili bir savaşım Şam gibi Suriye’nin birçok bölgesinde etkindiriçine geçmişler. Lideri El-Fatih Ebu Muhammed ler. Halep’te “Şuheda Birliği”, Şam’da “Ammar el-Golani olan Nusret Cephesi’nde biat esastır. bin Yasir Birliği” adı altında faaliyet gösteriyor. Şam ve Halep’te hükümet ve muhaberat binaları Şam Kartalları da Esed ordusuna yönelik operasgibi hedeflere canlı bomba eylemleri düzenle- yonel eylemler düzenliyorlar. mektedir. Ayrıca askeri konvoylara saldırı düDünya’nın bir çok ülkesinde örgütlenmiş bir zenlemektedir. şekilde çalışan ve amacını Hilafet’i yeniden tesis ABD’den gelen son açıklamalardan birinde etmek olarak belirleyen Hizb’ut Tahrir, Özgür belirtildiği üzere, ABD, Nusret Cephesi’ni terö- Suriye Ordusu çatısı altında savaşmayı önemsirist listesine eklemiştir. Bu durumda, muhalefe- yor. Ama daha çok Hizb’ut Tahrir’i, kendi baytin arkasında Batı’nın olduğuna dair, komplocu rakları ve sloganlarıyla halk gösterilerinde görüzihnin üretimi söylentilerin ne kadar tutarsız ol- yoruz. Mart’13 • 23
youtubE.coM/suRiyEhalkiyla
MÜLTECİLER Yazımızın mülteciler ile ilgili bu bölümünü, Suriye’de Azez bölgesinde ki müllteci kampını merkeze alarak hazırladık. Mülteciler ise, yazının başında değindiğimiz gibi, savaşmaktan ziyade yardıma muhtaç bir şekilde daha çok barınmak, aç kalmamak gibi dertleri/meseleleri var. ‘Çadırlarda kalan/barınmaya çalışan mültecilerin yaşam şartları kelimelerle anlatılabilecek şekilde değil’ desek yanılmış olmayız. Çadırların hepsinin dip dibe oluşundan, çamaşırlarını astıkları çamaşır iplerinin nasıl ortamlarda olduğundan, mültecilerin kullandıkları tuvaletlerden, banyo yaptıkları yerlerden, yemekleri nasıl yaptıklarından ve daha say(a)madığımız diğer şartlar göz önüne alındığında mültecilerin nasıl yaşadıkları yorum gerektirmeden bir insanın vicdanını sızlatacak durumda. Ve o zor şartlar altında kendilerine yardım etmek üzere oralara gelen yardım gönüllülerine nasıl baktıkları nasıl davrandıkları da yardıma ne kadar ihtiyaçlarının olduğunu gösterir. Dillerini bilmeyen yardım gönüllülerine her gördüklerinde selam vermeleri, yüzlerine tatlı bir tebessüm hakim olması... Belki 24 • Mart’13
de Esad’ı ve yardım kuruluşlarının adını karalamaya çalışanlara karşı en net cevap olsa gerek. Yardım gönüllülerine yaklaşıp bizi de bir şekilde Türkiye tarafına geçirseniz, akrabalarımızın yanına gitsek diyen eşi ölmüş dört çocuklu babalar, annesi ölmüş küçük çocuklar… Hepsinin içinde durulmaz bir dalga! Hepsinin içinde Esad’a karşı okunan kin ve öfke! O küçük çocuklar ki parmaklarıyla zafer işareti yaparken ki halleri… Belki de mücahid muhalifleri en çok destekleyen ‘şey’ o işte; küçücük çocukların sevinçle zafer işareti yapmaları… Sokakta kaldık, aç kaldık, zor durumlarda yaşıyoruz, yaşamaya çalışıyoruz ama hala onurluyuz, Hala Esad’ı sevmiyoruz, Batı’nın uşağı olan Esad’sız ve özgür bir Suriye istiyoruz, der gibi bakışları… “Niye Allah yolunda ve ‘Ey rabbimiz, bizi şu zalimlerin yaşadığı beldeden çıkar, bize katından bir kurtarıcı, kendi katından bir destekçi gönder’ diye yalvaran ezilmiş erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz.” (Nisa, 75) Yağışlı havalarda, soğuk havalarda dahi çıplak ayaklı çocukların beton üzerinde yürüdüğüne şahit olabilirsiniz. Hatta öyle bir ortamda, ne bulurlarsa kullanmak zorunda olduklarından kısa şortlardan tutun da kısa kollu elbiselere yazlık terliklere kadar, bizlerin paltosuz dışarıya çıkamayacağımız havalarda giydiklerine şahit olabiliriz. Mamafih Suriye’nin içindeki ve dışındaki mültecilerin, ait oldukları İslam Ümmeti’ne şu aralar çok ihtiyaçları var. Yani bize. Aynı Allah’a iman ettiğini söyleyen bizlere… Ve hatta bir çok şeye ihtiyaçları olduğu gibi psikolojik ve manevi desteğe de ihtiyaçları var. Ve mültecilerle ilgili bir önemli mesele de, mülteci kamplarında çok sayıda çocuk var. O küçük kardeşlerimize o ortamda, olabildiği kadar eğitim çalışmaları yapılabilmeli. Bunu da yetkililerin duyması dileği ile…
Aliya Izzetbegoviç 1925-2003
A
liya İzzetbegoviç 1925’de Bosna-Hersek’in Bosanski Samac ilinde doğdu. Saraybosna’da hukuk eğitimi gördü ve avukat olarak çalıştı. 1946 yılında Genç Müslümanlar Örgütü’ne üye olmaktan üç yıl hapse mahkûm edildi. ‘’İslam Deklarasyonu’’nu yayımladı.1983 yılında düşüncelerinden dolayı 14 yıl hapse mahkûm oldu. Cezasının beş yılını hapiste geçirdi. Yugoslavya’nın dağılma sürecine girdiği dönemde Demokratik Eylem Partisi’ni kurdu ve genel başkan seçildi. Sovyetler Birliği ve Doğu Blokunda meydana gelen ani ve sarsıcı siyasi gelişmelerin akabinde Komünist yönetimin çökmesiyle birlikte yapılan ilk serbest seçimde BosnaHersek Cumhuriyeti Devlet Başkanı seçildi. Sırpların Bosna-Hersek’e karşı başlattığı ve Hırvatistan’ın da bazen müttefik bazen düşman olduğu savaş boyunca Aliya, Sırp ve Hırvat güçlere karşı yürütülen bağımsızlık savaşına liderlik yaptı.1995 yılında savaşa son veren Dayton Anlaşması’nın imzalanmasından sonra 1996’da yapılan seçimlerde üçlü başkanlık konseyine seçildi. Devlet Başkanlığı dönemi boyunca Uluslararası gücün baskılarına karşı çıkan İzzetbegoviç, 2000 yılında sağlık nedenlerini gerekçe göstererek başkanlık görevinden istifa etti. Cesur, inançlı ve azimli mücadelesiyle tüm hayatı boyunca halkına önderlik yapan, bilge-zahid kişiliğiyle haklılığını her zeminde haykırarak, güçlü ve şahsiyetli bir örneklik ortaya koyan Aliya İzzetbegoviç, bu özellikleriyle İslam dünyasında yeni bir lider tipinin de öncüsü oldu. Son derece güçlü, entelektüel birikiminin yanında, eylem adamı kişiliğini de gösterebilen İzzetbegoviç, 2003 yılında vefat etti.
Mart’13 • 25
HAYALİ RÖPORTAJ
Aliya
İslam Deklarasyonu UĞUR DEMİREL Son yıllarda İslam dünyası, dünya savaşlarından sonra en büyük hareketliliği yaşıyor. Biz de sorularımıza Müslümanların içinde bulunduğu durumla başlamak istiyoruz. Hal-i hazırda İslam ülkelerinin hareketliliğini nasıl değerlendiriyorsunuz? Bütün Müslüman âlemi bir değişim ve kaynama durumunda bulunmaktadır. Bu değişimlerin yapacakları ilk yukarıya doğru çıkıştan sonra, bu dünyanın görünümü nasıl olursa olsun bir şey kesindir: Bu âlem artık XX. asrın ilk yarısındaki dünya olmayacaktır. Sükûnet ve pasiflik devresi ebedi olarak geçmiştir. Bu hareket ve değişim anından, özellikle Batılı ve Doğulu yabancılar, herkes istifade etmeye çalışmaktadır. Orduları yerine onlar şimdi düşünce ve sermayelerini benimsetmek26 • Mart’13
tedirler ve bu yeni tesir biçimi ile yine aynı hedefe varmak istemektedirler. Müslümanlar arasındaki varlıklarını teminat altına almak, Müslümanların siyasi ve maddi bağımlılığını ve manevi güçsüzlüğünü devam ettirmek. Çin, Rusya ve Batılı ülkeler Müslüman âlemin neresinde hâkim olacakları hususunda mücadele etmektedirler. Onların kavgası boşunadır, İslam dünyası onlara değil, Müslüman halklara aittir. Çünkü coğrafi olarak birinci mevkide, muazzam doğal kaynaklara ve 700 milyonluk nüfusa sahip, çok büyük siyasi ve kültürel geleneklerin mirasçısı ve canlı İslam düşüncesinin taşıyıcısı olan bir dünya, uzun zaman boyunca kiracı olarak kalamaz. Bu anormal duruma son verecek yeni Müslüman neslin önüne engel olabilecek bir güç yoktur. Bu inançla biz, Müslümanların İslam
“Öyle reformlar vardır ki içinden bir milletin bilgeliği ortaya çıkarken, diğer taraftan ihanetlerin büyüğünü barındıran da vardır. Yakın tarihimizde Japonya ve Türkiye örnekleri bu hususta klasik durum arz eder. XIX. asrın sonu ve XX. asrın başında bu iki ülke benzer ve kıyaslanabilir durum arz ediyorlardı. İkisi de eski imparatorluk, kendilerine ait yapı ve tarih içinde kendi yerleri belli olan ülkelerdi. İkisi de gelişmişlik bakımından birbirine yakın ve hem imtiyaz hem de yük olabilecek muhteşem tarihe sahiptiler. Tek kelimeyle bu ikili gelecek için hemen hemen aynı şartlara sahipti.” dünyasının kaderini ele almaya karar verdiklerini ve o dünyayı kendi düşüncelerine göre tanzim edeceklerini, dost ve düşmanlarımıza ilan ediyoruz. Peki, bu hareketin kalıcı ve tesirli olması için, Müslümanların eğilimini ve amacı ne yönde olmalıdır? İslam’ın bireysel, ailevi ve toplumsal hayatımızın tüm alanlarında İslam düşüncesinin yenilenmesi ve Endonezya’dan Fas’a kadar tek bir İslam birliğini gerçekleştirmek. Bu hedef uzak bir ihtimal dâhilinde görülebilir, ancak imkân dairesinde bulunduğu için gerçekçidir. Aksine her gayr-i resmi program çok yakın ve hedefin yanında görülebilir; ancak o, İslam âlemi için tam bir ütopyadır, çünkü imkânsız dairesinde bulunmaktadır. Tarih apaçık bir tespiti göstermektedir: Müslüman halkların hülyasını heyecanlandıracak ve onlar arasında gerekli olan disiplin, ilham ve enerjiyi gerçekleştirecek tek düşünce İslam’dır. 1950’li yıllarda sadece bir kaç bin hakiki Müslüman mücahidi İngiltere’yi Süveyş Kanalı’ndan çekilmeye zorladı, Arap ırkçı rejimlerinin müttefik orduları ise İsrail’e karşı üçüncü defa savaşı kaybetmektedirler. İslam ülkesi olarak Türkiye dünyaya hâkim idi. İslam’ı kabul eden halk ve
