Selamun Aleyküm Arkadaşlar,
Sahibi PINAR YAYINLARI Tic. ve San. Ltd. Şti. Adına İlhan Gündoğdu Sorumlu Yazı İşleri Müdürü İsmail Memiş Yayın Sorumlusu Nihal AÇIKEL Yayın Kurulu Ayşe Nur AKSU Betül BABACAN Burak KALPAKLIOĞLU Fatma Büşra ÖZKAN Fatma Nihan DOĞAN Furkan YAMAN Mahmut Erkam ŞAHİN Muhammet TUTKUN Rumeysa Firdevs BULUT Sabâhat BOYNUKALIN Talha İNANÇ Uğur DEMİREL Usame SARIYAŞAR Zeynep TOPUZ Bu Sayıya Katkıda Bulunanlar Ayşegül KOÇOĞLU Cihat Mücahit ŞİMŞEK Mahmut Yusuf MAHİTAPOĞLU Melike YURT Muaz ERDEM Muhammed GİDER Saliha CAN Şeyma Nur EKREN Talha İNANÇ Zeynep AKSU Zeynep Sude ÖZKAN Adres Alay Köşkü Cad. Küçük Sk. Civan Han No:6/3 Cağaloğlu - Fatih / İSTANBUL bilgigenconculer@gmail.com Grafik Tasarım Tekin Öztürk www.tekinozturk.com.tr
Baskı Şenyıldız Matbaacılık Gümüşsuyu Cad. No:3 Kat:1 Topkapı-İstanbul Tel: (212) 483 47 91
D
erginin karantina bölümünde incelediğimiz konuların birini diğerinden ayrı tutmak mümkün değil. Her geçen gün kendimizden tavizler vererek oluşturduğumuz yeni ahlak algılarımız, bir ahtapot gibi her bir koldan bizi saran tüketim kültürü, içine dahil olmadığımız takdirde arkadaş sohbetlerinde kendimizi uzaylı gibi hissettiğimiz sosyal medya, olmazsa olmaz futbol çılgınlığı… Tüm bu unsurlar öyle birbirine girmiş ki hangisi neden, hangisi sonuç ayırt edemez hale geldik. Ya da hepsi bir neden... Hepsi, kim olduğumuzu unutmamız için bir neden. Tüm bu nedenler içinde bize kim olduğumuzu hatırlatan, en ufak sarsıntılarda dahi bizi tutan, kaldıran, hayat bilgisi kitaplarında “toplumun en küçük yapıtaşı” olarak tanımlanan birileri var: “aile”. Kuran-ı Kerim’de aile içi ilişkileri tanzim eden, görev paylaşımı yapan, aile bireylerinin birbiri üzerindeki haklarını bildiren onlarca ayet mevcut. İslam’da yeri böylesine önemle vurgulanan, içinden beslendiğimiz ve beslediğimiz ailelerimizle özellikle de gençlik yıllarında ilişkilerimiz ciddi ölçüde zayıflıyor. Aile hayatı dışındaki meşguliyetlerimiz ve evde bulunduğumuz süreçte de ilgilenebileceğimiz alternatiflerin çokluğu sebebiyle, asli görevlerimizden biri olan ailelerimizi ihmal ediyoruz. Kısıtlı sürelerde kurduğumuz iletişimler sonrasında ise “birbirimizi anlamadığımız” kanısına varıyoruz. Elbette bu fikrin oluşmasında etkili olan birçok faktör var, bu sebeple dergimizin bu sayısında bunları irdelemeye, “kimin, kimi neden anlamadığına ve nasıl anlayabileceğine” cevap bulmaya çalışacağız. Anne-baba ve gençler arasındaki iletişim kopukluğunun ele alındığı karantina bölümünde; “Müslümanca Bir Aile Yaşantısı”, “Dalgalandım da Duruldum” ve “SEKAM Savrulan Dünyada Aile Sempozyumu Sonuç Bildirisi” yazıları yer almakta. Bu sayının gündeminde ise “Türkiye mi? Suriye mi? Politika mı?” ve “Moro Zaferi” yazıları bulunuyor. Her zaman olduğu gibi İslami Kavramlar, Tarih Defteri, Kitap Özeti, KültürSanat, Kavram İncelemesi, Çizim Analizi, Basından Yansıyanlar, denemeler ve şiirler de istifadenize sunduğumuz diğer sayfalar… Ve bu sayıya mahsus bir yazımız daha mevcut. Zor da olsa, Servet Teyze’mize olan hislerimizi kaleme almaya çalıştık birkaç cümleyle. Geçtiğimiz günlerde Hakk’ın rahmetine kavuşan, biricik kardeşimiz Saliha Can’ın annesi ve bize bir dava adamı olmayı her hareketiyle tebliğ eden Burhanettin Can amcamızın eşi olan Servet Teyze’mize Allah’tan (CC) rahmet diliyor, ailesine ve yakınlarına baş sağlığı diliyoruz. Kas›m-Aral›k’12 • 1
Kas›m-Aralık 2012 • Sayı 77 • Yıl 10
08
ÜMMET BİZİ BEKLİYOR
15
FİRDEVS BÜŞRA KALUÇ
MORO ZAFERİ TALHA İNANÇ
“SAVRULAN DÜNYADA AİLE”
28
32
MORO MÜSLÜMANLARI MUHAMMET TUTKUN
2 • Kas›m-Aral›k’12
38 Genç Öncüler Adına .................................................................................. 4 Müslümanca Bir Aile Yaşantısı/ Büşra Özkan ........................................... 6 “Savrulan Dünyada Aile” Sempozyumu .................................................... 8 Dalgalandım da Duruldum/ Ayşegül Koçoğlu ......................................... 12 Merhamet Etmeyene Merhamet Edilmez/ Zeynep Aksu ........................... 14 Moro Zaferi/ Talha İnanç ....................................................................... 15 Türkiye mi, Suriye mi, Politika mı?/ Sabahat Boynukalın ........................ 16 İslami Kavramlar / Şeytanını Kovmaya Ne Dersin? -III /Şeyma N. Ekren 18 Şiir/ Devrimden Adil Düzene/ Muhammed Gider ................................... 21 Suffe Mektepli Olmak/ Cihat Mücahit Şimşek......................................... 22 Şiir/ Zeynep Topuz ............................................................................... 25 Kavram İncelemesi / Fevz / Mahmut Yusuf Mahitapoğlu........................ 26 Tarih Defteri / Moro Müslümanları / Muhammet Tutkun ........................ 28 Basından Yansıyanlar ........................................................................... 30 Bir Gençlik Aranıyor, Geç Olmadan - II/ Nihal Açıkel - Saliha Can ........... ... 32 Kitap Özeti / Yolların Ayrılış Noktasında İslam / Nihal Açıkel .................. ... 34 Kültür Sanat / Melike Yurt ................................................................... ... 36 Şiir / Erdem Beyazıt ............................................................................. ... 38
Kas›m-Aral›k’12 • 3
İ
Genç Öncüler Adına…
yi insanlar iyi atlara binip gitmeye devam ediyor. 18 Kasım günü hepimizin manevi annesi Servet Can teyzemizi Rahmeti Rahman’a uğurladık. Vefat haberleri hep acıdır, hep acı verip yürekleri burkar. İnsanın içinde çözülmeyen bir düğüm bırakır. İnsan olmanın acziyetini tüm varlığıyla insana hissettirir. Özellikle yakınlarına. Çünkü ateşin hep düştüğü yeri yaktığı söylenir. İşte Servet teyzemizin vefatında o ateşin büyüklüğünü, çok yeri yaktığını gördük. Eve çikolata yemeğe davet ettiği, balon verip sevindirdiği çocuklar değildi sadece üzülen. Mahallenin kağıt toplayan delikanlısı da yalnız değildi. Kendi evladı gibi sevdiği, evladının arkadaşları da. Güler yüzü, veren eliyle dostluğuna nail olan dostları da. Caddedeki çiçekçi de. Taziyeye eve gelen, belki yakınlarının bile tanımadığı, ama arkasından “onun gibi insan görmedim” diyen nasipli teyzeler de… Servet teyzemizin gençliğinden anılar dinlerdik yine kendisinden. Daha önce eşine pek rastlamadığımız merhametinin yine daha çocukluğunda vaki olduğunu işitirdik. Onu dinlerken kendimizi sorgulardık çoğu defa. Evet biz de insan olmanın hakkını verme gayretindeydik. Ama onu dinlerken bazı özel şahsiyetlerin, bazı güzel huylarla özel donandığını düşünürdük. Daha genç kızlığında yaşlılara sevgisi, alakası aslında onun daha o yaşlarda ‘yarın ölecekmiş gibi’ ölümü zihninde diri tuttuğunun göstergesiydi. Zira gençler dünyevi lezzetlerin tadına dalıp, ölümü hatırlamak istemediklerinden yaşlanmayı ve yaşlıları hatırlamazlar. Görseler bile içten, yürekten duymazlar. Ama Servet teyzemizin daha genç ve 4 • Kas›m-Aral›k’12
sağlıklıyken hastanelere gidip, hasta ziyaret ettiğini, onların halleriyle hallendiğini biliyorduk. Yine sorguladık kendimizi, hangimizin aklına gelir ki genç ve sağlıklıyken o bunaltan ortamıyla hastane gezmek, hastanede tırnak makasıyla hastaların tırnaklarını kesmek mesela… Evet o özeldi, güzel ve özel ahlakıyla hepimize örnekti. Hakiki örnek oldu hepimize. Sağlığıyla örnek olduğu gibi, onu yoran ama asla isyan ettirmeyen hastalığıyla da. Gençliğinde olduğu gibi daha ilerleyen yaşlarında sağlığı sıkıntıya girdiğinde hiç isyan etmeden Rabbi’ne şükreden, Rabbi’nden razı duruşuyla örnek oldu. Şikayet etmek yerine dua eden temiz ağzıyla. Taziyede herkesin ağzında ortak bir cümle vardı, “Servet teyzeden çok şey öğrendim, onun yeri çok güzel inşâAllah.” Hastalığında da, sağlığında da, gençliğinde de ilerleyen yaşında da görebilenler için ders veren bir hayatı vardı Servet teyzenin. İşte cenazesi de o denli ders vericiydi. Sağlığında tanışmak nasip olmayan onlarca insan vardı cenazede. O insanların hepsi hayretle onun hayatını dinleyip, ağlıyorlardı. Dedik ya iyi insanlar iyi atlara binip gitmeye devam ediyor. Artık dünya hayatımızda kapısını çalacağımız, çantamızı doldurup bizi uğurlayan bir Servet teyzemiz olmayacak. Aslında biraz da kendimize ağladık. Çünkü biliyorduk ki Allah’ın izniyle manevi annemiz, biriciğimiz en güzel makamlardaydı. Dünyada hastalığı sebebiyle yiyemediği geçici lezzetler yerine cennet taamlarıyla ikramlanıyordu inşâAllah. Biraz da kendimize ağladık evet, çünkü biz hangi binekle nereye gidecektik…
Ona olan sevgimizi anlatmak, onu tanıtmak için yeterli olmayacağını biliyoruz ama hepimiz Servet Teyze’mizle ilgili birer cümle yazmak istedik… “-Servet teyzem nasılsın? - Bugün iyiysek, nefes alabiliyorsak çok şükür Yıllarca süren hastalıklarında yüzlerce kez sorulmuş aynı soruya hep şükürle karşılık verdi. Rabbim sabrına karşılık ona da şehitler mertebesini versin.” (Elif Tellioğlu) “Kardeş bildiğim senin emanetin artık Servet Teyzem… Hakk Teala cennetinde saklasın seni.” (Lamia) “Servet Teyzem pamuğum… İstanbul’daki annem... Elin hep yüreğimde, gönlümde…” (İmran)
“Servet Teyze çok merhametliydi, çocuklara balon verirdi hep. Çok üzgünüm.” (Muhammed Nebi Yaman) “Cenazende tanıdım seni, arkanda bıraktığın komşularının, mahalledeki çocukların söyledikleriyle. O bile yetti arkandan gözyaşı dökmeme, mekanın cennet olsun.” (Esmanur Kılıçbay) “Çetin imtihanına gösterdiğin sabırla sabrı, hani sürekli verecek bir şeyler bulduğun çantan cömertliği, şefkat dolu sesin sevgiyi öğretti bana. Mekanın cennet olsun teyzem.” (Gülsüm Şen)
“Bir bayramda ısrarla elimize birer lif tutuşturdu, yanında da koca bir poşet dolusu lif duruyor. Öğrendik ki Servet Teyze, bu kadar lifi yetimhanedeki çocuklar için örmüş. Her birinin ayrı lifleri olsun diye… Paylaşmanın, vermenin zarafetini Servet Teyze göstermişti bize.” (Nihal Açıkel)
“Duanın, iyi niyetin, sadakanın, sabrın, şükrün, tevazunun, tebessümün, tevekkülün güzelliğini bize canım teyzem “servet” bıraktı.” (İlknur Açıkel Demirlek)
”Hep tebessüm eden çehresi, her zaman vermek için uzanan eli, çiçeklere olan naif sevgisiyle hatırlıyorum Servet teyzemi. Rabbim yüzündeki gibi nurlarla doldursun kabrini.” (Fatma Büşra Özkan)
“Her başarının ardında bir anne, bir kadın vardır. Bu analardan bir tanesi olan Servet Teyze’mize Allah rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.” (Kevser Tanrısundu)
“Lilyum kokulu, merhametli teyzemizdi Allah rahmet eylesin. Bizlere olan sevgisini her şekilde ifade ederdi. Böylelikle her birimizin gönlünde taht kurmuştu. Geride bıraktığı sadaka-ı cariyelerden olabilmek duasıyla.” (Ayşe Nur Aksu) “Servet teyzeyi kısacık bile tanıyıp sevmemek mümkün müydü ki? Kısacık dahi olsa gördüğümüz her an saliha bir mümin nasıl olur anlıyorduk. Rabbim mekanını cennet eylesin, kızını, eşini ve bizleri de O’na döneceğimiz vakit en güzel mekanlarda Servet teyzeyle buluştursun, kızının da adı gibi saliha bir kul olmasını nasip etsin.” (Şeyma Nur Ekren) “Gidişinle çocukları bile ağlattın Servet Teyze. Biz seni çok sevdik, Rabbim de seni çok sevsin inşallah.” (Servet Teyze’nin komşusu)
“Ardından istisnasız herkesin iyiliğiyle, cömertliğiyle yad ettiği güzel teyzemiz, Allah mekanını cennet eylesin.”
“Cömertliğiyle, nezaketiyle, merhametiyle hep bizimleydi. Hepimizin annesiydi, mekanı cennet olsun.” (Elif Mollahüseyinoğlu) “Pamuk şekeri gibiydi Servet teyzem, dünyalar tatlısı bir insandı. Durmadan ikramda bulunurdu herkese. Bir seferinde yolda rastlaştık, ısrarla evine çağırdı ve tıka basa doyurdu bizi. Geçen sene de Lapseki kampında komşu olmuştuk. Beraber geçirdiğimiz kısacık birkaç gün boyunca evinin önünden her geçişimizde meyveler ikram etmiş, gördüğü yerde dondurmalar ısmarlamıştı bize. Ardından kötü tek bir söz bile bırakmadan ömrünü
tamamladı Servet teyzem. Allah da ona rahmet etsin, cennet meyvelerinden ikram etsin, Âmin.” (Betül Tipi) “Yaşantısı yüzüne yansıyan nur-u pak bir Teyzemiz’di... Allah rahmet eylesin... Mekanı (Nilüfer Coşkun) cennet olsun inşAllah…” Kas›m-Aral›k’12 • 5
a
karantin
MÜSLÜMANCA BİR AİLE YAŞANTISI BÜŞRA ÖZKAN
B
izler uzay çağında yaşıyoruz. Modern hayatın yasaları zihnimizi sürekli inşa ediyor. Bağımsız bireyler olarak kendimize ait kararlar alıyor, kendimizle ilgili planlar yapıyor ve yine kendimiz için bir gelecek kuruyoruz. Reklam filmlerinden okuduğumuz kitaplara, haberlere kadar bütün veriler bize kendimizi gerçekleştirmemizi telkin ederken geleneksel veya dini öğretilerimizin tümü arka planda kalıyor.
İnsanoğlunun ilk varoluşuna dönelim, Hz. Adem (a.s.)’ın yaradılışının ardından Allah (c.c.) onun cinsinden bir eşini var etmiş ve ilk ailenin temelleri atılmıştır. O andan itibaren insanoğlu artık kişilerden değil ailelerden oluşan ve o şekilde bir toplum oluşturabilen bir varlık haline gelmiştir. Kuran’ın geçerli dünya görüşüne göre toplumun en küçük birimi ailedir. Modern dünya mantığında ise insan sadece kendisi için yaşar ve kendi menfaatlerini düşünür. Annesi, babası bile olsa
6 • Kas›m-Aral›k’12
kişisel çıkarlarıyla çatıştığında önce kendisi için tercih yapar. İslama göre hiçkimse bir tek birey için veya kendisi için yaşamaz. Kendisini öteki dünyaya hazırlarken diğer taraftan tebliğ ve eğitim faaliyetlerini yürüterek toplumsal bir dönüşüm sağlamaya çalışır. Yalnızca kendisini kurtarmaya değil elinden tutabildiği herkesi cennete taşımaya çabalar. Salih bir kul ve samimi bir müslüman olmanın yolu hayırlı bir aile ortamı kurmaktan ve onu korumaktan geçer. Bizler kendi ellerimizle yaptıklarımızdan dolayı hesaba çekileceğiz o yüzden içinde bulunduğumuz şartları iyi değerlendirmeli, ailemizi doğru istikamete çevirmek için nasıl yöntemler kullanmamız gerektiğini tespit etmeliyiz. Evlenecek, yeni bir yuva kuracak kişi harama bulaşmadan, en temiz olan yolu tercih ederek ilk adımını atmış olur. Bu niyetle ilerler ve yaşam pratiklerini Rasulullah(s.a.v.)’dan alırsa sağlam bir aile yapısının temelleri atılır ve bu ölçüler dahilinde çocuklar yetişmesi için uygun bir ortam da oluşmuş olur. İslami aile yapısını muhafaza etmekteki temel taşlardan ilki yaşayan Kuran olmaya çalışmak, ihlas ve samimiyeti karakterimiz haline getirmektir. Bunun yolu da her şeyin Allah’tan gelip O’na döneceğine iman etmek ve Allah rızasını en büyük gaye olarak edinmektir. Hayat bir çeşit yürüyüştür. Kimi duraklarda durmamız, bazen taşlara takılmamız, hatta bazen yolumuzun sapması çok olasıdır. Ana yolu, istikameti kaybetmediğimiz sürece veya başka bir deyişle o yolun doğru yol olduğunun bilincinde olarak yaşadıkça ufak sapmalar bize büyük kayıplar olarak geri dönmez. Bu minvalde söylenebilir ki müslümanın yirmidört saati en temelde Allah rızası-
nı aramak üzere programlanmalıdır. Kişi işlerini dığı bir rivayete göre peygamberimiz (s.a.v.) “Çoamaçsızca veya sadece toplum istiyor diye yap- cuklarınızı 7 yaşına geldiği zaman namaza alıştımamalı, bunun rıza-i ilahiye uygunluğunu da test rın. Eğer 10 yaşına geldiğinde kılmazlarsa yaptırım etmelidir. uygulayın.” buyurmuştur. Günümüz toplumunda Modern, hatta şu an diyebiliriz ki yaşadığımız bir türlü büyüyemeyen çocuklarından hiçbir taleppostmodern toplumda eylemlerin belirli bir amacı te bulunmayan ebeveynler ileriki yaşlarda bir anda olması gerekmez. Para, eğlence, eğitim veya ka- panik olmaya ve artık çok geç olduğunu görmeriyer temelde haz duygusunun tatmini için kulla- ye mahkumdurlar. Doğduğundan itibaren namaz nılan araçlar haline gelmiştir. Bunlardan herhangi kılan bir anne baba figürü gören çocuk birini kendisine yaşam amacı zaten bunu zihninde norolarak edinmiş kişi kurduğu malleştirecek, buna yönelik aileyi de bu amaçlar dahilinbir eğitim de alıyorsa yedi Müslümanca bir aile yade kuracak ve onları da bu yaşında çok rahat bir şekilde şantısı bencilliği ve biyola sürükleyecektir. Para namaza başlayacaktır. reyciliği ihtiva etmez. Bütutkusuyla yaşayan bir baba Aile olmanın diğer bir öncelikle bir çocuğu olmasınyüklere hürmet ve saygı yönü de birbiriyle etkiledan endişe eder çünkü onun gösterilen bir kültürden şimde olarak aslında kişinin rızkını temin edememe korkubeslenir ve bu da yeni nekendi hatalarını görmesine su taşıyordur. Rızkın Allah’tan sillere pratik olarak akve düzeltmesine imkan tanıgeldiğine yeterince iman etmasıdır. Birinin zayıf bir yönü tarılır. Aile yaşamı kitapmemiş bir zihniyetle ilk hatayı diğerinde daha sağlam bir lardan veya herhangi bir yapmış olur. Eğer çocuğu varsa şekilde oturmuşsa onu örnek eğitimden çok örneklikle onu en iyi okullara göndermek, alarak zayıf olan kişi de kendiöğrenilebilir. Hepimizin en çok parayı kazanabileceği ni düzeltebilir. Diğer taraftan yollara sevketmek suretiyle kenbildiği bazı gerçekler varçocuklarına her konuda ördi amaçlarını ona da aşılar ve dır, eğer bir çocuğun annek olma gayesi güden anne bir prototipini yetiştirmiş olur. nesi dişlerini fırçalamıyorbabalar ister istemez kontrolSadece dünyaya yönelik bu algı sa çocuğun bu alışkanlığı lü davranacak, hata yapmakkendi içinde çok tutarlı ve manedinmesi çok zordur veya tan, harama düşmekten kaçıtıklıdır fakat ahiret hayatı adına babası sigara içiyorsa aynı nacaktır. Çift yönlü çalışan bu hiçbir anlam ifade etmez. Tüm şekilde onun da içmesi çok mekanizma sayesinde büyük yaptığımız eylemler içinde besmeleyi barındırdığı ve Allah rızaolağandır. Bu yüzden islam bir islam toplumu oluşacak ve sı hedefine sahip olduğu ölçüde dini küçüklükten itibaren ahlak ölçülerini korumaya çaanlamlıdır. dini pratiklerin yerleşme- lışan insanlardan oluşan ailelerin sayısı gitgide artacaktır. Müslümanca bir aile yaşantısı sine çok önem vermiştir. bencilliği ve bireyciliği ihtiva etBu yüce amaç için herkes mez. Büyüklere hürmet ve saygı kendi üzerinde büyük sorumgösterilen bir kültürden beslenir luklar olduğunu bilmeli, kaç ve bu da yeni nesillere pratik olarak akyaşında olursak olalım ailemizi ilmin ve bereketin tarılır. Aile yaşamı kitaplardan veya herhangi bir dolup taştığı sıcak ortamlar haline getirmemiz geeğitimden çok örneklikle öğrenilebilir. Hepimizin rektiğini iyi bir şekilde idrak etmeliyiz. Her şeyden bildiği bazı gerçekler vardır, eğer bir çocuğun an- önce amacımız salih kullar olmak ve yine hayırlı nesi dişlerini fırçalamıyorsa çocuğun bu alışkanlığı nesiller yetiştirmektir. edinmesi çok zordur veya babası sigara içiyorsa “(Ve o kullar): Rabbimiz! Bize gözümüzü ayaynı şekilde onun da içmesi çok olağandır. Bu yüz- dınlatacak eşler ve zürriyetler bağışla ve bizi takvâ den islam dini küçüklükten itibaren dini pratiklerin sahiplerine önder kıl! derler.” (Furkan 74) yerleşmesine çok önem vermiştir. Tirmizi’nin aktar-
Kas›m-Aral›k’12 • 7
a
karantin
“SAVRULAN DÜNYADA AİLE” SEMPOZYUMU Aşağıda yer alan metin, 2011 yılında, Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Merkezi (SEKAM) tarafından gerçekleştirilen Savrulan Dünyada Aile Sempozyumu’nun sonuç bildirisidir.
Türk aile yapısı çöküyor • Aile S.O.S veriyor • Aile yapımız elden gidiyor Medya aile kurumunu dağıtıyor • Medya boşanmayı kışkırtıyor
S
osyal ve Ekonomik Araştırmalar Merkezi (SEKAM) tarafından düzenlenen “Savrulan Dünyada Aile” konulu sempozyumun sonuç bildirisine göre: “Medya aile kurumunu parçalıyor. Kanuni düzenlemeler yetersiz ve Türk toplumuna uygun değil. Toplum bireyleri giderek bencilleşiyor. Ailede rol çatışmaları yaşanıyor ve boşanmalar hızla artıyor. Seküle-
8 • Kas›m-Aral›k’12
rizm ve modern hayat manevi ve ahlaki değerleri zayıflatıyor. Acil önlem alınmazsa durum vahim.” “Savrulan Dünyada Aile” konulu sempozyumdan kaygı verici sonuçlar çıktı. Çok sayıda bilim adamı, akademisyen ve uzmanın konuşmacı olarak katıldığı sempozyumda, modern çağda aile kurumunu yıpratan etkenler ile aile yapısını korumanın yöntemleri tartışıldı.
“KARAMSAR DEĞİLİZ AMA TABLO VAHİM.” Prof. Dr. Celalettin Vatandaş, Doç. Dr. Ayşen Gürcan, Gazeteci Yazar Ali Bulaç, Doç. Dr. Mustafa Tekin, Prof. Dr. Şinasi Gündüz, Doç. Dr. Kadir Canatan, Prof. Dr. Kemal Sayar, Prof. Dr. Yaşar Düzenli, Doç. Dr. Şuayb Özdemir, Seyhan Yaman, Prof. Dr. Bedri
Gencer, Osman Çıtlak, Necla Koytak, Prof. Dr. Mustafa Aydın, Abdurrahman Arslan, Prof. Dr. Mehmet Akif Aydın’ın konuşmacı olarak katıldığı sempozyumun sonuç bildirisinde, aile kurumuyla ilgili vahim bir tablonun söz konusu olduğu ama toplumu bilinçlendirerek sorunların aşılması konusunda umutlu olunduğu ifade edildi. MODERN HAYAT, AİLE KURUMUNU ÇÖKERTİYOR. Sempozyumun sonuç bildirisinde, toplumun temel taşı olan ailenin modernizmin yıkıcı etkilerine maruz kaldığına işaret edilerek, yüksek beklentilerin doğurduğu tatminsizlik duygusunun insanları boşanmaya ve nikahsız birlikteliklere ittiği vurgulandı. Bildiride; “Ailenin bölünmesi, parçalanması, tek ebeveynli ailelerin giderek artması, boşanma oranlarının yükselmesi, evlilik dışı beraberliklerin çoğalması, nesebi gayr-i sahih çocukların artması, kültürel ve ahlaki değerlerde yozlaşma, toplumsal anomi, suç oranlarının artması, uyuşturucu kullanımı, bireysel ve toplumsal şiddetin yaygınlaşması, kimlik bunalımı, psikolojik rahatsızlıklar, tatminsizlik vb. gibi bireyi ve toplumu tehdit eden problemler giderek artmaktadır. Türkiye ise modern zihniyetten ve yaşama biçiminden
aldığı paya paralel bu ve ben-
lemiştir. Dönüşümün hedefini
zeri problemleri her geçen gün
ise yapısal açıdan küçültmek,
artan bir ivmeyle yaşamakta-
işlevsel
dır.” denildi.
daraltmak oluşturmaktadır. Bu
açıdan
sığlaştırıp-
da aile yapımızın problemlerini YASALAR KENDİ AİLE
derinleştirmiş ve mevcutlarına
YAPIMIZA UYGUN DEĞİL.
ilave problemler getirmiştir.
Aile kurumunun korunması ve sorunlara çözüm üretilmesi konusunda siyaset ve hukuk kurumuna büyük görevler düştüğü belirtilen bildiride, “Ancak ne var ki; Türkiye’deki mevcut aile politikaları ve bu politikaların uygulamaları zayıf, dağınık ve bütünlükten yoksun bir görünüm arz etmekte; daha da önemlisi, aile, Türkiye şartların-
Mevcut hukuk sistemi ise bir çok bakımdan ailenin geleneksel yapısıyla ve işlevleriyle ya uyumsuz ya da bunları olumsuz etkileyecek mahiyettedir. Zina konusundaki düzenlemeler bunun somut örneklerinden birisidir.” ifadeleri kullanıldı. YAKIN BİR ZAMANDA NÜFUS KAYBI SORUNU YAŞAYABİLİRİZ.
da toplumsal mühendisliğin bir nesnesi olarak görülmektedir.
“Ailedeki çocuk sayısı, sade-
Mevcut anayasa, geleneksel
ce bireyleri veya aileleri ilgilen-
kökleri olan ve olması da ge-
diren bir konu değil, çok daha
reken aile yapısını korumayı
fazlasıyla toplumu ilgilendiren
ve işlevlerini yerine getirmesin-
bir konudur.” denilen bildiri-
de güçlendirmeyi değil, nüfus
de, “Mevcut Anayasa’da nüfus
planlamasıyla yapısal ve işlev-
planlaması devletin bir sorum-
sel açıdan daha da derinlikli bir
luluğu olarak dile getirilmiş,
şekilde dönüştürmeyi hedef-
ama
maalesef
uygulamada Kas›m-Aral›k’12 • 9
a
karantin
Toplumsal ve kültürel değişmeler, hızlı ve sağlıksız kentleşme, kadının iş hayatına atılmasıyla ortaya çıkan rol çatışmalarının önemli boşanma sebepleri olduğuna vurgu yapan konuşmacılar, aile bireyleri arasında zayıflayan iletişimin evleri adeta otele çevirdiğini söylediler.
nüfus planlaması toplumun sürekliliği hiç dikkate alınmadan az çocuk olarak anlamlandırılmıştır. Böyle giderse Türkiye nüfus yaşlanması ve takiben nüfus kaybı problemiyle yakın tarihte yüzleşme aşamasındadır.” görüşüne yer verildi. MEDYA GAYRIMEŞRU YAŞAMI TEŞVİK EDİYOR. Evliliğin, toplumun onayladığı bir nikâh akdiyle meşru kabul edildiği ifade edilen bildiride; bazı kesimlerce kuralsız ve toplumsal değerlerin devre dışı bırakıldığı nikâhsız yaşamanın teşvik edildiği belirtilerek, bir çok TV dizisinin nikahsız yaşamayı özendirerek gayrımeşruluğun yaygınlaşmasına katkı sağladığı vurgulandı. Ayrıca; “Modern/seküler değerlerin her geçen gün daha da yaygınlaştığı dünyamızda evlilik öncesi cinsel ilişki şiddetle yasaklanan bir sapma olarak algılanmamakta ve hatta evlilik ön10 • Kas›m-Aral›k’12
cesi cinsel ilişkilerin bir tecrübe unsuru olarak kabul edilişine ilişkin konuşmalara veya yazılara sıklıkla rastlanabilmektedir. Bu durum aile kurumu için son derece tehlikeli ve zararlıdır.” görüşüne yer verilen bildiride, “Son zamanlarda sıklıkla sözü edilen nikâhsız yaşama veya birliktelik bir doğal aile gelişmesi değil, modern Batı kültürünün gereğiymiş gibi empoze edilmeye çalışılan bir sapmadır. İşin gerçeği bu durum bir aile gelişmesi olmadığı gibi modern kültürün de idealize edip onayladığı bir durum değildir. Çünkü Batıda hâlâ iyi bir siyasetçinin itibar ve güven ölçüsü iyi bir aileye sahip olmasıdır.” denildi.
