1080p dergisi

Page 1

1080P SANATIN EN FLU HALİ AĞUSTOS SAYISI

TÜRK SİNEMASI’NDA RIFAT ILGAZ YEŞİLCAM ABSÜRDİZMİ

AYLIK SİNEMA DERGİSİ ÖZEL SAYI 7 TL


1080P PROJE

EDİTÖR’DEN

Rıfat ILGAZ,Yeşilçam,Sinema

EDİTÖR Tuğçe GENÇ

YAZI İŞLERİ SORUMLUSU Gizem ÖNAL

GENEL YAYIN YÖNETMENİ Tuğçe YAVUZ

SANAT YÖNETMENİ Merve ERTEN

GRAFİKER Mustafa ŞOGEN

YAYIN DANIŞANI Gizem ÖNAL

KAPAK VE TASARIM Mustafa ŞOGEN

TEŞEKKÜRLER Harun KABAN, Yasemin ABAYHAN, BARTU TABAKÇI, Arda AKÇİÇEK Yıl:0 Sayı:0 Ağustos 2017 Aylık Kültür Sanat Dergisi

BASIM YERİ YAKUT KIRTASİYE ANKARA SOSYAL MEDYA HESAPLARI Twitter/1080p

Instagram/1080p Facebook/1080p

1080pdergisi@gmail.com

Değerli Okuyucular; Yaşamın hızla akıp geçtiği bir gençlik yazında ülkenin farklı yerlerinden, farklı hislerinden toplanmış bir avuç genç. Bir gören olsa gençlik ateşi der, duyan olsa hevestir der. Biz yaşam dedik. Bu yaşam içerisinde kendimizi aktarabilecek bir alan istedik. İşte bu istek sonucunda Dergi Atölyesi’nin de desteğiyle 1080P dergisini oluşturduk. 1080P hepimizin aşina olduğu bir çözünürlük terimi. Aslında edebiyattan, sinemadan, şiirden ve şairden beklediğimizin tam zıddı terim. Ama bütün bunlardan beklediğimiz başka bir şey daha var; yaşamın bütün belirsizliğine rağmen bir şeyleri daha net görebilmek. Görebilmek diyorum çünkü bunu talep edebilecek tek duyu görmektir. İşte biz de görmenin yardımıyla sanat ve kişisel imgelem arasında bazen ters düşerek bazen düzlüğe çıkarak bir köprü kurmak istiyoruz. 1080P çizgilerini sinema üzerinden çizdiğimiz, içini sanatın diğer yanlarıyla doldurduğumuz bir dergi olmayı amaçlıyor. Çağımızın en net hali 1080P ise sanat yaşamın en flu halidir. Bu sayıda sanatımızın değerli ismi Rıfat Ilgaz’ı işledik. Yanında yeni neslin gözünden Yeşilçam’ın renkli dünyasını aktarmaya çalıştık. Değerli okuyucularımıza keyifli okumalar dilerim. Tuğçe Genç 1080P Dergisi Editörü


Romandan Sinemaya Selvi Boylum Al

Yazmalım

İÇİNDEKİLER

Metin ÖZARSLAN

Ah Güzel İstanbul

Tuğçe GENÇ

Rıfat ILGAZ ‘dan Dört Mevsim Merve ERTEN

Z Kuşağı’nın Gözünden Ye

şilçam Afişleri

Tuğçe YAVUZ

Gizem ÖNAL

Üç odalı bir ev kiraladığım gün, kurtulacak kitaplarım merdiven altındaki şeker sandığından. Belki de gün geçtikçe, tabanında halı döşeli bir kitaplığım olacak. Benden söz açıldı mı önce kitaplarımın sayısı söylenecek sonra baremdeki derecem... Bense her şeyden uzak, kitaplarımın ortasında kendimi unutacağım!


Romandan Sinemaya: Selvi Boylum Al Yazmalım Sinema yaklaşık olarak bir asırlık geçmişe sahiptir ve sanat alanında yedinci sanat olarak kabul edilir. Sinema sanatının içinde diğer tüm sanat dallarını barındırabilme gücüne sahip olduğu ve doğuşundan kısa bir süre sonra, konulu filmlere yöneldiği bilinmektedir. Sinemanın bu açılımı senaryo konusunu da gündeme getirmiştir. “Böylece daha önceden yazılmış metinler, özellikle tahkiyeye dayalı eserler sinemacıların, senaristlerin dikkatini çeker hâle gelmiştir. Dünya sinema tarihinde de edebiyat uyarlamaları sinemacılar için çoğunlukla garantili işler olarak görülmüştür. Bu işleyiş Türk sineması için de geçerlidir. Böylece Türk sinema sanatında da, gerek Türk gerekse dünya edebiyatlarından seçilen eserler, sinemaya uyarlanmıştır”

Metin ÖZARSLAN

Genelde edebiyat [özelde roman] sinema ilişkisi ve edebiyattan sinemaya uyarlanan filmler hakkında muhtelif çalışmalaryapılmaktadır. Al Yazmalım, Selvi Boylum romanı ve Selvi Boylum Al Yazmalım filmi hakkında tanıtıcı birkaç bilgi vermek; çok iyi bilinen bu edebiyat ve sinema eserine dair bilgilerimizi tazelemek bakımından gereklidir.


Filme Yakından Bakmak veya Filmi Okumak: Yakından bakıldığında bazı detaylar ilginç durmaktadır. Bunlardan en göze batanı İlyas ve Asya’nın oğulları Samet rolünün, Elif İnci adlı bir kız çocuğuna oynatılmış olmasıdır. Türk sinemasının en gerçekçi filmlerinden biri sayılan bu filmde bu tercihle seyirci kandırılmışsa da zaman içinde seyirci kitlesinde gelişen izleme bilinciyle birlikte filme yapışan bir olumsuzluk olarak kendi hususi şartları içinde yansımasını bulmuştur. Film Adana [şimdi Osmaniye] civarında çekilmiştir ancak filmde olayın geçtiği yer doğrudan belirtilmez, yine de ön camında Erzin yazan minibüsten mekân hakkında kısmen bilgi edinmek mümkündür. İlyas’ın Lakabı İstanbulludur; ancak bu yetmez kullandığı 34 plakalı kamyonla adeta onun İstanbullu olduğu seyircinin gözüne sokulurcasına pekiştirilir

Bazı romanlar filme çekildikten sonra daha çok satan veya yazıldığı tarihten sonraki dönemlerden daha fazla popüler hâle gelir. Bu filmler için de geçerlidir. Selvi Boylum Al Yazmalım filmini ve romanını da belli ölçülerde böyle değerlendirmek gerekecektir. Zira film belli oranda roman satışlarını etkilemiştir. Romanın baskılarından birinde film afişinin kapak olarak kullanılması bu konuda bir gösterge sayılabilir. Edebi eserle ve sinema arasında oluşan ilişki başlangıçtan günümüze kadar yapılmış olanlarla kalmayacak bundan sonra da devam edecektir. Hiç şüphe yok ki bu uyarlamalar salt okuyucu veya salt izleyiciyi olmasa bile okuyucu/izleyiciyi hep ikilemde bırakmaya devam edecektir. Okuyucu/izleyicinin romanı veya filmi aynı derecede beğenmesi düşünülemez. Dolaysıyla birinden birini daha fazla beğenecek olması kaçınılmazdır.

Oysa Can, İlyas’a göre daha fazla şehirli ve dolayısıyla İstanbullu izlenimi verir. İlyas’ın kamyonundaki “Aldırma Gönül” yazısı, Asya ile tanıştıktan sonra “Selvi Boylum Al Yazmalım” şeklinde değişir. “Aldırma Gönül” ifadesi Sebahattin Ali’nin şiirinin bir adıdır ve sonradan şarkı olarak bestelenmiştir ve siyasi sol akımlar arasında son derece popüler hale gelmiştir. Dolayısıyla 1970’li yılların siyasî durumu ve bu şiir/şarkının arka planı ve çağrışımları düşünüldüğünde bu kamyon yazısının ideolojik bir tercih olarak seçilmiş ortadadır. Bu seçimin Aytmatov’un içinde yaşadığı ideolojik durumla da paralellik taşıdığı düşülebilir. Asya bir köylü kızıdır, ancak annesiyle yaptığı konuşmalarda değişimden yana tavır koyan ve handiyse geleneksele başkaldıran bir tutum sergilediği görülür.

Belki de bu durum bu işin genel karakteri olarak değerlendirilmelidir. Okuyucu/izleyicinin tercihi ne olursa olsun edebiyattan özellikle romandan [daha düşük nispette hikâye ve tiyatrodan] sinemaya yapılan uyarlamalarla bu iki sanat birbirini desteklemeye devam edecektir. Her ne kadar bahse konu romandan hareketle yapılan film, romana doğrudan dayanmayan ve kendi başına bir görünüm sergilemekteyse de (Çetin 1994) yukarıda ifade edilen hususlar Selvi Boylum Al Yazmalım romanı/filmi için de söz konusudur diye düşünüyorum. Son olarak diğer başka örneklerde olduğu gibi bu filmde de edebiyattan sinemaya aktarılan eserdeki tip veya karakterlerin yaratıcısının da önüne geçen bir şöhrete kavuştuklarını ifade etmek istiyorum. Bu da sinemanın kuvvetini gösteren bir olgu olarak karşımıza çıkar.


AH GÜZEL İSTANBUL

Tuğçe GENÇ

Başlangıç sahnesinde Sadri Alışık, ‘Bendeniz..’ diye başlayarak kendisini, yani Haşmet İbriktaroğlu’nu anlatır. Bir paşa torunu olan Haşmet Bey, har vurup harman savuran, hangi işe bulaştıysa başarısız olmuş ve sonunda sokaklarda seyyar fotoğrafçılık yapmaya karar vermiş bir karakter olarak karşımıza çıkar. Kendisi bu durumu ‘Efendim, mesleğim seyyar fotoğrafçılık. Ha, başka bir iş yapamaz mıydım? Yapardım tabii, ama kendi başıma buyruk olmak istedim; yani öyle iki - üç kuruş için hürriyetimi satmak istemedim ya’ şeklinde açıklar. Bu oldukça ilginç bir açıklamadır zira filmin devamında Haşmet Bey tam da üç kuruş için hürriyetinden vazgeçen Ayşe ile tanışır ve hayatındaki değişimler başlar. Ayşe (Ayla Algan) İzmir’in bir köyünden İstanbul’a artist olma hülyaları ile gelen işçi kızıdır. Ayşe İstanbul’a geldiğinde Medeniyet Pansiyonu’ndan fotoğraflarını isterler. Pansiyonun adının ‘Medeniyet’ olması bilhassa ilginçtir çünkü pansiyonda fuhuş yapılmaktadır. Haşmet’ten de sık sık ‘medeniyet’ eleştirisi duyarız.

“Ah ihtiyar medeniyet çocuklarına sağlam yepyeni bir dünya kurmaktan bunca aciz misin? Bizi yabancı diyarlardan getirttiğin süslü yalanlarla mı besleyeceksin?”


İlerleyen süreçte Ayşe istediği her şeyi elde etmiştir fakat sahteliklere alışamamıştır. İntihar etmeyi denediği sahne oldukça ilginçtir. Aslında isteği ölmek değildir. Haşmet’in ona film boyunca anlatmaya ve yaşatmaya çalıştığı dürüst dünyaya geri dönmektir. Filmin değindiği bir diğer noktada İstanbul’un değişen çehresidir. Haşmet Bey’le beraber İstanbul’un farklı yerlerinde insanların ve şehrin Batı’ya benzemeye çalışırken güzelliklerini kaybettiklerini görürüz. Doğu ve Batı arasında ‘sıkışma’ halinin dönemin senaristlerin dikkatini çeken bir konu olduğu açıktır. Zira bu konu hala güncelliğini koruyan bir meseledir. Filmde bulunan İstanbul manzaraları elbette atlanamayacak kadar güzel, güzel olduğu kadar da özlem uyandırıcıdır. Bir tarafta kent, ruhunu yozlaştırırken diğer tarafta İstanbul’la beraber insanların ve en son müziğin dahi yozlaşmasını gözler önüne serer. Bunu zamanının filmlerine göre oldukça profesyonelce yapar. Zira Ayşe hangi yolu denediyse ünlü olamayacağını anlayıp Haşmet’in evine döner. Haşmetle aralarındaki arkadaşlık oldukça pekişmiştir. Haşmet onu nasıl ünlü yapacağını bulur. İçi boş bir şarkı yazar ve Ayşe’ye şöhret kapıları açılmış olur. Ayşe bu ‘anlamsız’ şarkılarla oldukça ünlü bir sanatçı haline gelir. Ta ki anlamlı şarkılar yapmaya başlayana kadar. İnsanlar anlamlı şarkıları beğenmeyecek kadar yozlaşmıştır. Bu ince eleştiri günümüzde dahi geçerliliğini korumaktadır. Bu eleştiri insanın aklında her dönem benzer durumlardan mı şikayetçi oluyoruz sorusunu doğurur. Gerçekten böyle mi biliyoruz fakat Haşmet Bey’in çağının ‘öteki’ algısını tüm gerçekliğiyle ortaya koyduğu açıktır

Filmi izlerken bazen İstanbul’un güzelliğini bile geçen bir şey daha vardır; Haşmet Bey’in kulağımızın pasını silen Türkçesi. Kullandığı kelimelerden, kibarlığına kadar her şey o kadar incelikli ve bizden o kadar uzaktadır ki film bittiğinde kulaklarımızdan ‘Ben Haşmet İbriktaroğlu’ sesi silinmez. Ayrıntılarını vermekten bilhassa kaçındığın film Türk toplumun her devirde sorunu olmuş olan Doğu ve Batı çatışmasını ele alır. Filmin özeti şeklinde olacak sahne ise son sahnedir ;

‘Ayşe: Napıcaz şimdi bundan sonra Haşmet: bilmem ama yaşıyoruz, iki kişiyiz ve birbirimizi seviyoruz. korkma dünyada her zaman inanılacak sağlam şeyler bulunur.’


RIFAT ILGAZ‘DAN DÖRT MEVSIM

Merve ERTEN

82 yıllık çalkantılı bir ömür... Zorlu, acılı, müzmin hastalıklarla kuşatılmış ama bir o kadar da inatçı, kararlı bir çınar misali yaşanan bir ömür... Yıllardır aynı keyifle izlediğimiz, her bir karakterinin ailemizden biri gibi olduğu Hababam Sınıfı’nın yazarı Rıfat Ilgaz, 1911 yılında Kastamonu’nun Cide ilçesinde dünyaya geldi. Muallim Mektebinden mezun olan Ilgaz, ülkenin çeşitli yerlerinde öğretmenlik yaptı. Küçüklüğünden beridir edebiyata olan ilgisi onu Gazi Eğitim Enstitüsünde edebiyat eğitimi almaya itti. İstanbul’da bulunduğu yıllarda Türkçe öğretmenliği yaptı ve felsefe eğitimi aldı.

Yazın yaşamına Nazikter, Açıksöz dergileri; Güzel İnebolu, Güzel Tosya, Samsun gazetelerinde yazdıklarıyla başladı. 1943’te ilk kitabı “Yarenlik” yayınlandı. Yaşamının en üretken yılları verem hastalığı yüzünden tekdüze geçmiş olup, yazdığı kitapların dönemin toplumsal yapısından ve “Her şey açık açık söylenmelidir.” düşüncesiyle kullandığı üsluptan dolayı toplatılması ve cezaevinde kalmasıyla geçti.

“Tek suçunuz hür insanlar gibi konuşmak, kitaplar suç ortağınız. /Rıfat Ilgaz


“Elim birine değsin Isıtayım üşüdüyse; boşa gitmesin son sıcaklığım…” Toplumsal gerçekçiliği köy ve kent sorunsalında birleştirdi ve yoksulların yaşamını, siyasî görüşünü yalın bir dil ve bazen sert bir üslupla eserlerine yansıttı. Hem edebiyat yaşamında hem de kişisel yaşamında toplumcu bir tutum izlemiş olup toplumsal gerçekçiliğin önde gelen temsilcilerinden biri olmuştur. Rıfat Ilgaz’ın toplumcu, pragmatist ve hümanist yönünü ömrünün son yıllarında giderayak yazdığı şu dizelerde görmek mümkündür: Yazdığı toplumcu şiirlerle isim yaptıktan sonra mizah yazarlığına geçen Rıfat Ilgaz, 1940’a kadar romantik, 1940 sonrası yazdıklarında ise toplumsal gerçekçi bir özellik göstermiş ve kuşağın en tanınmış sanatçılarından olmuştur. Şiire tutkulu olan bir sanatçı olmasına rağmen, “öykü-oyun-roman” denilebilecek, güldürme öğelerini de içine alan karma bir tütün yazarı olarak tanınmış ve okunmuştur. Hayatının sonuna doğru çocuk edebiyatına yönelmiş olan Ilgaz, 1993 yılında İstanbul’da aramızdan ayrıldı.


Hababam Sınıfı Sanat yaşamının asıl ününü 1957 yılında yazmış olduğu Hababam Sınıfı romanıyla yakaladı. Önce dizi hikâye olarak Dolmuş dergisinde yayımlanan Hababam Sınıfı sonradan roman olarak toplandı. Film uyarlamalarına esin kaynağı oldu. İnek Şaban, Güdük Necmi, Hayta İsmail, Damat Ferit, Tulum Hayri, Kalem Şakir, Kel Mahmut, Hafize ana, Badi Ekrem, Domdom Ali... ve diğerleri. Hepsi de defalarca izlediğimiz ama unutamadığımız Hababam Sınıfı’nın yaramaz öğrencileri. Büyük küçük herkesin severek izlediği ayrı bir dünya . Türk halkı onlarla büyüdü, onlarla ağladı, onlarla güldü. Rıfat Ilgaz, Türk eğitim sistemini eleştirmek amacıyla kaleme almış olduğu Hababam Sınıfı’nı şu sözlerle dile getirmiştir: “’Ben çöken eğitim sistemini anlattım. Hepimiz ölen bu sisteme bakarak güldük.’’


Karartma Geceleri Karartma Geceleri, Rıfat Ilgaz’ın 1974 yılında yayınlanan romanıdır. II. Dünya Savaşı sürecinde kitabı toplatılan öğretmen-şair Mustafa Ural’ın hikayesini anlatır. Roman, yazarın öteki yapıtları gibi ülkemizin bir dönemine tanıklık yapmakla kalmayıp, (belgesel kalıplarını yırtarak) ülkemiz tarihine ışık tutmaktadır. Roman adını II.Dünya Savaşı yıllarında hava kararmasından itibaren evlerde ve işyerlerinde yapılan karartmalardan almaktadır denebilirse de, yaşanılan dönemin belirtilmesi için, romana bundan daha güzel bir ad bulunamazdı. Başka bir deyişle Karartma Geceleri’ni bir imge olarak da düşünebiliriz. Burada yazarın karartma sözcüğüyle anlatmak istediği kentin ışıklarının karatılması değildir sadece. İnsanların yaşamlarının karartılmasını da imlemek istemiştir, yazar. Yapıt boyunca karartmaktan söz eder.


Z KUŞAĞI’NIN GÖZÜNDEN Eskiden sokaklarda karşımıza çıkan afişlerin yerini, şimdi dijital ortamlarda yayımlanan tanıtım filmleri alıyor. Bizler -Z kuşağı- çocuklarının sadece dijital platformlarda karşısına çıkan afişler ve Yeşilçam’ın efsanevi tasarımlarına sahaf veya internet dünyasından ulaşılabiliyor olması geçmişe bir yolculuk macerası aslında. Bizlerde ilk sayımızda bu maceralara yer vermek istedik ve sizlerle Yeşilçam’ın kimi zaman absürt kimi zaman eğlenceli , bir o kadar gerçek olan afişlerini 1080P olarak iftiharla sunarız.

1983 yapımı Çetin İnanç ve Cüneyt Arkın işbirliği ile hayata geçen, diğer filmlerde olduğu gibi absürdizmin doruğa ulaştığı, bugün hala niçin yazılıp çekildiğini çözemediğimiz; Cüneyt abimizin; motosiklette, barda, gemide, ormanda dövüştüğü; kadınlarla başının beladan kurtulmadığı, en sonunda hızını alamayıp denizdeki köpek balığına bile dövüştüğü bu görsel şölenin naçizane afişi.

Kahramanımız film boyunca suçluları yakalamak adına gösterdiği profesyonel yetkinliği afişte gözler önüne sermeyerek alçak gönüllülüğünü (!) ortaya koymuştur. Afişte eyeri bile atın taşımaması bizlere o dönemlerde bile hayvanlarında bir can taşıdığını hatırlatma niteliğinde. Arkadaki alımlı hanımefendiye göz atacak olursak şehri ve kendisi için her şeyi ele alabildiğini affedersiniz göze alabildiğini görebilirsiniz.


YEŞİLÇAM AFİŞLERİ Tuğçe Yavuz- Gizem Önal

“Turkish Star Wars” olarak adlandırılan film,tartışmasız şekilde dünyada en çok tanınan Türk filmi. Mantık hataları, teknik eksiklikler bununla birlikte; dünyadan kopup uzaya sürüklenmiş yatır olarak gösterilen Hacı Bektaş Veli türbesi ve daha niceleri…İşin kötü tarafı;dünyadaki bazı üniversitelerde daha kötü bir film çekilemez denilerek derslerde tanıtılmasıdır. Filmin bıraktığı izlenim, Türk Sineması’nın imajında uzun süreli bir yıkıma neden oldu. Bunlar hep kısıtlı bütçeden.

Trajedi yaratmak için tüm sınırların zorlandığı, absürdizmin arşa çıkartıldığı, tuhaflıklar silsilesi bir film. Filmde her çaresiz kadının hayat kadını olması, evde ekmek almaya para yokken bir kitabın tüm serisinin okunması ve liseli aşıklar gibi birbirine koşan erkek kardeşler… Daha ne olsun ki. Buyurun efendim bu da afişi.


BİRAZ DAHA SABIR Gözünü yıldırmasın karakış, Altında sağlama yatağın, Hastanede sıran var. Ne kaldı ki şurada, Ekim, Kasım, derken Aralık Sabrın tükenmezse eğer, Heybelide’sin bahara doğru. Bilirsin can boğazdan gelir, Senin neyine şu bakır mangal, Çıksın çadırcılara... Bilmem işine yarar mı artık, Şu duvardaki palto, Yok işte çalışmaya dermanın! Hele otursun şu barış yerine, Sık dişini! Her şey düzelecek yakında, Her şey yoluna girecek; Doktor kapına gelecek, İlaçlar ayağına. Bakma kesildiğine terkosun Şerbet akacak çeşmelerden! Bu sıcağa kar mı dayanır, Dirilirsin bayrama varmadan, Kalkarsın ayağa. Sıtmalı kızının Doya doya öpersin yanaklarını. Biraz daha sabır, aslanım, Biraz daha sabır!

RIFAT ILGAZ




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.