10 minute read

ÜMMÜ GÜLSÜM

“kevkeb-uş şark” doğu’nun yıldızı: ümmü gülsüm

kevser sarıca

Advertisement

“Hayatı çokça ızdırablarla sürmüş bir kadına, “Bunca acıya nasıl da yandın” diye sorduklarında O vakur bir eda ile iç çekmiş, “Taş olsam dayanamazdım, toprak oldum dayandım” diye cevap vermiş.

Nil, nasıl ki Mısır’a hayat veren can damarı ise, o da halkının kalbinden bilincine uzanan bir ses oldu. Sesiyle, söylediği şarkılarıyla Arap halkının duygularını güçlendirip canlandıran bir aydın, sanatçıydı. Yoksulların aşağılandığı ve hor görüldüğü bir coğrafyada yoksul bir köylü kızı, bir Fellah olduğunu her fırsatta dile getirdi. Bununla övündü, gurur duydu. Yoksulluğunun yanında kadın olması, onun hayat kavgasını daha bir zorlu kıldı. Ne de olsa, bir yüz batıya baksa da “doğu”ydu burası… Bir genç kadının topluluk içinde şarkılar söylemesinin hoş karşılanmadığı koşullarda ilahilerle, yerel şarkılarla adım adım engelleri aştı. Hiçbir bas161

kıya teslim olmadı. Kadının yok sayıldığı topraklarda, kendine güveniyle Arap kadınlarına örnek oldu, onunla gurur duydular. Yürekten konuştu… Kalbi duygularla seslendi halkına. Halkı ve Arap alemi ise kalbinin en müstesna köşesinde yer açtı ona… Öyle ki şarkılarını söylediği vakit hiçbir Arap lideri konuşma yapmaya cesaret edemez oldu. Halk, onun radyodan şarkı söyleyeceği vakitler, soluksuz halde radyo başında toplanır, onun canlı, güçlü ve içten şarkılarını dinlerdi. Bu Arap kadını, sadece şarkıcı ve sanatçı olmadı. “Ben sadece sanatımı icra ederim” demedi. Her daim halkıyla omuz omuzaydı. Halkının yaşadığı tüm zorlukları, sıkıntıları ve sevinçleri kendisi de yaşadı. Acılara ve yoksulluklara, sürgünlere tanıklık etti. Siyonizme karşı savaşları ve yenilgileri gördü. Ama asla bu yenilgiler onu Siyonizmle ve emperyalizmle uzlaşmaya götürmedi. Bir yurtsever olarak Arap halklarıyla birlikte emperyalizme ve Siyonizme karşı duruşundan vazgeçmedi. Halkının ve tüm Arap aleminin acılarını acısı, sevinçlerini sevinci bildi… Şarkılarıyla gönülden gönüle, dilden dile köprüler kurdu… Ve işte bundan dolayı halkı çok sevdi onu… Ve hiç unutmadı… Nil Deltasından Yükselen Ses Yoksul Mısır’ın ezgili yüreği, halk şarkılarının ölümsüz sesi Ümmü Gülsüm; Mısır’ın can damarı, Nil deltası üzerindeki Tomay Zahayra adlı bir köyde doğar… Yıl 1904’ü gösterir. Ülkedeki yoksulluk, bu köyde de fazlasıyla hissedilir. Fakir bir ailenin üç çocuğundan en küçüğüdür. Babası köyün imamıdır. İmamlıkla ailesinin geçimini sağlayamadığından düğün ve cenazelerde kuran okuyarak ek gelir sağlar. Sadece kendi köyünde değil, farklı köylerden de davetler alır. Annesi ev işlerinde çalışır. İki katlı evin çok nadir görüldüğü bu köyde, at arabasının geçeceği kadar bir yol ancak bulunur. Ümmü Gülsüm, anılarında 10 yaşlarında iken köyünün bağlı olduğu kasabayı, dünyanın en büyük şehri olarak gördüğünü anlatır. Bu yıllarda Mısır’a feodal kültür ve klasik sömürgecilik dönemine ait ekonomik ilişkiler hakimdir. O da kırlarda, yaşayan milyonlarca yoksul halk çocuğundan biridir. Ülkenin idaresinin Fransız ve İngiliz emperyalistlerinde olduğu bu yıllarda Mısır’ın nüfusu 16 milyon civarındadır. Ama 225 bin işgalci, ülke servetinin yarısından fazlasına el koyuyordur. Sömürgecilik Mısır halkını iliklerine kadar sömürmekte, tüm halkı açlığa, yoksulluğa mahkum etmektedir. Hayata böylesine ağır koşullar içinde başlar. Ama yine de bu zor koşullara boyun eğmez. Henüz çocukluğunda çok güç162