BOŞANMA ORANLARI KORKUTAN BOYUTLARDA Sempozyumda, her geçen gün boşanma oranlarının arttığına dikkat çeken konuşmacılar, boşanmaların acilen ele alınması gereken sosyal bir problem olduğunu kaydettiler. Toplumsal ve kültürel değişmeler, hızlı ve sağlıksız kentleşme, kadının iş hayatına atılmasıyla ortaya çıkan rol çatışmalarının önemli boşanma sebepleri olduğuna vurgu yapan konuşmacılar, aile bireyleri arasında zayıflayan iletişimin evleri adeta otele çevirdiğini söylediler. AİLE REİSSİZ BIRAKILDI. Medeni hukukta yapılan düzenlemelerle aile kurumunun reissiz hale getirildiğine değinen konuşmacılar, “Bu durum toplum mühendisliğinin bir gereği ve beklentisi gibi durmaktadır. Zira lidersiz grup olmaz ve aile en temel gruplardan birisidir. Hukuk aileyi lidersiz kabul etse bile, her aile yapısının kendi liderine sahip olacağının bilimsel bir tespit olarak ifade edebiliriz. Çünkü lidersiz grup olmaz ve aile en temel gruplardan birisidir. Önemli olan kimin lider olması veya olmaması değil, liderin olması gerektiğidir.” tespitinde bulundular.
ÇOCUKLAR BENCİL VE DUYGUSUZ YETİŞTİRİLİYOR.
AİLE KARİYER HIRSLARINA KURBAN EDİLMEMELİ.
Anne ve babaların mevcut çocuk yetiştirme tarzlarının bir çok bakımdan sorunlu olduğuna işaret eden konuşmacılar, anne ve babaların çocuklarını bencil, başkalarını rakip olarak gören, toplumsal sorumluluğu zayıf, doyumsuz bireyler gibi yetiştirdiğine dikkat çekerek, “Anne ve babaların sosyoekonomik koşullarındaki hızlı değişim bunun en önemli nedenleri arasındadır. Tüketimin, hazcılığın, gösterişin arttığı bir dünyada çocuklara din, ahlak ve kişilik eğitimi verilmesine öncelik tanınmalıdır.” önerisinde bulunuyorlar.
Aile kurumunun sadakat, paylaşım, sevgi ve saygı gibi temel değerler üzerinde inşa edilmesi gerektiğini ifade eden konuşmacılar, günümüzde kariyer ve iyi yaşam kavramlarının bu manevi temellerinin önüne geçirilerek belirleyici hale geldiğini söylediler. Bildiride ayrıca; “Evlilik ve hayatın idamesinde maddi boyut hiç şüphesiz önemli olmakla birlikte, gittikçe maddileşen, dünyevileşen hayatta ailenin manevi ve değerler boyutunu daha çok öne çıkarmak gerekmektedir.” görüşüne yer verildi. ATEİSTLER
“ÇOCUKLAR KREŞE, YAŞLILAR HUZUREVİNE” TARZI YANLIŞ. Ne kadar iyi düzenlenmiş olursa olsun huzurevlerinin bir aile ortamının sağlayamayacağını belirten konuşmacılar, “Bu nedenle insanımız huzur evinde yaşamayı olumlu bulmamaktadır. Eğer yaşlandığımızda huzur evinde yaşamak istemiyorsak çocuklarımızı yetiştirme tarzımızı gözden geçirmek zorundayız. Kreş eken huzur evi biçecektir. Çocuklarını kreşe, yaşlılarını huzur evlerine, gençlerini fabrikalara gönderen bir toplumda aile de
ÇOCUKLARININ DİNİ EĞİTİM diğer toplumsal kurumlar da sorunludur. Ekonomik kazanımların neleri kaybettirdiğini düşünmek ve düşündürmek zorundayız. Çocuklarıyla ve yaşlılarıyla bir arada, bir çatı altında yaşayan aileler sağlıklı bireylerin doğru yetişmesi ve sağlıklı toplumsal yapı için zorunludur. Konut planlaması bu durum dikkate alınarak gerçekleştirilmelidir. Küçük konutlarda büyük aileler olamaz.” tespitinde bulundular.
ALMASINI İSTİYORLAR. Sosyal ve Ekonomik Araştırmalar Merkezi (SEKAM)’ın yaptığı kamuoyu araştırmalarından ilginç sonuçlar çıktı. SEKAM’ın 6 binden fazla kişi ile yaptığı araştırmada, dine inanmadıklarını belirten katılımcıların yüzde 60’ından fazlası çocuklarının dini eğitim almasını istediklerini söylediler. Geçen yıl aile ile ilgili araştırma yapan SEKAM, bu yıl da gençler ve çocuklar üzerine geniş bir araştırma yapacak. Kas›m-Aral›k’12 • 11
a
karantin
DALGALANDIM DA DURULDUM… Ayşegül KOÇOĞLU
Ç
ocukluktan yetişkinliğe doğru giderken arada kalan dönem ergenliktir. “Arada olma” halinin farkında olmak bile hem gencin hem ebeveynin işini kolaylaştırmak açısından önemli. Gencin fiziksel olgunluğa ulaştığı, zihinsel değişimleri, duygusal oluşumları yoğun olarak yaşadığı dönemdir ergenlik. Bir kendini bulma dönemi, dalgalanıp durma hali… Hızlı değişimler yaşayan ergen için hayat çok kolay değildir. Bedenindeki değişikliklere ayak uydurmakta zorlanmaktadır. Başlangıçta zihnen kendini halen çocuk gibi hissederken bedeni bunun tersini gösterir, “sen bir gençsin” der adeta. 12 • Kas›m-Aral›k’12
Büyüyen vücuduna uyum sağlayamamak sonucu sakarlıklar yaşar, eli kolu sanki onun değilmişçesine bocalar. Bazı değişiklikler onun utanmasına bile sebep olur bedenindeki bazı değişiklikleri saklamak ister. Zihinsel olgunluğa giden süreçte ergeni bekleyen yeni bir dönem vardır. Ben kimim, neyim, hayatın anlamı gibi konulara yoğunlaşır. Bir içe dönme başlar, yalnızlığı sever, kendi kendine kalıp odasından saatlerce çıkmak istemeyebilir. Ailesinden uzaklaşabilir, hayatına dair detayları onlarla paylaşmayabilir. Duygusal yoğunluk, aşırı hayal kurmaya eğilim, ani heyecanlanma, öfkelenme, çalış-
maya isteksizlik, alınganlık, endişeli olmak yine bu dönemde yoğun yaşanan hallerdir. Ergen kendini bir birey olarak tanımlamak kaygısındadır. Kıyafeti, duruşu, gülüşü ile yeni bir kimlik oluşturma çabasındadır. Ait olma isteği vardır, bir gruba topluluğa ait olmak kendini orda tanımlamak önemlidir onun için. Arkadaşları ve çevresi onların görüşleri ailesinin önüne geçer zaman zaman . Şimdi buraya kadar sıraladığımız özellikleri okurken o dönemleri geride bırakan biri olarak okuduysanız belki gülümseyerek, belki hüzünle o halleriniz gözünüzün önüne geldi. Şu an adı ergen olan bir
bireyseniz de belki “ biri beni yazmış “ diyorsunuz. Peki işin bir de ebeveyn tarafına bakalım, hızla değişim gösteren iniş çıkışları bitmeyen bireyin anne – babası isek durum nasıl oluyor. Pek çok anne baba bu dönemde “bir dokun bin ah işit “ şeklinde dertlidirler. Kendileri belli bir yaş olgunluğunda hayatın pek çok yükünü omuzlamış gidiyorken bu iniş çıkışı çok bireyle uyumlu bir ilişki sürdürmekte zorlanırlar. Bazen ağızları ile kuş tutsalar pek bir ehemmiyet taşımadığı duygusu altında ezilirler. Olaylara nerden bakıp değerlendirdiğimiz her konuda olduğu gibi burada da önemlidir, duruma sıkıntılı bir süreç mi yoksa değişimlerle kemale ulaşılacak bir süreç olarak mı baktığımız önemlidir. Hem gencin hem anne-babanın yaşanan dönem hakkında, ergenin geçirdiği bedensel, zihinsel değişiklikler hakkında sağlıklı, doğru, güvenilir bilgilere sahip olması gerekir. Bu bilgilere ulaşmanın artık bir tık mesafesinde olduğu kolaylığı ile durumla baş etmek için donanımlı olmak da çok zor değil. Doğru iletişim kurmak hem gencin sıkıntılarını kolay geçirmesi hem de anne babanın oluşabilecek krizleri yönetmesi açısından önemlidir. Ergenin her halinin peşine kuşku ile düşmek yerine anlamaya çalışmak, gencin buhranlı hallerinde arkasında dönüp sığınabile-
ceği bir kucak olduğu duysunu ona vermek çok yerinde olacaktır. Arkadaş olmak değildir anne babanın üstleneceği durum anne, annedir, baba babadır. Arkadaşları zaten vardır gencin, ergenlik döneminde kız çocuğu için annenin, erkek çocuk için babanın rolü önemlidir. Suçlayıcı, hesap sorucu bir dilden uzakta dinleyen, “seni anlıyorum” ve “yanında-
Doğru iletişim kurmak hem gencin sıkıntılarını kolay geçirmesi hem de anne babanın oluşabilecek krizleri yönetmesi açısından önemlidir. Ergenin her halinin peşine kuşku ile düşmek yerine anlamaya çalışmak, gencin buhranlı hallerinde arkasında dönüp sığınabileceği bir kucak olduğu duysunu ona vermek çok yerinde olacaktır. Arkadaş olmak değildir anne babanın üstleneceği durum anne, annedir, baba babadır. Arkadaşları zaten vardır gencin, ergenlik döneminde kız çocuğu için annenin, erkek çocuk için babanın rolü önemlidir.
yım” mesajı veren bir şekilde iletişim kurmak genç için güven verici olacaktır. Aile bu dönemde gence spora, sanata, kendini ifade edebileceğini düşündüğü alanlara yönelmesi için yardımcı olabilir. Çok çıkmaza girdik-
lerini düşündüklerinde hem kendileri hem de çocukları için profesyonel bir danışmanlık hizmeti almak da çok etkili olabilir. Yaşananların göremedikleri, düşünemedikleri taraflarını yakalamaları açısından faydalı olacaktır. Çocukluğundan itibaren yetenekleri doğrultusunda belli hobilere, spora yönlendirilmiş, sosyal bir çevre içinde yer alan ergen ve ailesi bu dönemi daha rahat geçirebilir. Yalnızca okul başarısına odaklanıp, okul-ders-dershane üçgenine sıkıştırılan çocuklar ilerde ergenlik dönemini daha sıkıntılı geçirebilirler. Anne babanın kendi ergenlik, gençlik süreci ile bir kıyas yapmadan bu zamanın şartları içinde çocuğunu anlaması da çok önemlidir. Unutmamalıyız ki yalnızca gençler açısından değil teknolojik değişimlere bağlı olarak hızla değişen bu toplumsal hayatta anne babalar da kendi anne babalarının yaşadıklarından uzaktalar. Ailece kaliteli zaman geçirmek, doğada pek çok teknolojik alışkanlığı geride bırakıp beraber olmak aile içi iletişim açısından çok faydalı olabilir. Sağlıklı toplumlar, sağlıklı bireylerden, sağlıklı bireyler de sağlıklı aile sistemleri içinden gelir gerçeğini unutmadan aile içi iletişimlerimizi daha güçlü hale getirmek için toplum olarak daha çok çaba sarf etmeliyiz.
Kas›m-Aral›k’12 • 13
a
karantin
“MERHAMET ETMEYENE MERHAMET EDİLMEZ!” Zeynep AKSU
E
rhamerrâhimîn olan Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de mealen şöyle buyuruyor; “Ey müminler! Andolsun ki, içinizden size, sıkıntıya uğramanız kendisine ağır gelen, size düşkün, inananlara şefkatli ve merhametli bir Peygamber gelmiştir. (TEVBE/128)
Alemlerin Rabbi, hesap gününün tek mâliki yüce Allah kendi zatıyla (c.c) ‘merhametlilerin en merhametlisi’ olduğu gibi, merhametinin en güzel tecellisi Resulullah (s.a.v) de insanların en merhametlisiydi. Müminlere şefkati ve merhameti, Allah kelamı Kur’an-ı Kerim’de ayetle sabitken, sünnetinden örneklerde de apaçık beyan ediliyor. Bedevilerden birtakım insanlar, Rasulüllah’ın yanına gelirler ve: “Siz çocukları öper misiniz?” derler. Resulullah (s.a.v), “Evet” cevabını verince, onlar: “Vallahi biz öpmeyiz” derler. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v): “Allah sizden rahmeti aldıysa ben (vermeye) malik olur muyum?” buyurur ve şöyle ilave eder: “Merhamet etmeyene, merhamet edilmez” (Sahih-i Müslim 4/1808) Resûlullah (s.a.v) bu hadisi şerifte çocukları sevmeye teşvik ettiği gibi, çocukları sevmemeyi kalp katılığının, merhametsizliğin bir işareti, Allah’ın rahmetinden mahrum kalmanın bir sebebi olarak ifâde etmiştir. Aynı zamanda “Merhamet etmeyene merhamet edilmez!” diyerek esasında daha genel bir tablo da çizmiştir. En temelde dünyadayken insanlara merhametli
14 • Kas›m-Aral›k’12
olmayanın, ahirette rahmetten nasiplenemeyeceği anlaşılabileceği gibi, esasen kendi nefsine merhametli davranmayarak zulmeden (Allah’ın emirlerine uymayıp, yasaklarından kaçınmayan) kişinin de ahirette Allah’ın rahmetinden nasiplenemeyeceği yönünde yorumlar da vardır. Tüm bunların ortak noktası, tüm boyutlarıyla ‘merhamet’ in, İslam dininin temellerini teşkil eden ahlaki bir haslet olduğudur. Zira Resulullah (s.a.v) başka bir hadisi şerifinde; “Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.” buyurur (Tirmizî, Birr, 15; Ebû Dâvûd, Edeb, 66.) Belki birçoğumuzun göz ardı ettiği, ya da önemini zaman zaman unutageldiği ‘küçüklere sevgi-büyüklere saygı’ mefhumunun da Peygamberî bir temelden geldiği ve bu mefhuma muhalif hareket edenin de “bizden değildir” gibi keskin bir ifade ile ayrıştırılıyor olduğu da unutulmamalıdır. Şu sıralar dünyada ve hassaten İslam aleminde vâki olan sıkıntıların da merhametsizlikten ya da İslam’dan uzak yöneticilerin ve onların piyonlarının kendi kokuşmuş ve bencil merhamet algılarından kaynaklandığı ortadadır. Oysa diğer tüm sapkın din ve ideolojilerden farklı olarak İslam’da sadece kendi mensuplarına değil, tüm mahlukata karşı bir merhamet vardır ve böyle olması ehemmiyetle emredilir. İslam’daki merhamet algısının tüm dünyaya yayılması, tüm insanlığı kuşatan bir merhamete kavuşmak demek olacaktır.
GÜNDEM
a karantin
MORO ZAFERİ TALHA İNANÇ
15
Ekim Pazartesi günü İslam Dünyası’nın doğusunda unutulmuş ve kulak tıkanmış isyan çığlığı yerini zafer çığlıklarına bıraktı. Filipinler’deki Müslümanların yaşadığı Mindanao adasında (halkın Moro dediği bölgede) bağımsızlık uğruna kırk yıldır mücadele eden Morolular kendi istedikleri şartlarda bir özerklik kazandılar. Bu direniş, Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi’nin bağımsızlık isteği üzerine başlamıştı. Zamanla büyüyen olaylar ve özellikle Jabidah Katliamı savaşı iyice kızıştırmıştı.
1987 yılında verilen yarı özerkliğin ardından Moro Ulusal Kurtuluş Cephesi direnişe devam etmekte isteksiz göründüğü için, kendilerinin bir nevi altı olan Moro İslami Kurtuluş Cephesi tamamen ayrılarak direnişe devam etti. Yapılan müzakereler ve çatışmalar sonucunda az destek görmelerine rağmen en sonunda kendi istedikleri koşullarda bir özerklik kazandılar. Peki, Moro’yu diğer İslami cephelerden ayıran nedir? 20.yy’ın yarısından bugüne kadar dünya çapındaki örgütsel İslami direnişlerin ilkidir. Sorun ise İslam Dünyası’nın çoğunun buradaki kardeşlerinden habersiz olması veya haberlerinin kesilmesidir. Tabi belgesellerimizde “halen Osmanlı halifelerine hutbe okutuluyor” diyip, böbürlenmek kolaydır. Ama hiç kimse buradaki direnişi gündeme getirmedi. Geçmişi bir yana bırakırsak buradan gelecek için çok büyük dersler çıkarabiliriz. En önemlisi, bugünlerde bir yılgınlık ve rahat içinde veya tam tersi fakirlik ve cahillik içindeki Müslümanların İslami birlik ve direniş felsefesine ne kadar uzak olduğunu çok iyi gösterebilecek bir örnek teşkil etmesidir. Çünkü buradaki Müslümanlar yılmadan, karamsarlığa
kapılmadan kırk yıl boyunca direndiler. Bu savaşta 120.000 kişi hayatını kaybetmişti ve 2 milyon kişi de evlerini terk etmek zorunda kalmıştı. Ardından sabırlarının ve mücadelelerinin meyvesini de aldılar. Diğer alacağımız ders de, biz Müslümanların ne kadar birbirimizden ve dünyadan kopuk olduğumuzun bilincine varmamız gerektiğidir. Eğer biz etrafımızdan haberdar olmazsak, dost kim düşman kim nasıl bileceğiz? Biz kimiz peki? Sorgulamadan yaşıyor zamane Müslümanları. Bilen ve bilinçli olan Müslümanlar da sorgulamıyorlar. Bir an önce birçok şeyin farkına varmalı ve bir adım atmalıyız. Sadece tek bir adım… İleriki adımları düşünmek bizim işimiz değildir. Allah, Hz. Musa’ya sadece asasıyla denize vurmasını emretti. Ardından deniz ikiye yarıldı. Denizin ikiye yarılıp yarılmaması bizi ilgilendirmez. Bizi asamızla denize vurmak ilgilendirir. Bu ilk adım çeşitli boyutlara girebilir. Kimi zaman sadece bir tebessüm, iki çift laf, iki rekât namaz bazen de silahı alıp, cepheye koşmaktır. Kendimize sormalıyız; nerdeyiz, ne yapıyoruz, biz kimiz? Soruların cevabı kendimizde saklıdır ve herkesin cevabı ayrıdır. Çünkü herkesin yolu farklıdır. Demek ki Moro’daki kardeşlerimiz kendilerinden bu cevabı almışlar ve cepheye gitmişler. Biz de kendimize soralım. Soralım ki yolumuzu bulalım. Yolumuzu bulmak için el açalım. Allah’ın ipine toptan sarılalım. Daha önemli ne var bu dünyada sanki! Düşünelim, şüphe edelim ki anlayabilelim. Ardından bir iki gözyaşı döküp, biz ne haldeymişiz diyelim. Allah, Moro’daki kardeşlerimizin zaferini bize de tattırsın ve bize de onlara da devamını nasip eylesin. Amin. Kas›m-Aral›k’12 • 15
GÜNDEM
TÜRKiYE Mi, SURiYE Mi, POLiTiKA MI? SABAHAT BOYNUKALIN
B
ildiğimiz belki de zaman ve olayların hızla gelişiyor olmasından ötürü unuttuğumuz üzere 15 Ekim 2011 tarihinde Deraa kentinde bir grup çocuğun duvarlara yazdığı rejim aleyhtarı sözlere verilen zalimce karşılıkla başlamıştı Suriye’de olaylar. Az daha geri alırsak 18 Aralık 2010 tarihinde Tunus’ta alevlenen ‘Arap Baharı(Uyanışı)’ ile. Tarih kitapları muhtemel ki daha geriye gitmeyi göze alamayacak. SykesPicot’tan, Fransa’dan, İngiltere Amerika’dan bahsedilmeyecek. Tarih I. Dünya Savaşı’nı Avusturya-Macaristan veliahtının öldürülmesiyle başlattığı gibi Suriye’deki katliamı da o bir kaç çocuğun omuzlarına yükleyecek belki. İyimser bir yaklaşımla o zamana tarihin objektifleşeceğini söyleyebilmek 16 • Kas›m-Aral›k’12
isterdim ama pek sanmıyorum, bunu da en başta geçmiş gelecek tüm zamana hitap eden kitabımızdan anlayabileceğimizi düşünüyorum. İnsan değişmemiş, değişmeyecek. İnsan değişmiyor, Kur’ân değişmiyor da politikalar nasıl değişiyor? Çıkarlar var ortada çünkü. İnsanın çıkarları. Politika’yı biz şu zamanda siyaset yerine kullanıyor olsak da aslında politika çağların, olayların getirdiği anlamın ötesinde direk kelime anlamıyla dahi siyasetten farklıdır. Siyasetin doldurulmuş, kirletilmiş değil saf anlamından bahsediyorum. Politikanın kelime anlamı1 ‘Bir hedefe varmak için karşısındakilerin duygularını okşama, zayıf noktalarından veya aralarındaki uyuşmazlıklardan yararlanma vb. yollarla işlerini yürütme’ şeklinde açıkça ifade edilmiştir.
Durum böyleyken Türkiye’nin Suriye politikası ne yönde olmalı, olacak gibi bir gündem sorusunu sormak hâliyle kolay olmayacaktır. Bu bizde kalsın pek çok şeyi geçiştirdiğimiz gibi buna da şimdilik devletin davranış biçimi diyerek devam edelim. Gündem üzerine bir röportajdan2 alıntıyla başlayalım: ‘Gerçekten karmakarışık bir dünya ile karşı karşıyayız. Şunu açıklıkla söylemeliyim ki bugün Türkiye’nin komşu olduğu ülkelerin hepsiyle aynı anda iyi ve sorunsuz ilişkiler kurması imkânsız. Özellikle de İran, Irak ve Suriye ile ciddi sıkıntılar yaşaması mümkün. Mesela, olur da Türkiye, Suriye’ye asker yollamaya karar verirse İran’la ciddi problemler yaşayacaktır. Günümüzde ilişkilerde dengeyi yakalamak gerçekten zor. Bu nedenle Türkiye dış politikada hangi yolu seçerse seçsin memnun olmayan birileri hep olacak.’ Bu bir gerçek. Suriye’de savaş olur başbakan Putin’le görüşür. Filistin’de savaş olur bu defa Amerika’ya gidilir. Çok alışılageldik elbette ama saf bir gözle bakıldığında ne alaka deme gereği duyuyor insan. Politika işte böyle bir şey, büyük devletlerin çıkarları, sömürgecilik böyle bir şey. Tarih boyunca aynı roller oynana gelmiş. Filistin için de çok farklı değildi Suriye’den durum. Hâlâ da farklı değil. Suriye’de Baasçılar İsrail’in yerini aldı, Rusya Avrupa gibi hareket ediyor, İran ve Suriye’nin ilişkisi de Amerika ve İsrail’inki gibi işliyor. Dolayısıyla bizim bunlara dair eleştirilerde, açıklamalarda, klişe şikayetlerde bulunmamız en azından kısa vadede pek de bir anlam ifade etmiyor. Uzun vadede de yalnızca şikayet düzeyinde kaldıkça bir işe yaramayacaktır o da başka bir mevzu. Diyeceğim gerek iç gerek dış politikadaki sorunlar sebebiyle yukarıdaki tespitte de değinildiği üzere Türkiye sıkıştırılmış vaziyette. İç politikada Kürt meselesinin Suriye politikasına etkisi çok büyük. Uçağın düşürülmesi, Akçakale’ye atılan top mermisi de tuz biber olmuş ve iyice germiş durumda iç ve dışta tüm ilişkileri. Hâl böyleyken
çözüm ne yalnızca muhalefet etmek için söylenmiş bir ‘savaşa hayır’ ne de tersi yönde bir evet. Bir politika görüşüm olduğu içi yazmadım bunları da, demek istediğim bizler yani normal vatandaşlar zaviyesinden söylenen şeylerin çoğu zaman somut bir politika değeri olmayacaktır. Çünkü çok çok basitçe ifade edersek bin türlü oyunlar dönmektedir ülkeler arasında. Bunun sorumluluğuna soyunanlar bir hâl çaresini düşüne dursunlar kanaatimce görüşümüzü bu tür politikalarla bulandırmayıp asıl meseleyi sürekli göz önünde bulundurmaya çalışmalıyız. Bu mesele bir Suriye Türkiye meselesi değildir. Biz Türkiye- Suriye diye vakit kaybederken Suriye’de müslüman kardeşlerimizi her geçen gün kaybediyoruz. Hiçbir şeyin bunun önüne geçmesine izin vermemeliyiz diye düşünüyorum. Tabii bu farkındalığı da o rolleri politikaları ve asıl anlamıyla siyaseti bilerek yakalamaya çalışmalıyız o ayrı. Allah tüm kardeşlerimizin ve bizlerin yardımcısı olsun. Allah bize merhamet etsin. Sorumluluğumuzun gereğini yerine getirebilmeyi nasib etsin. Kaynakça: 1. h t t p : / / w w w . t d k . g o v . t r / i n d e x . p h p ? o p t i o n = c o m _ gts&arama=gts&guid=TDK.GTS.507ef45ddb0b89.07860415 2. Burcu Bulut’un Chicago Üniversitesi’nden John Mearsheimer ile Yeni Şafak gazetesindeki 3 Ekim 2012 tarihli röportajı.
Kas›m-Aral›k’12 • 17
İSLAMİ KAVRAMLAR
ŞEYTANINI KOVMAYA NE DERSİN? - III ŞEYMA NUR EKREN Şeytan dört yönden yaklaşır. Şeytan, Âdem’e secde etmeyince ilahi rahmetten uzaklaştırıldı. İnsan yüzünden böyle bir cezaya çarptırılınca, insanla uğraşmak, onu yoldan çıkarmak hususunda Allah’tan yetki istedi. Kendisine yetki verilince şeytan şöyle dedi: “Öyleyse, beni azdırmana karşılık, yemin ederim ki, ben de onlar için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra önlerinden arkalarından, sağlarından sollarından onlara sokulacağım ve sen onların çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.” (A’raf Suresi, 16-17) Ayette görüldüğü gibi İblis/şeytan, dört yönden sokularak; `ahiret hakkında şüpheye düşürüp dünyevi/maddi istikbal endişesine sevkederek` yani gelecek kaygısıyla (önden), `dünya tutkusunu ve hırsını artırarak ya da geçmiş ile aldatarak` (arkadan), `dost gibi yaklaşıp din algısında tereddüde düşürerek` (sağdan), `günah ve kötülükleri süslü/güzel gösterip düşmanlık ederek` (soldan), insanları Allah`ın Doğru Yol`undan saptıracağına yemin etmiştir. Demek ki şeytan, biz Ademoğullarını Hak`tan saptırmak için, sürekli ve kesintisiz bir mücadele yöntemi ile her yönden, her imkanı kullanarak gelecektir üstümüze. Bazen önden gelip bizi peşinden sürüklemek isteyecek, bazen arkadan dürtüklemek isteyecek, bazen sağdan dost gibi sokulacak, bazen soldan düşman gibi gelecektir. İnsanın her zaafını değerlendirip bul-
18 • Kas›m-Aral›k’12
duğu her açık kapıdan girecektir; para, pul, makam, mevki, şehvet, zevk, eğlence, şöhret, içki, yemek, elbise, evlat, eş, ev, aşiret... Peki, bu çok yönlü topyekün şeytani saldırıya karşı biz nasıl korunacağız? Fahruddin Razi, Tefsir-i Kebir`de, A`raf 1617. ayetleri tefsir ederken şu açıklamayı yapar: İblis`in bu yeminini işiten melekler, şu aciz insanların hallerine acıyarak Allah`a şöyle niyazda bulundular: `İlahımız! İnsan, şeytanın bu dört yönden saldırısı ve kuşatması karşısında nasıl kurtulabilir?` O zaman Allah onlara şunu vahyetti: `Şüphesiz insanlar için biri yukarı, biri de alt taraf olmak üzere iki cihet açık kalmıştır: Kul, hudu (tevazu) ile duada ellerini yukarı kaldırdığı ve huşu (korku, saygı) ile alnını yere koyduğu zaman, ben onun yetmiş senelik günahını mağfiret ederim`. Yani dosdoğru ve düzenli namaz kılıp secde etmek suretiyle Allah`a yakın, şeytana uzak olabilir ve yine ihlasla O`na sığınıp ellerimizi açarak dua etmek suretiyle şeytanın vesvesesinden korunabiliriz. ŞEYTANIN ZARARINDAN NASIL KORUNULUR? Aslında şeytanın yaratılmasında ve şeytanda kötülük yoktur. Kötülük, şeytanın yapılmasını istediği işlerde ve şeytana uymaktır. Yani insan şeytana uymazsa, şeytan insana zarar veremez. Neden? Allah Kur’anda şeytanın zarar vereme-
Aslında şeytanın yaratılmasında ve şeytanda kötülük yoktur. Kötülük, şeytanın yapılmasını istediği işlerde ve şeytana uymaktır. Yani insan şeytana uymazsa, şeytan insana zarar veremez. Neden? Allah Kur’anda şeytanın zarar veremeyeceğini bildiriyorda ondan. “Demek oluyor ki, şeytan, kendiliğinden zarar veremez. Ne zaman zarar verir? İnsan, açık kapı bırakırsa, şeytanı davet ederse ve şeytana uyarsa, o zaman zarar verir. Ve biz biliyoruz ki şeytan ihlaslı kullar üzerinde hiçbir hakimiyete sahip değildir. yeceğini bildiriyorda ondan. “Demek oluyor ki, şeytan, kendiliğinden zarar veremez. Ne zaman zarar verir? İnsan, açık kapı bırakırsa, şeytanı davet ederse ve şeytana uyarsa, o zaman zarar verir. Ve biz biliyoruz ki şeytan ihlaslı kullar üzerinde hiçbir hakimiyete sahip değildir. O zaman şeytanın hakimiyetinden nasıl korunabiliriz, nasıl ihlaslı kullardan olabiliriz bakalım: a) Şeytanın vesveselerinden korunmanın en iyi yolu, doğru bilgi ve kuvvetli bir imandır. İnsan inanır, inancını yaşarsa, şeytana değil Allah’a kul olursa, şeytan ona zarar veremez. b) İnsan yalnız yaşamamalıdır. İyi insanlarla, iyi ortamlarda yaşamalıdır. Kur’an’da Allah : “doğrularla beraber ol” (Tevbe:119) diyor. Hz. Peygamber: “Koyunun kurdu gibi şeytan da insanın kurdudur. O da yalnız kalanı kollar...” buyurur. Şeytan daha çok yalnız kimselere musallat olur. c) Abdestli bulunmak: Abdest mü’minin silahıdır. Abdestli olanlar için melekler dua eder, melekler korur. Şeytan abdestlinin peşine düşmez, düşsede tuzağına kolay kolay düşüremez. Çünkü; abdestli insan kolay kolay kötülük yapamaz. Bu halde şeytanın ümit kesmesine neden olur. d) Besmeleli bir hayat yaşamak: Şeytanın kaçtığı şeylerden biri de besmeledir. Besmele çekene, besmele çekilen işe şeytan müdahale
edemez. Çünkü besmele çeken insan, kovulmuş şeytanın şerrinden yaratana sığınmış, Allah’ın adı ile başlamıştır. Bildirildiğine göre; besmele ile oturulan sofraya şeytan oturamaz. Besmele ile kapatılan kapıyı şeytan açamaz. Peygamber (SAV): “Şeytan sizin elbisenizden istifade eder. Sizden biri elbisesini çıkarınca, dürüp kaldırsın. Besmele ile dürülmüş elbiseyi şeytan kullanamaz” buyurmuştur. (Ramuz el-Ehadis : 216/13). e)Namaz kılmak: Şeytan namazdan, ezandan, namaz kılandan, namaz kılınan yerden hoşlanmaz, oralarda da eğleşmez. Namaz kılan için “ah bir terk ettirebilsem” der. Namaz kılana da : “belimi kırdın” der. Yani namaza devam edene yaklaşamaz. Çünkü rükû ve secde hali, Cenab-ı Allah’a en yakın olunan zamandır. Kur’an’da şöyle buyrulur: “Şeytan içki, kumar yoluyla ancak aranıza düşmanlık ve kin sokmak; sizi, Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık bunlardan vazgeçtiniz değil mi? “ (Mâida Sûresi : 91). Buradan anlıyoruz ki, şeytan, tuzağına düşürebilmek için çeşitli yollarla namazdan alıkoymak ister. Hz. Peygambar : “Namaz, şeytanın yüzünü karartır, sadaka belini kırar. Allah için birini sevmek, şeytanın kökünü kazır. Bunları yaparsanız şeytan sizden şark ve garp kadar uzaklaşır.” Der. (Ramuz el-Ehadis : 218/8). f) Dua etmek: Peygamberimizin bildirdiği-
Kas›m-Aral›k’12 • 19
İSLAMİ KAVRAMLAR
ne göre; “Dua, müminin silahıdır.” Dua, Allah’a teslimiyettir. Duayı terk eden, yalnız kalır ve Allah’ın korumasından çıkar.
SONUÇ
Demek ki şeytandan kurtulup Allah’ın razı olacağı ihlaslı kullardan olmak, hem bu dünya g) Kur’an okumak : Şeytan, Kur’an’dan hem ahirette huzur dolu bir hayat yaşamak için: ve Kur’an sesinden, bir de Kur’an okuyandan Kuvvetli bir imana sahip olacagız, sağlam kaçar. Kur’anla meşgul olanı şeytan, başka bir bir ilmimiz olacak, bizi Allah’a yaklaştıran hayırşeyle meşgul edemez. Onun için Allah, Kur’an lı insanlarla beraber olacagız, her işimize besokumamızı istemiştir. “Kur’an okuduğun zameleyle başlayıp, mümkün oldugunca abdestli man o kovulmuş şeytandan Allah’a sığın” diye bulunacagız, bizi kötülükleremretmiştir. (Nahl Sûresi: 98). den alıkoyan bir namazımız h) Sadaka vermek: Sadaolacak, sadece Allah’tan iska veren, şeytanın telkininden Şeytanın insanı aldatmateyeceğiz, ama çekinmeyip uzaklaşmış olur. Çünkü sadaya çalıştığı yolları görher başımız sıkıştıgında O’na ka, şeytanın belini kırar. Sadük, Ama başlamadan, yöneleceğiz, her an Allah’a sıdaka ve Allah’ın kullarına yarşeytanın ihlaslı kulların ğınacağız, anlayarak ve yaşadım, insanı Allah’a yaklaştırır, üzerinde hiçbir hakimimaya çalışarak bol bol Kuran Allah’ı hoşnut eder ve rızasını yetinin olmadıgını da okuyacağız, sadaka verip bekazandırır. söylemiştik. En son olalalarımızı defedeceğiz ve son rak da nasıl ihlaslı bir kul ı) İnançsız olmamak: nefesimize kadar imanımızı olup, şeytanın bütün çaŞeytanın en çok istediği şey, korumaya çalışacagız. balarını boşa çıkaracainanmayanın küfrünün devam Şeytanın insanı aldatmaya ğımızı öğrendik. Öyleyse etmesi, inananın da inançsız sorulacak tek bir soru çalıştığı yolları gördük, Ama hale gelmesidir. Bunun için kaldı: başlamadan, şeytanın ihlaslı insanı şirke düşürmeye çalışır. Peki siz şimdi şeytanınızı kulların üzerinde hiçbir hakiCenab-ı Allah: “Şüphesis ki kovmaya ne dersiniz? miyetinin olmadıgını da söylebiz şeytanları, inanmayanların dostları kıldık” buyurmuştur. miştik. En son olarak da nasıl (A’raf Sûresi: 27). ihlaslı bir kul olup, şeytanın bütün çabalarını i) Allah’a sığınmak: Güvenilip, dayanıla- boşa çıkaracağımızı öğrendik. Öyleyse sorulacak, sığınılıp yardım istenecek sadece Cenab-ı cak tek bir soru kaldı: Peki siz şimdi şeytanınızı kovmaya ne dersiAllah’tır. Emaneti en güzel koruyan da yine Allah’tır. Ayrıca Kur’an’da kendisine sığınmamı- niz? zı emretmiştir. KAYNAKÇA Kul: “Eûzu billahiminneşşeytanirracim, lâ • Şeytanın Hile ve Tuzakları / Mustafa Öselmiş havle velâ kuvvete illâ billahil aliyyil Azım” derse • Şeytani Kusatmaya Karsi İki İmkan: Dua ve Secde - Vakit / Abdullah Yıldız Allah’a sığınmış olur. Gizlediği Tuzaklar - İlmi Mercek Dergisi 23. sayı Hz. Peygamber: “İçinden şerre davet eden • Şeytanın (Mayıs 2006) 28. syf / Harun Yahya bir ses duyan kimse, şeytanın şerrinden Allah’a • Şeytanın Tuzakları / Doç. Dr. Şadi Eren sığınsın” demiştir. (Tirmizi: Tefsir: 2).Kısacası şey- • Hak Dini Kuran Dili – Bakara Suresi Tefsiri / Elmalılı Hamdi Yazır tandan emin olmanın yolu, Allah’a sığınmaktır.
20 • Kas›m-Aral›k’12
Devrim’den Adil Düzene MUHAMMED GİDER Kısa bir maratondu bizimkisi; bildiriler aşkına, Şehirlerin orta yerinde okuduğumuz ız, İçine kan damlaları düşmüş çaylarım , Sokaklarda donmuş arkadaşlarımız ızı şemsiyemiz, Yağmur yağarken, bizi koruyan kırm sından çıkarak, Ve depremlerimiz, her yığın insan ara ını çekmişiz. Özgürlükler adına özgürlük bayrağ ve tadındaki tutsağı, Sancılarımız, sıhhatli bir sabahın kah arı, Hastanelerde yatan dostların bağırışl İçimizde yorgun öfkeler… Kısa bir maratondu bizimkisi: daki tetikçi, Bir silahtan çıkan merminin arkasın sarhoşlar, Şiirlerin ortasında, hayatlara kusan Ve bir ses devrim bitti diye; Bağırışlar kahkahalarla dost, Ve bir ses daha, inkılâp inkılâp inkılâp… arken, Bir sendeleme, eşitlik denklemleri kur mizi, Adalet rüzgârı bozuyor denklemleri , Herkes için eşitliği adalet sanıyorken Adaleti eşitlikten ayıran bir ses,
gibi çakıyor. Ve ekonomiye bir çözüm, bir şimşek iriler yayınlarken, Faizin düşürülmesi konusunda bild Tedayün diye haykıran bir ses… , Ve bir bakışta bizleri hoplatan bir kriz Ve artık bize yakışanı söylüyor dağlar, yeni ve adil bir düzen, Adalet diyorlar, barış diyorlar, düzen, 3. bin yıl diye bir ses daha, bu şehirde, Yeni bir medeniyet kuruluyor artık Yeni bir Medine’ye geçiyoruz, Evet, artık mutluyuz ve umutluyuz.
Kas›m-Aral›k’12 • 21
GÜNDEM
SUFFE MEKTEPLİ OLMAK CİHAT MÜCAHİT ŞİMŞEK Sivas Şarkışla İmam Hatip Lisesi (“Sınıftan Sokağa İmam Hatip Sevdam” Makale Yarışması 8.si)
İ
lköğretim yıllarında dedem bize hep ailenin önemini anlatırdı. Aile insanoğlunun dünya evi, huzur ve sükun ile ahenk ve mutluluğun soluklandığı ilk ve tek yuvadır. Birbirini sevmeyen eşler ve çocuklar nasıl hayatı paylaşacaklar? Nasıl hayatı paylaşmayı öğrenecekler? Nasıl fertlere ve toplumlara faydalı insanlar olacaklar? Sevgi, şefkat ve merhametten uzak olarak büyüyen ailelerinin çocukları kendilerine ve çevrelerine zarar verebilen birer fertler olarak yetişecekler. Milli ve manevi değerlere bağlı ailelerin, İslam dini esasları üzerine bina ettikleri ailelerde yetişen çocuklar, fertlere ve toplumlara faydalı birer bireyler olacaktır. Bundan dolayı sizlerin imam hatip lisesinde okumanızı tavsiye ediyorum. İşte o yıllarda imam hatip sevgisi ve ateşi içime düştü. Babam beni imam hatibe kayıt yaptırırken birden rahmetli dedeciğimin tavsiyelerini hatırladım. İçerimde bir kıpırtı hissettim. Kendi kendime “Ey imam hatip, etrafımda meydana gelen kötü olaylara karışmamak, kötülüklerden uzak durmak, kirlerden arınmak, peygamberimizin tavsiye ettiği sırat-ı müstakim yolunu öğrenmek için, nefsimi ve bedenimi hocalara emanet etmeye geldim. Kur’an ve sünnet öğrenip edepli ve terbiyeli bir öğrenci olduğumu hissettiğim zaman, bende İslam’ın bir mücahidi olabilir miyim ümidiyle hocalarım sizden ders almaya geldim.” Ailem ve sevdiklerimle helalleşerek, dargın ve küskünlerle barışarak, Ashab-ı Suffe mektebi olarak tanıdığım imam hatip okulunda olgunlaşarak, Bilal gibi güzel ezan okuyan, Hamza gibi canını feda edebilen, Hz. Ali gibi İslam kahramanı olabilir miyim? Geldim, gördüm ve anladım ki; Rabbimizin emri birdir. Nefislerimizi “La ilahe illallah” ile temizledikten sonra, insan ömrünün çok kısa olduğunu, bir gün bizlerinde mutlaka öleceğimizi anladım. 22 • Kas›m-Aral›k’12
Allah’ın aciz bir kulu olarak benimde Allah’ın dinine yardımım olabilir m î ? Yapabileceğim en ufak bir din hizmeti ile Rabbim beni marifet edebilir mi? Düşüncesiyle Allah’ın rızasını kazanmak için imam hatipliler kervanına katılmaya geldim. Birinci sınıfta elif-be-te ile Rabbimin gök sofrası olan Kur’an-ı Kerim-i öğrendik. Aciz bedenim için bundan daha güzel bir şifa olamazdı. Nefsimin kalkanı olan helal ve haramları öğrendim. Artık bundan sonra bir daha elimi haramlara, günahlara uzatmam. Çünkü temel dinî bilgi, siyer, fıkıh, hadis, tefsir, kelam, dinler tarihi ve hitabet derslerinde bilgilerimi genişletip nefsimi temizledikten sonra, topluma iyiliği emredip kötülerden sakınmak için çevreme merhem olmaya geldim. Kur’an-ı Kerim dersinde “Elestü Birabbiküm” Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Ruhlar alemindeki Allah’a verdiğimiz sözü öğrendikten sonra özümü Hakka, gözümü namaza, yüzümü kıbleye, istikametimi doğruluğa çevirmeye başladım. Dinimizin ne kadar mükemmel, kolay bir din olduğunu peygamber (S.A.V) “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın; müjdeleyin, nefret ettirmeyin” nasihatini öğrendikten sonra Allah resulünün veda hutbesinde bizlere emanet ettiği tertemiz mirasını gelecek olan yeni nesillere öğretmek, müjdelemek ve kolaylaştırmak için imam hatipli olmaya geldim. “Üsvetün Hasene” (Güzel örnek) olan Allah Resulü’nün hayatını siyer dersinde öğrendikçe, yüreğimde Allah Resulünün sevgisi pekiştikçe, mescit ve camilere gidip cemaatle topluca namaz kılmanın önemini kavradıkça, hele dualar edilerek hallerimiz Rabbimize gözyaşları içerisinde bir dilekçe halinde sunulduğunu gördükçe bu hazzı asla unutmamak üzere gelecek nesillere imam hatibi anlatmaya geldim.
