heybe Yıl: 1/2014 Sayı: 1 - Üsküdar Gençlik Merkezi Dergisi
Gençlik Dergisi
Gözümüz Liderlerin Yolunda
ALİYA Röportaj Ersoy Dede İLE Medya, Etİk ve Sosyal Medya
İnceleme AMERİKA’NIN YOK ETTİĞİ DEĞERİ kızılderililer
Editörden; Bir Üsküdar Gençlik Merkezi Dergisidir
Üsküdar Gençlik Merkezi kapılarını açtığı günden beri sayısız programa imza attı. Gerçekleştirdiği bütün programlarda mutlaka gençlerin imzası oldu. Her çalışmamızda ayrı bir heyecan ve ayrı bir coşku yaşadık. Şimdiki heyecanımızın adı gençlik merkezimizde oluşan birikimin okuyucuyla buluşmasını sağlayacak olan e dergi çalışması. Merkez bünyesinde kurulan kulüplerde gönüllü olarak çalışma yapan öğrenci arkadaşlarımızın, sesini duyuracakları, fikir ve duygularını paylaşacakları bir yayın olan Heybe ilk sayısı ile sizlerle. Dergimize Heybe dedik çünkü biriktirdiğimiz bazı şeyler var. Kültür, sanat, estetik, tarih, edebiyat, gündem kısacası hayata ve insana dair heybemizde biriktirdiğimiz fikirlerimiz var. Üsküdar Gençlik Merkezi gençliğe seyirci olmaktan ziyade sahada olma fırsatını sunmuştur. Sahnede olan, düzenleyen ve organize eden hep gençlerimiz olmuştur. Aylık olarak yayınlamayı planladığımız heybe dergimizi de vücut haline getiren gençlerimizin kendisi olmuştur. Konuların belirlenmesinden, yazımına kadar her şey genç kalemlerimizden çıktı. İnanıyoruz ki bu çalışma geleceğin sanatçılarına ve yazarlarına ilk eserlerini yayınlama imkânı verecektir. İlk sayımızda 99. Yılında Türk Sinemasını, Şiir dünyamızın önemli ismi Nurullah Genç’i, fotoğraf sanatını, cilt sanatını, Bilge Kral Aliya’yı, dünden bugüne Ermeni Meselesini, müziğin doğuşunu, Muhsin Ertuğrul’u, Amerika’nın yok ettiği değeri Kızılderililer ve dillerini konuştuk. Bununla beraber medya üzerine Ersoy DEDE ile bir röportaj gerçekleştirdik. Çıktığımız yolun zorlu olduğunun farkındayız. Zaman geçtikçe dergimiz istediğimiz seviyeye ulaşacak ve hakikatin aydınlanmasına katkıda bulunacaktır. Eksiğiyle fazlasıyla, sizlere dolu dolu bir sayı ulaştırmaya çalıştık. Amacımız bundan sonra da heybemizde biriktirdiğimiz doğruları sizlere sunmak olacaktır. Dergimizin herkes için hayırlara vesile olmasını diliyoruz. İyi okumalar…
Aşkın Yıldız Üsküdar Gençlik Merkezi Müdürü
YIL: 1 - 2014 SAYI: 1 İmtiyaz Sahibi MUSTAFA KARA YAYIN DANIŞMANI SEMA SİLKİN YAYIN YÖNETMENİ AŞKIN YILDIZ HAZIRLAYANLAR İBRAHİM ATLI, EMRE NUR, YASİR DAĞERİK, MEHMET İPEK, ZEYNEP BETÜL KAVAK, MUSTAFA ORHUN ÇETİN, MUHAMMED HÜSEYİN DEMİREL, SERRA İNNER, ŞEYDA ODABAŞ BAL, SAMET FATİH AKBABA, GÖKHAN KILIÇARSLAN, NURGÜZEL KORKMAZ, CEMRE YILDIZER, ZEHRA ZEYNEB GÖNÇ, TUĞÇE BAL, SERHAT BALCI, DOĞUKAN SANAL, YUNUS EMRE DÜLGER, AHMET MESUT KAYIŞ, YUNUS ARSLAN, SEVDE SÖZEN, TAYYİBE NUR KAYA, RABİA NUR AY, FURKAN PAŞAOĞLU, MAİDE BUKEM ERDÜNDAR, AYŞE KÜBRA KAFADAR, AZADE SEL, ÖMER BOZKURT, YÜSRA SÜMELİ, ENES AKTAŞ, İSMAİL SEVİM GÖRSEL TASARIM HÜSEYİN KIZILAY ADRES BURHANİYE MAH. GENÇ OSMAN SK. NO: 13 ÜSKÜDAR - İSTANBUL TELEFON (0 216) 557 75 39 WEB ADRESİ www.heybedergisi.com MAIL bilgi@heybedergisi.com
İÇİNDEKİLER a l a K ’e 1 ineması
ürk S 109.0 T a d Yılın 9
Sayfa 6
ç n e G llah azmak
iY Şiirin n i t NuMerdu e eniy Bir
2
Sayfa 1
f a r ğ Foto çılık tarihi af
toğr o F e v
6
Sayfa 1
a a olund Y y n i i r l A üz Liderle m
Gözü
2
Sayfa 2
Müziğin Doğuşu Ve İlk Adımlar
Ciitlatbı K
Sayfa 46
er Karel n a y Koru
8
Sayfa 2
Tiyatro Nasıl İzlenir
Sayfa 54
a e Erm y s o Dnden Bugün
si esele eni M
Dü
4
Sayfa 3
j a t r o Rrösopy Dede ile... E
2
Sayfa 4
Amerika’nın Yok Ettiği Değeri
Sayfa 56
SİNEMA
Hazırlayan: İBRAHİM ATLI
100’e 1 Kala
a d n ı l ı Y . 99
k r TSİüneması
Sinema meraklısı Faruk Uzkınay, Avusturyalı bir teknisyenden kameranın nasıl kullanılacağını öğrendi ve Ayastefanos’taki (Yeşilköy) Rus Abidesi’nin yıkılışını görüntüledi. Tarih 14 Kasım 1904’tü ve bu olay Türk sinemasının başlangıcı oldu. Geride bıraktığımız 99 yılda Türk sineması nasıl gelişim gösterdi, 1. Dünya Savaşı’nın o hengameli günlerinden 2013 yılına nasıl gelindi hatırlatmak istedik.
6 y heybe gençlik dergisi
SİNEMA Susuz Yaz Berlin’de Altın Ayı ödülü alan ilk Türk filmi.
T
ürkler’in sinemaya el atması 1. Dünya Savaşı yıllarına denk gelmiştir. İki girişimci iş adamı Cevat Boyer ve Murat Bey Şehzadebaşı’nda Milli Sinemayı açtı. O güne kadar sinema sektörü yabancıların elindeydi. Kısa bir süre sonra da Şakir ve Kemal Seden, Ali Efendi ve Fuat Uzkınay tarafından Sirkeci’de Ali Efendi Sineması açıldı. Türk Sinemasının doğum günü ise, ülkenin resmen 1. Dünya Savaşına girdiği 11 Kasım’dan 3 gün sonra çekildi. Çekilen ilk film, Osmanlının 92 Harbi’nde Ruslara karşı yenilgisinin acı bir hatırası olan Yeşilköy’deki Rus Abidesi’nin yıkılışını belgeleyen film oldu. Yeşilköy’deki bu anıtın dinamitle havaya uçurulmasını görüntüleyecek isim Avusturyalı Sacha Messter Gess-
chelshaft firmasının teknisyeniydi. Ama halkın ayaklanarak; “Bu anıtın yıkılışını yabancılar değil bir Türk filme çekmelidir.” demesi üzerine bir sinema tutkunu olan Fuat Uzkınay bu göreve talip olmuştur. O güne kadar bir kez bile kamera kullanmamış olan Uzkınay, oracıkta aleti kullanmayı öğrenerek mucizevi bir biçimde çekim yapmıştır. 150 metrelik dev anıtın yıkılmasının görüntüleri Türk sinemasının doğuşu oldu. İlk konulu Türk filmi Türk sinemasının ilk konulu uzun metrajlı filmi 1916 tarihli Himmet Ağa’nın İzdivacı filmiydi. Çekimleri savaş yıllarında başlayan filmin oyuncuları savaşa alınınca film yarım kaldı. Filmi 2 yıl sonra Fuat Uzkınay tamamladı. heybe gençlik dergisi y
7
SİNEMA Biraz daha şanslı bir film olan Pençe filmi ise 20’li yaşlarında olan Sedat Simavi çekti. Mehmed Rauf’un oyunundan uyarlanan film, bir başka açıdan da tarihe geçti. ‘Cinsellik içeren ilk Türk filmi’ olan Pençe için Muhsin Ertuğrul “Her Türk vatandaşını utandırdı.” demiştir. İç içe geçmiş iki öykü üzerine kurulan filmin kadın kahramanın birden fazla erkekle ilişkiye girmesi o dönemin Türk toplumu için kabul edilemeyecek bir durumdu. Pençe arşivlerde tek kopyası bile olmayan bir ilk filmdi.
manda gişe rekorları kıran ilk film olarak tarihe geçti. Bolşevik Devrimi’nden kaçarak İstanbul’a gelen Anna Mariyeviç’in Mediha Hanım’ı canlandırdığı filmde vahşice öldürülmesi izleyenleri çok etkilemişti. Güzellik kraliçelerinin ilki Feriha Tevfik Günümüzde güzellik kraliçeliğinden sinemaya adım atan oyuncuların sayısı azımsanamayacak derecede. Belgin Doruk, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit, Hülya Avşar ve diğerleri… Bu kadın oyuncuların hepsi derece aldıktan sonra yapımcıların dikkatini çekip sinemaya adım attılar. Tüm bu taçlı oyuncuların öncüsü ise Feriha Tevfik’ti. Tevfik aynı zamanda Cumhuriyet tarihinin ilk güzellik kraliçelerinden biriydi. 1929 yılında Cumhuriyet Gazetesi’nin açtığı güzellik yarışmasına katılan Feriha Tevfik’in yarışma için gönderdiği fotoğraf gazetede yayınlanınca Muhsin Ertuğrul Feriha Tevfik’in babasıyla konuşur ve Tevfik Muhsin Ertuğrul’un yönettiği Kaçakçılar filminde oynar. Bu filmi Milyon Avcıları, Leblebici Horhor ve Tosun Paşa izler.
İlk vamp kadın Madam Kalitea, Türk sinemasının ilk vamp kadını olarak tarihteki yerini aldı. Kalitea’nın çocuk bakıcılığı yaptığı evdeki tüm erkekleri baştan çıkarak Fransız Anjelik’i canlandırdığı Mürebbiye, aynı zamanda Türk sinemasında sansür engeliyle karşılaşan ilk film unvanını da taşıyor. Hüseyin Rahmi Gürpınar’ın eserinden Ahmet Fehim’in uyarladığı 1919 tarihli bu film, İstanbul’daki işgalci Fransız General Franceht d’Espery’i çileden çıkarmıştı. Bir Fransız kızının böylesine düşük ahlaklı gösterilmesine kızan General, filmin İstanbul’daki gösterimini bir süre durdurdu. Mürebbiye, Anadolu seyircisine Yabancılardan sonra hiç ulaşmadı. İlk yönetmenlik denemesini Müilk Müslüman Türk kadınlar rebbiye ile 62 yaşındayken yapan Ahmet Fehim Türk kadınlarının oyuncu olarak kamera karfilmini İstanbul’u işgal edenlere karşı sessiz bir şısına geçmesi Kurtuluş Savaşı’ndan sonraki dödireniş olarak nitelendirmişti. neme rastlar. Ülkeyi, çağdaş uygarlık düzeyine getirmeyi amaçlayan Atatürk’ün isteğiyle, Müsİlk özgün senaryo lüman Türk kadınları sinema filmlerinde oynaTürk sinemasının özgün senaryoya dayanan ma özgürlüğüne kavuşmuştur. Bu döneme kailk filmi Muhsin Ertuğrul’un yönettiği İstanbul’da dar Afife Jale ve Şaziye Moral gibi genel ahlaka Bir Facia-i Aşk (Şişli Güzeli Mediha Hanım’ın aykırı davranmakla suçlanıp hapse atılma tehliFacia-i Katli) oldu. Muhsin Ertuğrul’un gerçek kesi karşısında Rum ve Ermeni takma adlar bulbir olaydan yola çıkarak yazdığı bu film, aynı za- mak zorunda kalmışlardır. Muhsin Ertuğrul’un
8 y heybe gençlik dergisi
SİNEMA Halide Edip Adıvar’ın Ateşten Gömlek adlı ro- Ayı’yı kazandı. manından uyarladığı filmde kamera karşısına geçen Bedia Muvahhit ve Neyyire Neyir sinema 2000’li yıllar ve Türk Sineması filminde oynayan ilk Müslüman Türk kadınlar Türk Sineması bugün istenilen düzeye eriştioldu. Muvahhit Fransızca öğretmeni, Neyyire ğini söyleyemeyiz; ama Türk sinemasının umut Neyir ise Muhsin Ertuğrul’un eşi idi. vaat ettiğini söyleyebiliriz. Filmlerimiz artık yüksek prestijli uluslararası festivallerden ödüllerle Masum yüzü ve Romantik dönüyor; Türkiye sineması her yerde daha fazla imajı ile ilk jön : Suavi Tedü ciddiye alınmaya başlanıyor. Türk sineması bir İlk dönemlerde Türk filmlerinde tiyatro köken- değer yaratmaya başlıyor diyemesek de değerli li ve orta yalı olgun erkek oyuncular rol alıyordu. filmler, değerli yönetmenler, senaristler ortaya Muhsin Ertuğrul’un yönettiği Şehvet Kurbanı çıkarmaya başlıyor. Derviş Zaim, Zeki DemikuTürk Sinemasına ilk jönü kazandıran filmdir. Bu buz, Handan İpekçi, Nuri Bilge Ceylan, Çağan isim alımlı fiziği, masum yüzü ve romantik ima- Irmak Türk sinemasının 2000 li yıllarından sonra jıyla Suavi Tedü idi. Tedü bir star düzeyine ulaşa- tanıdığımız isimleri. masa da bir akımın ilk adımını attı. Star kavramı ise Ayhan Işık ile Türk sinemasına girdi. Türk Sinemasının 99. Yılını Yıl 2013 ve Türk Sinemasının 99. Yılını geride Leblebici Horhor İlk bıraktık. 100’e bir kaldı. Bugünün imkanlarının uluslararası ödülümüz geçmişte olmadığını göz önünde bulundururMuhsin Ertuğrul’un filmi Leblebici Horhor 2. sak daha iyi yapıtlar ortaya koymamız gerektiği Venedik Film Festivali’nde Onur Madalyası ala- su götürmez bir gerçek. Birçok yönetmene, serak uluslararası ilk ödülü kazanmış oldu. 1956 yı- nariste ulaşmak onların bilgilerinden yararlanlında Sebahattin Eyüboğlu ile Fuat Uzkınay mak mümkün. Mazhar Şevket İpşiroğlu’nun Biz Üsküdar Gençlik birlikte yönettiği Hitit GüneMerkezi’nin Sinema Kulübü olaşi adlı belgesel Berlin Film rak 99. Yılda güzel etkinliklere Festivali’nde Gümüş Ayı ödüimza attık. Bir sinema atölyesi lünü kazandı. Uluslararası çalışmamız oldu 8 hafta dersler alanda ödül kazanan ilk uzun ve 2 hafta uygulama şeklinde 10 metraj konulu film ise Metin haftalık bir program düzenledik. Erksan’ın yönettiği Susuz Yaz Birbirinden değerli isimleri kofilmi oldu. Dışişleri Bakanlınuk ettik. Bir sonraki sayıda sizğı yetkililerinin engellemelere bu konuda daha detaylı bilgi sine rağmen festivale giden vereceğimizin sözünü şimdiden film, 1964’teki Berlin Film verelim. Önümüzdeki ay görüşFestivali’nde büyük ödül Altın mek üzere. heybe gençlik dergisi y
9
SİNEMA 2000’li yıllar ve Türk Sineması Türk Sineması bugün istenilen düzeye eriştiğini söyleyemeyiz; ama Türk sinemasının umut vaat ettiğini söyleyebiliriz. Filmlerimiz artık yüksek prestijli uluslararası festivallerden ödüllerle dönüyor; Türkiye sineması her yerde daha fazla ciddiye alınmaya başlanıyor. Türk sineması bir değer yaratmaya başlıyor diyemesek de değerli filmler, değerli yönetmenler, senaristler ortaya çıkarmaya başlıyor. Derviş Zaim, Zeki Demikubuz, Handan İpekçi, Nuri Bilge Ceylan, Çağan Irmak Türk sinemasının 2000 li yıllarından sonra tanıdığımız isimleri.
