O ELİ BİR İNDİRMEYEN FANZİN
ağustos ‘13 | sayı üç
Şuramızda bir şey var acıya benzer, umuda benzer. Böyle günlerde her şey hem acıya hem umuda benzer.
UNUTURSAK KALbimiZ KURUSUN
Jargon
BASLARKEN Selam, n’aber? Jargon Fanzin çıktığı yolda 3 adımı atıyor. Ancak bu sayı “bağzı” sebeplerden ötürü sadece online olarak yayınlanacak. O sebepler ise kısa ve öz; para yok. Maalesef bildiğiniz üzere kapitalizmin boynumuza geçirdiği dişlerden kurtulmaya çalışarak yaşıyoruz. Yola çıkarken de desteğimiz yoktu hala da yok. Eylül sayısını basılı olarak da sunabilmek adına bu sayıyı online olarak hazırlamaya karar verdik. Mazur görmenizi istiyoruz, görmeniz lazım, yapın bir şeyler. Mesela kendiniz bir fotokopiciye gidip çıktı alabilirsiniz. Biz de farklı bir şey yapmıyoruz zira. Her neyse bu konuyu hallettiysek devam ediyorum. Jargon’un Ağustos 2013 sayısı genç yaşta kaybettiğimiz Arkadaş Zekai Özger’e adanmıştır. 1973’ün Mayıs’ında beyin kanamasından öldüğünde henüz 25 yaşındaydı. Herkesin biraz şair olduğu(hâlâ da öyledir) o dönemde gerçekten günümüze kadar gelebilmeyi hak etmiş, şiirin ciğerine yeni bir soluk olmuş bir adamdı. Sakalsızdı. Huzur içinde yatsın, selam olsun, beklesin geleceğiz yanına illa ki. Bundan sonra daimi geçerli olan bazı değişiklikler yapma zamanı gelmişti yapıyoruz. Sonrasını niye anlatıyorsam artık, kim garanti verdi diğer sayının çıkacağına, orası da ayrı bir alem ya neyse. Okurların da yazmak istemesi sonucu epey şiir-deneme geliyor. Yayınlıyoruz elimizden geldiğince bir ayrım yapmaksızın. Ancak yine mazur görürseniz (görmezseniz ne olacaksa sanki?) bundan sonra gelen yazılar-şiirler-şeyler “Okurun Jargonu” köşesiyle yayınlanacak. Ana yazar kadromuz belli zira, böyle bir ayrım bizim açımızdan yararlı olacaktır, okur açısından da elbette. Üstteki fotoğrafın sahibi de bu arada unutmadan belirteyim; Mustafa Dedeoğlu. İçeriğe gelecek olursak, neyse ona da siz bakıverin. Görüşmek umuduyla.
3
Jargon
Muhteviyat PEKI ZEKI MUREN DE BIZI GORECEK MI? – AHMET KESKINKILIC……………………………………………......5 Anne bu tanKIN PALETLERI PISMEMIS – BAHA OZTOP…………………………………………………………… 7 HIC OLMAYAN KITAPLARDAN HIC OLMAYAN ALINTILAR II – ADEM OSLU……………………………………8 ALKOLLU ZEMZEM SERISI – PAYIDAR ZARAMAN ……………………………………………………………………..9 SESIMI DUYAN VAR MI? – TUNCAY KIZILASLAN………………………………………………………………………..11 Sincan'dayken Tren Ve AklImda YalnIz Sen Varken – ALI LIDAR……………………………………14 Bisikletli Zombiler ve Mahalle ozlemi Hakkinda ruya – AHMET KESKINKILIC……………..15 Sevmenin Apolitik TaNIMI – HASAN AY………………………………………………………………………………..17 GÖGüs Kafesimizdeki O KISIsel Yumru – SABRI ÖZAY…………………………………………………………19 ALMAN SINEMASINA YUZEYSEL BIR BAKIS – ISMAIL ALTUNTAS………………………………………………20 RUS DANSI – SULEYMAN GENCAVER………………………………………………………………………………………...22 Mary Boleyn Üzerine - GÜLSAH ATES………………………………………………………………………………….23 REVOlver – GÜN ÖZ………………………………………………………………………………………………………………..24 ÜSTÜME DEVRILEN TÜM YASAKLARA – TUNCAY KIZILASLAN…………………………………………………..25 SARHOS OLSAK YA? = NEVIN CEREN TURGA…………………………………………………………………………….26 REY – RAMAZAN OZTURK……………………………………………………………………………………………………….27 RESSENTIMENT – YUSUFHAN KOL…………………………………………………………………………………………….28 YAZISIZ – E.D………………………………………………………………………………………………………………………….29 OKURUN Jargonu Son Sigara, Depresen Duygular ve Manasiz KederLER = ERDEN ERIS…………..………………..30 ÖLMEK = YILDIRIM ERKAN TAVSAN………………………………………………………………………………………....31 Kaybolmak Hayali veya Kötü Niyetli YapraKLAR = ESRA TOY………………………………………32
Sorumlular: Ahmet Keskinkılıç ● Tuncay Kızılaslan ● Said Büyükarslan Redaksiyon: Tuncay Kızılaslan Tasarım: Ahmet Keskinkılıç © Tüm hakları hâlâ aynı yerde saklı
4
Jargon
Ahmet Keskinkılıç
İ
İ
İ İ
İ
Sene 1973. Mayıs’ın beşi. Ankara’da şimdi nasıl olduğunu tahayyül edemediğim bir hava hakim. Bir sokakta bir ceset bulunuyor. Bir şair cesedi. Hâlâ yaşayan bir adamın nasıl öldüğünü bilemiyorum ama tahkikler sonrası beyin kanaması teşhisi konuyor. O şair işte Arkadaş Zekai Özger. Siyasal’ın bugün bile olaylarıyla meşhur öğrenci yurduna kolluk kuvvetlerince yapılan bir baskın sonucu kafasına aldığı darbeler beyin kanamasının oluşması için gerekli zemini oluşturuyor ve aramızdan ayrılıyor Arkadaş. Ali İsmail Korkmaz’ı hatırlattı mı? Hatırlatsın! Çünkü aynı durum. İlk ismini kendisi vermiş, kimlikte Zekai yazılı isim hanesinde. Kendine Arkadaş diyen bir adam ne kadar düşman olabilir ki birine? 1970’ler Ankara’sında herkes biraz şair imiş. Gerçi 2013 Türkiye’sinde daha da şair ama o zaman nitelik daha farklı tabii. Ancak Arkadaş’ın şiir yazan arkadaş çevresinden bugüne sadece onun şiirleri gelebilmiştir. İkinci yeni çizgisinde ilerlemiş ancak daha naif bir anlatım tarzını benimsemişti. Sağlığında hiçbir kitabı yayımlanmadı. Ölümünden sonra Sevdadır ismiyle basılan kitabı aslında onun vasiyetine de bir nevi ihanetti. O Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası olsun istiyordu kitabının ismi. Erkek egemen bir toplumda kadının yerini iyi okumuş ve olması gerektiği yeri de iyi yazmış bir şairdi. Eşcinseldi. Bir nevi küçük iskender’in atasıydı aslında, daha naif ve edebi olanı elbette. Bugün küçük iskender’in marjinal şair olarak anılması ve
5
Jargon
delicesine itibar edilmesinin yanında yaşasaydı eğer Arkadaş ne derdi? Büyük ihtimal ile yine naifliğini korurdu. Devrimci gelenekten gelen bir şairdi Arkadaş ve devrime inananlar için şiirler yazmıştı ancak çağdaşları kadar ideoloji kasmamış, dilde hırçınlığa varan kavga imgelerini kullanmamış onun yerine umudu okşamış, sevgiyi beslemiş, kedilere süt vermiş ve Zeki Müren’i sevmişti.. Erken ölümü büyük bir şair olmasının önüne geçmedi ancak unutulmasına sebep oldu. Dedim ya, herkes şair, herkes işinin ustası. Merhaba Canım şiiriyle yazıya noktayı koyarken; Arkadaş Zekai Özger’e sesleniyorum, duyuyorsun biliyorum; benim de sakallarım çıkmıyor. Her şey için teşekkürler. Ben az konuşan çok yorulan biriyim şarabı helvayla içmeyi severim hiç namaz kılmadım şimdiye kadar annemi ve Allah’ı da çok severim annem de Allah’ı çok sever biz bütün aile zaten biraz Allah’ı çok severiz. Hayat trajik bir homoseksüeldir bence bütün homoseksüeller adonistir biraz çünkü bütün sarhoşluklar biraz freud’un alkolsüz sayıklamalarıdır. siz inanmayın bir gün değişir elbet güneşe ve penise tapan rüzgarın yönü çünkü ben okumuştum muydu neydi bir yerlerde tanrılara kadın satıldığını ah canım aristophones barışı ve eşek arılarını hiç unutmuyorum ölümü de bir giz gibi içimde ölümü tanrıya saklıyorum ve bir gün hiç anlamayacaksınız güneşe ve erkekliğe büyüyen vücudum düşüverecek ellerinizden ve bir gün elbette zeki müren'i seveceksiniz (zeki müren'i seviniz)
6
Jargon
BAHA ÖZTOP -Anne Bu Tankin Paletleri Pismemis
Bana Kastamonu' dan şapka getirin Ne ala diyeceğim Bayım şapka? Ah.. Ne âlâ! Bankada geçirdiğim havale Devrim bekçisi banknotlar Ve doyasıya sahip çıktığım tarih; Eti Eti Eti! Türk, övün, çalış, güven Sol, kii, üç, dört. Vals yapan tanklar Ve reçeteye yazılmayan Akineton. Tribünlere oynarsam eğer Ali topu tut Ahmet' i de seviyorum meğer Al Ali top! Ölesiye naif sevdalıyım sana Ahmet değil! Ahmet değil! Serçe parmağımı sağ bırak yeter Gerisi kadavra. Olur olmaza karıştı aklım gel bi el at, Attığın yerden yeşersin kırmızının adı Damarlarımda dolaşan asil kan Ve kahvaltıda yediğim ecza dolabı. -Tüm vitamini orada yavrum.
Çizim: Agnes-Cecile
7
Jargon
KITAPLARDAN ADEM HİÇ OLMAYAN ALINTILAR - 2 HİÇ OLMAYAN
Kitap 16 - Komik bir iddia sonucu varolmuş gibi hissetmişti hep. Bir insanın gözleri aralıksız kanlıysa, kederinde haksız olmadığını bilmelisiniz. O da haklıydı. Varoluştan bağlarını koparmıştı. İsteksiz kalıyordu buralarda. Üvey evlat bile saymıyordu artık kendini. İsimsiz yaşamayı öğreniyordu, çalı çırpı gibi sahipsiz. Mevsim geçişlerinde başı dönüyor, midesi bulanıyordu, kusamadan geçiyordu her mevsim. Susuyordu, kendine bile. Manzara aramıyordu huzurlu günlerdeki gibi. Uyumadan önce yere bakıyor, göğe bakıyor, en son kan toplamış serçe parmağına bakıp ne düşünmesi gerektiğini düşünerek uzanıyordu masumiyetin dizlerine. Onun üslubu yalnızlık.
ADEM
OSLU
Kitap 23 - Yüzük parmağını ısırarak kopardı. Bu dehşet onu uzak tutacaktı kadından. Planı buydu. Tutmadı. Kaderin kırmızı bağları ruhun boynuna bağlıdır, bir parça et ve kemiği çöpe atmak yüklerden kurtaramaz. Ölene dek boynundaki kırmızı prangaya mahkum artık. Kitap 24 - Biraz yerçekimi yüzünden kendimizi dünyanın sahipleri sanmamız ne kadar doğru? Kitap 25 - Boşver dersen bozuşuruz hayatla. Kitap 26 - Sana bakıyor olmak her mesafede mümkün. Seni bildiğim sürece, içimde büyüttüğüm sensizliğin gücüyle görüşümü engelleyecek bir yapının karşıma çıkması imkansız. Dağları delmek bu olsa gerek. Başka bir şehirden olduğun şehre ve hatta saçlarına dokunuyorum. Hissediyorum, bu gerçeküstü yolculuk beni bitirecek ve ben buna kucak açmakta aptalca bir cesaret gösteriyorum. Yaptığım en güzel hata, en masum intihar şekli.
Kitap 17 - Modern ailenin geri kalmış oğlu sokakta gördüğü yaşıtlarıyla misket oynamak istedi. Fikret Bey çağ dışı tavrıyla -Ananı sikerim, Iphone’unla oyna! dedi. Kitap 18 - Şehrin kişiliğini tanımazsan, barınamazsın. Sen şehre istediğin kadar tükür, şehir 'seni' tükürür. Kitap 19 - Vicdansız kadın ağlıyor. Vicdanlı adam bağırarak küfür ediyor. Kadın Ay’a, adam köpeğe benziyor.
Kitap 27 - Dünyadaki tek gerçek mucize, insan beynidir. Bir de belki çekmecede unutulmuş yarım paket sigara.
Kitap 20 - İnsan insandır, kollarında bir ceset görene kadar. Ceset, insandır ölene kadar. Ölüm, cesettir gömene kadar.
Kitap 28 - Umut Sarıkaya’nın çizdiği bir Galip Tekin karakteriyim.
Kitap 21 - Futbolu arkadaş edinecek kadar bilir, bununla yetinirdi. Kamburundan anlayacağınız gibi kendisi yancıdır. Sevilmediğini bildiği halde omuza el koymaktan çekinmeyen bir orospu çocuğu işte.
Kitap 29 - Gece yolculukları kasvet ve huzur’un yer kapma çabasına sahne olur. İkiside geceye uyar, genelde kasvet kazanır.
Kitap 22 - Balkonda gül yetiştirme fikri nereden çıktı böyle Salih? - Aklımda diken büyüttüm, balkonda gül. Seni anlamak için.
Kitap 30 - Tut ki bi gün dikildim tam karşına, dedim ki konuş. Tut ki ısırdım bileklerimi, ziyaretim bile suç. Tut ki tetiğe parmak koydum, alamadım bi sonuç. Ziyan olur, ziyan olurum, oluruz hep bir yokuş.