birey, kabulden sonra başka herhangi bir ideali için yaşaması ve ölmesi mümkün değildir. Bir Müslümanın adı ne olursa olsun herhangi bir kral ve hükümdar, bir milliyeti, partiyi yüceltmek ve ona benzer bir şey uğruna kendini feda etmesi düşünülemez. Zira en güçlü İslami bilinçaltı düşüncesine göre o burada, bir çeşit putperestlik ve Allahsızlık fark eder. Müslüman ancak Allah adıyla ve İslam’ın yücelmesi adına ölebilir yahut savaş alanından kaçabilir. Onun için, gerileme ve pasif devreleri, aslında İslami alternatifin yokluğu veya bu yokuşa tırmanmak için Müslüman âlemin hazır olmayışıdır. Onlar, İslam’ın Müslümanlar üzerindeki manevi tekelinin olumsuz tezahürüdür. Bu uyanış ve hararetli düşüncelerden sonra İslam dünyasında muhakkak yenilikler olacaktır. Reformlarda dikkat edilmesi gereken hususlar nelerdir? Öyle reformlar vardır ki içinden bir milletin bilgeliği ortaya çıkarken, diğer taraftan ihanetlerin büyüğünü barındıranda vardır. Yakın tarihimizde Japonya ve Türkiye örnekleri bu hususta klasik durum arz eder. XIX. asrın sonu ve XX. asrın başında bu iki ülke benzer ve kıyaslanabilir durum arz ediyorlardı. İkisi de eski imparatorluk, kendilerine ait yapı ve tarih içinde kendi yerleri
Mart’13 • 27
HAYALİ RÖPORTAJ
belli olan ülkelerdi. İkisi de gelişmişlik bakımından birbirine yakın ve hem imtiyaz hem de yük olabilecek muhteşem tarihe sahiptiler. Tek kelimeyle bu ikili gelecek için hemen hemen aynı şartlara sahipti. Ondan sonra iki ülkede bilindik reformlar gerçekleşti. Başkasının değil, kendi hayatını yaşamak için Japonya ilerlemeyi ve geleneği birleştirmeye çalıştı. Türkiye ile alakalı olarak, onun modernistleri tam tersi bir yol seçmişlerdi. Bugün Türkiye üçüncü sınıf bir ülke, Japonya ise dünya milletlerinin zirvesine çıkmıştır... Ne olduğunu ve köklerinin nereden geldiğini bilmeyen bir ülke, nereye gideceğini ve yüzünü nereye çevirmesi gerektiğini bilebilir mi? Batıl düzene başkaldırmak yanlışı kabul etmemek ve İslam’ı topluma hâkim kılmak diğer adıyla İslam düzeni kurmak günümüz Müslümanlarının yegâne hedefi, ancak İslami düzeni nasıl açıklarız ve Müslüman bir toplum nasıldır? İslami düzen, en kısa biçimde şu şekilde tanımlanabilir: Din ve kanun, terbiye ve güç, ülkü ve çıkarlar, manevi toplum ve devlet, gönüllülük 28 • Mart’13
ve zorlamanın birliğidir. Bu unsurların sentezi olarak İslami düzenin iki temel öngörüsü vardır: İslami toplum ve İslami iktidar. İlki İslami düzenin içeriği, ikincisi de formudur. İslami iktidar olmadan İslami toplum tamamlanmamış ve güçsüzdür; İslami iktidar ise İslami toplum olmaksızın ya ütopya veya zulümdür. Genel olarak Müslüman, birey olarak var değildir. Müslüman olarak yaşamak ve ayakta kalmak istiyorsa eğer o, ortam, topluluk ve düzen yaratmak mecburiyetindedir. O dünyayı değiştirmek zorundadır, aksi takdirde o değişecektir. Tarihte var olan hiçbir hakiki İslami hareket yoktur ki aynı zamanda siyasi hareket olmasın. Bunun sebebi İslam’ın bir din olmakla beraber aynı zamanda da onun bir felsefe, ahlak, düzen, tarz, atmosfer, tek kelimeyle hayatın tamamını kuşatan bir şey olmasındandır. İslami inanç ile gayr-ı İslami yaşamak, üretmek, eğlenmek ve hüküm sürmek mümkün değildir. Bu durum ya münafıklar ya da mutsuz ve birbiriyle çatışan insanlar için geçerlidir. (Ne Kur’an-ı Kerim’i terk edebiliyorlar ne de bulundukları şartları değiştirmek için kendilerinde güç bulabiliyorlar). Ya bir çeşit keşiş ve yalnızlığı seçen kimseler (onlar dünyadan elini çekiyorlar çünkü o dünya İslami değildir) veya nihayetinde İslam ile ilgili ikilemde olan insanlar ki bunlar İslam’ı terk edip var olan hayatı ve dünyayı olduğu gibi daha doğrusu başkalarının o dünyayı biçimlendirdikleri gibi benimserler. İslami düzen toplumun bu gibi çatışmalarının olmadığı bir durumdur ve Müslümanın bulunduğu ortamla tam uyum içinde olduğu bir sistemdir. Müslüman toplumu nedir sorusuna biz: “Müslümanlardan oluşan birliktir.” diye cevap
veririz ve bununla her şeyin ifade edildiğini düşünürüz ve iş bitmiştir.
“Söz konusu duygular Müslüman dünyasının canlı olduğunu gösterir, çünkü sevgi ve dayanışmanın, paylaşmanın olduğu yerde ölüm değil hayat vardır. İslam dünyası çöl değil, o sürücülerini bekleyen sürülmemiş bir tarladır. Bu tespitler sayesinde görevimiz gerçekçi ve mümkün olmaktadır. Görevimizin terkibi, potansiyel güç olan bu duyguları aktif güç haline getirmekten ibarettir. Kur’an-ı Kerim’e karşı var olan teslimiyetin uygulanması için kararlılığa, duygusal İslam toplumundan teşkilatlanmış şuurlu birliğe, gelecek kanunlar ve kurumların ahlakî ve sosyal içeriği oluşturacak halk hümanizmi de açık fikirlere dönüşmelidir.”
İslam’ı tesadüfi bir hadise olarak değil, aksine O’nu görev programı biçiminde kabul eden her Müslüman bu vizyonu reddedemez; fakat birçok insan ikilem içinde şu soruyu soracaktır: Bu vizyonu gerçekleştirecek güç nerededir? Bu kaçınılmaz soruya cevap verirken biz, bu yıllarda yetişen yeni İslam nesline işaret ediyoruz. İslam’da doğan ve yenilgi ve aşağılanma içinde büyüyen, yeni İslamî vatanperverliği içinde birleşmiş, eski ihtişam ile başkasının yardımına dayalı hayatı red edecek ve hakikat hayat ve şerefi temsil eden hedefler etrafında toplanacak 100 milyonluk bu nesil, imkânsız görüneni gerçekleştirecek ve her türlü zorlukla başa çıkacak gücü kendisinde taşımaktadır. Söz konusu duygular Müslüman dünyasının canlı olduğunu gösterir, çünkü sevgi ve dayanışmanın, paylaşmanın olduğu yerde ölüm değil hayat vardır. İslam dünyası çöl değil, o sürücülerini bekleyen sürülmemiş bir tarladır. Bu tespitler sayesinde görevimiz gerçekçi ve mümkün olmaktadır. Görevimizin terkibi, potansiyel güç olan bu duyguları aktif güç haline getirmekten ibarettir. Kur’an-ı Kerim’e karşı var olan teslimiyetin uygulanması için kararlılığa, duygusal İslam toplumundan teşkilatlanmış şuurlu birliğe,
gelecek kanunlar ve kurumların ahlakî ve sosyal içeriği oluşturacak halk hümanizmi de açık fikirlere dönüşmelidir. Bu hareket yetişmiş insanları toplayacak, yetişmiş olmayanları yetiştirecek, yüceltecek ve davet edecek, hedefleri tamamlayacak ve o hedeflere giden yolları bulacaktır. Bu hareket her yerde hayat, fikir ve eylem yaratacaktır. O, uzun ve derin uykudan sonra bu dünyanın vicdanı ve iradesi olacaktır.
Mart’13 • 29
DENEME
İMAM-HATİPLİ SEN! (“Sınıftan Sokağa İmam-Hatip Sevdam” Makale Yarışması 7.) NESİBE ŞÜHEDA GÜZEL Konya Dr. Ali Rıza Bahadır Anadolu İmam Hatip Lisesi
D
ünün ve bugünün çilekeş genci. Doğum
yizlik eşyalarına duygularını göz ve gönül bera-
sancıları ile kıvranan kadın misali ilahi bir
berliği ile iğne iğne, iplik iplik işleyen gelinlik bir
fikrin sancısını çekmektesin. Omuzlarındaki yü-
kız edasıyla. Bağrına şefkatle bastığı yavrusuna
kün şeref ve ağırlığı nispetinde değer kazanabilen
sütünü yudum yudum veren bir anne edasıyla…
sen; dağların ve taşların yüklenmeye tahammül
İşte çilemiz, yolumuz, metodumuz ve davamız…
edemediği, takat getiremediği ilahi bir yükün hamalısın. Temsil ettiğin fikrin küçük bir sanatı hem de sanatkârı olan sen! Asırlardan beri taş taş koparılan ulu bir anıtın tamiriyle meşgulsün. Öyle bir tamir işine girişmişsin ki taşları dağlar büyüklüğünde olan İslam fikir sarayının tamiri.
Sen kimsin? Sen ilahi nurun bütün karasevdalıları. Sen; ölümü, ölümsüzlük dürbünüyle görebilen sonsuz hayatın, sonlu ölümle başlayacağını idrak edenler. Sen; hürriyeti “hakka esaret” anlayışı içerisinde düşünebilen bütün hür köleler. İşte Sen busun. Bu anlayış içerisinde Sen;
Peygamberler zincirinin mana âleminde ilk,
yıllarca okulun merdivenlerini aşındırarak temin
madde âleminde son halkası ve mührü olan
ettiğin İmam-Hatip neslinin asil ve yüce ferdi.
efendinden, sana kalan aksiyon çekicini öyle ma-
Maddi ve manevi ilim ve tecrübenle insanlığa
hir kullan ki pul pul yonttuğun küfre, tam bir
örnek ol. Dini İslam’ı Mübin’e hizmeti kendine
sanatkâr titizliği içerisinde imanı nakşedebile-
şiar edin. Öncelikli görevin; tüm İslam aleminin,
sin. Nasıl mı? İslam mualliminin hayatına kast
hatta top yekûn bir insanlığın derdiyle hemdert
için sıyrılan Hattaboğlu’nun küfür kılıcını iman
olmaktır. Hedefin büyük. Güzel, hoş ve latif…
suyuyla çelikleyip O’nu İslam’ın hamisi yapabi-
Hedefin güzellikleri bütün bir insanlığa, seven
len sanatkâr edasıyla. Çiçek çiçek
bir kalp, gülen bir yüzle sunmak… Bu sunuş
uçup topladığı özü kovanında
kalp tepsisinde hoşgörü eliyle olmalı. Kelebek
hendeseleştirdiği peteğine itina
gibi olmalısın. Konduğun zambak, öptüğün gül,
ile dolduran arı edasıyla. Çe-
kokladığın menekşe senden incinmemeli. Kanatlarında güzellik tohumları götürmelisin. Senden beklenen ter ve gözyaşı. Ter; Gönül verdiğin sevdanın uğrunda zihni ve be-
30 • Mart’13
deni her türlü gayret, fedakârlık ve samimiyet… Gözyaşı ise sevginden, hoşgöründen, merhamet ve şefkatinden, yanaklarından süzülen, bir damlası güneşi söndürecek kadar tesirli hazine.
leri, ruhani zevk ve nimetlerle tanıştıracaksın. Teknolojinin vahşi dişlileri arasına sıkışıp kalmış çaresiz gönülleri, kendi iç dinamik ve donanımlarıyla yeniden tanıştıracaksın. Kalabalıklar
Hal böyle olunca; Filistin’de gözünün önün
içerisinde yalnız kalanlara dost elini uzatacak,
de çocuğu kurşunlanan babanın, teröre kurban
bolluklar içerisinde yoksun ve yoksul kalmışlara şükür ve kanaat zenginliğini
verdiğimiz on binlerce şehit
tarif edeceksin.
ve gazi yakınlarının, uyuşturucu müptelası gencin, çöp tenekesine atılan adı konmamış
bebeğin,
ev-
latlarının kapı dışarı ettiği yaşlının, ellerinin kınası kurumadan boşanan çiftlerin, geçim yükü altında ezilmiş aile reisinin, kapkaç kurbanı zavallının, faili meçhul cinayete kurban gidenlerin, meşhur edilme hayali ile namusu ayaklar altına alınmış gencecik kızların… Her birinin derdini kendi derdin bileceksin. Gönlün geniş, ufkun açık, gayen güzel ve hedefin doğru
Bir garibin sesinde, bir mazlumun inlemesinde, bir yetimin yüreğinde tebessüm olmak için, ellerini uzatacaksın, seni umutla bekleyenlere. Gönüllere düşmüş karanlıkları aydınlatacaksın. Ellerini bir yetimin başına götürecek ve müsaade edeceksin gözyaşlarına. Gönüllerin alnına koyacağın bu buse, insanlığa hayatın şifresini verecek. Sevgiyle gülümsenecek güzel günlerin kapısını aralamak üzere.
olacak. Sevdiğin, sevildiğin
mayanı, senin gibi düşünmeyeni hoş görecek, gönül gülünü Ona verecek, hoşgörü pınarının suyunu her gönle akıtacaksın. Gerçek dindarlığın; din kitaplarında yazılı olanı bilmek ve ezberlemek olmadığını, esas dindarlığın yüreklerden taşan ilahi sevginin insanlara muhabbet ve hizmet şeklinde tezahürü olduğunu bileceksin. Geçici zevklerin bunalıma düşürdüğü kimse-
yabancı kalmışları gönül dünyalarıyla yeniden tanıştıracak, oradaki zengin cevher yataklarını işletmeye açacaksın.
Müzminleşmiş
hasta ruhlara; Muhammed tababetinden reçete ettirdiğin ilaçları, gönül eczanesinden tedarik edip şifa niyetiyle sunacaksın. Muhammed gülistanında açmış en güzel, en zarif, en bayıltıcı gülün kokusunu dağıtacaksın çevrene. Bir garibin sesinde, bir mazlumun inlemesinde, bir yetimin yüreğinde tebessüm
ve inandığın ölçüde mutlu ve güçlü olacaksın. Senin gibi inan-
Kendi öz benliğine bile
olmak için, ellerini uzatacaksın, seni umutla bekleyenlere. Gönüllere düşmüş karanlıkları aydınlatacaksın. Ellerini bir yetimin başına götürecek ve müsaade edeceksin gözyaşlarına. Gönüllerin alnına koyacağın bu buse, insanlığa hayatın şifresini verecek. Sevgiyle gülümsenecek güzel günlerin kapısını aralamak üzere. Haydi, uzat ellerini sevgiye, sevgisizliğin bir kader olmadığını haykır tüm sevgiye susamış idraklere… Hayatın şifresini birlikte çözmek üzere…
Mart’13 • 31
İSLAM DÜNYASI SİVİL TOPLUM KURULUŞLARI BİRLİĞİ (İDSB)
9. GENÇLİK BULUŞMASI (29 Ocak-4 Şubat 2013) Lefkoşa-İstanbul CENK BEYAZ
G
enç İDSB (İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği)’nin dünyanın genç Müslümanlarını bir araya getirdiği 9. Uluslararası Gençlik Buluşması, bu yıl Lefkoşa ve İstanbul’da düzenlendi. Genç Öncüler’i temsilen katıldığım organizasyon, 29 Ocak-4 Şubat tarihleri arasında, 40’ı aşkın ülkeden 200’e yakın 1830 yaş arası genç ve seçkin katılımcıyla gerçekleştirildi. Buluşmanın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki kısmında Lefkoşa ve Girne gezilerinin yanı sıra, üç gün boyunca devam eden “İslam Dünyasının Sorunları ve Çözüm Yolları” başlıklı forum ve tartışmalarla, Türkiye ayağında ise, başta Mavi Marmara gemisi olmak üzere, tarihi mekânların ziyareti ve çeşitli temaslarla geçti. Lefkoşa’daki Yakın Doğu Üniversitesi kampüsünde gerçekleştirilen forumlar, Müslümanların sıklıkla yaşadığı bölgelerdeki sorunlarının neler olduğu ve katılımcıların faaliyetlerini yürüttükleri sivil toplum kuruluşlarıyla bu sorunların çözümüne ilişkin neler yaptıklarını ve genel olarak ne gibi çözümler üretileceği üzerine tüm katılımcıların soru, dilek ve temennilerini içeren bir havada geçti. Forumların ilk gününde Malezya, Kıbrıs, Balkanlar, Avrupa ve Amerika; ikinci gününde Asya ve Afrika; üçüncü ve son gününde ise, Orta Doğu bölgeleri, gelen öğrenciler, STK mensupları ve uzmanları tarafından sunumlar eşliğinde ele alındı, yanı sıra soru-cevap yöntemiyle birlikte akılda kalan
32 • Mart’13
sorular büyük ölçüde giderildi, çözüm önerileri ortaya çıktı. Forumların açılış sunumunu gerçekleştiren Malezyalı katılımcı özellikle ülkesinde var olan sömürgeci İngiliz yasalarının değiştirilmesi ve Batı modernizasyonuna dayanan modelin yerine, İslami bir eğitim tarzının tüm hayata yansıtılması gerektiğini belirterek, II. Abdülhamid ve Fatih Sultan Mehmet gibi İslam ahlakıyla yetişmiş liderler sayesinde yolsuzluk ve yoksulluğun üstesinden gelinebileceğini söyledi. Balkanlar’dan gelen katılımcılar, Osmanlı İmparatorluğu’nun, Hanefi mezhebinin ve Bektaşiliğin etkilerinin hala varlığını koruduğunu, ancak malum komünist dönemin etkilerinin de hissedildiğini aktardılar. Diğer yandan dünyanın birçok yerinde olduğu üzere, Müslümanların ortaklaşa ve birlik içerisinde iş yapmalarının çok vaki olmadığını belirten katılımcılar, çözüm üretecek olan siyasetçilerin ise özellikle Müslümanların problemleriyle pek ilgilenmediklerini vurguladılar. Bunun sonucu olarak Balkanlar’da gençliğin giderek kaybedildiğini aktaran katılımcılar, bunun sebeplerini etkili eğitimin yetersiz olması ve komünist/materyalist ruhun etkilerinin hala devam ediyor olmasıyla açıklamaktadırlar. Maddi imkânsızlıklar, yeteri kadar ibadet yerinin olmaması, kaliteli eğitim kurumlarının bulunmaması ve İslam’ın bilhassa gençler tarafından doğru biçimde anlaşılmıyor oluşu da diğer temel so-
runları oluşturmaktadır. Bu tip sorunların çözümü için ise Balkanlar’daki STK’larla ortak çalışmaların yürütülmesi, etkili ve yeterli eğitimin sağlanması, en azından İslami bir televizyon kanalı ve gazetenin açılması, Balkanlar’da yaşayan Müslümanların birlik ve beraberlik şuuruyla hareket ederek, Müslüman bir kimliğin inşa edilmesi gerekmektedir. Balkanlar’dan sonraki oturumda, Avrupa’daki Müslümanların temel sorunlarından birinin yeterli uyumun sağlanamadığına ilişkindi. Fransa, Belçika, İngiltere ve Almanya’dan gelen Türk kökenli katılımcıların Türkiye ve Batı arasında gidip gelmenin getirdiği bir kimlik problemiyle karşı karşıya kaldıklarını söylemek mümkün gözükmektedir. Zira çok temel tartışma kavramları olan İslamophobia ve cihad kavramları etrafında akidevi bir duruş/tavır alınmadığı gözlerden kaçmadı. Nitekim bu ve benzeri hususlar etrafında öncelikli olarak Batı tarafından onayın alınması yönünde bir algının hâkimiyeti sebebiyle, son zamanlarda çok fazla teveccüh gösterilen “Medeniyetler İttifakı” söylemi doğrultusunda Batı’nın tüm yaptıklarını bir kenara koyup, Doğu’nun da bu suçlara/günahlara ortak olması beklenerek, özellikle Müslümanların da medeniyetler serüveninde suçlarının olduğu, katılımcılar tarafından savunulmaya çalışıldı. ABD’den gelen katılımcı ise, en azından yaşadığı bölge itibariyle Müslümanların kendi aralarında farklı kamplar altında hareket ettiklerini, hatta farklı mescitlere gittiklerini belirtti ve birlikte hareket edilmesi gerekliliğine vurgu yaptı. Forumların ikinci gününe, Asya ve Afrika üzerine yapılan sunumlarla devam edildi. Rusya’dan gelen katılımcı başta olmak üzere, Türki devletlerin katılımcıları o bölge Müslümanlarının düşük standartlardaki yaşam seviyelerine dikkat çektiler. Özellikle Kafkasya’da Müslümanlara şiddetin giderek arttığını aktaran katılımcılar, Rus yönetiminin bilhassa başörtüsünü engellemek maksadıyla okullarda tek tip üniformaya geçilmesini istediklerini söylediler. Orta Asya’nın yanı sıra Bangladeş’ten gelen katılımcının aktardıklarına göre, tarihsel süreç içerisinde İngilizlerin ve akabinde Hintlilerin etkilerinin varlığını sürdürdüğünü, yanı sıra yüzde 90’a varan Müslüman çoğunluğa rağmen Hinduizm ve Budizm’in topluma yönelik ciddi etkilerinin olduğunu söylemek mümkündür. Doğu Türkistan adına konuşan katılımcı, 35
milyon Müslümanın namaz, oruç gibi çok temel ibadetlerin dahi Çin yönetimi tarafından yasaklandığını, kamusal alanda hiçbir şekilde tesettüre izin verilmediğini söyledi. En temel insan hakkı olan seyahatin dahi Çin yönetiminin iznine tabi olduğunu belirten katılımcı, Hac ve umreye gidilmeyeceğinin taahhüdü neticesinde çıkış vizesinin verilebileceğini aktardı. Afrika üzerine gerçekleştirdiği çalışmalarıyla tanınan Çad Büyükelçisi Prof. Dr. Ahmet Kavas ise genel olarak Afrika’yı ele alan tebliği sundu. Sunumun dikkat çeken hususları arasında Müslüman coğrafyaya ilişkin olarak edinilen verilerin/bilgilerin Batılı kuruluşlardan değil, direkt olarak Müslümanların bölgeden bizzat elde etmesiyle gerçekleştirilmesi gerekliliğine vurgu yapan Kavas, Müslümanları önceleyen ve onların yararına faaliyet gösteren şirketlerin kurulması zaruretinden bahsetti. Aynı zamanda Afrika’da Batılıların yüzyıllardır sürdürdükleri sömürgeci faaliyetlerine meşruiyet kazandırmak için özellikle İslami sözde radikal grupların türetildiğini ve hâkim Batı medyası tarafından da kendi istekleri doğrultusunda tüm dünya kamuoyuna yansıtıldığını aktaran Kavas, Müslümanların kendi arasında kopmaz ve sarsılmaz bir şekilde inşa ettikleri iletişim ağları oluşturmaları gerekliliğine vurgu yaptı. Afrika kıtasından Somali, Güney Afrika, Lübnan ve Libya’yı temsilen katılan temsilciler genel olarak gençliğin gidişatından dolayı endişelerini dile getirdiler. Katılımcılar, Batılı devletlerin tarih boyunca yaptığı üzere, şu an dahi ülke içerisindeki zıt unsurları birbirleriyle çatıştırıp bu durumdan faydalanma yaklaşımı içerisinde oldukları üzerinde durdular. Mart’13 • 33
ve on üçüncüsünün ise Malezya’da gerçekleştirilmesi düşünülen gençlik buluşmalarına, Müslüman katılımcıların her birinin en azından gittiği ülkede Müslümanlığına vesile olduğu şahsı getirmesi ve dolayısıyla tebliğin hızla yayılması temennisiyle. Organizasyon komitesi tarafından önceden hazırlandığını düşündüğümüz, programın hemen bitiminde yayınlanan sonuç bildirgesi aşağıdaki gibidir: 9. ULUSLARARASI GENÇLİK BULUŞMASI BİLDİRGESİ
Forumların üçüncü ve son gününde ise, Ortadoğu bölgeleri, gelen katılımcıların aktardıkları çerçevede ele alındı. Yemen, Irak, Bahreyn, Suudi Arabistan, Filistin ve Suriye’den gelen katılımcılar ülkelerindeki özellikle Müslümanların karşılaştığı sorunları dile getirdiler. Katılımcıların aktardıkları üzere; Yemen’deki en büyük sorunun aile hükümetinin devam etmesi ve eğitim düzeyinin düşük olması, Irak’taki ABD işgali ve neticesinde hala devam eden istikrarsız havanın en büyük sebebinin dış/Batı mihraklı oluşu, yine Irak ve Bahreyn’de İran’ın gerçekleştirdiği politik faaliyetler, Suudi Arabistan’da gençlerin oran olarak bir hayli fazla olmasına rağmen eğitimin nitelikli olmamasından kaynaklı olarak gençliğin giderek yitirilmesi, bilindiği üzere, Gazze’de devam eden ambargonun hala sürüyor olması ve son olarak ise Suriye’de gelinen noktanın mezheplerin savaşına dönüştüğüdür. Forum programı süresinde 5 uzman konuşmacı, 30 ülkeden 35 genç konuşmacı ve 3 yardım kuruluşu başkan ve başkan vekili sunumlarını gerçekleştirdiler. Akademik forumlardaki temel gaye İslam Dünyası gençleri arasında devamlılığı olan bir iletişim ağı kurmak, karşılıklı tecrübe alışverişinde bulunmak ve farklı coğrafyalardaki Müslüman gençlerin sorunlarını çözüme kavuşturmak adına tertip edilen bu organizasyonda, farklı coğrafyalardan gelen gençler, farklı ülkelerdeki Müslüman kardeşlerinin problemlerinden haberdar olmanın yanı sıra, onlarla tanışma ve dostluk kurma fırsatını da elde etmiş oldu. Sınırları aşan bu birlik ve beraberliğin perçinlenmesi ve daimi kılınması için onuncusunun Balkanlar, on birincisinin Türkiye, on ikincisinin Lübnan
34 • Mart’13
40’ı aşkın ülkenin 200’e yakın genç temsilcileri olarak inanmaktayız ki; 1) Sorunlarımızın çözümünde ilk adımımız, ittihadı tam manasıyla gerçekleştirmek ve güçlendirmek olmalıdır. Bundan dolayıdır ki yeni bir dil inşa etmek elzemdir. Bu dil, bir “biz dili” olmalıdır. Ötekileştirmeyen, insanı, özelde gençliği hiçbir kimseye kurban etmeyen bir dil. 2) Uluslararası Gençlik Buluşmalarımızın sloganı “Biz Bir Milletiz!” olmuştur. Bu söylem bize şunu hatırlatır ki, bizler eşitler düzleminde bir ilişki tarzını referans almalıyız. Akıl veren ve alan konumları oluşturmadan, birbirimizden öğrenecek birçok tecrübemiz olduğunu hatırlayarak, yeni ve doğru bir ilişki tarzı oluşturmalıyız. 3) Dünyanın değişiminin öncelikli şartının kendimizi değiştirmemizle gerçekleşeceği unutulmamalıdır. 4) Bizlerin özgürlük tahayyülü, var olan bu dünyayı reddetmeyi ve daha iyi bir dünyanın inşa edilebileceğini içerir. İnsanın zora, güce, otoriteye ve diğer hiçbir kimseye kurban edilmeyeceği bu dünyayı inşa edecek biz gençler olarak, değişimin öncelikle kendi nefislerimizde gerçekleşmesi gerektiğinin altını çiziyoruz. 5) Değişimin insanın kendinden sonraki adımı ise aile, çevre, toplum ve tüm insanlık şeklinde olması gerektiğine inanıyoruz. Bu bağlamda tüm dünyanın değişiminde İslami şartlara uygun bir aile yapılanmasının gerekli olduğu aşikâr bir gerçektir ve insanlığın temel toplumsal sorunlarına en büyük çözüm önerimizdir. 6) Müslüman toplumların arasındaki fiziksel sınırların ittihat ve tesanütümüze engel teşkil etmemesi için öncelikle zihinlerimizdeki sınırları kaldırmamız gerekmektedir. Belki aramızda fiziksel
sınırlar vardır ve olacaktır ama bizim sınırlarımız, gönüllerimizin çizdiği sınırlarla şekillenmelidir ve gerçek sınırlarımız kardeşliğimizin sürdüğü yere kadar devam etmelidir. 7) Gayrimüslim dünyada söz dilden çıkar ve akla varır. Sözün davasına inanan, güçlünün sözünün değil sözün, adaletin ve hikmetin gücünün hâkim olması için uğraşan bizler de söz gönülden çıkar ve gönle varır. 8) Müslüman halklar arasında tefrika tohumları ekmek ve birbirlerine karşı nefret oluşturmak amacıyla kasıtlı olarak söylenen her türlü söz, davranış ve hileler karşısında uyanık olmalı, oyuna gelinmemelidir. Bu noktada Hucurât suresi, tüm ümmete rehber olmalıdır. 9) İslam’ı karalamaya yönelik tüm kampanyalara duyarsız kalmayarak ölçülü tepkimizi ortaya koymalı, ancak, onları haklı çıkartacak, İslam’ın tasvip etmeyeceği tüm yersiz söylem ve şiddet eylemlerinden kaçınmalıyız. 10) İslamofobia, dünya genelinde bir nefret suçu sayılmalıdır. 11) Ancak Müslüman ümmeti şunu bilmelidir ki, İslamofobia’nın gerçek çözümü Müslüman ümmetin ve devletlerinin güçlü ve bir olmasıyla olacaktır. 12) İslam Dünyası’nın genel sorunlarının çözümlerine yönelik İslam İşbirliği Teşkilatı ve İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği’nin ortaklığında bir komisyon oluşturulmalı ve bu komisyon ciddi anlamda inisiyatif alarak somut adımlar atılmalıdır. 13) Sivil toplum kuruluşları, faaliyet programlarında gençlerin İslami bilinçlerinin arttırılmasına yönelik çalışmalarını öncelemelidir. 14) Sorunlarımızın tespiti noktasında gayrimüslim menşeli medya organlarının bize sunduğu veriler sahadan sağlıklı kaynakların elde edilmesiyle süzgeçten geçirilmelidir. 15) Sorunlarımızın çözümleri için ilk olarak kendi kaynaklarımızla bir farkındalık ve algı yönetimi oluşturulmalıdır. 16) Forum süresince masaya yatırılan sorunlarımız bizleri umutsuzluğa düşürmemeli, bilakis sorunların çözümü için ilk adım olarak telakki edilmelidir. Sorunların ifade edilişinde karamsar bir dil kullanılmamalı, umut verici ve teşvik edici bir
söylem geliştirilmelidir. Unutulmamalıdır ki, bizim canlarımızdan dahi sonra kaybedeceğimiz en son şey umutlarımızdır. 17) İslam dünyası olarak sessiz kaldığımız sürece, gayrimüslim dünya sessizliğimizi fırsat bilerek bizi istedikleri şekilde tanımlayabilecek ve konumlandırabilecektir. Bu nedenledir ki Müslümanlar kendilerini doğru tanıtma ve konumlandırma noktasında yazılı ve görsel medyayı da aktif olarak kullanmalıdır. 18) İdeolojiler ve gayrimüslim aklın ortaya koyduğu sosyal bilimler toplumsal gelişmenin önündeki en büyük engellerdir. Bu aklın ürünü olarak kapitalizm ve sekülarizm gibi her türlü ideolojik dayatmaya karşı uyanık olmalı ve bu akımları bertaraf edebilmek için Kur’an ve sünnete dayanarak yeni ve yeniden bir söz ve hayat tasavvuru üretmeliyiz. 19) Bizler buradan şunu tekrar ilan ediyoruz: Dillerimiz farklı, renklerimiz farklı ancak inancımız, imanımız, derdimiz, davamız ve tüm insanlığa söyleyecek sözümüz bir. Bu birliğimiz bizi İttihad-ı İslam’a en kısa sürede götürecektir inşallah. 20) Müslüman dünyanın gelişmesi ve ıslahatı hep kendisiyle beraber karşısındakini de imar ederek olmuştur. Ancak gayrimüslim aklın gelişmesi ve ıslahatı hep karşısındakini yok ederek olmuştur. Gayrimüslim aklın getirdiği acı, ıstırap ve zulüm yerine tevhit, adalet ve hürriyet sedamızı tekrarlıyoruz. 21) Ümmetin sorunlarına karşı hep beraber çözümler üretmeliyiz. Buradaki paylaşımları öncelikle ülkelerimizde anlatmalı ve tespitlerin çözümleri için kurumsal ve gönüllü bir şekilde sorunların üzerine gitmeliyiz. Ortak bir gelecek tahayyülü Müslümanların kendi ülkeleri için uğraş vermesiyle mümkündür. En temel sorunumuz, birlik olamamaktır. Bunun adına bizler birlik için çalışmalı ve çalışanlara destek olmalıyız. 22) Unutulmamalıdır ki bizler hürriyete ve adalete, ekmeğe ve suya muhtaç olduğumuz kadar muhtacızdır. Bu nedenle Müslüman ümmetin hürriyet istekleri her alanda talep bulmalıdır. İnsanlık şunu unutmamalıdır ki, bizler yani Müslümanlar, kim olursa olsun her daim mazlumun yanında ve kim olursa olsun her daim zalimin karşısında olacağız. Mart’13 • 35
Allah’a Dayanıp Yola Çıkanın Önünde Kim Set Olabilir Ki? ŞEHADET GÜNHAN
H
er bir araya geldiğimizde “Suriye için bir şeyler yapmalıyız.” diyerek başladı bu kampanya aslında. Önce Fatihalar okuduk, O’na sığındık, güvendik ve ardından durmadan kafa yorduk. Gördük ki yapılacak çok şey var ve zaman kaybedilmemeli. Toplantılar ve istişareler neticesinde “ben ne yapabilirim ki?” demeden, elimizden gelenle yola çıkmaya karar verdik. 19 Ocakta Fatih’te Suriye için yardım kahvaltısı ve proje sunumu yapılacaktı ve o zamana kadar her şey hazır olmalıydı. Toplanan paralarla alınacak ürünlerin Suriye’ye ulaştırılması konusunda İHH’yla görüşüldü. Aynı zamanda sms ile yardımda bulunmak isteyenler için proje kapsamında 3072’den “ELİMDEN GELEN ELİNDEDİR” fonu açılarak 5 liralık yardımda bulunabilecekleri bir kampanya da başlatıldı. Banka hesap numaraları açıldı. Bildiriler bastırıldı, afiş ve broşürler hazırlandı. Konuşmacı, sunucu, slayt, Kur’an, kahvaltılıklar… Her şey ayarlandı. Kahvaltı başladı ve nihayet proje sunumuna geçildi. Projemiz beş ayaktan meydana gelmektedir. Kahvaltılar, metro ve cami avlularında fotoğraf 36 • Mart’13
sergileri, üniversitelerde ve liselerde Suriye haftaları dâhilinde kermes, konferans ve fotoğraf sergisi, sekiz kalem ürünün parasını toplamak. Proje sonunda “Kardeşlik Gecesi” organizasyonu yaparak ürünleri tırlara yükleyip Suriye’ye ulaştırmak. Ürünler komisyonlara ayrılacak ve her komisyon on gün boyunca bulunduğu komisyondaki ürünün parasını toplayacak. On günün ardından komisyonlar devredecek ve böylelikle komisyonlar bütün ürünlerin paralarını toplamış olacak. Bu sekiz ürün; makarna (1lira), süt (2 lira), un (3 lira), pirinç (3 lira), yağ (5 lira), çocuk bezi (20 lira), hijyen paketi (20 lira). Sunum sona erdi ve önce elhamdulillah sonra bismillah dedik. Proje anlatıldı fakat asıl işimiz şimdi başlıyordu. Tekrar Allah’a sığındık ve yeni adımlar için yollar tayin ettik. Güzel haberler gelmeye başlamıştı… Fatih’in ardından Başakşehir ve Kâğıthane’de de Suriye için yardım kahvaltımızı gerçekleştirmiştik bile. Kahvaltılarla eş zamanlı olarak ürünlerin paraları da toplanıyordu. Her gelen para şükür sebebi, her çalan telefon umuttu Suriye için. Proje
tahmin ettiğimizden daha hızlı ilerliyor ve kitlelere yayılıyordu. Sosyal medya aracılığıyla projeden haberdar olanlar samimiyet ve heyecanla sürece dâhil olmak istediklerini söylüyorlardı. İkinci dönemin başlamasıyla üniversitelerden haberler gelmeye başlamıştı. Şehir Üniversitesi 20-21 Şubat tarihlerinde kermes ve Av. Gülden Sönmez’in katılımıyla konferans düzenledi. Sırada Boğaziçi Üniversitesi, 29 Mayıs Üniversitesi, Marmara Üniversitesi ve daha birçok üniversite vardı. Onlar da kermes ve konferans hazırlıklarına başlamışlardı. Mazlumun yanında olanın en büyük destekçisi Allah’tır deyip besmeleyle yola koyuldular. 25 Şubat tarihinde Derya Öncü Koleji’nin ortaokullu öğrencileri vakfımızı ziyaret ederek okullarında kermes ve konferans yapma talep-
lerini dile getirdiler. Projenin detaylarını merak eden kardeşlerimize projenin sunumunu yaptık. Hoş sohbetler neticesinde kardeşlerimiz vakfımızdan memnun ve mutlu ayrıldılar. Bu da projenin lise ayağına başlamamıza vesile olmuştu. Daha çok işimiz var. “Rabbim ayaklarımızı yolunda sabit kıl. Şeytanı bizden uzak tut. Mazlum coğrafya Suriye’ye yardım et. Ve diğer bütün mazlum coğrafyalara…” diyerek yeni âminler üflüyorduk avuçlarımıza. “Suriye’nin bana ihtiyacı yok. Benim Suriye’ye ihtiyacım var”* ve diğer tüm mazlum coğrafyalara… Doğudaki kardeşimizin ayağına batan tüm dikenlerin acısını kalbimizde hakkıyla hissedebilmekti esas meselemiz. Vesselam.
Mart’13 • 37
GERİDE BIRAKILAN SURİYE YARDIM KAMPANYASI ANILARI, DÜŞÜNCELERİ… Suriye yardımı topladığımla alakalı okuldaki panolara bir not yazmıştım. Para topladığımı eğer ulaştırmak isteyenler olursa beni sınıfımdan bulacaklarını yazan renkli bir kâğıttı. Arkadaşlarımdan çok öğretmenlerimin ilgisini çekmiş ki birçok öğretmenim bana bu konu ile alakalı sorular sordular. Hatta öğretmenlerimden bir tanesi elinde topladığı paralarla geldi. Bu durum beni tabi çok sevindirmişti. Anlamıştım ki ufak adımlar çok hayırlı kapılar açabiliyor. (Ensar Koleji’nden)
38 • Mart’13
Bir gün elimde kampanya ile alakalı bildiri ve magnetlerin olduğu bir poşetle beraber apartmandan para toplamaya koyuldum. Şeker parası topluyordum. Bir kapıyı çaldım. Teyzeye Suriye için şeker topladığımızı söyledim. Teyze de “tamam kızım” deyip içeri gitti. Ben de poşetten magnet vermek için hazırlanıyorum. Teyzeciğim dediğimi yanlış anlamış olacak ki elinde bir bardak şeker ile geldi. Ve “kızım aç poşetini ben de bir bardak şeker dökeyim” dedi. Böylelikle herhalde uzun süre unutamayacağım bir anım oldu. (Alaşehir’den)
Bu kermesle beraber okuldaki kardeşlik bağlarının kuvvetlendiğini hissettim. Yurtta kalan kız arkadaşlarımız toplanıp el birliğiyle sarma yaptılar. Bunun yanı sıra stant başında durmak sıkıntı olmadı, herkes ciddi manada gönüllüydü. Bu da daha şevkli olmamıza vesile oldu. Bilhassa Suriyeli arkadaşlarla daha yakın ilişkiler kurma imkanımız oldu. (İstanbul Şehir Üniversitesi’nden)
Bu yardım kampanyasına nasıl başladığımızı hayal meyal hatırlıyorum. Arkadaşlarla istişareler sonucunda kampanyayı başlatmaya karar verdik. Daha sonra ise zaman su gibi aktı. Hiç külfet olmadan, hiç yorulmadan 1 ayı geride bıraktık. Yapmış olduğum işler içerisinde en az zorlandığım ve çokça da keyif aldığım bir güzellik oldu. “Elimden Gelen Elindedir” diyerek herkesin eline uzanmak istedik ve bu istekle de çıktığımız yolda emin adımlarla ilerliyoruz biiznilah... Hedefimize az kaldı inşallah... Şafak saymaya başladık bile...
Okulda yaptığımız kermese erkek arkadaşlardan da yoğun ilgi geldi. Fakat sadece yemek için değil, yemek getirmek için de. Bir arkadaşın koca bir leğen Urfa kısırı getirdiği ve sıkça standın önünden geçerek durumu kontrol etmesi epeyce eğlenceliydi. Okuldaki Suriyeli arkadaşlarla bağımız güçlendi, ayrıca yemekhanenin önünden öğrencileri çevirip kermese yönlendirmek de önemli katkılardandı. (İstanbul Şehir Üniversitesi’nden)
Makarna parası topladığım zamanlarda sınıf sınıf dolaşıyordum. Bir gün bir sınıfa girdim. Tam makarna parası topladığımı ilan edecektim ki o sınıfta süt parası toplayanların olduğunu gördüm. Ve duyuru yapamadan “Biz çoktan sınıftan süt parası topladık.” nidasını duyunca kendime yeni bir sınıf bulmak üzere kendimi koridorlara verdim. Böylelikle de damlaya damlaya göl nasıl olunur onu öğreniyoruz. (Kayaşehir İHL’den)
Öncelikle on sene önce eğitim için 1 sene Suriye’de bulunmuştum. Daha o zamanlar Suriye’de bir iç savaş yaşanıyordu. Şimdilerde ise büyük bir savaş yaşanıyor. Birçok ölü ve yaralılar var. Birçok kişinin ocağı yandı. Ve biz GENÇ ÖNCÜLER olarak Suriyeli kardeşlerimizin yaralarını sarmak için bir araya geldik. Rabbimizin rızasıyla duyarlı halkımızın desteğiyle “ELİMDEN GELEN ELİNDENDİR” yardım kampanyasını devam ettiriyoruz. Kurslarda yardım toplarken insanların hayırda yarıştıklarına ve magnetleri alırken yüzlerindeki sıcak tebessüme şahit oldum. İnşaAllah Suriyeli kardeşlerimize dua ve yardımlarımızla destek olacağız. Allah hepimizden razı olsun.
Aslında herkesin yaşamış olabileceği bir şey ama benim asla unutamayacağım bir şey oldu. Okul müdürümüzün yakalaması ve kızması ihtimalini göz ardı edip sınıfları tek tek dolaşıp yardım toplamaya koyulduk arkadaşlarla. Fakat insanlar o kadar değişmişler ki kendilerine dünyevi olarak katacak bir şey olmayınca yüzümüze dahi bakmıyorlar. Baktıklarında da yüzlerinde de genellikle şaşkın ve boş bir ifade oluyor. Ama her şeye rağmen durmak yok, yola devam! (Bir İHL’den) Mart’13 • 39
Küçük yardımlar için bile büyük yürekler gerek, diyerek başlamak istiyorum. Müslümanlığın bir parçası ve peygamber efendimiz (sav)’in çok fazla önemsediği, onun hayatının bir parçası olan yardımlaşmanın zevkini yaşıyoruz ve yaşatmak istiyoruz esasında. Tabi ki bu yolda bize canla başla yardım eden, bir istediğimizde beş veren kardeşlerimiz var, olması gerektiği gibi. Ama maalesef beyni yıkanmış, yanlış düşüncede olan Müslümanlarla da karşılaşmıyoruz değil. Kimi zaman “Allah razı olsun” diyoruz, Kimi zaman ise mecbur kalıp başlıyoruz, doğruyu anlatabilme çabasına. Bazen, bazı insanlardan yardım parası istemek zor geliyordu, elimde magnetlerle bekliyordum ama bir şeytan birde melekler dürtüp duruyordu o kişilerin karşısında :) Bir yanım, “Baksana tipine, bundan birşey çıkmaz boşver hiç boşuna isteme “ diyorken, diğer yanım da “Önyargıyı yık ve uzat magnetini, senin görevin sadece yardım istemek üzerine düşeni yapmalısın. Suriyeli kardeşlerimizi düşün, bak onlar aç, susuz. Çocuklar seni bekliyor hadi!” diyerek, gözümün önünden Suriye şeridini geçiriyor ve kazanıyordu. Çok şükür diğer yanım hiç kazanamadı. Topladığımız yardımlarla Suriye’yi mutlu edebileceğimiz düşüncesiyle mutlu oluyorduk tabiki ama bizi üzecek konuşmalar yapanlara ve onların bu yoldan mahrum kalmalarına üzüldüğümüzde oluyordu. Yardım toplamak için Müslümanlığın içinde müslüman aramaktı bizi asıl üzen.”Allah her kuluna vermeyi nasip etmezmiş” diyerek Allah hepimizi veren ellerden olmayı nasip etsin diye dua ediyoruz. Ve yüce Rabbimize bize bu merhameti verdiği için teşekkür ve şükür ediyoruz... - “Kardeşinin uğradığı felâketi sevinçle karşılama! Allah onu rahmetiyle o felâketten kurtarır da seni derde uğratır” (Tirmizî, Kıyâmet, 54) 40 • Mart’13
Suriyeli kardeşlerimizin yanında yer almak, onların özgürlük ve adalet haykırışlarına ses olmak, bu vahşete tepki vermek Müslüman olmamızın, insan olmamızın gereğidir. Allah’tan zalimlere verdiği mühleti sona erdirmesini, Suriye halkının direnişinin zaferle taçlanmasını diliyorum.
Hijyen komisyonunda iken bir hijyen paketi parası istedim. Parayı teslim aldıktan sonra bayan bana, “ee peki hijyen paketimi bana ne zaman vereceksiniz” demişti. Ben de bunun üzerine “yanlış anladınız bu paket size değil mağdur Suriyelilere gidecek inşallah.” dedim. Bu olay üzerine sonrasında epey tebessüm etmiştik... (Ayşe Kurt)
Yardım toplarken bir arkadaşıma da broşür verdim ve kendi çevresine söylemesini istedim. Çok geçmeden sınıfta Pazar sesine benzer sesler duydum. “ Arkadaş un 3 lira, şeker 3 lira, süt 2 lira, bez 20 lira. Gel arkadaş geeeel, yardımın hasına gell” Bu vesile ile yardımlarda büyük bir artış oldu. (Kültür Dershaneleri’nden)
Sınıf arkadaşlarımdan hiç kimse para vermeyince “Allah rızası için “5 kuruş” verseniz de olur” dedim. Herkes 5 kuruş verince koca sınıftan yağ parası çıkabildi. Yine de çok şükür. (Eyüp İl’den)
SEMPOZYUM
U
mran Okulu düzenlediği toplantılara 28 Şubat darbesini farklı yönlerden ele almak suretiyle düzenlediği panelle devam ediyor. 23 Şubat Cumartesi günü İstanbul Ticaret Üniversitesi’nde gerçekleştirilen panel “28 Şubat Bin Yılın Sonu” başlığıyla sunuldu. Katılımcıların kendi alanları ve 28 Şubat döneminde sürdürdükleri vazifeler ekseninde yaptıkları sunumlar, darbenin tarihini, İslami cemaatlerin ve Türkiye’deki dindarların din algısına ve yaşayışına etkisini, ekonomiyi nasıl etkilediğini ve darbenin tarihsel seyrindeki hukuki işlemleri açıklar nitelikteydi. Açılış konuşmasını Araştırma Kültür Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Burhanettin Can’ın yaptığı panel iki oturumdan oluşmaktaydı. Oturum başkanlığını Mazlumder Dış İlişkiler Koordinatörü Abdurrahman Babacan’ın yaptığı ilk oturumda, Abdurrahman Dilipak “Bir tecrübe bir olgunluk ve yaşanmışlıklar olarak 28 Şubat”; Mustafa İslamoğlu “28 Şubat ve Türkiye’de dindarlığın seyri”; Dr. Ömer Bolat “Ekonomik, politik sosyal temelli bir operasyonun ekonomik maliyeti”; Yaşar Karayel “Darbeleri araştırma komisyonu bağlamında 28 Şubat postmodern darbesi” başlıklarından hareketle konuyu açıkladılar. İkinci oturumda ise Doç. Dr. Mustafa Tekin’in moderatörlüğünde, Doç. Dr. Alev Erkilet “28 Şubat sonrasından İslamcılığın seyri”; Cevat Özkaya ”Türkiye’nin darbe geleneği içinde 28 Şubat postmodern darbesi”; Prof. Dr. Mustafa Erdoğan “Darbeler döneminde hukukun araçsallaştırılması sorun ve 28 Şubat”; Sibel Eraslan “28 Şubat başörtüsü ve hayata dair sorunları olan kadınların ortak serüveni” bağlamlarında bizleri bilgilendirdiler.
Açılış konuşmasında Burhanettin Can, Lozan’da kurulan sistemin Türkiye’de yetişen insanların kendi kültür ve medeniyetine yabancılaşması üzerine kurulduğunu söyledi ve Türkiye’deki darbelerin arkasında uluslararası güçlerin büyük bir payı olduğunu vurguladı. Mustafa İslamoğlu ise, küresel güçlerin İslam’ı yok etmek değil, kullanılabilirliğini test etmeyi amaçladıklarını ve 28 Şubat’ın aslında bir küresel değersizleştirme projesi olduğunu ifade etti. 28 Şubat’ı yapanların dindarlardan dini görünürlükten rahatsız olduğunu dile getiren Mustafa İslamoğlu, “28 Şubat’ı yapanlar İslami camiaların vitrinine bir taş attılar ve vitrini kırdılar. İslami çalışmalarını vitrin olsun diye yapanlarda hiçbir şey olmadığı anlaşıldı” şeklinde konuştu. Abdurrahman Dilipak’ın ağırlıklı olarak kendi anılarından referans alarak konuştu ve o dönemde büyük bir korku psikolojisinin topluma hakim olduğunu anlattı. AK Parti Milletvekili Yaşar Karayel ise “Darbe ve Muhtıraları Araştırma Komisyonu Raporu” ekseninde bir değerlendirmede bulundu ve ilginç anekdotlar verdi. Bütün darbelerin anasının İttihat ve Terakki zihniyeti olduğunu ifade eden Yaşar Karayel, demokratik ülkelerde darbe olamayacağını ifade etti. Panelin ilk bölümünün son konuşmacısı ise 28 Şubat döneminde MÜSİAD’ın Genel Başkanlığını üstlenen Dr. Ömer Bolat oldu. Dr. Ömer Bolat, 28 Şubat’ın ekonomi-politik zemini ve getirdiği iktisadi yıkım hakkında bilgi verdi. İkinci oturumda ise Doç. Dr. Mustafa Tekin’in başkanlığı ile, Prof. Dr. Mustafa Erdoğan, 28 Şubat süreci ve daha genelde Türkiye’de hukukun işlevselleştirilme meselesini; Sibel Eraslan, başörtüsü süreci üzerinden Türkiye’deki kadınların 28 Şubat’a dair yaşadıklarını; Doç. Dr. Alev Erkilet, 28 Şubat sonrasında İslamcılığın seyrini; Cevat Özkaya ise Türkiye’de darbe geleneği içerisinde 28 Şubat postmodern darbesini anlattı. Kapanışı programın belki de mottosu sayılabilecek bir cümle ile yapmak isabetli olacak: “28 Şubat affedilir ama unutmak asla.” Mart’13 • 41
TAHLİL ZEYNEP UÇAR
EL MUNKIZU MİN-AD-DALÂL “Bir bâtınînin içindekini öğrenmek dilerim. Bir zahirinin gittiği yolun neden ibaret olduğunu öğrenirim. Bir felsefecinin felsefesinin mahiyetini anlamayı arzu ederim.” (İmam Gazali)
İ
mam Gazali çeşitli fikirlerin ve yaşam tarzlarının iç içe bulunduğu bir zaman olan 11. yy.da Horasan’ın Tus eyaletinde doğmuş, birçok ilim dalını tahsil etmiş ve Nizamiye Medrese’sinin müderrisliğini yapmış bir ilim adamıdır. Gazali birçok ilmi tahsil ettikten sonra isabetli yolun tasavvufta olduğuna kanaat getirmiş ve bu fikir doğrultusunda hayatının on senesini inzivada geçirmiştir. İnzivadan çıktıktan sonra tekrar Tus şehrine dönen ve burada yaptırdığı bir medresede tedris ve irşat çalışmaları yürüten Gazali 55 yaşında vefat etmiştir. Fazlaca eser bırakmasıyla da konuşulan Gazali’nin bazı eserleri şunlardır; İhya-u Ulumiddin, Tehafüt-ül Felasife, Minhac-ül âbidîn ve El Munkızu Min-ad-Dalâl. “El Munkızu Min-ad-Dalâl” aslında Gazali’nin tabiri caiz ise düşünce serüvenini sunan bir eserdir. Bu eser, Gazali’ye sorulan “Mezheplerin (düşünce ve yaşayış biçimlerinin) mahiyetleri nelerdir ve hangisi isabetlidir?” sorusuna verdiği bir cevap niteliğindedir. Gazali eserde temele; felsefe, talim mezhebi ve tasavvuf incelemelerini oturtmakla birlikte birçok konuya değinmiş ve bunlar arasındaki bağlantıyı kurmuştur. Eserin ana tezi: Salt ilmin değil, hayata aktarılan ilmin aranması, bu yolda her türlü ilim dalının araştırılması, öğrenilmesi ve ayrıştırılması, her ilmin alınacak yönlerinin bulunabileceği ve bu nedenle ilimleri toptan reddetmemek gerektiğidir. Bu esastan yola çıkarak eser bizlere ilimlerin hangi yönlerini kabul edebileceğimizi neleri reddetmemiz gerektiğini sunar. Kur’an ve Sünnet ekseninden taşmayan her bilginin hangi ilim dalı altında olursa olsun alınabileceğini vurgular. Eserden Tespitler: Eserin üzerinde çokça durduğu bir konu “taklit olanın tahkik olana dönüştürülmesi” meselesidir. Gazali bir kişinin taklitte olduğunu anladığı anda artık onun için taklide dönüş yolunun kapandığını ve tahkik için yaşaması gerektiğini vurgular. Daha açık bir ifadeyle bilmesi gerektiğini bilen bir kişi bilgiyi aramaya mecburdur. Bilginin ne kadarına ulaşır ne kadarına ulaşamaz, bu kısım imkânları dâhilinde kişileri ayrı ayrı, farklı derecelerde sorumlu kılar. Bir diğer mesele ise mezheplerin, ilimlerin tümünün birden reddedilebilip reddedilemeyeceği meselesidir. Bu meseleyle ilgili de Gazali şöyle der: “Anladım ki bir mezhebi iyice anlamadan, özüne vakıf olmadan reddetmek karanlığa kubur sıkmak demektir.” Bu bağlamda felsefeyi incelemeye tâbî tutan Gazali, felsefeyi tümüyle reddetmenin kabul edilemeyeceğini zira felsefenin içinde hakikatleri de barındırması hasebiyle tümüyle red olayının bu hakikatlere de bir reddiye mahiyetinde olacağını belirterek, böyle bir şeyin ise İslam’ı parçalamak anlamına geldiğini çarpıcı bir şekilde vurgular. Yine fikirlerin esas alınmasıyla konuya devam eden Gazali, insanların fikirleri esas almak yerine kişileri esas 42 • Mart’13
aldığını ve bunun bir dalalet olduğunu şöyle ifade eder: “Hakkı adamla bilemezsin. Önce hakkı tanı, o münasebetle ehlini de tanırsın. Daima hakkı adamla ölçerler. Adamı haktan tanımazlar. Bu çok büyük bir dalalettir.” Zamanımızın da çok büyük bir problemi olan “fikirleri toptan reddetme” ve “kişiler yoluyla fikirleri benimseme yahut benimsememe” dalaleti insanların zihinlerini sarmış durumdadır. Lakin Gazali’nin de çok güzel bir şekilde ifade ettiği gibi bu durumların her ikisinde de İslam’ı parçalama tehlikesiyle karşılaşmaktayız. Zira tek delili kişiler olan fikirleri esas alıp kabul etmek, İmam Şafii’nin örneğinde olduğu gibi; karanlıkta odun toplamaya benzer ki odunların arasında bir yılanın saklandığını göremez insan. Eserde çok geniş bir şekilde incelenen bir diğer mezhep de “Talimiye Mezhebi”dir. Bizler için önemli olan noktalar ehl-i talim’in çarpık inançlarıdır. Bunlardan birkaçını zikretmek kâfi olacaktır zannımca. İmam Gazali’nin ehl-i talimi en çok eleştirdiği nokta imamlarına “masum” sıfatını vermeleridir. Gazali de ilim yolunda mutlaka bir muallime ihtiyaç olduğunu kabul etse de bu muallimlerin “masum” olamayacaklarını, içtihâdî meselelerde peygamberlerin bile yanılabileceği ihtimali varken, nasıl olur da ‘diğer insanlardan bir takım kimselerin yanılamayacağının’ düşünülmesini eleştirir. Bu konu dâhilinde içtihat konusuna da değinilir eserde. Her kişinin kendi zannına uymakla memur olduğu ve buna kim muhalefet ederse etsin fark etmeyeceği belirtilir. Eserde son olarak “Tasavvuf” konusu inceleniyor. Yine diğer mevzularda takip edilen yöntemi bu konuda da uyguluyor İmam Gazali. Ayrıştırma, tenkit etme ve doğru olana uyma… Bu konu başlığında İmam Gazali tasavvufu nasıl benimsediğini, neleri kabul etmediğini ve neleri kabul ettiğini, inzivaya nasıl çekildiğini ve neden tekrardan irşat faaliyetlerine geri döndüğünü anlatıyor. İmam Gazali’ye göre tasavvuf bir nefis terbiyesi, ahlak iyileştirmesi ve ibadetlere şuur takviyesidir. Dikkatle okuyan her okuyucu genel kabul görmüş tasavvuf ile “İmam Gazali’nin Tasavvufu” arasındaki farkları ortaya koyabilecektir. İmam Gazali on sene boyunca inzivada kaldıktan sonra irşada geri dönme fikrini şu şekilde ifade ediyor: “Düşündüm ki köşede oturmak ruhsatı, artık zâfa uğradı. Tembellik, istirahat, nefsimi aziz tutmak, onu halkın ezasından muhafaza etmek gibi şeyleri halktan ayrı yaşamakta devam etmeğe sebep göstermek layık değildir. Halkın cefasına katlanmanın güçlüğü, nefse ruhsat vesilesi olamaz.” Bu cümlelerden sonra bizim kelamımıza hacet kalmadı zannımca. İnzivanın nefis terbiyesinden öteye bir tembelliğe dönüştüğü ve toplum için çalışmak vazifesini sekteye uğrattığı an, maksadın araç olana feda edildiği andır. Bu değerli eserin dikkatli bir şekilde okunduğunda hem Gazali hakkında kulaktan dolma bilgilerin ötesinde bir bilgi hem de bahsi geçen konularda derin bir eleştiri gücü kazandıracaktır düşüncesindeyim. Velhasıl kelam samîmâne tavsiyelerimi sunar, sancılı düşünceler dilerim, vesselam veddua… Mart’13 • 43
ŞİİR
Ihlamurlar
Çiçek Açtığı Zaman Dilimde sabah keyfiyle yeni bir umut türküsü Kar yağmış dağlara, bozulmamış ütüsü Rahvan atlar gibi ırgalanan gökyüzü Gözlerimi kamaştırsa da geleceğim sana Şimdilik bağlayıcı bir takvim sorma bana -Ihlamurlar çiçek açtığı zaman. Ay, şafağa yakın bir mum gibi erimeden Dağlar çivilendikleri yerde çürümeden Bebekler hayta hayta yürümeden Geleceğim diyorum, geleceğim sana Ne olur kesin bir takvim sorma bana -Ihlamurlar çiçek açtığı zaman. Beklesen de olur, beklemesen de Ben bir gök kuruşum sırmalı kesende Gecesi uzun süren karlar-buzlar ülkesinde Hangi ses yürekten çağırır beni sana Geleceğim diyorum, takvim sorma bana -Ihlamur çiçek açtığı zaman.
