5 minute read

KEMAL ÖZER

Next Article
ATTİLA İLHAN

ATTİLA İLHAN

KEMAL ÖZER İLE RÖPORTAJ

tavır

Advertisement

Kemal Özer şiiri, neyi, kimi, nasıl anlatır? İlkeleri, kuralları var mıdır? Neyi hedefler?

“Yaşanan”ı yazmak diye özetlenebilir bir anlayış sözkonusu. “Yaşanan”lar, onların tepkileri, uyandırdığı tepkiler, kısacası yaşamla insan arasındaki ilişkiler benim ilgi alanım. Onları hem kendi adıma, hem toplum adına dile getirmek, ama bunu bir sanat diliyle yapmak... Bu anlayışın kaynağı, bir başka deyişle söylersek, toplumsal işbölümüyle, ozanın bu işbölümünde üstüne düşeni yerine getirmesiyle ilgili.

İkinci Yeni döneminizden bahseder misiniz? İkinci Yeni’den toplumcu şiire geçişinizi bugün nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sözünü ettiğim bugünkü anlayış, bilinçli bir seçmeye dayanır. Yazmaya başladığımda ise, bu bilinç yerine içgüdüsel bir tutum sözkonusuydu. Niçin ve nasıl yazacağımı okuduklarımdan öğrendiklerimle, denebilirse bir şiir görgüsüyle belirlemiştim. İkinci Yeni, bu içgüdüsel dönemin adı oluyor benim için. Bilimsel bir dünya görüşü edindikten sonra, bilinçli bir seçimle yazmaya başladım. Bu seçime uygun bir sanat anlayışına bağlanmış oldum. O sanat anlayışı, İkinci Yeni denilen estetik anlayışla bağdaşmıyordu. Çünkü bu anlayışla içerik,ozanın söylediğini iletmesine, okurun o içeriği yeniden üretmesine uygun verilemiyordu.

Kemal Özer’in ’70’lerdeki şiiri toplumla nasıl ilişki kuruyordu?

Kısaca söylemek gerekirse, toplumun gereksinimini karşılamaya yönelik bir şiir üretiyorsanız, o şiir toplumda dolaşıma çıkacak, şiir yazıldığı gibi kalmayıp okurlarca yeniden üretilecektir, 70’lerde, “yaşanan”ların şiirde yer alması, hem duyarlık hem bilinç bakımından bu dolaşımı ge151

niş ölçüde sağlamıştı. Üstelik bu dolaşım, yalnız yazıyla sınırlı kalmıyor, insanların tepkilerini, dileklerini, hedeflerini dile getirdikleri her yere sesle, görüntüyle de ulaşıyordu.

12 Eylül’de yapılan baskılara karşı hangi yöntemlerle mücadele ettiniz? Şiiriniz bundan nasıl etkilendi?

Yazmayla ilgili olarak, 12 Eylül’ün getirdiği koşulların sanat ve kültür alanındaki değişime karşı direnmeyi hem yazdıklarımla, hem de Varlık dergisinin yönetimini üstlendikten sonra bu direnişi orada yaptığım yayınla sürdürdüğümü söyleyebilirim. Sanat anlayışım, sözümü yalın ve anlaşılır söylemeye dayandığı halde, bu olanağın ortadan kalkması karşısında, susmak yerine, alegorik sayılabilecek bir anlatımla şiir yazdım. Araya Giren Görüntüler (1983) kitabım bu dönemin tanığıdır.

12 Eylül, aydını ve sanatçıyı nasıl etkiledi? Özel olarak da kimi şairlerin suskunluğa girişini, şiirde yenilik adına toplumdan, toplumsal sorunlardan ve gerçeklerden kaçışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

12 Eylül, bilindiği gibi, yalnız toplumsal ve siyasal gelişimin yolunu kesmek için değil, bir daha müdahaleye gerek duyulmayacak biçimde toplumu siyasallıktan ve toplumsallıktan uzaklaştırmak amacıyla, bunu sağlayacak yeni bir toplumsal yapılanma için yapıldı. Bu yapılanmanın kültür ve sanata yönelik yönü, kimi aydınları ve sanatçıları etkiledi. Kendi geçmişlerini yadsıyanlar olduğu gibi, susanlar ya da yeni koşullara uygun bir değişime yönelenler de görüldü. Bu olgunun bir yönü, bilinç kavramının yorumunda yatıyor. Dünya görüşü anlamında bir bilince varmakla, o bilincin sürekli sınanması, her vesileyle sorgulanması gereği ortadan kalkmış olmuyor. Bir yönü de, dünya görüşünü yansıtacak sanat anlayışının gereklerini, kendini o gereklere göre yapılandıracak ölçüde kavrayamamakla ilgili. Başka bir deyişle, yazdığının adamı olamamakla.

“Kimlikleriniz Lütfen” kitabınızın şiirinizdeki yeri nedir?

12 Eylül habercisi yoğun sıkıyönetimler döneminde başlayan, 12 Eylül’ün ertesindeki ilk yılları da içine alan bir tepki üzerine oturtulmuştu o kitap. Yoğun kimlik sorgulamalarının ardında yatan, insanları kimliklerinden dolayı yargılama yönelişine, ya da düpedüz kimliksizleştirme saldırısına karşı bir tepkiyi oluşturmak için yazılmış, her biri bir kimliği konu edinen şiirleri bir araya getiriyordu.

152

’90’lı yıllar 12 Eylül döneminden daha beter bir katliamlar dönemi oldu. O dönem sanatçı ve aydın çevrelerini nasıl etkiledi? Sonuçları ne oldu?

’80’li yılların sonuna doğru, kültür ve sanat alanındaki yeni yapılanma bir yandan ürünlerini açıklığa kavuşturmuş, kimin nerede olduğu, nasıl davranır hale geldiği ortaya çıkmıştı. Bir yandan da baskı altındaki kesimlerin yeniden seslerini yükseltmeye, tepkilerini ve varlıklarını duyurmaya başladığı bir döneme giriliyordu. Denebilirse yeni bir uyanış ve devinim dönemi, bu kez başka ve sinsi yöntemlerle kırılmak istendi. Gözaltında kayıplarla, yargısız infazlarla vb. Bunlara yönelen tepkilerin içinde sanatçı ve aydınların yer almasına karşılık, sanat ürünlerinin dönemi etkili ve düzeyli yansıtmada başarı lı olduğu pek söylenemez sanırım. Ben kendi açımdan, emekçilerin yeniden sesini yükseltmeye başladığı yılları “Onların Sesleriyle Bir Kez Daha” kitabımda; kimliklerinden dolayı baskı gören, ikinci sınıf yurttaş sayılan, öldürülen insanları “Bir Adı Gurbet” kitabımda; çeşitli kıyımlara uğrayanları ve onların geride bıraktıklarını “Oğulları Öldürülen Analar” kitabımda kendi tutumumdan ödün vermeden yansıttım.

Kemal Özer kendi şiiri dışında şiir alanımıza dünyadan bir dolu şairi taşımış bir sanatçı. Bir dolu şairin yalnızca kendi şiirine endekslendiği bir dünyada siz bu yaklaşımınız hakkı nda bize neler söylemek isterdiniz? Bir de buna bağlı olarak, çeviri şiirler, çevirinin ülkemizdeki bugünü hakkında neler düşünüyorsunuz?

Benim şiir çevirisine yönelmem, dünya görüşüme ve şiir anlayışıma hizmet olarak görülebilir. Özellikle 12 Eylül’den sonra toplumcu şiire yöneltilen bir saldırı vardı. Batı örnek gösteriliyor, “Bu anlayış çağdışı, Batı’da artık böyle şiir yazılmıyor” deniyordu. Günün koşulları da bunun okurda, edebiyata yönelen gençlerde etkili olmasına yol açıyordu. Örnek gösterilen Batı şiiri türdeş değildi oysa. Batı şiiri dendiği zaman yalnız belli örnekler öne sürülüyor, oysa bunların dışında Batı’yı temsil eden başka bir şiirin de varolduğu görülmek istenmiyordu. Ayın öteki yüzü gibi görülmeyen, görülmek ve gösterilmek istenmeyen bu Batı şiirinin örnekleri ortaya konmalıydı. İşte bu amaçla emeğimi çeviriye de yönelttim. Neruda, Lorca gibi zaten bilinen ozanların yanı sıra Macar, Bulgar, Danimarka şiirinden de (Attila Jozsef, Miklos Radnoti, Lubomir Levçev, Lıçezar Elenkov, Erik Stinus, Niels Hav vb gibi) kimi ozanları Türkçeye kazandırmaya çalıştım. Şiir çevirisi konusunda, bilindiği gibi, çeşitli görüşler, çeşitli uygulamalar 153

var. Hiç çevrilemeyeceğinden tutun da, aktarıldığı dilde yeniden yazılacağına kadar. Ben bir dilde bir şey söylenebilmişse, başka bir dilde de söylenebilir görüşünü benimsiyorum. Bir de, seçilen şiirle çevirenin (gerek dünya görüşü, gerek sanat anlayışı açısından) ortak bir paydada buluşmasının gerekli olduğunu... Bu görüşlere uygun başarılı çeviriler ve çevirmenler belki çok değil, ama var.

Sosyalist gerçekçiliğin şiirdeki önemli isimlerinden birisiniz. Sosyalist gerçekçilik hakkı nda neler söyleyeceksiniz? Bu kulvardaki şairlerimizi nasıl değerlendiriyorsunuz?

Sosyalist gerçekçiliğin Sovyetler Birliği’ndeki resmî görüşü içeren anlayışla ilişkisi konusunda bir açıklık önemli. Gerçekçiliğin bence ileri bir aşaması. Gerçeği geçmiş-bugün- gelecek bağlantısı içinde görmek ve göstermek anlamında. Dünya görüşünü en iyi yansıtacak bir sanat anlayışıyla bağdaştırarak. 12 Eylül sonrası, bunun için bir sınavdı. Ne yazık ki, bu sınavı veremeyenler sayıca daha çok oldu.

“Temmuz İçin Yaralı Semah – Yangın Şiirleri” nasıl oluştu? Siz sivas olaylarının hemen ardından yurt içinde ve yurt dışında bu konuya ilişkin onlarca toplantıya katıldınız. Bu kitabın oluşum sürecini anlatır mısınız?

Öteki kitaplarda olduğu gibi, bu kitapta da “yaşanan”a bakmak istedim. Zihinsel olarak 2 Temmuz 1993’le başladı. Ama yazılması 2002’ye kadar gecikti. Denebilirse olayın sıcak duygu ve tepkiler dönemi geçtikten sonra, uzun bir araştırma, yaşananları onlardan kalanlarla birlikte yeniden değerlendirme süreci araya girdi çünkü. Her yıl yinelenen “Sivas’ı Unutmayalım” sloganının içeriği ne olmalı sorusuna bir yanıt oldu benim açımdan. Şiirlerle yapılan bir suçüstü kitabı diyebilirim. “Yolun sona erdiği yerde yeniden yola çıkan”ı görmek, benim kitapta ortaya koyduğum yorum. Yangın neyi bitiriyorsa onun içinde bir başka yürüyüşün ilk adımını da barındırıyor. Tıpkı semahın döne döne kendini yenilemeyi görünür kılması gibi. Onun için de kitabın adı Temmuz İçin Yaralı Semah...

154

2008 Temmuz

This article is from: