heybe Yıl: 1/2014 Sayı: 2 - Üsküdar Gençlik Merkezi Dergisi
Gençlik Dergisi
Sinemaya yeni soluk
BAŞKA SİNEMA
TASAVVUFTA MÜZİĞİN YERİ
Röportaj
DİN, HAYAT ve SAN’AT MEKTEPLERİ;
Zehra Türkmen ile
Tekkeler ve Zaviyeler
28 Şubat’ı konuştuk:
Vay halimize T A B U S 8 2 SÜRECİ VE BUGÜN
Editörden; Bir Üsküdar Gençlik Merkezi Dergisidir
Üsküdar Gençlik Merkezi kapılarını açtığı günden beri sayısız programa imza attı. Gerçekleştirdiği bütün programlarda mutlaka gençlerin imzası oldu. Her çalışmamızda ayrı bir heyecan ve ayrı bir coşku yaşadık. Şimdiki heyecanımızın adı gençlik merkezimizde oluşan birikimin okuyucuyla buluşmasını sağlayacak olan e dergi çalışması. Merkez bünyesinde kurulan kulüplerde gönüllü olarak çalışma yapan öğrenci arkadaşlarımızın, sesini duyuracakları, fikir ve duygularını paylaşacakları bir yayın olan Heybe ilk sayısı ile sizlerle. Dergimize Heybe dedik çünkü biriktirdiğimiz bazı şeyler var. Kültür, sanat, estetik, tarih, edebiyat, gündem kısacası hayata ve insana dair heybemizde biriktirdiğimiz fikirlerimiz var. Üsküdar Gençlik Merkezi gençliğe seyirci olmaktan ziyade sahada olma fırsatını sunmuştur. Sahnede olan, düzenleyen ve organize eden hep gençlerimiz olmuştur. Aylık olarak yayınlamayı planladığımız heybe dergimizi de vücut haline getiren gençlerimizin kendisi olmuştur. Konuların belirlenmesinden, yazımına kadar her şey genç kalemlerimizden çıktı. İnanıyoruz ki bu çalışma geleceğin sanatçılarına ve yazarlarına ilk eserlerini yayınlama imkânı verecektir. İlk sayımızda 99. Yılında Türk Sinemasını, Şiir dünyamızın önemli ismi Nurullah Genç’i, fotoğraf sanatını, cilt sanatını, Bilge Kral Aliya’yı, dünden bugüne Ermeni Meselesini, müziğin doğuşunu, Muhsin Ertuğrul’u, Amerika’nın yok ettiği değeri Kızılderililer ve dillerini konuştuk. Bununla beraber medya üzerine Ersoy DEDE ile bir röportaj gerçekleştirdik. Çıktığımız yolun zorlu olduğunun farkındayız. Zaman geçtikçe dergimiz istediğimiz seviyeye ulaşacak ve hakikatin aydınlanmasına katkıda bulunacaktır. Eksiğiyle fazlasıyla, sizlere dolu dolu bir sayı ulaştırmaya çalıştık. Amacımız bundan sonra da heybemizde biriktirdiğimiz doğruları sizlere sunmak olacaktır. Dergimizin herkes için hayırlara vesile olmasını diliyoruz. İyi okumalar…
Aşkın Yıldız Üsküdar Gençlik Merkezi Müdürü
YIL: 1 - 2014 SAYI: 2 İmtiyaz Sahibi MUSTAFA KARA YAYIN DANIŞMANI SEMA SİLKİN YAYIN YÖNETMENİ AŞKIN YILDIZ HAZIRLAYANLAR İBRAHİM ATLI, EMRE NUR, YASİR DAĞERİK, MEHMET İPEK, ZEYNEP BETÜL KAVAK, MUSTAFA ORHUN ÇETİN, MUHAMMED HÜSEYİN DEMİREL, SERRA İNNER, ŞEYDA ODABAŞ BAL, SAMET FATİH AKBABA, GÖKHAN KILIÇARSLAN, NURGÜZEL KORKMAZ, CEMRE YILDIZER, ZEHRA ZEYNEB GÖNÇ, TUĞÇE BAL, SERHAT BALCI, DOĞUKAN SANAL, YUNUS EMRE DÜLGER, AHMET MESUT KAYIŞ, YUNUS ARSLAN, SEVDE SÖZEN, TAYYİBE NUR KAYA, RABİA NUR AY, FURKAN PAŞAOĞLU, MAİDE BUKEM ERDÜNDAR, AYŞE KÜBRA KAFADAR, AZADE SEL, ÖMER BOZKURT, YÜSRA SÜMELİ, ENES AKTAŞ, İSMAİL SEVİM, CEMRE YILDIZER, MERVE GÜLER, NURGÜZEL KORKMAZ GÖRSEL TASARIM HÜSEYİN KIZILAY ADRES BURHANİYE MAH. GENÇ OSMAN SK. NO: 13 ÜSKÜDAR - İSTANBUL TELEFON (0 216) 401 10 30 WEB ADRESİ www.heybedergisi.com MAIL bilgi@heybedergisi.com
İçindekiler İçindekiler
28
‘Gelenekten Geleceğe Ebru
Sanatı’
8
28 Şubat’lar, Şimdi Sinemalarda!
14
ASA/ISO Nedir?
50 Türk Tiyatrosunda
Afife Jale
Ölümsüz Vatanın Hür Şairi
10
NAMIK KEMAL
56 İngiliz Edebiyatı
22 Özgür-Der Çocuk Kulübü Başkanı, Haksöz Dergisi ve Milat Gazetesi Yazarı Zehra Türkmen ile
28 Şubat’ı konuştuk: Sinemaya yeni soluk
6
başka sinema
52
II. Abdulhamid ve Yıldız Sarayı Tiyatrosu
36
Din, hayat ve san’at mektepleri: Tekkeler ve Zaviyeler
SİNEMA
Hazırlayan: TALHA ULUKIR
Sİnemaya Ü
lkemizde sinemanın en büyük engeli olan dağıtım tekelinin kırılması yolunda atılan büyük bir adım Başka Sinema. AVM tarzı sinema salonları, birkaç kuruluşun elinde, bu bile sinemanın amiyane tabirle abur cubur bir eğlence aracı olarak anlaşılmasına, tüketilmesine neden oluyor. Sinema salonlarında son yıllarda tekelleşme daha da belirginleşti. İki büyük şirketin birleşmesiyle oluşan yeni dağıtım ağının salonların büyük bölümünü eline geçirmesi ve bu salonlarda görece daha düşük bütçeli ve “bağımsız” filmlere yer verilmemesi, uçurumun da büyümesine neden oldu. Beyoğlu Sineması gibi Ankara’daki Büyülü Fener Sineması gibi sinemaların da ayakta kalmaları doğal olarak güçleşiyor. Bir yandan iş yapacakları filmleri oynatamıyorlar diğer yandan da vizyon şansı bulamayan o kadar çok film var ki, bunlar için yeterli sa-
Başka 6 y heybe gençlik dergisi
SİNEMA
Yenİ Soluk: lonları yok. Oynadıklarında da bu filmlerle salonları döndürmeleri maddi olarak mümkün değil. Festivallerde ödüller toplayan filmlerin vizyona dahi giremediğine şahit olduk ve çoğumuz o filmlere ulaşamadık bile. ‘‘Bize Her Gün Festival’’mottosu ile yola çıkan bu akım ulaşması zor olan bu filmleri izleyicilerin ayağına kadar getirerek büyük bir iş yapıyor gerçekten. İzleyicisine, aynı salonda günde en az üç film sunacak olan Başka Sinema’da filmler görmenize yetecek kadar uzun süre vizyonda kalıyor. Üstelik seanslarda (filmler 110 dakikadan uzun değilse) ara verilmiyor. Sürpriz film geceleri, kısa filmler, fragman seansları, gala gösterimleri, seanslardan sonra film ekibiyle sohbetler, izleyicinin katkısıyla yaratılacak etkinlikler, hep seyretmek istediğiniz ama kaçırdığınız filmler Başka Sinema’da izleyicilerini bekliyor.
Sİnema heybe gençlik dergisi y
7
SİNEMA
Hazırlayan: MÜNTEHA KAR
28 Şubat’lar, Şimdi Sinemalarda! t’lar a b u Ş 8 2 : I D A N İ FİLM Tür: Korku, dram El a r a K : n e tm e n ö Y çiler k i l r i b ş İ : o y r na Se hte Oyuncular: Sa Kahramanlar Işıklar söndü, nefesler tutuldu, gözler beyaz perdeye kilitlendi. Sahne 1: Ağır ağır yukardan aşağıya yağÜrkek, çekingen gözler yine kilitlendi beyaz lı bir ilmek sarktı. Ürperdi tüm canlar. Bir dal perdeye. gibi sallandırıldı bir başbakan. Darağacı ağlaSahne 2: Boğazın mavi sularına sinsi bir dı.. Gözler, ruhlar, bakışlar, nefesler, yüzler kireç timsah gibi süzüldü Amerikan zırhlı savaş gegibi dondu, tepkisiz. Korku beyni deldi geçti, bir misi. Çığlıklar, tel’inler, hançer gibi yüreğe saplandı acı. Karardı beyaz “KAHROLSUN EMPERYALİZMLER” perde ve ölüm sindi yeryüzüne 27 Mayıslarla... “YAŞA VAR OL ÜNİVERSİTELİLER”
8 y heybe gençlik dergisi
SİNEMA Sahne 3: Bir kan gölü, suikastlar ve İsrail büyükelçisi Elrom yerlerde. Korku daha da büyüdü. Kalp atışları TİK TAK TAK... Postallar... RAP RAP RAP!... Ve 12 Mart!... Sahne 4: Uzaktan darağaçları görünür beyaz perdede, yaklaştıkça belirginleşir sallanan canlar ve sosyalist heyecanlar... Sahne 5: Karanlıkların içinden Silah sesleri, patlayan bombalar, itişmeler, kakışmalar ve çatışmalar... KAOS... Sahne 6: Bir şafak sökerken deldi kulakları siren sesleri ve yataktan korkuyla fırlayan insan bedenleri... Sahne 7: “Vatanın Selameti İçin Türk Askeri Ülke Yönetimine El Koymuştur!...” Siyah beyaz televizyon ekranlarından omuzları kalabalık yıldızlı Kenan Evren’in yankılanan gürlemesi. Sahne 8: Darağaçlarından ormanlar kurulurken, muhtıranın sesi Hasan Mutlucan yiğitlik türküleri çığırır radyolarda günlerce... Sahne 9: Anayasayla katledilir tüm özgürlükler. Sürer gider 12 Eylüller.... Sahne 10: Aysız bir gece, derin bir karanlık, dağlarda insan silüetleri, keleşler omuzda... Çatışma sesleri, panikler... Sıra sıra dizili al bayraklı tabutlarda şehitler,.. Emperyalistlerin oyunlarıyla vatan ağlar kardeş kardeşe vurdurulurken... Sahne 11: Asaları ellerinde, imanları dillerinde garip bir güruh Ankara sırtlarında, Acz-i Mendiler... Bir türlü hortlayamayan irticayı hortlatmaya geldiler... Sahne 12: Tanklar yürütüldü Sincan’da yüreklerin üstünden... Sahne 13: Karanlıkların içinden takır takır takır matbaa sesleri... Sahibinin sesinden utanç dolu puntolar, manşetler...
Sahne 14: Kilometrelerce uzayan kortej; Fatiha’larla Yasin’lerle uğurladı aşına zehir katılan Cumhurbaşkanını... Sahne 15: “Şapkamı alır giderim”ci bir prototip Köşk’te kumpaslar peşinde... Hükümetler devrilir, hükümetler kurulur istifalarla masalarda... Sahne 16: Ürkek gecelerin koynundan kilit sesleri... Kapatılır İmam Hatipler, Kur’an Kursları... Mühürlenir dillerde Allah kelamı... Sahne 17: İstanbul Üniversitesi’nin kapısının önü, Beyazıt’da cob sesleri ve geriden gelen postal gürültüleri... Başörtülerine asılan polisler, yerlerde süründürülen, dövülen, ağlatılan, hayalleri ellerinden çalınan üniversiteli kızlar... Ve büyük bir utanç; İkna Odaları... Sahne 18: Beyaz perdeden kara kelimeler dökülür: NATO, NAFTA, OPEC, IMF, Avrupa Birliği, Birleşmiş Miletler, Dünya Bankası, Euro, Dolar, Borsa, İsrail, ABD, CIA, FBI, MOSSAD, MI 6, MİT, Banka, faizci lobiler, enflasyon, develüasyon, depresyon, soyulup soğana çevrilen hazineler, KOBİ’ler. Fakirleştirilen bir ülkenin dramı... Postmodern devrimler; 28 Şubatlar… Sahne 19: Diklenir yürekler postallara, emperyalist çıfıtlara... Ayağa kalkar adım adım BAĞIMSIZLIK rüyası 2023‘lere vizyon koyarak! Sahne 20: 28 Şubatlar hortlatılmak istenir 17 Aralık’larda... Ahh! Kırılası karanlık eller!... Bu filmi şaşkınlıkla izleyen kitleler Kara El’in senaryolarını net gördüler. Sinema salonundan ayrılırken herkesin içinde ortak bir ses: “KORKMA sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak!... KORKMA bu nesil karanlıklara bir güneş gibi doğacak!” heybe gençlik dergisi y
9
EDEBİYAT Hazırlayan: EZGİ ATEŞ
ÖLÜMSÜZ VATANIN HÜR ŞAİRİ
NAMIK KEMAL 10 y heybe gençlik dergisi
B
EDEBİYAT “Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini Yok mudur kurtaracak bahtı kara maderini”
öyle karışık bir zamanda çıkagelen bir kahramandı, cesurdu, yeniliklerin adamı, edebiyat sevdalısıydı… “Vatan, vatan…” diye naralar atan bir şairdi Namık Kemal. “Usanmaz kendini insan bilenler halka hizmetten / Mürüvvet-mend olan mazluma el çekmez i’anetten” sözüyle sanatı toplum için kullandığını ispatlıyordu. “Ne mümkün zulm ile bidad ile imha-i hürriyet.” fikrini savunan Vatan Şairi, bu vatanda verilmesi gereken hürriyet mücadelesini sonuna kadar destekliyor, “İnsanın hak ve maksadı yalnız yaşamak değil, hürriyetle yaşamaktır.” cümlesiyle de gayesini açıkça ifade ediyordu. Aynı zamanda idealist bir önder olarak Meşrutiyet için çalışan Namık Kemal, çetin bir hürriyet timsaliydi, “vatan sevgisi”ni şiirlerine kaynak tutan bir şair olarak da bir ilke imza atıyordu. Onun yaşadığı günlerde, vatanı din ile beraber düşünmek bir zaruretti ki esasen dindar biri olan Namık Kemal, göndererek Peygamber’in mezarına vatanı ağlaya ağlaya, şikâyet ettirirdi oradan yurdun kara günlerini Allah’a: “Git, vatan! Bir kolun Ravza-i Nebi’ye uzat! Birini Kerbela’da Meşhed’e at! Kâinata, o hey’etinle görün! Şiir, onun için halka ulaşmakta kullandığı bir araçtı. Söylenilen her kelimenin gönüllere nasıl tesir edebileceğini çok iyi bilen Namık Kemal, vatanı hürleştirebilmek için verdiği mücadeleye şiirleriyle halkı da çağırdı. Biliyordu ki; bu güç durumdan kurtarabilecek vatanı yegâne güç elbet-
te insandı. Öncelikle asıl gaye damarlarda gezinen vatan sevgisi ve hürriyet kanını halkın nazarında uyandırmaktı: “Eder tedvir-i âlem bir mekinin kuvve-i azmi Cihan titrer sebat-ı pay-ı erbab-ı metanetten” Canlanınca heyecan yüreklerde çağlayan, ardından çağırdı halkı Namık Kemal bu vazifeye gönlünü adayan: “Sıdk ile terk edelim her emeli her hevesi Kıralım hail ise azmimize ten kafesi İnledikçe eleminden vatanın her nefesi Gelin imdada diyor bak budur Allah sesi” Bir yandan da kurtarmak gerekti halkı sen ben kavgasından: “Memleket bitti yine bitmedi hala sen ben Bize bu hal ile bizden büyük olamaz düşmen” Halka adanmış bir ömür… Sürgünlerde eskiyen bir gençlik… Yine de örnek bir fedakârlıkla bitmek bilmeyen bir azim… Ve bu azme layık ölümsüz dizeler: “Felek her türlü esbab-ı cefasın toplasın gelsin Dönersem kahpeyim millet yolunda bir azimetten” Namık Kemal’in yürekten bildiği bir şey vardı ki; vatan ve millete, hak ve hürriyete karşı alınan bir vazife, ebediyete erene dek sürerdi: “Musırrım, sabitim, ta can verince halka hizmette Fedakârın kalır, ezkarı daim kalb-i millette Denir bir gün gelir de saye-i feyz-i hamiyyette Kemal’in seng-i kabri kalmadıysa namı kalmıştır.” “Yüksel ki yerin bu yer değildir / Dünyaya heybe gençlik dergisi y
11
EDEBİYAT geliş hüner değildir” dizeleri Namık Kemal’in çalışkanlığı sayesinde sadece vatan sevgisini hissetmekle kalmadığının, aynı zamanda onun aksiyon insanı olduğunun göstergesidir. Kendisinden çok etkilenen şairlerden olan Süleyman Nazif, onun için “Bizi yaratan Allah, yetiştiren Namık Kemal’dir.” demiştir. “Arş yiğitler vatan imdâdına” nakaratlı Vatan Türküsü, “Gavgada şehâdetle bütün kâm alırız biz / Osmanlılarız cân veririz nâm alırız biz” nakaratlı Vatan Şarkısı, Vatan Kasidesi, Vatan Manzumesi büyük yankı uyandırmış, çok sevilmiştir. Edebiyata kazanılmış bir mirastır Namık Kemal’in her sözü. Vatan ve hürriyet kokan ve son olarak milli duygularımızı okşayan, sevilen bir şarkı dökülür Namık Kemal’in dudaklarından: VATAN ŞARKISI Kalkın ey ehl-i vatan biz de şadan olalım Din ü millet uğruna haydi kurban olalım Şan günü bu gündür bu milletin aslanları Çekelim kılıçları dökelim al kanları Söylenilecek nice sözler tutulmuştu dillerde, bir şiir yıldızı daha göçmüştü ebediyete. Namık Kemal’in ardından oğlu Ali Ekrem Bolayır’ın da dilinden döküldü nice gözyaşı dolu kelime: “Milletin kalbinden zelzelelerin, tufanların sökemeyeceği Namık Kemal’in namı ebedidir ve kendisi, ‘Ölürsem görmeden millette ümmid ettiğim feyzi Yazılsın seng-i kabrimde vatan mahzun ben mahzun’ beyti gibi mahzun bir şekilde vefat etmiş ise de, büyük Türk vatanı uğrunda feda ettiği büyük canını ebediyette bıraktığına vicdanen kani olarak Allah’ına kavuşmuştur.”
12 y heybe gençlik dergisi
EDEBİYAT
NAMIK KEMAL VE VATAN YAHUT SİLİSTRE Namık Kemal, tarihi boyunca yaşamış ecdadını, ecdadının kanıyla ıslanmış bir vatanın evladı olduğunu unutmak üzere olan bir milletin, eski şuur ve heyecanını tekrar diriltmek, onu bu şiddetli tehlikeden kurtarıp bilinçlendirmek için edebiyatı ve tiyatroyu seçmiştir. Yazıldığı ve sahnelendiği dönem sonrasında ülkede çok yankı uyandırmış, bir diğer ifadeyle amacına ulaşmış olan Vatan Yahut Silistre, müellifinin Magosa’ya sürgüne gönderilmesine sebep olsa da küçük bir kıvılcım olup, gönüllerde sönmeye yüz tutmuş vatan aşkının ateşini alevlendirmeyi başarmıştır. Sayfalara aktarılmış birkaç kelimenin böylesine büyük etkiler meydana getirmesi elbette bir odaya çekilip kahve molaları vererek, şöhret olmak için söz oyunları derleyerek değil, ızdıraplı ve sancılı gecelerden elem dolu sabahlara milletin kurtuluşu için ne yapılabilir düsturuyla uyanıp, yine bu yolda değil koşmak rüzgar olup esercesine faaliyet göstermekle olacaktır. İşte Vatan Şairi vasfını yüreğindeki bu aşkla kazanmış olan Namık Kemal çileli bir dönemde bu eseri kaleme almıştır. Vatan Yahut Silistre 1 Nisan 1873 tarihinde Gedikpaşa Tiyatrosu’nda oynandığında seyirciler gördükleri karşısında kendilerine hakim olamamış, bir hisli yüreğin feryadı olan bu tablo onları çok heyecanlandırmıştı. Bu olaylardan beş gün sonra, 6 Nisan tarihinde sürgüne gönderilen Namık Kemal gitmek zorunda kaldığı için belki biraz buruk
ve bunu yapanlara kırgın, ama geride bıraktığı bir avuç vatandaşından kendine dert ortağı bulduğu için bir o kadar huzur doludur. Emeğinin boşa gitmediğini görmek ona bu uğurda daha hızlı yol alma arzu ve iştiyakını verecek, canla başla çalışacaktır.
Namık Kemal
21 aralık 1840 tarihinde Tekirdağ’da dünyaya gelmiş olan Namık Kemal dil ve edebiyata olan ilgisini sağlam kalemiyle birleştirmiş ve devrinde çok konuşulan bir şahsiyet olmuştur. Encümen-i Şuara’da tanıştığı edebiyat çevresi ve sonrasında İbrahim Şinasi ile olan arkadaşlığı onun düşünce ufkunu da genişletmiştir. Bir süre sonra Ziya Paşa ile Avrupa’da önce Paris daha sonra Londra’da çalışmalarına devam etmiştir. Hürriyet gazetesini bu yıllarda çıkarmış ve kişiliğinin ve kaleminin gücünü kelimelerine yüklemiştir.1870 yılında İstanbul’a dönerek İbret Gazetesi’nde çıkan yazı sebebiyle Gelibolu’ya atanmıştır. Burada Vatan Yahut Silistre’yi yazmış ve İstanbul’a döndüğünde alkışlarla karşılanmıştır. Padişahın aleyhine yazdığı beyit sonrası yargılanmış 6 ay hapisten sonra sırasıyla Midilli, Rodos ve Sakız Adası’nda mutasarrıflık görevlerinde bulunmuştur. Adada rahatsızlanarak 2 Aralık 1888’de hayata gözlerini yummuş, Şehzade Gazi Süleyman Paşa’nın kabrinin yanıda defnedilmiştir.
heybe gençlik dergisi y
13
FOTOĞRAF
Hazırlayan: İkbal Hümay Akyıldız
ASA/ISO Nedir? Ne değildir?
F
otoğraf çekiminin ana ilkesi ışığa karşı duyarlılaştırılmış film ya da dijital sensörün, duyarlık oranına uygun olarak, yeterli bir süre içinde gerekli miktarda ışığı etkisi altında tutulmasıdır. Ülkeden ülkeye değişiklik gösteren film duyarlık ölçü birimi Türkiye’de ASA, ASA/ISO ya da
14 y heybe gençlik dergisi
ASA/DIN standartlarıyla gösterilir. ASA (American Standart Association) Amerikan Standartlar birimi, ISO (International Standart Organisation) ise Uluslararası Standartlar Kurumu birimidir. Yani kısacası fotoğrafın ışığı ne kadar alacağına karar verir. 100 ila 12800 değerleri arasında seyreden
FOTOĞRAF ASA/ISO değerinin çekilen fotoğraf üzerinde ışık miktarı ve hız etkisi dışında dört önemli etkisi daha vardır. ASA/ISO seçimi yaparken filmin yoğunluk, kontrast, gren ve toleranstan nasıl etkileneceğinin bilinmesi ve bu sonuçlara göre tercih edilmesi gerekir. Yoksa fotoğraf kapkaranlık yahut patlamış ve kumlu çıkabilir. Gren: Filmin bir katmanına sürülen gümüş, oluşan kristallerin şeklinin ve dağılımının sebep olduğu noktacıklardır. Görüntü oluşturan gümüşün iri tanecikli ve düzensiz dağılımı, görüntünün sayısız küçük noktacık barındıran bir hâl almasına sebep olur. Fotoğraf büyütüldükçe bu noktacıklar da büyüyerek kalitesiz bir görüntü oluşturur. Bu duruma halk dilinde “kumlu”, “gürültülü” “noise” da denir.
: s ar n
Çekimde oluşan pozlandırma hatalarını telafi etme oranını ifade eder. Ara tonları gösterme ve küçük pozlama hatalarını telafi etme, yüksek ASA filmlerde daha fazladır. Genellikle ISO/ASA azaltıldıkça aynı oranda yoğunluğu ve kontrastı artar, greni ve toleransı azalır. Yani özetle, tolerans çözünürlüğün kalitesini belirler.
e l To
Kontrast: Siyah beyaz fotoğrafta en siyah ve en beyaz yerler arasındaki ton farkıdır. Yani zıtlığıdır. Renklide ise açık ve koyu renkler arasındaki ton ya da şiddet farkıdır. Kontrast yükseldikçe görüntülerde siyah ve beyaz belirginleşir, griler ise kaybolur. Yani kontrastı yükselttikçe açıklar daha açık, koyular daha koyu olacak ve detaylar azalacaktır. Yoğunluk: Genellikle kontrastlıkla karıştırılan yoğunluğa keskinlik de denir. Yoğunluk, yan yana gelen iki farklı renk arasındaki geçiş keskinliğidir. Fotoğrafın renklerinin birbirinden keskin bir şekilde ayrılması ve doygun görünmesinde yoğunluk çok etkilidir. Kırmızıyı kırmızı yeşili yeşil yapan işte bu doygunluktur.
ISO’yu ne zaman yükseltmek gerekebilir? 200 -> 2000 Fotoğraflanacak konu hareketli mi? Enstantaneyi yükseltseniz de yetmedi mi? k Ortam düşük ISO’da enstantaneyi düşseniz de karanlık mı çıkıyor? k Yanınızda tripodunuz yok mu? (Tripod, makinayı sabitleyerek, ışık yetersizken enstantaneyi saniyelere çekerek, çok daha düşük ISO’lara izin verir.) k Gürültülü olsun mu istiyorsunuz? k
(Bazen fotoğrafları gürültülü/grenli yapmak eskitilmiş, filmografik bir görünüm sağlamak için bir tercih olabilir.) Siz yine de mümkün olan en düşük ISO’yu kullanmaya gayret edin. 12800 gibi değerler hayal ürünüdür. 2000den sonraki değerler fotoğrafın kalitesini belirgin ölçüde düşüreceği için, tripod yahut flaş kullanmak gerektirir.
Düşük ışıkta yüksek ISO (2000)
Düşük ışıkta düşük ISO (200)
heybe gençlik dergisi y
15
FOTOĞRAF
f/14
½ sn
ISO 320
f/14
2” sn
ISO 320
Enstantane Nedir? Ne değildir? Diyafram düzeneğiyle miktarı ayarlanmış olan ışığın belli duyarlıktaki filmin düzlemini ne kadar süreyle etkileyeceğini belirleyen obtüratör (örtücü) perdesinin farklı değerlerden oluşan açılıp kapanma hızına denir. Fotoğraf makinesinin karanlık bölmesinin önünde, objektif yuvasının arkasında bulunan bir perde ve onun açılıp kapanmasını sağlayan bir mekanizmaya ise obtüratör denir. Özetle, enstantane fotoğrafın ne kadar süre ışık alacağına karar veren perde hızıdır. Hareketli objelerin karede hareketli mi, hareketsiz mi olacağını enstantane belirler. Saniyenin 4000de biri (1/4000) ile 30 saniyelik (30”) pozlama değerleri arasında değişebilen enstantaneler, hareketli ya da durağan konuların net ve keskin detaylı olarak mı yoksa belli bir hareket izlenimi ifade edecek biçimde bulanık olarak mı kaydedileceğini belirler. 1/4000lik enstantane çok hızlı bir arabanın bile net pozunu yakalarken, 3 saniye pozlanan ara-
16 y heybe gençlik dergisi
baların ışıklarından renkli trafik şeritleri oluşur. Tabi uzun pozlamanın net fotoğraf vermesi için tripoda ihtiyaç duyulur. Pozlandırmayı ASA/ISO, enstantane, diyafram açıklığı belirler. Doğru pozlandırmanın elde edilmesi, fotoğrafçılığa yeni başlayanlar için zor olabilir. Öte yandan günümüzün yarı ya da tam otomatik pozlandırma programlı fotoğraf makineleri diyafram ve enstantaneyi otomatik olarak ayarlar ve genellikle iyi sonuç verirler. Ancak pozometrelerin yanılması, net alan derinliği ve cismin hızının istenilen oranda saptanması gibi nedenlerle etkin bir görüntü elde edebilmeniz için manuel olarak poz ayarı yapılabilen, diyafram ve enstantane öncelikli pozlandırma programı olan bir makine tercih etmelisiniz. Otomatik modda fotoğraf çekerek fotoğrafçı olunmaz. Manuel modda gerekli ayarları yapabiliyor ve doğru sonuçları alabiliyor olmak gerekir.
FOTOĞRAF
Panning
(çevrinme)
yapma
Panning, obtüratör açıkken fotoğraf makinesini hareket ettirmektir. Bunu yapmak için, 1/30 ya da 1/60 saniyelik bir enstantane seçin ve pozlandırma yaparken konuyu makinenize göre aynı konumda tutmaya çalışarak konunun hareketini makineyle izleyin. Hareket eden konu net görünecek; ama bütün hareketsiz nesneler (arka plan gibi) bulanık olacaktır. “Pan yapma” enstantanenin yaratıcı kullanım şekillerinden biridir. Enstantane göz kadar hızlı değildir, ama gözün bu hızı nedeniyle göremediği bazı yaratıcı fotoğrafları uzun pozlayarak fotoğraf makinaları yakalar. Mesela 1/8, ½, 1” vs pozlanarak hareketli cisimlerin hareketi çizmesi sağlanabilir. Enstantanenin bir diğer yaratıcı kullanım şekli de uzun pozlama ile ışık oyunlarıdır. 30” saniyeye kadar pozlayarak, trafik şeritlerinden, havai fişeklere, lazerle isim yazmaya kadar türlü fotoğraflar çekilebilir. heybe gençlik dergisi y
17
SİYASET
Hazırlayan: Yusuf ÇİÇEK - Şeyda Tahmaz
T A B U S 28 SÜRECİ VE BUGÜN
28 Şubat post modern bir darbedir. Her darbede olduğu gibi 28 Şubat sürecinde de amaç halkın kafasına vurarak şekil vermeye çalışmaktır. 28 Şubat sürecini hazırlayan ana argümanlardan biri şeriat gelecek korkusudur.
18 y heybe gençlik dergisi
SİYASET
B
u yazımda fazla ayrıntıya girmeden bulunur. İftardan sonraki gün gazetelerin attığı ilk başta ana hatlarıyla 28 Şubat sümanşetler adeta 28 Şubat sürecinin tetikleyici recini anlatmaya çalışacağım. Daha güçlerinden biri olmuştur. Çok garip değil mi? sonra Gezi olayları ve en son darbe Nasıl olur da cübbeli, sarıklı insanlar başbakan17 Aralık sürecine değineceğim. lıkta iftara katılır diye propaganda çalışması 28 Şubat post modern bir yaptılar. Aslında itiraz ettikleri darbedir. Her darbede oldunokta şuydu nasıl olurda milğu gibi 28 Şubat sürecinde letin kendisi başbakanlık da de amaç halkın kafasına vuraiftara katılır… rak şekil vermeye çalışmaktır. İstanbul Büyükşehir Beledi28 Şubat sürecini hazırlayan ye Başkanı Recep Tayip Erdoana argümanlardan biri şeğan okuduğu bir şiir yüzünden riat gelecek korkusudur. Döbelediye başkanlığı görevinnemin başbakanı Necmettin den alınarak hapse atıldı. Ertesi Erbakan başbakanlıkta bir gün Hürriyet gazetesinin maniftar programı düzenler. Bu şeti şuydu: Muhtar bile olaiftar programına bütün dini maz. Erdoğan kendi azından o “Hürriyet gazatesinin manşeti şuydu: Muhtar bile kesimlerden insanlar davet süreci anlatırken ; ‘’manşetler olamaz. Erdoğan kendi ağzından o süreci anlatırken; edilir. Hal böyle olunca cübüzerimize ok gibi geliyordu, ar‘’ Manşetler üzerimize ok gibi geliyordu, arkadaşlabeli, sarıklı, şalvarlı, uzun sa- rımızda evlerde buluşup yumruklarımızı sıkarak bu kadaşlarımızda evlerde bulusüreç ne zaman biticek diyorduk.” kallı insanlar bu iftarda hazır şup yumruklarımızı sıkarak bu heybe gençlik dergisi y
19
SİYASET süreç ne zaman bitecek diyorduk’’ der. Zulüm asla ilelebet payidar olamaz. Muhtar bile olamaz denilen kişi 11 yıldır Türkiye Cumhuriyeti başbakanlık makamında oturuyor. Merve Kavakçı sadece ve sadece TBMM’ye başörtüsüyle girdiği için linç edildi. Bülent Ecevit meclis kürsüsüne çıkarak ‘’şu kadına haddini bildirin’’ dedi. Milletvekillerinin büyük çoğunluğu meclis sıralarına vurarak türban dışarı diye bağırdılar. Merve Kavakçı baskılara daha fazla dayanamadı ve meclisi terk etti. Milletvekilliği elinden alındı, yurt dışına gitmek zorunda kaldı. Dediğimiz gibi zulüm asla payidar olamaz. 2013 yılından itibaren milletvekilleri meclisi başörtüleri ile girmeye başladılar. 28 Şubat sürecinde Erbakan’ı itibarsızlaştırma, yalnızlaştırma projeleri hayata geçirilmeye
20 y heybe gençlik dergisi
çalışıldı. Erbakan MGK bildirisinin altına imza atarak darbeyi meşrulaştırma gerekçesi ile suçlandı. Ancak şunu çok açık ifade etmeliyiz ki o zaman kim olsa belki de o belgenin altına imzayı atardı. Olayları o günün şartlarına göre değerlendirirsek daha sağlıklı sonuçlara ulaşırız. Fetullah Gülen ve cemaatinin o süreçteki tutumu hayli ilginçti. Fetullah Gülen bir demecinde Necmettin Erbakan için ‘’artık bırak git’’ dedi. Fetullah Gülen’e ilerleyen süreçlerde bu cümlesi sorulduğunda ‘’ben ülkemin daha fazla zarar görmesini istemediğim için bu yönde tutum aldım’’ dedi. Ne kadar da güzel değil mi ? Seçilmiş başbakana ülke daha kötüye gitmesin diye görevini bırak baskısı yapılıyor. Hem de askerle aynı doğrultu içerisinde. Bu zihniyetin Mısır’daki o temiz direnişi anlama ihtimali yoktur…
SİYASET Yine bu süreçte imam hatiplerin orta kısmı kapatıldı. Katsayı engeli getirildi. Başörtüsü ile üniversiteye giriş yasağı getirildi. İkna odaları kuruldu. Gencecik kızların beyinleri yıkandı. Başörtüsünü çıkarmayanlara psikolojik baskı uygulandı. Kendinizi üniversitenin kapısında başörtüsünü çıkarmak sorunda kalarak, üniversitenin içine giren biri olarak birkaç saniye düşünün. Bu tabloyu gözünüzün önüne getirin. Bu onur kırıklığını düşünün.. Şimdi büyük resmi 2013 yılına getirelim. İmam hatiplerin orta kısmı açıldı, katsayı yasarak silkelenmek için çok büyük bir fırsat. Çok ğı kalktı, başörtüsü yasağı kalktı, 28 Şubat ile açık bir şekilde ifade etmek gerekir ki Türkiye yüzleşme davaları açıldı. düşerse İslam coğrafyası Görünen bu tablodan düşer, Türkiye şahlanırsa Bu olaylar bizim için olumsuz gibi sonra çevremizdeki büİslam dünyası da şahlagörünse de bence çok büyük bir yük çoğunluk bize hep nır. Önümüzde iki ihtifırsat. Yeniden kendimize gelmek, şunları dedi: her şeyi yapmal var. Bu ihtimallerden ölü toprağını üzerimizden atarak tık, her şey bitti, artık rahangisinin gerçekleşecesilkelenmek için çok büyük bir hatız, rahatça namaz kığine düşmanlarımız kafırsat. Çok açık bir şekilde ifade labiliyoruz, rahatça oruç rar vermeyecek biz karar etmek gerekir ki Türkiye düşertutabiliyoruz, rahatça vereceğiz. Osman Bey’in se İslam coğrafyası düşer, Türkiye üniversiteye de girebiliOrhan Bey’e nasihatını şahlanırsa İslam dünyası da şahlayoruz daha ne olsun? Bu hatırlayalım. Ne demişti nır. Önümüzde iki ihtimal var. Bu düşünceler beraberinde Osman Bey? Attan inmeihtimallerden hangisinin gerçekçok büyük bir rehaveti yesün. leşeceğine düşmanlarımız karar getirdi. Bizler İstanbul Aksiyonumuzu kayvermeyecek biz karar vereceğiz. üniversitesinin kapısında betmeyelim . Bu dava da Osman Bey’in Orhan Bey’e nasibaşörtülü ablalarımızın, bir çakıl taşı da biz olalım. hatını hatırlayalım. Ne demişti Ossakallı ağabeylerimizin 28 Şubat bin yıl sürecek man Bey? Attan inmeyesün. nasıl job yediğini unutdemişlerdi on yıl bile sürtuk. Mücadele bitti demedi. Biz güçlü bir milledik. Tam bunları düşünürken Gezi olayları ve tiz. Allah’ın yardımı ile bu sürecide atlatacağız. 17 Aralık darbe süreci gerçekleşti. Yeter ki Allah’ın ipine sımsıkı sarılalım. Bu olaylar bizim için olumsuz gibi görünse ‘’ Tükürün milleti alçakça vuran darbelere de bence çok büyük bir fırsat. Yeniden kendiTükürün onlara alkış tutan kahpelere’’ mize gelmek, ölü toprağını üzerimizden ataMehmet Akif Ersoy heybe gençlik dergisi y
21
SİYASET Özgür-Der Çocuk Kulübü Başkanı, Haksöz Dergisi ve Milat Gazetesi Yazarı Zehra Türkmen ile 28 Şubat’ı konuştuk:
“Sadece mağduriyetlerimizi değil,
kazanımlarımızı da gündem etmeliyiz”
Ş.T: Öncelikle bize vakit ayırdığınız için teşekkür ederiz. Siz de 28 Şubatta eğitimi engellenmiş birisiniz. Bize kısaca o günlerden bahseder misiniz? Sorun nasıl başladı, neler yaşandı ve nelerle karşılaştınız? Zehra Türkmen: Evet, ne yazık ki bizler 28 Şubat gibi post-modern bir darbeyle karşılaştık. Aslında bu darbe Türkiye için çokta sürpriz değildi. Türkiye’nin geçmişine baktığımızda bir darbeler ülkesi olduğunu görüyoruz. 28 Şubat’ta bu darbelerden birisi… Türkiye İttihat ve Terakki Cemiyetinden bu yana Mart 1923’te 1. Meclis Darbesi, 27 Mayıs 1960 Darbesi, 12 Mart 1971 Darbesi, 12 Eylül 1980 Darbesi, 28 Şubat Darbesi, 27 Nisan 2007 muhtırası ve son süreçlerde “operasyon” olarak nitelendirilenleri de bunlara ilave edebiliriz… 28 Şubat’ta ilk defa İstanbul Üniversitesi’nde ön kayıtlarda başörtüsüz resim dayatması baş-
22 y heybe gençlik dergisi
ladı. Eylül ayında da bu uygulamaya tepkiler baş gösterdi. Sonra da genç kardeşlerimiz ikna edilsinler diye bilinen o meşhur “İkna Odaları” kuruldu. Ve bu odalarda genç kızlarla inançlarının, imanlarının pazarlığı yapıldı. İstanbul üniversitesi pilot bölge olarak seçilmişti ve buradaki başörtüsü dayatmasının ardından bütün üniversitelerde yasak başlayınca buna karşı başörtüsüz resim vermek istemeyen kız öğrenciler tavır almak istedi. Ve böylece eylemlilik süreci de başlamış oldu. Bu süreçle beraber baskılar, gözaltılar, dayatmalar, joplar, tutuklamalar gittikçe çoğaldı. 15 Aralık 1998’de bu sürecin İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde son eylemi yapıldı. Protesto alanına hiçbir erkek öğrenci sokulmuyordu. 100 kişi kadar başörtülü öğrenci vardı. Panzerler, köpekler ve polislerle çevrilen protestoculara polis birden saldırdı. Birçok kişi dövüldü. 30 kişi
SİYASET
gözaltına alındı. 7 kişi de tutuklandı. Ve ne yazık ki 28 Şubat döneminde darbeci bu zihniyet 100 bine yakın kız öğrenciyi eğitim hakkından mahrum bıraktı. Ş.T: Başörtüsü yasağı sadece üniversitelerde olmadı. Diğer alanlara da yansıdı. Biraz bu mağduriyetlerden bahseder misiniz? Z.T: Evet, ne yazık ki 28 Şubat dayatmaları sadece üniversitelerle sınırlı kalmadı. Eşi başörtülü olduğu için veya sadece namaz kıldığı için ordudan atılan insanlar oldu. Kamusal alan diye bir dayatmayla karşılaşıldı. Kur’an eğitimine yaş sınırı getirildi. Kur’an Kursları kapatıldı. Mesela ben o dönemde Kur’an kursunda eğitim alıyordum. Ve günlerce kursumuzun gözetildiğini fark ediyorduk. Ve bir gece yarısı saat bir gibi baskın yedik. Birçok Kur’an kursu bu şekilde baskın gördü. Ve belki en acı olanı da sizin de vurguladı-
28 Şubat dayatmaları sadece üniversitelerle sınırlı kalmadı. Eşi başörtülü olduğu için veya sadece namaz kıldığı için ordudan atılan insanlar oldu. Kamusal alan diye bir dayatmayla karşılaşıldı. Kur’an eğitimine yaş sınırı getirildi. Kur’an Kursları kapatıldı.
heybe gençlik dergisi y
23
SİYASET ğınız boyutuyla henüz çocuk yaşta diyebileceğimiz İHL öğrencilerinin böyle bir yasakla karşılaşmış olmalarıydı. Hem okullarında başörtülerini çıkartmaları isteniyordu, hem de kat sayısı gibi bir zulme maruz kalıyorlardı. Mesela, bir İHL öğrencisini düşünün. Zaten meslek dersleri okuyarak yarışa geriden başlıyor. Bir de İHL mezunu bir öğrencinin üniversiteye girişini engellemek için kat sayısından 30 puan kırılıyor. Daha doğrusu çalınıyordu. Düşünün ki bir İHL öğrencisi üniversite giriş sınavlarında ilk 500 arasına girse bile üst bir okula gidemiyordu. Yani Boğaziçi’ne, Bilkent’e, ODTÜ’ye giremiyordu. Bu zulüm Hindistan’daki kast sisteminde bile yok. Bu haksızlığı nasıl gidereceğiz… Yargıya başvursan Danıştay’ı, Yargıtay’ı, Anayasa Mahkemesi üyeleri hepsi Türk Silahlı Kuvvetleri karargâhına çağrılmış paşalar ve yarbaylar tarafından brifing verilmiş, balans ayarına tabii tutulmuş kişilerdi. Demokrasi, anayasa, hukuk sözde vardı. Çünkü Türkiye’nin anayasası zaten darbe anayasası. Demokrasi de ancak darbecilerin izin verdiği kadar. Yani anlayacağınız darbe sistemlerinde anayasa, hukuk, demokrasi sadece palavra ve sözden ibaretti. Biz öyle bir süreçte tabi ki genç kardeşlerimizin hep yanında olmaya çalıştık. Birçok olayla karşılaştık. Ama bunların içinden benim hiçbir zaman unutmayacağım bir olayı aktarmak istiyorum. 21 Eylül 2000 tarihinde Kazım Karabekir İmam Hatip Lisesi önünde yaşanan bir olaydı. Okulda yasak başlamıştı ve öğrenciler bu yasağa karşı direniyorlardı. Okulun önüne gittiğimizde ise insanın kanını donduracak bir manzarayla karşılaştık. Okulun etrafındaki binaların üstüne keskin nişancılar yerleştirilmişti. Bununla öğrencilere korku salınmak isteniyor-
24 y heybe gençlik dergisi
du. Ve maalesef polis öğrencilerin direncini görünce ara sokaklarda silah sesleri duyulmaya başlandı. Bu esnada 15 yaşlarında bir kız çocuğu korkudan yere kapanmış korkudan ağlıyor ve bütün vücudu titriyordu. Buna benzer çok daha acı olaylar yaşandı. Yani bu çocukların suçu neydi? Diye sorduğumuzda tek bir cevap vardı o da Allah’ın emri olan başörtülerinden, inançlarından vazgeçmemeleriydi. Ş.T: Peki, günümüze geldiğimiz zaman bugün kamusal alan olmak üzere birçok alanda başörtüsü yasağı kalktı. Özellikle bu gün üniversitelerde okuyan başörtülü öğrencilerle, sizin dönemin öğrencileri arasında farklar gözlemliyor musunuz? Ayrıca üniversitelerin İslami bilinç kazanma ve mücadeleye katkı sağlaması
SİYASET
açısından nasıl bir etkisi var? Z.T: Öncelikle şunun altını çizmekte fayda var. 28 Şubat süreciyle beraber üniversitelerle Müslüman öğrencilerin irtibatı büyük oranda kesilmiş oldu. Çünkü yasakla beraber birçok öğrenci okula gidemedi. Bazı öğrenciler başını açarak okumayı tercih etti, bazı öğrenciler yurt dışına gitti. Dolayısıyla da bizden sonra gelecek kuşaklara üniversitelerde İslami bilinç acısından bir alan açılamadı. Oysa biliyoruz ki en dinamik damarımız üniversite gençliğiydi. Elbette bu gençlerle üniversite dışında birlikte olunup, birtakım alternatif çalışmalar yapıldı. Bizler de o dönemde bu çalışmalarda yer alan öğrencilerdik. Ama üniversite boyutuyla bir şey yapmak o dönem için mümkün değildi. Henüz yeni
yeni bu alanda çalışmalar yapılmaya çalışılıyor. Ancak şunun farkını görüyoruz, bizim dönemimizde üniversitelerde fikri, kültürel, ideolojik faaliyetler daha baskındı. Ve öğrencilerin daha örgütlü çalıştıklarının altını çizmek gerekiyor. Yeni kuşakla aramızda ne gibi farklar var dersek. Maalesef yeni gençler modernizmle biraz daha fazla uyum içinde yaşıyorlar. Daha apolitik bir bakış açıları var. Ne yazık ki bilgiyi kolay ve derinliği olmayan yerlerden elde ediyorlar ve kaynak çokluğuna rağmen oldukça az okuyorlar. Çağımızın hastalığı olan entel olma kültürünün de sağlıklı bireyler, gençler yetiştirmenin önünde bir problem olduğu kanaatindeyim. Çok şey bildiğini düşünen ama aslında içi boş ve ölçüsüz bilgilere sahip olan bir gençlik var karşımızda. Bunda elbette 28 Şubat’ın büyük etkisi var. Çünkü bu genç kardeşlerimiz için rol modelleri oluşamadı. Ama bütün bu eksikliklere rağmen özünde dinamik ve canlı bir gençliğin de olduğunu belirtmek lazım. Bu dinamizmin içinden niceliği az olabilir ama nitelikli bir gençliğin de filizlendiğini görmekteyiz. Bu çabalarda bizleri açıkçası umutlandırıyor. Ş.T: Uzun bir dönem 28 Şubat Darbesi’ni gerçekleştiren insanların yargılanması istendi. Ve 28 Şubatın aktörlerinden bir kısmı sonunda Balyoz Darbe Planı süreciyle yargılandı. Ve içeri alındılar. Ancak birçok kişi açısından bugün 28 Şubat süreciyle ilgili dava istenildiği gibi gitmiyor. Ve birçok tutuklu serbest bırakıldı. Bu yargılamalarla ilgili neler söyleyebilirsiniz? Z.T: 28 Şubat Darbesine imza atanlardan eski Genel Kurmay Başkanı Kıvrıkoğlu 1000 yıl da sürse 28 Şubat Süreci devam edecek demişti. Allah’a hamdolsun ki 28 Şubat 1000 yıl sürmedi. Biliyoruz ki bu darbeci zihniyetin asıl amacı heybe gençlik dergisi y
25
SİYASET
Hepimiz birer Sümeyye bilincini kuşanmalıyız. İşte Mısır’ın Adaviyye Meydanı’nda ümmetin geleceği, uyandırılması, ıslahı ve inşası için şehid düşen 17 yaşındaki Biltaci’nin kızı Esma bu bilinci güncelleyen genç kardeşlerimizden sadece birisiydi.
26 y heybe gençlik dergisi
baskılarla, dayatmalar, joplar, tutuklamalarla Müslümanlara korku salmaktı. Ama hamdolsun ki Müslümanlar başörtülü kimlikleriyle karşıtına sığınmadan, devlete yağcılık yapmadan onurlarıyla, başörtüsünün Müslüman kadının kimliği olduğunu bilerek mücadele ettiler ve hala etmekteyiz. Tabi ki bizler tüm bu haksızlık ve hukuksuzlukların taşıyıcısı Batı Çalışma Grubu’nun ve 28 Şubat darbecilerinin de yargılanmasını her zaman istedik ve bu isteğimizi her platformda da dile getirdik. Çetin Doğan’ın, Kıvrıkoğlu’nun, K.Alemdaroğlu’nun, ikna odalarının mimarları Nur Seter’in, Necla Arat’ın elini kolunu sallayarak hiçbir şey yokmuş gibi dolaşmaları içimizi acıtıyor. Dava başladığında oldukça umutluyduk. Ancak süreç içinde 28 Şubat davasında önce 16 kişinin tahliye edildi. Daha sonra diğer tah-
SİYASET liyeler oldu. Davada özellikle askeri ayağın ard arda tahliye olması davanın seyrini de tartışılır hale getirdi. Bundan sonraki süreçte neler yaşanılır, dava yeniden görülür mü bilemiyoruz. Tabi ki bizler için asıl olan Allah’ın huzurunda, mahşer gününde verilecek hesaptır. Ama yine de 100 binlerce insanın hakkına girmiş bu darbecilerin halka da hesap vermelerini yürekten arzu ediyoruz. Eğer yüzbinlerce insana sadece inançlarından dolayı zulmeden 28 Şubat’ın asker, sermayedar, basın mensubu, yargı ve siyaset bürokratlarından hesap sorulmazsa; bu zalimlerden hesap sormanın takipçileri olmazsak; içinde yaşadığımız toplumda iyi örnekler oluşturamayız. Zulmü yapanın zulmü yanında kar kalmamalı. Ş.T: Son alarak bizlere neler söylemek istersiniz? Z.T: Biz Müslümanlarız. Bizim tarihimizde işkence gören, ambargolar altında yaşayan, şehit edilen, nice büyüklerimiz, nice direnişçi alimlerimiz oldu. Bizim mağduriyetler ve zulümler karşısında direnişi onur edinmiş, direnişi katık edinmiş, direnişi iman edinmiş ilk kadın şehidimiz var. Hz. Muhammed’in Mekke Dönemi’ndeki Hz. Sümeyye… Onun rol modelliği bizim de modelimiz olmalı… İnancımız, insanlığımız ve şerefimiz için… Hepimiz birer Sümeyye bilincini kuşanmalıyız. İşte Mısır’ın Adaviyye Meydanı’nda ümmetin geleceği, uyandırılması, ıslahı ve inşası için şehid düşen 17 yaşındaki Biltaci’nin kızı Esma bu bilinci güncelleyen genç kardeşlerimizden sadece birisiydi. Şunu da unutmamak lazım 28 Şubat Müslümanlar için acı yanlarıyla beraber bir kazanım da oldu. Bu nedenle de sadece mağduriyetler değil, mücadele de öncelenmeli ve kazanımlarımız üzerinde de fazlasıyla dur-
mamız gerekmektedir. Biz Müslüman olurken Kelime-i Şahadet getirenlerdeniz… Kur’an-ı Kerim’de şahitlik vahye ve fıtrata uygun yaşamak demektir. Vahye ve fıtrata uygun yaşamak da adam olmak, insan olmak demektir. Ve hayat imtihanlarla dolu. Bizler de imtihan olunuyoruz. Malla, mülkle, güzel güzel evlerle, anne baba, çocuk, kardeşlerle… Hidayet rehberimiz ise Kur’an-ı Kerim’dir. Resulullah (s) ve Resul’le birlikte olan ilk sahabe nesli gibi o Kur’an’ın elinden tutarsak eğer, azmedersek, iman edersek oda bizi karanlıklardan aydınlığa çıkartacaktır inşallah. Son olarak şunu vurgulamak istiyorum: Biz onurumuza sahip çıkarsak, biz inancımıza sahip çıkarsak, onursuzlar, inançsızlar ve darbeciler bu halka hiçbir şey yapamazlar. 28 Şubat sürecinde meydanlarda haykırdığımız bir sloganımız vardı. “Üzülme, gevşeme Allah bizimle.” İnanıyoruz ki Rabbimiz her zaman iman edip mücadele eden mümin ve müminlerledir; ve zafer hakkın ve hakka inananlarındır. Ş.T: Bu söyleşi için çok teşekkür ediyor ve çalışmalarınızda başarılar diliyoruz. Z.T: Ben de teşekkür ediyor ve hayırlar diliyorum. Özgür-Der Çocuk Kulübü Başkanı, Haksöz Dergisi ve Milat Gazetesi Yazarı Zehra Türkmen
heybe gençlik dergisi y
27
GÜZEL SANATLAR Hazırlayan: MERVE GÜLER
28 y heybe gençlik dergisi
GÜZEL SANATLAR
‘Gelenekten Geleceğe
Ebru Sanatı’
Ebru ki tekne başına geçmeyen aşkını suya düşüremeyen için ağır bir öd kokusundan ibaret..
T
ürkistan’da Buhara’da doğan ve Osmanlılara İran yolu ile geçen ebru sanatı batıda Türk Kâğıdı olarak biliniyor. Farsça ebr “bulut” ve nispet eki –i ile ebri bulut gibi kelimesinden gelen ebrû; içine konan boyalar yüzünde kalacak şekilde kitre ile hazırlanmış bir suya kapatılıp kaldırılmak suretiyle kâğıt üzerine çıkan hâre, dalga, damar vb. süslere verilen isimdir. Ebruda yapılan eserlerin tekliği, hiç bir eserin birbirine benzememesi kâinatta tekrarın olmadığını hatırlatır. Her bir ebru, aynen bir insan ve doğadaki tüm diğer varlılar gibi bir benzerinin yapılmasının mümkün olmadığı bir eserdir. Kâinattaki her canlı biricik ve tektir. heybe gençlik dergisi y
29
GÜZEL SANATLAR “Gaybın anahtarları O’nun katındadır, O’ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve her şey) apaçık bir kitaptadır.” (En’am, 6/59) Allah’ın yarattığı kâinatta müthiş bir denge vardır. Kâinat var olduğundan bu yana hep bir nizam içinde olagelmiştir. Nasıl ki insan vücudundaki denge bozulunca bir takım hastalıklar meydana gelir ve fani hayat sona erebilirse, teknedeki kitre, boya ve öd ölçülerini tutturamadığımız zamanda ebrunun ortaya çıkması mümkün değildir. Ebruda suyun, kitrenin, toprak boyanın, ödün müthiş bir denge içinde olması gerekir. Ne bir fazla, ne bir eksik… Ebrudaki bu dengeyi insan vücudundaki o kusursuz dengeye benzetmek oldukça doğru bir yaklaşımdır. Uzay fotoğrafları ve mikroskop ile gözlemlediğimiz hücre dokuları yapısının ebru arasındaki tesadüften ziyade tevafuk dedirtecek müthiş yansımasına ne demeli. Küçük ve büyük kâinatın ebruda buluşması ilahi bir hikmete işaret değil de nedir peki? Ebru sanatının İslam tasavvufu sembol ve mecazları ile açıklanması hususuna değinecek olursak; “ Ebrucunun boyaları hazırlayıp kitreli suya atması‚ irade-i cüzziye, yani ebru-
30 y heybe gençlik dergisi
GÜZEL SANATLAR cunun iradesi ile bundan sonrası ise irade-i külliye ile yani Yaradan’ın iradesi ile açıklanır. Boyaya karıştırılan sığır ödü hayvandan elde edilir ve necaset olmasına rağmen, renklerin birbirine karışmamasına veya dibe çökmesine mâni olur, renklerin açılmasını sağlar. Bu da bize Allah’ın yarattığı hiçbir şeyin boşuna veya faydasız olmadığını gösterir. Su içerisine karıştırılan kitre geven bitkisinden elde edilir. Ebrucu hayvan, bitki ve topraktan alınan maddeleri kullanarak, ayrıca fırçalarını at kılından, saplarını rutubete dayanıklı olduğu için gül dalından yaparak‚’’eşref-i mahlûkat’’(mahlûkatın şereflisi) olduğunu gösterir.” Ebru sanatçısı, ebru teknesinde kitreli su üzerine attığı renklerle doğanın bin bir güzelliğini tekneye aksettirirken, bütün bu güzelliklerin yaratıcısına şükrünü ifade etmeye çalışır. Güzel Anadolu’nun eşsiz doğası, mis kokulu çiçekleri ebrucuya bütün güzelliklerini altın bir kâsede sunar. Baharda Anadolu kırlarındaki rengârenk çiçekler nerde var?. Doğal bir anıt Nemrut onun ufkundaki yücelik, Çukurova’nın verimli topraklarındaki bereket, İstanbul’da tarihi yarımda, Süleymaniye’deki huzur, bir gün batımı vaktinde vapur keyfi yaparken seyre daldığımız ufuktaki kızıl renklerin dansı, tan ve gurup vakitlerindeki o kızıl renklerin cümbüşü insanı huzura davet eden, teselli eden renkler başka nerede görülür? Sen yıldızları bir Anadolu köyünün tertemiz havasında izledin mi? Semadaki eşsiz haşmeti hayranlıkla seyre dalmak için neyi bekliyorsun? Bütün bu renkler, bu güzellikler, ebrucunun ruhundaki güzelliklerle ebru teknesine yansır ve bunları başkaları ile paylaşma imkânını bulur… Türkiye’yi mozaiğe değil de ebruya benzetmek daha yerinde bir tespit olur. Evvela mozaik hali heybe gençlik dergisi y
31
GÜZEL SANATLAR
hazırda garb medeniyetini temsil etmiyor mu? Öyleyse bizi bizim değerlerimizle, bizden beslenen sanat ile anlatalım. Çok büyük medeniyetlere beşiklik etmiş Anadolu’nun, içerisinde ihtiva ettiği bir kültürel havza olma rolünü, ebru sanatına benzetmek pek mümkün. Çünkü mozaik de renkler kendi başına kalırken, ebruda renkler birbiriyle kaynaşır, adeta dans eder. Anadolu’da da öyle değil mi? Trakyalısı, Egelisi, Doğulusu, Karadenizlisi… Ebruyuz, iç içe karışmış birbirinden beslenmiş… Beslenmeye, beslenerek güçlenmeye devam eden… Yüzyıllardan beri ustadan çırağa öğretilerek günümüze kadar gelen ebru sanatımız şüphesiz ki gelecekte genç sanatçılarımız elinde daha iyi noktalara gelecektir. Kendi öz sanatımızla, yerel renkleri-
32 y heybe gençlik dergisi
mizle dünyaya açılacağız ve bu bağlamda şüphesiz ki evrenselliği yakalayacağız. Türk ebrûsu bir zincirin halkaları gibi ustadan çırağa öğretilerek günümüze gelmiştir. Orta Asya’dan gelen bu sanatının bildiğimiz ilk ustası 16.yüzyılın sonlarında Şebek, Ayasofya hâtibi Mehmet Efendi (öl. Nisan 1773) Şeyh Sadık Efendi (Öl. Temmuz 1846) Hazerfen Edhem Efendi (1829-1904) Necmeddin Okyay (1883-1976) Mustafa Düzgünman (1920-1990) Günümüzde ebru sanatı ise garbın etkisiyle diğer sanatlar dallarında olduğu gibi yabancılaşma ve yozlaşma, öz değerlerini yitirmeye yüz tutmuştur. Türk İslam çizgisinde mi kalınmalı yoksa yeniliklere açık mı olunmalı hususunda şahsi fikrim, ebrû sanatının özü bozulmadan devam etmesidir. Ebru ancak bir üstadın yanında, onun tecrübelerinden faydalanılarak öğrenilir. Sanatın hazırlık aşamalarını bilmeden, yapmadan tekne başına geçen herkes ebru sanatçısı olamaz. At kılından fırça, gül dalından sap, hayvandan öd, topraktan boya… Bir kitap ayracına, yelpazeye, başörtüsüne, bir objeye düşüveriyor ebru… Boyanın ödü beklemesi teknenin dinlenmesi gerek… Sabır gerek… Sabret… Minicik bedenler… Yarım yamalak konuşabi-
GÜZEL SANATLAR
lecek yaşta iken henüz ebru aşkı düşüyor küçük bedenlerin kocaman yüreklerine… Hani benim kitrem, öd’üm biz’im, fırçalarım, boyalarım, deyip koşa koşa tekne başına geçtiğiniz oldu mu hiç? Ebru yaptıktan sonra elinize bulaşan boyaları yıkamayıp, hiç çıkmasını istemediğiniz oldu mu mesela? Ebru yapacağınız mekâna girerken kapının eşiğinde bıraktığınız; hüznünüz, kederiniz işinizi bitirip odadan ayrıldığınızda sizinle miydi yine? Peki ya Suya mı düştü aşkınız? O sanat ki tekne başına geçmeyen fırçayı bizi eline alıp, aşkı tekneye düşmeyen için kötü ve ağır öd kokusundan ibaret… Ne hissediyorsan onu bulursun teknede, senin tedirginliğinden de etkilenir hırsından da… Neyi düşlüyorsan cevap verir sana tekne… Dokunduğu her şeyi güzelleştir ebru… Her bir vuruşta düşer tekneye rahmet damlaları… Dünya’da bir noktasın ebru teknesinde bir damla…
Necmeddin Okyay (1883-1976)
Kaynaklar: http://www.aydaaktay.com/ http://www.dokusu.com/ http://www.zekionsoz.com/ http://www.ebrusitesi.com/ http://www. ebrusanati.com/ http://www.yek.gov.tr/ebru-sanati-s78.html http://alparslanbabaoglu.wordpress.com/ 1-Barutçugil, Ebru.Suyun Rüyası Ebru, İstanbul, 2006 2-Başar, Fuat.Türk Ebru Sanatı, İstanbul, 2006 heybe gençlik dergisi y
33
GÜZEL SANATLAR Hazırlayan: CEMRE YILDIZER
Gönülden kopan
A
‘’ İnsan düşünen bir hayvandır.’’
risto’nun bu kaba tabirinden zerafet unsuru olan sanata geçmek; önce insanı anlamak, ardından bu uyumu idrak noktasında kendimizi suyun ahengine bırakalım. Düşündüklerimizle varlığımızı ortaya koyarken, inandıklarımızla da yaşam şekillerimizi belirlemişizdir. Temel ihtiyaçlarımızdan başlayıp zamanla sosyal ihtiyaçlara yöneldiğimizde bu inanışlarımız orda da kendini göstermiş ve sanatsal noktada da önce bireyi sonra tüm toplumu bu yönde sürüklemiştir. Ebru sanatının da çıkış noktasına baktığımızda önce ihtiyaçlardan doğan gereksinimle devlet belgeleri ve resmi yazışmaların tahriba-
34 y heybe gençlik dergisi
tını önlemek için başlayan bir ‘koruma kalkanı’, zamanla insan ruhunu dinlendiren, başka bir tanımla; ‘kalbi suya tasvir etmek’ diyebileceğimiz bir güzelliğe dönüşmüştür. Batı insan figürlerini resime, heykele yansıtırken; Doğu İslami değerleri doğrultusunda tezhibe, miyatüre, hat sanatına,ebruya yönelmiştir. Gönle vesvese verecek her şeyden kaçınmış, özellikle Allah’ı taklidi, sanatta özgürlük düşüncesiyle bağdaştıramayarak ruhi derinlik veren sanatlardan zevk almıştır. Ebru Doğu’da filizlenmişken Batı’ya geçiş serüvenine baktığımızda; 17.yy’da İstanbul’dan Londra’ya gittiğini gözlemliyor, hâlâ Türk sanatı olarak bilinmesine rağmen günümüzde Avrupa’da ‘’Marbling’’ diye anıldığını görüyoruz.
GÜZEL SANATLAR
bir katre huzur Avrupa’da Sanayi Devrimi’yle beraber ebruda da seri üretime geçilmiş, hatta bunun için bir makine bile yapılmıştır. 1810 yılında yapılan ebru makinesi, dört adet boya hazinesinden düzenli aralıklarla zemine boya damlatarak tarakla şekillendirmiştir. Ancak zamanla makineleşmenin ebrunun ruhuna uygun düşmediğini anlayan sanatçılar yeni tekniklerle balık, kuş, çiçek ve soyut motiflerle ebrular yapmaya başlamışlardır. Batıda bunlar olurken biz ne yapıyorduk dersek; ebru bir dönem yaşanan siyasi ve ekonomik sebeplerden dolayı nerdeyse unutulma noktasına gelmişken önemli üstatlarımızla tekrar canlanmış, çiçek desenleriyle yeni motifler geliştirilmiştir. Ancak 20.yy.’ın son çeyreğinden itibaren baktığımızda Batıdaki ebru burada da
kendini göstermiş bazı sanatçılarımız ebruya yenilik katmak adına hayvan ve insan figürleri gibi farklı çalışmalarla karşımıza çıkmışlardır. Günümüzde ayrıca kağıtlardan farklı olarak deri, bez, cam üzerinde de ebru desenlerini görmekteyiz. Şimdi bu kadar bilginin ardından şöyle geniş bir çerçeve de; değerlerimiz noktasında buluştuğumuz sanatsal unsurlarımızdan ebrunun zamanla İslami güzellikleri de katarak bulunduğu o ince, zarif düşünceden Batının bu derinlik karşısında dahi reelliği arka plana atamayarak ebruya kattığı farklı motifler gözümüze adeta batmaktadır. Her zaman yeni adımlara destekçi olan bir birey olmakla beraber yapılanların asli unsur ve değerlerdeki tehlikeyi göz ardı etmemek yolunda bir çabanında göstergesiyiz. heybe gençlik dergisi y
35
DOSYA
Hazırlayan: TUĞÇE BAL k baltugcepdr@gmail.com
DİN, HAYAT ve SAN’AT MEKTEPLERİ;
Tekkelerve Zaviyeler 36 y heybe gençlik dergisi
TARİH
heybe gençlik dergisi y
37
DOSYA
T
asavvuf; İslam dininin özü ve ruhu demektir. Zahiri ilimler İslam’ın bedeni, batıni ilim olan tasavvuf ise ruhudur. Mutasavvıflarca ilk tekkenin, Ebul Kasım el-Kufi tarafından 8. Yüzyılda, Şam yakınlarındaki Remle’ de kurulduğu kabul edilir. Tekke demek; sanatta, edebiyatta, musikide, ahlakta, edebte, cesarette, doğrulukta, cömertlikte ve hizmette kemal ve ideal demektir. Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde yaygınlaşan tekkeler, mescid, semahane, derviş ve misafir odaları, kütüphane, kiler ve vefat eden dervişlerin, şeyhlerin, pirlerin türbelerinin bulunduğu bölümlerden oluşmaktaydı. Tekkeler aynı zamanda yolcuların yatılı kalabildikleri yemelerinin içmelerinin karşılıksız bir şekilde sağlandığı önemli bir mekandı. Önemli Osmanlı tarihçilerinden Ömer Lütfi Barkan tekke ve dervişlerin fetihlerde ne gibi bir rol üstlendiklerini şöyle ifade etmektedir: ... “Bazı delillere göre diyebiliriz ki, orta zaman hukukiyatına karşı yeni bir sosyal nizam ve adalet telakkisi taşıyan ve esrarengiz bir din propagandası şekline bürünen misyoner Türk dervişlerinin telkinatı ordularla birlikte ve hatta ordulardan evvel fütühata çıkmış ve karşı tarafı daha evvel manen fethetmiş bulunmaktadır.” Yine Osmanlı tarihçisi Aşıkpaşazade’nin de belirttiği gibi Osmanlı Devletinin kuruluşunda ve gelişiminde Anadolu ve Horasan erenlerinin, Ahi ve Bektaşi kurumlarının; Gaziyânı Rum (Anadolu Gazileri, Alperenler), Abdalanı Rum (Anadolu Abdalları, Horasan Erenleri), Ahiyanı Rum (Anadolu Ahileri) ve Baciyanı Rum (Anadolu bacıları) teşkilatlarının büyük etkisi vardı.
38 y heybe gençlik dergisi
Buhara Tekkesi - Sultanahmet
TARİH
Yenikapı Mevlevihanesi
Balaban Tekkesi
Ertuğrul Tekke Camii
Galata Mevlevihanesi
Tekkeler ve Meclisler İslami akımın yaygın organı olan Sebilürreşat yayınları arasında Akif’in takdimiyle yayınlanan “Zulmetten Nura” adlı eserinde Şemseddin Günaltay şöyle diyordu: “Tekkeler vaktiyle faziletli kafalar, ateş dolu kalpler, necip simalar yetiştirmek, kitlenin irşadına hizmet etmek gibi faydalı ve feyiz dolu gayeler gözetilerek kurulmuşlardı. Bugünkü tekkeler ise asrın problem ve ihtiyaçları ile bağdaştırılabilir mi? Şeyh Galip gibi mümtaz ve hassas ruhları Yahya, Sümbül ve Hüdayi Efendiler gibi insan-ı kamil ve fazıl dimağları terbiye eden, yetiştiren tekkelerin payidar olmasına, yararlı bir müessese haline gelmesine herkes taraftardır. Fakat gayesini unutmuş tekkeler için ne yapılmalı? Hiç olmazsa tekkeler Müslümanların aydınlatılmasına hizmet eden bir şekle sokuşturulamaz mı?” Mustafa Kemal Atatürk’ün savaştan önce ve sonra şeyh ve dervişlerle olan yakın ilişki ve işbirliğini söyleyebiliriz. Anadoluda 1919 da başlayan milli hareketle beraber Mustafa Kemal, nüfus ve tesir gücü olan Mevlevî, Nakşî ve Bektaşî dergâhı şeyhlerine mektuplar yazmıştır. M. Kemal’in yine aynı tarihte devrin en nüfuzlu şeyhlerinden Şeyh Mahmut Efendi Hazretlerine yazdığı mektubun özetini de okuyunca, milletin topyekun savaşa katılmasını sağlamak için her çâreye başvurduğu anlaşılıyor. Şüphesiz din adamlarını heyetlere katmak, meclislere dahil ederek İstiklâl Savaşı’nın birlik ve beraberlik ruhunu oluşturmak son derece doğru bir siyasetti. Ancak İstiklâl Savaşı’ndan iki yıl sonra bu ruh ve mâna “gerici ve ortaçağ” damgası vurularak kanlı bir şekilde sindirilecektir. Müslüman milletin değerleri ve dinî şahsiyetleri bir bir “ekarte” edilecektir. Bazı kadrolar 1920’li yıllarda dindar heybe gençlik dergisi y
39
DOSYA
görünüp bir süre sonra koyu makyavelist taktiklerle asıl batı düşüncesini ve programını ortaya koyacaktır. Bu ikiyüzlülüğü mektuplardan okuyunca daha iyi anlıyoruz: “Şeyh Mahmud Efendi Hazretlerine Faziletlû Efendim, Hilâfet ve saltanatın izmihlâline ve vatanımızın Ermeni ayakları altında çiğnenmesine ve milletimizin Ermenilere esir olmasına rıza gösterecek hiçbir Müslüman tasavvur edilemez. (...) Milletten kuvvet alamayan ve esir vaziyetinde bulunan
40 y heybe gençlik dergisi
hükümet-i merkeziye aczden başka bir şey gösterememektedir. Milletin yek-vücut olarak kuvvet ve kudretini cihana göstermesinden başka kurtuluş çâresi kalmamıştır. Bu sebeple resmî sıfatlarımdan istifa ederek tam istiklâl sağlanana kadar milletle beraber ve milletimin içinde çalışmaya karar verdim. Zat-ı âlileri gibi fedakâr, vatanperver dindaşlarımın benimle beraber çalışacağınıza mutmainim. Erzurum Kongresi’nce karar altına alınan beyanname ve nizamname takdim ediyorum. Yakında Sivas’ta toplanacak olan umumî bir
TARİH kongre ile de daha nâfi ve kat’î netice elde edileceği şüphesizdir. O havalide İngilizlerin iğfal edici telkinatının önüne geçilmesi pek ziyade lâzımdır. Cenab-ı Hak cümlemize başarılar ihsan buyursun. Gözlerinizden öperim Efendim. İmza: Üçüncü Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Atatürk” Tekkelerin Sosyal Hayattaki Süreci Osmanlı Devletinin kuruluşunda ve gelişiminde önemli bir rol oynayan tekkeler yüzyıllar boyunca sosyal hayatın, eğitim hayatının önemli bir parçası oldu. II.Mahmut dönemine gelindiğinde değişimin önünde bir engel olarak duran Yeniçeri Ocağı kaldırıldı ve Yeniçeri Ocağı ile iç içe geçmiş olan Bektaşi tarikatının tekkeleri kapatıldı. Diğer tekkeler ise Tanzimat döneminde şeyhülislamlığa bağlandı ve bu tekkeler varlığını cumhuriyet dönemine kadar devam ettirdi. Osmanlı Devletinin güç kaybettiği, her alanda bozulmaların başladığı son dönemde ise tekkelerin bir kısmı yozlaşmaya başlamıştı. Aynı zamanda Batılılaşmanın her alanda hızlı bir şekilde yaşandığı bu dönemde devlet yöneticileri açısından medreselerle birlikte tekke ve zaviyeler gözden çıkarılmış kurumlar haline gelmeye başlamıştı. Tekkelere dostça ve düşmanca yapılan bu gelişmelerden sonra 1918’de bir kanun tasarısı
Galata Mevlevihanesi
Niyazi Sayın
heybe gençlik dergisi y
41
DOSYA
sebebiyle Meclis-i Mebusan’ın gündemine gelir. Meclisde şeyhleri, milletvekilleri atasın gibi komik öneriler teklif edilir. Sonrasında Diyanet İşleri Başkanlığı kurularak, denetim onlara verilir. 1924 yılında, 3 Mart tarih ve 4298 sayılı kanunla Şeriyye ve Evkaf Vekaletinin kaldırılmasına dair kanunun 5. Maddesi : ’’ T.C. dahilinde bilcümle camiler, mesacid-i şerifenin tekke ve zaviyelerin idaresine imam, hatip, vaiz, şeyh, müezzin ve kayyımların tayinine Diyanet İşleri memurdur. ’’ Bu kanunla tekke ve zaviyelerin varlığı kabul edilmekte ve devletin himayesi altına girdiği belirtilmekteydi. Zaten meclisin açılışından bu yana tekkeler aleyhinde tartışma yoktu. Fakat 1924 yılının sonu ve 1925 başlarında Doğu’da çıkan Şeyh Said isyanından sonra durum değişti. Çıkan yasalar sonucunda tekkeler; ibadet, tören ve toplantıları yasaklandı. Bundan sonra Türkiye, şeyhler, dervişler, müridler, dede, seyyid, çelebi,baba, halife, falcılar, büyücüler, üfürükçüler, muskacılar ve bu ünvan nitelikleriyle ilgili hizmet, ücret ve kıyafetler yasaklandı. (677 Kanun
42 y heybe gençlik dergisi
30.11.1925 243 sayılı resmi gazetede yayınlandı.) Tekke ve Zaviye Yerine Halkevleri 1926 da Konya Mevlana dergahının yeniden müze olarak açılışı, 1932 da ise tekkelerin açığını kapatmak ve halka inmek için halkevlerinin açıldığını görüyoruz. 19 Şubat 1932 yılında halkevlerinin açılış merasiminde bu asrın yalnız siyasi, askeri, iktisat ve maddi kuvvetlerle ilerlemesinin olmayacağı söylendi ve halkevlerinin açılış amacının insanları tekbir çatının altında toplamak olduğu ortaya konuldu. Halkevleri bir nevi tekkelerin boşluğunu kapatmak için açılmış olsa da tekkelere nazaran bir fanteziden öteye gidememiştir. Kısmen onun yerine geçsin diye kurulan halkevleri, milli kültürü işleyecek, millet hissiyatına tercüman olacak ve kendini millete benimsetmeye çalışacak yerde tam aksine hareket etmiş, millet hissiyatını rencide edecek şekilde davranışlar sergilenmeştir. Çünkü halkevlerinde verilen balolar, oynanan ilk piyesler ve ilk konferanslar daima milletin
TARİH Halkevleri
inançları ile alay eder mahiyette olmuştur. na büyük destek veren tekkeler bu mücadelenin Tekke ve zaviyelerin bir kısmında yozlaşmabaşarıya ulaşmasında önemli bir rol oynadılar. lar yaşanmış olsa da bu kurumlar Osmanlı topSavaş yıllarında Anadolu’ya asker ve cephane lumunda önemli bir yere sahipti. I.Dünya savaşı göndermede gizli bir üs olarak hizmet verdiler. sırasında tekkeler binlerce mensubunu Sultanahmet’teki Özbekler Tekkesi, Hatuorganize ederek, binlerce kişiden niye Dergahı, Taceddin Dergahı mil”Şüphesiz oluşan alaylarda birçok cephede li mücadelede önemli yeri olan din adamlarını mücadele ettiler. Tasavvufa, belli başlı tekkelerdi. Ancak heyetlere katmak, meclislere tarikatlara, tekkelere yönelKurtuluş savaşının başarıyla dahil ederek İstiklâl Savaşı’nın tilen tenkitler bazı ilimlerin sonuçlanmasının ardından birlik ve beraberlik ruhunu usul ve prensipleri zaviyeyeni Türkiye’de bu kurumlaoluşturmak son derece doğsinden, bazı çevrelerin hasrın varlığı istenilmedi. Hızlı ru bir siyasetti. Ancak İstiklâl Savaşı’ndan iki yıl sonra bu ruh sasiyetleri itibariyle kısmen bir inkılap sürecinin yaşandıve mâna “gerici ve ortaçağ” veya tamamen haklı kabul ğı Türkiye’de yeni bir toplum damgası vurularak kanlı bir edilse bile bu haklılık payı taoluşturma hedefi vardı. Oluşşekilde sindirilecektir. “ savvufsuz veya tekkesiz bir dini turulmak istenen yeni toplum yorumun yetersizliği, bir dini hamodelinde ise tekke ve zaviyelere yatın kuruluğu vakıasını ortadan kalyer yoktu. Bundan dolayı herhangi bir ısdırmaz. Batini, mistik ve deruni tarafı olmayan lah çalışmasına gidilmeden diğer birçok Osmanlı bir din bulunabilir mi acaba? kurumu gibi çıkarılan bir kanun ile kapatıldı. Ülkenin işgale uğradığı dönemde de tekkeler Kaynakça : Kara, Mustafa - Din, Hayat, Sanat Açısından Tekkeler ve Zaviyeler - Dergah yayınları üzerlerine düşen görevi yaptılar. Kurtuluş savaşıheybe gençlik dergisi y
43
MEDYA
Hazırlayan: Doğukan Sanal
Vay halimize Bugün Adeviyye nöbetini tuttuk mu? Yada İsrail konsolosluklarının önüne gidip İsrail’i kahrettik mi? Peki Suriye’de ki Esed rejimine isyan ettik mi? Biraz daha genelleştirelim. Dünyanın herhangi bir coğrafyasındaki zulüm için üzüldük mü dertlendik mi bugün? Açıkçası sanmıyorum, en azından birçoğumuz için. Ama medya bu hassasiyetlerimizi
44 y heybe gençlik dergisi
gündemine aldığında hepimiz oraları tekrar hatırlayacak, üzülecek ve dertleneceğiz. Aslında medya oralarda olanları gündemine aldı zaman zaman, gelgelelim medya oradaki hadiseleri gündeminden çıkardığında bizde çıkardık. Hassasiyetlerimizin süresini medya beliyor birazda, tabi ölçüsünü de. İşin en üzücü ve en iğrenç yanı, bu ölçüyü ölü sayısı belirliyor. Ölü sayısı 1-2 kişi mi bunun
MEDYA medyada ufak bir yeri vardır, e haliyle toplumda da. Ölen sayısı 150-200 kişi mi medya “bölgede insani kriz yaşanıyor” “burada zulüm var” diye bağırır ve pek hassasiyetli toplumumuzda konsolosluklar önünde yerini alır. Yani anlayacağınız; bizim oraları, oralarda ki zulmü hatırlayabilmemiz için, bir tepki koymak için, oralarda ölü sayısının çok, medyanın da bize bunu bildirmesi lazım, 1-2 kişinin ölmesi yada zulmün devam ediyor oluşu hassasiyetlerimizi uyandırmıyor ne yazık. Ölen sayısı yüzleri geçecek ki, saraçhane’de toplanıp mısır için dua edelim, adeviyye nöbeti tutalım. Ölen sayısı çok olacak ki, filistin’i hatırlayalım. Ölen sayısı çok, ölen sayısı, ölen… Bizler
medyadan haber bekleyeduralım ölen sayısının çokluğuna bakaduralım, mısır’da darbe rejimi zulme devam ediyor, Filistin abluka altında, suriye’de katliam var, dünyanın birçok yerinde zulüm var. Medyanın bu bakış açısı (ölü sayısına göre medyada ufak yada büyük yer vermesini kastediyorum) ne kadar üzücü ve iğrençse, bizimde buna yani medyaya riayet etmemiz de bir o kadar üzücü ve iğrenç. Kaldı ki; bu durumda bizimde kendimize şu soruyu da sormamız gerekiyor; bu hassasiyetlerimiz samimi mi? Eğer samimi ise zulümleri hatırlamak için medyayı beklemememiz gerekiyor veyahut büyük bir ateşin düşmesini mi diyelim? Eğer samimi değilse zaten, vay halimize.
heybe gençlik dergisi y
45
MÜZİK
Hazırlayan: TAYYİBE NUR KAYA
Allah'tan gayriyi kalpten çıkarmak gerekir, öfke, riya, kin, hased, kibir, yok edilmelidir, makam, mevki sevgisi bu yolda yüktür çiledir, tasavvuf; islam ahlaki ile ahlaklanmak demektir. 46 y heybe gençlik dergisi
MÜZİK
S TA
A T F U V AV MÜZİĞİN YERİ heybe gençlik dergisi y
47
MÜZİK
T
asavvufta müzikten bahsetmeden önce tasavvufun ne olduğunu açıklamak ile başlayabiliriz. Öncelikle tasavvufun doğru anlaşılması gerekir. Tasavvufu tabu gibi göstermek yanlıştır. Tasavvuf akılla anlaşılmaz, dille anlatılmaz ya da yanına yanaşılamaz bir şey değildir. Tasavvufun kelime olarak tarifi kolaydır fakat yaşantı olarak tatbiki zordur. Tasavvuf yeni bir din değildir, dini yeni bir anlayışla takdim şeklidir. Bu takdim her devre göre az çok değişse de değişmeyen şey onun temel usulü ve hedefidir. Tasavvuf, Allah (c.c) ve Resulünün (s.a.v) öğrettiği edep üzere kurulmuş manevi bir ahlak eğitim sistemidir. Bu sistemin hedefi, takva ve edeple Allah Teala’nın rızasına ulaşmış olgun insan yetiştirmektir. “Peki tasavvufi müzik nedir?” diye sorulunca akla ilk gelen Allah aşkı ile yazılmış sözler ve dini çalgılardır. “Peki işin aslı nedir?” Tasavvuf Müziği, Vahdet-i vücut anlayışıyla bestelenmiş dini yapıtlardan oluşur. Aynı zamanda bu müzik eğlendirme gayesi ile değil, kulluğu hatırlatma amacıyla kullanılan müzik türüdür. Tasavvuf felsefesinin müziğe yansıması olarak da görülebilir. Ünlü İslam alimi Gazali, müziğin kendisinin nötr olduğunu söyler. Ahlaksızlığa yönlendirici ve gayrimeşru olduğu tarzlar hariç, müziğin yasaklığına dair bir delil bulunmadığını söyler. Ayrıca Gazali, müziğin zamana, mekana ve içinde bulunulan gruba göre haram ya da helal olma durumunun değiştiğini
48 y heybe gençlik dergisi
söyler. Bu görüşten anlaşılacağı gibi müziğin İslamiyet içinde yasak olmadığı kesindir. Anca müziğin insanları bir uyuşturucu gibi kötülüğe sevk etme durumu ortaya çıktığında ise yasağın sınırı başlar.
MÜZİK
Tasavvuf müziği; Tasavvufi Sanat Müziği: Bu müzik biçiminde, geleneksel sanat müziğimizin temel makam seyir ve perde dizgesi kullanılır. Kentsel bir müzik yapısıdır, törenseldir. Önemli çalgıları, ney ve kudümdür. Müziklerinde kullanılan formlar bakımından uzun soluklu eserlerdir. Sözlerin okunma biçimi sanat müziği biçimindedir ancak sözler ağırbaşlı ve oldukça ciddidir. Tasavvufi sanat müziğinde; Sema* , Gülbang* , Ayini* Şerif gibi çeşitli formlar bulunmaktadır. *Sema: Mûsikî nağmeleri dinlerken vecde gelip hareket etmek veya kendinden geçip dönmektir. *Gülbang: Tümüyle sözel, yani ezgisiz , ya da usulsüz ezgiyle söylenir. Bir duadır. Mevlevi törenlerinde Gülbang sonunda ‘hu’ çekilir. Usulsüz ezgiyle seslendirildigi zaman bir tür özelliği gösterir. *Ayin-i Şerif: Kısaca ayin de denilmiştir. Mukabele de peşrevden sonra seslendiren çok büyük soluklu bir türdür. Türü belirleyen temel öğe , selam adı verilen dört bölmeden oluşmasıdır. Bunun yanında , sözlerin tasavvuf düşüncesini içermesi , temel koşuldur.
tasavvufi sanat müziği ve tasavvufi halk müziği olarak ikiye ayrılır.
Tasavvufi Halk Müziği: Melodik ve ritmik açıdan halk müziğimizin temelleri üzerine kurulmuştur ve halk müziğindeki perde dizgesi kullanılmaktadır. Bu müzik türünde de sözler ve çalgılar önemlidir. Şiirler genel olarak hece vezni ile yazılır ve halk edebiyatında bulunan tasavvuf düşüncesinin işlenmiş olduğu şiirlerden seçilir. Müziklerinde, süslemeler çok az kullanılmıştır. Tasavvufi halk müziğinin de temel öğeleri arasında dans bulunmaktadır. Nefes*, Semah* ,Deyiş* gibi çeşitli formları bulunmaktadır. *Nefes: Bektaşi şairlerinin yazdığı tasavvufi şiirlerdir. Konusu genellikle tasavvuftaki vahdet-i vücud, Alevi-Bektaşi ilkeleri, tarikat kurallarıyla ilgilidir. Bunun yanında Hz. Muhammed (a.s.m) ve Hz. Ali (r.a) için övgüler de söylenir. Duygu ve düşünceleri nükteli bir şekilde ve zarafet ölçüleri içinde söylemek nefesin en belirgin özelliğidir. *Semah: Alevi ve Bektaşi topluluklarında yaygın olan ve müzik eşliğinde uygulanan tören nitelikli âyindir. “Semah”ın Alevi ve Bektaşi Cem’lerinde yaygın olarak ve müzik eşliğinde dönüldüğü doğrudur, fakat semah bir dans değildir. Semah Allah’a yaklaşmaktır, semah insanın maneviyatıyla yüzleşmesi ve maddi dünyadan uzaklaşmasıdır. *Deyiş: Halk edebiyatında türkü, koşma, nefes, destan, tekerleme gibi türlerdeki şiirlerin genel adıdır.
heybe gençlik dergisi y
49
TİYATRO
Hazırlayan: Fatih Türkyılmaz
Türk Tiyatrosunda
Afife Jale İnsanlar doğar, büyür, yaşar ve ölürler.
G
irişi bu kadar malumâne bir hitapla yapmanın aslında muhteşem sebepleri vardır. Bu sebeplerden birisi de şüphesiz; Türk Tiyatro’sunda bir ilki anlatmaya çalışmamızdır. Anlatacağız diyemiyorum. Çünkü o minvalde buna vakıf olmaklığımızın mevcut olmadığına kâniyiz. Fakat takdir sizindir. Tekrardan, insanlar doğar, büyür, yaşar ve ölürler. Zaten ne olursa bu döngü içerisinde olur. İnsanlığı ve insanlık tarihini bir çırpıda anlatan en genel düstur bu söz olsa gerek. Bunun yanında insanlar yaşadıkları çağı anlamaya, anlamlandırmaya, anlatmaya ve
50 y heybe gençlik dergisi
kendisinden sonraki nesillere bir ışık olmaya çabaladığında ortaya ilkler, ilk tecrübeler ve “temizlenmiş yollar” çıkıyor. Eskilerin tabiriyle zuhur ediyor. “Temizlenmiş yollar” nedir peki? Geliniz buna cevap arayalım. İnsanlar yaşadıkları çağa tesir edebilecek kabilde fiiller icra ettikleri zaman, sonraki çağlarda anılır ve tanınırlar. Fiillerinin nev’ine göre de sevilir yahut sevilmezler. İşte bunlardan birisi de Modern Türk Tiyatro’sunda bir ilk olmayı başarmış, kendisinden sonrakiler için “yol” u çalıdan ve çırpıdan arındırmış, yani “temizlemiş” olan Afife Jale Hanım’dır. 1997 yılından itibaren bu özel insan adına, Afife Jale Tiyatro Ödülleri verilmektedir.
TİYATRO
Afife Jale kimdir?
1902 yılında İstanbul’un Kadıköy semtinde -o zaman Kadıköy semtti- doğdu. Dr. Sait Paşa’nın torunudur. Türk ve Müslüman kadınlarının sahneye çıkmasının yasak olduğu dönemde, Darülbedai’de (bugünkü adı “Şehir Tiyatroları”) açılan sınava girdi. Kadıköy’deki Apollon Tiyatrosu’nda (şimdiki adı Reks Sineması) sahnelenen, “Yamalar” adlı oyunda, “Emel” karakterini canlandıran, ermeni kökenli Eliza Binemeciyan yurt dışına gitti. Onun yerine Afife Jale sahneye çıktı. Bu olayla sahneye çıkan ilk Türk ve Müslüman kadındır. Sahneye çıkarak, sahnenin yolunu Müslüman Türk kadınına açan Afife Hanım, ilk başlarda biraz sıkıntı çekse de sonraları Cumhuriyetin ilanı ve akabinde gelen İnkılâplar maharetiyle biraz olsun rahatlamıştır. Sahneyi paylaşacağı kadın arkadaşları gün geçtikçe çoğalmıştır. İlk başlarda çektiği sıkıntılar ise toplum zihninde Türk Kadınının yeri dolayısı iledir. O zamanlar toplum, kadına değer verir, onun sergilenmesini ve metalaşmasını istemez. Bu sebepten kanunlar bugünlere göre biraz daha katı gibi gözükmektedir. Afife Jale, Darülbedâyi’de öğretmenlik yapmaya başlamıştır. Daha sonra 1927-1928 yıllarında Darülbedâyi’nin başına getirilir ve çağdaş tiyatronun kurulmasına büyük katkıları olur. Fakat sonraları Afife Hanım, büyük sıkıntılara kadın başına göğüs gerememeye başlamış, baş ağrıları ve beraberinde gelen ruhi bunalımlar sebebiyle psikolojik tedavi için Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne yatırılmıştır. Sanatçıyı buralara kadar sürükleyen sebeplerin başında tabiki yaşadığı baskınlar ve sanatçı ruhunun nahifliğini yer almaktadır. O dönemin sanat hayatının bohemi ve sosyal hayattaki köklü değişimler insanımızı büyük bir tesirle etkilemiş, sanatçılarımızı bunalıma itmiştir. Henüz 39 yaşındayken, 24 Temmuz 1941 yılında hayata gözlerini yummuştur Afife Jale. heybe gençlik dergisi y
51
TİYATRO
Hazırlayan: AYŞE KAFADAR
II. Abdulhamid ve Yıldız Sarayı Tiyatrosu “Tarihler ismini andığı zaman Sana hak verecek ey koca Sultan Bizdik utanmadan iftira atan Asrın en siyasi Padişahı’na” Rıza Tevfik Bölükbaşı
52 y heybe gençlik dergisi
TİYATRO
Ş
imdiye kadar Sultan II. Abdülhamid ile ilgili sayısız eserler yazılmıştır. Sultan II. Abdülhamid, genellikle bir devlet adamı olarak anılmış, siyasi kişiliğinin üstünde durulmuştur. Abdülhamid’in kendisini anlatan pek az eser vardır. Rıza Tevfik’in de ‘Asrın en siyasi Padişahı’ olarak nitelendirdiği Sultan’ı, sanatkar ve esprili yönleriyle tanımaya, onun, sanatı -özellikle de tiyatroyu- devletin işleriyle nasıl kaynaştırdığını öğrenmeye çalıştık.
Yıldız Tiyatrosu II. Abdülhamid Yıldız Sarayı'nda oturduğu köşke bitişik ve harem dairesinin altında bir tiyatro inşa ettirmişti. Günümüze kadar gelen Yıldız Sarayı Tiyatrosu, Vasilaki kalfanın oğlu Yanko Ioannidis tarafından 1889 yılında yapılmıştır. Yıldız Sarayı’nda İtalyan sanatkarlardan oluşan bir tiyatro grubu vardı. Bunlar, Batı eserlerini sergilerlerdi. Ayrıca yerli oyunların oynanmasına yönelik olarak, Mızıka-yı Humayun kadrosunda yerli oyuncular da mevcuttu. heybe gençlik dergisi y
53
TİYATRO Bazen Avrupa’dan meşhur tiyatro sanatkarları İstanbul’a gelirdi. Tiyatro oyuncuları, Yıldız Sarayı’na davet edilir ve padişah için özel gösteriler yaparlardı. II. Abdülhamid, elçilerle ve bakanlarla görüşeceği zaman da tiyatro gösterileri tertiplenirdi. SARAY Tiyatrosu Günlük hayatını Yıldız Sarayı’nda geçiren II. Abdülhamid’in saraydaki eğlence araçlarından biriydi tiyatro. II. Abdülhamid tiyatroyu şehzadelik yıllarından beri severdi. Sultan, çok çalıştığı ve yorgun olduğu zamanlarda tiyatro oynanmasını emrederdi. Tiyatro seyrederek günün siyasi yorgunluğunu üzerinden atar; Rusya, Almanya, İngiltere ve Fransa’nın siyasi baskılarıyla boğuşup bunalan Sultan, oynanan oyuna ve seyircilerin durumuna bakarak devlet meselelerinden bir an için uzaklaşıp, rahatlardı. Sultan, oyun seyretmek istediği zaman çalıştığı ve oturduğu binadan dışarıya çıkmadan kapalı bir koridoru geçip merdivenleri inerek tiyatroya gelirdi. Saray Tiyatrosu’nda bazen II. Abdülhamid tarafından yazılan oyunlar oynanırdı. Sultanın yazdığı komedi tarzındaki piyeslerin hitap ettiği özel seyirciler olurdu. II. Abdülhamid bu oyunları, seyredenlere bazı mesajlar vermek için yazardı. Orhan Koloğlu, “Abdülhamid Gerçeği” adlı eserinde bu oyunlara ilginç bir örnek verir: “İkinci Abdülhamid, sarayın mabeyncisini konu alan bir oyun yazmış ve bu piyesin oynanmasını emretmişti. Senaryoya göre, mabeyncinin sadık fakat telaşlı bir yapısı vardır. Hükümdar mabeynciye aniden, 100 kişilik
54 y heybe gençlik dergisi
TİYATRO bir ziyafet hazırlamasını söyleyince, adamın aklı başından gider. Eli ayağına karıştığı için karmakarışık emirler verir. Uşaklar çarpışır, tabaklar kırılır, kazan devrilir. Sultan misafirleriyle görününce mabeynci hükümdarın ayaklarına kapanarak kusurlarını itiraf eder ve affa uğrar.” Bu komedi Yıldız Sarayı’nda kahkahalarla seyredilmişti. Özellikle, oyunda korku ve telaş içerisindeki uşağın, istemeden elindeki gazlı su şişesinin sifonuna basınca mabeyncinin yüzüne fışkırması sırasında salonda kahkahalar duyulmuştu. İkinci Abdülhamid bu oyunları yazıp, oynatarak saray çalışanlarını kırmadan onlara önemli dersler veriyordu. Bu yüzden sultanın yazdığı bir oyunun sergileneceğini haber alan saray çalışanları tiyatro salonunda endişe ile birbirlerine bakarlardı. Hiç kimse oynanacak oyunun konusunu bilmediğinden, her görevli ‘Acaba beni mi oynayacaklar?’ endişesi ile tiyatronun başlamasını beklerdi. Perde açıldıktan sonra Sultan’ın kimi hedef aldığı anlaşılır ve se-
naryoya konu olan görevli kendisine çevrilen alaycı bakışlara tahammül etmek zorunda kalırdı. Sultan’ın, saray görevlilerinin yaptıkları hatalar karşısında onları bu tür dolaylı yöntemlerle ikaz etmesi hem görevliler üzerinde gereken etkiyi yapmakta hem de saray halkı bu vesile ile bir taraftan tiyatro gösterisi seyrederken diğer taraftan piyeste başrol oyuncusu olmamak için işini daha düzgün yapmaya gayret etmekteydi. II. Abdülhamid’in bazı görevlileri ikaz etmek için tiyatroyu seçmesi, hiçbir zaman abartılı kahkahalarla gülmeyen ve ciddi görünümünü muhafaza eden padişahın, aslında espriyi seven bir kişiliğe sahip olduğunu da gösterir. II. Abdülhamid devlet işlerinden fırsat bulduğu zamanlarda resim yapar veya marangozculukla meşgul olurdu. Sarayda bulunan hususi marangozhanesinde sanatkârane bir tarzda sedefli, oymalı eşyalar yapardı. Hatta bazen, eliyle yaptığı eserleri Avrupa hükümdarlarına hediye olarak gönderdiği de olurdu.
heybe gençlik dergisi y
55
DİL
İ
ngiliz Edebiyatı temelde Britanya Yarımadası’nda çıkmış olup İngilizce konuşulan yerlerde de yaygınlaşmış olan bir edebiyat türüdür. Bu yazımda ilk ve orta çağ dönemi İngiliz Edebiyatı üzerinde duracağım. İlk çağlarda İngilizce olarak anlatılan ve söylenen öykü ve şiirlerle ilgili çok fazla kayıt olmadığından bu konuda bilinenler sınırlıdır. Günümüze ulaşan en önemli eser uzun bir şiir olan “Beowulf Destanı”dır. Bu destan o dönemin kahramanlara büyük önem veren ve pagan kültürünü yansıtan yaşantısına ışık tutan birçok bilgi barındırır. O dönemde yazılan şiirlerin birçoğunda olduğu gibi Beowulf’un
56 y heybe gençlik dergisi
İngİlİz EDEBİYATI da şairi bilinmez. İlk çağlara ait eseri olan ve adı bilinen iki şair Cædmon ve Cynewulftur. Cædmon’ın eserlerinden Hristiyanlık ve yaradılışla ilgili öğeler barındıran “Hymn of Creation” eski İngilizceye ait kaleme alınmış en eski eser olarak bilinir. O yıllara ait şiirler günümüz İngilizcesinden çok farklı olup eski İngilizce ya da Anglosakson dilinde yazılmıştır. Bu şiirlerde uyak ve aliterasyondan yararlanılmıştır. 1066’da Norman istilasıyla birlikte İngiltere’ye değişik görüşler, değişik anlatım biçimleri ve “Roland’ın Şarkısı” gibi şövalyelik öyküleri de girmiştir. Soylular ve sarayda yaşayanlar arasında Norman Fransızcası yaygınlaşmış, Latince bilim dili olarak varlığını sürdürmeye
DİL devam etmiş, buna karşılık sıradan insanlar türkülerinde ve öykülerinde İngilizceyi kullanmıştır. Ne var ki, Fransızcanın etkisi altında dil de değişmeye başlamıştır. 1100 ile 1500 yılları arasında kullanılan İngilizceye “Orta İngilizce” denir. Bu dönemde Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri hakkında yazılan destanlar büyük bir yaygınlık kazanmıştır. Günümüzde bunlarla ilgili birçok film çekilmiş ve ilgi görmüştür. Orta İngilizce döneminde aliterasyon üslubuyla iki başyapıt yazılmıştır: Kral Arthur’un şövalyelerinden birinin serüvenlerini anlatan Sir Gawain and the Green Knight(Sir Gawain ve Yeşil Şövalye) ve William Langland’in yazdığı Piers Plowman(Rençper Piers) Orta İngilizce dönemi edebiyatının en büyük yaratıcılarından biri Geoffrey Chaucer’dır. Troilus and Criseyde (1385; “Troilos ve Khryseis”) ve Canterbury Tales (1387-1400; “Canterbury Öyküleri”) gibi uzun şiirlerinde Chaucer her türden insanın çok canlı portrelerini çizmiş, en acıklısından en gülüncüne kadar değişik dokuda birçok öyküyü dile getirmiştir. Böylece İngiliz dilinin anlatım olanaklarını da benzersiz bir biçimde kullanmıştır. 14. ve 15. yüzyıllarda daha çok sayıda insanın okuma yazma öğrenmesiyle İngilizcenin kullanımı da yaygınlaşmıştır. Bu dönemde; aralarında John Wycliffe’in 1380’de yaptığı çeviri de olmak üzere Kutsal Kitap çevirileri yapılmış, düzyazı vakayinameler, romanslar, dinsel ve siyasal yapıtlar kaleme alınmıştır. O yıllarda bütün kitaplar el yazısı ile çoğaltıldığından dolayı William Caxton’un 1476’da basım yöntemini Londra’ya getirmesiyle önemli bir adım atılmış olmuştur. Caxton, bilginler için olduğu kadar sıradan okurlar için de kitap basmak is-
temiştir astığı ilk kitaplardan biri de Sir Thomas Malory’nin, Kral Arthur’la ilgili serüvenleri konu alan Arthur’un Ölümü (Morte d’Arthur; 1485) adlı öykü derlemesi olmuştur. 14. yüzyıldaki ilginç gelişmelerden biri de İngiliz tiyatrosunun başlamasıdır. Bu dönemde şeytanın cennetten kovuluşundan kıyamet gününe kadar insanın başından geçenleri canlandıran bir dizi kısa oyun sahnelenmiştir. Bunlara “Mucize Oyunları” denmiştir. Bir başka oyun türü de kişilerin iyi ve kötü değerleri temsil ettikleri İbret Oyunlarıdır. İbret Oyunları içinde en ünlüsü Everymande (1509-19; “Herhangi Biri”)dir. Cædmon’s hymn Nu sculon herigean heofonriees weard metodes meahte and his modgedanc, weorc wuldorfæder, swa he wundra gehwæs, ece drihten, or onstealde. He ærest sceop aelda bearnum heofon to hrofe, halig scyppend; tha middangeard moncynnes weard, ece drihten, æfter teode firum foldan, frea ælmihtig.(Hymn of Creation orijinal versiyonu, eski İngilizceyle)
Now must we praise of heaven’s kingdom the Keeper Of the Lord the power and his Wisdom The work of the Glory-Father, as he of marvels each, The eternal Lord, the begginning established. He first created of earth fort he sons Heaven as a roof, the holy Creator. Then the middle-enclosure of mankind the Protector The eternal Lord, thereafter made For men, earth the Lord almighty. (günümüz İngilizcesine çevrilmiş hali)
(Kral Arthur ve Yuvarlak Masa Şövalyeleri temsili) heybe gençlik dergisi y
57
DİL
Hazırlayan: İSMAİL SEVİM
OH MANAGER, MY MANAGER! Managers are in everywhere -even this magazine has an editor! Principles in schools, bosses in business, drivers in buses, commanders in barracks etc. One might think that all these guys just sit and tell people what to do. He may be right for few cases. However, managers do ‘’something’’ mostly. Think the times that you were at primary school. You went into the principle’s room and saw an old man sitting on his cool comfortable chair. You thought that he was not doing anything, because you knew that employees of the school had to give courses -this is how people do something. Think the time that you travel by bus. You might think that the driver only hits the gas and turn the wheel, and that’s all. Everybody can drive a bus, can’t it? No, it’s not the case. Driving a bus is not about turning the wheel. It’s about taking responsibility. A bus driver takes the risk of an accident for example. Also, he is the only one who will deal with any failure. Management is about reputation as it’s about responsiblity of people. A manager bets on his/her reputation. If he/she makes a mistake about what he/she is managing, loss will be much more serious than you think – he/she will lose reputation. Are you brave enough to bet on your life? Eh?
58 y heybe gençlik dergisi
DİL
BUYRUN MÜDÜRÜM! Yöneticiler her yerde –hatta bu derginin bile bir editörü var! Okulda müdür, işte patron, otobüste şoför, kışlada komutan vs. İnsan, bu adamların oturup sadece etrafındakilere ne yapmaları gerektiğini söylediklerini düşünebilir. Bazen haklı da olabilir. Fakat yöneticiler çoğu zaman “bir şeyler” yaparlar. İlkokula gittiğiniz zamanları hatırlayın. Müdürün odasına gittiniz ve yaşlı bir adamı havalı, konforlu sandalyesinde otururken gördünüz. Hiçbir şey yapmadığını düşündünüz. Çünkü size göre okuldaki çalışanlar ders anlatmalıydı –insanlar bu şekilde “bir şeyler” yaparlardı. Otobüsle seyahat ettiğiniz bir zamanı düşünün. Şoförün yalnızca gaza basıp direksiyonu çevirdiğini düşünebilirsiniz –hepsi bu! Herkes otobüs sürebilir değil mi? Hayır, mesele bu değil. Otobüs sürmek direksiyon sallamakla ilgili değil, sorumluluk almakla ilgilidir. Örneğin bir otobüs şoförü kaza riskini üstlenir. Aynı zamanda herhangi bir araç arızasıyla da o ilgilenecektir. Yönetim insanların sorumluluğunu almakla ilgili olduğu kadar saygınlıkla da ilişkilidir. Bir yönetici, saygınlığı üzerine kumar oynar. Yönettikleriyle ilgili bir hata yaptığında kayıp sandığınızdan daha ciddi boyutlarda olacaktır -yönetici, saygınlığını kaybedecektir. Hayatınız üzerine kumar oynayacak kadar cesur musunuz? Ha? heybe gençlik dergisi y
59
Ne Yaptık - DİL KULÜBÜ
Üsküdar Gençlik Merkezi
1-2 Mart tarihlerinde Üsküdar Gençlik Merkezi Dil Kulübü’nün düzenlediği Scrabble Turnuvasından fotoğraflar
Üsküdar Gençlik Merkezi
DİL KULÜBÜ -
Ne Yaptık
“Her Cumartesi saat 12.00’da Üsküdar Gençlik Merkezi İngilizce konuşuyor!” Dil Kulübümüzün organize ettiği bu etkinlik, katılan üyelerinin ingilizce konuşma pratiğini geliştirmeyi hedefliyor. Her hafta belirlenen konular üstüne çay-kahve eşliğinde ‘’İngilizce’’ sohbet ediliyor.
Ne Yaptık - GÜZEL SANATLAR
Üsküdar Gençlik Merkezi
atlar Güzel San rak Kulübü ola ı tlar farklı sana z da görüp, bira in ak iç ilham alm rn ode İstanbul M i gez Sanatlar’a . düzenledik
zin Eserlerimi arbaşı l ğ a B i ğ i d sergilen rkezi’nde e M r ü t l ü K elediyesi B r a d ü k s Ü ürümüz d ü M r ü t l Kü ilkin’le S a m e S . n Sy şımızı lı ı ç a r e b a r be rdik. gerçekleşti
Üsküdar Gençlik Merkezi
GÜZEL SANATLAR - Ne Yaptık
Güzel Sanatlar Kulübü Siyaset Kulübümüzün ağırladığı konuklara eserlerini taktim ettiler.
Kutlu Doğum Haftası için “Aşkı Nebi” adlı sergimizin hazırlığındayız.
kadınlar Günü’nde ‘‘Gazzeli Kadınlar’’ adlı sergiyi 7 kişilik bir ekibimizle gezdik.
Ne Yaptık - SİYASET VE DÜŞÜNCE KULÜBÜ
Üsküdar Gençlik Merkezi
Sibel Eraslan, Kenan Alpay ve Osman Atalay ile ‘’ İnsanlığın İmtihanı Suriye ‘’ adlı programımızı gerçekleştirdik. Yanı başımızda yaşanan dramı bize anlattılar ve ne yapmamız gerektiğini öğrendik. Herkesin elini taşın altına koyması gerektiğinin idrakine vardık.
Üsküdar Gençlik Merkezi
SİYASET VE DÜŞÜNCE KULÜBÜ - Ne Yaptık
Asuman Gökgöz ve Murat Ayar ile 28 Şubatı konuştuk ne acılar çekildiğini canlı tanıkların dinledik ve bir kez daha gördük ki her şeyi ne kadarda çabuk unutuyoruz.
Grup Kıyam bu sefer Suriye için söyledi, Hayme Ana adlı oyunu ise Tiyatro Kulübü Suriye için sahneledi gelirleri ise Suriye halkına bağış edildi.
Ne Yaptık - EDEBİYAT KULÜBÜ Üsküdar Gençlik Merkezi
Edebiyat Kulübümüz 8 Mart’ta Aşiyan Tevfik Fikret ve Servet-i Fünun Müzesine gezi düzenledi. Türkiye’nin edebiyat temalı önemli müzelerinden olan bu müzenin ardından Aşiyan Mezarlı’ğında Yahya Kemal ve Ahmet Hamdi Tanpınar gibi tanınmış edebiyatçıların kabirleri ziyaret edildi.
Üsküdar Gençlik Merkezi
EDEBİYAT KULÜBÜ - Ne Yaptık
Ne Yaptık - FOTOĞRAF KULÜBÜ Üsküdar Gençlik Merkezi
Fotoğraf: İkbal Hümay Akyıldız Exif: Nikon D90 f/5 1” saniye ISO:100 Yer: Garipçe Köyü
Etkinlik: Garipçe Köyü Fotoğraf Gezisi Fotoğraf: Mustafa Orhun Çetin
Üsküdar Gençlik Merkezi
FOTOĞRAF KULÜBÜ - Ne Yaptık
Karadenizin en uç noktası, Rumeli Feneri bugünlerde çok hareketli.. Garipçe köyü, 3. Köprünün ayaklarının bitmesi ve trafiğin buraya taşınması ile bir daha asla aynı olmayacak. Fotoğraf kulübü (ÜGMFOK) olarak hem belge niteliği taşıyacak fotoğraflar yakalamak, hem de ÜGM-FOK 2014 Projesi “1 SANİYE” için atölye yapmak üzere Sarıyer Garipçe Köyü’ne gittik. Fotoğraf: İkbal Hümay Akyıldız Exif: Nikon D90 f/5,6 1/320 ISO200
“1 SANİYE” Fotoğraf Projesi
Üsküdar Gençlik Merkezi Fotoğraf Kulübü olarak, 2013 yılında Üsküdar konulu Fotoğraf Projesini çalıştıktan ve Fotoğraf Sergimizi Haziran 2013te açtıktan sonra 2014 yılı projesini Eğitmenimiz İsa Terli önderliğinde, “1 saniye” olarak belirledik. Bu projeye, Fotoğraf atölyesine katılmış ve temel fotoğrafçılık eğitimi almış herkesi davet ettik. Enstantaneyi 1 saniyeye ayarlayarak çekilen bu fotoğraflarda konu sınırlaması yok. İleri fotoğraf çekme tekniklerini pekiştirmek üzere yapılan bu projede, her ay yapılan fotoğraf okumalarında, İsa Terli hocamız ve bazen de Konuk Fotoğrafçılar eşliğinde, fotoğraf okuyor ve yorumlama tekniklerini öğreniyoruz. Sene sonunda ortaya çıkacak ürün için, her okumaya daha iyi fotoğraflar getirmek üzere, ay içinde İstanbul’un çeşitli yerlerine geziler düzenliyoruz. Fotoğraf: İkbal Hümay Akyıldız Exif: Nikon D90 - f/36 1” saniye ISO:100 - Yer: Garipçe Köyü
Ne Yaptık - TARİH KULÜBÜ
Üsküdar Gençlik Merkezi
Tarih Kulübü SultanAhmet ve Üsküdar’daki Buhara Özbekler Tekkesini Ziyaret Etti Bu ay ki yazımıza daha somut bilgiler katmak için yollara düştük. Cumhuriyet döneminde bu tekkeler, Türkistanlı talebeler ve yoksullar için mekan olmuş. Ayrıca Türkistanlıların kurduğu cemiyetlerin de merkezi olarak hizmet görmüş. Türkistan’dan Hac’ca gidecek olan müslümanlar yola çıktıklarında önce İstanbul’a uğrayarak Eyüp Sultan’ı ve İslam aleminin Halifesi olan Osmanlı hükümdarını ziyaret etmeyi bir görev saymışlardır. İstanbul’daki Özbek Tekkeleri, kuruluşundan itibaren Osmanlı ile Türkistan arasında siyasi, diplomatik ve kültürel sahalarda önemli rol oynadı. 2006 yılında Büyükşehir Belediyesi tarafından restore edilen Sultanahmet Özbek tekkesi, halen İstanbul Tasarım merkezi olarak hizmet vermektedir. Yolunuz düşerse gezebilirsiniz.
Üsküdar da bulunan Özbekler Tekkesi ise, 1752’de Buharalı Nakşibendi dervişler tarafından Ahmet Yesevi geleneğinde, Sultantepe’de kurulmuş. Kurtuluş Savaşı yıllarında Anadolu’ya asker ve cephane göndermede gizli bir üs olarak hizmet vermiş. Halen Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne bağlı olup müze olarak kullanılması gündemdedir.
Üsküdar Gençlik Merkezi
TARİH KULÜBÜ -
Ne Yaptık
Üsküdar Gençlik Merkezi Karikatür
KARDEŞİM SEN ÖZGÜRSÜN Kardeşim sen prangalara vurulsan da özgürsün Sen Allah'a bağlandığın zaman Sana kölelerin tuzağı ne zarar verebilir ki Kardeşim karanlığın(küfrün) ordularını kökten sileceksin Ve bununla yeryüzünde bir fecr doğacak Sen ruhunu fecrin doğuşuna teslim et O zaman fecrin bizi uzaktan karşıladığını göreceksin Kardeşim muhakkak ki ellerinden kanlar akmıştır Ve zillete mahkum olmaktan yüz çevirmiştir Muhakkak ki bir gün o şehadet aşıkları Ebediyet kanı ile cennete yükselecektir Kardeşim sana ne oluyor ki savaştan bıkmışsın Ve omzundan silahını atmışsın Söyle bana kim fedakarlık edecek ve yaraları saracak Ve yeniden sancağımızı kim dalgalandıracak Kesinlikle kardeşim ben savaştan yılacak değilim Silahımıda kenara atacak değilim Şayet kardeşim ben ölürsem şehidim Sen de övülmüş bir zaferle devam edersin Kardeşim yürü tereddüt etmeden arkana bakma Senin yolun kanla boyanmıştır Oraya buraya aldırış etme Allah tan başkasına boyun eğme Kanadı kırık bir kuş değiliz ki Bundan dolayı zelil görünüp öldürülelim Adım adım çarpışmaya çağıran Kanların sesini işitiyorum Kardeşim biz ölürsek sevdiklerimize kavuşacağız Rabbimizin bahçeleri bizim için hazırlanmıştır Muhakkak ki o cennetin kuşları etrafımızda kanat çırpacaktır Ebedi diyar(adn cennetleri)bizim için ne kadar hoştur