lü ve güzel bir sese sahip olduğu fark edilir. Babasının öğrettiği güzel kuran okuma dersleriyle sesini kullanma yeteneği ve sesinin gücü herkesçe görülmeye başlanır. Önceleri kendi köyünde, ki düğünlerde çok geçmeden de sesinin güzelliği duyan komşu köylerde şarkı söylemek için çağrılır. Feodal ilişkiler, İslam’ın kadına bakışı gibi etkenlerin getirmiş olduğu tüm zorluklar bu köyde de Ümmü Gülsüm’ün yakasını bırakmaz. Öyle ki, düğünlerde bir genç kızın şarkı söylemesi aykırı bir durumdur. Yine de babası işi kuralıyla yapması için yardım eder kızına. Bu güçlü ve güzel sese, teklifler gelmekte gecikmez. O günün tanınmış ut sanatçılarından Zekeriya Ahmet, henüz 16 yaşın daki bu genç sesin kendisine eşlik etmesini ister. Fakat ailesi tedirgindir. Onun Kahire’ye, bilinmezliklerle dolu bir yolculuk yapması noktasında tereddütlüdür. İlk başlarda kendisi de ailesini bırakmak istemez. Ancak kendine güvenli kişiliği, ailesinin tereddütlerini giderir. Kararlıdır. Ve 1923 yılında kesin kararını vererek Kahire’ye gider. Ve Kahire... Yurdunun Kalbinde... O artık sömürgecilerin etkin olduğu Mısır’ın başkenti Kahire’dedir. Buraya yerleşmesinde ve taşınmasında da yardımcı olan şair Ahmet Rami yanı başındadır. Ki onun çabalarıyla Kahire müzik yaşamında daha fazla yer almaya başlar. El Asabgi, Ümmü Gülsüm’ün tiyatro salonlarında sahne almasını sağlar. Bu yıllar da hayatını kazanmak için şarkı söylerken bir yandan da dönemin önde gelen hocalarından müzik ve ses eğitimi almaya devam eder. Ünü hızla yayılmaktadır.

Yıl 1930’u, gösterdiğinde Arap kadınının o güçlü yanını temsil eden sesiyle sadece Mısır’da değil, tüm Arap halkları arasında tanınmaya başlamıştır. Değişik Arap ülkelerinde art arda konserler verir. Artık Araplar arasında tanınmış bir sanatçıdır. Ümmü Gülsüm’ün tanındığı bu yıllar aynı zamanda Mısır’ın çok hızlı bir dönüşüm yaşadığı yıllardır. Dolayısıyla ulusalcı yurtsever anlayışlardan etkilenen müzikal atmosfer gibi Gülsüm’de bu dönüşümden payını almakta gecikmez. Bir yanıyla birbirine paralel gelişen bu süreç, bize dönemin müzikal atmosferinin anlaşılması için fazlasıyla ipucu verir. Şöyle ki Mısır’da müzik pek çok Arap-Müslüman ülkelerde olduğu gibi tam olarak geliştiği söylenemez. Halk ozanlarının söylediği, doğrudan halkın 163

yaşamını konu eden şarkılar, bölgenin kendi özelliklerine göre değişkenlik gösterir. Diğer müzik türü de saray ve din çevresinde, eğitimli kişilerin söylediği müziktir. Dinsel anlayış ve dogmatik önyargılar müziğin gelişmesini engelleyen bir faktör olsa da halklar bir şekilde yaşadığı acıları, felaketleri, katliamları, aşkları, özlem ve umutlarını müzikal ezgilere yansıtarak yaşatmasını bilmiştir. Bölgede din ve saray çevresi dışında müzik eğitimi veren okullar ancak 20. yüzyılın başlarında Mısır ve Beyrut’ta açılmaya başlar. Bu yıllarda kapitalist ilişkilerin gelişimi, emperyalizmin ülkedeki varlığı müzikte de kendini gösterir. Özellikle yurtsever, ulusalcı duyguların geliştiği, bağımsızlıkçı düşünce ve hareketlerin yaygınlaştığı bu dönemde müzik de kendine has kanallardan akmaya devam eder. Halkın yurtsever duygularına, özlemlerine, yaşamında ifadesini bulup mücadelenin bir aracına dönüşmeye başlar. Müzik bu anlamda asla yaşamdan kopuk olmaz onun bir parçasıdır. Geleneksel halk sazlarının yanında farklı müzik aletleri de kullanılmaya başlanır. Ancak bunda halktan kopuk, onun dünyasından uzak arayışlara pek yer yoktur. Halka hitap eden müzikler yapılmaya başlanır. Halk artık sömürgeciliğe ve feodalizme karşı sesini daha fazla, canlı çıkarmaya başlar. Bunu müzikal üretimde de gösterir. Bu anlamda müziğin gücü egemenler için rahatsız edicidir. Sömürgeciliğe karşı yurtsever muhalefet kendini her alanda hissettirir. Sömürgeciler 1936’da Mısır’ın bağımsızlığını tanıyarak, ilan etseler de, bunun göstermelik olduğu çok geçmeden anlaşılır. Bu yıllar Ümmü Gülsüm’ün yurtsever duygularının ve bilincin geliştiği dönemdir. 1930’lu yıllar Ümmü Gülsüm’ün modern-romantik şarkılar söyleyen Ümmü Gülsüm’den popüler Mısır şarkılarını seslendiren Ümmü Gülsüm’e geçiş yaptığı yıllar olur. Bu durum, onun çok geniş halk tarafından dinlenmesini beraberinde getirir. 1950’li yıllara doğru ise Riyad El Sunbeti’nin eski Mısır şiirlerini besteleyip seslendirmesiyle kendi tarzını yakaladığı gibi, halka dönüş açısından önemli bir dönüşüm yaşar. Bu aynı zamanda gelişen yeni nesil için örnek bir yol göstericilikken, Arap kültürünün korunması ve beslenmesi 164

gereken kaynağı göstermesi açısından önemli bir örnek olur. Ki artık eski şarkıları söylemeye devam etmek; halkın bilincindeki gelişimi, içinde bulunduğu duygu selini göstermemek, halka yabancılaşmak, onu anlamamak demektir. Bir aydın-sanatçı olarak Mısır halkı gibi Ümmü Gülsüm de değişmekte, yurtseverliğinden etkilenmekte, ürettikleriyle onu beslemekte, halkla çıkarsız, gönülden, ölümsüz bağlar kurmaktadır.

Ümmü Gülsüm’ün hayata bakışı ve duruşu gibi, sanatsal yeteneği ve icra tarzı da çok sevilir. Çünkü değişik bir ses tonu vardır. Adeta Arap halklarının tüm acılarını omuzlamışçasına yürek sızlatıcı; aşktan yoksulluğa, ayrılıktan özleme... İnsanı sarıp sarmalayan tüm duyguları ifade eden şarkılarla, yürek titreterek büyülercesine size seslenir. Gerek ülkede, gerek dünyada bağımsızlık savaşları gelişip anti emperyalist bilinç hızla yükselir. Emperyalizm halkın kültürüne saldırdıkça, halk kendi kültürüne daha fazla sarılır. Mısır’da da gelişmeler bu yönde olur. Ümmü Gülsüm de bu dönüşümün bir parçasıdır. Müziği ile hep bunu gösterir. Ancak onun için daha da önemlisi Arap halklarının bağımsızlığı, kendi topraklarında onuruyla yaşamasıdır. Hayatının bir yanı hep bunun kavgasıyla geçer.

Anti Emperyalist, Yurtsever Bir Kadın…

1950’li yıllar bölgede, özellikle Mısır’da siyasi çelişkilerin derinleştiği, gelişmelerin dünya tarafından ilgiyle izlendiği yıllar olur. Ancak 1948’te İsrail ile yapılan savaşta alınan ağır yenilgi, Mısır ve Arap halklarını derinden etkiler. Mısır ordusunun yenilgisi ve içine düştüğü acizlikten dolayı üzgündür. Ancak bu acizlik ve emperyalizmle işbirlikçiliğe karşı ulusal gurur duygusuyla yurtsever subayların harekete geçmesini sevinçle karşılar. Gelişmeler anti emperyalist ve anti Siyonist duyguların daha da güçlenmesine yol açar. 1952’de Hür Subaylar iktidarı ele geçirir. Ardından Cemal Abdul Nasır devlet başkanı olur. Nasır, anti emperyalist, bağımsızlıkçı, eşitlikçi ve ulusal dayanışmacı ilkeler etrafında halkta büyük umutlar yara tır. Ümmü Gülsüm de, Nasır’ın bu siyasi hedeflerini paylaşarak ona destek olur. Kendisi de sanat cephesinden halkın bu duygularına katkı sunar. Ki başka türlü olsaydı Ümmü Gülsüm ne doğunun yıldızı olur ne de yer ederdi halkın kalbinde. Onun halkla kurduğu ölümsüz gönül bağının sırrı tam da buradadır. Sekou Toure; 1959’da Yazarlar ve Sanatçılar Kongresi’ne sunduğu “Bir Kültürün Temsilcisi Olarak Siyasi Lider” adlı tebliğinde bu sırrı şöyle 165

açıklar: “Afrika devriminin bir parçası olmak için devrimci bir şarkı yazmak yeterli değildir, bu devrimi gerçekleştirmek için halkla birleşmek gerekir. Halkla birleşince şarkılar kendiliğinden gelecektir. Bir eylemin özgün olması için Afrika’nın ve onun düşünce tarzının canlı bir parçacı olmalısınız, Afrika’nın kurtuluşu, ilerlemesi ve mutluluğu için seferber olan bu halk enerjisinin bir parçası olmalısınız. Bu biricik mücadele dışında, Afrika’nın ve ızdırap içindeki insanlığın verdiği büyük savaşta halkla birlikte seferber olmamış ve kendini adamamış ne sanatçıya ne de aydına yer vardır.” (1) Ümmü Gülsüm böyle yaptığı için halk onu unutmaz. Onu farklı kılan sadece güzel ve güçlü bir sese sahip olması değildir. O bu güzel ve güçlü sesiyle halkının duygularına tercüman olmuş; halkının eşitlik ve demokrasi mücadelesinde hesapsızca yanında yer aldığı için bağrına basmıştır. O aynı zamanda yoksul halkla iç içe yaşar ki her defasında yoksul köylü geçmişini unutmadığını belirtir. Bu anlamda ünlü oldum diye geçmişinin bilinmesini istemeyenlerden, geçmişinden utananlardan olmaz. Yoksul halka yardımlarda bulunup dayanışma konserleri organize eder. Zamanını ve enerjisini, kazandığı parasını halkına adamaktan kıvanç duyar, mutlu olur.

Müzik alanında, halk için müzik alanında halk için müzik yapan girişimleri destekler. Bazılarında ise bizzat kendisi katılır.

Bundan da öte Müzisyenler Sendikası’nın başkanlığını yaparak, hak mücadelesinde yer alır. Arap ülkelerinde Mısır’ın elçiliği görevinde bulunur. Gittiği her ülkede halkların coşkun sevgisiyle karşılanır. Perşembe Günleri Verdiği konserlerin yanında o güçlü ve güzel sesiyle özellikle radyodan da halkına ulaşır. Yaklaşık 50 yıl her ayın ilk Perşembe günü geldiğinde yaptığı programlarla gönüllerde taht kurar. Halk onun acılı, özlem dolu, coşkun sesiyle söylediği şarkıları dinlemek için radyoya taparcasına eve kapanır. Sokaklar, caddeler boşalır. Ailece radyonun başına geçilir. Öyle ki yoksul Mısır halkından, Irak’tan gelip Hayfa’nın merkezinde Filistinlilere ait evlere yerleşen Yahudilere; 1948’te etnik temizlikten kurtulmayı başaran Filistinlilere; Karmal Dağı’ndaki Durzi topluluklara dek o gün, o saatte onu dinlemek için radyosu olan evlerde toplanan hepsinin tek dileği “Kevkebuş Şark” dediği, 166

“Mısır’ın 4. Piramidi” olarak adlandırdığı doğunun yıldızı Ümmü Gülsüm’ü ağız tadıyla dinlemektir. Daha sonraki yıllarda Kahire’den Arapların Sesi Kanalı, Sawted Arap tarafından sesi daha geniş halka duyurulur. Ve Kudüs, Ramallah, Amman, Beyrut ve Şam’daki yerel radyo kanalları Ümmü Gülsüm’ü Arap halkına duyuran yayınlar yapmaya başlar. Halkla Beraber, Halk İçin 1967 Arap-İsrail savaşında alınan yenilgi, tüm halkı etkilediği gibi Ümmü Gülsüm’ü de etkiler. Yalnız onu etkileyen şey yenilginin bunca ağır olması, Arap devletlerinin tümüyle çaresiz görünmesidir. Ancak yine de Siyonizme karşı savaşın ve ona karşı Arap-Filistin halklarının verdiği mücadelenin haklı meşru olduğu inancından hiç vazgeçmez. Çok geçmeden de yenilgi psikolojisini üzerinden atmasını bilir. Bir kenara çekilenlerden olmaz. Halka yılgınlık, umutsuzluk tohumları atmadığı gibi atılmasına da izin vermez. Yeniden kaldığı yerden şarkılarına, etkinliklerine devam eder. Halkın ondan beklentiler, onunda halkına karşı sorumlulukları vardır. O bir aydın-sanatçı olarak halka güven verip umutlarını canlı tutmak gibi bir de sorumluluğu olduğunun farkındadır. Bu amaçla Mısır’ın pek çok kentinde ve Arap ülkelerinde konserler verir. Dayanışma konserleri organize eder, edilenlere katılır. Ümmü Gülsüm, siyasal olarak Arapların birliğini savunmasının yanında, Arap kültürünün de yaşatılmasını, bu kadim top raklar üzerinde onuruyla yaşayabilmesine büyük önem verir. Arapları böylesine bölüp-parçalayan emperyalizm olduğu gerçeğinin de farkındadır. Bu anlamda anti emperyalist olunmadan ulusal bir kültürün savunulmayacağı gibi gerçek anlamda yurtsever de olunamaz. O bu duygularla hareket eder. Ömrü boyunca bu amaçla politik ve müzikal çalışmalarını birleştiren bir aydın-sanatçı olur.

Görkemli Son!...

’70’li yıllardır… Artık yaşı ilerlemiştir. Buna rağmen yaşlandıkça sesi daha da güzelleşir. Şarkılarını on yılların birikimi ve deneyimiyle söyler. Ancak sağlık sorunları ilerlemiş durumdadır.

167

Gençlik yıllarından bu yana peşini bırakmayan kalp sorununa, gözlerindeki rahatsızlık eklenir. Işığa karşı daha fazla hassaslaşır. Yine de her fırsatta halka ulaşmaktan vazgeçmez. Fakat konserlerinde hiç eksik etmediği mendilinin yanında şimdi gözlerinde siyah gözlükler de vardır.1972’de bazı konserlerini sağlık nedeniyle ertelemek durumunda kalır. Aynı yılın Aralık ayında verdiği bir konserde baygınlık geçirir. Buna rağmen halkın kendisine gösterdiği sevgi ve bağlılığı karşılıksız bırakmayarak konsere devam eder. Fakat bu onun son konseri olacağından habersizdir.

Sağlık sorunları iyice artarak müzikle ilgilenmesinin önüne geçer. Zor ve yıpratıcı yılların ardından bedeni yorgun düşmüş; Arap-Mısır halkının sesi soluğu olmuş, kadınlara güven vererek onlara örnek olmayı başarmış yürekli kadın; halkının sanatçısı ve aydını, 3 Şubat 1975’te kalp yetmezliğinden yaşama veda eder. Halk, cenazesinde evladına büyük sevgi gösterir. Cenazesine katılmak için yoksul köylerden, üniversite gençliğinden, işçiler, memurlar, yaşlı-genç, özellikle kadınlar… Cenazesine Cemal Abdul Nasır’dan sonra Mısır tarihinde tanıklık etmiş en büyük cenaze töreni olur. 4 milyon insan, Mısır halkının sesi soluğu olmuş bu kadını şükran duygularıyla uğurlarlar. Ve yürekten gelen bir sesle söylediği şarkılarla ve yurtsever tutumuyla Arap halkının bilincinde ve inancında yol gösteren ışıl ışıl bir yıldız olur. Ve yıllar yılı öyle anılır… Ve Şark’ın semasında öyle parıldar…

KAYNAK: (1) Yeryüzünün Lanetlileri / Frantz Fanon / Sayı: 201 (Versus Yayınları)

168

This article is from: