İBU Psikoloji Kulübü Dergisi

Page 1

İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ

PSİKOLOJİ KULÜBÜ PSİKOLOJİ KULÜBÜ DERGİSİ DERGİSİ SAYI 3


Herkese Merhaba,

İpek İBER Kulüp Başkanı

Bugün tüm başarılarımın arkasındaki isimlere özel teşekkür etmek istiyorum; Beni her koşulda cesaretlendiren ve bana olan güvenini her daim hissettiren aileme, Ailem kadar bana güvenen ve destek olan Halil İbrahim ÇELEBİ, Ercan EVCİMEN ve Melis OKUR’a, En büyük motivasyon ortaklarım olan yönetim kuruluma, Dergi yayın ekibimizin başında bulunan İdil BARAN’a ve tüm dergi ekibimize, Ve dergimize tek bir nokta dahi olsa katkıda bulunmuş herkese sonsuz teşekkür ederim. Sevgiyle kalın…

Dergimizin üçüncü sayısıyla yeniden sizlerle buluşmaktan mutluluk duyduğumu en başta belirtmek istiyorum. Güz dönemi sayımızı hazırlarken duyduğumuz büyük heyecanı sizlere doğrudan aktarabilmeyi umut ediyoruz. Kulübümüzün etkinliklerine de yer verdiğimiz dergimizde “psikoloji kulübü ne yapar?” sorusuna rahatlıkla cevap bulabileceğinizi düşünüyorum. Hem akademik hem de sosyal alanlarda psikolojiyi işleyerek sizlere faydalı etkinlikler düzenliyoruz. Psikolojinin sabah uyandıktan, gece uyuyana kadar herkesi derinden ilgilendiren bir alan olduğuna inanıyorum, kulübümüzü branş öğrencileriyle sınırlandırmak, bana psikolojiyle yakından ilgilenen arkadaşlarımıza yapılan bir haksızlık gibi geliyor. Bu yüzden2016-2017 dönemi Yönetim Kurulu olarak, kulübümüzü bölüm dışı öğrencilere de açtık. Psikoloji Kulübü her geçen dönem siz üyeleriyle birlikte gelişiyor, güçleniyor. Etkinliklerimize bu yıl tea&talk buluşmaları ekledik. Tea&talk buluşmalarımıza katılan her üyemiz, hayatımıza yeni pencereler açıyor. Birbirimizin fikrinden beslenerek, verimli vakit geçirdiğimiz buluşmalar olduğunu düşünüyorum. Bahar döneminde gerçekleşmesi planlanan IV.Ulusal Bilgi Psikoloji Günlerinin, her yıl olduğu gibi Nisanın ikinci haftası gerçekleşmesi planlanmıştı ancak ülke genelinde yapılacak olan referandum sebebiyle 2017-2018 Güz Dönemine ertelenmek durumunda kaldığımızı bildirmek isterim. Bölüme yeni girmiş arkadaşlarımız için birkaç öneride bulunmak istiyorum. Saçımdaki ilk beyazı bu okula, bu bölüme borçluyum. Bilmenizi isterim ki bocalama dönemine hemen hepimiz giriyoruz, bunun önüne geçebilmek için bölüm arkadaşlarınızın birer rakibiniz değil birer meslektaşınız, birer dostunuz olduğunun farkında olarak, birlik ve beraberlik halinde hareket ederseniz, daha rahat bir alışma süreci yaşayacağınıza inanıyorum. Psikoloji Kulübü, bölümdeki kutuplaşma ve gruplaşmanın önüne geçen bir kulüp ve hepinizin bu kulüpte kendine yer bulacağını düşünüyorum. Psikoloji öğrencileri olarak ülke çapında çalışan kendini kanıtlamış çeşitli öğrenci gruplarımız var. Türk Psikoloji Öğrencileri Çalışma Grubu (TPÖÇG) ve Psikoloji Öğrencileri Meslek Yasası Platformu (PÖMYAP) ‘ın etkinliklerine başvurarak ya da katılımcı olarak, psikoloji öğrencileriyle olan iletişiminizi güçlendirebilirsiniz. Bu tür etkinliklerde bulunmak sizin gerek kişisel gelişiminize gerekte grup çalışmaları yeteneğinize katkıda bulunacaktır. Psikoloji her daim gelişen ve takip gerektiren bir bölüm, takibi bırakmayın ve psikolojinin sizi rüzgarıyla oradan oraya sürüklemesine izin verin. Psikolojiyle kalın! İpek İBER


İÇİNDEKİLER

3-6 7-10 11-12 13-14 15-16 17-18 19

Geçen yıl neler yaptık? Anomalisa Duru Eğilmez

Ben’den Ötekine Ümit Erdoğan

Ergenlik ve Gelişim Süreçlerinin Yönetimi Semineri Zeynep Yağmur Karova

Tutum Hakan Durmuş

Meditasyon Büşra Karalalı

Erasmus In Abroad Nurhan Naz


GEÇEN YIL NELER YAPTIK?

• 15 Ekim 2015 tarihinde, Aslı Akdaş Mitrani ile Adli Psikoloji üzerine konuştuk.

• 22 Ekim 2015 tarihinde, “DEPO:Akıl Hastanesinde Hayat” belgeselinin gösteriminin ardından, RUSİHAK Temsilcileri ve belgeselin yönetmenleriyle bir söyleşi gerçekleştirdik.

3


• 18 Kasım 2015 tarihinde, Alzheimer Derneği Genel Sekreteri Füsun Kocaman’ın katılımıyla Alzheimer Bilgilendirme Semineri düzenledik.

• 3 Aralık 2015 tarihinde, İBU PSY CLUB Erasmus buluşması yaptık.

4


• 7 Aralık 2015 tarihinde, “Maskemden korkma” Sosyal Sorumluluk Etkinliğini Hayata Renk Ver Derneği ile birlikte gerçekleştirdik, maskeli miniklerle keyifli bir etkinlik hazırladık.

• 12 Aralık 2015 tarihinde, Bilgi Açık Kapı Kulübüyle birlikte “ Savaş Ortamında Çocuk Olmak ” adlı panele ev sahipliği yaptık.

23 Aralık 2015 tarihinde, Alzheimer Derneğinde sosyal sorumluluk projesi gerçekleştirdik; alzheimerlılarla birlikte yılbaşı kutlaması yaptık.

5


• 22 Şubat 2016 tarihinde, Psikoterapist Dr.Timur Harzadın’ın katılımıyla, “İlişkiler ve Cinsellik” seminerini gerçekleştirdik. • 18 Mart 2016 tarihinde, KAÇUV (Kanserli Çocuklara Umut Vakfı) ve Aile Evi Psikolojik Destek Programı çerçevesinde “Çocukluk Çağı Kanserlerinin Aile ve Çocuk üzerindeki Psikososyal Etkileri” hakkında konuştuk. • 16-17 Nisan 2016 tarihlerinde, III.Ulusal Bilgi Psikoloji Günlerini gerçekleştirdik. Konuşmacılarımız; Prof.Dr.Gökhan Oral Prof.Dr.Turgay Biçer Prof.Dr.Sedat Özkan Yrd.Doç.Dr.Murat Dokur Yrd.Doç.Dr.Berk Murat Ergün Psk.Dan.Filiz Torun Dr.Başak Demiriz Aydan Bayır

Workshop Eğitmenlerimiz; Yrd.Doç.Dr.Nevin Eracar Uzm.Psk.Şeyda Özdalga Uzm.Terapist S.Seda Güney Uzm.Psk.Aslı Handan Avşar

21 Nisan 2016 tarihinde, Bilgili Liderler Kulübünün düzenlediği “Zamanı Paraya Dönüştürmenin İnsan Psikolojisi Üzerindeki Etkisi” seminerine katılım gösterdik.

6


Anomalisa Duru Eğrilmez

İnsan olmanın anlamı nedir? Acı çekmenin anlamı nedir? Hayatta olmanın anlamı nedir? Being John Malkovich (1999), Adaptation (2002), Eternal Sunshine of the Spotless Mind (2004) gibi filmlerin senaryosunu yazmış Charlie Kaufman’ın son filmi, Anomalisa. Film Kaufman’ın iç gözlemlerini sunan ama belki de hikayesinin sadeliği açısından en ‘basit’ filmi kabul edilebilir. Eternal Sunshine Spotless of the Mind filminde olduğu gibi, aşkın gerçekte nereye dokunduğuna ve kime aşık oluruz? Nasıl seçeriz aşık olacağımız insanı? sorusunun peşinden gider filmin bir tarafı. Clementine ve Joel’in aşkının; Lisa ve Michael ‘ınkinden farkı var mıdır? Aşkın herkes için farklı bir karşılığı mevcuttur belki ama çoğu zaman aynı ihtiyaçlardan doğmuştur. Film bambaşka öğeleri içerse de ilk önce en çok akılda kalan aşk mevzusundan bahsetmek gerektiğini düşünüyorum. Aşkın umutsuzlukla mayalanmış platonik bir his olduğu sanrısını çok iyi anlatan, olgunlaşmayan, sevgiye dönemeyen, sözde aşık olma hallerinde görülen durumlar; ideali ararken kurulan hayaller, yakınlaşmayla gelen sıradanlaşmanın, o idealin gerçekliğini altüst edişi, aşkı herkesin ve her şeyin aynılığına karşıt bir can simidi olarak görme, aşk fikri sıradan olamayacak kadar idealize edildiği için, belki de bu durumun (gerçek) aşka engel oluşu… Filmin çekimleri yaklaşık olarak 3 yıl sürüyor ve bu ellerimizin arasından kayıp giden aşk hikayesi kuklalar ile çekiliyor. Evet film animasyon filmler kategorisinde bulunuyor ama filmdeki tüm karakterler gerçek kuklalar ile yapılmış. Yazarın 2005’te Francis Fregoli takma adıyla (ki Fregoli ismiyle bilinen sendrom kişinin kendinden başka herkesin aynı insan olduğu delüzyonuna dayanır- ki Michael’ın filmde kaldığı otelin ismi de Fregoli’dir ) yazdığı aynı isimli tiyatro ve radyo oyunundan, uyarlanan bir film. Kaufman’ın tiyatro oyununda nasıl bir üslup benimsediğini bilmiyorum. Fakat

Anomalisa’da ana karakter Michael Stone ve Lisa dışındaki tüm karakterleri Tom Nooanan seslendirmiş. Zaten filmin kilit noktalarından birisi de bu. İlk başta algılayamadığımız bir şekilde, tüm karakterlerin sesleri aynı. Michael sevilmeye aç ve başkalarını sevmeyi kaybetmiş bir adam olmasının çerçevesinde; etrafındaki herkesten, oteldeki resepsiyonistten, taksi şoförüne, karısından oğluna kadar tüm insanlardan aynı tadı alan depresif bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Adeta her insan Michael’ ın içinde aynı yere dokunuyor. Kimsenin kimseden farkı yok gibi. Hatta sesleri kadar, kullanılan kukla stop motion tekniği ile karakterlerin tüm yüz hatları bile tamamıyla aynı. Farklılıklar kıyafetler ve aksesuarlar ile sağlanmış. Yani filmin ana teması aslında herkesin bir şekilde aynı olduğu. Giderek birbirimize benzediğimiz ve aynılaştığımız bu dünyada, Michael’ın farklı olanın peşinden gitmesi. Filmin başından başlarsak; 1995 yılında kendisine yazılmış bir aşk mektubu ve eski sevgilisinin hayali eşliğinde; konferans vermek için yolculuk yapan, başarılı bir adam Michael Stone’un hikayesi. Los Angeles’tan Cincinnati’ ye giden uçakta başlıyor insanlar ile yaşadığı sınırlı, garip ve çoğunlukla gereksiz diyaloglar. Yan koltuğundaki yolcudan, taksi şoförüne, oteldeki resepsiyonistten komiye kadar herkes adeta bir gariplik içeriyor; ama aynı zaman da o kadar aynılar ki; gündelik sıradanlıkları paylaştığı. İnsanlara her gün aynı metrekareyi paylaştığı, yüzünü bir daha hatırlayamayacağı insanlar ile yaptığı diyalogların anlamsızlığını, sıradanlığını ve değersizliğini anlatmaya çalışıyor sanki. Herkesin yüzlerine tanımlanmış aynı ifadeler; olmayan mimikler, uzatılmış diyaloglar, hareketler hep belli kalıplar dahilinde kullanılır bu ‘insan yapımı’ evrende. Michael’ın rüyasında başkalarının maskelerinin yanı sıra kendininkini de fark etmesi ve maskesinin düşmesi filmin neden insanlar ile değil de kuklalar ile çekildiğinin bir izahı adeta. Aynı olsunlar – yapay olsunlar- yüzleri parçalardan oluşsun ve maskeleri gerekirse düşsün, tıpkı insanlar gibi… Belki de anlatılmak istenen aynı olan herkesin birer maske taktığı gerçeğidir. Ben bu filmi yorumlamaya çalışırken aynı zaman da Black Mirror isimli İngiliz dizisini de izliyordum ve aynı tat kaldı aklımda. Teknolojinin giderek artması gibi insanların birbirinden uzaklaşması, günbegün birbirlerine benzemeleri ve insanların her şeye 7


çok çabuk ulaşması gibi, büyük bir hızla da haz alınan her şeyin çabucak yok olması. Bu noktadan Anomalisa’nın bir tüketim, yalnızlık ve arayış filmi olduğunu söyleyebiliriz. Filmin dönecek olursak sonunda odasında yalnız kalan Michael telefonda eşi ve çocuğu ile konuştuğunda, çok daha net anlarız onun çevreye olan yabancılaşma hissini ve çare arayışını. Eksik bir şeylerin peşindedir. İhtiyacı olan her şeye fazlasıyla sahip olduğu halde, bir eksiklik vardır hayatında. Bu başka bir beden midir? Birileri ile sevişmenin peşinde midir Michael? Yoksa aşkın mı? Sevilmenin, şefkatin, ya da kendisinin sevebileceği gerçeğini hatırlamanın…Yoksa bir mucizenin mi? Bir şey gelip beni hayata bağlasın, beni depresyondan çıkarsın, bedenimin acılarını dindirsin, bana iyi gelsin ve iyileşeyim diye uğraşır sanki film boyunca… Bir çıkış yolunun peşinde olan birçok günümüz insanı gibi çare olarak ‘aşk’ ı düşünür. Bunun için de en kolayı eski sevgiliyi aramaktır. Filmdeki tüm kadın karakterler gibi, Bella da çok açık sözlüdür. Önce aradığına şaşırır, karar veremez, ardından belki de hesap sormak ya da geçmişle yüzleşmek için Michael ‘ı görmeyi kabul eder. Barda eski sevgilisi Bella’yı beklerken onun kim olduğunun ya da Michael için ne ifade ettiğinin tartışılabileceğini düşünüyorum çünkü neredeyse tanıyamadığı Bella’yı beklerken bir arayış, çare ve doyurulma ihtiyacında gibidir. Sonra Bella gelir, ilişkileri hakkında sorular sorar, cevaplar ister. Ama Michael ondan gerçekten ne istediğini bilemez ve yine en kolayını seçer, odaya çıkmayı teklif eder. Bella ile işler umduğu gibi gitmeyen Michael ümidini yitirir, eski sevgili ile yaşadığı kısa diyalogtan belki bağlanma problemleri olduğunu düşünebileceğimiz Michael’ın narsistik özellikleri film içinde daha da belirginleşir. Filmin tuhaf ve absürt tarafı gidilen oyuncakçı dükkanı ile iyice su yüzüne çıkar. Erotik öğeleri belirgin, cinselliği açık, sansürsüz ve çok gerçek anlatan bir filmdir bu. Odasına döndüğünde Lisa ‘nın sesini duyar ve çılgın bir şekilde bu farklı sesin arayışına girer. Tüm narsistik özelliklerin yanında farklı bir hassasiyet barındıran Michael, hayattaki bu farkın ve aslında tamamen sıradan olan Lisa’nın sesinin peşine düşüyor. Arkadaşı Emily ile aynı odayı paylaşan Lisa, Michael’ın vereceği konferansı dinlemek için gelmiş bir çağrı merkezi çalışanıdır. Yüzünün bir tarafı yaralı, saçı ile onu örtmeye çalışan, kendisine göre ortalama-

nın altında bir güzelliğe sahip olan Lisa, aklına ilk gelivereni söyleyen, değersizlik duyguları yoğun bir genç kadındır. Film boyunca tekrar tekrar kendisini ne kadar değersiz ve önemsiz bulduğunu duyarız ve neden Michael’ın onu seçmesine bir türlü anlam veremediğini. Hayatın anlamını sorgulayan, aslında hayatta birçok şeyi de elde etmiş bir adam olan Michael için Lisa kolaydır aslında. Kadın, kendisine hayrandır. Erkek narsistik kişiliklerin kadınları gelip geçici de olsa yoğun duygu patlamaları ile dışa vuran idealleştirmeleri; genellikle kadınlar açısından, özellikle de önemli bir mazoşistik potansiyel taşıyan ya da kadın olarak cazibelerine güvenemeyen kadınlar açısından güçlü bir çekim gücü oluşturur diye özetler Kernberg. Tıpkı bizim filmimizde olduğu gibi. Michael idealize edip, sadece aşka değil, hayata karşı da yeni bir şey elde ettiğini ve sonunda onu bulduğunu sanarak bir gece geçirir. Filmin sevişme sahnesine gelecek olursak; bedene yüklenen anlamları, sıradan ve normal kabul edilen iki bedenin birleşmesinin nasıl gerçek ve doğal anlatıldığı çok açık. Halbuki Kaufman ile Johnson bize başta özdeşleşmekte güçlük çektiğimiz ama hemen ardından kendimizi bulduğumuz kuklalarla hitap eder ve onların gerçek bedenler olmadığını bile unuttururlar. Belki beyazperdede uzun zamandır gördüğümüz en gerçekçi seks sahnesini de en içten şarkı performansını da modern insana dair en derin varoluşsal kaygılardan birinin temelinde yatan iletişim problemini de yine bu kuklalar sayesinde izleriz ve sinemanın güzel ve güçlü yanı ile bir kez daha karşılarız. Burada, günümüz kadınının fiziksel güzelliğine dair bir vurgu olduğunu da düşünüyorum film de. Bu kadar sıradan ve doğal bir kadını, anomali yapan nedir acaba senarist için? Yüzündeki yara izi mi? Filmde bolca çıplak gördüğümüz Michael’ın vasat bedeni ile bir kaygısı olmazken, çirkin ve kısmen şişman bulunan Lisa’nın anomalisi nerededir? Filmde Lisa’nın bu söylemini ısrarla tekrar etmesi ve neden seçildiğine bir türlü anlam verememesi, kendi depresif kişilik örgütlenmesinden ayırarak söylemek gerekir ki; tıpkı günümüz insanın en belirgin iki cinsiyet farkına, erkek için para- şöhret ya da statü diyelim, kadın için ise gençlik ve güzelliğin, gücü temsil ettiği gerçeğine bizi sürüklüyor. Yani Michael gibi güçlü ve popüler bir adam bu akşam kendisine bir partner, 8


bir aşk nesnesi seçecek ise bu daha güzel, zayıf ve hoş olan Lisa’nın arkadaşı Emily olmalıydı. Asıl denklem böyle çalışırdı. Ama asansörde koluna girip omzuna yaslanan Emily yerine Lisa’yı seçmesi, onda duyduğu sesin peşinden gitmesi, gerçek aşkın kişisel farklılıklar ile anlam kazandığını vurguluyor. Tabi kendisine anomali diyenin, Lisa olması ve onu Anomalisa’ ya dönüştürerek; yumuşatıp, taçlandıran ve aslında bir kraliçeye dönüştürenin Michael olduğu unutulmamalı. Sabah olduğunda; Michael’ın son konumu bunun yüzeysel bir tutunma olduğunu gösterir, tam da Kaufman’ın takıldığı noktayla paralel olarak. Bu idealizasyonun sonu ise tıpkı yüzeysel ayrıntılara tutunmaya çalışan Michael’ın gözünde aynı basit sebeplerden, bir anda ‘değerini’ kaybeden Lisa ve diğerlerininki gibidir. Sabah olduğunda ne değişmiştir peki? Filmde Michael Lisa’nın sesinin değiştiğini fark eder; aşık olduğu, uğrunda her şeyi değiştirmeyi göze aldığı kadın da aslında herkes gibidir. Dün gece hayranlık ile izlediği dudaklar; şimdi ona tiksinti verici bir şey haline dönüşmüştür. Narsistik özellikleri olan Michael; ötekinin sunduğu şeyin iyiliğinin bilinçdışında bir haset kaynağı olduğunu yorumlayarak, onu sevilen bir nesneye dönüştürmesini imkansız hale getirmiş ve onu reddetmiştir. Çünkü belki Michael’ın sevilmeye değil de hayran olunmaya ihtiyacı vardır. Sevilme ve sevgili olma bir çeşit eşitlik gerektirir ama Michael sabah uyandığında öfke ile eleştirir Lisa’yı. Onu eşit ve akran olarak hiç görmemiştir zaten. Birden idealize edip fazlaca yüceltmiş, ertesi sabahta yerin dibine kendi içindeki öfkeyi yansıtarak vurmuştur. Zaten narsistik bireyler için hayat yalnız yaşanır, ötekine bağımlılık aslında korkulan bir şeydir. Bağımlılık yerine ben merkezli bir talepkarlık ve talepler karşılanmadığında ise ketlenme gerçekleşir. Narsistik kişilik aşık olduğunda sevilen nesnenin idealleştirilmesi ve bilinçdışı bir şekilde benliğin içe alınan vasıfları olarak – ki burada kendini çok değersiz gören Lisa’yı kurtarmak fantezisi olabilir- etrafında gelişir. Kahvaltıdaki saldırgan diyebileceğimiz tutumun- ki özür dileyip toparlamaya da çalışır- Lisa’nın kusurlarını fark etmesi ile aşk nesnesinden belki de bilinçdışı bir korku duyduğunu düşünebiliriz. Narsistik kişiler ötekinin kişiliğiyle ilgili hale gelmek için gerekli iç özgürlükten yoksundur. Cinsel heyecanı öteki cinse karşı bilinçdışı kıskançlığın, erken dönemli

doyumun gelip geçiciliği yüzünden duyulan derin hıncın, iştahın, oburluğun ve özlemini yok etmek için geçmişte elde edileni yeniden kazanma umudunun ağırlığı altında yaşarlar, tıpkı Michael gibi. Ama çok sevdiğim bir söz var ki; narsistlerin yalnızca kendilerini sevdikleri ve başka kimseyi sevmedikleri yerine; kendilerini de başkalarını sevdikleri kadar kötü sevdikleri gerçeğidir. Filme bu noktada iki taraflı bakabiliriz diye düşünüyorum. Bir tarafından biraz önce söylediğim gibi narsistik özellikleri belirgin, depresyonda olan orta yaşlı bir adamın, bencilce, kendi iç huzuru için etrafındaki herkese yakınlaşma, ama aslında kendi acılarını dindirme çabası… Diğer taraftan ise; Lisa’yı kusurları ile kucaklayıp, onun kişisel farklılıklarını görebilmiş, elle tutamadığımız aşk kavramını ve sahip olamadığımızda yaşadığımız o ifade edilemeyecek boşluğu yaşayan bir adam. Yeniden sevebileceğini sanan Michael’ın acısının aslında günümüzce kabul edilebilir bir sebebi olmasa da onu anlayıp düştüğü çukurdan çıkmak için uğraşırken onunla empati kurmamızı sağlayan belki naifliği ve belki bize de benzeyen tarafı. Lisa’nın ona bir çölde vaha gibi gelişini ve onunla her şeyi geride bırakma ve özgürleşme ihtiyacını anladığımız anlar… Michael’ın mesleği insanlara iletişim kurmalarında yardım etmek, müşterilere nasıl davranılması gerektiğini anlatmak iken, yaptığı konuşma sırasında aslında içinin ve dışının farklı olduğunu artık iyice gösteriyor, çünkü yaşadığı hayal kırıklığı ile artık bir şeyleri saklayamaz hale geliyor… Adeta gidip geldiği, iki farklı insan gibi bir konuşma yapıyor. Kendisinin de insanların da gerçeklikten çok uzak, yapay iletişimlerinden nasıl muzdarip olduğunu; insan olmanın, acı çekmenin, yaşamanın ne olduğunu sorgular; herkesin iyi ya da kötü günleri, bir çocukluğu olduğunu, bedeni olduğunu ve her bedenin acıdığını söyler ve ekler: Herkeste özel olana bakılmalı, ona odaklanılmalıdır! Neredeyse her şirketin yüzde 90 başarı oranını arttırmış bu yöntem, Michael için artık işe yaramamıştır... Daha dün gece özel ve farklı bir şey görmüş ama sabaha onu yine kendisi sıradanlaştırmıştır. O kimsede özel bir şey göremezken, insanlara ‘Onlara Yardım Etmenize Nasıl Yardım Edebilirim?’ kitabı ile bunu önerir ve Kaufman’ın sert ironisi de tam şu cümlede acıtır zaten. Kendisinin de bir cevabı yoktur bu sorulara, şu ana kadar kılıf uydurmuş durmuştur ve sonunda – önce9


likle kendisine – itiraf eder: Bilmiyorum! Şaşkın bakışlar arasında çepeçevre sarıldığımız gerçekliğin anlamsızlığının yükünün altında ezilivermek üzeredir ve gerçeğe, göz yaşına ihtiyacı vardır. Filmin içine gizlenmiş başka bir detay ise; ağlayamamayı boşalamamaya benzetirken filmin sonundaki isyanıyla eşzamanlı olarak oğluna aldığı erotik oyuncaktan meni geldiği görülmesidir. Üstelik boşalan oyuncak şarkı söyleyen bir kadın sesidir. Yani Michael herkesin aynılaştığı dünyasında; hiçbir şey olamamış gibi aynı yüzeysel ilişkilerine dönerken, bir farklılaşma yaratmıştır bile. Kendisini kurtarmaya çalışırken, belki sıradan Lisa’yı; bir Japon kraliçesi- cennetin tanrıçası Anomalisa’ya dönüştürmüş ve tıpkı oyuncak bebek gibi bir farklı sesle. Artık yüzünü gizlemeyen ve saçlarını rüzgarda savurabilen Lisa, eski sevgili gibi öfkeyle değil, Michael’ı affederek uğurlamıştır. Filmin finalinde; tüm Michael’lar ve Lisa’larkadınlar ve erkeklerin- yukarıda bahsettiğim kendi kişisel psikopatolojilerinin ayrı bir yerde, modern zamanın bizi getirdiği yer ile doyumsuzlukları… Herkes kendi gerçekliğinde yalnız kalakalmış ve Kaufman’ın benliğini sorgulama ve keşfetme yolunda yaptığı, yeniden iç gözlemlerine bakma şansı yakaladığımız bu filmi de en basit soruyu sorarak bitirmiş: sen kimsin, herkes kim, bu soruyu kim cevaplayabilir? İnsana, yarattıklarına, kaybettiklerine ve her yanıyla varoluşuna bakma fırsatı yakalayacağımız, belki insansız ama kesinlikle çok insancıl bir film Anomalisa.

10


Ben’den Ötekine Ümit Erdoğan

Bireyin çevresiyle kurduğu ilişki, bilgiyi elde etme biçimi, elde ettiklerini yorumlama ve hayata dair anlam oluşturma bunun üzerinden kendini gerçekleştirmesinin temelleri bebeklik döneminden itibaren atılmaya başlanır. Bebeğin içinde bulunduğu koşulların ne olduğu bireyin kişiliğinin nasıl olacağı konusunda bize bazı ipuçları sağlayabilir. Kişiliğin nasıl geliştiğini araştıran psikolog/psikiyatrlar bebeklik döneminden itibaren kişiliği süreçlere ayırarak incelerler. Bu konuda öncü olmuş kişilerden biri freud’dur. Freud’ un yaklaşımları kendisinden sonra gelen psikanalistlerin araştırmalarına model olmuştur denilebilir. Kişiliğin nasıl oluştuğu konusunda önemli katkılar sunan araştırmacılardan biri de Jacques Lacandır. Lacan; 1936 yılında Uluslararası Psikanalitik Birliği’nin on dördüncü konferansında ayna evresi (mirror stage ) kuramını sunmuştur. Kuram çağdaşları açısından farklılıklar içermektedir. Bu evre, 6-18 aylık bir bebeğin kendini aynada görmesiyle meydana gelen özdeşleşme sürecidir. Bebek bu özdeşleşme sürecinden önce kendini temel arzuları ve bu arzularının doyurulup doyurulmamasından ibaret görüyordu. Yani karnı acıktığında ağlar ve annesi/bakıcısı tarafından emzirilir ya da tuvalet ihtiyacı bakımından annesi/bakıcısı bebeğin altını temizler. İçinde yaşadığı ortamın ses/sıcaklık gibi koşulların kendisine uygun hale getirilmesi için çeşitli uyarılar gönderir. Ayrıca bebek bu süreçte kendini zihninde parçalı bir yapı olarak görür ( meme-anüs gibi ) fakat ayna evresi¹ ; bebeğin kendiyle bir bütün olarak ilk karşılaşma sürecidir² . Bebek kendini, yansıtılan bakış/ değer üzerinden tanımlamaya başlar. Bakış, kendisine bakım veren güçlü bir kişinin bakışıdır. Bakıcının güçlü bakışı bebeğin kendisini gerçekte o kişi olduğunu zannetmesi üzerine kurulur. Kendisini yabancının gözünden/bakışından var etmeye çalışan bebek (güçlü bir imgenin sihirli etkisine kapılarak) kendiyle gerçek benlik imgesiyle bir kopuş yaşamaya başlar. Bebeğin kendiyle ilgili algısı, yabancının bakışındaki güçlü imgeye hapsolur. Bu teslimiyetle birlikte birey, yaşamında kendi zihnindeki benlik imgesine ulaşmanın mücadelesi verecek. Lacan bu tespitiyle bireyi çok farklı noktada konumlandırır. İnsan yaşamı neredeyse kendi gerçek benliğine

¹Ayna kavramı bildiğimiz optik bir nesne olmayabilir anne,baba,bakıcı… birer ayna işlevi görebilir. ² Bebeğin yaşamsal ihtiyaçları annesi/bakıcısı tarafından karşılandığı için zihninde kendisine dair tümgüçlü bir imge barındırır. her ağladığında bakıcısına ihtiyaçları doğrultusunda herşeyi yaptırabiliyorsa bebek zihninde kendisinin güçlü olduğunu varsayar fakat ayna evresi döneminde kendini bütünlüklü olarak algıladığında işler değişir. Çünkü bebek bütün ihtiyaçlarını karşılayacak bir yeterliliğe sahip olmadığını ancak bakıcısı üzerinden bunu gerçekleştirebileceğini farkettiğinde hayal kırıklığı yaşar.

11


ulaşabilmesinin beyhude bir çabasından başka bir şey değildir. Bu yaklaşımla beraber sorular sorarak biraz lacanı haklı çıkartmaya çalışalım: bireyin hayatında olup bitenlerle ilgili neden başkalarının fikirleri bu kişiler için çok önemlidir? Ötekinin yasakları/ eleştirileri karşısında neden birey ciddi hüsranlara uğrar? Toplumsallaşma aşamasında ötekinin varlığı bizim için ne ifade ediyor? Bireyin kendisini iyi hissetmesi için neden ötekinin övgü ve ilgisine bu kadar çok ihtiyacı var? Başkaları tarafından beğenilmek neden bireyin varoluşunun merkezi olabiliyor bazı dönemlerde ? Soruları uzatabiliriz. Yabancılaşma süreci bireyin hayatında temsiller ve anlamlar üzerinden ilerlemeye devam eder. Birey, bir anlamlar zincirinin olduğu alemin içine doğar. Çevresindeki olayları, kişileri, ilişkileri aynı zamanda içinde yaşadığı dünyayı, içinde yaşadığı kültürün sözcüklerini (temsilleri) kullanarak anlam oluşturur zihninde. İletişimde sıkça kullandığımız kavramlar durumları ifade etmede birer temsil görevi görebilirler. Dinamik ve diğerlerinden farklı bir duygu, düşünce dünyasına sahip kişi temsiller dünyasındaki bu kavramları kullanarak kendi içinde olup bitenleri ifade eder. Mevcut sözcükler (temsiller) kişinin duygu ve düşünce dünyasındaki her şeyin tam karşılığını verebilir mi? belki yanıt olarak şunu söyleyebiliriz ; dildeki bu tür kavramlar olmasaydı karşılaştığımız durumlarla ilgili anlam üretmede epey zorlanırdık. Kısacası her anlam kendisini temsiller (kavramlar,sözcükler) üzerinden bireye ulaştırır. Temsil ve anlam arasında sıkı bir ilişki vardır bu bakımdan. Birey bu ilişkinin bir tahakkümü altındadır. İnsanlar bu belirlenimler üzerinden kendini oluşturur ve bu eksik bir varoluştur. Mevcut temsiller üzerinden kendi anlamını oluşturur ve dünyayı/kendisini bu anlam üzerinden okur. İzleri takip edersek, bireyin kendi anlamı başka bir temsile ait, bu temsili farklı bir anlam üretiyor, bu anlam ise başka bir temsile bağlı ve bu bir ağ oluşturuyor. Birey kendisi olmaya çalışırken neredeyse içinde kendilikten eser kalmamış başkasına dönüşüyor. Lacana göre bu tamamlanamamışlık döngüsü devam ediyor kişi yaşadığı sürece. Anlamın ve bu anlamı ulaştıran temsilinin başka bir kendiliğine yabancı biri tarafından üretilmeleri nedeniyle içinde eksikliği taşıyor ve bu eksiklikte temsiller üzerinden başka eksik anlamlar, bu anlamlar eksik temsiller oluşturur. Bu durumu tüm sanatsal, kültürel, sosyal, bilimsel çabaların içinde de görebiliriz. Mesela birey bir ressamın tablosunu içinde yaşadığı toplumun normları, kültürü ve geleneklerinden ve tüm bunların temsili olan kavram/sözcüklerden bağımsız yorumlayabilir mi? Toplumdaki norm,kültürün taşıyıcısı temsiller bireyin kendi anlamını üretmesini sağlıyor ve bu anlam başka insanların kendi anlamını üretmesi için bir temsile dönüşüyor. Peki bu temsillere kendimizi teslim edip anlamlar üretmemizin nedeni ne olabilir? Ötekinin zihninde güçlü bir imgeye dönüşüp, ayna evresi sürecinde boşalan gerçek benlik imgesinin boşluğunu doldurmaya çalışmak mı? Bireyin gerçek benlik imgesi tüm bu olup bitenlerin neresinde olabilir? tüm bu soruları yanıtlamaya çalışırken etrafımızı sarmış olan temsilleri hesaba katalım☺ Kısacası ayna evresi süresince güçlü ötekinin bakışından var etmeye çalıştığı kendiliğini anlamlandırabilmesi için ötekinin yarattığı temsil ( kavram, sözcük ) ve anlam dünyasına ihtiyaç duyar birey.

12


Ergenlik ve Gelişim Süreçlerinin Yönetimi Semineri Zeynep Yağmur Karova

Aydın Doğan Vakfı’nın “Baba Beni Okula Gönder” Kampanyası altında gerçekleştirilen “Ergenlik ve Gelişim Süreçlerinin Yönetimi Semineri” 20-23 Kasım 2016 tarihleri arasında Kadıköy’de Double Tree by Hilton otelinde gerçekleşti. 4 gün boyunca devam eden seminerler sabah 9:30’dan 16:30’a kadar sürdü. Bu seminerlere Türkiye’nin her şehrinden öğretmenler, okul müdürleri ve özellikle öğrenci yurtlarında görev alan öğretmenler katıldı. Seminerde işlenen konula uzman psikologlar tarafından yürütüldü ve 4 ayrı gruba her gün farklı psikolog tarafından sunum yapıldı. Bu seminerlerde pasif anlatımların yerine aktiviteler üzerine kurulu anlatımlarla öğretmenlere sunuldu.

İlk gün, ergenlik kimliği konusu altında ilk olarak, Biyo-Psiko-Sosyal İnsan Modeli: Ergenlikte Biyolojik-Psikolojik-Sosyal İhtiyaçlar konusu işlendi. Bu konu işlenirken sosyal atom aktivitesi ile öncelikle öğretmenlerin aktif düşünce yoluyla öğrenciler ile kendi aralarında aslında ne kadar da yakın oldukları sonucuna ulaşıldı ve bu şekilde öğretmenler öğrencilerine karşı daha ılımlı düşünceler geliştirmeye başladılar. Psikologların anlatımı ile öğretmenler bir kişiyi değerlendirirken sürekli “neden?” sorusunun önemini anladılar. İlk günün başka bir konusu da “Ekolojik Yaklaşım: Fiziksel ve Sosyal Çevrenin Ergenlik Döneminde Etkisi”. Bu konu ele alınırken, kültürel faktörlerin göz önünde bulundurulması gerektiği konuşuldu. Her kültürün kendine has özellikleri ile çocuklara yaklaşmanın önemi vurgulandı. İlk günün son konusu

ise “Bireysel Farklılıklar ve Kişilerarası İlişkiler”, bireysel farklılıkları incelerken her öğrencinin yaşayışı ile beraber geliştirdiği kişisel özellikler incelendi, bu farklılıklar öğretmenler tarafından fark edilirse öğrenciye nasıl yaklaşacağına daha rahat karar verebileceği ve kişilerarası ilişkilerde ayrım gözetmeksizin eşit seviyede yaklaşılması gerektiği anlatıldı. İkinci gün, ergenlik iletişim ve yaşam becerileri konusu altında işlenen ilk alt konu “Ergenlerle İletişim: Z Kuşağı ile İletişim”. Her ebeveynin, her öğretmenin yaşadığı en büyük problem, ergenlik sürecinden geçen birey ile iletişim kurma zorluğudur. Bu konuda katılımcılara her kuşağın özellikleri anlatıldı. X kuşağının çalışkan, daha hareketli bir kuşak olduğu ve teknoloji kullanımının olmaması ile yaşayış şekilleri incelendi. Y kuşağının teknolojiyi hayatına

13


sokması ile başlayan değişimler ve bu değişimlerin sonucu, son olarak da günümüz ergenlik çağında bulunan Z kuşağı işlendi. Teknoloji kullanımının en yoğun olduğu bu dönemde kişiliklerin nasıl değiştiği ve bu değişikliklerle beraber ergen kişiyi nasıl anlayacakları ve ona nasıl yaklaşacakları tartışıldı. İkinci günün, ikinci konusu ise “İlişki Kalitesi- iletişim: Uygulamalı Vaka Örnekleri”. Bu bölümde yaşanan olaylar ele alınıp, her katılımcının yorumlaması beklendi ve yorumlar üzerinden bu konu tartışıldı. Sonrasında işlenen konu da; “Yaşam Becerileri Geliştirme 1: İyi Olma Hali”, bu konu işlenirken, öğrencilere her olayın sonucunu pozitif yorumlamanın kolaylaştırıcı özelliği anlatıldı ve bu konunun devamı tartışıldı sonrasında bu konuya örnekler gösterildi. Üçüncü gün ergenin katılımı ve pansiyon yönetimi konusu altında işlenen ilk konu “Sosyal Sorumluluk ve Gönüllülük ve Ergenin Katılımı Kavramsal Çerçeve işlendi. Burada tartışılan konu ise her öğrencinin karşılıksız yardım gücünü deneyimleyerek, kendilerini nasıl besleyebilecekleri konuşuldu. Hangi alanlarda kendilerini geliştirebilecekleri tartışıldı. Bir başka konu ise “Ergenlerle İletişim Aracı Olarak Teknoloji Kullanımı”, burada tartışılan durum, teknolojinin ergen bireylerin hayatında oldukça önemli bir rolü olduğu ve bu konuda sıkı engellemeler yerine öğretmenlerin teknolojiyi olumlu yönde kullanıp, öğrenciler ile iletişim kurabilecekleri bir mecra yaratmak üzerine konuşuldu. Sonrasında “Pansiyon Yönetimi” konusu işlendi. Burada öğrenci pansiyonlarında görev alan öğretmenler kendi deneyimlerini paylaştı ve yaşadıkları olumlu, olumsuz deneyimlerinden yola çıkarak pansiyon yönetimi için oldukça verimli konulara değinildi. Pansiyonda kalan öğrencilerin aile ilişkileri, onlara nasıl yaklaşmaları gerektiği üzerinde duruldu. Son gün ise ergenlik ve rol model eğitimci konusu altında işlenen ilk konu “Boğaziçi üniversitesi Araştırma Bulguları Paylaşımı”. Burada öğrenciler hakkında yapılan araş-

tırmalar ve sonuçları öğretmenlere aktarıldı. Bu paylaşımlar ile birlikte öğretmenler kendi deneyimlediklerinde yalnız olmadıklarını fark ettiler. Sonraki konu ise “Rol Model Eğitimciler Nasıl Olmalı? Akran Danışmanlığı Deneyim Paylaşımı”. Burada öğretmenlerin korkulan bireyler olmak yerine öğrenciler ile ilişkilerini kuvvetlendirip nasıl pozitif örnek oluşturabilecekleri konuşuldu. Öğrencilere rol model olabilirler ise öğrenciler hem dersten en fazla verimi alıp kendi ilgi alanlarını bulabilir hem de öğretmenden korkmayacakları için iletişim güçlenmesinin gerçekleşeceği konuşuldu. Bu konulardan sonra ise tüm seminer süresince öğretmenler bunlardan ne edindi, ne gibi değişikliklere sebep oldu, geçmiş deneyimler ve gelecek planlaması hakkında konuşuldu ve veda edildi. Katılımcılar, tüm seminer sürecinin ardından her birbirleri ile oldukça paylaşımda bulunmuş, keyifli vakit geçirmiş ve açık fikirlerle dolu şekilde kendi şehirlerine dönmüşlerdir. Bu seminer sayesinde ulaşılan öğretmenlerin öğrencileri ile ilişkisinin pozitif yönde ilerleyeceği kanısındayım ve bu gelişmeler sonucunda ise kendini anlayan kişilerle vakit geçiren öğrenci ise dersleri geleceklerini hazırlayan önemli süreç olarak görecekleri için eğitimin de olumlu yönde gelişeceğine inanıyorum.

14


Tutum Hakan Durmuş

Tutum(attitude), hazır olmak, durumunda olmak(condition of, state of ) anlamlarına gelen “tude” kelimesinden türemiştir. Tanımı için bugüne kadar farklı yorumlar yapılsa da güncel ve kapsamlı olarak “bir nesneye, gruba, olaya veya sembole karşı değer biçme yoluyla alınmış tavır” olarak tanımı yapılabilir. Bu değer biçme 3 kaynaktan beslenir: 1fikir, görüş ve inanışları içeren “bilişsel kaynak”, 2 değerlendirici duyguları içeren “duygusal kaynak” ve 3 hareket eğilimlerini içeren “davranışsal kaynak”. Bu kaynaklar tutumu ayrı ayrı veya ortak olarak etkilerler. Gordon Allport, 1935 yılında tutumu sosyal psikolojinin vazgeçilmez kavramı olarak tanıtırken, bazı psikologlar ise sosyal psikolojinin tutumun bilimsel olarak incelenmesi olduğunu ifade etmiştir. Tutumu bu kadar önemli yapan, bir tavır alma durumu olarak davranıştan hemen önce yer alması ve davranışı yönlendirmesidir. Bu özelliğinden dolayı ırkçı ve cinsiyetçi davranışların anlaşılmasından sigara bağımlılığına kadar pek çok konunun incelenmesinde tutum ve tutum değişikliği üzerinde durulmuştur. Peki, tutum hakkında çok çalışılmasına rağmen nasıl oluyor da istenmeyen davranışlar kolaylıkla engellenemiyor? Öncelikle şunu belirtmek gerekli ki birey herhangi bir konuda tutum geliştirmişse o konu hakkında nötr değildir. Buna rağmen, o konuyla alakalı bir şeyler yapmaya gelince, davranış geliştirmek için ayrı bir tutum devreye girer. Buna “Kararlaştırılmış Hareket Teorisi” (Fishbein & Ajzen 1967) denir. Teoriye göre bir davranışı belirleyen o davranışı yapma veya yapmama niyeti, yani davranışa yönelik tutumdur. Davranışı gerçekleştirmenin olumlu veya olumsuz olmasının değerlendirilmesine göre davranış gerçekleştirilir. Davranışa yönelik tutumu ise toplumun beklentilerine uyma motivasyonu, alışkanlıklar gibi unsurlar etkiler. Örnek verecek olursak, bir çocuk market alışverişi yaptıktan sonra ufak

bir fiyat farkıyla doğada %100 çözünebilen çevre dostu market torbalarını kullanmayı tercih edebilir. Bu seçimi yaparken: • Plastik torba yerine çevre dostu torba kullanmanın gerçekten olumlu sonuçlar getireceğine inanıyor olabilir. Bu davranışa yönelik tutumudur. • Ailesinin ondan çevre kirliliği konusunda bilinçli olmasını beklediğine inanıyor ve onları hayal kırıklığına uğratmak istemiyor olabilir. Burada normatif bir etken vardır. • Bazen de bedava verilen plastik torbalardan almaya alışmıştır ve yeni çıkmış olan, paralı ve %100 çözünebilen maddeden yapılmış torbalardan almaya uğraşmaz. Bu da alışkanlık etkenidir Peki, bu çocuğumuz, ailesinin ondan bilinçli olmasını beklediğine inandığı halde plastik torba seçtiği için bir rahatsızlık hisseder mi? Leon Festinger’in “Bilişsel Çelişki Teorisi” ne göre (1957), eğer kişi kendi değerleriyle ve önceki anlayışlarıyla çelişen bir durumla karşılaşırsa, bu bir rahatsızlığa sebep olur. Rahatsızlıktan kaçınmak içinse çelişkiyi artıracak bilgilerden kaçınır. Bilişsel çelişkinin verdiği rahatsızlık çelişkili anlayışın giderilmesi, çelişmeyen yeni bir anlayışın geliştirilmesi, çelişkili anlayışın değersizleştirilmesi veya çelişmeyen bir anlayışın öneminin artırılması yoluyla giderilir. Bir anlayışın değişimi, anlayışın direncine göre değişir. Direnç ise anlayışın gerçekliğine ve diğer anlayışlarla uyumlu olmasına bağlıdır. Bunlara göre diyebiliriz ki, yeni çıkmış ve ek ücretle alınabilen %100 çözünebilen market torbalarından almayan çocuğumuz, plastik torbaları zararsız gösterecek herhangi bir bilgiden memnun olabilir. Bir tutumun oluşmasında, tutum hedefi ile yaşanmış doğrudan deneyimlerin yanında klasik koşullanma, operant koşullanma ve model alma gibi öğrenme şekilleri de etkilidir. Bundan yola çıkarak cezai yaptırımlar veya mükafatlandırma yoluyla tutum değişikliği yapılmaya çalışılabilir. Fakat her ne kadar başarılı olunmuş gibi görünse de, aslında değişen şey sadece davranışlar olacaktır. Bunun sebebi elde edilmiş olan davranışın tutum gibi iç motivasyonla değil dış kaynağa bağlı yaşamasıdır. Bu konuyu Lepper, Greene ve Nispett’in yaptığı bir deneyle (1973) açıklayabiliriz. Bir grup anaokulu çocuğu resim yapma faaliyetine katılır ve araştırmacılar bunların arasından resim yapmaya istekli olanlarını denek olarak alır. 15


Resim yapmaya hevesli denekler 3 gruba ayrılır. Bir gruba resim yapmaları karşılığında bir hediye alacakları söylenir. İkinci gruba hediye alacakları söylenmez ama resim yaptıktan sonra onlara da hediye verilir. Diğer gruba ise ne hediyeden bahsedilir ne de hediye verilir. 2 hafta sonra denekler yeniden resim faaliyetine alınır ve resim yapmaya ilgileri ölçülür. Sonuçlara göre hiç hediye almayan çocuklar ve sürpriz olarak hediye alan çocukların resim yapmaya ilgisi değişmemiştir. Hediye karşılığı resim yapmış olan çocukların ilgisi ise düşmüştür. Araştırmacılar bunu şöyle açıklamıştır: dıştan gelen teşvik ediciler ön plana çıktıkça, kişinin motivasyonu içsel kaynaklardan çok dışsal kaynaklara doğru kayacaktır. Bundan yola çıkarak aynı şekilde söylenebilir ki, ceza gibi dışsal bir motivasyon kaynağı tek başına önlem olmaya yetmeyecektir. Çünkü bu motivasyon kaynağı kalktıktan sonra kişinin kuralları çiğnemeye devam etmesi muhtemeldir. Özetleyecek olursak, tutum, değerlendirmeye dayanan bir tavır koyma yapısıdır. Davranış konusunda, fiil için ayrı bir tutum devreye girer. Tutumların yapılanmasında sosyal değerler, normlar gibi unsurlar da etkilidir. Kişi, anlayışıyla çelişkili bilgilerle karşılaştığında bir rahatsızlık ortaya çıkar ve bu rahatsızlığı azaltmak için çeşitli yollar deneyebilir. Koşullanma gibi öğrenme mekanizmaları fiili engelleme konusunda başarılı olsa da, tutumu değiştirme konusunda derinlemesine bir etki bırakmayabilir. İnatçı kişiler, ikna başarısızlıkları gibi konular bir diğer yazının konusu olsun.