Vahyi ilahiyi, peygamber sünnetini kavrattıktan Tefsir derslerinde surelerinin nüzul sebeplerini, ayetlerinin inceliklerini; hadis derslerinde peygam- sonra harama el sürmemek, dedikodu yapmamak, berimizin “Az sözde çok şey anlatma” sanatına içki içmemek, kumar oynamamak, kapkaççılık yapsahip olmasını şefkatli, merhametli hallerini, dini- mamak, zina etmemek, adam öldürmemek vb. mizin inceliklerini, ibadetlerin hikmetlerini, Rabbi- bütün emir ve yasaklar, Allah’ın emridir. Haktır, mizin rahman ve rahim oluşunu kavrayarak, Yunus gerçektir. Karşı gelenler, emre itaat etmeyenler, Emre’nin “Hamdık, piştik Elhamdülillah” sözünü Allah’ın yasaklarını çiğneyenlere elbette cezalar şimdi daha iyi anladıktan sonra, emr-i bil ma’ruf müstahaktır. Rabbimin azabının çok çetin olduğunehy-i anil- münkeri sokak çocuklarına anlatmaya nu günahlardan tövbe ile kurtulmanın mümkün olduğunu anlatmaya ve açıklamaya geldim. geldim. Nefsini, bedenini, malım Allah yolunda harSon sınıfta mesleki tatbikat olarak hitabet dercayan, ömrünü insanları kötüsinde cuma günü cemaate cuma lüklerden kurtarmak için imam namazını kıldırmaya başlayınca, Ülkemizdeki sokak çohatip okullarının yapılmasına, karanlık duygularla kirlenmiş cuklarını kötülüklerden, açılmasına, yaşatılmasına vesile olan zihinlerimiz vahy-i ilahi ve sünnetle aydınlatılınca, çevreolanların cennetti hak etmesi pisliklerden uzaklaştırmizde yozlaşmış, kişiliğini ve Allah’ın kuluna bir ikramıdır. mak, her köşe başına bir kimliğini kaybetmiş olan, toplum Ebedi olarak orada kalacaktır. imam hatip okulu açıliçerisinde yaşayan bir sokak çoRabbimin bitmez tükenmez bilması fikrini belirtmek, cuğunu kurtarabilmek ümidiyle meyen nimetlerini sizlere anlathayallerimi, duygularımı vaaz ve hutbelerimde bir meşale maya geldim. düşüncelerimi dile getiryakmaya geldim. Allah’ın dinini İmam hatip okullarından öğmek için, kalemim ile bu kürsü ve minberlerden tebliğ etrenciler mezun oldukça alimlerin satırları sizlere duyurmameye geldim. peygamberlerin varisleri olduğuya geldim. Elimde Kur’an Diplomayı alıp, yeterlilik sınu, genç erkek ve kızların imam kalbimde iman yüreğimde navını kazandıktan sonra, bir hatip liselerine okuduklarını, Allah korkusu, içerimcamilerin mihrabında namaz, köye imam olunca, içerimi İslam de volkan gibi toplanan minberinde hutbe ve kürsülerde güneşinin ışığı, vahiy kültürünün imam hatip sevginin çovaaz-ı nasihat ettiklerini görüce, hazzı, peygamber efendimizin Rabbime olan şükrümü arz etsevgisi sarınca, kovulmuş lanetcukları kötülüklerden, meye geldim. lenmiş şeytanın şerrinden yüce haramlardan, şeytanın ‘Ey iman edenler kendinizi Allah’a sığınınca yaz aylarında vesveselerinden nasıl kove ailenizi ateşten koruyunuz’ cıvıl cıvıl çocuklara Allah’ın kelaruduğunu tüm insanlara ayetiyle Rabbimiz hem kendimizi mını öğretip dinimizin güzelliklehaykırmaya geldim. hem de bakmakla yükümlü olrini, şefkat ve merhamet sahibi duğumuz kişileri cehennem azaolan peygamberimizin hayatını anlattıkça, çocukların kötülüklerden uzaklaştıklarını bından korunması görev ve sorumluluğunu bizlere görünce, hiçbir emeğin boş olmadığını anlatmaya yüklemiştir. Bugün içerisinde bulunduğumuz hayat şartları toplum yapısını, aile fertlerini bozmuş, kogeldim. Ülkemizdeki sokak çocuklarını kötülüklerden, runulamaz hale getirmiştir. Trafik kazasında vefat pisliklerden uzaklaştırmak, her köşe başına bir eden, yetmiş yaşındaki bir ninenin yüzüğünü çalmaimam hatip okulu açılması fikrini belirtmek, hayal- ya kalkışan gencin hali, kendisine omuz vurdu diye lerimi, duygularımı düşüncelerimi dile getirmek için, karşısındaki genci öldürüp maç seyretmeye giden kalemim ile bu satırları sizlere duyurmaya geldim. kimsenin vurdumduymazlığı, çıktıkları televizyon Elimde Kur’an kalbimde iman yüreğimde Allah programında dayısı tarafından iğfal edildiğini söylekorkusu, içerimde volkan gibi toplanan imam ha- yen genç kızların vahim vaziyetleri, uyuşturucu patip sevginin çocukları kötülüklerden, haramlardan, zarı haline gelen okul önleri, sayıları binlerle ifade şeytanın vesveselerinden nasıl koruduğunu tüm in- edilen kapkaç olayları, annesini öldürüp üç gün üç sanlara haykırmaya geldim. gece eğlence düzenleyen, hapse atıldıktan sonrada Kas›m-Aral›k’12 • 23
annesinin emeklilik maaşından yararlanabilir miyim diyen satanist ruhlu genç kızın ruh halini, kısaca içerisinde yaşadığımız toplumun durumunu sizlerle paylaşmaya geldim. Ey imam hatip liselerinde okumayı tercih eden gençler kendi geleceğini inşa etme ya da imha etme sorumluluğu senin ellerindedir. Sorumlu ya da suçlu arıyorsan aynaya bak. Sokakları, caddeleri, kimsesizleri, yoksulları, öksüzleri, yetimleri düşün. Yeniden imam hatipli olma ruhunu kazanırsan, tıpkı peygamberler gibi bulunduğun semti, mahalleyi, ya da çevreni gül bahçesine çevirebilirsin. İmam hatipler toplumda denge okuludur. Toplumların ve cemiyetlerin bozulmalarının, kapkaççı ve sokak çocuklarının çoğalması suç oranlarının artmasının nedenlerinden biride ilköğretimin sekiz yıla çıkarılarak, imam hatiplerin orta kısımlarının kapatılmasının sonucudur. Arapçada ‘UMM’ anne demektir. Anne nasıl çocuklarına kol kanat gererek kötülüklerden korursa, imam hatip okulları da fertleri ve toplumları kötülüklerden koruyan bir kalkandır. Nasıl ki anne çocuklarına karşı annelik görevini yapmadığı zaman çocukları darmadağın olursa, imam hatip okullarına gerekli ağırlık verilmezse, işte o toplumda sokak çocukları, kapkaççılar, hırsızlar ve suçluluk oranları artar. Terör olayları en zirve tepesine ulaşır. İşte böyle bir ortamda imam hatiplilerin görevi toplumu yeniden inşa etmek olmalıdır. İmam hatipliler şu bilinçte olmalıdır; İslam’ı öğren, onu yaşa ki seni öldürmek isteyen sende yeniden dirilsinler. Çünkü örnek alınacak insan toplum için hangi görevi üstlenmişse, örnek toplumda insanlık için aynı görevi üstlenmelidir. İşte bu da Kur’an’ın inşa etmek istediği modelin ta kendisidir. Kur’an’ın inşa etmek istediği topluma ümmet adı verilir. İşte sizlere ümmeti anlatmaya geldim. Ey imam hatip lisesinde okuma şerefini kazanmış olan kardeşlerim. Hayatı b î r ayet gibi okuyunuz. Kayıtsız ve şartsız olarak alemlerin Rabbine teslim olunuz. Güneş gibi olunuz. Yalnız kuzuların üzerine değil, sırtlanların üzerine de doğunuz. Yarasalar ne kadar çok olurlarsa olsunlar, yok edemeyecekler seni. Çünkü sen “Asım’ın nesli”sin. Sen daima aydınlığı temsil edeceksin. Karanlığın kara yüzlü, kara vicdanlı, kara kalpli, kara ruhlu adamları, sen imam hatipli olma ruhunu kaybetmediğin sürece, nasıl gündüz gelince gece kayboluyorsa onlarda öyle kaybolacaklar. Gündüz geceye, gece gündüze nasıl muhtaç ise, toplumunda sana öyle muhtaç olduğunu anlatmaya geldim. 24 • Kas›m-Aral›k’12
Ey imam hatip mezunları ve öğrencileri; sîzler var oldukça Ebu Cehiller türeyemeyecek. Ellerinizi uzattıkça sokak çocukları, öksüzler, yetimler, kimsesizler, itilmişler, kalkılmışlar, mazlumlar, hor ve hakir görülmeyecek. Uzat elini ki mazlumların yetimlerin, öksüzlerin, kimsesizlerin, sokak çocuklarının yüzü gülsün. Toplumların en büyük sorunu İslam’ı bilmemekten kaynaklanmaktadır. Bilgisizlik ve cehalet toplumların baş düşmanıdır. Sen oku ve kendini yetiştir ki; toplum sende aydınlansın. Toplum ve cemiyetin kurtuluş reçetesi sensin. Toplum ve cemiyetle iyi ilişkiler kurmalısın ki; toplumun ve cemiyetin düzelsin. İnsanlara hayat verecek şey Allah ve Resulünün emir ve yasaklarını toplumlara ve cemiyetlere tebliğ etmekten geçer. Bütün peygamberler yatırımlarını insanlara yapmışlardır. İnsanlara yatırım yapmayan toplumlar helak olmuşlardır. İçerisinde yaşadığımız toplumun ahlaki acıdan gelişmesini istiyorsak imam hatiplere yatırım yapmalı, sayılarını çoğaltmalıyız. Geriye miras olarak altın ve gayrimenkul bırakmakla toplumları kurtaramayız. Gelecek olan nesilleri kurtarmak istiyorsak arkamızda salih evlatlar bırakmalıyız ki, Mehmet Akif’in istediği “ASIM’IN NESLİ’ devam etsin Ey imam hatiplim senin rehberin KUR’AN-I KERİM’DİR. Seninle dolacak kürsülerimiz, minberlerimiz, mihraplarımız. Böyle bir ümmet ister peygamberimiz. İmam hatiplerin her şeye layık olduğunu anlatmaya ve övmeye geldim. İmam hatip mezunları ve öğrencileri yaptıkları, yaşadıkları ve anlattıklarıyla Asr-ı Saadet’e taşırlar bizi. Allah daim etsin milletimizi. Sürsün başarın ebediyete kadar imam hatiplim. Ey bu milletin içerisinden çıkmış olan Asım’ın nesli olan imam hatiplim. Sizleri övmeye kelimeler yetmez. Mühürlü kalp, kapalı göz sizleri göremez. Sizlerin nesli devam ettikçe Ebu Cehiller, Şeddatlar, Enver Sedat’lar, Kaddafi’ler türemez. Sen Asım’ın neslisin. Asım’ın nesli olduğunu hiçbir zaman unutma imam hatiplim. Günümüzde yaşadıkça gördük, hukuk nedir? Adalet nedir? Bunlar bir kalktı mı? Başlar toplum içerisinde rezalet. Tarihe zelil olarak, imam hatiplerden yoksun olarak gecen bir millet asla yaşamaz, iflah olmaz. Din nasihattir. Doğruluktan, haktan hakikatten ayrılma. Milli ve manevi değerlerine sahip çık. Bu nasihati unutma sen imam hatiplim.
ŞİİR
Baki olsa da yalnızlık yine de çekmeye değerdi bu cefayı. Sükut getirse de sözler, gözler her darbe yıksa da bu bedeni ama bu hayata yenik düşmeyecek. Her yeni bir güne kendi benliğini aramak için yola çıkıyordu. Kimi zaman hepten kaybediyor kimi zaman bilinmez arzular içinde dolanıyor. Kainatın kulları onu anlamasa da Yüce Rabbi ona bir ses veriyordu. Hülyalarını arzularını ve kainatın yaratıcısına iyi bir kul olabilmek için yeşeriyordu. Demiştik ya; baki olsa da yalnızlık çekmeye değerdi bu cefayı. Tek başına en ücra köşelerde Rabbiyle konuşurdu ve işitildiğini sanar tebessüm ederdi. Rabbine dua ederken kursağında kalırdı dudaklarından akan her bir kelime. Gözyaşları bir sel gibi ısıtırdı içini. Ürperirdi söyleyeceklerinden söylediklerinden habersiz ve ümitsiz… Bir hüzün kaplardı bedenini akşam olunca vicdanının feryat koparan sessizliğini. Kimi zaman sessizce geçerdi gözlerinin önünden her bir şeyi. Bazı zaman vicdanı sızlıyor bazen ise takati kalmıyordu. Ama dönüp dolaşacağı çaresizce sızlaya sızlaya Rabbine sığınıyordu. Zeynep TOPUZ
Kas›m-Aral›k’12 • 25
KAVRAM İNCELEMESİ
FEVZ
MAHMUT YUSUF MAHİTAPOĞLU
S
özlükte bir şeyi elde etmek, zafer kazanmak, kurtulmak manalarına gelir. Fevz kavramı Kur’an’da farklı farklı manalarda kullanılır. Kimi zaman zafer kazanmak manasında, kimi zaman ise iman edip salih amel işlemek gibi manalara gelir.
güç ve hikmet sahibi Allah katındadır.” (Al-i İmran 125-126)’ “Eğer Allah’tan size bir lütuf (zafer) erişse bu sefer de sizinle kendi arasında hiç tanışıklık yokmuş gibi şöyle der:’Keşke ben de onlarla beraber olsaydım da büyük bir başarıya (ganimete) ulaşsaydım.” (Nisa 73)’
Allah Teala Kur’an’da birçok ayeti kerimede kimlerin kurtulacağını, kimlerin lütfuna ve rahmetine erişeceğini anlatmaktadır. Bu kurtuluşa eren kimselerin ne tür özelliklere sahip olduğunu ise bu ayetler muhteva eder. Bir insanın kurtuluşa erişebilmesi için temel şart müslümanlığı iken bunun yanında zor durumlarda sabırda sebat etmesi, karşılığını Allah’tan beklemesi ve bunun için acele etmemesi gibi bir takım özelliklere de sahip olması gerekir.
Bu ayette Müslümanların başarılı oldukları durumlarda onları kıskanan insanların onları büyük bir fevz yani büyük bir başarı üzerinde gördüklerine şahit oluyoruz. İşte bu noktada gerçekten fevzin gerçek mahiyette neyi muhteva ettiğini düşünmemiz gerekiyor. Kuran’da fevz yani gerçek manada kurtuluş veya felah Allah rızasını kazanmak, cennet ile mükafatlandırılmak, haramlardan sakınmak manasında kullanılır.
“Evet siz sabır gösterir ve Allah’tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şuanda üzerinize gelseler, Rabbiniz, beş bin melekle sizi takviye eder. Allah, bunu size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bu sayede rahatlasın diye yaptı. Zafer, yalnızca mutlak
Allah şöyle buyuracak: “Bu gün doğru söyleyenlerin, doğruluklarının kendilerine fayda vereceği gündür. Onlar için, içinde ebedi kalacakları, alt tarafından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuş,onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte
26 • Kas›m-Aral›k’12
Bugün unuttuğumuz en büyük sorumluluklarımızdan birisi de Müslüman kardeşlerimizi kötülüklerden korumak değil midir? Onları bir yanlıştan çevirmek, sıkıntılarını paylaşmak bize bugün oldukça yabancı gelen davranışlardır. Bir insanın elinden tutmak, onu hidayete eriştirmek için çabalamak Allah indinde büyük mükafat vesilesidir. Rasulullah(sav) bir kişi Müslüman olunca şöyle derdi: “Allah’ım sana hamd olsun ki bir kişi benim vesilem ile hidayete erişti.” Ve O (as) yine şöyle buyurdu: “Müminler birbirlerini yıkayan iki el gibidirler. Kim Müslüman bir kardeşinin günahını örterse, Allah da kıyamet günü onun gühanı örter.” bu en büyük kurtuluş ve mutluluktur.” (Maide 119)’
ca şöyle derdi: “Allah’ım sana hamd olsun ki bir kişi benim vesilem ile hidayete erişti.” Ve O (as) yine şöyle buyurdu: “Müminler birbirlerini yıkayan iki el gibidirler. Kim Müslüman bir kardeşinin günahını örterse, Allah da kıyamet günü onun gühanı örter.”
Müminlerin temel özelliklerinden olan doğru söylemeleri muhakkak ki karşılığını Allah katında bulacaktır. İşte bu ayette doğruluğun mükafatı Allah’ın doğru söyleyen“Ateş ehli olanla ile cennet ehli bir olmaz. lerden razı olmasıdır. Bir mümin için bunCennet ehli kurtuluş ve saadete erenlerin ta dan daha güzel ne olabilir? “O kıyamet günü azap kimden giderilirse kendisidir.” (Haşr 20) Allah ona mutlaka merhamet etmiştir ki, bu da apaçık bir kurtuluştur.” (En’am 16)’ “Onları kötülüklerden koru. Sen kimi bu dünyada kötülüklerden korursan, o gün, muhakkak ona rahmet etmişsindir. Bu da en büyük kurtuluş ve saadetin ta kendisidir.” (Mü’min 9)’ Bugün unuttuğumuz en büyük sorumluluklarımızdan birisi de Müslüman kardeşlerimizi kötülüklerden korumak değil midir? Onları bir yanlıştan çevirmek, sıkıntılarını paylaşmak bize bugün oldukça yabancı gelen davranışlardır. Bir insanın elinden tutmak, onu hidayete eriştirmek için çabalamak Allah indinde büyük mükafat vesilesidir. Rasulullah(sav) bir kişi Müslüman olun-
Ayetlerde gördüğümüz gibi Allah kurtuluşu, başarıyı kendi rızasına erişenlerin kazandığını bizlere gösteriyor. Fevz ayetlerde görüldüğü gibi bir mükafattır, bir başarıdır. Fevz; korku, tehlike, azap gibi şeylerden kurtulup saadete ve esenliğe ulaşmadır. “Allah mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, ebedi olarak kalacakları içinden ırmaklar akan cennetler ve Adn cennetlerinde çok güzel köşkler va’detti. Allah’ın rızası ise, bunların hepsinden daha büyüktür. İşte bu büyük başarıdır.” (Tevbe 72) Kaynakça 1.Dini Kavramlar Sözlüğü, Ankara 2010, DİB Yayınları 2.İslam Ansiklopedisi, İstanbul, TDV Yayınları 3.Sahih-i Buhari ,Beyrut 2009, Daru’lKitabİlmiyye
Kas›m-Aral›k’12 • 27
TARİH DEFTERİ
MORO MÜSLÜMANLARI MUHAMMET TUTKUN
M
oro (resmi adı ile Mindanao adası) Fi-
dayanamayıp başkentleri Manila’dan çekilmek
lipinler devletinin en güneyinde yer al-
zorunda kaldılar. Bu dönemde Moro’daki Müs-
maktadır. Bu bölgeye müslümanlar ilk olarak
lümanların lideri konumunda olan Raja Süley-
tebliğ ve ticaret için gelmişler. 700-750 yılları
man 1591 yılında çıkan çatışmalarda şehit düş-
arasında bölgeye dışarıdan gelen müslümanlar
müştür. Daha sonra Rodrigez komutasındaki
burada tebliğ hareketine başlamışlar ve daha
İspanyol ordusu İslamiyeti’i kabul eden aşiret-
sonra da buralara yerleşmişlerdir.
lerin ve Müslümanların oturduğu bölgeleri bir
Bölgede İslami açıdan siyasi birlik ilk kez Ha-
daha onarılmayacak şekilde tahrip etmiştir.
şimi soyundan gelen bir devlet reisi olan Sey-
Müslümanlar bu saldırılara rağmen yılma-
yid Abdulkadir tarafından 1450 yıllarında teşkil
dılar ve Türkmen boylarından geldiği sanılan
edildiği bilinmektedir. 1521 yılında Avrupa’da
Emir Kudret’in önderliğinde mücadeleye de-
bir İslam medeniyeti olan Endülüs’ü yok eden
vam ettiler. Müslümanlar Filipin adalarının en
İspanyollar aynı amaçla bu sefer Moro Müs-
güneyine inip yeniden organize olup yüzyıllar
lümanlarına karşı saldırıya geçmişlerdir. 26 yıl
boyunca sürecek olan hayatta kalma mücade-
süren çetin savaşlardan sonra Morolu Müslü-
lesine başlamışlardır. İspanyollara karşı verilen
manlar İspanyolların güçlü deniz kuvvetlerine
hayatta kalma mücadelesi 10 Aralık 1898 yılına
28 • Kas›m-Aral›k’12
kadar devam etmiştir. İspanyollar 1898 yılından tam 104 sene önce elinde bulunan Filipin adalarını 10 milyon dolara Amerikalılara satmışlardır. Bu satılan adalar arasında Moro adası da vardır. İspanyollarla mücadelesi sona eren Morolu Müslümanlar bundan sonra 40 yıl boyunca Amerika Birleşik Devletleri ile çetin bir bağımsızlık mücadelesine girmişlerdir. İkinci Dünya savaşında Amerikalılar Filipin adalarından çekilmek zorunda kalmıştır. Bundan sonra Moro Müslümanları, adaları işgal eden Japonlara karşı mücadele etmek zorunda kalmışlardır. Ikinci Dünya savaşının bitimine kadar, adayı elinde bulunduran Japonlarla mücadele aralıksız devam etmiştir. Savaştan sonra 1946 senesinde Filipin adaları Amerikan’ın izni ile bağımsız olmuştur. Filipinler’in bağımsızlığından sonraki 22 yıl boyunca adada herhangi bir karışıklık, kargaşa, çatışma olmamıştır. Ancak 1968 yılında 68 Müslüman gencin, Filipinli askerler tarafından öldürülmesi sonrasında protesto gösterileri ve yürüyüşler başlamıştır. Örgütlü bir şekilde direnmeye karar veren Morolu Müslüman öğrenciler 18 Mart 1968 de Siyasi Bilgiler Fakültesinde toplanıp örgütlerini kurmuş di-
renişe yemin etmişlerdir. 1972 yılında Müslümanlara karşı şiddetli bir katliam hareketi başlatıldı. İbadet yerleri, camiler, medreseler, mescidler ve yerleşim merkezleri karadan ve havadan bombalandı. Bundan dolayı Müslümanlar silaha başvurmak zorunda kaldılar. Müslümanların bu döneme kadar sürdürdükleri siyasi direniş bu dönemden sonra silahlı direnişe evrilmiştir. 1972 yılından bugüne kadar geçen zaman zarfında tarafsız kaynaklara göre 50 000 olan müslüman şehit sayısı gayriresmi rakamlara göre 135 000’dir. Aynı şekilde tarafsız kaynaklara göre 300 000 ev yakıldı. Ancak yine gayriresmi rakamlarda yakılan ev sayısı 500 000 bulmaktadır. Son 7 yılda Filipin hükümeti Müslümanlar ile anlaşmak zorunda kalıp Moro adasının büyük bir bölümün idaresini müslümanlara bırakmak zorunda kaldılar. Şu anda Filipinlerde 80 milyon insan yaşıyor ve bunun 7 milyonu Müslümandır, geri kalanı Katolik Hristiyanlardan oluşuyor. Fakat şu anda halen binlerce Müslüman yaşlı kadın çocuk iltica kamplarında çok zor şartlar altında yaşam mücadelesi veriyorlar. Kas›m-Aral›k’12 • 29
GÜNDEM
Basından Yansıyanlar
Ali KARAHASANOĞLU (Yeni Akit) …Acaba gerçekten, ülkemizde gazeteciler tutuklu mu?” diye tereddüt eden iyi niyetli vatandaşlara söyleyelim. Ki, bunların tuzaklarına düşmesinler. Bunların “Gazeteci” dedikleri; ya evlerinde silah bulunanlar. Ya bomba bulunanlar. Ya da bunlarla irtibatlı örgüt üyeliği ile suçlananlar. Şu gazetede muhabir olan. Şu dergide köşe yazarı olan ve sadece yazdıkları sebebi ile cezaevinde olan tek kişi gösteremezsiniz siz. Yazdıklarına ilaveten, şu evde patlayıcı vardır. Bu evde silahlar bulunmuştur. Ne yapacak devlet? Bomba ile yakalanan adamın kimliğine bakacak, “Şu derginin muhabiri” diye yazılı. “Sen basın mensubu imişsin. Sana bomba bulundurmak serbest” deyip, serbest mi bırakacak? Bunu mu istiyorlar? … Zaman zaman düşünürüm. Belki eline silah alanlar bile, bunlar kadar suçlu değildir. Niye? Onlar aldatılmış, bir şeklide bir çıkmaz sokağa girmişler. Belki dağdan inemiyorlar. Ama ya bunlar? Gazetecilik kisvesi altında, dağdaki insanları, sanki doğru yolda imişler gibi övücü ifadelerle teşvik ediyorlar. Başka çocukların da dağa çıkmasını öneriyor, bunun için kışkırtıyorlar. Böylesi bir durumda, silahı çekenden daha ağır suçlu, çektiren değil midir? Çektirenler de, gazetecilik kisvesi altında, terörü teşvik edenler değil midir? O halde?
30 • Kas›m-Aral›k’12
Adnan BOYNUKARA (Star) Öncelikle şunu belirtmek gerekir; mahkum olmuş isimlerin yargılandıkları ve mahkum oldukları fiiller dikkate alındığında, yazdıkları yazılardan veya düşüncelerinden dolayı hüküm almadıkları açıkça görülecektir. “Resmi belgede sahtecilik, başkası adına düzenlenmiş sahte kimlik belgesi kullanmak, silah taşımak, iş yerlerine bombalı saldırı, banka soymak, işyeri soymak, polis yaralamak ve öldürmek, devlet dairesini soymak, parti binalarına patlayıcı atmak, polislerle silahlı çatışmaya girmek, polis karakoluna silahlı saldırı, örgütün dağ kadrosuna eleman kazandırmak, 18 yaşından küçük çocukları örgüt kamplarına götürmek, örgüt ismini kullanarak tehditle para toplamak...” Bu ve benzeri suçlamalardan mahkum olmuş ve hükümleri Yargıtay tarafından onanmış kişiler, CPJ raporunda gazeteci olarak gösterilmiş! Bu kişilerin kimler olduklarını, raporu yazanlar ve yazdıranların bilmediğini düşünmek saflık olur. Raporu hazırlayanlar bu durumu; “yüzlerce sayfa belge inceledik, avukatlarla görüştük ve onlar bu suçlamaları kabul etmiyorlar, emniyetin bir oyunu olduğunu ifade ediyorlar” şeklinde açıklamaktalar. Yani; raporu yazanlar ve CPJ yetkilileri, mahkemelerin ve Yargıtay’ın yaptığı yargılamaları kabul etmeyerek, bir mahkeme edası ile yargılama yapmakta ve ilgili isimleri suçsuz ilan etmekte! Bu anlamıyla rapor; “kendini yargıç yerine koyma” ve “tek taraflılık” özelliğiyle ön plana çıkmaktadır! Gazetecileri korumakla sorumlu olduğunu söyleyen bir kurumun, uluslararası hukuk ilkeleri doğrultusunda yargılama silsilesine tabi bir ülkenin yargı kararlarını, bir üst mahkeme edasıyla ele alması ise tam bir ironidir.
CPJ Raporu
CPJ, 1 Ağustos 2012 itibariyle Türkiye’de 76 gazetecinin hapiste olduğunu belirledi ki, bu durum ülkeyi İran, Eritre ve Çin’i geride bırakarak gazeteci hapsetme alanında dünya lideri yapıyor. CPJ her davayı ayrı ayrı incelemeye tabi tutarak bu gazeteciler içinden en az 61 kişinin doğrudan gazetecilik faaliyeti yüzünden hapsedildiği sonucuna vardı. Son 10 yılın dünya çapında en yüksek rakamı. Türkiye devleti gazetecilik faaliyetinden hapsedilmiş tüm gazetecileri serbest bırakmalı; gazetecileri haberleri ve yorumları üzerinden suçlamaktan vazgeçmeli ve gazetecileri davalarının sonuçlanması beklenirken uzun süre tutuklu yargılama uygulamasına son vermeli. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan kendisini eleştiren gazetecilere baskı yapmaktan vazgeçmeli. Hükümet mutlaka basına karşı rutin olarak kullanılan tüm kanunlarda temelden ve geniş kapsamlı reformlar yapmalı.
Adem Yavuz ARSLAN (Bugün) Bence CPJ’nin kafası fazlasıyla karışık. CPJ önce AİHM’in Tuncay Özkan ile ilgili kararına bir baksın. Sonra PKK nedir, KCK nedir bir incelesin. Yetmedi, PKK’nın neden olduğu terör olayları için iki dakika Google’a sorsun. Google’dan rapor mu hazırlanır demeyin. Daha dün Google’dan iktidar partisine kapatma davası bile açıldı bu ülkede. Sonra PKK’lıların ‘özgürlük savaşçısı mı’ yoksa ‘terörist’ mi olduğuna kendi içinde karar versinler. Sonra söz konusu sanıkların haberlerini kendi ülkelerinde yayınlayabilirler miydi düşünsünler. CPJ’nin tek taraflı hazırlanmış raporunda antidemokratik yasalar nedeniyle haklarında dava açılan ‘yandaş medya’nın mağduriyeti yok. Adet yerini bulsun diye bir cümle ile 5000 (yazı ile beş bin) civarında davanın olduğunu söylemişler Allah’tan.
Akif BEKİ (Radikal) Amerikanvari palavralardan söz ediyordum dün, Hani, Amerikan medyasında imal edilip bizim medya tarafından özene bezene servis edilen palavralar. Gazetecileri Koruma Komitesi’nin raporu, tam da sözünün üstüne geldi. Ben böyle palavra görmedim. Başlığından başlayalım; “Türkiye’nin Basın Özgürlüğü Krizi-Gazetecilerin Hapsedildiği ve Muhalefetin Suç Sayıldığı Karanlık Günler” yazıyor üstünde. New York merkezli komitenin (CPJ) başkanı Sandra Rowe ile direktörü Joel Simon, bizim televizyonlarda serbestçe konuşabiliyor ama. Ama hazırladıkları rapor, canlı yayınlarda özgürce tartışılıp gazetelerde geniş geniş yer alabiliyor. Yine de Türkiye, gazetecilerin hapsedildiği ve muhalefetin suç sayıldığı karanlık günlerden geçiyor, öyle mi? Kendi kendini tekzip eden yaman bir çelişki yumağı, rapor… Sansür olan yerde sansürün kıyasıya eleştirildiği, baskı olan yerde baskının yerden yere vurulduğu, hem de bunun ‘ana akım’ tabir edilen medyada hiçbir engellemeyle, hiçbir sınırlamayla karşılaşmadan yapıldığı duyulmuş şey midir?
Kas›m-Aral›k’12 • 31
31 Aralık 2011… Birçok insanın yılbaşına nasıl gireceğinin derdine düştüğü bir gün… Ali Emiri Kültür Merkezi’ni tıklım tıklım doldurmuş 900 kişinin ise derdi bambaşka! “Bir Gençlik Aranıyor, Geç Olmadan!” çağrısına kulak veren, kendi gibi dertlilere şifa olabilecek konuşmacıları dinleme arzusuyla yollara düşen gençlerle dolu bir salon… Neler konuşulmadı ki o gün? Birinci oturumun ilk konuşmacısı Prof Dr. Nevzat Tarhan, postmodernizmin etkilerinin Müslüman gençlerin hayatındaki yerini anlatarak başlangıcı yaptı. Ardından Abrurrahman Arslan hocamız, özellikle üniversiteli gençlerin dillerine pelesenk olmuş “izm”ler üzerine sarsıcı bir konuşma yaptı. İkinci oturum ise Prof. Dr. Yaşar Düzenli’nin Hz. İbrahim’in (as) teslimiyet örnekliğini anlatmasıyla başladı. Sonrasında Abdullah Yıldız, hatırlamaya çokça ihtiyacımız olan edep ve haya örnekliklerini, Hz. Meryem’i (as) ve Hz. Yusuf’u (as) anlattı bizlere. NİHAL AÇIKEL - SALİHA CAN
32 • Kas›m-Aral›k’12
Kızaran yanaklarımız vardı bizim Ar ile devrilen kirpiklerimiz… Edebinden susan bir dilimiz vardı Bir de haya ile titreyen yüreğimiz… Sizler... Nereye gittiniz? Üzerimizde edep nakışlı bir takva elbisesi İslam’ın diktiği Sanki yırtmak istiyor birileri… Utanmaktan haya eder bir hale geliyoruz gün be gün sanki için sızlamaması bir vicdan meselesi… Oysa kuşanmak lazım o güzel ahlakı O peygamber gibi… İnanmak lazım edep ile ebedileşeceğine her sahabe gibi… Ve bulmak lazım “GEÇ OLMADAN” O güzel ahlakı yaşayan ve yaşatan öncü nesli, o öncü genci! Yıl 2012 ve yeni bir sempozyum için çalışma vakti geldi! Sınır tanımazlığın ve kibrin, özgüven sahibi olmak olarak addedildiği bir dönemde, kimliğimizi onarmak ve kim olduğumuzu hatırlamak için çok temel bir kavrama odaklanma kararı aldık: AHLAK! Tüm “şeffaf”lığıyla içinde bulunmak zorunda olduğumuz postmodern çağda İslam ahlakıyla kuşanmak, kararlı bir mücadeleyi gerektiriyor. Dört bir yanımız, güzel ahlakın bir parçası olan davranışları reddeden, hor gören ve aşağılayan insanlarla doluyken işimiz kolay değil. Daha çok okumak, daha çok
KAYIT 10.00 AvIAIî 10.(0
araştırmak ve daha çok dinlemek lazım. Bu sebeple bu yıl “Ahlak” kavramını çok farklı açılardan ele alacak beş önemli ismi konuk ediyoruz programımıza: Doç Dr. Mustafa Tekin, Abdurrahman Arslan, Nurettin Yıldız, Muhammed Emin Yıldırım ve Prof. Dr. Burhanettin Can. Aslında bir zamanlar bildiğimiz ve sahip olduğumuz, daha sonra kalabalık topluluklar içinde nasıl olduğunu anlamadan kaybettiğimiz ve şimdi tekrar yokluğunu hissedip bir arayışa çıktığımız İslam ahlakımızın o güzel parçalarını geri kazanmak ve silkinmek üzere tüm arkadaşlarımızı 8 Aralık Cumartesi günü saat 10.00’da Karagümrük Feza Salonu’na davet ediyoruz. Allah’a emanet olun.
Kas›m-Aral›k’12 • 33
KİTAP ÖZETİ NİHAL AÇIKEL
“Yolların Ayrılış Noktasında İslam” (Muhammed ESED) Kitap yedi alt başlık, sonuç ve broşür çevirisi olmak üzere toplam 9 bölümden oluşuyor. Yazarın önsözünde, eserin içeriği “Avrupa Medeniyeti karşısında Müslümanların alması gereken durum ve tutum” olarak özetleniyor. 1. Bölüm: İslam’ın Yolu Bölümün adından da anlaşılacağı gibi, İslamiyet’in genel çerçevesinin sunulduğu bu bölümde özellikle, dinimizin hem akla hem ruha önem verdiği vurgulanıyor. Diğer din ve medeniyetlerdekinden farklı olarak aşırı akılcı veya fazla mistik bir din olmadığı belirtiliyor. İslam’da maddi-manevi olguların, beden-ruhun uyumu ibadetler üzerinden de açıklanıyor. Bu bölümde değinilen bir diğer önemli nokta ise kemale ermek üzerine. 2. Bölüm: Garbın İç Yüzü Bir önceki kısımla mukayeseli olarak İslam ve Garp Medeniyetleri arasındaki farklı yaklaşımlar ortaya konuluyor. Garp’ın asıl gayesinin maddi fayda/refaha ulaşmak olduğu, bunun için tabiata hakim olmak istediği ve hakimiyette araç olarak da pozitif bilimleri kullandığı anlatılıyor. Bugün Batı dünyasında yaşanmakta olan Hıristiyanlığın, eski Roma düşüncesinden beslendiğini ve gerçek Hıristiyanlıkla ilgisi olmayan materyalist bir dünya görüşü olduğu açıklanıyor. 3. Bölüm: Haçlı Seferleri’nin Gölgesi Yazarın bu bölümde yapmış olduğu önemli bir tespit, bugün Garp’ın İslam dünyasına duymuş olduğu nefreti de büyük ölçüde anlamlandırmamızı sağlıyor. Haçlı Seferleri’ne dek bir medeniyet oluşturma adına hiçbir çabası olmayan Avrupa halkları, Hıristiyan olmaları ortak paydasında buluşarak İslam Coğrafyası’na saldırırlar. Düşmanlık, nefret ve vahşete dayansa da bu seferler Garp’ın bir medeniyet oluşturma yolunda ilk adımıdır. Avrupa Medeniyeti’nin “çocukluk” döneminde beslediği bu düşmanlık duygusu, bugün dahi canlılığını korumaktadır. 4. Bölüm: Terbiye Hakkında Kendi alternatif modelini geliştirememiş olan Müslüman toplulukların, çocuklarını, Garp’tan kopyaladığı modellere göre yetiştirmesinin sonuçları üzerinde duruluyor. Bir Garplı zihniyetiyle yetişen Müslüman gençlerin kendi dinlerini küçümsemesine değiniliyor. Fakat bugün kendi eğitim modelimizi geliştirememiş olmamızı İslam’a değil, bizim ihmalimize bağlayarak; Emevi, Abbasi, Endülüs dönemlerinde yaşanan gelişmeleri hatırlatıyor. 34 • Kas›m-Aral›k’12
5. Bölüm: Taklid Hakkında Giyim, moda gibi basit olarak nitelendirilen taklitlerin sonucunun bir milletin zevkini benimsemek olduğunu belirten yazar, aslında tüm kitabın özetini şu paragraf ile yazıya döküyor: “Bugün Müslümanların karşılaştığı problem, yolların ayrılış noktasına gelmiş bir yolcunun problemidir. Yolcu, olduğu yerde duraklayıp kalabilir; fakat bu, onun açlıktan ölümü göze alması demektir. Üzerinde, ‘Garp medeniyetini gider’ yazılı yolu da seçebilir; fakat bu takdirde ebediyen mâzisine veda etmesi gerekmektedir. Ya da üzerinde ‘Gerçek Müslümanlığa’ yazılı yolu seçer. İşte bu yol, kendi mâzileri ve kendi kudretleriyle canlı bir geleceğe doğru ilerlemeye imânı olanları kendisine çeken tek yoldur .” 6, Bölüm: Hadis ve Sünnet Kuran’dan sonra ihtilafları önleyen ikinci kaynak olan sünnetin tatbikin, İslam’ın varlığı ve ilerlemesi için korunması gerektiği anlatılıyor. Muhaddislerin hadisleri toplamada titizliğine değinilirken, tenkitçilerin hissi söylemlerinin yanında herhangi bir kanıt sunamadıklarını dile getiriyor. 7. Bölüm: Sünnetin Ruhu Sünneti ayakta tutmanın üç açıdan önemi üzerinde duruyor: Şuurluluk (kimlik inşası), fert-cemiyet hayatının pratiği, sünnetin hakem kabul edilmesi. Akli felsefenin üstünde olan, Allah’ın nuruyla aydınlanmış bir rehbere muhtaç olduğumuzdan sünneti tatbik etmemizin gerekliliğini vurguluyor. Sonuç Garp’ın İslam’ı çökertemeyeceğini, fakat Müslümanları etkilemekte ve tembelleştirmekte olduğunu açıklıyor. İslam’ın eksiksiz olduğunu ve bizim yeniden dirilmeye muhtaç olduğumuzu belirten yazar bunun için iki adım sunuyor: bahaneleri terk etmek ve sünneti tatbik etmek. Asıl kaynaklara döndüğümüz ve üzerimize sinmiş olan bu gereksiz tabakayı attığımız takdirde kendimize güvenimiz gelecek ve yeniden dipdiri bir İslam ümmeti olabileceğimizi belirtiyor. Broşür Çevirisi: “İslam ve Politika” Kitap boyunca değinilmiş olan bazı konuların ve kavramların daha iyi anlaşılması için kitaba eklenilmiş olan bu bölümde, bir İslam Devleti’nin içtimai düzeni, prensipleri, devletin görevleri gibi konular hakkında açıklamalar yer almaktadır.
Kas›m-Aral›k’12 • 35
Kültür Sanat Melike YURT
Vefatının 35. Yılında Fethi Gemuhluoğlu Anıldı İslam Araştırmaları Yarışması Türkiye Diyanet Vakfı, her yıl Müslüman ve Türk dünyasında dini, sosyal, ekonomik vb. konularda yapılmış ilmi bir araştırmaya ödül vermeyi gelenek haline getirdi. -”Günümüzde Müslüman ülkelerde, kardeş ve akraba topluluklarında ve Müslümanların azınlık olarak yaşadıkları ülkelerde karşılaştıkları dini problemler.” -”Biyoloji, Fizik ve Kimya gibi temel pozitif bilimler ve bu temel bilimleri kullanan tıp gibi kompleks alanlardaki gelişmelerin İslâm inançları ve uygulamaları açısından ortaya çıkardığı problemler.” -”Çocuklar için din büyükleri.” Gibi konularda yapılacak araştırmalardan birinciye 30.000, ikinciye 20.000, üçüncüye 10.000 TL ödül verecek. Dereceler jüri üyelerinin ortak kararıyla belirlenecek. Eserler en geç 10 Şubat 2013 tarihinde teslim edilmesi gerekmektedir. Detaylı bilgi için: http:// www.diyanetvakfi.org.tr/ 36 • Kas›m-Aral›k’12
Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) İstanbul Şubesi vefatının 35. yılında Merhum Fethi Gemuhluoğlu’nu anmaya yönelik bir program düzenledi. Gemuhluoğlu’nun kişilik özellikleri, dostluk anlayışı, sahabeyi örnek alışı gibi özellikleri anlatıldı. Katılımcılar birçok kişinin hayatına etki eden Gemuhluoğlu’nu bu tesiri yaşayanlar tarafından dinleme şansını buldular. Dr. Metin Eriş, Prof. Dr. Hüseyin Algül, Sadık Yalsızuçanlar, Prof. Dr. Emin Işık ve Prof. Dr. Ersin Nazif Gürdoğan gibi isimlerin Gemuhluoğlu’nu anlatıldığı program sonrası Fethi Gemuhluoğlu’nun ‘Dostluk Üzerine’ kitabı hediye edildi.
4 Kasım Dünya Salavat Günü 4 Kasım tarihi İmam Zeyd Şakir’in öncülük ettiği Muhammed (sav) Muhipleri İnisiyatifi’nce Dünya Salavat Günü ilan edildi.Günümüz dünyasında insanların yaşantılarına anlam katmaya Peygamber Efendimizi hatırlamaya ve O’nun bize miras bıraktığı değerleri hayatımıza sokmaya yönelik bir çaba olarak bugünü müminleri evlerinde camiler bir araya gelmeye ve Peygamberimize salatu selam getirmeye davet eden etkinliğin sitesine: http://www.1billionsalawat.com/ dan etkinliğe ulaşmak mümkün.
Kültür Sanat Üçgen Piramidinin Zirvesindeki Cihan Şairi Kısa bir zaman önce vefat eden Şair Abdurrahim Karakoç’un hayatının, edebi kimliğinin, eserlerinin anlatıldığı Hayrullah Eraslan tarafından hazırlanan kitap nar yayınlarından çıktı. Kitabın ön sözü ise şairin ağabeyi tarafından kaleme alınmış. Türkiye Yazarlar Birliği, Avrasya Yazarlar Birliği ve Eskader tarafından da katkıda bulunulan kitapta ilgili kuruluş başkanlarının yazıları da yer alıyor. Ayrıca Zaman, Hürriyet, Sabah, Türkiye, Yeni Şafak, Bugün, Yeni Akit, Yeniçağ, Milli Gazete, Milat, Önce Vatan ve Anayurt gazetelerinden bazı köşe yazarlarının makalelerini de kitapta görmek mümkün.
İran’ da Sezai Karakoç Paneli Tahran Büyükelçiliği ve Yunus Emre Vakfı’nın ortaklaşa düzenlediği panelde Türkiye’den davet edilen Arif Ay, Şaban Abak ve Doç Dr. Münire Kevser Baş, Karakoç’un fikir ve sanat eserlerini tanıtıcı konuşmalar yaptılar. İslam düşüncesine verdiği yön ile sadece Türkiye Müslümanlarını değil tüm dünya Müslümanlarını ilgilendiren meselelere parmak basan Karakoç, fikir ağırlıklı eserleri ile tüm dünya Müslümanlarına islamı gerektiği gibi yaşayabilmenin ve dünyayı Müslümanlara hakim değil Müslümanları dünyaya hakim kılmaya yönlendiriyor. Bu minval üzere “Hikmet Burcunda Bir Şair; İnsan-ı Kâmil Burcunda Bir yazar: Sezai Karakoç” başlığıyla düzenlenen paneli EİT’e üye ülkelerin büyükelçileri, akademisyenleri, şair ve yazarları ilgiyle takip ettiler. Panele Yunus Emre Türk Kültür Merkezi’nde Türkçe kursuna katılan 600 civarındaki kursiyer öğrenci de büyük ilgi gösterdi.
Birlik Vakfı Yazarlık Kursu Mehmet Nuri Yardım yönetiminde üç yıldan beri devam eden “Yazı ve Editörlük Kursu”, Birlik Vakfı’nda yeniden açılıyor. Bu yıl derslerde yazı türlerinin yanı sıra atölye çalışmaları da yapılacak. İlgilenenler, vakfın Çemberlitaş’taki merkezine (Yeniçeriler Caddesi, No: 13) müracaat ederek veya 0 (212) 5164127-28 numaralı telefonları arayarak kayıt yaptırabilirler. Kursla alakalı olarak www.birlikvakfi.org.tr sitesini ziyaret ederekte detaylı bilgi edinmek mümkün.
Kas›m-Aral›k’12 • 37
ŞİİR
Sana, Bana, Vatanıma, Ülkemin insanlarına Dair ERDEM BEYAZIT
“Telgrafın tellerini kurşunlamalı” Öyle değildi bu türkü bilirim Bir de içime -Her istasyonda duran sonra tekrar yürüyenBir posta katarı gibi simsiyah dumanlar dökerek Bazan gelmesi beklenen bazan ansızın çıkagelen Haberler bilirim mektuplar bilirim. Gamdan dağlar kurmalıyım Kayaları kelimeler olan Kırk ikindi saymalıyım Kırk gün hüzün boşaltan omuzlarıma saçlarıma Saçlarının akışını anar anmaz omuzlarından Baştan ayağa ıslanmalıyım Gam dağlarına çıkıp naralar atmalıyım. İçimde kaynayan bir mahşer var Bu mahşer birde annelerinin kalbinde kaynar Çünkü onlar yün örerken pencere önlerinde Ya da çamaşır sererken bahçelerinde Birden alıverirler kara haberini Okul dönüşü bir trafik kazasında Can veren oğullarının. Bir de gencecik aşıkların yüreklerini bilirim Bir dolmuşta yorgun şoförler için bestelenmiş Bir şarkıdan bir kelime düşüverince içlerine Karanlık sokaklarına dalarak şehirlerin Beton apartmanların sağır duvarlarını yumruklayan Ya da melal denizi parkların ıssız yerlerinde Örneğin Hint Okyanusu gibi derin İsyanın kapkara sularına dalan. 38 • Kas›m-Aral›k’12
Nice akşamlar bilirim ki Karanlığını Bir millet hastanesinde Dokuz kişilik kadınlar koğuşu koridorunda Başını kalorifer borularına gömmüş Beyaz giysilerinden uykular dökülen tabiplerden Haber sormaya korkan Genç kızların yüreğinden almıştır. Bir de baharlar bilirim Apartman odalarında büyüyen çocukların bilmediği bilemeyeceği Anadolu bozkırlarında İstanbul’dan çıkıp Diyarbekir’e doğru Tekerleri yamalı asfaltları bir ağustos susuzluğu ile içen Cesur otobüs pencerelerinden Bilinçsiz bir baş kayması ile görülen Evrensel kadınların iki büklüm çapa yaptıkları tarla kenarlarında Çıplak ayakları yumuşak topraklara batmış ırgat çocuklarının Bir ellerinde bayat bir ekmeği kemirirken Diğer ellerinde sarkan yemyeşil bir soğanla gelen. Yazlar bilirim memleketime özgü Yiğit köy delikanlılarının İncir çekirdeği meselelerle birbirlerini kurşunladıkları Birinin ölü dudaklarından sızan kan daha kurumadan Üstüne cehennem güneşlerde göğermiş mor sinekler konup kalkan Diğeri kan ter içinde yayla yollarında Mavzerinin demirini alnına dayamış Yüreği susuzluktan bunalan İçinden mahpushane çeşmeleri akan Ansızın parlayan keklikleri jandarma baskını sanıp Apansız silahına davranan Nice delikanlıların figüranlık yaptığı Yazlar bilirim memleketime özgü
Güzler bilirim ülkeme dair Karşılıksız kalmış bir sevda gibi gelir Kalakalmış bir kıyıda melül ve tenha Kalbim gibi Kaybolmuş daracık ceplerinde elleri Titreyen kenar mahalle çocukları Bir sıcak somun için, yalın kat bir don için Dökülürler bulvarlara yapraklar gibi. Kadınlar bilirim ülkeme ait Yürekleri Akdeniz gibi geniş, soluğu Afrika gibi sıcak Göğüsleri Çukurova gibi münbit Dağ gibi otururlar evlerinde Limanlar gemileri nasıl beklerse Öyle beklerler erkeklerini Yaslandın mı çınar gibidir onlar sardın mı umut gibi. İsyan şiirleri bilirim sonra Kelimeler ki tank gibi geçer adamın yüreğinden Harfler harp düzeni almıştır mısralarında Kimi bir vurguncuyu gece rüyasında yakalamıştır Kimi bir soygun sofrasında ışıklı sofralarda Hırsızın gırtlağına tıkanmıştır. Müslüman yürekler bilirim daha Kızdı mı cehennem kesilir sevdi mi cennet Eller bilirim haşin hoyrat mert Alınlar görmüşüm ki vatanımın coğrafyasıdır Her kırışığı sorulacak bir hesabı Her çizgisi tarihten bir yaprağı anlatır. Bütün bunların üstüne Hepsinin üstüne sevda sözleri söylemeliyim Vatanım milletim tüm insanlar kardeşlerim Sonra sen gelmelisin dilimin ucuna adın gelmeli Adın kurtuluştur ama söylememeliyim Can kuşum, umudum, canım sevgilim.
Kas›m-Aral›k’12 • 39
ÇİZİM ZEYNEP ÖZKAN
40 • Kas›m-Aral›k’12