Üç Maymun Yönetmenliğini Nuri Bilge Ceylan’ın yaptığı film.
10 y heybe gençlik dergisi
SİNEMA
ılı Y . 9 9 n ı n ı s a Türk Sinemnın 99. Yılını geride bıraktık.
ı rk Sineması işte olmadığın m ç e g ın Yıl 2013 ve Tü n rı la kan ı. Bugünün im aya koymamız rt o r la ıt p a 100’e bir kald y i aha iy lundurursak d ene, senariste u b tm e e n d ö n y ü n k ö o ç z ir ö g rçek. B kün. ötürmez bir ge g su i ğ rlanmak müm ti k ra a re y e g n e d n ri 9. e n bilgil ulübü olarak 9 K a m e ulaşmak onları in S in ’n ız ençlik Merkezi lyesi çalışmam tö a a m e n Biz Üsküdar G si ir bir attık. B inliklere imza de 10 haftalık n tk li e k l şe ze ü a g m a la d u ıl Y ir fta uyg konuk ettik. B ersler ve 2 ha ri d le a ft im a is h i 8 rl e u ğ e ld o den d izin nledik. Birbirin ilgi vereceğim b lı y ta e d a h a program düze uda d sizlere bu kon rüşmek üzere. ö a g ıd y y a sa i i k k e ra zd n ü so üm en verelim. Ön sözünü şimdid
heybe gençlik dergisi y
11
EDEBİYAT
Hazırlayan: EMRE NUR - YASİR DAĞERİK
1960 Horasan (Erzurum) doğumludur. 1983 yılında Atatürk Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nü bitirdi. Aynı üniversitede Yüksek Lisansını tamamladı. Yine aynı üniversiteden Doktor, Doçent ve Profesör unvanlarını aldı. Şu anda İstanbul Ticaret Üniversitesi Ticari Bilimler Fakültesi’nde öğretim üyesidir. 18 şiir kitabının sahibidir.
12 y heybe gençlik dergisi
EDEBİYAT
h a l l u r u N Genç Erzurum’da çocuklar annelerine seslendiklerinde, anneler belki de evlatlarını canlarıyla bir tuttuklarından, “can” diye cevap verirler. Bizce şiir de toplumu canlı tutan, onu yaşatan yegâne unsurlardandır. Lakin şiirin “toplumun canına” işlemesi, şairin canından süzülmesiyle mümkündür. Şair, yani dış alemde iç alemine ulaşma arzusunda olan… Kendine sırt dönmek bir yana “kendi”yle bütünleşen bir hisli kalptir. Bizler de elimizden geldiğince geleneğiyle, gönülleri dillendirişiyle gününe geçmişi katıp geleceğe miras bırakan şairimiz Nurullah Genç’i anlatmaya çalışacağız. Nurullah Genç’in şiirlerinde açık bir kalp gö-
zünün süzgecinden süzülüp mısraya dökülen bir dış dünya buluruz: “Eğer sadece duyu organlarımızın penceresinden, sadece müşahede alanından bakarsanız dış dünyaya, gördüğünüz her şey solmaya mahkûmdur. Size çok güzel gelen bir göz de yaşlanınca güzelliğini kaybedecektir. Ama güzel bakıp güzel gören bir kalp ve o kalple birleşen bir çift göz, hiçbir zaman o güzelliğini kaybetmez. Şöyle ufacık bir hesap yapsak hangisini tercih ederdik?” der Nurullah Genç ve “Gözlerine Yazılmamış Bir Destan”da bunun cevabını verir gibidir: “bu şiirde iki göz var / biri senin; biri onun / Senin o karanlık, küf kokulu / matem gözlerini terkedi-
heybe gençlik dergisi y
13
EDEBİYAT yorum” En tanınıp sevilen şiiri Yağmur’un hikâyesini şöyle anlatıyor Nurullah Genç: “Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) öyle bir insan ki insanlar ve toplumlar ona yaklaştıkça kurtuluşa, mutluluğa; ondan uzaklaştıkça hüsran ifade eden bir hüzne doğru gider. Onun şahsından yani müşahhas varlığından değil bıraktığından, sünnetinden ve davasından uzaklaşma ya da ona yaklaşma… İşte bu noktada düğümlenince, Osmanlı’nın yıkılışıyla Hz. Hamza’nın şehadetini aynı çizgide görünce hafızam, otobüs biletinin arkasına şu mısraları yazdığımı hatırlıyorum. “Sensiz, ufuklarıma yalancı bir tan düştü / Sensiz, kıtalar boyu uzayan vatan düştü / Bir kölelik ruhuna mahkûm olunca gönül / Yüzyıllardır dorukta bekleyen sultan düştü. Bir kıvılcım oluşmuştu içimde, sevindim ve birdenbire dedim ki bir naat başlıyor. İç dünyamdaki o hareketlilik ve fırtına tam iki buçuk ay sürdü. İki buçuk ay fakültedeki odama kapandım. Ve nihayet bitirdiğimde beni hep merak eden arkadaşlarımı çağırarak ‘Gelin, size bir şiir okuyacağım’ dedim:
şidir. “Şöyle bir baktığımızda, İlahî öğretiyi dışarıda bırakırsak toplumda şairden daha çok farkındalık oluşturan kişi kimdir?” der. Şiirin gündelik hayattaki bir konu üzerine izahta en kolay müracaat edeceklerimizden olduğu kanaatindedir ve çocuğuna herhangi bir tavsiyede bulunurken hemen Akif’ten “Allah’a dayan, sa’ye sarıl, hikmete râm ol… / Yol varsa budur, bilmiyorum başka çıkar yol.” mısralarını söyleyebildiğini örnek verir. Farkında olmak, şuurunda olmaktır. Şair-şiir-şuur üçlüsünü müşahede, muhakeme ve mükâşefe kavramlarıyla birleştirir. Müşahede, şahit olmaktır, gözlemlemektir, muhakemenin ilk safhasıdır. Muhakemeyi ise şahit olduklarımızdan hüküm çıkarmak olarak tanımlar Nurullah Genç ve bu hususta İmam Gazali’nin “Müşahededen muhakemeye geçemeyen tefekküre sahip olamaz.” sözünü hatırlatır. Taklitçiliğin muhakemeye geçemeyip müşahedede kalmış gruplarda daha çok görüldüğü üzerinde durur. Bunların tamamının üstünde mükâşefe vardır, yani, kalbin keşif alanı… Nurullah Genç, İbn-i Arabî’nin gerçek manada insan olabilmeyi gördüğü bu mertebeye şair, şiir ve şuur olmadan ulaşılamayacağı düşüncesindedir.
Alaca bİr at koşar İçİmde, Ezer toynakları İle anılarımı..
Vâreden’in adıyla insanlığa inen Nûr Bir gece yansıyınca kente Sibir dağından Toprağı kirlerinden arındırır bir Yağmur Kutlu bir zaferdir bu ebabil dudağından Rahmet vadilerinden boşanır âb-ı hayat En müstesna doğuşa hâmiledir kâinat …” Şair, onun için, farkındalık oluşturabilen ki-
14 y heybe gençlik dergisi
“Onda gelenek arayış, arayış teselli, teselli umut, umut bahar, bahar ise kendisini her zaman taze tutan aşktır. Eskinin coğrafî sahasında aşk, kısmetini ararken, ‘gözlerinde baharı arayan candır özüm’ mısraı, serabı gören bir insandan çok tazelenen, tazelendiren, ümitlendiren, paylaşmaya hazır bir özü sunuyor bize.” *
EDEBİYAT
Fotoğraf: ‘Nurullah GENÇ’
Özgürlüğe giden tutsaklar gibi Siyah gözlerine beni de götür Toprağın Suya Armağanıdır Bulutları versem, yağmurlar kadar Meleklerin gölgelerini versem İçten ve dokunaklı yağarak yollarıma Taşır mısın çöllerine sevdanın Uyandırır mısın çığlıklarımı Yaprağınsam, çiçeğimsin her bahar Toprağınsam, suyumsun Ufukları versem, gecenin surlarından Süzer misin saçlarıma güneşi Senden uzak kalmanın isyanıdır karanlık Bir kardelen rüzgârıdır gözlerin Bütün tozlu kapılar kapansın düşlerinde Dinlen ve dupduru bir denizle gel Hüznümün katran sızan her anıdır karanlık Muhayyel gemilerin açılsın sonsuzluğa İste, vereyim kudret narını köklerimden Uyu sessizliğinde firak türkülerinin Issızlığa dayamış omzumu, bekliyorum Sana Kehkeşanları, yıldızların sesini İste, alayım suskun alevini derinden
“N. Genç, “gemileri” insan toplulukları, “denizleri” ise inandığı, iman ettiği değerler manzûmesi plânında ele almıştır. Şairin insana ve toplumlara beslediği geniş ilgi, bizim insanlarımızla birlikte bütün insanlığı içine alır. Bu sevgi; sağlıklı bir temele dayanmadan, günümüzün modası haline gelen ve tamamen peşin hükümlere dayanan “hümanizm” anlayışının basit, hissî, indî yaklaşımları ve yansımaları şeklinde taklidî değil, İlâhî imân kaynağından beslenen ve; Cümle yaradılmışa bir göz ile bakmayan
Halka müderris ise hakîkatde âsidür tarzındaki ahlâk düstûrunu prensip edinen, hakikî bir insan sevgisidir.** İskender Pala onun için: “Yüreğini kanatarak kaleme aldığı şiirler yalnızca şekil olarak değil, ruh olarak da Fuzûlî’yi, Nef’î’yi, Nedim’i okşuyor.” derken; Ahmet Kabaklı: “Sevmeyi ıstırap halinde yaşatan, Fuzulî duyarlığının yeni örneği.” tespitinde bulunur. *
Nazım Payan Rıfat Araz
**
heybe gençlik dergisi y
15
FOTOĞRAF
Hazırlayan: ZEYNEP BETÜL KAVAK
Fotoğraf
ve Fotoğrafçılık Tarihi Fotoğraf Nedir? Fotoğraf: Yunanca Photos ‘ışık’ ve Graphos ‘çizmek’ sözcüklerinin birleşmesinden oluşan terim. Optik ve kimyasal süreçleri kullanarak yüzey üzerinde kalıcı görüntü elde etme. İngilizce ‘Photography’ sözcüğünün karşılığıdır. Fotoğaraf sözcüğü ilk kez İngiliz SirJohn F. W. Herschel (1792-1871) tarafından 1840 yılında kullanılmıştır. Sir John, yakın arkadaşı olan İngiliz bilim adamı William Henry Fox Talbotun (1800-1877) uyguladığı yeni yöntemle, yüzey üzerinde elde ettiği görüntüye fotoğraf adı-
16 y heybe gençlik dergisi
nı vermiştir. Yunanca photos ‘ışık’ ve graphos ‘çizmek’ sözcüklerinden oluşan Photography İngilizce de fotoğraf karşılığı olarak kullanılır. Yani fotoğraf İngilizce bir sözcüktür, kökeni ise Yunanca’dır, Fotoğraf makinesinin görevi görüntü oluşturmaktır. Fotoğrafın bulunuşuyla ilgili olarak iki temel tarihsel gelişme vardır. Birincisi, yüzey üzerinde hayali görüntünün oluşturulması. İkincisi ise yüzey üzerinde gerçek görüntünün elde edilmesidir. İnsanoğlu tarihin ilk günlerinden beri yüzey üzerinde çeşitli görüntüler görmüştür.