44 • Mart’13
Bu şiir böyle doğarken dost elin elimdeydi Sen bir zümrüd-ü ankaydın, elim tüylerine deydi Sevda duvarını aştım, sendeki bu tılsım neydi? Başka bir gezegende de olsan dönüşüm hep sana Kesin bir gün belirtemem, n`olur takvim sorma bana -Ihlamurlar çiçek açtığı zaman. Eski dikişler sökülür de kanama başlarsa yeniden Yaralarıma en acı tütünleri basacağım ben Yeter ki bir çağır beni çiçeklendiğin yerden Gemileri yaksalar da geleceğim sana On iki ayın birisinde, kesin takvim sorma bana -Ihlamur çiçek açtığı zaman. Bak işte, notalar karıştı, ezgiler muhalif Hava kurşun gibi ağır, yağmursa arsız Ey benim alfabemdeki kadîm Elif Ne güzellik, ne de tat var baharsız Güzellikleri yaşamak için geleceğim sana Geleceğim diyorum, biraz mühlet tanı bana -Ihlamurlar çiçek açtığı zaman. Ihlamurlar çiçek açtığı zaman Ben güneş gibi gireceğim her dar kapıdan Kimseye uğramam ben sana uğramadan Kavlime sâdıkım, sâdıkım sana Takvim sorup hudut çizdirme bana Ben sana çiçeklerle geleceğim -Ihlamurlar çiçek açtığı zaman. Bahattin KARAKOÇ
Mart’13 • 45
Kültür Sanat Melike YURT
Muhammed Mustafa (S.A.S) Kültür ve Sanat Etkinliği Düzenlendi. Sibel Erarslan’dan 28 Şubat Romanı 28 Şubat üzerinden 15 yıl geçti ama etkileri bir nesli çok derin etkiledi. Kimse, bu kurguyu hazırlayanlar bile bu kadar derin izleri, büyük etkisi olacağını hesaplayamadı. 28 Şubat nesli hem öldü, hem de dirildi. Ölüm sebepleri diriliş vesilesi oldu bu nesle. Bitmediler, tükenmediler, sabırlarını azimlerine katık ettiler. Kolay değildi tabi. Büyük bedeller ödendi. Kimi okulundan vazgeçti, kimi bite tükene devam etti. Kimi hastalık sahibi oldu. Kiminin hayatı devam etti belki ama yaşadığı hayat değildi… İşte Sibel Erarslan dönemin, yaşananların şahidi olarak Saklı Kitap’ı yazdı. Üzerlerinde kurulan baskıları, ikna odalarını, sınav kağıtlarına bir damga gibi vurulan ‘Türbanlı’ manasındaki ‘T’ harflerini, otobüslerden bile indirilişlerini uzun uzun en gerçek hali ile anlattı. Sadece kendi hikayesini değil yakın arkadaşlarının hikayelerini de paylaştığı kitabı Timaş Yayınları’ndan çıktı. 46 • Mart’13
Bir yılı aşkın sürede büyük emeklerle organize edilen çok geniş çaplı olan etkinlik 15 Rebiyyul-Evvel, 27 Ocak tarihinde, 2010 Avrupa Kültür Başkenti Kongre Merkezi’nde birçok ülkelerden Müslümanın katılımı ile gerçekleştirildi. Etkinlik genel kültür, sesli ve görüntülü eserler, yazılı eserler, medya eserleri ve üç boyutlu eser ana başlıkları ile birçok alt kategoride gerçekleşti. Etkinlik Hz. Peygamberi hayatın içine çekmek, insanların dünyalarındaki yansımalarını görmek, O’nu daha iyi anlamak ve anlatabilmek gibi amaçlarla yola çıktı ve amacına ulaştı, birçok katılımcının çok farklı alanlar ile dikkatini topladı ve zengin içeriği ile salondan ayrılanları tatmin etti. Program kapsamında akademik oturumlar gerçekleştirildi. Program içeriği ise Kur’an-ı Kerim ziyafeti, farklı gruplar ve TRT Tasavvuf Müziği Sanatçıları Hz. Peygamber ile alakalı ilahiler ve ezgiler okudular, bunun yanı sıra genç bir piyanist Hz. Muhammed adına yazılmış naatları piyanosu ile icra etti. Hz. Peygamber’e dair yazılan şiirlerin okunmasının ardından yerli ve yabancı konuşmacıların konuşmaları dinlendi ve son olarak ödül ve plaket töreni düzenlendi.
Ayşegül Genç’ten Yeni Kitap Genç Dergi’de uzun süredir gençlerin dünyasına seslenen, dikkatleri üzerine ‘Şeytan Oturum Açtı’ yazısı ile çeken ‘Metropol Bedevisi’ kitabı ile beğeni toplayan Ayşegül Genç’in yeni kitabı ‘Ölü Serçe Dönemeci’ Okur Kitaplığı’ndan çıktı. Aykırı karakterlerin gençlerin dikkatlerini çektiğini söyleyen yazar kitabında gençlerin ilgisini çekmek adına tersinden bir kurgu ile yanlış davranışlar üzerinden doğruyu buldurmayı hedefliyor. Yazarın akıcı, modern ve doğal üslubu günümüz gençlerinin ihtiyaçlarını yakalayıp temin ediyor.
Kültür Sanat 2. Abdülhamit Han TYB’de Anıldı. Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) İstanbul Şubesi ve Tarihine Sahip Çıkanlar Topluluğu’nun ortak düzenledikleri Abdülhamit Han’ı anma etkinliği 10 Şubat Pazar günü gerçekleşti. Etkinliğin ilk bölümünde Abdülhamit Han’ın türbesinde Kur’an-ı Kerim tilaveti ve hatim duası yapıldı. Daha sonra Kızlarağası Medresesi’nde “Sultan 2. Abdülhamit Han ve Dış Politikası” ve Abdülhamit dönemi azınlık okulları ve misyonerlik faaliyetleri gibi konular üzerine akademisyenlerin gerçekleştirildiği ezber bozan paneller ile etkinlik sona erdi.
Sessiz Harfler Toplumun değerlerinin dilidir yazı… Bir ifade yöntemidir... Var oluş biçimidir… Harfler olmazsa ne cümle vardır ne de sözcükler… Öyle bir gün düşünün ki harfleriniz alınsa elinizden tanımadığınız bilmediğiniz şekiller harf diye tutuşturulsa ellerinize ve silinse tüm geçmişiniz sırf kendi harflerinizde yazdınız diye... Bu bahsettiğim kurgu ya da öykü değil gerçekliğin ta kendisi. 1928 Harf İnkılabı ile insanımızın yaşadıklarını sadece bir kısmı. Cemal Şakar daha önce farklı türlerde üzerine eser verilen harf inkılabı hakkında 24 yazarımızın katılımı ile oluşan bu konu üzerine yazılan ilk öykü kitabı hazırladı. Kitapta Necati Mert, Hasan Aycın, Yıldız Ramazanoğlu, Cihan Aktaş, Recep Şükrü Güngör, Mihriban İnan Karatepe, Akif Hasan Kaya, Aykut Ertuğrul, Sibel Eraslan, Hasibe Çerko, Güray Süngü, Mukadder Gemici, Aliye Akan gibi yazarlarımızın öyküleri yer almakta. Kitabı Okur Kitaplığı Yayınları’ndan temin edip harfsiz kalmanın nasıllığını yeni nesiller bu öyküler sayesinde anlayabilir.
Şair Sezai Karakoç 80 yaşında Sadık Akbayır “Yoktur Gölgesi Türkiye’de-Sezai Karakoç” adlı kitabında Türk edebiyatının önemli şairi Sezai Karakoç’u anlattı. Şairin hayatı, yaşadığı dönem, eserleri, poetikası çok ciddi bir çalışma sonucu akademik olmasına rağmen akıcı bir üslupla okura sunulmuş. Üzerine kalem oynatmanın zor olduğu şairi birde Sadık Akbayır’ın kaleminden okumak isteyenler için, kitap Turkuvaz Kitap’tan yayınlandı.
Mart’13 • 47
ETKİNLİK
“Apaçi Gençlik” İstanbul’da Yoksul ve Genç Olmak Şeyma Nur EKREN
9
Mart Cumartesi günü AKV’de hanımlara yönelik üniversite seminerlerinden birindeydik. Konu şimdiye kadarki seminerlerimizden biraz daha farklıydı. Ömer Yaman abimiz Yalova Üniversitesi’nde apaçiler üzerine tamamladığı doktora tezini “İstanbul’da Yoksul ve Genç Olmak” başlığıyla bizlerle paylaşacaktı. Ömer abi seminere, apaçi algımızı anlamak amacıyla bizlere yönelttiği sorularla başladı. Anlaşılan oydu ki, birçoğumuz için apaçi, çevrelerine isyan etmiş ve bu isyanlarını değişik kılık kıyafet, saç şekilleriyle, ilginç dans ve müzikleriyle ifade eden bir grup duygusal ergen demekti. Seminerin devamıysa bu algımızın nasıl hatalar barındırdığını ve ne kadar yüzeysel olduğunu anlamamızla geçti. Öncelikle apaçi kelimesi, Amerika’nın kuzeybatısında yaşayan ve beyazlara karşı topraklarını savundukları için sert, acımasız ve vahşi tabiatlı olarak tanınan bir kızılderili kabilesinin isminden gelmeymiş. 1900’lü yılların başında Fransa’da tekrar kullanılan apaçi kavramı 2000’li yılların başında da Türkiye’de farklı bir biçimde ön plana çıkmış. Ömer abinin tezi ise 2000’li yıllarda, özellikle Esenler, Bağcılar bölgesine doğudan göçle gelmiş ailelerin çocukları olan, bizim de daha çok aşina olduğumuz apaçiler üzerine. Haklarında neredeyse tamamı internet kaynaklı 3000 sayfalık bir tarama yapmış Ömer abi. 3 ayını yoğun bir biçimde onlarla birlikte geçirmiş, girdikleri kafelere, barlara kadar girmiş, faça attıkları, kova çektikleri yerlerde yanlarında bulunmuş. Gittikleri okulların hocalarıyla, takıldıkları kafelerin sahipleriyle, gece bir şey olsa sığındıkları cami imamıyla iletişime geçmiş. Bu seminer dizisi boyunca da onlarla yaptığı röportajları bizimle paylaşacak Allah’ın izniyle. 48 • Mart’13
Bir sayfalık bir haber metninde anlatılamayacak kadar ilginçti ilk seminerde duyduklarımız. Yaptığımız her şeyin ne kadar az olduğunu hatırlattı bizlere, utandırdı tüm şikâyetlerimizden ötürü. İçinde yaşadıkları koşullar, tacize uğramış kızlar/erkekler, parçalanmış aileler, çoğu hasta ebeveynler, kiminin babası cezaevinde kalmış (siyasi suçlar da dâhil, mesela Diyarbakır Cezaevi’nde kalıp işkence çekmişleri var), kimisi çocuk yaşta sokaklara düşmüş, çoğu aile göç sonucu İstanbul’a gelmiş, bir türlü tutunamamış, hırsızlık ve bir sürü şeye bir nevi mecbur bırakılmış, birçoğu doğu kökenli ve şimdiye kadar sessiz kaldığımız (devlet veya bizim ellerimizle işlenmiş) bir sürü günahın bedelini ödüyorlar, ödüyoruz. İşte böyle başladı “İstanbul’da Yoksul ve Genç Olmak” başlıklı seminer dizimiz. Ayrılırken aklımızda kalansa, Ömer abinin seminerin sonunda söylediği, “Dine doymuş insanlara din anlatmakla uğraşıyorsunuz. Anlatmayın demiyorum ama orada dine aç insanlar var ve unutmayın, İslam’ın ilk şehit ailesi, onlar gibi bir göç ailesi olan Yasir ailesiydi” sözleri oluyor. Diyeceğimiz o ki bu seminerler 3 hafta daha devam edecek. Fırsatınız olursa bekleriz.