KAYNAKÇA Arkonaç, S. A..(1998). Sosyal psikoloji. İstanbul: Alfa. Fazio, R. H., Petty, R. E.. (2008). Attitudes: key readings: their structure, function, and consequences. New York, NY: Psychology Press. Harmon-Jones, E., Mills, J.. (1999). Cognitive dissonance: progress on a pivotal theory in social psychology. Washington, DC: American Psychology Association.

16


Meditasyon Büşra Karalalı

Öncelikle herkese “Merhaba” demek istiyorum. Yazımda uzun zamandır yaptığım meditasyon ve bende bıraktığı etkileri hakkında sizleri bilgilendireceğim. Meditasyon yapmaya yaklaşık olarak bir yıl önce başladım. Daha önce meditasyon ve yoga hakkında hiçbir fikrim yoktu. Zaten başlamamda tamamen tesadüf eseri oldu. Aşırı yorgun ve bezmiş bir okul çıkışında arkadaşımın beni “zorla” bir yoga stüdyosuna götürmesiyle başladım, bu maceraya. Macera demem çok yerinde bir kavram oldu çünkü, meditasyon kişinin kendisi hakkında yapmış olduğu macera dolu bir yolculuktur. Derinliklerde, daha önce hiç fark etmediğin yerlere, kendini keşfetmek ve tanıma yolunda. “Zorla” gittiğim meditasyon seansım iyi geçmedi. Bu seansta hatırladığın ilk şey nedir, diye soracak olursanız sizlere şunu söyleyebilirim. Tahmin edeceğiniz gibi çok sessiz bir ortamda, kendimi tutamayıp kahkayı basmam ve etrafımdaki herkesin bana garip garip bakmasıdır. Hatta en çok utandığım gün bile olabilir. Aynı zamanda bende büyük bir değişime neden olan ilk günün başlangıcıdır.

17


Beni şu ana bağlayan gerçek sihri keşfettim. Çoğumuz anda yaşayamıyoruz. Beynimizin bir köşesi sürekli ya geçmişte ya da gelecekle meşgul. Bunu şöyle yapmamalıydım, ona bu sözleri söylememeliydim, ahh yarın ne yapacağım, acaba şöyle yapsam daha mı iyi olur, gibi sorularla ve planlarla dolup taşıyor. Bizi ana tutan, şuan ne hissediyorum sorusunu aklımıza hiç getirmiyoruz. Meditasyonda tam bu sırada devreye giriyor ve bizi şuana bağlıyor. Derin derin nefesler alıp verirken tek düşündüğümüz o anki hislerimiz ve nefesin vücudumuzdan geçip giderken bıraktığı etkileri. Düşünsenize bir, bom boş bir beyinle en az 15 dakikada geçirmek. İşte gerçek sihir budur. Böylelikle zamanla anın tadını çıkarmayı öğreniyor ve bunu bütün hayatınıza yayıp daha sakin ve huzur dolu bir yaşamın parçası olabiliyorsunuz. Yoğun stres dolu yaşantımızda bir an olsun nefes alıp sakinleşmemize de yardımcı oluyor, meditasyon. Herhangi bir nedenden dolayı yaşadığınız yoğun stres ve depresyonun azalmasına yardımcı oluyor. Bir nevi antidepresan görevi görüp, daha iyi ve enerjik hissetmenizi sağlıyor. Peki nasıl mı? Meditasyon öncesi belirlediğiniz niyet ile. Evet doğru okudunuz. Bu kadar kolay daha iyi hissetmenin yolu. Her meditasyon seansı için kendiniz, çevreniz yada herhangi bir şey için niyet belirliyorsunuz – tercihen kendiniz adına olursa üzerinizdeki stresin azalmasını daha kolay olur- ve belirlediğiniz bu niyeti seans sırasında bir kaç kere tekrarlayıp, hatırlayarak beyninize bu mesajı yerleştiriyorsunuz. Daha psikolojiye dayalı kavram ile söylemem gerekirse “ kendi kendini gerçekleştiren kehanet” kavramı karşımıza çıkıyor. Beni daha iyi hissettirdiği için bu yanılsamaya düşmekte bir sakınca görmüyorum. Sakin ve boş beyin ile yapıldığında bu niyete inanmanız daha etkili oluyor. Sonuç olarak, ister aşırı pozitifçi olarak görün ister bir yaşam biçimi olarak, beni rahatlattırdığı sürece hiç fark etmez. Eğer sizde yeni bir macera peşindeyseniz, siz okuyucuları da meditasyon seansında görmek isterim.

18


Erasmus In Abroad Nurhan Naz

Erasmus için Almanya’nın Marburg şehrinde 1 sene geçirdim.Kendimi tanımam ve geliştirebilmem için harika bir süreç oldu. Küçük ama benim için dünyanın en yaşanabilir şehri olan Marburg tamamen bir öğrenci şehriydi.Hiç bozulmayan tarihi mimarisi ve Grimm Brothers’ın orada yaşarken bıraktığı izleri hala görmek paha biçilemezdi. Psikoloji eğitimini en iyi Almanya da alabilirim diye düşündüm ve yanılmadığımı görerek dönmek mükemmel bir artı oldu bana! Eğitimdeki farklılıklardan başlayarak çevremdeki arkadaşlarıma kadar harika tecrübeler edindim. Derslerimde genellikle sunum ve proje yapmamız isteniyordu ve toplum önünde konuşmak ya da grup çalışmaları yapmak Marburg’dan sonra kesinlikle daha kolay oldu. Profesorlerimizde uluslararası öğrenci olduğumuzun farkındalardı , hepimizle tek tek tanıştılar ve oryantasyon haftasından itibaren her zaman kontakta kaldık. Profesörün ve uluslararası arkadaşlarınla ders çıkısında bir kafe de oturup Freud üzerine konuşmak ya da herhangi bir konu üzerine tartışma yapmak hem dilimin daha fazla gelişmesine hem de diğer kültürdeki insanların konu hakkında neler düşündüğünü görmeme yardımcı oldu. Kendime katarak döndüğüm her şey için çok mutluyum ve eğer şansınız varsa yurt dışında da bölümümüzle ilgili çalışmalara kesinlikle katılmanızı tavsiye ederim !

19


İpek İBER Büşra KARALALI Hakan DURMUŞ İdil BARAN Zeynep Yağmur KAROVA Duru EĞİLMEZ Ümit ERDOĞAN Nurhan NAZ


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.