6 minute read

GÜNGÖR GENÇAY

Next Article
HASRET GÜLTEKİN

HASRET GÜLTEKİN

yaşamı umuda ayarlama ustası: güngör gençay

çağlar mirik

Advertisement

Güngör Gençay’ı 23 Nisan günü toprağa verdik. Gençay 23 Şubat günü kaldırıldığı hastanede tam iki ay boyunca tedavi gördü. Hastaneye kaldırıldığı ilk günden bu yana O’nun yanındaydık. Kendisini bir kez bile olsun aramayanlar, ölümünden sonra gazetelere demeçler verdi. Tedavisi boyunca ziyaretine gelmeyenler, cenazesinde en önde olup, kendini göstermek için çabaladı. Tüm bunları ve daha fazlasını tarih not etti. Bu yazıda böylesi vefasızlıkları ve utanmazlıkları bir kenara bırakıyoruz şimdi. “Yaşamak, kavganın en büyük alanıdır.” Güngör Gençay, 1952’de başlayan yazın hayatında 60 yılı geride bırakmıştı. Ortalama bir ömür olan bu altmış yıl boyunca Gençay, inatla direnmiş ve tek başına da kalsa, eğilip bükülmeden bildiği yolda, doğru bir insan olarak yürümüştür. Bu altmış yılı insanlığın kurtuluş mücadelesine adamıştır. 12 Mart, 12 Eylül faşist darbelerinde bile sözünü sakınmamış, taviz vermemiştir. Gerçek Sanat Dergisi kapatılınca, Gerçek Sanat Yayınları’nı kurup devrimci şair ve yazarların kitaplarını basmıştır. Herkesin devrimyaşamı cilere sırt döndüğü bir dönemde O, devrimci sanatçılara yeni alanlar açmayı kendine görev bilmiştir. Elbette ki bunları yapmak için insanın içinde büyük bir tutku ve sağlam bir inanç gereklidir. O’nun şiirinin ana izleği insan ve sosyalizm düşüdür. O, insanın insan gibi yaşamasının ancak sosyalizmde olduğunu bilen bir aydındı. Bunun için burjuvazinin boyunduruğundan kurtulmanın ve 201

gerçek özgürlüğe kavuşmanın gerektiğini ve bunun mücadele ile olacağını söylüyordu. Şiirlerindeki dil yalın ve duru ama aynı zamanda özgürlüğün diliydi. “Özgürlüğün kendine ait bir dili vardır” derken, O bu dili iyi bilenlerdendi. Yaşamındaki ve eserlerindeki özgürlük fikrinin kökenini şu sözleriyle açıklamaktadır bizlere: “Eğer aklımızda ve de özlemimizde özgürlük düşüncesi yoksa onu yaşantımızdaki diğer alanlara da sokmamız mümkün olmaz.” “Canımız Güler Zere İçin” adlı kitapta (Yar Yayınları, Ağustos 2009) şöyle diyordu: “Yaşamak güzel bir şey elbette / ama insanca yaşamanın bir adı da özgür yaşamak / Onun için Güler Zere de hak ettiği özgürlüğe kavuşmalı / umutla bekliyoruz.” 29 Kasım günü gala gösterimi olan “Damında Şahan / Güler Zere Belgeseli”ne davet ettiğimizde hastalığına rağmen gelmiş ve belgeseli izlemişti. Yaşamı umuda uyarlama ustası Umutla yaşamayı ömrünün son anına kadar sürdürdü. Bunun içindir ki “yaşamı umuda uyarlama ustası” olarak anılmaktaydı.

Hastanede yatarken bile çevresinde olup bitenleri kafasında kurguluyor ve “buraların öyküsünü yazmalıyız” diyordu. Kendisiyle ilgilenen hastane çalışanlarından yeri geldiğinde özür dilemeyi, onlara teşekkür etmeyi, mümkün oldukça onlarla konuşmayı eksik etmedi. Bir olay üzerine doktorları Güngör Gençay’a “Güngör Bey, sözünüzü hastayken bile sakınmadan konuşuyorsunuz” dediğinde, Güngör Gençay’ın cevabı belliydi: “Biz 12 Mart’larda, 12 Eylül’lerde bile sözümüzü sakınmadık!”

Bir yazısında şöyle diyordu: “Devletin faşizan zihniyetli olduğu ülkelerde en büyük ceremeyi çeken kesimlerde şairler ve yazarlar bulunurlar. Gerçi anti demokratik ve baskı uygulamalarının karşısında doğal olarak başkaldırı da artar ama, bu olgu, ilerici aydın ve şair/yazarların derin yaralar almasını, hatta kıyıma uğramasını engelleyemez.” Edebiyattaki tutumu gerçeklerden yanaydı. Eğer bir eserde gerçekçilik varsa, Güngör Gençay o eseri ancak o zaman değerlendirirdi. Şüphesiz kendi yazdıkları da böyleydi. Gerçeklerden süzülmüş ve insana 202

umut veren eserlerdi. Gerçekler saklanamaz, gizlenemez şeylerdi. Gerçekleri eserlerinde yansıtırken umudu yere düşürmez; umutsuzluğa kapılmazdı : “Bir ülkenin gerçeklerini, o ülkenin edebiyatından saklamak mümkün değildir. Toplumcu edebiyat anlayışı, özünde yılgınlık bilmeyen bir umudu taşır.” “Düşünce korkakları, hayatın da korkaklarıdır.” Güngör Gençay’ın gerek şairlik yaşamı, gerekse yayıncılık yaşamı korkusuzca, meydan okumalarla geçmiştir. Gürültü etmeden, savaşımını sanatıyla sürdürmüştür. Bileğini bükmeden yazmıştır. Sermayenin kölesi olmadan emeğin yanında olmuştur. Emeği işlemiştir şiirlerinde, emekçileri kaleme almıştır. “Sermaye, düşünceyi köleleştirir” derken, O, emeği eserlerinde başat unsur kılar.

Güngör Gençay’ın hazırladığı antolojiler ayrı bir yazı konusu oluşturur ancak anmadan geçilemez: 1 Mayıs Şiirleri Antolojisi / Hayatı Dokuyanlara, Emekçi Kadınlara Şiirler / Zalim Titreme, Deprem Şiirleri / Şalterler İnince, Grev ve Direniş Şiirleri / Alevler İnsan Sesi, Sivas Kıyımı Şiirleri. Tematik antoloji olan bu çalışmalar ülkemizde şimdiye kadar örneği olmayan çalışmalardır. Uzun yıllar süren ve yoğun bir emek harcamayla ortaya çıkan bu antolojilere, devrimci şiirler antolojisi de denilebilir. Güngör Gençay, tecrite karşı mücadelede de ön saflarda yer alan aydınlardandı.

Tecrite Karşı Sanatçılar oluşumu içerisinde kuruluşundan bu yana yer alarak, tüm etkinliklerine katılmıştır. Bu yılın baharında sana veda edeceğim diyen Güngör Gençay sözünde durdu. Onu sonsuzluğa uğurladık: “Şair, ancak şiir kendisinden, ya da zorunlu olarak kendisi şiirden vazgeçtiği zaman ihtiyarlar. Şair ölene dek delikanlıdır.”

Özgürlüğe Nöbet Tutan * Alnında taşıdı güneş bandını Nikâh yüzüğü gibi yetmiş altı gün Başucunda sözleri çırpaladılar Dilsiz bekleyişinde gözlerinin Bir cana doğru akarken su

203

Ayağa kalktı ihtiyar ölüm Alnında taşıdı güneş bandını Bir taç gibi yetmiş altı gün “Paris Düşerken” ne diyordunuz? Elleri, gözleri, ayakları zulmün Geldi-gördü, aldı ve gitti, Ayağa kalktı ihtiyar ölüm Güneş gibi taşıdı güneş bandını İnancın burcuna yetmiş altı gün Bir tomurcuktu hayata koşan Güzellenen delikanlı yüreklerinde. Kuşlar uçup gitti özgürlüğe Buyursun gelsin ölüm.

* “Yaşam Çavlanında” adlı şiir kitabının bu ilk şiirini “ölüm orucunda yaşamını yitirenlere” adamıştır.

204

UMUTLU OLMAK, HALKIN AYDINI OLMAK

tavır

Halk olmak demek, halktan biri olmaktır en başta. Tevazu dolu, sevgili ve derin... Güngör Gençay için usumuzda kalan hatıralardan en önemlisi budur işte. Sessiz, tevazu dolu oluşu. Sessizdi, oysa bağıra bağıra konuşurdu şiirleriyle. Sessiz ancak doğru zamanda, doğru yerde, hayatın ona gösterdiği yerde durmasını bilirdi. Halkın yanında. Zulmün karşısında. 2009 yılında gaz bombalarıyla boğulan İstiklal Caddesi’nde, 1 Mayıs’ta polis barikatının önünde dururdu kocaman yüreğiyle. Doğru zamanda, doğru yerdeydi Güngör abi. Tutsaklar tecrit edilirken akciğerlerinin ona ettiği eziyete aldırmadan yavaş yavaş, soluklana soluklana yürür gelirdi Tecrite Karşı Sanatçılar’ın toplantılarına. Ne yapsak... ne etsek... Tutsaklar tecritte. Ne yapsak... Çırpınırdı adeta. Konu tutsaklar olunca daha bir ataktı o. Çok sevdiği belli oluyordu tutsakları. Tecrite Karşı Sanatçılar’ın hiçbir eylemini kaçırmadı desek yalan olmaz. O yaşına rağmen, onca işine rağmen koşa koşa gelirdi. Ölüm orucundaki Av. Behiç Aşcı’nın yaşamını kurtaralım, tutsakları tecritten çıkaralım amacıyla kurulan bu aydın-sanatçı hareketinin, bu yüreğini demokrasi mücadelesine adamış duyarlı insanlar birliğinin en sadık eylemcisiydi Güngör abi. Delikanlıydı hepimizden daha çok. Dinamik, coşkulu... Öneriler sunar örgütlediğimiz eylemlere gelirdi. Verdiği sözü tutardı. Tutamayacağı sözleri vermezdi. Yürekten, isteyerek, gülerek umutla... Umutsuz olmadı hiç. Umutsuzlar onu umutsuzlandırmadı. Biz yürüyelim, bizim bu yozlaşmış insanlarla 205

işimiz olmaz diyordu Tavır Festivali için yazarları ararken. Yürüyorduk. Anlatıyor, ikna etmeye çalışıyorduk. Biz evet, biz bağımsız kitap fuarları kuralım, örgütlenelim. Örgütlülüğümüzün gücü ile başarırız tekellere ihtiyacımız yok diyordu bizimle birlikte o da... Yürüdü Güngör abi. Kitapları onun eteklerinden ayrılmayan çocukları gibiydi. Ne zaman gitsek o tarih kokan Gerçek Sanat Yayınları’nın yığılmış tozlu rafları arasında bize gülümserdi umutlu, mavi gözleriyle. Gözleri güzeldi. Yüreği kadar masmavi, okyanuslar kadar derindi gözleri. O gözlerde hiç umutsuzluk görmedik. Hangi işe başlasak onun heyecanını duyar, elinden gelen desteği sunmak için kafa yorardı. Yaşlı bedenini sürükler getirirdi. O yaşlı ve yorgun bedenini, sadece kasları ve omurgaları değil, o güçlü yüreği taşırdı çünkü. Tevazu sahibiydi. Kendisini ne zaman evine ya da işyerine bir araçla bırakmayı talep etsek bunu kabul etmez, asla böyle bir talepte bulunmazdı. Ezilirdik. Öğrenirdik de ondan. Öğretirdi bu tavırlarıyla. Bir etkinlikte olası bir polis baskısına karşı ilk onu korumak hep aklımızın bir köşesinde olurdu. Oysa o ilerleyen yaşına rağmen kendini korumazdı. Böyle bir kaygısını hiç hissetmedik. Ve bir gün onun 12 Eylül cuntasına karşı duran o cesur yüreği durdu. Şair Ruhan Mavruk mezarı başında ağumutlu layan Güngör abinin ablasına şöyle diyordu güçlü bir ses tonuyla: “O bir döneme damgasını vurmuş bir insandır, öyle insanlar hiç ölmez anlıyor musun, topla kendini!” Böyle bir insandı toprağa verdiğimiz. Çağlar Mirik bu sayımıza yazdığı yazısında güzel anlatmış Güngör abiyi. Bir de fotoğrafını göndermiş Tavır Festivali’nde çektiği. Öyle güzel gülüyor ki o fotoğrafında. O festivalin en umutlu yüzüydü Güngör abi. Halk da hakkını verirdi onun, o umutlu gülen yüzünün. Cenazesinde TAYAD’lı analar oldukça kalabalık gelmişlerdi. Bir dert ortaklıkları vardı besbelli. Bir çay içmişlikleri, beraber yürümüşlükleri. Cenazede TAYAD’lı Bedriye Ana’nın yanına yanaştığımda üzgündü. Bir şey sormadan birkaç cümle etti ki Güngör abiyi özetleyiverdi: “Öyle iyiydi, öyle iyiydi ki, insan kendini çok rahat hissediydi yanında...” Halkın aydını olmak insanı kendi yanında rahat hissettirendi. Analar bu nedenle üzgün yüzleriyle cenazesindeydiler. Sevmişlerdi Güngör abiyi. Çünkü kötü gün dostuydu. Tecrite atılan evlatlarının mücadelesine 206

omuz vermişti çünkü. Sadece bir imza atıp köşesine çekilmemiş, eylemlerde bizzat bulunmuştu. Nice festivaller örgütleyecek, sanatçıların sanat cephesini kuracaktık beraber. Hepsinde varım diyordu. Hepsinde olacaktı. Yine olacak. O gülen umutlu mavi gözleriyle, kocaman yüreğiyle yine yanımızda olacak.

Yine birlikte karşı duracağız tecrite. Umudu, sosyalizmi anlatan şiirler yazacağız. Gaz bombalarına karşı dikileceğiz polis barikatlarına astımlı ciğerimizle. Meydan okuyacağız yine. Tavır Festivali’nde kitap imzalayacak, şiire dair, sanata dair söyleşiler yapacağız halkımızla.

O da bizimle olacak. Güngör abiye de sözümüz olsun. Bağımsız bir ülke kuracağız!

2012 Nisan

207

This article is from: