Çağdaş Hemşirelikte Etik

Page 1

ç ağdaş

Çevi r i Edi t ör l er i Pr of .Dr .Şul eEcevi tAl par Doç.Dr .Nef i seBahçeci k Doç.Dr .ÜkkeKar abacak

3.baskı

i s t anbul t ı pki t abev i

Mar gar etA.Bur khar dt Al v i t aK.Nat hani el


I

B Ö L Ü M

1.

İLKELİ DAVRANIŞ REHBERİ

Bölüm hemşirelerin sorunlarının eleştirel bir bakış açısı ile incelenmesi ve etik karar verme sürecine sistematik bir şekilde katılması için gerekli temelleri atmaktadır. Hemşirelik mesleğinin Batı kültürlerindeki tarih ve içeriğini ele alan 1. Bölüm, genel bir sistemin parçası olarak hemşirelik mesleğine yönelik bir anlayış sağlamakta ve özellikle de dini uygulamaların ve kadının toplumdaki statüsünün meslek üzerindeki etkisine odaklanmaktadır. Etik teoriler ve ilkeler ile ilgili bilgilerin hemşirelere tutarlı ve mantıklı bir bireysel karar verme sistemi geliştirmede yardımcı olacağı düşüncesiyle, 2. ve 3. Bölüm; felsefi duruşu, çeşitli klasik etik kuramları ve etik ilkeleri tanımlamaktadır.


1

K O N U

HEMŞİRELİK MESLEĞİNİN GELİŞİMİNİ ETKİLEYEN TOPLUMSAL, FELSEFİ VE DİĞER TARİHİ GÜÇLER Bütün işlerde, özellikle de emekleme dönemindeki narin bir işte başlangıcın en önemli kısım olduğu bilinmektedir; çünkü karakterin oluştuğu ve istenen etkinin daha kolay bir şekilde elde edilebileceği aşama bu aşamadır.

HEDEFLER

(Plato, Devlet)

Bu bölümü okuduktan sonra okuyucu;

1. Toplumsal gereksinim ile hemflirelik mesle¤inin do¤uflu aras›ndaki iliflkiyi tart›fl›r. 2. Ahlaki muhakeme ile hemflirelik mesle¤inin do¤uflu aras›ndaki iliflkiyi tart›fl›r. 3. Toplum ve toplumdaki meslekler aras›ndaki karfl›l›kl› yarar iliflkisini tart›fl›r. 4. Bir kültürün egemen inanç sisteminin hemflirelik uygulamas› üzerindeki etkisini aç›klar. 5. Tarihi manevi inançlar›n ve dini uygulamalar›n hemflirelik mesle¤indeki geliflimsel de¤iflme süreçlerini nas›l etkiledi¤ini tan›mlar. 2


KONU 1

HEMŞİRELİK MESLEĞİNİN GELİŞİMİNİ ETKİLEYEN TOPLUMSAL, FELSEFİ VE DİĞER TARİHİ GÜÇLER

3

6. Çeflitli kültürlerde kad›n›n durumunun toplumsal geçmiflinin nas›l oldu¤unu hemflirelik uygulamalar› ile iliflkilendirerek tart›fl›r. 7. Hemflirelik uygulamalar›n›n geliflimiyle ba¤lant› kurarak mesle¤in bugünkü durumu hakk›nda kabul edilebilir bir sonuç ç›kart›r.

GİRİŞ

B

u bölüm, Bat› toplumunda hemflireli¤in yerini elefltirel bir bak›fl aç›s›yla inceleme konusunda önemli olan tarihi inan›fl ve gelenekleri özetlemektedir. Hemflirelik gelene¤inin arkas›ndaki tarihi din ve sosyal s›n›f iliflkisi ele al›nmakta ve okuyucudan hemflireli¤in etik karar verme sürecindeki rolünü elefltirel olarak incelemesi istenmektedir. Bu elefltirel inceleme yoluyla, okuyucular›n, gelene¤in ötesine giderek olgun ve objektif bir muhakeme gelifltirmesi ve bu sayede de ahlaki söyleme kat›lma noktas›na daha iyi bir flekilde haz›rlanmas› umulmaktad›r. Etraf›m›zdaki bireylerin inan›fl ve uygulamalar›n› kabul etmek insan olarak do¤am›zda bulunmaktad›r. Ailelerimiz ve di¤er toplumsal gruplar›n de¤er, gelenek ve kültürel uygulamalar›n› benimsemeye meyilliyizdir. Etraf›m›zdakilerin inand›klar›na inanmaya ve inan›fllar›m›zla uyumlu bir flekilde hareket etmeye yönelik bir e¤ilim gösteririz. Toplumsal gruplar inan›fllar›yla uyumlu eylemlere de¤er verir. ‹nsanlar do¤al olarak içinde yaflad›klar› toplumun onay›n› arzulad›¤› için, gelenekler kendi kendine varl›klar›n› sürdüren bir nitelik kazanmaktad›r. Amerika’l› filozof Charles Sanders Peirce (1839-1914) insanlar›n inançlar›n› yerlefltirmek ya da baflka bir deyiflle pekifltirmek için kulland›¤› yöntemleri ele alm›flt›r. Hemflirelik tarihinin büyük bir bölümünü, Pierce’nin otoriter inan›fl sabitleme yöntemi diye adland›rd›¤› yöntemin ›fl›¤›nda inceleyebiliriz. Peirce, inan›fllar› pekifltirmeye yönelik dört yöntem tan›mlam›flt›r: kararl›l›k, otorite, önsellik ve muhakeme (Houser & Kloesel, 1992). Amerika’l› filozof bütün insani sorgulamalar›n amac›n›n gerçeklik oldu¤unu ve ayn› zamanda, sorgulama ve mant›¤›n, kiflinin gerçe¤i keflfedebilmesini sa¤lad›¤›n› ileri sürmüfltür. Ancak Peirce, kiflinin bir fleyleri gerçekten sorgulad›¤›nda do¤ruyu keflfetti¤ini savunmufltur. Ço¤u insan inan›fllar›n› sorgulayamamaktad›r. Bu durum da, güçlü bir kifli ya da kurumun doktrinleri sürekli tekrarlamak suretiyle “do¤ru inan›fllar›” insanlara empoze etmesini, bunlar›n gençlere aktar›lmas›n› ve sonuç olarak da otorite yöntemi taraf›ndan inan›fllar›n pekifltirilmesini mümkün k›lmaktad›r. Bu yöntem, teolojik ve siyasi dogmalar› destekleyen temel araçlardan biridir. Bu inan›fl pekifltirme arac›n›n, hemflirelik mesle¤i üzerindeki tarihi etkilerin ço¤u için geçerli oldu¤unu ileri sürebiliriz. Hemflirelik mesle¤inin tarihçesini incelemek suretiyle, farkl› inan›fl pekifltirme yöntemlerinin bu alan› zaman içerisinde nas›l etkiledi¤ini görebileceksiniz. Bu derin anlay›fl, profesyonel rolü üstelenirken özerk ahlaki muhakeme yapman›za yard›mc› olacakt›r. Hemflirelik, “ahlak merkezli sa¤l›k bak›m mesle¤i” olarak tan›mlanm›flt›r (Jameton 1984, sayfa xvi). Tüm insanl›k tarihi boyunca hastalarla ilgilenen ve


4

BÖLÜM I İLKELİ DAVRANIŞ REHBERİ

hastal›¤› iyilefltirmeye çal›flan insanlar olmufltur. Hemflirelik mesle¤inin gelifliminin köklerini bulmak zordur. Bunun nedeni, t›p, hemflirelik ve di¤er sa¤l›k bak›m mesleklerinin ayn› kökten ç›km›fl olmas›d›r. Ancak, hemflirelik mesle¤inin ortaya ç›kmas›, geliflimi ve uygulamas›n›n tarihi temelinde ahlaki muhakeme oldu¤u anlafl›lmaktad›r. Hemflireli¤in ruhu ve özü, toplumsal ve bireysel ahlaki kurallardan gelmektedir. Bu bölümde, hemflirelik üzerindeki üç tarihsel etki incelenecektir: ahlaki bir disiplin/toplumsal ihtiyaç, maneviyat/din ve kad›nlar›n rolü. Ahlaki de¤erler ve etik ilkeler hemflirelik mesle¤ini çeflitli düzeylerde etkilemektedir. Hemflireler olarak baflkalar› ile ilgilenme iste¤imiz ahlaki muhakeme sonucunda ortaya ç›kmaktad›r. ‹nsan gruplar›n›n ahlaki inan›fllar› bir araya geldi¤inde eylem kurallar›n› ya da baflka bir deyiflle ahlak kurallar›n› ortaya ç›karmaktad›r. Kültürel aç›dan kabul gören bu kurallar hemflirelik mesle¤inin ve deneyiminin ayr›lmaz bir parças›d›r. Ülkülerin ifade edilmesi, ahlaki meselelerin tart›fl›lmas›, ahlaki ilkelerin ve etik kuralar›n dile getirilmesi ile hemflirelik tarihi boyunca karfl›lafl›lmaktad›r. Ayn› zamanda, Jameton (1984), hemflirelik mesle¤inin ahlaki aç›dan de¤erli bir ifl oldu¤unu, çünkü “hastalarla ilgilenme ve tedavi etmenin, ac› çeken kifliyi rahatlatman›n ve koruman›n insan kültürünün temel faydalar› oldu¤unu” söylemektedir (sayfa 1). Modern sa¤l›k bak›m teknolojileri yap›labileceklerin s›n›rlar›n› gelifltirdikçe, toplumun tamam› ortaya ç›kan etik meseleleri incelemek zorunda kalmaktad›r. Etik aç›dan bir karar verme süreci gerektiren, fakat bazen de bizi yasal karar verme yollar›ndan uzaklaflt›ran bir sa¤l›k bak›m sisteminde etik gerilim ile karfl› karfl›yay›z. Ça¤dafl sa¤l›k bak›m sistemi içerisindeki konumumuzu anlamaya yard›mc› olmas› aç›s›ndan hemflireli¤in tarihçesi incelenmifltir. Bu bölümün hedeflerinden biri, hemflireli¤in etik kurallar›n› do¤ru karar verme sürecini teflvik edecek flekilde ortaya koymakt›r. Fulton (1997), hemflirelik mesle¤inin güçlendirilmesine yönelik yapt›¤› bir incelemede, hemflirelerin bak›fl aç›lar›n›n, olumsuz mesaj veren tarihi güçler taraf›ndan çarp›t›ld›¤›n› ve s›n›rland›r›ld›¤›n› belirtmektedir. Stevens’e göre, bu çarp›kl›klar ve s›n›rlar “toplumdaki özgür, eflit ve gönüllü kat›l›m› engellemektedir” (1989;s.58). ‹mkans›z durumlarla bafl etme mücadelesi veren hemflireler, kendileri hakk›ndaki olumsuz mesajlara inanmaya ve yap›c› olmayan flekilde davranmaya devam etmektedir (Hedin, 1986; Roberts, 1983). Baflka bir deyiflle, mevcut konumumuzu, ancak ve ancak toplumsal ve mesleki tarihimiz ile birlikte anlayabiliriz (Harden, 1996). Bu fikirler, Habernas (1971) ve Freire’in (2000) önerdi¤i elefltirel toplum kuram›yla ilgilidir. Elefltirel toplum kuram›n›n temel ilkesi flöyledir: toplumsal bir olgunun bütün yanlar›n› ancak içinde bulundu¤u tarih ve yap›yla ilgili olarak anlayabiliriz. Fikirlerin önemi, ancak kendimizi soyutlay›p tarihi ve sosyal uygulamalar ile güç ve ç›kar çat›flmalar› ba¤lam›nda objektif bir flekilde de¤erlendirdi¤imizde anlafl›labilmektedir (McCarthy, 1990). Habernas (1971), birey olarak, ancak yaflam›m›z› etkileyen gizli boyunduruklar›n fark›nda oldu¤umuzda ve kendimizi bunlardan ar›nd›rd›¤›m›zda kan›tlar› de¤erlendirebilece¤imizi ve sürece tam anlam›yla kat›labilece¤imizi ileri sürmektedir. Hemflirelik tarihi üzerine yap›lan araflt›rmalardan elde etti¤imiz


KONU 1

HEMŞİRELİK MESLEĞİNİN GELİŞİMİNİ ETKİLEYEN TOPLUMSAL, FELSEFİ VE DİĞER TARİHİ GÜÇLER

5

bulgular, bu koflullar›n neden var oldu¤unu anlamam›za ve ileriye gitmek amac›yla onlar› yorumlama ve kendimizi onlardan ar›nd›rman›n yollar›n› bulmam›za olanak tan›maktad›r. Bu amaçla, mesle¤imizin çerçevesini oluflturan tarihi ve toplumsal güçlerden baz›lar› seçilmifl ve ele al›nm›flt›r. Hemflirelik mesle¤inin tarihsel geliflimine iliflkin kesin bir tablo ortaya koymak zordur. T›p ve hemflirelik mesleklerinin her ikisi de, uzun bir flifa vericiler tarihinden ç›km›flt›r. Her iki mesle¤in de tam olarak nereden kaynakland›¤›n› bilmemiz mümkün de¤ildir. Bunun nedeni, iki mesle¤in bafllang›ç aflamalar›n›n birbiriyle çok iç içe olmas›d›r (Donahue, 1996). Bununla birlikte, hemflirelik tarihinde, insanlar›n – genellikle de kad›nlar›n- ac›y› rahatlamaya çal›flt›¤› bilinmektedir. Selanders, “Hemflirelik tarihi hem eski hem de modern insanlar›nd›r. Sadece tek bir birey ya da olay sayesinde ya da belirli bir amaç ile ortaya ç›kmam›flt›r. Bunun yerine, hemflireli¤in mevcut konumu, sa¤l›k bak›m› çerçevesinde kolektif bir toplumsal geliflim göstermektedir” diyerek görüflünü belirtmifltir (1998a, s.227). Bafllang›çta hemflirelerin gereksinimi olan insanlara bak›m verme iste¤i pratik, ahlaki ya da manevi etkilerden kaynaklanm›flt›r. Bizim tarihimiz kad›n›n durumu ile ba¤lant›l› kaç›n›lamaz bir mesle¤in hikayesidir. fiifa vericilerin ve sonradan gelen hemflirelerin tarihi pek çok aflamadan geçmifl ve toplumsal hareketlerin önemli bir parças› haline gelmifltir. Bizimkisi ise, her zaman hakim toplumsal standartlardan etkilenen bir profesyonel gruptur (Donahue, 1996).

TOPLUMSAL GEREKSİNİMİN ETKİSİ

Bazı meslekler kaynaklarını, hedeflerini ve anlamlarını kültürel olarak kabul edilmiş ahlaki kuralların, bireysel değerlerin ve algılanan sosyal gereksinimlerin çevresinde bulur. Başkalarına hizmet etmek ve ihtiyaçlarına cevap vermek suretiyle, ahlaki bir inanış ifade edilir. Ahlaki düşünce terimi doğru ve yanlışın, iyi ve kötünün başkasını düşünür bir şekilde incelenmesi anlamına gelmektedir. Ahlaki muhakeme bu tür düşünme şeklinin her derecesini içermektedir. Karmaşık ve iyi geliştirilmiş ya da ilkel bir nitelikte olabilir. Neden ahlaki konular ile ilgileniyoruz? Bazı ahlak filozofları empatinin ahlaki muhakeme ve eylemi harekete geçirdiğini savunmaktadır. Örneğin biz bir insanın acı çektiğini gözlemlersek, kendi çektiğimiz acıları düşünmeye başlarız. Bazıları ise, başkalarına yardım etme isteğini, Altın Kurala (kendinize yapılmasını istemediğiniz bir şeyi başkasına yapmayın) benzer bir toplumsal farkındalık ya da isteğin doğal bir sonucu olarak tanımlamaktadır. Evrensel olarak kabul edilen bir kural olan Altın Kural, önemli ahlaki geleneklerin çoğunda – İsa, Konfüçyüs ve Hillel’inki de dahil- bir dereceye kadar bulunmaktadır (Honderich, 2005).


6

BÖLÜM I İLKELİ DAVRANIŞ REHBERİ

Bazıları, hem başkalarına yardımcı olmak amacıyla hem de benzer durumlarla karşılaştığımızda birinin bize yardımcı olması umuduyla Altın Kuralı uygulamamızı önermektedir. Diğer yandan, ahlaki muhakememizi sadece dini inanışa dayandırmamız durumunda eylemlerimize yön veren şey bir emre itaat etme ya da Tanrı’ya karşı görevimiz olduğuna inandığımız şeyi yerine getirme veya sevap kazanma arzusu olabilir. Etik eylemimizin arkasında yatan neden ister başkalarına yardım etme isteği ister bunu dini bir vazife olarak algılamak olsun, eylemin sonucu değişmeyecektir: başkalarının sağlık gereksinimlerini karşılamak. Hemşirelik, ahlak merkezli sağlık bakım mesleği olarak tarih boyunca insanların acı çekmelerine tepkide bulunmuştur.

KENDİNİZE SORUN

Yard›m Etmenin Arkas›nda Yatan Güdü Nedir?

Tüm insanların mutlu ve sağlıklı olduğu ve tatmin edici ilişkilerin bulunduğu ütopik bir evren hayal edin. Bu alemde ne hastalık ne de ölüm bulunmaktadır. Her insanın gereksinimleri başka insanların yardımı olmadan tamamen karşılanabilmektedir. Bu model toplumda, herkes memnun, sağlıklı ve mutlu olduğu için, hiçbir toplumsal sıkıntı olmamakta ve bazı mesleklere bir ihtiyaç bulunmamaktadır: doktor yok, polis yok, hemşire, avukat ya da sosyal hizmet uzmanı yok. İnsanlar ahlaki konularda düşünmek zorunda değiller. Şimdi, ciddi bir hastalığın ortaya çıkmasının ardından gelecek toplumsal çalkantıyı hayal edin. Hasta olan bireyler kendilerine bakamayacak ve kendi temel ihtiyaçlarını karşılayamayacaktır. • Toplum bu problemle nasıl başa çıkacaktır?

• Hastaların sorumluluğu tamamen kendilerine mi aittir?

• Toplumun sorundan etkilenmeyen üyeleri başkalarının acı çekmesini görmezden gelerek ütopik var oluşlarını sürdürmeye devam mı edecektir yoksa ihtiyaç içindekilere yardım etmek noktasında tüm toplum sorumlu mudur?

• Toplum hastalıklı üyelerin acı çekmesine göz mü yumacak yoksa sağlıklı üyeler hastalıklı üyelere yardım etmeyi deneyecek ve bu şekilde kendi “mükemmel” yaşamlarını ve doğal olarak hakim sosyal düzeni değiştirecek midir?

“Kendinize Sorun” alıştırmasında tanımlanan varsayımsal durumun en azından bazı üyelerinin yardıma muhtaç olanların önemini fark etme ihtimali vardır. Bu insanlar inanışlarını sorgularken ahlaki düşüncelerini harekete geçirmeye başlayacaktır. Etik ahlaki problemi çözmeye özgü eylem kuralları şeklinde ortaya çıkacaktır. Hastalara yardım etmeye düşkün olanlar, bireylerin yeteneklerini maksimum avantajı sağlayacak şekilde kullanmaya, hizmet ve kaynak sağlama yükünü adil bir şekilde dağıtmaya yönelik yöntemler geliştirecektir. Bu örneğin de gösterdiği gibi, hemşirelik, bireylerin ve grupların belirli gereksinimlerini karşılamak amacıyla var olan bir meslektir ve bu yüzden de toplumdaki insanların ahlaki muhakemesinin ürünüdür. Sonraki bölümlerde göreceğimiz üzere, belirli bir zamanın toplumsal gereksinimleri teknolojik imkanlar ve bilgi tabanıyla birleştiğinde bir mesleğin


KONU 1

HEMŞİRELİK MESLEĞİNİN GELİŞİMİNİ ETKİLEYEN TOPLUMSAL, FELSEFİ VE DİĞER TARİHİ GÜÇLER

7

var oluşunu ve parametrelerini belirlemektedir. Gereksinimler değiştikçe, toplumlar mesleğin hareketli ve değişken dinamik sınırlarını ortaya koymaktadır. Bizim mesleğimiz toplumun bir parçasıdır ve varlığını sürdürmek için “parçası olduğu toplumun daha geniş kesiminin” çıkarlarını gözetmeye devam etmelidir (ve farkındalığı algılanmalıdır) (Amerikan Hemşireler Birliği [ANA], 1980, s.3). Dönüm noktası niteliğindeki belge Hemşirelik: Toplumsal bir Politika Bildirisi (ANA, 1980), mesleğin kendi toplumsal sorumluluğunu ilk tanımlayışıydı. Mesleğin toplumla olan ilişkisini ve hemşirelik bakımı alan kişilere karşı yükümlülüklerimizi anlamak amacıyla, bu belge ve daha sonra yayınlanan düzeltilmiş metin Hemşireliğin Toplumsal Politika Bildirisi’ni temel alabiliriz. Bu belgeler, daha geniş toplum ile meslekler arasındaki aşağıda tanımlanan karşılıklı yarar ilişkisini açıklamaktadır: Bir meslek, toplum, kültür ve kurumlar ve diğer üyelerle olan ilişkisi doğrultusunda kabul, geçerlik ve hatta anlam kazanmaktadır. Meslekler; öncelikli olarak belirli bir toplumun ve üyelerin ihtiyaçları, durumları ve gelenekleri doğrultusunda kabul ve geçerlik kazanmaktadır. Farklı teknolojik ve ekonomik gelişme düzeyleri ve sosyoekonomik, siyasi ve kültürel koşul ve değerler doğrultusunda toplumlar (ve çoğu zaman da çıkarlar) en çok hangi mesleki yetenek ve bilgilere ihtiyaç duyduklarını belirler. Daha sonra, çeşitli finansal araçlar yoluyla bu ihtiyaçları karşılamak amacı ile ilgili bireyleri eğiten kurumlar ortaya çıkar. Bundan sonra da, doğal olarak, belirli bir toplumda bireylere açık olan meslekler bireylerin değil toplumun bir malı haline gelir (ANA, 1980, s.3).

DÜŞÜNÜN ‹nsanlar› Hizmet Odakl› Yapan Nedir?

• Sizce insanlar neden yard›ma muhtaç kimselere yard›m etme iste¤i duymaktad›r?

• Belirli durumlarda baflkalar›na yard›m etmeyi seçen kiflilerin eylemleri; kiflisel ç›kar, fedakarl›k ya da baflka güdülerin bir birleflimi olarak tan›mlanabilmektedir. Günümüz sa¤l›k mesleklerinde baflkalar›na bakma güdüsünü siz nas›l tan›mlard›n›z?

Hemşirelik mesleği, belirli sağlık gereksinimlerini karşılamak amacıyla toplum tarafından ortaya çıkarılmıştır. Buna karşılık hemşirelik mesleği de, çeşitli araçlar vasıtasıyla üyelerinin hizmet vermeye ehil olmasını ve daha da ileri giderek sadece kendilerinin toplum içerisinde bu hizmeti verebilecek


8

BÖLÜM I İLKELİ DAVRANIŞ REHBERİ

üyeler olmasını sağlamaya yönelik üstü kapalı bir vaatte bulunmuştur. Toplumsal ihtiyaç ve başkalarına bakma güdüsü arasındaki ilişki birbirini tamamlayıcı niteliktedir. İyi ki bazı insanların doğasında, nedeni ne olursa olsun başkalarına hizmet etmek vardır.

SPİRİTÜEL, DİNİ ETKİLER VE CİNSİYET ETKİLERİ Spiritüel/Dini Etkiler

Geçmiş ve modern kültürlerin manevi ve dini temeli sağlık bakımının pek çok yönünü belirlemektedir. Manevi inanç ve dini uygulamalar hemşireliğin ve diğer sağlık mesleklerinin ahlaki temelinin oluşumuna büyük ölçüde katkıda bulunmuştur; aynı zamanda cinsiyeti ve bir dereceye kadar da şifa vericilerin uygulamalarının büyük bir bölümünü etkilemiştir. Maneviyat ve dini doktrinler bireylerin, hayatın, ölümün ve sağlığın değeri hakkındaki inanışları etkilemiştir. Tarihi açıdan, egemen dini kurumların çoğu, iyileştirme sürecinin kökü ve özüne ilişkin değerlendirmelerde bulunmuş ve kimin yasal şifa verici olabileceğini tanımlamıştır (ve bazen de bu mesleğe ilişkin belgeler vermiştir). Hemşireliğin eski zamanlardan bu yana izlediği yol sancısız olmamıştır. Gelişmeler ve başarısızlıklar yaşanmış, kütüphaneler yanmış, çok çeşitli gruplar hemşire unvanını almış ve bazı eski kültürlerde hemşirelik yapanlar hemen hemen hiç kayıt bırakmamıştır. Bunlara rağmen, hemşirelik mesleği bir şekilde bütün kültürlerde var olmuş, manevi inançlar, dini uygulamalar ve ilgili kültürel değerlerden etkilenmiştir.

Cinsiyet Etkileri

Hemşirelik mesleğini etkileyen en önemli faktörlerden biri kadının toplumdaki rolüdür. Her kültürde kadınlar iyileştirici rol oynamıştır. Hemşirelik mesleği genel olarak bir kadın mesleği olduğu için (eskiden beri hemşirelerin yüzde 95-98’i kadın olmuştur), kadınların toplumdaki statüsü hemşirelere verilen özgürlük ve saygınlık boyutunu belirlemede kilit rol oynamaktadır. Hemşirelik mesleğinin çerçevesi, büyük oranda, toplumdaki cinsiyet rollerini belirleyen toplumsal güçler tarafından şekillendirilmiştir. Cinsiyet rollerine ilişkin basmakalıp düşünceler hemşireler için her zaman problem oluşturmuştur. Kadınların daha insancıl ve yapıları gereği daha duyarlı olduğu şeklindeki algının bir sonucu olarak, doğal olarak hemşirelik yetenekleriyle donatıldıkları varsayılmıştır. Florence Nightingale bile, “Her kadın….hayatının en az bir bölümünde birilerinin –ister bir çocuk isterse bir hasta olsun- sağlık bakımından sorumludur; yani her kadın bir hemşiredir” (Nightingale, 1859, önsöz) diyerek görüşünü bildirmiştir. Bu türden basmakalıp düşünceler, hemşirelik mesleği açısından hem bir lütuf hem de sorun olmuştur. Toplum, kadınların bağımsız karar verme sürecine ya da bu sürece sınırlı katılımına olanak tanıyan otoriter rolleri benimsemesini mümkün kılmakta


KONU 1

HEMŞİRELİK MESLEĞİNİN GELİŞİMİNİ ETKİLEYEN TOPLUMSAL, FELSEFİ VE DİĞER TARİHİ GÜÇLER

9

ya da kılmamaktadır. Tarihte, iyileştirme sanatının tek uygulayıcısı olarak kadınların onurlandırıldığı dönemler ve aynı zamanda kadınların teslimiyetçi ya da itaatkar iyileştirme rollerine zorlandığı dönemler olmuştur.

Eski Zamanlar

Jeanne Achterberg’e (1990) göre, bir kültürün kozmolojisi, hastalık ve tedavinin köküne özgü inanışları dolaylı bir şekilde belirlemektedir. Bir kültürün kapsamlı inanış sistemi olan kozmoloji, evrenin yapısını, kökünü ve süreçlerini o kültürün insanları tarafından algılandığı şekliyle tanımlamaktadır. Kozmolojide tanrılar hakkında inanışlar vardır. Herhangi bir kültürde kutsanan tanrıların yapısı iyileştirmeye ilişkin geçerli inanışları doğrudan etkilemektedir. Achterberg eski kültürler ile ilgili olarak şunları ifade etmektedir: Tanrılar yeryüzünde yaşarken kutsallığın bir göstergesi olarak tüm gezegene tapılmaktaydı. Nehirler, kayalar ve özellikle de insanlar kutsal bir mekanın sakinleriydi. Canlı ve cansız dediğimiz şeylerin hepsi canlıydı ve birbiriyle ilişkiliydi. Bütün insanlar, ruhun nefesini solumakta ve ruhun sularından içmekteydi (s.188).

Bundan dolayı eski kültürlerde, tedavi eden kişi, yeryüzünün kutsal unsurlarıyla ve sağlık uygulamalarındaki ruh ile iç içeydi. Her kültür şifa vericilik mesleğini kutsallıkla ilişkili olarak ele almıştır. Eski zamanlarda iyileştirme uğraşı özel manevi yeteneklere sahip olduklarına inanılan kişiler tarafından yerine getirilmekteydi. Eski eserleri incelemek suretiyle, eski Sümer, Danimarka, Yunan kültürlerindeki ve diğer kültürlerdeki iyileştirme sanatlarının papazlar, rahibeler ve şamanlar tarafından kutsal törenlerle gerçekleştirildiği bilinmektedir. Bu eski iyileştiriciler, ilgili kültürlerin inandığı tanrıların yeryüzünde vücut bulmuş halini temsil etmekteydi (Achterberg, 1990). Eski Pers toplumunda üç tip iyileştirici grubunun olduğuna yönelik göstergeler bulunmaktadır: bıçakla tedavi uygulayanlar, şifalı bitkilerle tedavi uygulayanlar ve kutsal sözcüklerle tedavi uygulayanlar. Kutsal sözcüklerle uygulama yapanların en yüksek prestije sahip olduklarına inanılmaktaydı (Dolan, 1973). Arkeolojik kanıtlar eski kültürlerin tamamında iyileştirme uğraşının kutsallıkla ilişkilendirildiğini göstermektedir. Batı kültürü üzerinde büyük bir etkiye sahip olan eski İbrani öğretileri sağlık uygulamalarını dinin ayrılmaz bir parçası olarak görmekteydi. Musa’ya inanan toplumların sağlık kuralları kişisel, ailevi ve toplumsal yaşamın her alanında geçerliydi. Bu kurallarda dinlenmeye, uyumaya, temizliğe, hijyene ve doğum olayına ilişkin ilkeler bulunmaktaydı (Dolan, Fitzpatrick, & Herrmann, 1983). Kurallar gıdaların denetlenmesini, hastalıkların belirlenip kaydedilmesini, dışkı çıkarma yöntemlerini, kadın sağlığı ve hastalık yayabilecek kişilerin karantina altına alınmasını gerektirmekteydi. Özel el yıkama ve gıda bakım yöntemleri tanımlanmaktaydı.


10

BÖLÜM I İLKELİ DAVRANIŞ REHBERİ

İbrani toplumunda başpapaz, papaz-doktor rolünü üstelenmekte ve insanların başpapaza saygı duymaları telkin edilmekteydi. Bundan dolayı, eski İbranilerde sağlık konularında yapılması “doğru” olan şeyin belirleyicisi dini doktrindi. Eski zamanlarda, hüküm süren varlığın kadınsı, bi-seksüel ya da çift cinsiyetli bir yapısı olduğu dönemlerde, iyileştirme sanatlarının liderleri kadınlardı. Achterberg (1990) çoğu zengin ve yaygın kültürün kadınların saygın iyileştirici ve rahibe görevi üstlendiği çok eski zamanların bulunduğuna ilişkin kanıtlar bıraktığını ifade etmektedir. Dünya acımasızlaştıkça ve tanrılar erkeksi bir yapı üstlendikçe kadınların bağımsız ve birincil iyileştirici rolleri el değiştirmiştir.

Erken Hristiyan Dönem

Batı medeniyetindeki sağlık inanış ve uygulamaları üzerindeki en büyük dini etki muhtemelen Hristiyan döneminin ortaya çıkmasıyla baş göstermiştir. Hristiyan inanışının ve örgütlenmiş Hristiyan dininin sağlık tarihi üzerindeki etkisi çok yönlüdür. Hemşirelik tarihi üzerine yazılan ders kitaplarını incelemek ve yazarlar arasındaki çeşitli görüş farklılıkları bulunduğunu görmek ilginçtir. Sarkaç, Hristiyanlığın hemşirelik tarihi üzerindeki etkilerinin sadece olumlu yanlarını gösteren yazar eğilimlerinden, Hristiyanlığı hemşirelik mesleğinin gelişimini engelleyen, yıkıcı ve kadınlardan nefret eden bir güç olarak kınayan yazar eğilimleri arasında gidip gelmektedir. 1916 yılındaki ilk baskısından bu yana popülerliğini yitirmeyen bir hemşirelik tarihi metninde, Dolan, “İnsanoğlu ve evren, Yaratım planının yoğun bir şekilde ifa edilmesi sürecinde var olmak üzere yaratılmıştır” (1973, s.3) şeklinde yazmaktadır. Dolan, İsa’nın başkalarının bakımını yapmakla ilgili mesajlarını aşağıdaki şekilde tanımlamak için İncil’in Yeni Ahit’ini kullanmaktadır: (1) başkalarına bakmak İsa’ya bakmak demektir; (2) başkalarına bakmakla sevap kazanılır; (3) bencillik ve nefret dünyasında bile kişi Tanrı’yı ve komşusunu sevmelidir; (4) her insan, “en fakir ve sefil olanlar” bile, Tanrı’nın Krallığının önemli bir ferdidir, ve (5) herkesin bir değeri ve haysiyeti vardır. Bu örnekten de anlaşılacağı üzere, Batı toplumundaki hemşirelik metinleri çoğu zaman erken Hristiyan öğretilerinin hemşirelik uygulamaları ve hemşirelik mesleği üzerindeki egemen etkisini yansıtmaktadır. İlk dönemdeki Hristiyan hemşireler, çoğunlukla, yüksek toplumsal statüye sahip bağımsız uygulayıcılar olan kadınlardı. Pek çoğu hastaların ağırlanması ve bakılması amacıyla evlerinde özel mekanlar ayırmaktaydı. Bu mekânlara, İsa Odası denmekteydi (Dolan, 1973; Dolan ve diğerleri, 1983). Erken Hristiyan dönemdeki hemşireler her bir insanın özündeki değere yönelik bakım eylemi ve saygı göstermiştir. Yüzyıllar geçtikçe sağlık uygulamalarının takip ettiği yol değişmiştir. Jeanne Achterberg İsa’nın doğumundan sonraki ilk beş yüz yılı “fırtına öncesi sessizlik” olarak tanımlamaktadır. Bu yazar, “Bunlar sorunsuz zamanlardı. Din, Hristiyanlık öncesi ve pagan döneminden ve halk geleneklerinden gelen bileşenlerin tatmin edici ve egzotik bir karışımıydı” (1990, s.39) görüşünü be-


KONU 1

HEMŞİRELİK MESLEĞİNİN GELİŞİMİNİ ETKİLEYEN TOPLUMSAL, FELSEFİ VE DİĞER TARİHİ GÜÇLER

11

lirtmektedir. Zaman geçtikçe savaş ve hastalıklar ve dini dogmanın etkisi sağlık geleneklerinin gidişatını olumlu yönde değiştirmiştir. Dini inanış tek ve erkek bir tanrıya doğru ilerledikçe kadınların sağlık alanındaki rolü kutsal iyileştiricilikten çıkmış ve itaatkar hastabakıcılığa kaymıştır. İsa’nın yaşadığı dönemde kadınların iyileştirme sanatlarındaki konumu asgari düzeydeydi. Ataerkilliğe savaş açmak suretiyle İsa bu durumun sorgulanması gerektiğini belirtmiştir. Achterberg’e göre İsa, kadınlarla serbest bir şekilde görüşerek geleneğe meydan okumuştur. İsa, “Yahudi geleneğinden en şefkatli ve anaç imgeleri seçmiş ve tarihteki herhangi bir erkek tanrı kadar eş cinsiyetli olan bir Tanrı çıkarmıştır. Eski mezheplerin bazılarında Tanrı bir üçlemeden ziyade (baba-oğul-kutsal ruh) iki öğeli bir varlık (ana-baba) olarak bile görülüyordu” (1990, s.38). Sonuç olarak, kadınlar iyileştiriciler olarak yeni bir kabul kazanmıştı. Zekaları ve dini akıma yaptıkları katkı eski Hıristiyanlar arasında saygı uyandırıyordu. Ancak, güç ve saygı açısından ortaya çıkan bu yenilenme İsa’nın doğumundan sonra sadece birkaç yüzyıl sürdü.

Orta Ça¤

Orta Çağ başladığında çoğu insan dünyanın tahrip olmaya başladığına inanıyordu. Bu dönemde hastalıklar, geniş çaplı yiyecek kıtlıkları ve savaşlar birleşerek ortaya tahmin edilebilir bir süreç çıkardı: savaşlar çiftçileri topraklarından sürerek ekinlerini tahrip ediyordu; ekinlerin tahribatı kıtlığa neden oluyor ve bir hastalık ortaya çıktığında ilk kurbanlar aç ve zayıflar oluyordu (Cartwright, 1972). Kurulu sosyal yapı kötüye gidiyor ve dağılan toplumlar yaşadıkları kaosa çözüm bulmak ümidiyle feodalizme, manastır hayatına ve bazı bölgelerde de İslamiyet’e başvuruyordu. Bu dönemde manastır hayatı ve diğer dini gruplar, erkek ve kadınlara sadece hemşirelik mesleğinde kariyer fırsatları sunuyordu. Hastane hemşireliğinin çoğu kız-kardeş denilen tövbekar kadın ve dullar ile erkek-kardeş denilen erkek hemşireler tarafından yürütülüyordu. Dekonesler, matronlar (yönetici kadınlar) ve manastıra bağlı olmayan hemşire mezhepleri dini temelleri olan ve hemşirelik hizmetleri sunan organize gruplar arasında yer alıyordu. Dolan’a göre bu ilk hemşireler, Tanrı’nın, yaşamını yardıma muhtaçlara bakarak geçiren İsa’nın takip edilmesine yönelik verdiği emri yerine getirdiklerine inanıyorlardı. Çoğuna göre bu hizmet bir kurtuluş aracıydı. Dolan, 1633 yılında bir mektup yazan Sisters of Charity derneğinin kurucusu olan Saint Louise de Marilac’dan şu alıntıyı yapmaktadır: “Tanrı’nın hizmetinde manevi mükemmeliyetleri uğruna çalışmaya gönlü olmayanları istemiyoruz. Kişi, Tanrı’ya ve komşusuna hizmet etmekten başka bir niyetle gelmemelidir” (1973, s.100). Hemşire gruplarına katılan kadınlar varlıklarını ve zenginliklerini Roma Katolik Kilisesine bağışlıyorlar ve yaşamlarını hizmete adıyorlardı. “Hayır” işinin “aşkla” eş anlamlı olduğunu düşünen bu ilk Hıristiyanlar varlıklarını satarak her şeylerini Kiliseye ya da fakirlere veriyorlardı. Hemşirelik bakımı çoğunlukla köleler ve hizmetkarlar tarafından sağlanıyor-


12

BÖLÜM I İLKELİ DAVRANIŞ REHBERİ

du ve saygın kadın ve erkeklerin hemşire olarak hizmet verebilmesine yönelik tek fırsatı dini gruplar sunuyordu. Bir kültürün genel inanç sistemi üyelerinin çeşitli sağlık yöntemlerini ve sağlık uygulamalarını kabul etme derecesini etkilemektedir. Orta Çağda yürütülen iyileştirme sanatlarına ilişkin tarihi kayıtlar buna örnek verilebilir. Ampirik terimi gözlem ve deneyim yoluyla kazanılan başarıyla ilgilidir. Çoğu insanın, özellikle de kiliseyle ilgili olanların ampirik karşıtı inanışları bulunmaktaydı. Sonuç olarak, insanların dini tedavi, dini kalıntılara dokunma, kutsal yerlerin ziyaret edilmesi, ilahiler ve Kilise tarafından onaylanan diğer yöntemler yoluyla şifa aramaları daha olasıydı. O dönemki dini coşkudan dolayı, ampirik tedavinin (özellikle de Kilise tarafından açıkça kabul edilmemiş biri tarafından yapılıyorsa), başarılı olsa bile, şeytan tarafından sağlandığına inanılıyordu. Bunun nedeni, Kiliseye göre sadece Tanrı ya da şeytanın hastalığa neden olabilmesi ya da sağlık verebilmesiydi. Gittikçe etkisi artan Hıristiyan öğretisi şehvete karşı açılan aralıksız bir savaşa neden olmuştur. Achterberg (1990) Orta Çağda yaşayan insanların, ruhu onurlandırma adına “bedeni istekleri azaltmaları” gerektiğine inandığını söylemektedir. Fiziksel ihtiyaçlara çok az önem veriliyordu. İnsanlar kir pas içindeydi ve kötü kokuyorlardı. Kaba, kirli, yünlü kıyafetler ve etrafta sürekli bulunan kene ve pireler durumu daha da kötüleştiriyordu. Dolayısıyla, dini öğretinin doğrudan bir sonucu olarak, orta çağdaki sağlık bakım uygulamaları aslında hastalıkların yayılmasına neden olmuş, sağlık problemlerini artırmış ve etkin ampirik sağlık uygulamalarını sınırlandırmıştır. 1096 yılında başlayan ve yaklaşık iki yüzyıl süren Haçlı Savaşları insanların sağlığında önemli değişikliklere yol açmıştır. Bu kutsal savaşlar acınacak haldeki temizlik koşullarına, yorgunluğa, yetersiz beslenmeye, diyareye ve bulaşıcı hastalıkların yayılmasına neden olmuştur. Sağlık problemleri daha fazla hastane ve daha fazla sağlık bakım çalışanına yönelik bir talep doğurmuştur. Artan ihtiyacı karşılamak amacıyla askeri hemşire grupları oluşturulmuştur. Bu gruplar, çok sayıda erkeği hemşirelik alanına çekmiştir (Dolan, 1973). Haçlı Savaşlarının bir diğer doğrudan sonucu ise eski kalıntıların Kilise tarafından toplanması olmuştur. Sağlık mucizeleri potansiyeline sahip olduğuna inanılan savaş kalıntıları arasında Savaş şehitlerinin bedenlerinden parçalar bulunmaktaydı. Bunların satılması sayesinde Kilise önemli bir zenginlik ve güç elde etmiştir. Achterberg (1990) bu durumu eski Roma mitolojisine benzetmektedir. Bu mitolojide, çok sayıda ilahın, ölmüş azizlerin, bunların kalıntılarının ve onların kutsal mekanlarına yapılan hac ziyaretlerinin sağlığın anahtarı olduğuna inanılıyordu. Orta Çağın büyük kısmında, Roma Katolik Kilisesi, tüm Avrupa ülkelerindeki insanlar ve hükümetler üzerinde büyük bir etkiye sahipti. Çeşitli sağlık uygulamalarının uygunluğunu Kilise içindeki güçlü liderler belirliyordu. Doktorların, hemşirelerin ve ebelerin resmi olarak onaylanma işleri Kilisenin elinde bulunuyordu. Medeni kanun yaygınlaşmaya başladıktan sonra da, Kilise, yasa koymaya ve uygulayıcıları gözlemlemeye devam etmiştir (Achter-


KONU 1

HEMŞİRELİK MESLEĞİNİN GELİŞİMİNİ ETKİLEYEN TOPLUMSAL, FELSEFİ VE DİĞER TARİHİ GÜÇLER

13

berg, 1990). Bölümün devamında göreceğimiz üzere, bu güç, aynı zamanda kadınların toplumdaki statüsünü etkileyen dini öğretiyi kabul ettirmek için kullanılmıştır. Geçmişte hastaların fiili bir şekilde tedavi edilmesine yönelik kayıtlar değişiklik göstermekteydi. Dini gruplar tarafından işletilen bazı hastanelerde, hastalar, hoş misafirler olarak görülüyordu. Bazen insanlar içeri kabul edilmek için hasta numarası yapıyordu. Diğer yandan, bazı hasta grupları, hemşire gruplarının üyeleri tarafından bile insani olmayan şekilde tedavi ediliyordu. Bu hemşireler, görevlerinin, hastaların fiziksel ihtiyaçlarına yönelik değil de Tanrı’ya ve maneviyata yönelik olduğuna inansalardı; fiziksel, ruhsal ve konfora yönelik ihtiyaçlara karşı daha az duyarlı olabilirlerdi. Mental hastalığı olanların tedavisi yüzyıllar boyunca şeytanların onları ele geçirdiği ya da bu kimselerin günahlarından dolayı cezalandırıldığı görüşüne dayanmıştır (Dolan, 1973). Çoğu zaman zincirleniyorlar, aç bırakılıyorlar ve pis koşullar altında tutuluyorlardı. Deliliği defetmek için işkencenin yaralı olduğunun düşünüldüğü zamanlar bile olmuştu. Halkın mental hastalıklara ilişkin algısı, şeytanın kişiyi ele geçirmesi ve günahlarından dolayı cezalandırılması şeklindeki dini inançlara dayandığı için mental hastalığı olanlar insani olmayan şekillerde tedavi edilmiştir. Orta Çağda kadının statüsünde de bir düşüş yaşanmıştır. Çoğu açıdan bu durum doğrudan Kilise öğretisiyle alakalıdır. Ne gariptir ki Kilise tarafından “melek doktor” olarak bilinen St. Thomas Aquinas (Donahue, 1996) şöyle yazmıştır: Kişi “türün sürdürülmesi ile yemek ve içecek sağlamak için gerekli olan kadından sadece bir obje olarak yararlanmalıdır… kadın, erkeğin (yardımcısı) olmak için yaratılmıştır; ancak onun özel rolü sadece konsepsiyondur … diğer tüm hedefleri için erkek başka erkeklerden daha iyi yardım alabileceğinden dolayı” (Achterberg, 1990 s68’de, Aquinas’tan alıntı). Bu olaydan yüzyıllar önce başka bir Kilise lideri olan ve çoğunlukla matronların hemşire olarak anılmasına verdiği destekle bilinen St.Jerome, “kadınların kötülüğün kapısı, zalimliğin yolu, hainliğin bulaştırıcısı, tek kelimeyle çok tehlikeli bir nesne olduğunu” belirtmiştir (Heer, 1961, s.322). Bu dini liderler, yüzyıllar boyunca sürecek ve derin bir kadın düşmanlığı mirası bırakacak olan kadınlara yönelik işkencelerin temelini atıyorlardı. Orta Çağda dini hemşire grupları ve Kilisenin onayladığı manastıra bağlı olmayan hemşire grupları hemşire olmak isteyen kadınlara tek meşru yolu sunuyordu. Kilise bakirelik, yoksulluk ve hizmete adanmış bir yaşam şeklindeki idealleri popülerleştiriyordu. 13. yüzyılın sonunda bu gruplarda tahmini olarak 200.000 kadın hizmet veriyordu (Achterberg, 1990). Uyduruk revir ve kliniklerde hacılara hizmet veren kadın hemşire grupları özellikle Haçlı Seferleri sırasında kabul görüyordu. Çoğu zaman olduğu gibi, bu gruplar, erkek grupların altında yer alıyordu (Donahue, 1996). Ancak bazıları bu kadınların Kilisenin yapısı içinde bir dereceye kadar bağımsız, özerk bir grup olduğunu düşünüyordu. Onların dönemin sağlık bakımına katkı sağlamış olduklarından şüphe edilemez.


14

BÖLÜM I İLKELİ DAVRANIŞ REHBERİ

Orta Çağda, Kilise ve yeni oluşturulan tıp mesleği, ruhban sınıfından olmayan kadın iyileştiricilerin uzaklaştırılmasına aktif bir şekilde katılıyordu. Kadınlar üniversitelere alınmıyordu. Yaşamlarını dini hemşire gruplarına adamış olanlar hariç kadınların iyileştirme sanatlarını uygulamasına izin verilmiyordu. 13.yüzyılda öğretilerin yeniden canlanması nedeniyle Kilise bu yeni meslek üzerinde katı kontroller uygulamış ve kadınların bu uygulamayı yapmasını resmi olarak yasaklamıştır (Achterberg, 1990, s.15). Bununla beraber, bazı kadınlar hem evde hem de ev dışında gizli gizli iyileştirme sanatlarını uygulamaya devam etmiştir. Bu kadınlar nesilden nesile aktarılmış olan ampirik ve sezgisel bilgiyi kullanmışlardır Kadınların yapıları gereği özünde kötü oldukları popüler bir dini görüştü. Çocuk doğurmanın verdiği acının Havva’nın işlediği günahın bir cezası olduğuna ve kadınların özünde bulunan günahkar doğalarını hatırlatma işlevi gördüğüne inanılıyordu. Çocuk doğurma esnasında başkalarının acısını dindirmeye teşebbüs edenler katı bir şekilde cezalandırılıyorlardı (Achterberg, 1990). Sonraları, Havvanın İlk Günahı cadı avları esnasında binlerce kadının işkenceye uğramasını ve katledilmesini haklı çıkarmak amacıyla kullanılacaktı. Tıp mesleğine Kilise resmi bir şekilde onay veriyordu ve erkek doktorlar üniversite ortamında eğitim almaya başlamışlardı. Ancak bilimsel bilginin sınırlılığı söz konusuydu. Doktor sadece batıl inançlara dayalı hareket ediyordu (Ehrenreich & English, 1973). Üniversite eğitimi alan doktorlar kan alma yöntemini, astrolojiyi, simya ilmini ve büyücülüğü kullanmışlardır. Hastalarının neredeyse tamamı zengindi. Doktorların yaptığı tedaviler genellikle etkisiz, çoğu zaman da tehlikeliydi ve yoksullar çoğunlukla bu hizmetlerden yararlanamıyordu. Yoksul ve hasta insanları tedavi edenler çoğu zaman köylü kadınlardı (Enrenreich & English, 1973). Toplum içindeki bu kadınların, sözlü gelenek yoluyla nesilden nesle aktarılan tedavi yöntemleri hakkında yoğun bilgisi bulunmaktaydı. Ampirik gözlem, deneme ve değerlendirme yöntemleriyle uygulamalarını geliştiriyorlardı. Doktorlar batıl inançlara bağlıyken, bu kadınlar kemik ve kaslar, şifalı bitkiler, ilaçlar ve ebelik hakkında yoğun bir anlayış geliştirmişlerdi (Barstow, 1994; Ehrenreich & English, 1973). Bazı otoriteler toplum içindeki bu iyileştiricilerin aslında bir çeşit sihir ya da büyücülük uyguladığına inanıyordu. Diğerleri ise kadınların eski pagan dinlerine saygı gösterdiklerini ve (Kilise otoritelerine göre) şeytan karakteri üstlenen eski tanrılara ibadet ettiklerini tahmin ediyordu (Achterberg, 1990). Muhtemelen bu kadınlar; egemen halk inanışı doğrultusunda başkalarına bakmaktan öte bir şey yapmamışlardır. Neticede ortaçağ Avrupa’sındaki hemen hemen herkes sihrin gerçekliğine inanıyordu (Barstow, 1994). Bu durum, cadı avları şeklinde kadınlara karşı işlenen Kilise onaylı suçların temelini hazırlamıştır. Avrupa’yı silip süpüren cadı avları 14. yüzyıldan 17.yüzyıla kadar sürmüştür. Cadı avlarına neden olan hava savaş, hastalık ve yoksulluğun eleşti-


KONU 1

HEMŞİRELİK MESLEĞİNİN GELİŞİMİNİ ETKİLEYEN TOPLUMSAL, FELSEFİ VE DİĞER TARİHİ GÜÇLER

15

rel bir karışımı ile dini coşku, batıl inanç ve siyasi düzensizlikten oluşmaktaydı. Cadı yargılamaları Kilise, devlet ve ortaya çıkan tıp mesleği arasındaki organize bir ortaklık tarafından yürütülüyordu. Kadınlar, özellikle de kadın iyileştiriciler, hem Kilise hem de devlet açısından siyasi, dini ve cinsel bir tehdit oluşturuyordu. Batıl inanç ve sihre olan yaygın inanış, kadınlara karşı işlenen korkunç suçlara olanak tanıyordu (Achterberg, 1990; Barstow, 1994; Ehrenreich & English, 1973). Almanya’yı cadılardan arındırmak için arkasında papa onayı olan Dominik engizisyon mahkemesi üyeleri Kramer ve Sprenger Malleus Maleficarum’u yazmışlardır (Barstow, 1994). Cadı avına yönelik kılavuz niteliğindeki bu kitapta, Kramer ve Sprenger, kin dolu, kadın ve seksüellik düşmanı görüşler belirtmiştir. Yazarlar, kadınların “yalancı, erkeklerden daha batıl inançlı, daha hassas, zalim kafalı ve aralıksız erkek denetimine muhtaç” olduklarını iddia etmişlerdir (Barstow, 1994. s.172). “Bir kadın eğitim almadan tedavi uygulamaya cüret ediyorsa, o bir cadıdır ve ölmelidir” (Ehrenreich & English, 1973.s.19 içinde Kramer & Sprenger); “Kimse Kiliseye ebelerden daha fazla zarar veremez” (s.19). Yazarlar aynı zamanda şunları ifade etmiştir: “Kadın yalnız başına düşündüğünde, düşündüğü tek şey kötülüktür… Kadınlar zeka açısından çocuk gibidirler” (Barstow, 1994, s.172 içinde Kramer & Sprenger). Kramer ve Sprenger, cadılığı, Tanrıya ihanet ve kadın ayaklanması olarak tanımlamıştır. Barstow’a göre, “bu belge, kadınlardan korkuyu, onlara karşı nefreti ifade etmekte ve ‘erkek cinsiyetini şu ana kadar böylesi büyük bir suçtan koruyan’ Tanrı’ya şükranla son bulmaktadır” (1994, s.62). Melleus Maleficarum, 1486 ve 1669 yılları arasında dört dilde yayınlanmıştır ve en az 29 baskısı olmuştur. Peki kadınlara yüklenen suçlar neydi? Hastalığı tedavi eden her kadın, hatta hasta çocuğunun cildine yatıştırıcı merhem süren kadın bile cadılıkla suçlanıyordu. Eğer tedavi başarısız olursa, hastayı lanetlediği düşünülüyordu. Başarılı olursa ise şeytanın arkadaşı olduğuna inanılıyordu. Her ne kadar kadınların ebelik yapmasına izin veriliyor olsa da (kimse bu işi yapmak istemezdi), bu kadınlar anne ya da bebekte bir sorun olması durumunda cadılıkla suçlanma tehlikesi altındaydı. Cadı yargılamaları sırasında kaç kadının öldürüldüğünü kimse bilmiyordu. Kayıtlar tutulmuş olsa da çok kötü nitelikteydi. Çoğunlukla isimlere yer verilmemekte ve bazen de hüküm ve ceza kaydedilmemekteydi. İdam edilenlerin sayısına ilişkin yetkilililerin tahmini 200.000 civarındadır. Bazı tahminler bu rakamın 10 milyona kadar ulaştığını iddia etmektedir. Öldürülenlerin yüzde 85-95’ini kadınlar oluşturuyordu (Barstow, 1994). 12.yüzyılda Rusya’daki bir cadı avı esnasında yetkililer tüm kadınları bir alanda toplamışlardı. Bazı küçük Avrupa kasabalarında neredeyse hiç kadın kalmamıştı (Achterberg, 1990; Barstow, 1994; Ehrenreich & English, 1973).


16

BÖLÜM I İLKELİ DAVRANIŞ REHBERİ

KENDİNİZE SORUN

fltirme mi Büyücülük mü? ‹yileflt

Kendinizi 16.yüzyılda küçük bir çocuğun ebeveyni olarak hayal edin. İyileştirme bilgisinin orjini

hakkında Kilise öğretisine inanıyorsunuz. Aileniz ve komşularınız da bölgedeki artan büyücülük probleminin farkındalar. Çocuğunuz hastalanıyor ve sizin de aklınıza annenizin zamanında aynı hastalık için kullandığı bir çözüm geliyor.

• Açık bir şekilde çocuğunuzun sıkıntısını gidermeye teşebbüs ederek cadılıkla suçlanma riskine girecek misiniz?

• Bu kararı alma sürecinde nasıl hisler içinde olurdunuz?

Cadı avlarının Avrupa toplumu üzerindeki etkisini anlamak hayli zordur. Aşağılanma, işkence, çirkinleştirilme ve diğer kadınların ölümü kadınlar tarafından sessizce izlenmiştir. Barstow kadın cinsiyetinin yapıları itibariyle kötü olduklarına yönelik bu toplum inanışının kadınları aşağıladığına ve korkuttuğuna inanmaktadır. Hem suçlananlar hem de bu süreçlere şahit olanlar işkence ve idam cezalarını önleyemeyecek kadar güçsüz olduğu için, cadı çılgınlığı, kadınların yapabileceklerine ve güçlerine olan inançlarını zayıflatmıştır. Aslında, muhtemelen tüm toplumun çıkarımı bu yöndeydi. Achterberg; “kadınlara herhangi bir ülkede bir daha asla tam vatandaşlık verilmedi ve iyileştiricilik mesleğindeki rolleri de eski durumuna kavuşmadı” şeklinde görüşlerini yazar (1990, s.98). Bu korkunç dönem bittikten sonra bile kadınların Avrupa ülkelerinde yasal olarak sağlık mesleklerinde çalışması yasaklanmıştır. Bu durum, iktidardaki sınıfların koruması ve patronluğu altında erkeklerin yetkili sağlık çalışanları olduğu bir ortamı beraberinde getirmiştir (Ehrenreich & English, 1973). Her ne kadar cadı avlarına ilişkin anlatımlar çoğu bilinen hemşirelik tarihi metinlerinde olmasa da, bu olaylar, muhtemelen, mesleğin geleceğini diğer unsurlara oranla daha fazla etkilemiştir. Enrereich ve English’in yazdığı gibi, “Bizim tarihimizin bir konusu olması gerekiyordu” (1973, s.6).

Rönesans ve Reform

16.yüzyıl iki büyük hareketin başlangıcının habercisi olmuştur: Rönesans ve Reform. Devrimsel bir ruh ve bilgi arayışından kaynaklanan Rönesans bilimsel dönemi başlatan zihinsel bir yeniden doğuşu ortaya çıkarmıştır. Reform ise, Kilise yaşamının bir parçası olan yaygın istismarların ve dini liderler arasındaki öğreti anlaşmazlıklarının başlattığı dini bir harekettir (Donahue, 1996). Rönesans, iyileştirme sanatlarında bilimsel bir devrimi ve yeni bir dönemi teşvik etmiştir. Kilise kontrolünden yavaş yavaş kurtulmaya başlayan bilim-


KONU 1

HEMŞİRELİK MESLEĞİNİN GELİŞİMİNİ ETKİLEYEN TOPLUMSAL, FELSEFİ VE DİĞER TARİHİ GÜÇLER

17

sel toplum, matematik ve bilim alanında ilerleme kaydetmiştir. Rene Descartes, akıl ve bedenin birbirinden ayrılmasına ilişkin felsefi fikirleri hızlı bir şekilde değişime uğratan bir kuram geliştirmiştir. Descartes, evrenin fiziksel bir şey olduğunu ve evrendeki her şeyin incelenebilen ve anlaşılabilen bir makine gibi olduğunu ileri sürmüştür. Daha da ileri giderek, akıl ve bedenin ayrı varlıklar olduğunu (Durant, 1926) ve insanların kontrolleri altına almaları gereken bir nesne alemiyle karşı karşıya olduğunu savunmuştur (McCarthy, 1990). Descartes’in çalışmalarına dayanan Kartezyen felsefe insanlığın fiziksel ve manevi alanlarıyla ilgili dini inanışların yerini almıştır. Bunun doğrudan bir sonucu olarak, sağlık işlemlerinde bakım ve tedavi eylemleri arasında da bir ayrım meydana gelmiştir. Bu felsefe bilimleri geliştirmiş ve bilimsel araştırmayı mümkün hale getirmiş ancak hemşireliğin statüsünü henüz yeterince iyileştirememiştir. Achterberg bu dönemi önemli bir dönüm noktası olarak tanımlamaktadır. Yazar, Kartezyen felsefe ile ilgili olarak “Ruhun artık madde içinde olmadığı görüldüğünde fiziksel olan şeylere duyulan saygı ortadan kalkmaktadır. Bundan dolayı tıp artık kendisini, insanların acı ve tehlike içinde kendilerini gördüğü ve en çok istenilen şeyin üstünlük olduğu kutsal mekanlarda çalışıyor olarak görmemekteydi” demiştir (1990, s.103). Kartezyen felsefe popülerleştikçe hemşirelerin sağlık bakım sistemindeki konumu sadece “bakım” alanında sınırlandırılmıştır. İyileştirme sanatlarında, tedaviyle karşılaştırıldığında bakıma daha düşük bir değer verilmekteydi. Bazıları bu mirasın bugün hala hemşirelik alanında devam ettiğini iddia etmektedir.

DÜŞÜNÜN

Etik Kararlar› Vermek Kimin Hakk›d›r? Etik karar verme yaln›zca doktorun yetki alan› içinde de¤ildir. Hemflireler duruma daha iyi haz›rl›kl› olabilir ve hastalar ve aileleri ile ahlaki problemleri tart›flma noktas›nda daha çok f›rsat elde edebilirler. • Doktorun, hemflirelerin (ve belki hasta ve ailenin de) karar verme sürecine kat›lmas›n› engelleyerek etik karar verme sürecini yürütmede sadece kendisini yetkili gördü¤ü bir örnek tan›mlayabilir misiniz?

• Belirli bir durumda yapabilecek önemli bir katk›n›z oldu¤unu düflündü¤ünüzde ve fikriniz önemsenmedi¤inde nas›l tepki verirsiniz? • Hemflirelerin yo¤un “boyun e¤dirme” miras›n›n üstesinden nas›l gelebilece¤ini düflünüyorsunuz?

Reform Kilisede bir bölünmeye neden olmuştur. Yaygın istismarlar ve Kilise liderleri arasındaki görüş ayrılıkları Avrupa genelinde Katolik ve Protestan gruplar arasında bir mücadeleye neden olmuştur. Sonuç olarak Katolik


18

BÖLÜM I İLKELİ DAVRANIŞ REHBERİ

düşünce çoğu ülkede güç kaybetmiştir. Protestan ülkelerdeki yasa ve gelenekler, yoksul ve zayıfların insancıl bir şekilde bakılması fikrini onaylamıyordu (Donahue, 1996). Dolayısıyla dini hemşire grupları hastanelerden çıkartıldı. Çoğu hemen kapandı. Bu dönemde hastaneler korku mekânları haline geldi. Dini hemşire gruplarının yerini alacak kalifiye bir grup yoktu. Niteliksiz ve istenmeyen türden kadınlara hemşirelik görevleri verildi. Koşulların en kötü olduğu dönem, “Hemşireliğin Kara Dönemi” olarak adlandırılan 1550 ile 1850 arası yıllardı. Bu dönemde hastanelerdeki hemşirelik bakımı, iyileşmekte olan hastalar, hayat kadınları, mahkûmlar ve sarhoşlar tarafından yürütülüyordu (Donahue, 1996). Dünyanın değişmesine rağmen, cadı avları Reform dönemini de içine alan bir zaman dilimi boyunca devam etti. Cadı yargılamaları bittikten sonra kadınların yaşamında günden güne az bir değişim yaşandı. Kadınlar her ne kadar cadı avlarının neden olduğu korkudan kurtulmuş olsalar da erkeklerin altı bir konumda yaşamaya devam ettiler. Çoğunlukla herhangi bir mesleğin yasal üyeleri olmalarına izin verilmiyordu.

MODERN DÖNEM

Bugün bildiğimiz anlamda hemşirelik modern dönemde ortaya çıkmaya başlamıştır. Modern hemşireliğin kurucusu Florence Nightingale (1820-1910), Rönesans ve Reform dönemlerinin etkisini yansıtıyordu. Nightingale, hemşireliği kilisenin sınırlarından kurtarma mücadelesi vermiştir. Kendisi bu mücadeleye “aşırı meşgul annelik” tanımlamasını yapmıştır” (Roberts & Group, 1995). Nightingale kişilik olarak gizemli olmayı sürdürmektedir. Hemşireliği Kilise’den bağımsız bir meslek olarak görmüş, ancak kariyerine mistik bir tecrübenin sonucunda başlamıştır (Simkin, 2006). Nightingale’e göre, Tanrı kendisiyle 16 yaşındayken 4 defa konuşmuş ve onu hizmete çağırmıştır (Selanders, 1998b). Kırım Savaşı’nda yaşadıkları, Tanrı’dan çağrı diye tanımladığı ikinci vahyin doğrudan bir sonucudur (Dossey, 2000; Showalter, 1981). Her ne kadar hemşire programlarına kabul edilmede Kilise bağlantısının bir kriter olmasına karşı olsa da, kendilerine çalışmak, çalışmak ve çalışmak konusunda nasihat verdiği ve “cefa yoksa sefa da yoktur” (Achterberg, 1990; Selanders, 1998b) dediği öğrencileriyle olan münasebetlerinde dini inanışları kendini açık bir şekilde belli ediyordu. Aynı zamanda, Nightingale’in hemşireliği “akıl ve bedenin bakımı” şeklinde tanımlaması, bu iki insan alanına yönelik ayrıma dayanan Descartes felsefesini reddettiğini göstermektedir. Florence Nightingale, bütün hemşireler için bir model olmuştur. Nightingale bir hemşire, istatistikçi, sağlık uzmanı, toplumsal reformcu ve alimdi. Politik bir şekilde akıllı, becerikli ve amacında kararlıydı. Kabul gören Viktoryen toplumsal düzenin aksine Nightingale, ahlaki konulara cesaret ve sağlam


KONU 1

HEMŞİRELİK MESLEĞİNİN GELİŞİMİNİ ETKİLEYEN TOPLUMSAL, FELSEFİ VE DİĞER TARİHİ GÜÇLER

19

bir inançla yaklaşmıştır. Kadın hakları konusunda güçlü fikirleri olan Nightingale kurulu erkek egemenliğine meydan okuma konusunda gecikmedi. Kadınların kariyerleri olması önündeki sınırların kaldırılması mücadelesini verdi (Simkin, 2006). Yazdıkları, hemşirelerin, “kadın için uygun olsa da olmasa da doğru olan neyse onu yapmalarına” ilişkin öğretiler içeriyordu (Nightingale, 1859, s.76). Bazıları Nightingale’in feminist olmadığını iddia etse de, yazıları, kadınların toplumsal yapı içerisinde daha önemli bir yere sahip olması gerektiğine inandığını göstermektedir. Şöyle yazmıştır: “Tutku, zeka ve ahlaki etkinlik- kadınlar bu üç şey açısından hiçbir zaman doyum sağlamamıştır. Bu soğuk ve baskıcı geleneksel ortamda bunlar tatmin edilemez” (Nightingale, 1852/1979, s.29). Kadınların akla ve ruha sahip olmadığı ve dünyaya sadece erkeklerin çıkarları ve zevkleri için getirildiği şeklindeki popüler Kartezyen görüşe katılmadığı bir gerçektir (Roberts & Group, 1995). Hemşirelik mesleğinin büyük modern liderlerinden biri de Lavinia Lloyd Dock’dur (1858-1956). Radikal bir feminist olarak kabul edilen Dock kadın hakları konusunda toplumsal protesto, grev ve yürüyüşlere aktif bir şekilde katılmıştır (Roberts & Group, 1995). Hemşireliği esaret altına alan problemlerle ilgileniyor, sağlık alanındaki erkek egemenliğinin hemşirelik mesleğini bekleyen büyük bir sorun olduğu konusunda uyarılar yapıyordu. Lavinia Dock’un çağdaşları onun endişelerini görmezden gelmiş ve 21. yüzyıl hemşireleri kendilerini aynı sorunlara karşı savaşır halde bulmuştur. 1900’lü yılların ortaları hemşireler açısından büyük ilerlemeleri beraberinde getirmiştir. Hemşireler mesleki, toplumsal ve siyasi alanlara girebilmiştir. Her ne kadar yandaşçı ve boyun eğdirmeci politikaların yeniden nüksetmesi hemşirelik mesleğini etkilemeye devam etmiş olsa da, 21.yüzyıl kadınları politik açıdan daha etkin bir konuma erişmiştir. Kadın hareketi, kadınların maruz kaldığı yanlışlıkların düzeltilmesine yönelik siyasi, toplumsal ve ekonomik eylemlerin alınmasını teşvik etmiştir. Roberts ve Group (1995) şöyle yazmaktadır: “Hemşirelerin ezilen ve baskı altına alınan kesim olarak statülerine yönelik algıları yükseltildi ve bu da bazı hemşirelerin rollerine ilişkin basmakalıp görüşleri radikal bir şekilde yıkmayı ve riskli davranışlar göstermeyi savunmalarına neden oldu” (s.187). Bu meslek meşru bir sağlık bakım gücü olarak kabul görmüştür. 1958 yılında, Amerikan Hemşireler Birliği (ANA) ile Amerikan Tıp Derneği (AMA) arasında ilk aracı komite kurulmuştur. 1964 yılında gruplar arasında tarihi açıdan çok önemli bir ortak konferans düzenlenmiştir. Federal politika oluşturma sürecine katılan hemşirelik mesleği 1965’te Medicare’in imzalanması ile temsil edilmiş ve daha sonra 1997 yılında uygulayıcı hemşireler (hemşire) ve klinik uzmanlarına (uzman hemşire) yönelik Medicare tazminatını onaylayan federal yasadan faydalanmıştır (Zolot & Nelson-Hogan, 2000). 20. yüzyılın ikinci yarısında artık boyun eğdirme politikasına maruz kalmayan çoğu hemşire bağımsız sağlık bakımı hizmeti sunmaya ve kurumsal ve siyasi açıdan liderlik rolleri üstlenmeye başlamıştır. Sağlık bakımında bır krizin varlığını hisseden ve kapsamlı, erişilebilir ve ekonomik sağlık bakımı-


20

BÖLÜM I İLKELİ DAVRANIŞ REHBERİ

na yönelik ihtiyacı fark eden toplum, yerleşik kurumları hemşireleri genişletilmiş rollerde daha fazla kullanmaları yönünde zorlamıştır. Sağlık bakımının az bulunan bir kaynak olduğu toplumdan etkilenen hemşirelik uygulayıcıları, hemşire ebeler ve diğer ileri düzey hemşireler kendilerini bağımsız profesyoneller olarak ortaya koymaya başlamıştır. Bu şartlar altında 21.yüzyıla giren Batı kültüründeki hemşirelik mesleği, geçmişin dini/spiritüel ve kültürel etkileriyle şekillenmektedir. Her ne kadar çoğu hemşire sağlık mesleklerinin tam bir üyesi olarak uygulama yapmanın önündeki engellerin üstesinden gelmiş olsa da, bazıları ataerkil ve kurumsal hiyerarşi içindeki mücadelelerini sürdürmektedir. Sağlık eyleminin hem bakım hem de tedavi yönlerine yönelik meşru bir ihtiyacın olduğunu kabul eden hemşireler statülerini iyileştirmek ve geçmişin sorunlarının tekrarlanmamasını sağlamak için beraber çalışmak durumundadır. Günümüzün sağlık bakım sisteminde hızlı değişimler deneyimlenmektedir. Bakım yönetimi ve diğer sağlık bakımı reform programları hemşireler açısından fırsatları ve sorunları beraberinde getirmektedir. Profesyonel hemşirelerin bu sistemler içindeki konumu henüz sağlam olmaktan çok uzaktır. Geçmişte yaşananlardan ders çıkaran hemşireler yeni kazandıkları profesyonel olarak tanınmaya yönelik tehditlere ilişkin zeki bir farkındalığa sahip durumdadır.

ÖZET

Hemşirelik belirli sağlık ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla toplumun gereksinimlerinden ortaya çıkmış bir meslektir. Bu meslek topluma aittir ve bundan dolayı da var olma nedeni olan insanların gereksinimlerini karşılama yükümlülüğündedir. Bu sebeple hemşirelerin bireysel olarak, mesleğin topluma vermiş olduğu sözü yerine getirme zorunluluğu bulunmaktadır. Hemşirelik mesleği bütün kültürlerde spiritüel ve dini uygulamaların çeşitli yönlerinden derin bir şekilde etkilenmiştir. Hem iyileştiriciliğin doğası hem de iyileştirme eylemi yaygın olan evren biliminden etkilenmektedir. Son iki yüzyıla kadar iyileştirme etkinliği yoğun bir şekilde kutsallıkla ilişkilendiriliyordu. Dini kurumlar mesleğin parametrelerini ve bazı grupları kabul etmek ya da bazı grupları hariç tutmak suretiyle üyelik durumunu etkiliyordu. Kadınlar her kültürde iyileştirme rolünü üstlenmiştir. Hemşirelik büyük ölçüde bir kadın mesleği olduğu için kadınların toplum içindeki statüsü hemşirelerin sağlık bakım sistemindeki yerini belirlemede önemli bir faktör olmuştur. Kadınların toplumdaki statüsü, eğitim, düşünme ve bağımsız hareket etme ve iyileştirme sanatlarına tam bir şekilde katılma noktasında kendilerine verilen özgürlüğün doğrudan belirleyicisidir. Tarihte kadınlara özgürlük ve sorumluluk verildiği dönemler ve yine kadınların boyun eğmiş bir halde yaşadıkları karanlık dönemler olmuştur. Günümüz hemşireliği bir dönüm noktasındadır; geçmişteki çoğu sınırlandırmadan kurtulmuştur, ancak halen bir meslek olarak tam bir güç ve otoriteye kavuşmamıştır.


KONU 1

HEMŞİRELİK MESLEĞİNİN GELİŞİMİNİ ETKİLEYEN TOPLUMSAL, FELSEFİ VE DİĞER TARİHİ GÜÇLER

21

KONUNUN ANA HATLARI

• Tarih boyunca, spiritüel inanışlar, dini uygulamalar, kültürel normlar ve siyasi faktörler hemşireliğin gelişimindeki değişiklikleri etkilemiştir. Bu faktörler hemşirelik uygulamasını etkilemeye bugün de devam etmektedir. • Toplumsal gereksinim bütün mesleklerin var olmasında bir kriterdir. • Bireyler ya da gruplar başkalarının ihtiyaçlarını karşılamak istediğinde ahlaki düşünce ortaya çıkmaktadır. • Hemşirelik uygulaması başkalarının sağlık bakımı ihtiyaçlarını karşılamaya yoğunlaşmaktadır; bu yüzden hemşirelik uygulamasının kökü ahlaki düşüncedir. • Meslekler toplumun ihtiyacını karşılamak için var olurlar. • Toplum, belirlenen parametreler dahilinde profesyonellere özgün uygulama hakkı tanımaktadır. • Profesyonellerin topluma karşı becerili bir şekilde mesleklerini yürütmek şeklinde karşılıklı bir görevi vardır. • Hemşirelik büyük ölçüde bir kadın mesleği olduğu için kadınların toplumsal statüsü mesleğin statüsünü etkilemektedir. • Hemşirelik mesleğinin statüsü, üyelerin özgürlük ve sorumluluk ile uygulama yapabilme becerisini belirlemektedir.

TARTIŞMA SORULARI VE AKTİVİTELER

1. Hemşirelerle, doktorlarla ve bakım yapanlarla konuşun. Bazı insanların neden yardıma muhtaç kimselere yardım etmek istediğini sorun. Sınıf içinde yanıtları analiz edin ve karşılaştırın. 2. Tıp ve hemşirelik mesleğinin ayrılmasına neden olan tarihsel gelişmeleri tartışın. Bu mesleklerin sınırlarına ilişkin ayrımlar nasıldır? Bugün sınırları nasıl değiştirirdiniz? 3. İnternette Florence Nightingale hakkında araştırma yapın. http:/www.sparcatus.schoolnet.co.uk/REnightingale.htm adresinden resimler ve kısa bir tarihçe bulunabilir. 4. Kadınların geçmişteki rolü ve hemşirelerin statüsü arasındaki ilişki nasıldır? 5. Kadınların günümüzdeki rolü ve hemşirelerin statüsü arasındaki ilişki nasıldır? 6. Birkaç tane emekli hemşire arayın. Onlardan, 1900’lerin ortasında hemşireler ve doktorlar arasındaki ilişkiyi tanımlamalarını isteyin. Bu durum, aynı dönemde kadınların toplumdaki rolleri ile nasıl bir ilişki içindeydi?


22

BÖLÜM I İLKELİ DAVRANIŞ REHBERİ

7. Bugünkü sağlık bakım sistemi içindeki hemşirelerin rolü ile klinik ortamda etik karar verme sürecindeki rolleri arasındaki ilişkiyi tanımlayın. 8. Hemşirelik mesleğinin gelecekte sağlık bakım sisteminde otoriter bir rol elde etme ve bu rolü sürdürme noktasında önünde bulunan zorlukları tartışın.

KAYNAKLAR

Achterberg, J. (1990). Woman as healer. Boston: Shambhala.

American Nurses Association. (1980). Nursing: A social policy statement. Kansas City, MO: Author.

American Nurses Association. (1996). Nursing’s social policy statement. Washington, DC: Author.

Barstoj, A.L. (1994). Witchcraze: A new history of the European witch hunts. San Francisco: HarperCollins. Cartwright, F.F (1972). Disease and history. New York: Dorset Press.

Dolan, J.A. (1973). Nursing in society: A historical perspective (13th ed). Philadelphia: Saunders.

Dolan, J. A., Fitzpatrick, M.L., & Herrmann, E.K. (1983). Nursing in society: A historical perspective (15th ed). Philadelphia: Saunders. Donahue, M.P. (1996). Nursing: The finest art. St. Louis, MO: Mosby. Dossey, B. M. (2000). Florence Nightingale: Mystic, visionary, healer. Springhouse, PA: Springhouse.

Durant, W. (1926). The story of philosophy. New York: Washington Square Press.

Ehrenreich, B. & English, D. (1973). Witches, midwives, and nurses: A history of women healers. New York: The Feminist Press. Freire, P. (2000). Pedogogy of the oppressed (30th anniversary ed.). New York: Continuum.

Fulton, Y. (1997). Nurses’ views on empowerment: A critical social theory perspective. Journal of Advanced Nursing, 26, 529-536. Habermas, J. (1971). Communication and the evolution of society. Boston: Beacon Press.

Harden, J. (1996). Enlightenment, empowerment and emancipation: The case for critical pedagogy in nurse education. Nurse Education Today, 16(1), 32-37.

Hedin, B. A. (1986). A case study of oppressed group behavior in nurses. Image: Journal of Nursing Scholarship, 18(2):53-57.


KONU 1

HEMŞİRELİK MESLEĞİNİN GELİŞİMİNİ ETKİLEYEN TOPLUMSAL, FELSEFİ VE DİĞER TARİHİ GÜÇLER

23

Heer, F. (1961). The medieval world. New York: New American Library.

Honderich, T., (Ed.). (2005). The Oxford companion to philosophy (2nd ed). Oxford, England: Oxford University Press.

Houser, N. & Kloesel, C. (Eds.). (1992). The essential Peirce: Selected philosophical writings (Vol. 1). Bloomington: Indiana University Press.

Jameton, A. (1984). Nursing practice: The ethical issues. Englewod Cliffs, NJ: Prentice-Hall.

Kloesel, C.J.W. (Ed.). (1986). Writings of Charles S. Peirce: A chrnological edition. Bloomington: Indiana University Press.

McCarthy, T. (1990). The critique of impure reason. Political Theory, 18(3), 437-469

Nightingale, F. (1859). Notes on nursing: What it is, and what it is not. London: Harrison & Sons. Nightingale, F. (1979). Cassandra. Old Westbury, NY: Feminist Press. (Original work published 1852)

Roberts, J. I., & Group, T.M. (1995). Feminism and nursing: An historical perspective on power, status, and political activism in the nursing profession. Westport, CT: Praeger.

Roberts, S. J. (1983). Oppressed group behavior: Implications for nursing. Advances in Nursing Science, 5 (4), 21-30. Selanders, L.C. (1998a). Florence Nightingale: The evolution and social impact of feminist values in nursing. Journal of Holistic Nursing, 16(2): 247-263.

Showalter, E. (1981). Florence Nightingale’s feminist complaint: Women, religion, and suggestions for thought. Journal of Women in Culture and Society, 6, 395-412 Simkin, J. Florence Nightingale. (2006). Retrieved February 16, 2006, from http://www.spartacus.schoolnet.co.uk/REnightingale.htm

Stevents, P.E. (1989). A critical social reconceptualization environment in nursing: Implications for methodoloy. Advances in Nursing Science, 11(5), 56-68. Zolot, J.S., & Nelson-Hogan, D. (2000). News. American Journal of Nursing, 100(10), 32-37.


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.