FOTOĞRAF
Yansımalar ve gölgeler yüzey üzerinde ortaya çıkan bir tür resimdir. Bunlar yüzey üzerinde kalıcı değildir, geçicidir yani hayalidir. Gözle görülür, ancak elle tutulamaz bu yönüyle gerçek değillerdir. Yansımaların ve gölgelerin ortaya çıkabilmesi için üç temel öğe gerekir: Nesne, yüzey ve belirleyici olarak ışık. İnsanların karşılaştıkları yansımaların ve gölgeleri belirli bir yüzey üzerinde kalıcı duruma getirmeye uğraşmıştır. Bu çabalar iki temel doğrultuda gelişmiştir. İlki yüzey üzerinde ışık yoluyla elde edilen görüntülerin fizik biliminde-
ki gelişmeler ve optik kullanılarak nitelikli duruma getirilmesidir. İkincisi ise optik aracılığıyla elde edilen görüntüleri kimyanın da yardımıyla yüzey üzerinde kalıcı hâle getirilmesidir. İşte bu çalışmalar sonucunda fotoğraf belirli bir yüzeyde kalıcı hale getirilerek fotoğraf ortaya konmuştur. Fotoğrafın Tarihi Bir güvercin yuvasının görüntüsüyle başaldı fotoğrafçılık tarihi. Dünyada bilinen ilk fotoğraf, emekli bir subay olan Joseph Nicephore Niepce heybe gençlik dergisi y
17
FOTOĞRAF tarafından bir yaz günü 1826 tarihinde çekilmiştir. 8 saat süren bir uğraş sonrasında, evinin penceresinden bu görüntüyü elde etmeyi başarmıştı,bu dünyadaki ilk fotoğrafik görüntüydü. Çektiği fotoğrafa güneş çizimi anlamına gelen HALİOGPAPH adını vermiştir. 10. yüzyılda güneş tutulmasını izlemek için üretilen karanlık kutuyla karşılaktık, ışığı ilk o zaman hapsederek görüntüler oluşturmayı denedik. Yıllar geçtikçe tesadüflerle yeni katkılar sunuldu. Bildiğimiz fotoğraf makinası ile o dönemin karanlık kutuları aynı prensibi kullanarak ışığı işliyordu. Karanlık kutu(camera obscura) iğne deliği denilen ön tarafında bulunan hazneden ıışığı alarak içinde bulunan alana görüntüyü ters düşürürerek oluştururdu. Tabiki bu herhangi bir yere kaydedilemiyordu ve görüntü keskin olmuyordu. Bu cihazları kullanarak ressamlar çizimler yapmaya başlamışlardı. Tarih 1550 yılını gösterdiğinde Girolama Cardona görüntünün daha net olabilmesi için iğne deliğinin önüne bir optik yerleştirdi. Çünkü o zamana kadar elde edilen görüntülerde ışık dağınık geldiğinden görüntü net elde edilemiyordu. Bu gelişme bizi şimdiki fotoğraf makinelerine bir adım daha yaklaştırmıştır. 17.yüzyılda daha da küçülerek taşınabilir hale gelen karanlık kutu aynı zamanda mercek sistemleriyle görüntünün daha iyi odaklandığı zamanını yaşamaya başlamıştır. 1813 yılına geldiğimizde Joseph Nicephore Niepce görüntüyü kaydede-
18 y heybe gençlik dergisi
FOTOĞRAF
bileceği bir sistem geliştirmiştir. Işığa duyarlı bir levha ile bilinen en eski fotoğrafı üretmiştir. Le Gras’ın Penceresinden Görünüş adını verdiği 1826 yılında çektiği bu fotoğrafın pozlanma süresi tam sekiz saat sürmüştür. Görüntünün pek de net olmadığını görebiliyoruz. Bu konuda çalışmaya devam eden Gaguerre yanlışlıkla olsa da kimyasalların içine koyduğu levhada görüntü oluştuğunu farketmiştir. Elde ettiği sonuç tarihin bilinen en eski ve net fotoğrafını ortaya koyacaktır. 1839 da on dakika
süreyle pozlanan görüntüde hızlı bir kent çekişmişken görüntüde sadece fotografın solunda bulunan ve on dakikadan uzun süre ayakkabısını boyatan adam görünmektedir. Bu gelişmeler sonrasında gitgide gelişerek günümüzde ki teknolojiye eriştik ilk fotograf sekiz saat pozlanırken artık istenirse saniyenin 1/8000 ine dek pozlama yapılabiliyor.Karanlık kutuyla prensibi aynı olan fotoğraf makinelerinin ise sadece boyutu ve kayıt yapma özellikleri değişim göstermiştir. heybe gençlik dergisi y
19
FOTOĞRAF Fotoğraf, sözcük olarak “ışık ile iz bırakmak” gibi bir anlam taşır. Buradan da fotoğraf çekmek için, cisimlerin üzerine düşerek cisimleri görünür kılan “ışığın” ilk şart olduğunu anlıyoruz. Bir fotoğraf makinesini basitçe anlatacak olursak; içeri giren ışığın miktarını ve niteliğini ayarlayacak olan kısma “objektif”; üzerine ışık düşerek fotoğrafın oluştuğu, film/sensör bulunduran kısma ise “gövde” diyoruz. Yani insan vücudu üzerinden düşünürsek ışığın içeri girmesini sağlayan kısım “göz” ve görüntüyü oluşturan “beynin” ilişkisi gibidir. Işık için dört fonksiyon sayabiliriz: 1. Konuyu aydınlatır. 2. Hacim ve derinliği sembolize eder. 3. Fotoğrafın atmosferini oluşturur. 4. Aydınlık ve karanlık yoluyla desenler oluşturur. Işığı amacımıza uygun kullanabilmek için ışığın parlaklığı, yönü ve rengi üzerinde hakimiyet kurduktan sonra, istenilen fotoğraf için makinemizin izin verdiği ölçüde ayar yaparak deklanşöre basmalıyız. Işığın etkilerini gösteren birkaç alıntı fotoğrafla nasıl kullanılacağını görebiliriz
IŞIĞIN YÖNÜ
Tepe Işığı
Cephe Işığı
Yanal Işık
Ters Işık
k Doku, boyut, şekil, form k Renk k Gölge ve derinlik k Siluet ve kontur
20 y heybe gençlik dergisi
FOTOฤ RAF
heybe genรงlik dergisi y
21
SİYASET
Alİya İzzetbegovİç
Hazırlayan: GÖKHAN KILIÇARSLAN k Kendisesimm@gmail.com
22 y heybe gençlik dergisi
SİYASET
Gözümüz GOzUmUz
LİDERLERİN YOLUNDA Coğrafyamız, zor bir zamandan geçmektedir. Bu zor zamanda çağın gereklerine uygun düşünceleri değerlerinden taviz vermeksizin ortaya koyacak ve hayata geçirecek önder ve öncü kişiliklere çokça ihtiyaç duymaktayız. Bu öncü kişilerin aramızda olduğuna, aramızdan çıkacağına ve bu milletleri refah seviyesine çıkartacaklarına dair her zaman umudumuz vardır.
Y
irminci asrın sonlarında, dünya tarihi önemli gelişmelere sahne olmuştur. Dünya siyaset sahnesindeki gelişmelerle paralel düşünsel krizlerin de patlak verdiği bu dönem, İslam Dünyası açısından, büyük siyasi-askeri yenilgilerin yaşandığı bir zaman kesitinin sona ererek yenileşme ve yeni yol arayışlarının üretildiği bir dönem olmaya başlamıştı. Lakin 21 yüzyılda malesef İslam ülkelerinde çeşitli plan ve haritalar üzerinde birilerinin kalem oynatmasıyla sürekli bir kargaşa oluşturuldu. Bu kargaşaların bedeli müslümanlarca ağır ödenmektedir. Bu ülkelerin bazıları yükselişe geçse bile belirtmem gerekir ki çoğusu malesef hala bu kargaşadan kurtaramamıştır yakasını. Aslında çözüm basit ama bir o kadarda zor görünüyor; Her alanda İslam Birliği. Çünkü
Müslümanlar birbiriyle olan dayanışmayı , aralarındaki ortak zeminleri ve mutabakat noktalarını çoğaltırlarsa şayet yapılan oyunlar deşifre edilebilir. Aslında her birey kendisine düşen sorumluluğu yerine getirseydi şu an bu koşullarda olmayacağımızı tahmin etmek güç olmasa gerek. Çoğumuz İslam dünyasının başına gelenleri sadece seyrediyoruz veya dua edip elimizden birşey gelmez diyoruz. Benim üzerine durmak istediğim elimizden daha fazlası gelirken neden bu kadarıyla sınırlandırıyoruz kendimizi ve tarihimize yakışanı yapmıyor kendimizi tanımıyoruz? Eğer dünya çapında gücümüzü kanıtlarsak tüm bu kargaşaları defedebiliriz. Tabi bunun için de önce güçlü olmak gerek. Son yüzyıllarda bu güç nufus ve askeri sahada görülür iken günümüzde bilgi sahasına heybe gençlik dergisi y
23
SİYASET
geçmiştir. Şayet çalışıp kendimizi bilgi alanında kanıtlarsak gücümüze güç katar tarihin hakkını vermiş oluruz. Çünkü şunu unutmamamız gerekir; Müslümanların, artık hangi tarafta ve nereye ait olduklarını bilmeleri lazımdır ve İslam dünyasının kaderini ellerine almaya mecburdurlar. Bu yüzden, doğru ve derinlikli bilgiye yaslanan bu düşünce safhasından organize edilmiş bir şekilde eyleme geçmemiz gerekir. Aksi takdirde bu devletlerin tek tek yükselişleri kalıcı barışı, düzeni, ferahlığı veya bahsettiğim bilgi gücünü asla getiremeyecektir. Hepimiz üzerine düşeni yapmalı ve gerekli donanımları sağlamalıyız dedik; bu donanım-
24 y heybe gençlik dergisi
ları sağlamak için elimizde onlarca kaynak var. Ama bu kaynakların güvenilirliği her zaman sorgulanmalıdır. Tarihimizde örnek alabileceğimiz onlarca insan var ki bunlar inandıkları gibi yaşayanlardır. Bu şahısları araştırıp bunların açtığı yolda yürümeyi bilmeliyiz çünkü bunlar bizim ecdadımız. Onlar, daha 21 yaşındaki bir komutanla İstanbul’u fethetmişse onların torunları olarak daha iyi işler yapabilmeliyiz.Nitekim günümüzde İslam ülkelerindeki yaşanan koşullar bunu bize gerektiriyor. Son zamanlarda çok çetin yıllar yaşamış ve zafere ulaşmış bir liderin daha doğrusu bir bilgenin serüveninden bahsetmek istiyorum; Aliya İzzetbegoviç. Neden Aliya diye sorabilirsiniz. Çünkü biz inanıyoruz
SİYASET ki Aliya’dan bize intikal eden entelektüel bakigeçen ömrü, bağımsız bir devlet kurmasıyla, ye içerisinde, modern dünyanın açmazlarını, dünya sahnesinde yer almıştır. Kararlı oluşu küresel siyasetin kodlarını ve şarkiyatçı bilim ve bu yolda ümitsizliğe kapılmaması ona bu felsefesinin köklerinin bir analizini ortaya koybaşarıyı getiren en büyük etkenlerdir. Aliya, mak düşünsel dünyamızda yeni açılımlar ortaBosna’nın bağımsızlığına kast eden saldırya koymamıza vesile olacaktır. ganlara karşı verdiği olağanüstü mücadeleyle Aliya’nın eserleri incelendiğinde görülecektir sadece İslam ülkelerinin değil tüm ulusların ki; onun teorisi, pratiğin içerisinde şekillenmiş takdirini kazanmış bir şahsiyettir. Bir düşünür ve olgunlaşmıştır. Aliya, bu yönüyle değerlidir ve entelektüel olarak iki dünya halkı(Doğu ve ve söylemleri altında birer yaşanmışlık barınBatı) arasında söylediği sözler ve öne sürdüğü dırmaktadır. Ayrıca bu bilgili insan bilgisini fikirler, bugün de geçerliliğini korusiyasete de uygulamıştır. Bu nedenle, maktadır. Bu yüzden “O bir BilAliya, gerek siyasi yaşamı öncesindeki gedir” diyebiliriz. Yaptıkları ve yaptıklarını bir vazife mücadelesi ve gerekse de yazdıklarıyla nice önemli olarak görmüş ve bu Bosna-Hersek’in bağımsızlığı şahsiyetlere örnek olmuş vazifeyi yerine getireesnasında yürüttüğü siyave olmaya da devam etrek tarihte pek az kişinin set açısından irdelenmesi, mektedir. O yaptıklarını başarabildiği bir ideali Orta Doğu’da hareketliliğin bir vazife olarak görmüş gerçekleştirmiş tarihin yükseldiği ve Müslüman bu vazifeyi yerine getialtın sayfalarına ismini halkların birbirine ihtiyacının rerek tarihte pek az kişiyazdırmayı arttığı bu dönemde daha da nin başarabildiği bir idebaşarabilmiştir. önemli hâle gelmiştir. Aliya’yı ali gerçekleştirmiş tarihin bilmek bizlerde mücadeleci şuuru altın sayfalarına ismini yazmaoluşturacağını ümit ediyorum. yı başarabilmiştir. Şayet eserleriyAliya’yı sadece bir devlet başkanı olarak le tanışabilirseniz büyük devlet, siyaset, fikir, tanımamak gerekir. O bir milli kahraman ve mücadele, teori ve aksiyon adamı olan merbüyük bir entelektüeldir.Az insana nasip olahum Aliya İzzetbegoviç’i anlamak için yazdıcak şekilde, kendi düşüncelerini uygulama ğım bu satırların yetersiz kaldığını görecekimkanı bulabilmiş ve düşüncelerini uygulama siniz. Ayrıca meşhur Yunan filozof Platon der alanı bulunca da adeta onların pratik tefsirini, ki: “Devleti ancak erdemli, düşünce alanında tevilini yapmıştır. Kendisini, Bosna Hersek’in, derinlikli kişilerin, filozofların yönetmesi lazım,” mücadelesine adamış, etnik çelişkilerin yani bilgelerin yönetmesi lazım der. Platon, çatışmalara dönüştüğü Balkanlar’da, barışın, bunu uygulama fırsatı elde etmişse de daha sevginin mimarı olarak gönüllerde yer edinmesonra siyasetin ayak oyunlarını görünce, çareyi yi başarmıştır. Bu büyük insan, halkının özgür kaçmakta bulmuştur. Platon’un bahsettiği bilve müreffeh hayat mücadelesinin önderiydi. ge yönetici Aliya olmaması için hiçbir neden Onun, elli yılı aşan ve büyük bir mücadeleyle yoktur. heybe gençlik dergisi y
25
SİYASET Aliya’ya göre; bizler için ‘Sükûnet ve pasiflik devri ebediyen geçmiştir’ bu söz günümüz için geçerliliğini halen koruyan bir tabirdir. ikinci bir ‘Endülüs Vakası’nın yaşanmasına fırsat vermemeye çalışılan bilge insan, Aliya İzzetbegoviç’i okumalı ve idrak etmeliyiz. Aliya’nın, İslam birliği ideali için zihinlerimize düşeceği bir çok önemli notları vardır. Bunları hepsini bu sayfada dile getirmek mümkün olamayacaktır. Lakin onun eserlerine okuyarak hayatımıza uygulayabilirsek ve öne sürdüğü hedeflere odaklanırsak bugün içine düştüğümüz bu kargaşadan kurtulmuş olacağımıza inancımız tamdır. Sizler bir devlet adamı, siyaset adamı, bilim adamı, işadamı veya çok önemli bir mevkide olan biri olabilirsiniz ama bunların değeri, o makamda kaldınız süre içerisindedir. Onlar gittikten ve bittikten sonra öneminiz kalmaz...Biz,
26 y heybe gençlik dergisi
Aliya İzzetbegoviç’le bir devlet adamı olmasından çok onun değerli şahsiyetiyle ilgilendik. Biz ve bizim gibi ülkelere de koltuk sevdalısı hissini taşıyan bir nesil değil içinde Allah korkusu ve Allah sevgisini taşıyan nesiller lazımdır. Milletleri ancak böyle evlatlar kurtarabilir. Son olarak şunu belirtmek isterim ki dünyamız, özellikle de coğrafyamız, zor bir zamandan geçmektedir. Bu zor zamanda çağın gereklerine uygun düşünceleri değerlerinden taviz vermeksizin ortaya koyacak ve hayata geçirecek önder ve öncü kişiliklere çokça ihtiyaç duymaktayız. Bu öncü kişilerin aramızda olduğuna, aramızdan çıkacağına ve bu milletleri refah seviyesine çıkartacaklarına dair her zaman umudumuz vardır. Doğru yol, doğru yöntem ve doğru ahlakla yetişen bu kişilerin yolunu gözlemekteyiz. Tüm dünya bu liderlere muhtaç...
SİYASET Bir kelimeyi n hiç aklınızda çıkarmayın: n ne kadar ti le v e D t. le v De unu hepimiz önemli olduğ iz. Devletsiz idrak etmeliy luğa düşer, bir millet boş rulup rüzgarda sav gider
heybe gençlik dergisi y
27
GÜZEL SANATLAR
Hazırlayan: CEMRE YILDIZER - NURGÜZEL KORKMAZ
28 y heybe gençlik dergisi
GÜZEL SANATLAR
Cilt
KİTABI KORUYAN KALELER:
CİLT SANATI Cilt; Arapça kökenli bir kelimedir ve deri anlamına gelir. Bizdeki anlamıyla ise; kitabın sayfalarının dağılmasını önlemek ve kitabı korumak amacıyla yapılan kapaktır. Bu sanatın uygulamasına teclîd, mesleğe ciltçilik, bunu meslek edinenlere de mücellit adı verilir.
bir gelişim göstermiştir. Anadolu’ya hâkim olan Selçukluların cilt üslubu Memluklerde, İlhanlılarda, Karamanoğullarında ve Anadolu beyliklerinde devam etmiştir. Fatih döneminde Osmanlı ciltçiliği kendine özgü nitelikler geliştirmeye başlamıştır. Fatih Sultan Mehmet’in özel kütüphanesi için yazılan kitaplar o devir de büyük ilgi görmüştür.
Cilt sanatının gelişimi.. En eski örnekleri 7.yy’a dayanır. Mısır’da Cumhuriyet Dönemi ciltçiliği.. Koptlar, Orta Asya’da Uygurlar tarafından meySanayileşmeyle birlikte cilt sanatı kaybolmadana getirilmiştir. Türklerin İslâmiyet’e geçme- ya başlamıştır. Devam ettirenlerde yeni teknikye başlamalarıyla birlikte cilt sanatı da büyük ler geliştirmek yerine klasik eserlere bağlı kalheybe gençlik dergisi y
29
GÜZEL SANATLAR
C İ LT SÖZ LÜ ĞÜ y Şiraze; Renkli ipek makara iplikleriyle sağlamca örme tekniği, dikiş tarzı y Köşebend: Cilt kapağının dört köşesine işlenen süsleme y Vessale: Onarımda birliştirme, aynı cins kağıt veya deri ile ekleme tekniği; y Akkase: Sayfa kenarları ayrı, ortası ayrı renklerle renklendirme tekniği; y Cilbend: Yazma kitapların ciltlerini korumak için kullanılan kutu y Cilt kanadı: Kitap kapağı yerine kullanılan terim y Murassa cilt: Değerli taşlarla bezenen cilt; y Mücellid: Cilt sanatıyla uğraşan kimse;
30 y heybe gençlik dergisi
mışlardır. 20.yy’da Cilt Sanatı’nı tekrar canlandıran isimler: • Bahaettin TOKATLIOĞLU • Necmettin OKYAY • Sami OKYAY • Emin BARIN • İslam SEÇEN Yıllarca Süleymaniye Kütüphanesinde yazma eserlere hizmet eden İslam SEÇEN hala Cilt Ana Sanat Dalında öğrenci yetiştirmektedir. İslam Seçen’in yanı sıra öğrencilerinden, Gürcan Mavili ve Hatice Karagöz de bu sanata gönül vermiş sanatkârlardandırlar. Klasik Cilt Çeşitleri: 1-Şemse Ciltler 2-Çeharkuşe Ciltler 3-Lake Ciltler 4-Zerbahar Ciltler 5-Müşebbek Ciltler 6-Yazma Ciltler 7-Murassa Ciltler Klasik Ciltte Kullanılan Araçlar: Istampa, Mukavva Makası, Klişeler, Deri, Bıçkı, 50x50x2 cm Mermer, Kola, Fırçalar, Zencerek, Mühre, Çiviler, Çekiç, Istaka, Falçata, Bistüri, Teber, Mengene, Cendere. Klasik Ciltte Kullanılan Malzemeler: Tıraşlanmış Deri, Mukavva, İbrişim, İnce Bez veya Tülbent, Kola, Tutkal, Jelâtin, Altın
GÜZEL SANATLAR
1 Kitabın sayfaları numaralandırılır, kuru ve ıslak temizliği yapılır. 2 Sayfaların restorasyonu yapılır ve formalar dikişe hazırlanır. 3 Hazırlanan formaların sırt dikişi mumlanmış ipek ip(ibrişim) veya pamuk ipliği ile yapılır. 4 Dikişten sonra cenderede kitabın sırtına ince bir bez (mermerşahi) yapıştırılır ve kurumaya bırakılır. 5 Formaların ortası saplamalarla tespit edilerek gizli kolon ve şiraze kolonu atılır. 6 İbrişim ile şiraze örülür.
7 Kapak ölçüleri kâğıt üzerine alınır. Kitabın kalınlığına ve ebadına uygun seçilen mukavva üzerine ölçüler aktarılır. 8 Yapılacak cilt çeşidine göre mukavva üzerinde işlem yapılır (Şemse ciltse çivilerle oyulur). Tıraşlanmış deri ile mukavvalar kaplanır. 9 Eğer kapak süslemesinde altın kullanılacaksa kapaklar jelatinlenir. 10 Elde ezilen altınlar kullanılarak kitap süs lemesi tamamlanır. 11 Kapaklar kitaba geçirilir ve verniklenir.
heybe gençlik dergisi y
31
GÜZEL SANATLAR
Gelin birde cilt sanatını
Gürcan Mavili’den dinleyelim..
gi beni bu yola çekti herhâlde, kitap sevgisi.
Cilt sanatı hayatınıza nasıl girdi? Yatılı kaldığım yurtta hocalardan biri Çorluluydu, benim memleketimden. Annem ve babam hocamla görüşmek istediklerinde, onunla kütüphanede buluştuk. Bu buluşma sayesinde böyle büyük bir kütüphaneye girmiş oldum.O günden sonra kütüphane müdüresi ne zaman ihtiyacım olursa buraya gelebileceğimi söyledi. Daha sonra kütüphane koluna yazılmamla birlikte Orta 2 den Lise sona kadar bu görevi sürdürdüm ve kütüphane kolu başkanı oldum. Yatılı okul olmasının bir avantajı olarak da, kütüphane müdüresi yurttan her çıkış yaptığında anahtarı bana verir bende aksam etude gelen benden büyük ve benden küçüklere yardımcı olur, konularına göre kitap çıkarırdım. Gündüz kütüphanecinin yaptığını gece ben ve yanımda olan arkadaşlarla birlikte yapardık, Tahmin ediyorum oradan gelen bir sev-
32 y heybe gençlik dergisi
BENİ BU SANAT’A İTEN SEBEPLERİN BAŞINDA KİTAP SEVGİSİ GELİR Şimdiye kadar yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz? En değerlisi mesela.. Tabi ki. Bir çok çalışmada, özel koleksiyonlarda, sergiler de çalışmalarımız yer aldı... Mesela bir müzayede şirketi ‘’Acaib’ul Mahlukât’’ adlı eserin tamirini yapmamı istedi. Ki bu eser çok değerli bir eserdir. Ama bu üzerinde çalıştığım Acaib’ul Mahlukât üzerinde yaklaşık 214 ya da 215 tane minyatür var. Yani düşünün anlattığı her olayla ilgili bir küçük minyatür yer alıyor. O anlamda çok önemli. Benim için böyle değerli bir eserin tamirini yapmak çok hoştu. Mesela yine ‘’1400 yılında Kur-an’ı Kerim sergisi’’ esnasında 70 kilo ağırlığından daha büyük bir Kur’an-ı Kerim i tamir etme fırsatım oldu. O da ayrı bir zevk çok hoş bir şey. Ve hakikaten onu anlatmaktan çok büyük bir mutluluk duyuyorum. Çünkü dedim ki bu yetişmez bunu ben yapamam. Serginin açılmasına kalmış 5 gün artık o kadar tedirgin oldum ki nasıl olacak. Rüyalarıma girdi.. Ama sabahlara kadar çalıştık,yorulduk. Bitti 5 günde. Yerine de koyduk, sergilendi de. Çok da iyi tepkilerde aldı.. Sonra 1 kul-1 Resul sergisinde de Peygam-
GÜZEL SANATLAR ber Efendimiz’i anlatan bir çok eser geldi hem Topkapı’dan olsun hem bir çok müzeden. Bunların maneviyatı hakikaten çok fazla,tarıf edilemez. Eğer bir de bu tarzla ilgiliyseniz ve alakanız varsa ayrı bir huzur ayrı bir tad veriyor. Peki siz eserleri onarırken onların manevi dokusunu hissetme şansınız oldu. Ama bir de hayatı boyunca bir yazmaya elini sürememiş, bu şansı yakalamamış insanlar var. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? Aslında bu durum neden oluşuyor onu düşünmek lazım. Siz alıyorsunuz kitapları depolara hapsediyorsunuz onları mikroflimlerle elektronik ortama aktarıyorsunuz. Kolay kolay araştırmacı kitabı görmüyor. İşte el değmesin giriş çıkış yapmasın depodan ve olduğu ortamda kalsın. Ama mesela bir edebiyat, tarih üzerine çalışması olan araştırmacı arkadaşlar genellikle bu konularda bir ilgisi olmadığı için metne bağlı kalıyor ve ona bilgisayar görüntüsü yetiyor. Bu kadar emek harcanan eserlerin peki korunması nasıl olmalı? k Her sene kitaplıktaki kitapları havalandırmanız gerekiyor. Özellikle kuşe olanları,böylelikle ömürlerinin uzun olmasını sağlayabilirsiniz. k Nemi bol olan alanlarda kitapların muhafazasından olabildiğince kaçınılmalı. k Kitaplarınızı cam kapaklı kitaplıklarda bulundurmalısınız.Kitaplarınızı ne çok sıkı ne çok gevşek bir şekilde kitaplığa koymalısınız. k Kitabı okumadan veya kitaplığınıza koymadan önce mutlaka açık bir alanda tozunu alın. k Eğer iyi koruma yapmazsanız netice bu olur ağır kokar. Nem var, Bakın biz nasıl yaşıyorsak kâğıtta yasıyor onunda Ham maddesinde pamuk, ağaç hamuru var. Onlarda plastik yok. Özellikle eski çalışmalarda.
GÜRCAN MAVİLİ KİMDİR? 1965 Tekirdağ doğumludur. 1992-1993 öğretim yılında Mimar Sinan Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Geleneksel Türk El Sanatları Bölümünden mezun olmuştur. 1998’de yine Mimar Sinan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Geleneksel Türk El Sanatları Bölümü Klasik Cilt Ana Sanat Dalı’na Araştırma Görevlisi olarak atanmıştır. Mavili, İstanbul Sultanahmet’te bulunan atölyesinde 1993 yılından beri çalışmalarına devam etmektedir. heybe gençlik dergisi y
33
DOSYA
Hazırlayan: TUĞÇE BAL
Hakkını helal et Stefan amca
DUNDEN BUGUNE ERMENI MESELESI Akademisyen Sergey Minasyan, M.Fatih Öztarsu (Ama Hangi Ermeniler ve Türkler) Yusuf Halaçoğlu (Ermeni Tehciri ve Gerçekler) ve Erhan Afyancu (Ermeni Meselesi Üzerine Araştırmalar) kitapları ışığında Ermeni meselesinin dününü ve bugününü ele aldık.
S
ergey Minasyan: “Ermeni dış politikası son yirmi yıllık süreçte üç aşamalı gelişime tanıklık etmiştir.” “Ermeni dış politikası son yirmi yıllık süreçte üç aşamalı gelişime tanıklık etmiştir. Birincisi, 1990’ların başında gelişen Karabağ olaylarıyla ve çevre ülkelerle diplomatik iliş-
34 y heybe gençlik dergisi
ki kurmakla ilgilidir. Bunlar Ermenistan’ın dış politika konseptinin ana başlıklarıydı. Bu temalar diğer liderler tarafından da sürdürülmüştür. Bundaki amaç ise ABD’nin, Rusya’nın ve Avrupa’nın etkin olduğu bu bölgede kendi yerimizi bulmaktır. Süreç içerinde Ermenistan bu devletlerden destek alma çabalarını da
TARİH
Ermeni Hayır Cemiyeti Okulu
Ermeni Komitaci
sürdürmüştür. Bu güçler kendi bölgemizde olduğu kadar diğer post-Sovyet bölgelerde de etkin tabiî ki. Ermenistan bölgede bu büyük güçlerin birbiriyle olan rekabetini azaltmak için denge oluşturma çabalarının mihenk taşı özelliğini taşımaktadır. Çünkü Rusya’yla askerî ittifak kurmak, Avrupa ülkeleriyle çeşitli alanlarda ilişki kurmak, ABD’den siyasî, ekonomik ve askerî konularda destek almak ve buna ek olarak İran’la birliktelik sağlamak bir ülke için oldukça zordur. Bu çok zor ve imkânsız gibi görünebilir. Fakat Ermenistan son yirmi yılda bunu başarmak için çaba gösterdi.” “Ermenistan’ın konumu birçok soruna rağmen önemini koruyan bir yapıdadır. Özellikle bölgedeki entegrasyonun sağlanmasında bir geçiş noktası olma özelliğindedir. Bir ülke olarak çevresiyle fazla ilişkisi yok. İki komşusuyla sınırları kapalı. Gürcistan’la bir demiryolu bağlantısı bulunuyor. Ayrıca henüz gelişmekte bulunan iletişim ve inşaat işbirliğimiz olan İran var.” “Normalleşmeden kasıt ise, sınırların açılması ve diplomatik ilişkilerin kurulmasıdır, herhangi bir önşart olmadan Ankara ve Erivan’da siyasî temsilciliklerin oluşturulmasıdır.” “Kendi sorunumuzu kendi aramızda çözmeliyiz. Soykırım konusu, ne sadece Türkiye’nin ne de sadece Ermenistan’ın bir sorunudur. Bu, iki milletin ortak tarihî meselesidir. Bu, ortak kimliğimizin bir meselesidir. Fakat neden ortada siyasî temsilcilik yok? Neden sınırlar kapalı? Belki de her türlü sınırı açtıktan sonra birbirimizi daha iyi anlayacağız. Komşuluk ilişkileri normalleşmeli, hepsi bu” Anıt ve müze kompleksinden oluşan Tsitheybe gençlik dergisi y
35
DOSYA sernakaberd, Ermenicede “kırlangıç yuvası” anlamına geliyor. Anadolu’dan göçen Ermeniler kırlangıca benzetiliyor. Erivan’da görülmesi gereken diğer bir önemli mekân ise, tarihî bir Türk camisi olan Gök Mescit’tir. Müstakil Ermenistan hedefine ulaşmak için, Ermeni Cemaati 1856-1918 tarihleri arasında beş safhalı bir politika uygulamayı esas kabul etmiştir. Birbirini takip eden bu beş safha şöyledir: 1.Hazırlık Safhası:1856-1878 2.Diplomatik alanda Ermeni iddialarının enternasyonalizasyonu(yani devletler arası politikaya mal edilmesi) 3.Teşkilatlanma ve propaganda safhası 4.Doğu Anadolu’yu Ermenileştirme safhası 5.Osmanlı Devletine karşı isyan safhası Osmanlı Devletine Karşı Yapılan İsyanlar Erzurum ve Kumkapı hadiseleri(1890), Van valisine karşı suikast teşebbüsü(1892), Yozgat Hareketi, Kayseri ve Merzifon isyanları(1893), Sasun İsyanı(1895), Babı-ı Ali numayişi(1895), Van ve Zeytun ayaklanmaları(1896), Galata’daki Osmanlı Bankası’nın basılması(1896),İkinci Sasun isyanı(1903),Abdülhamid’e karşı yapılan suikast teşebbüsü(1905),Adana İsya-
Bartevian ermeni okulu yozgat 1912
36 y heybe gençlik dergisi
2.Abdülhamit Han
nı(1909) Abdülhamid’e karşı yapılan suikast teşebbüsü(1905) Sultan 2.Abdülhamid’in kızı Ayşe Sultan gördüklerini şöyle aktarmıştır:Atlarımız çıkartılıp arabalarımız sıraya dizilmişti.Hazır ol borusu çalınmıştı.Yaverandan Kenan Paşa binek taşında duruyordu.Tam bu sırada, saat kulesi istikametinde top gibi şiddetli bir sedayla müthiş bir patlama duyuldu. Bu ses toptan daha kuvvetli ve dehşetliydi. Caminin avlusu bir anda karmakarışık olmuştu.Toz duman içinde kalmıştı.Ortalığa takır takır birşeyler yağıyor, saat kulesinin taşları düşüyordu.Birdenbire aklıma babam geldi.Babam! Babam! Diyerek ağlamaya başladım.Yanımdaki ağalarla Gidiş Müdürü Halim Efendi, ‘’Arslanım! Şehadet getiriniz.Gökten bir şey düştü’’ diyorlardı.Bu anda merdivenin tahminen üçüncü basamağında duran babamı gördüm.Babam gür sedasıyla ve ellerini açarak:’’Korkmayınız! Korkmayınız! ‘’ diye iki defa bağırdı.’’Herkes yerinde dursun’’ diyerek ağır adımlarla inmeye başladı.O’nu bu halde görenler, dağılmış olan maiyet bölüğü, askerler, zabitler hemen yerlerine gelmeye başladılar.Arabasının önüne gelen babam:’’Telaş edilmesin .İzdihamdan kimse incinmesin’’ diyerek arabasına bin-
TARİH di.Babam dizginleri eline aldı.Arabasını her zamankinden daha ağır kullanarak yokuştan çıkmaya başladı.Avusturya-Macaristan Büyükelçisi Von Calice ‘’Vive le Sultan(çok yaşa sultan)’’ diye bağırıyor yanındakilerde el çırparak katılıyorlardı.
nerler kilisede,okullarda Ermeni Cemaatine Müslüman düşmanlığı aşıladılar. 3) İsyan hazırlıkları için para lazımdı.Bu nedenle Avrupadaki Ermeniler para desteği sağladı. 4) Özellikle Adana bölgesinde Ermeni nüfusunu arttırma,diğer bölgelerden buraya ErDünkü Komşular meni göçünü teşvik ediyorlardı. Nasıl Düşman Oldu? 1901 den itibaren Ermeniler bu tür hazırlıkErmeni komitacılarının,isyan hareketlerin- ları gizliden gizliye sürdürürken,Osmanlı imde emin olmadıkları anlaşılmıştır.Zira kendi paratorluğu isyanla kaynıyordu. 24 temmuz güçlerine ve halklarına pek güvenmiyorlar.Bu 1908 de 2. Meşrutiyetin ilanıyla Adana Ermeyüzden Amerika ve Avrupadan destek bekli- nilerinin davranışları dikkat çekti ve üç hazıryorlar. Bu çelişki içinde Ermenilerin maksadı lığa başladılar: Osmanlı devletine karşı bir istiklal 1) Silahlanma: Bölgede silah tisavaşı vermek değil, fakat isyancaretine başlamışlardır. 2) n ri e il n e Erm la, suikastle, yağma ile AvPropoganda:Hürriyetin geürklere olan T rupanın dikkatini çekerek tirdiği barış ortamıyla ev ı düşmanlığın ir b lu n tu y Anadolu’da zorla suni bir kapılarına,sokak duvark için Ze gösterebilme nç ta u m a b a .B k “. Ermenistan devleti kurlarına Ermenice yazılar Ermeni çocu a öldü,bir d ın ğ ta a y e d durmaktı.Onun için daiyazarak,bayraklarını asıverici şekil nlu şmedi. Zeytu ü v ö d e il b le Türk ma olay çıkartmışlardır. yolardı. eğilim, henüz adına layık d r. ti iş m e d Bununla beraber henüz 3)Tiyatro Olayı:29 mart üm..” 3 Türk öldürd in in k u b n a ş lu belli bölgede oturmayan 1909 Pazar günü Mersinde kalplerde o bi nedir e b se Ermeni halkıiçin AvrupalıTimurla ve Türklerle ilgili bir larda destek olma konusunda oyun oynattılar. Oyunun kotereddüt etmiştir. Ermenilerin kendini zafere götürecek lider veya devlet adamı niteliklerine sahip bir kimseyi bulamadıkları anlaşılıyor.Bu yüzdendir kendilerin komitacılıktan kurtaramamışlar ve daima komitacı olarak başarıya ulaşmaya çalışmışlar.Bu usülün iyi olmadığını tarih onlara göstermiştir. 1) Hınçak ve taşnak komiteleri bölgede teşkilatlanmaya ve propagandaya hız verdiler. 2) Ermeni din adamları ve Avrupalı misyoheybe gençlik dergisi y
37
DOSYA
Gökmescit
nusu Timur gelir ve Ermenilerin katledilmesini emreder. 2.Abdülhamid Han Ermenilere Girit adası teklifini sunmuş ve red yanıtı almıştır. Bunun sonucunda anlaşılmıştır ki amaçları madur olan halkın hayatını kurtarmak değildir.Kurmak istedikleri devletin sınırlarını belirleyemiyorlardı.Doğu Anadoluda ise nüfus bakımından azınlıktaydılar. Ermenilerin Türklere olan düşmanlığını gösterebilmek için Zeytunlu bir Ermeni çocuk “..Babam utanç verici şekilde yatağında öldü, bir Türkle bile dövüşmedi. Zeytunlu adına layık değilim, henüz 3 Türk öldürdüm..”demiştir. Ermeni kamuoyuna karşı özellikle içeride;
38 y heybe gençlik dergisi
Fransa ve İngiltere, küçük milletlerin; Rusya ve Doğu Hristiyanları’nın koruyucusu olarak gösteriliyordu.Rus propagandası için Ecmiyazin dini makamı en önde geliyordu.Bu devletlerden aldıkları destek ve cesaretle Ermeni Komitaları şu tedbir ve tertipleri almıştı: 1.Seferberlik emirlerine uymamak, askere gitmemek 2.Askere gidenlerin de, tek tek veya toplu olarak, silah ve cephaneleriyle kaçmaları 3.Köylerde, ve kentlerde propagandalar yaparak morali bozmak, olaylar çıkararak Türk askerinin ailesini, köyünü korumak için askerlik görevini yapmamasını sağlamak 4.Askeri nakliyatı aksatmak; asker, erzak,
TARİH ve mühimmat konvoylarına saldırmak 5.Ruslar sınırı geçtiği zaman, isyan ederek, Türk ordusunu arkadan vurmak 6.Miri silahlarla Türk ordusundan kaçıp gönüllü olarak Rus ordusuna katılmak 7.Terk edecekleri köylerde kiliseleri, evleri, yiyecekleri yangınlar çıkararak yakmak. 8.Askeri bilgiler taşımak için casusluk yapmak.Bu esaslara göre hazırlanan hareketler seferberlikten hemen sonra başlamıştı. Arşiv belgelerimizden anlaşıldığına göre; zorunlu sebeplerden dolayı Ermeniler başka yerlere iskan edilirken verilen talimatlara aykırı hareket edenler, Divan-ı Harp kararları ile cezalandırılmıştır.İdam da dahil çeşitli cezalara çarptırılanların sayısı 1397 kişidir. Mesela: Sivas Vilayetinde 648, Mamuratü’lAziz(Elazığ), Vilayetinde 223, Urfa Mutasarrıflığında 189, Diyabekir Vilayetinde 70, Kayseri Mutasarrıflığında 69 kişiye çeşitli cezalar verilmiştir. İngiliz yazarı Tonybee bu rakamın 600.000 olabileceğini ileri sürmektedir.Ermeniler ise 2 milyon kişinin öldürüldüğünü iddia etmektedirler. Bu iddiaların hiç birinin gerçek tarafı yoktur. Prof. Dr. Stanford J. Shaw, Başbakanlık Arşivi’nde bulunan belgelere dayanarak yaptığı araştırtmadan anlaşıldığına göre Osmanlı toprakları üzerinde 1885 yılında 988.887 , 1914 yılında 1.161.169 Ermeni yaşamaktadır. Milletler Cemiyeti Göç- Patrik
Ermeni mezalimi
menler Komitesi, 1. Dünya Savaşı boyunca Türkiye’den Rusya’ya göç eden Ermenilerin sayısını 400-420 bin olarak göstermiştir. 1921 yılında İstanbul Ermeni Patriği İngilizlere verdiği bir istatiğe göre o tarihlerde Osmanlı hudutları içinde 625.000 Ermeni’nin yaşadığını belirtmektedir.Bu rakamlar Rusya’ya göç edenlerle birlik 1.045.000 çıkmaktadır. 1914 yılında Osmanlı Devleti toprakları içinde yaşayan Ermenilerin sayısı 116.169’u bulmaktadır. Bu ölenlerin arasında Van’ın tekrar Türk kuvvetleri tarafından geri alınmasından sonra kaçan ve Rus ordusunun ardından Kafkasya’ya göçmek isterken ölen 40.000 Ermeni de dahildir. O zaman bu sayı 76.169’a düşer. Bunların bir kısmı da hastalıktan, yol meşakkatinden ve bir kısmı da Osmanlı Devleti’ne isyanları sırasında Osmanlı Ordusu heybe gençlik dergisi y
39
DOSYA
Silahlı örgüt
ile çarpışırken ölmüştür. Geriye az bir sayı kalıyor ki bunlar da çeteler tarafından göç esnasında öldürülenlerdir. Bu rakam kesin olmamakla birlikte 50.000’in çok altında olduğu tahmin edeiliyor. 1914-1921 arasında nüfus artışını da göze alırsak, bu nüfus artışının Amerika’ya(34.136), Fransa’ya, Yunanistan’a ve bazı Arap ülkelerine(Mısır, Irak:225.000) ve İran’a(50000), Suriye, Lübnan ve Ürdün’e göç edenlerle dengelemek mümkündür. Zaten Ermenilere tehcir sırasında kötü muamele yapan görevliler Beyazıd Meydan’ında asılmışlardır. Ayrıca savaştan sonra iskan edilen Ermenilere geri gelme hakkı tanınmış ve bıraktıkları gayr-i menkul, geride bırakılan emanet eşyalar, evlatlık verilmiş yetim çocuklar da geri verilmek üzere eski hakları da iade edilmekle birlikte geri gelmek isteyenlerin önü açılmış ve serbest bırakılmıştır. Ermenistan’da Fatih Sultan Mehmet hayranı bir akademisyen: Mamikon Hoca Hoca’nın Fatih ismini çok sevmesinin nedeni Konstantinopol’ü fetheden komutanın ismi
40 y heybe gençlik dergisi
olmasıdır. “Büyük Vizyon Sahibi” olarak nitelendirdiği Fatih Sultan Mehmet Han’ı pek çok liderin taklit etmekte dahi başarısız olduğunu söyler. Keşke onun zamanında olup bir arada olsaydık.” diyerek sözlerini bitirir. Bilinçsiz dava adamlarının kendilerini bitireceğini belirten yazar, son derece haklıydı. Özellikle davanın şuuruna vakıf olmadan girişilen karşı hareketler, sadece kuru bir düşmanlık oluşturmaya sebep olurdu. Dünyanın farklı bir köşesinde oturup güzel konularda muhabbet etmesi gereken üç gencin konuşabileceği tek konu kandı. Bundan utanılası bir başka durum olamazdı. Kandan bahseden güruhların açtığı bu yara, iddia ettikleri insanlık suçundan daha büyüktü.” Yazarın babası “Bilir misin, Napolyon göreyin babası Dikran Usta bize, sıkıntıda olduğumuz zaman, maddî yardımlarda bulunurdu. Yıllarca onlardan pamuk aldık ve koltuk yapıp sattık. Hiçbir zaman bu insanlardan incinmedik ve zarar görmedik. Selamlaştık, beraber aynı yemeği yedik; beraber sevinip beraber üzüldük.” diyerek hatıralarını anlattı. Söz konusu meselenin tarihçilere bırakılmaması için de yoğun bir çaba sarf edilmekte-
Bir Ermeni tüccarın cenazesi, Harput
TARİH
Ermeni çeteciler tarafından namuslarına tecavüz edilen kadın ve kız çocukları. Ermeni Komitelerinin amal ve Harekat-ı İhtilaliyesi adlı kitaptan.
dir. Türkiye’de bu konuda en etkin faaliyetler- Kongresi’nde diasporaya duyulan ihtiyacı ve de bulunan Yusuf Halaçoğlu dahi her fırsatta verilen önemi şöyle özetlemiştir: susturulmaktadır. Ancak Fransızlar bile “Er“Diaspora ve anayurt birbirinin devammeni meselesinde birçok kitap gölılığını sağlamalıdır. Diaspora siyarüyoruz, ancak Türkler tarafınset, kültür, bilim, sağlık ve spor ‘’Sonuç olarak dan yazılmış kıymete değer anlamında yurttan beslenErmeniler ile Türkler herhangi bir esere rastlamımeli ve yurdu beslemelidir.” arasında yaşanmış olan; yoruz.” demişlerdir. Ermeni meselesi konugeriye bakıldığında kin, Demek ki bu, diplomat şulurken nedense atlanan nefret ve öfke uyandıracak bu olayları olduğu gibi çekmekle, nota vermekle Berlin Antlaşması daha kabul edip tarihin değişehallolacak ve sonlandırıdetaylı konuşulmalıdır. meyeceğini ama insanların lacak bir mesele olmaktan 61. maddede Osmanlı hüdeğişebileceğini ziyade Avrupa ve ABD’de kümetinin Ermenileri koruanlamamız lazım. güçlü Türk lobileri oluşturmaya alacağına söz verilmişmak ve Türkiye’de bu alanda tir. Garo Sasuni, kitabında “15. uzman yetiştirmekle halledilebiYY’DAN GÜNÜMÜZE TÜRKLER VE lecek bir iştir. Bir Türk’ün bir Ermeni’yle ERMENİLER”i değerlendirmiştir. Hem karşılaştığında verebileceği cevaplar olmalı- Osmanlı’nın izlediği hatalı politikaları hem de dır. Yabancı dillerde eser üretimi teşvik edil- bölgede Rusya ve İran arasında gidip gelen melidir. İnternet ortamındaki videolarda kat- Türk aşiretlerinin baskısı altında yaşayan Erliama dair resimlerin ne kadar sahte olduğu menilerin durumunu anlatmıştır. aşikârdır. Katledildiği gösterilenler aslında Azerilerdir. Sistemli bir politika izlediğimizde, ezilen biz Türkler, haklı olduğu davada kendini savunamaz vaziyetinden kurtulacağız. “Bizim formülasyonumuz nettir. Diaspora için anayurt imkânlarının azamisi ve anayurt için diaspora imkânlarının azamisi” diyen Tokat’ta Ermeni düğünü Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan Panermenian heybe gençlik dergisi y
41
MEDYA
Hazırlayan: DOĞUKAN SANAL - YUNUS EMRE DÜLGER - AHMET MESUT KAYIŞ - YUNUS ARSLAN
Bilgi edindiğimiz kaynaklar yüzde yüz doğruyu söylüyor olabilir ama kamuoyunu yönlendirme amaçlıda olabilir.
Ersoy Dede İLE Medya, Etİk ve Sosyal Medya Üçgenİnde
Medyanın geleceği hakkında ne düşünüyorsunuz. Genel bir tablo çizebilir misiniz? Medyada televizyonun icadı, sinemayı öldürmedi. Sinemanın yeri ayrıdır. Televizyon da ayrı bir kültürü ya da radyoyu öldürmedi. Sosyal
42 y heybe gençlik dergisi
medyanın hayatımıza girmiş olması da konvansiyonel medyayı öldürmemeliydi. Öldürmeyecektir. Ülkemizde yaşanan birçok davada da sık sık şahit olduğumuz bir “bilgi kirliliği” var. Bu konu
MEDYA
hakkında neler düşünüyorsunuz? Bu bilgi kirliliği denen şey ağırlıklı olarak sosyal medyada var. Hatta sosyal medya değil, buna Twitter diyebiliriz. Çünkü diğer mecralar gibi kişisel mecralar değil, kamuya açık. Bilgi kirliliği denen şeyden kastınız son zamanlarda da yaşanan davalar kapsamında soruşturma alanından “sızdırılan” bilgilerse. Bu elbette etik değildir. Benim bu durumu değerlendireceğim nokta ise gazetecilik noktasıdır. Bilgiyi halka doğru bir şekilde ulaştırma yükümlülüğü olan gazeteciliği temel alarak konuşurum. Mesela son günlerdeki davada neden o belgeleri belirli bir gazeteciye verdiler? Yaşanan davaya da değindiniz. Bu ve daha önce yaşananlar için konuşursak bilgi kirliliğinin planlı bir şekilde mi yapıldığını düşünüyorsunuz?
Öncelikle bir şeyi ayırmak gerekiyor. Bilgileri sızdırmakla, bilgi kirliliğinin olması aynı şeyler değil. Bir takım fotoğraflar, belgeler falanca ismindeki dosya ile ilgiliymiş diye paylaşılır ve daha sonra ona ait olmadığı ortaya çıkar. Bu bir bilgi kirliliğidir. Bir de hakikaten ona aittir. Benim takıldığım yer burası. Aslında bilgi kirliliği bundan sonra gelen ikinci aşama oluyor. Doğru fotoğraflar, belgeler ortalıkta dolaşırken – kaldı ki biraz önce de söylediğim gibi bu kesinlikle etik değil – gerçek olmayan bir takım belgelerde ortada dolaşmaya başlar ve bu muamma bilgi kirliliğini doğurur. İkisi de kötü şeylerdir. Fakat netice de “bilgilerin sızdırılması” yani ortada dolaşanların gerçek olması daha vahimdir. Çünkü bu durum soruşturma ihlali gibi birçok suçu beraberinde getirir. Bu noktada medyanın en önemli unsuru olan gazeteciye, muhabire karşı bir güvensizlik başlar. İyi gazeteci dediğimiz kişi iyi haber, iyi fotoğraf, iyi belge alandır. Ama alandır, kendisine verilen değildir. Tam bu noktada işlerin yapılma şartları, gazeteciliğin geldiği nokta çok önemli. Muhabir, haberi kovalayan, giden, bulan, yapan, iyi fotoğraflara ulaşan, belki çeken, belki bulan yani tam anlamıyla haberi yaşayan kişidir. Biz yerel gazetecilik yaptığımız zamanlarda sosyal medya, internet yoktu. Örneğin bir ölüm haberi geldiğinde haberi güçlendirmek için, haberin olay anı, kişilerin fotoğrafı ya da kritik başka bir fotoğraf gerekir. Yanmış, bitmiş evlere camı kırıp girerdik, sağlam kalan çekmecelerde fotoğraf arardık. Bu gibi haber kovalamak ve şartları zorlamak gazetecilik için olağan bir durumdur. Fakat birinin sana servis ettiği bir şeyi servis ediyorsan heybe gençlik dergisi y
43
MEDYA bu hem etik değil hem de suç kapsamına girer. dı. Bu ekstra servisler, işin kuvvetine etki etmeSosyal Medya’nın güvenilirliği konusunda ne ye başlamıştı. düşünüyorsunuz? Artık o öldü, bu öldü haberlerine inanmıyoSosyal Medya’ya insanların aşırı inandığı ve ruz. Biz medya okurları bir süre sonra bunları hayatında çok önemli bir yer kapladığı biliniyor. yemeyeceğiz! Alışmış olacağız ve böyle bir duSonuçları ağır ve sancılı olan bu durum, Sosyal rumda bağışıklık sistemimiz devreye girecek. Medya’yı yanlış kullanmamızdan kaynaklanıyor. Hakikaten bir takım ani gelişmeler vardır ve bunu yarınki gazetede de okuyabilirsin ya da anında sosyal medya aracılığıyla da öğrenebilirsin. Eskiden bu internet medyasıydı. Şimdi ise daha kompakt, net ve kısa ifadelerle detayına girmeden sosyal medya üzerinden elde edilebiliyor. Açıkçası insanların anında öğrenmeyi tercih etmelerini anlayabilirim. Bir süre sonra bu durumu kötüye kullanmaya başladılar. Hatta öyle ki sırf kalabalık yapmak için atıldığını düşündüğümüz twitler bile bir virüs olabiliyordu. Örneğin siz o yazıya gayri ihtiyari dokunduğunuzda bilgisayarınıza bir virüs düşüyordu. Baktılar ki bu gibi şeyler çok tıklanıyor. Büyük protestoların, propagandaların içeBence medyanın risinde de kullanmaya siyasete baskısı değil başladılar. Bu konuda etkisi olur. Bu da şöyle bir gençlere Başkanın şeydir. Her gazetecinin bir Adamları filmini izgörüşü vardır, her gazetelemelerini tavsiye nin de bir duruşu vardır. ederim. Verdiğim Tabi ki baktıkları yerden örnek orada açık seBen bir haber hızla yayılsın isgördükleri manzarayı çik anlatılıyor. Mesela tiyorsam Twitter’a yazarım ama yazarlar. Gezi olaylarını da buna bilinçli kullanırım. Örneğin bir konuörnek verebiliriz. Gezi, da bilgim varsa ve o kesinse –kaldı ki kendi başına zaten büyük bir önceden teyit ediyorum– paylaşabilirim. olaydı. Orada “bir kişinin kör olmaAma ben sırf Twitter’daki popülaritem artsın sı, akrebin bir kişiye ateş açması…” gibi şeylere diye yazıp RT’leri FAV’ları bekleyemem. Çünkü hiç gerek yoktu. Ama bunlar gün geçtikçe yayıl- umurumda değil. Ben bu mecrayı bu kadar cid-
44 y heybe gençlik dergisi
MEDYA diye alıyorum! Bazı insanlar ise, bu bahsedilen şeylerin hesaplarını tutacak kadar takip ediyorlar bu mecrayı. İşte bu kadar takıntılı olan adamlar “güveniyor” bu mecraya. Bunlar çok çocukça geliyor bana. Ben orayı düşüncelerimi insanlarla paylaştığım bir plat-
form olarak görüyorum. Bir de bazı isimler vardır. Dersin ki yaşanan bir gelişmeden bu adamın haberi olmadan olmaz. Haberi vardır bilirsin ama o hiç bir şey yazmamıştır. O zaman ben de atmamaya dikkat ediyorum. Peki, bu doğru bilgi aktarımına medya ne kadar dikkat ediyor?
Medyada tekzip mekanizmaları işler ve hukuki yaptırımları vardır. Medya manipülasyonu ve dezenformasyonu en az yapan yerdir. Ama bu bilgiye de ulaşmak mümkündür tabi. Medyanın siyasete ve gündeme baskısı ne düzeydedir. Ne düşünüyorsunuz? Bence medyanın siyasete baskısı değil etkisi olur. Bu da şöyle bir şeydir. Her gazetecinin bir görüşü vardır, her gazetenin de bir duruşu vardır. Tabi ki baktıkları yerden gördükleri manzarayı yazarlar. Bir foto muhabirini düşünün. O fotoğrafı hangi açıda çekerse siz ancak o fotoğraftaki hikâyenin o açıdan olanına şahit olursunuz. Bugün Gazze’de bir bomba patlarsa, Filistin’deki gazete ile İsrail’deki gazete bunu aynı görmez. Bu işin doğasına aykırı. Yine örneğin; yada Hindistan ile Pakistan arasında bir çatışma olduğu zaman Hindistan’daki gazete ile Pakistan’daki gazete bunu aynı görmez, bu işin doğasına terstir. Medyadan bahsettik, bilgi kirliliğinden bahsettik. Bunlar hakkında son olarak eklemek istediğiniz bir şeyler var mı? Bizim ihtiyacımız olan gerçeği öğrenebilmemiz için bir kaç ayrı kaynağa bakmamız lazım, bir kaç ayrı gazeteden özellikle -yani birkaç ayrı kaynaktan derken mesela aynı grubun 4 tane gazetesini okursan yine olmaz. Ayrıca şunu da söyleyeyim -geçsin kayıtlara; “en ilkelisi, en dürüstü, en namuslusu” diye bir şey çok üzgünüm ki söyleyemiyorum, onu itiraf edeyim yani, yani diyemiyorum ki “Türk basınının yüz akıdır!” Yani bilgi edindiğimiz kaynaklar yüzde yüz doğruyu söylüyor olabilir ama kamuoyunu yönlendirme amaçlı da olabilir, -dolayısıyla hani, en dürüstü, en ilkelisi, en namuslusu gibi böyle peşin yargılara varmamamız lazım. heybe gençlik dergisi y
45
MÜZİK
Hazırlayan: SEVDE SÖZEN - TAYYİBE NUR KAYA
46 y heybe gençlik dergisi
MÜZİK
M
Ö 4000 yılına ait belge ve bulgu- loglar ise aynı şekilde, Türk tarihinde de müzilar, dünyadaki en eski müziğin ğin 6000 yıl öncesinden bu yana icra edildiğini Çin müziği olduğunu göstermek- düşünmektedirler. Eski Türker’de müzik, dinsel tedir. Batılı kaynaklarca kabul törenlerde, fal, sihir, iyi ruhları çağırma, kötü edilen, müziğin Avrupa’da doğup geliştiği ruhları kovma ve tedavi amacıyla da kullanılfikrinin aksine; Çin müziği ve maktaydı. müzik enstrümanlarının, ileri Köleci toplumlar tanımı, Müzik, dönemlerde bölgedeki diMÖ 3000’lerde başlayan insanın doğadan ğer ülkelere, daha sonra Eski Mısır, Mezopotamya sırasıyla Hindistan’a, ve Hint köleci toplumaldığını, bilinciyle oradan Mısır ile Akları ile Eski Yunan kent düzelterek oluşturduğu deniz bölgesine ve devletlerini, İskender düzenlenmiş seslerdir. İlkel nihayet Avrupa’ya İmparatorluğu’nu çağlarda müzik, dans ve şiirle taşındığı düşüve son olarak Roma nülmektedir. Bazı imparatorluğun ’nu birlikte, en doğal estetiğiyle tarihçi ve müzikokapsar. tapınma aracı olarak
kullanılmaktaydı.
heybe gençlik dergisi y
47
MÜZİK Köleci toplumlar, son derece uzmanlaşmış sanatçılar üretti; eğitimli müzisyenler de dahil, bunların büyük çoğunluğu köleydi. Maden, ağaç ve taş işçiliği konusundaki becerilerin ve matematik bilgisinin giderek artması, yetkin müzik aletlerinin yapılmasına imkan sağladı. Matematik bilgisi, boru ve tellerin boyunu ya da delik yerlerini ve çalgıların perdelerini kesin olarak belirlemeye ve hesaplamaya olanak sağladı. Bu gelişmelerle birlikte insan sesi ve insan kulağı, daha kesin perdeler işitecek ve bunları yeniden üretecek şekilde eğitilebildi. Bu ilkçağ müziklerinin karakteristik özelliği konusunda bize fikir verecek bir müziği bugün de dinlememiz mümkündür. Hindistan’ın “raga” ve “tala” denilen yüzlerce ayin müziği vardır. Bunların her biri, bir Tanrı, cesaret ya da huzur gibi “tutku” türünden özgül bir şeyle ya da günün saatlerinden biriyle ilgilidir. İbranilerin kantoryal şarkıları, Asya halkları arasında da, tümüyle
48 y heybe gençlik dergisi
MÜZİK destanlardan oluşan zengin bir şiirsel, müziksel doğaçlama geleneği olarak hala varlığını sürdürmektedir. Sami ırkından bir kavim olan İbraniler’de ise müzik daha çok mabed, savaş ve cenaze alaylarında ve ruhani ayinlerde de ilahiler şeklinde kullanılmıştır. Örneğin; Tevrat, konuşmayı andıran şarkı şeklinde okunuyor, Hazreti Musa da bu şekilde okunmasını öneriyordu. Hazreti Davud ise (MÖ. 1055-974) kendisine indirilen Zebur’u gür sesiyle okurken, dinleyen herkes onu tekrarlamıştır. Yine mevcut bulgulardan, müziğin toplum üzerindeki etkisi konusunun Konfüçyüs (MÖ 551-478) tarafından işlendiği anlaşılmaktadır. MÖ400’lü yıllar-
da aynı konuyu işleyen Platon’un ise Konfüçyüs’ten etkilendiği düşünülmektedir. Platon’ a göre müzik, acılar içinde yaşayan insana Tanrıların armağanıydı. Müzik kelimesi de, antik dönem inanışında Apollan ve diğer Tanrıların marifetini dile getiren “Mosikeh” kelimesinden or-
heybe gençlik dergisi y
49
MÜZİK taya çıkmıştır. Müziğin, “Müs” adlı güzellik perilerinden geldiğine inanılır, şölenlerde dinlenirdi. Diğer taraftan müzik; şiir, dans ve büyücülükle birlikte doğayı egemenlik altına almak için bir yol sayılmaktaydı. Gerçekleştirilen törenlerde; ekin, hasat, avlanma, savaş, ölü gömme, gençlerin olgunlaşması, kabileyi kutsama gibi hayat merhaleleri işlenmekteydi. Özellikle şairler kimi zaman doğaçlamayla, kimi zaman sürekli yinelenen kalıp sözlerle törenleri yönlendirmekteydi. Ayinlerin sözleri makamla okunmaktaydı ancak şimdiki anlamda şarkılara benzememekteydi. Bir sesin etrafında dönmekte ve küçük aralıklarla devam etmekteydi. Ayinlerde el, kol, ayak, baş, beden hareketleriyle tutulan ritme daha sonraları enstrümanlar da eşlik etmeye başlamıştır. Kemik, boru, kamış gibi uygun nesnelerden yapılan nefesli çalgıların ortaya çıkması daha öncedir. Telli çalgılar daha sonraki dönemlerde yapılmıştır. Vurmalı çalgılar ise başlangıçtan beri vardı. MÖ 246’da Çin İmparatoru Şi Huang, müziğin insanları meşgul ederek çalışmalarını aksattığı
50 y heybe gençlik dergisi
MÜZİK gerekçesiyle müziği yasağlayan, onları yüce ve ersaklamış, müziğe dair tüm demli kişiler olma yolunda kitaplar ile çalgıların yok eğiten bir araç olarak kullaedilmesini emretmiştir. Bu nılmıştır. Yani ahlak ile doğemrin yerine getirilmesiyle rudan bir ilişkisi olduğuna birlikte, daha eski döneminanılmıştır. lerdeki müziğe ait birçok Ortaçağ’a gelindiğinde bilgiden mahrum kalınmışmüzik, bir ahlak kazandırtır. Halbuki çok daha eski ma aracı olmaktan çıkıp dönemlerde Çin saray ve dini duygu egemenliğimabetlerinde, çok kalabalık ne girmiştir. Duygu, dinin korolar ve çalgıcılarla müzik egemenliğindeydi. Müzik icra edildiği var olan kayruhun gıdasıydı; ruh ise, naklardan anlaşılmaktadır. Tanrı’nın insanlara verdiği Antik Yunan’daki (MÖ şeydi. Müziğin görevi dini 756-MÖ 146) köleci topyaymak, yüceltmekti. Bu lumda müzik daha farklı yüzden müzik ulviydi. kabul görmüş, bir neşe, keyif, tapınma aracı Rönesans ile birlikte ( 15. – 16. yy) müzikte olarak değil, asil gençlerin ahlaki gelişimlerini “duygu” mefhumundan “içerik” mefhumuna geçilmiştir. Müziğin “ruhtaki hareketle özdeşleştiği” fikrinden vazgeçilip akıl öne çıkartılmıştır. Böylece “Müzik tutkuları temsil eder” görüşü genel kabul gören görüş haline gelmiştir. Toplumsal sistemdeki atılımlar ve gelişmelerle birlikte özgürleşen fertler, kendi beyinleriyle müzikte de yeni modeller oluşturmuş, seslerin yükseklik, derinlik, renk, tını vb. özelliklerini keşfederek özgün eserler üretmeye başlamışlardır. Kaynakça: KAYGISIZ, Ahmet, “Müzik Tarihi”, Ötüken Yayınları AK, Ahmet Şahin, “Müzikle Tedavi”, Kaynak Yayınları FINKELTEIN, Sidney, “Müzik Neyi Anlatır”, Kaynak Yayınları heybe gençlik dergisi y
51
TİYATRO
Hazırlayan: AYŞE KÜBRA KAFADAR
52 y heybe gençlik dergisi
TİYATRO
MUHSİN ERTUĞRUL KİMDİR?
G
ünümüzde Türk Tiyatrosunda önemli bir yere sahip olan Batılı üslubun mimarı olarak kabul edilen Muhsin Ertuğrul, Türk tiyatrosunun modern çağa uyum sağlamasına büyük katkıda bulunmuştur. Tiyatro kadar sinema sanatına da büyük katkılarda bulunan Ertuğrul, Türkiye’de birçok ilke imza atmıştır. 1892 yılında İstanbul’da doğan Muhsin Ertuğrul, 1909 yılında Burhanettin Tiyatrosu’nda gösterilen “Sherlock Holmes” oyunu ile tiyatro sahnesine ilk adımı oyuncu olarak atmıştır. 1911 yılında çok sevdiği tiyatroyu bırakması ve tahsiline devam etmesi için baskı kuran ailesi ile anlaşamayacağını fark etmiş ve ailesinden ayrılarak Paris’e gitmiştir. Paris’te oyunculuk üzerine kapsamlı bir eğitim alan Muhsin Ertuğrul, 1912 yılında eğitimi tamamlayarak yeniden İstanbul’a döndü. Paris’ten döndükten sonra gerek oyuncu gerekse de yönetmen olarak farklı projelerde yer alan Muhsin Ertuğrul, ilk yönetmenliğini Shakespeare’in ünlü oyunu Hamlet ile yaptı. Shakespeare’in Hamlet oyu-
nunu sahneye koyan Muhsin Ertuğrul, aynı zamanda oyundaki Hamlet rolünü de bizzat oynadı. 1913 yılına dek farklı oyunlarda çalışan ve Bursa’da “Millet Tiyatrosu” adıyla oyunlar sahneye koyan Ertuğrul, daha sonra siyasi kimliği nedeniyle sıkıntılı bir döneme girdi. 1913 yılında bazı siyasi olaylara karıştığı iddia edilince sınır dışı edildi ve yeniden Fransa’ya gitmek zorunda kaldı. 1. Dünya Savaşı esnasında Muhsin Ertuğrul ve Arkadaşları isimli tiyatro topluluğunu kuran sanatçı birçok farklı tiyatro eserini sahneye koydu. 1925 yılında tiyatrosu kapanınca Nazım Hikmet’in de yaşadığı Moskova’ya giden Muhsin Ertuğrul, burada Nazım Hikmet ile birlikte çeşitli tiyatro projeleri üzerinde çalıştı. Çağdaş Türk tiyatrosunun kurucusu olarak kabul edilen Muhsin Ertuğrul, 29 Nisan 1979 tarihinde Ege Üniversitesi’nin kendisine verdiği fahri doktorayı almak için gittiği İzmir’de kalp krizi geçirerek hayatını kaybetmiştir. Muhsin Ertuğrul’un cenazesi İzmir’den İstanbul’daki Zincirlikuyu Mezarlığı’na nakledilmiştir. heybe gençlik dergisi y
53
TİYATRO
TIyatro
Nasıl Izlenir? Seyircilerin eğitilmesi ile ilgili Muhsin Ertuğrul 1927’de yeni seyirciler yetiştirmek için ‘talebe matineleri’ yapmış, seyircilerin ‘adabını’ oluşturmak için iki sayfalık bir broşür hazırlamıştır. Muhsin Ertuğrul’un kaleme aldığı “Tiyatro Adabı” adlı bu broşürün baş sayfasına ‘Bilmeyenler İçin’ kaydının konulması da unutulmamıştır.
54 y heybe gençlik dergisi
TİYATRO
Broşürde özetle şu bilgiler aktarılmakta (Akçura, 1992):
1 2
Tiyatro eğlence yeri değil, büyükler mektebidir. Tiyatroya mümkün mertebe temiz giyinilip gidilir ve gürültüsüzce bir mevkiye oturulur. Perdenin açılacağını ihbar eden işaretten sonra, perde kapanıncaya kadar artık bir kelime bile konu şulmadan yalnızca dinlenir. Bir milletin ilgi ve anlayış seviyesi sanat eserlerine ve sanatkârlarına gösterdiği alaka ile ölçülür. Tiyatroda sigara içmek doğru değildir. Fakat mecburiyetse ancak perde aralarında içilir. (Daha o zaman tiyatro ve sinema salonlarında sigara içmek yasak edilmemişti.) Perde aralarındaki istirahat müddetleri evvelce tayin ve ilan edilmiştir, sabırsızlanmak bu müddeti kısaltmaz. Islık çalmak, ayaklarını yere vurmak, (lüzumsuz yerde) alkışlamak takdir etmek demek değildir.
3
4 5 6
heybe gençlik dergisi y
55
DİL
Amerika’nın Yo Amerika Kıtası keşfedildiğinden bu yana birçok Kızılderili dili yok oldu. Coğrafi Keşiflerin sonuçlarından birisi de Amerika Kıtası’nın keşfedilmesidir. Avrupalılar, yeni ticaret yolları aramak için çıktıkları bu yolda keşfettikleri yerlere kendi kültürlerini ve dillerini taşıdılar. Fakat buralarda zaten insanlar yaşıyordu. Böylece sonu kötü biten bir tarih başlamış oldu. Avrupalılar Amerika’ya ulaştıktan bir süre sonra, Kızılderililer ve Avrupalılar arasında top-
56 y heybe gençlik dergisi
rak kavgası başladı. 19. yüzyılın sonlarına doğru bazı Kızılderili kabileler göç etmeye zorlandı. Kızılderililerin çocukları kendi okudukları okullardan uzaklaştırıldı ve İngilizce öğrenmeleri için zorlandı. 20. yüzyılın sonlarına doğru Kızılderililerin yarısından çoğu Amerika Birleşik Devletleri’nde yaşamaktaydı. Onlar kendi eski kabile dillerini konuşmayı bıraktılar ve sadece İngilizce konuşur hale geldiler. Sonuç olarak birçok Kızılderili kültürü ve dili yok oldu.
DİL
ok Ettiği Değeri Kuzey Paiute kabilesi üyeleri çok eski bir dile sahipler. Bu kabilenin üyelerini, kendi dilleri bir arada tutuyor ve onlar hala kendi dillerini konuşuyorlar. Ne yazık ki bu kabilenin genç üyeleri her gün İngilizce konuşuyor. Bugün bazı kuruluşlar, yaşayan kabile dillerinin ölmemesi amacıyla bu dilleri konuşan insanlarla röportaj yapıyor, eldeki verileri araştırıyor ve koruma altına alıyor. Yapılan çalışmaların bir parçası dilleri ve kültürleri kayıt
altına almak iken bir sonra ki adım ise bunları gelecek nesillere aktarmak. Çoğu çocuk kendi dilini ebeveynlerinden öğrenir. Ancak çoğu kabile üyeleri kendi dilini öğrenmek için kursa gitmek zorundadır. Son zamanlarda yaşayan Kızılderililer okul yapıyor ve çocuklarını bu okullara gönderiyor. Ayrıca okul sonrası yetişkinler için kurslar düzenleniyor. Bu gelişmeler dillerin korunup gelecek nesillere aktarılacağına dair bizlere umut veriyor. heybe gençlik dergisi y
57
DİL SELFIE As a modern people, we start to live in strange world. People used to take photos for remembering moments. But now we take for everything like hanging out with friends, on a journey, meeting with important people... Shortly everywhere on the earth. Even that it is not enough for us. Thus people create a new ways of taking photos every day. One of it was aduket then horsemaning, forced perspective. Last one was selfie, which was announced word of the year by Oxford Dictionaries . Selfie define as photograph that one has taken of oneself, typically one taken with a smartphone or webcam and uploaded to a social media website. İt looks like internet will continue to bring us new way to take photo in future. Who will bring and when is totally mystery.
58 y heybe gençlik dergisi
SELFIE Modern insanlar olarak, çok tuhaf bir dünyada yaşıyoruz. İnsanlar eskiden fotoğrafları önemli anları hatırlamak için çekerdi. Ama şu an her an bir fotoğraf çekiyoruz arkadaşlarımızla eğlenirken, bir gezide, önemli insanlarla toplantıdayken... Kısaca dünya üzerindeki her yerde. Ama bu bile bizim için yeterli değil. Bu yüzden her gün yeni bir fotoğraf çekme yöntemi üretiyoruz. Bunlardan bir tanesi aduketti sonra horsemaning, perspektif geldi. Sonuncusu ise Oxford sözlüğünün yılın kelimesi olarak anons ettiği selfie. Selfie bir insanın kendi kendini bir akıllı telefon veya webcam ile çekerek sosyal medyaya aktarması olarak tanımlanıyor. Görünen o ki internet bize yeni fotoğraf çekme yöntemleri getirmeye devam edecek. Lakin ne zaman ve kimin bunu yapacağı tamamıyla bir gizemdir.
DİL
MANURE Let’s get back to the 19th century, the times that first traffic problems emerged. In the 1890s there were 11,000 cabs and several thousands of buses carried by more than 50,000 horses in London. Furthermore, there were horses which were ridden individually. Guess what is the most serious traffic problem in that chaos - It was manure. The piles of manure produced huge numbers of flies, which spread typhoid fever and other diseases. In New York, 20,000 deaths per year were blamed on manure. Everyone was trying to find a solution. Within few years problem disappeared. Electric trams and then motor cars led to a rapid collapse in the horse population. This is when our problem started—first traffic jam was experienced in 1914.
GÜBRE Trafik sorunlarının ilk ortaya çıktığı 19. yüzyıla geri dönelim. 1890’lı yıllarda, Londra’da 50,000’den fazla atın çektiği 11,000 taksi ve birkaç bin otobüs vardı. Bunun yanında tek kişinin sürdüğü atlar da mevcuttu. Tahmin edin en önemli trafik problemi neydi? Gübreydi. Bu gübre yığınları, tifo ve diğer hastalıkların yayılmasına neden olan sinekleri üretiyordu. New York’ta yılda meydana gelen ölümlerin 20,000 tanesinin sebebi bu gübrelerdi. Herkes bir çözüm bulmaya çabalıyordu. Birkaç yıl içerisinde sorun ortadan kayboldu. Elektrikli tramvaylar ve motorlu otomobiller at sayısında hızlı bir düşüşe yol açtı. Bizim sorunumuzda burada başladı, ilk trafik sıkışıklığı 1914’de meydana geldi. heybe gençlik dergisi y
59
DİL
Hazırlayan: ÖMER BOZKURT - YÜSRA SÜMELİ - ENES AKTAŞ - İSMAİL SEVİM
ARAP EDEBİYATI Arap edebiyatı çok zengin bir geçmişe sahiptir. Bin yıllar öncesine dayanan kaynaklarda arap edebiyatının zirve yaptığı gözlemlenir. İslam öncesi dönemde (cahiliye dönemi) arap şairleri o günün toplumunda el üstünde tutulan, sözü dinlenen, etkili insanlardı. Arapçanın ve arap edebiyatının çok geniş bir kelime haznesine sahip olması, köklü ve orijinal olması onu daha da özgünleştirir. En önemlisi ise Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimizin dili olmasıdır. Arap toplumunu etkisi altına almış olan bir şahsiyeti tanıyarak arap edebiyatı hakkındaki bilgimizi geliştirebiliriz Ünlü hatipler yetiştiren iyad kabilesine mensup Kus b. Saide, Arap yarımadasında putlara tapmayan ve Hz. İbrahim’den gelen tevhid akidesine bağlı Hanifler arasında yer alıyordu. Aynı zamanda tabip ve kahin olup hitabet ve şiirleriyle meşhurdu. Konuşma sırasında yüksek bir yere çıkmak, kılıç veya asaya dayanmak gibi adetleri onun başlattığı ileri sürülür. Muammerun denilen uzun ömürlü insanlar arasında yer aldığı ve seksen üç yaşında 600 yılı civarında vefat ettiği belirtilir. O Ukaz’daki meşhur hitabesinde Tevhid inancına
60 y heybe gençlik dergisi
vurgu yapmış ve Hz. Muhammed de onun bu konuşmasını dinlemişti. Kus bin Saide’nin veciz konuşması şöyledir: “Ey insanlar! Geliniz, dinleyiniz; dinlediklerinizi belleyiniz ve ondan faydalanınız, ders alınız. Gerçek şusur ki, yaşayan ölür; ölen yok olur. Olacak olur, yağmur yağar, otlar biter, çocuklar doğar, analarının babalarının yerini tutar. Sonra hepsi mahvolup gider. Olayların ardı arkası kesilmez. Birbirini takip eder. Kulak veriniz, dikkat ediniz, gökte haber var, yerde ibret alınacak şeyler var. Yeryüzü bir sarayın döşemesi . gökyüzü gökyüzü bir yüksek tavan. Yıldızlar yürür, denizler durur. Gelen kalmazi, giden gelmez. Acaba vardıkları yerden hoşnut olup da mı kalıyorlar, yoksa arada bırakılıp uykuya mı dalıyorlar? Yemin ederim, Allah’ın bir dini vardır ki, şimdi bulunduğumuz dinden daha sevgilidir; Allah’ın gelecek bir peygamberivardır ki, onun gelmesi pek yakındır. Gölgesi üzerinize gelmiştir. Ne mutlu o kimseye ki, ona inanıp doğru yolu bulur. Ne yazık o talihsize ki, ona karşı gelip isyan eder. Yazıklar olsun ömürleri gaflette geçenlere!...”
DİL
ATEŞ VE ÖZLEM -Sevgili Filistin! Nedir bu başına gelenler! Yardım istiyor ama kim fedakârlık edecek? -Dün eziyet edenlerden ağladı; bu gün de onu unutan bir halktan ağlıyor. -Sevgili Filistin’i nasıl unuturum, aşkını kalbimde taşıyorum.
onu unutursa kalbim, kahrolsun! -İki kıblenin Rabbine ve Rabbime yemin olsun, ona bir şey atana düşman olacağım. -Böylece Filistin, topraklarını şiddetle sarsacak ve kendisine saldıranları bombalarla
-Kendi kendimi yakan bir mum olarak kalacağım; toprakları üzerindeki fitili tutuşturacağım.
parçalayacak.
-Toprağının her karışına ateş ekeceğim… Alevleri düşmanı yakan bir ateş.
-Ağaçlarını kılıç ve ok haline getireceğim, onu satanların ve alanların kalbine...
-Vatanım benim, sen benim için bütün dünyasın, yeryüzünde senden başka ülke yok. -Filistin’i görüyorum demirden bağların orasında, bir bıçak da içini parçalamakta, -Sessiz kalıyorum, zilletle sarılıyım, eğer
-Denizini kine bulayacağım ve kendinden olmayan gençleri boğacak.
-Kanım toprağına akarken öleceksem, ne mutlu bana! Kanım naaşının üzerinde akacak. -Kanımla bütün dünyaya yazacağım, kanımla gözyaşlarımı karıştırarak yazacağım.
heybe gençlik dergisi y
61
NE YAPTIK
Speaking Cafe Cumartesi 12.00-14.00 Mahal Al- Muhadese (arapça kafe) Perşembe 16:00 İngilizce tiyatro grubu
NE YAPTIK
Devasal tablolardaki ustalıkla işlenmiş hatlar NE YAPTIK görülmeye değer. HÜSNÜ HAT SERGİSİ AN SERGİSİ LT SU P Ü Sultanahmet’te, EY RU U N N U L’ BU N İSTA
Ayasofya’da kurulan Hüsnü Hat Sergisi’ne rgisine, Se n lta Su hocalarımızdan Emir İstanbulun Nuru Eyüp EŞ natla15r kişilik elileSabirlikte Üsküdar Gençlik Merkezi Güzbir ziyaret gerçekle katıldık. Kulübü olarak 9 kişilik bir ekipleştirdik. Devasal tablolardaki ustalıkla işlenmişbu hatlar görüluğu nd lu ın rın tla na sa El ve ru Eb meye değer. Hat,Tezhip,
n usta isimlerin sergi Eyüp Belediyesi tarafında ATATÜR . tır ış tabloları kullanılarak hazırlanm
İSTANBUL’UN NURU EYÜP SULTAN SERGİSİ
Güzel Sa Arboret boğucu başa kal
İstanbulun Eyüp Sultan Sergisine, İSTANBUL’UNNuru NURU EYÜP SULTAN SERGİSİ Üsküdar Gençlik Merkezi Güzel Sanatlar İstanbulun Nuru Eyüp Sultanolarak Sergisine, Üsküdar Kulübü 9 kişilik bir ekiple katıldık. Gençlik Merkezi Güzel Sanatlar Kulübü olarak 9 kişilik bir ekiple katıldık. Hat,Tezhip,Ebru ve El sanatlarının bulunduğu sergi Eyüp Belediyesi tarafından usta isimlerin tabloları kullanılarak hazırlanmıştır.
Hat,Tezhip,Ebru ve El sanatlarının bulunduğu sergi Eyüp Belediyesi tarafından usta isimlerin tabloları kullanılarak hazırlanmıştır.
I
KLASİK TÜRK SANATLARI VAKF
n
ılar Caddesi üzerinde buluna
nü
Ebru sanatında kullanılan malzemelerinde satıldığı vakıf Klasik Türk Sanatlarını geleceğe taşımaya çalışıyor. Ebru sanatında kullanılan malzemelerinde satıldığı vakıf Klasik Türk Sanatlarını geleceğe taşımaya çalışıyor.
KLASİK TÜRK SANATLARI VAKFI
.
lar
ARI VAKFI
NE YAPTIK
Üsküdar Doğancılar Caddesi üzerinde bulunan Klasik Türk Sanatları Vakfı’na Üsküdar Gençlik Merkezi Güzel Sanatlar Kulübü olarak ziyaret gerçekleştirdik. Klasik Türk Sanatları sanatkarlarından çalışmaları hakkında bilgi aldık. Ebru sanatında kullanılan malzemelerinde satıldığı vakıf Klasik Türk Sanatlarını geleceğe taşımaya çalışıyor.
ATATÜRK ARBORETURUMU an
ulun b e d n i r e z ATATÜRK ARBORETURUMU si ü Sanatlar Kulübü olarak "Atatürk CSİaddeGüzel k “Atatürk i"Atatürk çlolarak Güzel Sanatlar Kulübü olarak n e G Güzel Sanatlar Kulübü r a d ü k s ÜArboreturumu”nu gezdik.Büyük şehrin gezdik.Büyük şehrin sıkıcısıkıcı ve ve ’naArboreturumu"nu gezdik.Büyük şehVakfıArboreturumu"nu t e r auzaklaşıp boğucu atmosferinden doğa ile baş ziyuzaklaşıp k boğucu atmosferinden doğa ile baş a rin sıkıcı ve boğucu atmosferinden r a l o ü b ü l u K başa kaldık.. tlar ATATÜRK ARBORETURUMU
uzaklaşıp doğa ile baş başa kaldık.. başa kaldık..
uğu erin
ından r a l r a k t a n rı sa >>> . k ı d l a i g l i da b 17.DEVLET TÜRK SÜSLEME SANATLARI YARIŞMASI SERGİSİ 17.DEVLET TÜRK SÜSLEME SANATLARI YARIŞMASI SERGİSİ
AT
N A S E M E L S RK SÜ Ü T T E L V E 17.D İSİ G R E S I S A YARIŞM
NE YAPTIK
Kenan Alpay ile Gündeme Dair Sohbetler Sosyolog ve yazar Kenan Alpay ile siyasettarih-din ve gündem konularının konuşulduğu sohbetler her çarşamba saat 16:30’da, Üsküdar Gençlik Merkezi Has Oda’da. Not: Cuma günleri bayanlara özel 16:30’da yine Has Oda’da yapılmaktadır. Çarşamba günleri karma bir şekilde yapılmaktadır.
NE YAPTIK
NE YAPTIK
t götüren e m iz h e r e il enle engell d e n llü sivil top u ü B n ö r, g la e n v u r r o m , özel sektö şadıkları s u a y m a ilmesi öne ın k ir r d la , n n in le a s ç in ü r in g le i Engell değil; aile örgütlerinin en müzik a in m in in lu b r e a il n n d u a n s b yalnız ke cası tüm in or. Biz de a iy ıs d k e , n Özal Kültür z t u r a u m g r lu u p ın T r o k t la , a n r a çevrenin üyeleri ola nudur. İnsa ü u r b o lü s u ndaşlarımız ir k a b t a k lı v e r ğ i e a t ll b ş e ü g re ların m ezi'nde en organize itli etkenle k ş i r e r e ç e t M ı s r ö la g la a k a bir engelli olm netice olm için güzel ir k b e ın sosyal t ız n s a e ım d ık r ç la t ş a a y a y a d a t h tan e olarak or ormal bir Engelli va n . ik in t r bilmeleri v t e e e il il ll d e e ın g il ğ n lı h e lı a r d birlikte, msal duya a daha sık ebilmek lu t ir a p t t y o t a e s h k is a h c i n m a msediğimiz sürmeleri ür. Bu anla e d n n ö ü ı r k ın tekrarr la m la n ü n o o m y s la a u ıy g iz n uy yaratılmas enzer orga a acıma d r b la a ş a ın d d n a a t va diyoruz. sal hize m it u r m u ü da, engelli k ı , e ın in ır. lanmas d laşmak yer lı k a a y m e n il lı ı a r la as irilmesi es t ş li e g in r metle
NE YAPTIK
NE YAPTIK
Kulübümüz “Hayme Ana”
oyunu için hazırlıklarını sürdürüyor Hocamız Fırat Yumun’un yazıp-yönettiği Hayme Ana oyununun ekibi en kısa zamanda seyircisinin karşısına çıkmaya hazırlanıyor.
NE YAPTIK Yıl 1229… Bu tarihte Moğol saldırılarından uzaklaşmak isteyen Ahlat’taki Kayı Boyu, hazırlıklar yaparak göçe başlamıştır. Hayme Ana cefakar, fedakar Türk anasının en büyük timsalidir. Onun tarih içinde gördüğü fonksiyon pek az anneye nasip olmuştur. Hayme Ana, kutlu Kayı Boyu’nun lideri, komutanı derleyicisi, devlet kurucusu gibi pek çok özelliği, şanlı kişiliği ile birleştirmiştir. Kocası Gündüz Alp, atıyla Fırat Nehri’nden geçerken, nehre düşmüş ve hayatını kaybetmiştir. Hayme Ana kocasının vefatından sonra dağılma noktasına gelen Kayı Boyu’nu, Aşağı Sakarya vadisine, daha sonra da Domaniç Çarşamba’ya kadar getirirken 3500 kilometrelik yok kat etmişlerdir. Cihanın en büyük devleti olan Osmanlı İmparatorluğu’nun temelini atmıştır. Oğlu Ertuğrul Gazi’yi hep büyük olma, cihana hükmetme kişiliğiyle yetiştirmiş; torunu Osman Gazi’nin elinden tutarak geleceğin devletinin nasıl kurulacağını, nasıl olması gerektiğini Çarşamba Ovası’nın yüksek tepelerini göstererek hayal etmiştir.
SAHNE ALINAN YERLER
11 OCAK 2014 CUMARTESİ SAAT 18:00 ÜSKÜDAR GENÇLİK MERKEZİ 18 OCAK 2014 CUMARTESİ SAAT 19:00 BAĞLARBAĞI KONGRE VE KÜLTÜR MERKEZİ SAHNESİ 25 ŞUBAT 2014 SALI SAAT 20:00 İBB FATİH KÜLTÜR MERKEZİ SAHNESİ 27 ŞUBAT 2014 PERŞEMBE SAAT 20:00 İBB FATİH KÜLTÜR MERKEZİ SAHNESİ.
NE YAPTIK FOTOĞRAF: ŞEYDA ODABAŞ BAL
NE YAPTIK
Yedİgöller Gezİsİ Şelale Fotoğrafı Exif Bilgileri: Diyafram f/32 -enstantene 2sn- iso 100 . Uzun Pozlama Tekniği İle Çekildi Diğerinin Exifi: diyafram f/ 6.3enstantene 200- iso 160
NE YAPTIK Abdurrahman Dilipak ile ''İslam Dünyası'' üzerine konuştuk. Gençlik üzerine nasihatler dinledik. Müslüman bir gencin olması gereken portresini çizdik zihinlerde. Bir kez daha gençler olarak üzerimize düşen görevin farkına vardık.
Prof.Dr. Berat Özipek’in katıldığı programında muhafazakarlık üzerine konuştuk. Hocamızın bu konu üzerine bir doktora çalışması da vardır. Muhafazakarlık konusunu enine boyuna tartışarak verimli program gerçekleştirdik.
NE YAPTIK
Canan ninemizden dünden bugüne ülkemizi dinledik. Bize başbakanımızla ilgili anılarını anlattı. Bir nine sıcaklığı ile öğütler aldık ve şükrün gerekliliğinin farkına vardık.
Doç.Dr. Sezai Coşkun hocamız ile Necip Fazıl Kısakürek üzerine konuştuk. Vefatının 30. yıldönümünde Necip Fazıl’ı anarak, bilinmeyen yönlerini konuştuk.
NE YAPTIK
NE YAPTIK Ayşe Şener ile İLK OKUMALAR programında Kur’an’ı anlamaya başlamak için iki hafta da bir Pazartesi günü 16.30-18.00 arasında Üsküdar Gençlik Merkezi’nde Has Oda’da buluşuyoruz. Kur’an’dan kolayınıza geleni okuyun.”(Müzzemmil Suresi) İlahi şefkati gereğince, Kitab’ın gerçek okumalarını kısa surelerle başlattığımız özgün bir anlatı. Program; surelerin beş vakit namazla birlikte hayata serpiştirilmesindeki hikmeti, onların mesajını anlayarak çözmeyi ve böylece katılımcıya İlahi Kitab’ı anlama, yorumlama, yaşama yansıtma alışkanlıklarını kazandırmayı amaçlıyor. 1. Fatiha /hayatın öz, Kitab’ın önsözü 2. Asr /ömrü başarmak 3. Fil / Kutsal sahiplidir 4. Kureyş / Hiç değilse… 5. Maun / sosyal sorumsuzluğun kökeni 6. Kevser /Sonsuz iyilik ve güzellik ırmağı 7. Kafirun /yol ayrımı 8. Nasr /Başarı ahlakı
16 Kasım 30 Kasım 14 Aralık 23 Aralık 6 Ocak 20 Ocak 3 Şubat 17 Şubat
Üsküdar Gençlik Merkezi Karikatür
KARDEŞİM SEN ÖZGÜRSÜN Kardeşim sen prangalara vurulsan da özgürsün Sen Allah'a bağlandığın zaman Sana kölelerin tuzağı ne zarar verebilir ki Kardeşim karanlığın(küfrün) ordularını kökten sileceksin Ve bununla yeryüzünde bir fecr doğacak Sen ruhunu fecrin doğuşuna teslim et O zaman fecrin bizi uzaktan karşıladığını göreceksin Kardeşim muhakkak ki ellerinden kanlar akmıştır Ve zillete mahkum olmaktan yüz çevirmiştir Muhakkak ki bir gün o şehadet aşıkları Ebediyet kanı ile cennete yükselecektir Kardeşim sana ne oluyor ki savaştan bıkmışsın Ve omzundan silahını atmışsın Söyle bana kim fedakarlık edecek ve yaraları saracak Ve yeniden sancağımızı kim dalgalandıracak Kesinlikle kardeşim ben savaştan yılacak değilim Silahımıda kenara atacak değilim Şayet kardeşim ben ölürsem şehidim Sen de övülmüş bir zaferle devam edersin Kardeşim yürü tereddüt etmeden arkana bakma Senin yolun kanla boyanmıştır Oraya buraya aldırış etme Allah tan başkasına boyun eğme Kanadı kırık bir kuş değiliz ki Bundan dolayı zelil görünüp öldürülelim Adım adım çarpışmaya çağıran Kanların sesini işitiyorum Kardeşim biz ölürsek sevdiklerimize kavuşacağız Rabbimizin bahçeleri bizim için hazırlanmıştır Muhakkak ki o cennetin kuşları etrafımızda kanat çırpacaktır Ebedi diyar(adn cennetleri)bizim için ne kadar hoştur