8
Jargon
Alkollü Zemzem Serisi
Payidar Zaraman
Bir Bakışların tayin etse kıblemi iki rekat namaz kılsam gözlerinde dinden mi çıkar bu ask İki gözlerin mukaddes bir emektir bir maymun gözünden milyar kat daha kahverengi ve dahi tapınmak kaçınılmazdır orada annemi beni doğururken ve tanrıyı çamura üflerken gördüğümden beri kaçınılmazdır üzerine bir örtü atsam kabe olacaksın Üç ben orada anaç bir şefkat gördüm kahverengi bir rahmetti billahi böylesine adaletli böylesine şifa bahşeden bakışlar özeti aşk olmayacak kadar teferruatlı bir efsun gayri ağzımız dilimiz şükre mükellef gayri ruhumuza rızkınca afiyetler gözlerinin tefsirini yapsam laf kalabalığı olur ayetler nihayet bana kendinden biraz kadın ver dinden imandan olsun keman konçertolarından memelerine sığınıyorum konakla biraz dudağımın üstünde sevaba sok biraz dilimi dilinde ki muskalı tuzla 9
Jargon
seni böyle detaylarınla sevmek tavaf etmek seni çıplakken ve sende ki bu metafizik kayganlık hadi durma ey kutsal kitapların önsozü ilkbahar imanından yeşil sonbahar sabrından sarı hadi durma soyun ki görünsün tanrı bu ter artık bütün kokusuyla bütün kokusuyla burnumuza buram buramdır bizi sarhoş etmeyen her şey artık haramdır
Çizim: Ecmel Sarıkaya
10
Jargon
TUNCAY KIZILASLAN
SESIMIİ DUYAN VAR MI Hiç bitmeyecek gibi yaşıyoruz, hiç sonu yokmuş gibi… Dünya telaşını sarmışız başımıza, yürüyoruz. Hafızamızın gücü yettiği kadar geçmişimizi yanımızda taşıyoruz. Çoğunu unutuyoruz. Unuttuklarımız aslında hiç olmamış gibi yürüyoruz. Halbuki ufak bir sarsıntı kendimize gelmemiz için kafi. Daha büyük sarsıntılar, daha büyük şeyleri hatırlatıyor. Daha da büyük sarsıntılar, bizden alıp götürüyor. 17 Ağustos 1999… 45 saniye. Şimdi zihninizi tamamen boşaltın. Aklınıza gelen her şeyi bir kenara koyup 45 saniye ara verin. Aileniz, eşiniz, dostunuz, arkadaşlarınız, yakınlarınız size ne kadar uzakta olabilir? Daha birkaç saat önce beraber kahkahalar attığınız, birbirinize bağırdığınız, saçını çektiğiniz, kolunu ısırdığınız, yanağını sıktığınız, tartıştığınız, dans ettiğiniz, şarkı söylediğiniz, sus pus oturduğunuz, okey oynadığınız, çekirdek-çiğdem çitlediğiniz, çay içtiğiniz, kitap okuduğunuz, nefes aldığınız, yutkunduğunuz, birlikte bir şeyler yaptığınız insanlar uykularına çekilmişlerdi yavaşça. Sonra… Sonra, sonrası derin bir uçurum… Girildikten sonra nereye varılacağı belli olmayan kara delik… Tünelin sonundaki ışıktan bahsedip dururlar hani, o ışık ne ola ki şimdi şu kara gecenin ortasında gözlerimizi kamaştıran? Ah! Uykunun ortasında gelen yıkım… Medeniyetin betonlarından bahsediyoruz, hangi medeniyet? Medeniyet nasıl bu kadar çaresiz bırakabiliyordu insanları? Doğa Ana’nın verdiği hasar bize ne öğretmeye çalışıyordu? Biz neden öğrenciydik ki zaten? Görüntüler zihnimi yıkıyor, insanların söylediği cümleler sanki üstüme üstüme yıkılıyor… En üst katın balkon lambasına zeminden ulaşabilmeniz için aşağıya, evet aşağıya eğilmeniz gerekli. Eskiden sıra sıra duran binalar, şimdi sarhoşların zilyon kafayla birbirlerine tutunmaya çalıştıkları vaziyette ayakta duruyor gözüküyorlar. Kolonların arasından ezilmiş oyuncakların sesleri yankılanıyor gecenin karanlığında. Elektrik? Yok. Telefon? Yok. Zifiri karanlık gece, sadece yıldızların ışığı, hatta söylentilere göre onlar dahi yok. Birkaç saat önce beraber olduğunuz, nefes aldığını bildiğiniz insanlar, o karton[!] duvarların arasında, nefes alıyor mu almıyor mu haberiniz, yok. Siz neredesiniz? Orası da muamma... Yıkımla beraber uyandığınızda odanız eski yerinde değil, birkaç metre ötedeki duvarların arasına sıkışanlardan ses 11
Jargon
geliyor gibi. Yaşarken cehennemi tatmak daha nasıl olabilirdi, bilinmez. “Gemide” filminden bir repliktir “Bu dünya iki şeyden yıkılacak; bi’ binadan bi’ de zinadan. Allah sonumuzu hayır etsin. Mahşer günü bütün binaları deniz geri isteyecek. Batan bütün memleketler gibi. Deniz, kumu önünde sonunda geri alacak. Çaresi yok bunun.”. Bir televizyon kanalında bir gün önce yayınlanmıştı film. Acı tesadüf, çok acı… Sesimi duyan var mı?... Orada kimse var mı?.. 11 aylık kardeşi ve 21 yaşındaki abisini bina çöktüğü anda kaybeden Bahar, kendisini kurtarmaya çalışan hiç tanımadığı bir amcasına sesleniyor: “Amca n’olur kurtar amca. Küçük kardeşim öldü amca sesi çıkmıyor. Abim ön tarafta yatıyordu…”. Amca ne yapsın, ağlaya ağlaya bir delik açarak kurtarıyor Bahar’ı… Bahar annesi ve babasına ise 15 saat sonra kavuşuyordu, şanslı olarak. Onun kadar şanslı olmayanlar da vardı… Enkaz altında yüz binlerce insan yatıyordu. Kimisi sağ, kimisi ise çoktan son nefesini vermiş… Sağ olanlar, yardım geliyor mu gelmiyor mu çaresizliği içerisinde sadece bekliyorlar, başka bir fiil gerçekleştirmek namümkün. Sıkıştıkları yer el verdiğince çığlıklarla, iniltilerle, ellerine alıp duvarlara vurarak ses yaptıkları eşyalarla-bina parçalarıyla seslerini duyurmaya çalışıyorlar. Ufak bir boşlukta sadece kafası görünen bir depremzede üzerine atılan bisküvilerle hayatta kalarak, oradan çıkarılmayı bekliyordu. Ve söyledikleriyse… “Gecenin bir yarısıydı. Artık, saat kaç olduğunu bilmiyorum, karanlıktı. Karanlıktı abi… Üzerimde kiriş var. Yardım bekliyorum, bir türlü gelmiyor nedense…” Başka bir enkaz yığınının altında, hiç tanımadığı yaşlı bir kadını kurtarmaya çalışan delikanlının başarılı olup olmadığını ise bilmiyoruz… “-Teyzecim söz bak çıkartıcam seni buradan. Sen sakin ol, söz veriyorum bak söz yani... Burnundan nefes almaya çalış kımıldama. Burnundan nefes almaya çalış teyze… Teyze duyuyor musun beni? Teyze… Teyze bak rahatlamak için su veriyim istersen? Bak yardım gelecek söz dedim seni kurtarcam ben ya…” derken hem onun gırtlağı düğümleniyor, hem de yazmaya çalışırken benim gırtlağım… “Yaklaşık 40–50 civarı insan var. Burası yatakhaneydi… Ben olayın başından beri buradayım. Şu ana kadar 4–5 ceset ancak çıkarabildik. Çünkü paspas olmuş vaziyette hepsi. Çok büyük bir baskı var. Taşları kaldıramıyoruz bu kadar alet edevata rağmen. Şimdi benim söyleyeceğim mesajım şu esasen; buradaki görev yapan personel sağ ve sonuna kadar çalışacak. Aileleri merak etmesin onları. Biz bugünler için buradayız.
12
Jargon
Sonuna kadar çalışacağız.” Deniz yüzbaşının kısık sesindeki ve söylediklerindeki çaresizlik, acının ne kadar büyük olduğunu gösteriyordu. Enkaz altından sağ çıkarılan bir başka isim, Tuğçe. Annesi inanamıyordu onun kurtarıldığına. İnsan neye inanabilir ki o an? Nasıl direnebilir? Annesi ancak Tuğçe’nin yanına gittiğinde inanabilmişti. Sevinip sarılamadı bile annesi, ağlamaktan sesi çıkmıyordu. Yalnızca Tuğçe’nin ayaklarını öpebilmişti… … Sevinçler, üzüntüler, ağıtlar, ağlamalar, şükürler… Kısa süre içerisinde ne kadar duygu yaşanabilirse yaşandı o gece ve sonrasındaki gece ve günlerde. Kayıplara ağlarken kendinizi bir anda bir yakınınızın kurtarılmasına sevinip ağlarken buluyordunuz… Olayın daha da yoran bir tarafı var ki... Yaşamın devam ettiğini öğreniyorsunuz. Yaşamaya devam ediyorsunuz. Yanınızda kalanlar için yaşıyorsunuz, onlar da sizin için yaşıyorlar… Ne yapılabilirdi ki? Kimi zaman umut dolu bir cümle olabilecekken “Hayat devam ediyor”, bu deprem cümlenin sıfatını değiştiriyordu… Artık aklınıza ne gelirse. Allah bir daha hiç kimseye bu acıları yaşatmasın… "Allah, yeniden başlayanların yardımcısıdır."
13
Jargon
Sincan'dayken ben bu akşam tren sürat giderken aklıma takılan şeyler var ve yanımda kimse yok yol kenarındaki çiçekler kimsenin umurunda değil ya herkes çok yavşak ya tren çok hızlı bulut var en tepede başka bir şey başka mavi ben gördüm evet ben bir tek başka hiç kimse görmedi.. Sincan'daydı tren ve ben -sana en yakın Allah'a en uzakkenbir ses vardı içimde durmaksızın sakın! diyen çiçekleri ve bulutları yok sayıp birden insan ırkının en sakin haline büründüm ağaçlar ve bira ve istanbul ve sen yok gibiydiniz o an tren hala Sincan'dayken -yaşadıklarımızdan bağımsız bir an yalnız seni düşündümYaşamak bir tür zan -sayılmayınca yok olanYıllarca yok olanı yaşam sanmışım ne saçma ! Saçma sapan bir yaşamın tam ortasındayım şimdi gözlerin ne arıyor kuşetlerin arasında? Olanlardan haberin olsa muhtemelen ağlarsın çok ağladım ben son derece farkındayım aslında farkındayım evet marifet nedensiz ağlamakta sen ağlama ama ağlamak sana rüyamda bile yakışmaz Tren yürür, ray yıpranır, ben tek seni düşünürüm ben hep seni düşünürüm senin haberin bile olmaz.
14
Jargon
Bisikletli Zombiler ve Mahalle ozlemi AHMET KESKİNKILIÇ Hakkinda ruya Eski ve terkedilmiş bir hastane ya da depo benzeri bir yerde başlıyor. Karanlık mı aydınlık mı belli olmayan bir koridorda koşuyorum, arkamda zibilyon tane zombi var, deli gibi kovalıyor ibneler. Koşuyorum böyle demirden bir kapı var tam açıp girerken elini arkamdan omzuma atıyor bir tanesi “hoşt lan” diyorum, etrafta ne bir silah var ne bir sopa ilaç için hiç bir bok yok. Cebimde bir kutsal su var ne iş yapıyorsam artık rüyamda, kutsal su ne amına koyayım! Ama sıkıntı şu o kutsal su demonlarda işe yarıyor, zombilere döküyorum “yarabbi şükür” diyor pezevenkler. Odaya daldım üç bela kapıyı kapadım ama hayvanlar zorluyor kapıyı kıracaklar. Orda bir iki lokum dinamit buluyorum. Duvarın dibine yerleştirip patlatıyorum. Duvarda açılan yarıktan bir bakıyorum dışarıya bizim mahalle lan burası, bildiğin Şehitduran Mahallesi. Ana cadde üzerinde bulunan iki kahvehanenin ikincisinin üst katıymış orası da tam zombiler kapıyı kırarken atlıyorum aşağı, çok yüksek değil. Nasıl kaptırmışsam rüyaya düşme hissine rağmen uyanamıyorum. Bir tane Salcano bisiklet buluyorum, beyaz tatlı bi’şey, zombiler kapıyı kırmış peşimden atlıyorlar bisikletleri var anasını satayım zombilerin bisikleti var, rüya benim diye prodüksiyondan kaçınmışım heralde, neyse ben bizim sokağa doğru pedal çevirmeye başlıyorum, birinci kahvenin önünden geçerken babam, Kilis Ahmet, Hamza Kirve filan okey atıyorlar, babam beni görüp sesleniyor nereye falan diye ben sürmeye devam ederken “baba zombi kaynıyo ortalık amına koyayım!” diye çığırıyorum. Sonra zombiler peşimdeyken yanımdan Vespa’yla Emrah Serbes geçiyor. Arkasında bizim ilkokuldan belalı olduğum daha doğrusu sevmediğim bir velet var,
15
Jargon
Remzi. Bende bisiklet onlarda Vespa basıp gidiyorlar tabi. “Merhaba Emrah edebiyat nasıl?” diye sesleniyorum “Eheheha” gibi gülüyor Serbes. Zombiler de deli gibi sürüyor koduğumun embesilleri, bir yerlerden gitar sesi gitar sesi geliyor, böyle rüyama soundtrack yapılmış gibi. Uyanınca öğreniyorum yurtta odadaki Ahmet yeni beste mi ne yapıyormuş, bilinçaltıma işemiş notalarını. Neyse. Bizim sokağa keskin bir dönüş alıyorum, evin önüne geliyorum, içerden bir silah nevi bir şey arıyorum ama ev bir garip, babaannemin yaşadığı zamandaki gibi, o eski divanlar, dolap filan var yani, kürek bulup çıkıyorum. Bizim evin karşısında kaldırımda her zaman ki yerinde babaannem çökmüş oturuyor, üzerinde eflatun yeleği basma çiçekli elbisesi, elinde baston niyetine bir sopa. Beni görüp gülümsüyor. Diyorum ki ona “Babaanne ya ben şu an 24 yaşında değilim ya da sende zombisin.” Yine gülümsüyor hiç konuşmuyor. Çünkü ben babaannemin görüntüsünü evet ama sesini hiç hatırlamıyorum. Çok düşünüyorum nasıldı diye yok gelmiyor aklıma ses tonu. Meğer ben 24 değilmişim. Salcanoyu elimde kürekle gazlarken zombiler sokağın köşesinden dönüyor. Babanneme bakıyorum son bir. Devam ediyorum yola. Yan komşumuz Cemile Abla o her zaman ki gür sesiyle bağırıyor “Aaaaağğğmeeeettt doktor olmayacan mı?” Cemile Abla ben ya kütüphanecilik okuyorum ya da daha ilk okuldayım iki durumda da soru yersiz kusura bakma. Mahallenin sonuna doğru gelirken halı saha olarak kullandığımız aslında o kadar da halı olmayan toprak alanda, arka bahçede bizim piçleri görüyorum. Kalede Hacı Gaffur, Sepet Mustafa yine ayakkabısız oynuyor filan, Bahri bahçeden nasıl portakal çalarım derdinde olayla alakası yok, Süt Bekir standart varoş Ronaldinho’su. Ulan diyorum beni niye niye çağırmadınız ben bu takımın Hakan Şükür’ü değil miydim? ”Çağırdık uyuyordun oğlum” diyor Sepet. Doğrudur çok uyuyorum. “Oğlum gel hadi” diyorlar “Nesine” diyorum her zaman ki gibi suyuna. Soğuk suyuna top mu oynanır lan, oynanıyordu. “Yok olum gelemem, zombiler peşimde amına koyayım” diyorum, dönüp ırmak yoluna doğru gideceğim ananı sikeyim! Sokağın sonu kapalı. Eskiden çıkmaz sokaktık biz, vay kafama sıçayım diyorum, elimde kürekle arkamı dönüyorum. Zombiler yürüyor üzerime doğru bisikletlerinden inmişler. Tam o an uyanıyorum. Nasıl bir göt açılmasıysa o artık, örtüp üzerime tekrar uyuyorum. Bugün de ölmedim anne.
16
Jargon
Sevmenin Apolitik Tanımı / Hasan Ay
ben severim, üslup bozulur, Filmlerde küfürleşmeler başlar, Bip sesi kalkar, zararlı maddeler mozaiklenmez, Dükkanlar soyulur, okullar yakılır, iktidar düşer, anarşi baş gösterir, Asker silah doğrultur, lise gömleği yırtılır, Herkesin babası ölür, ben hep seveyim, Sevmek böyle olur(!) sen seversin, yağmur başlar Güneş açar, sarı sıcak, Anayasa belirlenir, hukuk düzenlenir, Sen avukat olma hayaliyle yaşarsın, Barış gelir memleketimize, Filmlerde küfürler post modernleşir, Behzat ç namaza başlar, Bilmem inanır mısın, Sen, severken silah sesi duyulmaz. Esnaf parasını kazanır, sokaklar günahlarından arınır, Cuma günleri resmi tatil olur, Gün doğar, güneş batmaz, 17
çizim: Ecmel Sarıkaya
Jargon
Okullar bilgiye doyar, dehalar yetişir, Lise gömleği imzalanır, bir köşeye asılır unutulmaz, Sen en iyisi mi sevme, Böyle sevmek mi olur(!) O kadar işçi ölür kömür madenlerinde, ben şiir anca yazarım, Memlekette çobanlar türer, kapitalizme yenik düşeriz, Ölmek için para veririz, Anca şiir yazarım ben, Köpekler zehirlenir, kuşlar vurulur, Asgari ücret yediyüz liradır, şiir ben yazarım anca, Sanata karşı savaş açılır, Sesini çıkaran bi' Fazıl kalır, Piyanonu da al git denir, Ki memleketim, bunları okumaz, HA HA HA, Baş'bakan usulca ulusa sesleniyor(!) yazarım şiir anca ben.
Her neyse, Gamzelerinde üç çocuk gömdüm, kırk bir yıl önce, Direniş olmazsa aşk da olmaz, Olsun diyorsun, ölsün, fakir nüfus azalır, Gömmeyelim de besleyim mi, Bizim buralar gibisin. dağlı, bayırlı engebeli hep, Özgürlüğe bağlı tutsak, Direnişli aşık olmuş, ruhunu unutmuş, Karışık hep, değerleri yitik, Acımasız ve yüreğimde hep, Potansiyel sevgiler biriktirdiğim, Memleket, saçların akdeniz gibi kokar, Gözlerin Karadeniz yeşili, Ellerinde Angara soğuğu, Dudaklarında güney anadolu sıcağı Şark kadar muhtaç, şark kadar ihtiyaç, Benim ise İstanbul kadar yüreğim, İçinde boğulan potansiyel sevgiler, Şubat kadar eksiğim artık, Abartma alt tarafı iki ve ya üç gün, deme, Sana şiir yazarım, Eksik olsun, yazmayayım.
18
Jargon
Göğüs Kafesimizdeki O Kişisel Yumru|Sabri Özay Tutun, amay(ı) anlarsan o vakit güneş doğar ne zamandı nefes aldık, nefes aldık bilmeden ses çıkarmazsak kaç kişi ederiz şimdi sayılsak? yollansak, hayıflanmadan sayıklasak karanlık basmadan dur hadi dur, yürüme vakti değil beraber direnelim mi? bir gölge ve bir güneşin aşkıdır bu madem konuşalım Tanrı’yla; neden güneş gölgeyi yok eder? yahut illa ki üçüncü nesne araya meyleder? ah bu zaaf ve günah bizi yok eder. göğüs kafesimizdeki o kişisel yumru söylesin hangi krizlere gebe? bilmeliyiz, en çok bunu bilmeliyiz hangimiz mazlum, hangimiz zalim adaleti topraktan sökelim mi? iki kişilik bir temsil bu dünyayı rüyalardan kaçak köpekler mi kabus? tutunamaz oldu güya kendi kendine bir devinim bu devirim bedenim kavmim geçse buralardan dönüp boynu eğeriz boynumuz zaten her daim eğik Hüseyin de gelirse hele, gayet sükut ederiz. kokusuz fesleğen, yaşsız göz; can yakan plak… sıkıntı mı istersiniz efendim? hemen bir büyük abime! ah yine gönlümüz rüyalardan firari kapıda Schindler’in listesinden ekibimiz kapıda o listede bizler onyüzlerbince bedeniz mütemadiyen kamburumuz çıkmıştır çünkü dedim ya boynumuz her daim eğik kokusuz fesleğen, yaşsız göz; kanlı gece ve sevmek… savur sen saçlarını boynunu düzelt de sallandır sen bizi, ölsek de fark etmez. her şey ayrı da, her şey ayrı yani bir şey demek lazım her şey ile hiçbir şeyi birleştiren dokunursa ruha, fakat hüznü çoğaltmak için değil göğüs kafesimizdeki o kişisel yumru biraz kuraklıktan kurtulsun diyedir biraz daha söylenmek… -sanki yorgunluk çöktü iyiden iyiye azalırdı belki kafesteki iğneler.
19
Jargon
Alman Sinemasına Yüzeysel Bir Bakış/İsmail Altuntaş Dünya sinema sektörünün en büyük payı ,elbette Amerikan sinemasınındır. Amerikan sinemasını Fransız ve İtalyan sineması takip edegelmiştir. Alman sineması aslında dünya pazarında çok üretken veya markalaşmış sinema sektörlerinden değildir. Elbette vaktinde iyi işlere de imza atılmıştır. Mesela Schindler’in Listesi filminde ki Schindler karakteri bir Almandır. Son dönem Alman sineması öyle filmler çıkardı ki, büyük sinema endüstrilerine resmen gövde gösterisi yaptı. Son dönem Alman sinemasından üç örnekle bu durumu piyadeleştireceğim. Tom Tykwer’in Koş Lola Koş filmi: Bir mafya kuryesi ve sevgilisi arasında yaşanan, zamana karsı yarışın üç farklı hikayesi. Aslında tek hikayenin üç farklı versiyonu da diyebiliriz. Küçük ayrıntıların, kaderi değiştirebilme opsiyonuna sahip olabileceğini farklı, dinamik ve güçlü bir dille anlatan iyi bir alman filmidir Koş Lola Koş filmi. 1998 yapımıdır. Gösterim için dört yıl beklemiştir. Niye beklediğine dair bir bilgi yoktur. Kamer Genç, bu konuyu meclisin gündemine getirecektir. Wolfgang Becker’in Elveda Lenin filmi: Film, Doğu Almanya’da sosyalizmin çöküşünü ve kapitalizme geçiş sürecini son derece güçlü bir dille anlatmayı başarmış bir filmdir. Doğu Almanya’nın çözülme yıllarında sosyalizme ve ülkesine aşık, kendisini buna adayan bir kadının komaya girmesi ve sekiz ay komada kalması sırasında, ülkenin değişen dünya düzenine yenilmesi ve batıyla birleşmesini çok komik ve duygusal bir dille anlatmıştır film. Komadan uyanan kadına, durumu izah etmek çok zor bir durum olduğundan dolayı, ailesi bir tezgah hazırlarlar. Doğu Almanya hiç değişmemiş gibi, sosyalizm hala çok güçlü bir şekilde ayakta duruyormuş gibi yalanlarla oyunu devam ettirme çabası, filmin mükemmel anlatımıyla birleşince, ortaya bir Alman sinema başyapıtı olan Elveda Lenin çıkmıştır.
20
Jargon
Donnersmarck’ın Başkalarının Hayatı filmi: Doğu Almanya’nın çöküş yıllarının arefesinde, GDR hükümeti tarafından yürütülen fişleme ve takibe alma olaylarını anlatan bir filmdir. Doğu Almanya hükümetinin, sistemi ayakta tutmak adına yaptığı baskıcı politika ve yöntemlerin, başkalarını hayatlarını ne denli tahrip ettiğini çok çarpıcı bir yorumla aktarmayı başarmış güçlü bir filmdir Başkalarının Hayatı filmi.
Bu üç film arasında, Wolfgang Becker”in Elveda Lenin filmi, beni çok etkileyen, sinema dili oldukça güçlü bir filmdir. Mizah ve duygu, mükemmel bir şekilde harmanlanmıştır filmde. Ayrıca şunu da belirtmekte fayda var: 2008 yılında Almanya’nın Oscar’a aday gösterdiği film, yönetmenliğini Fatih Akın’ın yaptığı, başrollerinde Nurgül Yeşilçay ve Tuncel Kurtiz’in yer aldığı Yaşamın Kıyısında filmi olmuştur. Yine Almanya’nın en büyük film festivali olan Berlin Film Festivalinde Fatih Akın’ın Duvara Karşı filmi, en iyi film ödülüne verilen Altın Ayı ödülünü almıştır. Altın ayı. Ulan arkadaş bu ödülün ismine hep takılmışımdır. Niye “ayı” lan? Başka bir şey bulamamışlar mı?
21
Jargon
bizi hüzünlendiren bir yenilgi bekliyor yine de ağzımızda tekerleme var halk oy hakkı için yere topuk vur kendi seçimini yapmak gaddarca vur -düelloma davetiye göndermemişsin sevgilim. rus dansı onurlu başlayan şeyler onurlu bitsin matruşka eşarbın alert bu eski bir hikaye, oto tamircisi tekerlere lord hikayeme herhangi bir rus ismi sokmuyorum Dimitri çünküsü yok bilmiyorum sevgilim bu eski bir hikaye her şey eskidir -ve rusya dans et votka şımardı. rus dansı onurlu başlayan şeyler onurlu bitsin
minareler ne kadar uzunsa uzasın dilimiz minareyi geçip gökdelene varınca kudur sevgilim saçma sapan hareketlerin midir seni sevdiğimin bilmem kaçıncı tarifi
biliyorum, başım ne kadar büyük biliyorum, sulanmak beyne mahsus değil edebiyat mı istiyorsun git ruslara bayıl bayılmadan dans edemem ki sevgilim kural budur -ayılmadan gel ve hemen burada ayıl. rus dansı onurlu başlayan şeyler onurlu bitsin
22
Jargon
Mary Boleyn Üzerine / Gülşah Ateş Çizim: Ecmel Sarıkaya
Her şeyin yeniden başlaması için yazın gelmesine ve radyoda Leonard Cohen çalmasını beklemenize gerek yoktur. Aslında, her şeyin yeniden başlamasını beklemenize de gerek yoktur çünkü hiçbir şey yeniden başlamaz. Spermlerle yeniden yarışamazsınız, kahrolası süt dişlerinizin otuz dört yaşınıza bastıktan on sekiz gün sonra yeniden çıkmasını bekleyemezsiniz, öğretmeninizden ilk yediğiniz tokat sonrasında yüzünüze yayılan utanç hissi diğerlerinin yerini tutmaz, ilk içtiğiniz sigarada var olan öksürüğü daha sonra yakalayamazsınız, bir günlüğü bitirdikten sonra ikincisine başlayamazsınız, Musa'ya Kızıldeniz'i ikinci kez yardıramazsınız ve ilk defa aşık olduğunuzda ikincisi sizi o kadar heyecanlandırmaz. Ama bu olumsuzlukların hepsi sizin bir sahil kabasına gidip, Gökkuşağının yedi renginin yedisinin de bu kadar uyumsuz olmasına ragmen nasıl bu kadar hoş durduğunu düşünmenize engel olmaz. Şekersiz, sert bir Türk Kahvesi'nin, akşamdan kalma olan baş ağrınızı sonlandıracağına inanmanızın da en az İsa'nın mucizeleri kadar sizi yanılttığını fark etmeniz çok fazla zamanınızı almaz. Her şeyi yeniden başlatamazsınız belki ama bu her şeyi yeniden yaşatamazsınız anlamına gelmez.
23
Jargon
Ne çok allaha inanmıştık oysa orda avuçlarımızdan akan kan değil çelişki orda, Sıhhiye'de, ne çok gereksiz reklam ah ne çok insan ne çok rutin ne çok şeytan Yeşili metalle budayan kapitalizme şerh olsun yerçekimi mühim değildir yalnızlıktan. Ah ki Gencebay’lar fışkırır içimizde çalan şarkılardan doğrudur iki nokta arasındaki mesafeyi bağlayan metod rakıyla teskin edilmiş hayvanlar gibi uyuşuk bir adam teninde gizli melekleri hesaplayan. İki dudağın arasında bir cümledir çırpınan denizi ayla sınayan seyyah bir siyaha hamd katanayla yazılan harflerde saklı anlam çelik gibi sağlam ve oluk oluk kanayan insan olamadıkça hayvan. Bir şiir var güzü gürzle sınayan kasımın kasıklarında inleyen katile masada çürümüş mektuba bölünmüş ülkelere ve hoş olmayan konulara çarpa çarpa duran nevrozu sağlayan. Beni tamamlayacak tanımı barındırmıyor hiçbir lisan ve insan elbette bencilliğin kitabına en yetkin imzayı atan usturayla surat parlatan asitli şarlatan öfkemi kontrole götürüyorum şarampole yuvarlanıyoruz tanrının tüm beckett okuyanlarına selam!
24
Jargon
TUNCAY KIZILASLAN
Üstüme Devrilen Tüm Yasaklara
yahu vurma dedim baltayı o kütüğün dibine tedirginim ne yağmuruz, ne rüzgar, şimdi nereye gider o karıncalar ve şimdi kaç çeşit olmuşuz da kandırabiliyoruz hayata bir kabadayılığımız var ki mutlaka görmelisin hiçbir şeye eyvallahımız da yok ve halimiz hayli hal bakışların bütün olasılıkları sıfırlayacak derecede hissiyata acıdan başka bir şey fısıldamalıydı şu dökülen yaprak toplanan kara bulutlar, kavakları eğen ustura rüzgar. seni seviyorum bak şahitlerim hazır mesela içmediğim sigaram ve üfleyerek köpüğünü kaybetmeye çalıştığım köpüksüz biram hırıltılı bir ses bırakıyor göğüs kafesimde fakat hüznün avuçlarımın çizgisini takip et de gör varacağın yer gönlüm her kıvrımı takip et elbet bir yolu vardır çıkacağı muhitte bir kabadayılığımız var diyorum ya görsen oniki kollu bir deviz sırtımızdaki çantamızda her daim bir çaba, imkansızı çağıran içimdeki hayvanat bahçesinde hayvanlara yem veren bir bakışın var biliyorsun, biliyorum yasaktır amma seni seviyorum. birkaç adım atabilmemiz içindir o derme çatma ümitlerin çok şükür göz göze geldiğimizde yeni bir sevda bu patika durmakta yedi cihan kayboldukça takip mesafemiz ağır ağır damlıyor ve göl olmaya niyetli halet-i ruhiyemiz silmek ile yeniden doğuyor o bitmek bilmeyen tebeşir de yalnız kayboldukça takip mesafemiz acıdan gayrı ne biliriz cahilim, seni seviyorum sevgilim, canım sana müteşekkir. 25
çizim: Tuncay Kızılaslan
Jargon
Nevin Ceren Turga
Sarhoş Olsak Ya?
Çocuk… O kadar çok sevelim istiyorum ki, bulutlar kıskanıp yanımıza kadar insin, bizi sarsın, üzerimize yağsın… Yani bazen ben… O kadar çok özlüyorum ki seni çocuk, başımı kaldırıp bulutlara baktığımda sanki aynı buluta bakıyormuşuz gibi engellemeye çalışıyorum gözümden akanları… İşte ben de senin kadar çocuk... O kadar çok konuşuyorum ki bulutlara seni, içlerinde biriktirmeye dayanamayıp yağıyorlar üzerine, belki de benim üzerime… Aldanma hiç çocuk, yağmur tanesi değil onlar… Ama benim gözyaşlarım da değil… Sen öyle bil… Yani bazen ben… Yetemiyorum, erişemiyorum sana… Tek istediğim sensin gibi çocuk Sapkınca ama bulutlar kadar gerçek… Bir o kadar da hayal gibi… O kadar çok sevelim istiyorum ki, bulutlara eriştiğimizde bile hala ayaklarımız yerde sanalım… Hani hep daha da artıyor ya, Daha da fazlasını istiyoruz ya çocuk… Her şey değişsin de Bi’ o kalsın Yetmez mi be çocuk
26
Jargon
REY RAMAZAN ÖZTÜRK sermayesiz bir yolun ilk durağı gibi uzun gecelere sahipsin şimdilerde. genç kızların mantık evliliği öncesi saklı çeyizlerinde bir tutam ah’sın. biliyorlar elbet; bu aşklar, bu bayağı sözlerin geçiş üstünlüğü sendedir. saklı mektupların, altı çizili kitapların bahsettiği sevgilerin bütünlüğü sendedir. var mıdır, bilemezsin, bu cenkten sağ çıkan? biliyorlar elbet, kimdir bu aşktan sağ çıkan. yanıldığın üç-beş hayattır belki, bir hastane, bir morg, bir otopsi sonuçlarının yılgınlığı gözlerinde, doktor bey. biliyorlar elbet, onlar, sayın doktor bey. ölüm öncesi ittifak arayışlarındasın, biliyorlar elbet ama ya sen? hangi hayat, hangi oyun, hangi rey?
27
Jargon
RessentimentYusufhan Kol
Ressentiment hakkında pek bir şey bilmiyorum. Terminus technicus ne bilmiyorum. Zaten Nietzsche hep anlamadığım şeyler yapmıştır. Galiba anlamadığım şeyleri hep Nietzsche yapmış. Neyse ressentiment hakkında bildiğim tek şey, "başka birine karşı özel bir duygunun tekrar tekrar yaşanması"dır. o da bundan ibarettir. Ne güzel bir kelimesin sen ressentiment. Ben de seni her zaman sevmiyor muyum? Ellerimle görüp, gözlerimle dokunmuyor muyum sana? Ve bunlar tekrar tekrar yaşanmıyor mu? Bu ressentiment fenomolojisinin de ne olduğunun bilmiyorum ama ben seni çok düzenli seviyorum. Hiç aksatmıyorum. Yahudi nefretinin en derin, en yüce yerinden seviyorum. Seviyorum, sadece seviyorum. Ama bu, dilin ötesinde anlamlar taşıyor
28
Jargon
Çizim: Agnes-Cecile
Terk edilmiş hissetmek için üstüne kapatılan bi’ kapıya ihtiyacın yok. Bi’ valiz gözünün önünde sürüklenmek zorunda da değil. Öylece dururken, O’nun şimdi çok güldüğünü ve içinden hiç “Keşke burada olsaydı…” diye geçirmediğini fark edersin. Geçirse söyler çünkü. Bugün söylemese dün söylerdi, bir hafta önce söylerdi, bir ay önce söyleseydi bari… Son aramalarda hiç yok. Nicedir “Nasılsın?” dememiş, sen sorarsan karşılık vermiş. Hiçbir şey sana söylenmek için göğüs kafesini, soluk borusunu zorlamamış, belli. Ne yapabilirsin ki? Ne diyeceksin? Ne hakkın var? Alnına silah dayayıp, “Sarhoş olunca aklına ben düşcem!” diyemezsin. “Benli planlar yap. Planlarımız hep suya düşsün ama sen yılma!” diyemezsin. Yanındakileri sevdiği için O’nu suçlayamazsın da… Seni parça parça, o kadar uzaktan, tekrar tekrar terk ettiği için biraz kızar, biraz ağlarsın… Hepsi bu kadar.
29
Jargon
OKURUN JARGONU DENEME Erden Eriş / Son Sigara, Depreşen Duygular ve Manasız Kederler Ceketimin cebinden paketimi çıkardım; son bir dal kalmıştı. Paketi buruşturup yere attım. Her on kibritte bir kez yakmayı başardığım o mucize icat gene tutukluğunu yaptı! Nereye dönsem ayrı bir rüzgâr. Mantık dışı bir doğa olayı; her yönden aynı anda rüzgâr eser mi arkadaş? Sonra birden bir kadın beliriverdi. İlk dikkatimi çeken dudakları oldu. Ki genelde ilk dikkatimi gözler çekerdi. Oysa bir gerçeğin farkına aydım; dudak büyük ve güzelse yüzün başka bir tarafının güzel olması gereksizmiş. O kadın söyledi bunu bana; hem de saniyenin onda birinde. Sonra dikkat kesildim; bu kızın dudakları kadar gözleri de güzeldi. Hatta burnu, hatta yanakları… Konuşunca beliren dişleri… Bütün bunları düşünürken aynı anda bana söylediğini anlayabiliyor olmam; hatta sonra bunu idrak ettiğimi bile farketmem ne kadar büyük bir mutluluk! Hala gencim dedim; hala bütün duyu organlarım Hüseyin Bolt gibi çalışıyor. — Yanıma yanaşıp "Bir sigara verir misin" demişti! Ne kötü ki sadece bir sigaram vardı ve o da ağzımdaydı! Sadece ağzımdaki sigarayı verebilirdim. Şansıma sövdüm! Evet, sigaram henüz yanmamıştı; ama dudaklarım sigaraya temas etmişti! Bu vaziyet benim bile midemi kaldırmıştı ki; kızın midesi de kalkabilirdi. Öte yandan benim dudaklarıma değen sigaranın onun dehşet verici dudaklarına değebilecek olma ihtimali dahi ruhumu okşadı! Bunları düşünmek 2 – 3 saniye mi aldı yoksa yarım yüzyıl mı bilemiyorum. Kendimi toparladım ve gereksiz fanteziler kurduğu için zihnimi terbiye ettim! ( Bu da saniyenin onda birinde oluyor.) Sigarayı ağzımdan çıkardım! — Valla son sigaram bu; ama alabilirsin, sakıncası yoksa tabii! Başını kaldırdı; ince bir gülümseme çaktı. Hangi yeşilcam artistine benzediğini çözemedim; ama o bakış hepsinin bir toplamıydı sanki ve Tanrı onu besbelli ki erkeklerin başını döndürsün diye yaratmıştı. — Delikanlının son sigarasına dokunulmaz ama! dedi. Gülümsedim, Delikanlılık ve ben! Bir cümleyle kalbimin taa orta yerine cumhuriyet kurmasını bildi. Kendimi Güzel kadınlar karşısında eli ayağı birbirine dolaşan erkekler 30
Jargon
derneğinin üyesi gibi hissettim. (E.Serbes & Kimi Sevsem Çıkmazı) Üzerine antitez yazıp işi yokuşa da sürebilirdim; ama içimden savaşmak gelmedi içimden! Her türlü pes etmiştim; o an değil bir dal sigarasını yakmak, istese Malbuş fabrikasını bile yakabilirdim. — Ben bugün zehirlenme kotamı yeterince doldurdum dedim. Sesimi toklaştırdım ve Çetin Tekindor edasıyla; “Şimdi bu sigarayı al ve beni güzel hatırla!” dedim. Biran dünya durdu! Slowmotion bir klip çekiyor gibiydik! Uzandı sigarayı aldı! Kalın ve biçimli dudaklarına götürdü. Çıkardım bir kibrit çaktım; olacak şey değil ilk seferinde yandı! Sigaranın ilk yanışıyla birlikte çıkardığı çoooz sesini dahi ruhumum bilmem neresinde hissettim! Derin bir nefes çekti içine; kalın bir duman bıraktı semaya! Sonra bana uzattı -"Bir nefes de sen çeker misin?" dedi! Benim dudaklarıma değen sigaranın onun dudaklarına (dolgun ve güzel, aynı zamanda muhteşem olan dudaklarına) değmesi dahi beni ateşe sürüklerken; onun dudaklarına değen sigara ıslaklığının benim dudaklarıma değmesi akıl ve mantıkla açıklanamayacak bir hadiseydi! Nutkum tutuldu. Çekinerek uzandım. Aldım sigarayı onun gibi yaptım derin bir nefes çektim; kalın bir duman bıraktım semaya! Sigarayı uzattım ve onu azad ettim! Yaşadıklarım onun için arı vızıltısıysa benim için Tsunami dalgalarıydı! Ardını döndü ve gitti. Yüzüm pazarda kaybolan çocuğun ifadesine büründü, manasız kederlere gark oldum. Oysa ben gazozuna hap atılmış kız kadar masumdum!
SIIR Yıldırım Erkan Tavşan / Ölmek
Ölmek ne başa dönmek ne sonda kalmak Ölmek ne ben gibi siyah ne sen gibi pembe Ölmek nedir Ciddiyim nedir bu ölmek Bugünlerde istediğim şeyin adı buda anlamı ne Ölmek nedir böyle karanlığa yaklaştıkça pembeleşen Sence neden her insan ölmek istediğinde Tükenmiştir içindeki mutluluğu, umudu Sonsuz sandığı inancı Ölmek nedir ki zaten Boş odaların içinde tükenmek değil midir bir nevi Ya da ölmek sessizliğe gömülmek değil midir Biraz siyah biraz pembe Zamana yenik düşmek, Eskitilmek, Karanlığa gömülmek değil midir 31
Jargon
O saf duyguların bir anda çürüdüğü Gerçeklerin sönüp kendini boşluğa bıraktığı Zaman dilimi değil midir ölmek Ben değilsem ölmek Ya da sen olamadıysan ölmek Zamansız bitmiş dünyalardan değil midir ölmek Kararmak, terk edilmek, zamansız gitmek Görgüsüzce ağlamak değil miydi ölmek Eskiden anlatılmaya muhtaç olmak değil miydi ölmek Ölmek nedir ya Bana uzun ve yorucu anlat desem ne anlatırdın Ne anlatmak isterdin İlk cümlen ne olurdu mesela Öldürmeyi düşün, öldürülmeyi iste Ama kendi kendine ölme dedim kendime Ama öldürüldü nefesim Şuan ise ölmeyi isterdi ciğerlerim, Dudaklarım, sonsuz olmasını dileğim hayallerim Ölmek nedir Zamansız bitirilmiş sonsuzluk nedir Anne sonsuzluk ölüm değil midir Uyumak ölmekle eşit değil midir Ölmek nedir Bu sadece bir sonuç mudur Yoksa bir anda yanıp rüzgârda sönen bir sigaramıdır Ölmek nedir Sesini sesime eklemek değil midir Seni başladığım şekilde bitirmek değil midir ölmek Ölmek nefesimi sen yapmaktır Seninle el ele dolaşıp kalabalık olmaktır Ölmek dudağına masumca bir öpücük kondurmak kadar saf ve temizdir Aslında ölmek dudaklarımda yalancı bir his.
OYKU Esra Toy Kaybolmak Hayali veya Kötü Niyetli Yapraklar Yaşlı insanların elleri, tiksinti uyandırır, aşırı hüzünlüdür, damarları mor ve haykırır gibidir, parmak uçları ise pes etmeyen nasırlarla doludur. Sonra hep o sarı kokusu, ölümden kaçarlar ama yavaşlar da. Yani varlıkları, anlamsal bir çelişkinin içinde hababam kıvranır. Her neyse... 32
Jargon
Aksaray'dayım, Haseki girişinde, Recep adında bir ağaçlayım. Koli bandıyla ağaca sarılmış duruyorum. Recep abi ile iyi anlaşıyoruz, gerçi biraz eski kafalı, fakat makul da biri. Beni sorun etmedi hiç, bazı rüzgarlı akşamlarda daha bir sıkı sarıldığını hissederim misal. Geldik gidiyoruz, hepimiz topraktan yaratıldık, geyikleri en sevdiklerindendir. Saadet Partisi'ne oy verir; Gezi olaylarında ise, bizim çocuklar abarttı yer değiştirseler ne olurdu ki, yorumum yüzünden benimle bir hafta konuşmadı.
23 yaşlarında, iri kıyım, gözlerinin rengi olmayan, esmer bir erkeğim ben. Geri zekalıyım, otistik de denilebilir, akli dengeme şu an ulaşılamıyor falan. Aslında ne fark eder, gerçekten? Kelimelerin artistik formları, basit ayak oyunlarından başka nedir? Adım.. Bana İsmail dediler bir gün, ben de olur, dedim. Hafiften aksak, 's' harfiyle sorunları olan biriyim. Durduk yere sinirlenirim, annem beni sakinleştirir sonra. Annem. Özür dilerim senden. Kaybolduğum için yani, bir de normal olamadım ya biraz da onun için. Seni otobüste rezil ettiğimi düşündüğüm zaman, bana su verdiğin için kaybolmak istedim aslında anne. Buyum yani ben, korkuncum biraz, ama kabul edin siz de pek sevimli sayılmazsınız. Neyse.. aslında tüm bunlar, benim günlük empati cümlelerim, daha romantik ifadesiyle: İsmail' e yazgılı düşlerim. pehh ne laflar ne laflar.Ben, sayın okuyan, Haseki girişinde sürekli tespih çekip namaza giden bir ağaca koli bandı gibi bir nesneyle eklenmiş, Kayıp İlanı'yım. Kendi halinde, sürekli arayan, aradığının da bulunup bulunmadığından haberi olamayacak malın tekiyim. Rüzgarlara uyuzum, en sevdiğim Peygamber Hz Nuh, en çok dinlediğim şarkı Ahmet Kaya dan Beni Bul Anne. Realist, modernist azıcık da demoratiğimdir. Aşık olmadım, simit yemedim, yağmurlarla bitmeyen bir hesabım var. Şiire gelince, Acz'den Aşk'a Dair. Ve bana dokunan yaşlı eller var bir de...berbatlar, terliler, hastalar, çokça ilaçlar. Eskir, eskir, durmadan eskirim. Bahsettiğim İsmail adındaki eleman hakkında hikayeler uydurur, günlerimi öyle başımdan savarım. Sonra o hikayeleri, kireç engelini atlatan karıncalara anlatırım. İsmail nerededir? sorusu, öğle vaktimdir. İsmail şu an ne yapmaktadır? sorusu ise, rüyalarımda mütemadiyen cevaplanır durur. İsmail bulunmuş mudur? sorusuna gelince... varlığımın sebebi kaybolmaksa tersi bir durumun canı cehenneme. Saat iki gibi, elime çayımı alıp yoldan geçen güzel kızları İsmail'e yakıştırırm. Onu çoluk çocuğa karıştırırım. İyi baba olur, sabırlı bir koca. Eve ekmeğini almayı nedense unutmaz, memurdur kırkına kadar. Sonra durduk yere karısını belinden kavrar, kulağına şöyle fısıldayıverir: - Gidelim buralardan.
33
Jargon
İsmail bu, yapar yani. Bir gece kalp krizi geçirebilir ya da trafik kazasında hesap edilemeyen yaya olur. Belki de kim bilir devrimci bir adam olur başımıza: Evlenmez, bir kıza aşık olur ama hep ona olur. Meydanlara çıkıp: - Aydınlık Kaybolmaz! diye bağırır. Kaybolmak kelimesine değişik anlamlar yükler durur, bir şair olursa elbet. Hem ne ki kayıp hali insanın? İyi bir şey olabilir yerine, şarkısına, en mühimi bir kadının bakış açısına göre. Dur bir dakika, hayal gücü yüksek olan kağıt parçası, ya İsmail diye biri yoksa? dedi, durduk yere bir yaprak. Gülümsedim dangalağa. Yapraklar cidden yeşilleştikçe aptallaşabiliyorlar, diye bağırdım sonra, aşırı kibirliydim, havamdaydım. - Aylar önce bir kadın bana bakıp şöyle dedi yeşil surat: ''Ay.. Yazık, adı da İsmail'miş bak. İnşAllah bulurlar Halime abla'' Yaprak sırıtarak yandaki ağacın gövdesini gösterdi. Benim gibi tutunmuş bir ilan daha. İşte o an sayın okuyan, şekeri yanlışlıkla yutan çocuk kadar sinirlendim kendime. Ya da sevdiği halde söylemeyen tüm mallara sinirlendiğim kadar işte! Kendime yani. Ben de. Peki ben kimim? Ne anlatıyorum bunca gündür? İsmail kayıp olmayabilir fikri... Başım öne düşüyor, bacaklarım savruluyor. Ya ben esnaf lokantasının birinin yemek listesiysem, özel ders ilanıysam, sağ kolum uyuşuyor, en en en kötüsü bir parti liderinin sırıtık gülüşüysem ki bu beni günahkar yapabilir. Ağlıyor muyum? Sol kolum ayaklarıma yakın bir yere düştü, hissedemiyorum. - Recep abi, Recep abi!! Duymuyor, savruluyor, akşamın farzını kılıyor. İsmail nasıl yok olabilir, kayıp olsa anlarım ama...O kadar hikaye, rüya! Bacaklarıma felç indi, anlıyorum. - Recep abi! Abi bi doktor çağır! Haseki Hastahanesinin dibinde, ben ölüyorum, tüm hepimiz gibi. Gözlerim... Bir kağıt, ilk önce neresinden başlar ölmeye? Gövdemde, ağaçtan geçme bir kabuk sıkıntısı ya da anlam hakkında bir çok şüphe. Harflerim...birbirine girdikçe yoköluyorum.
34
- Nassın Hacı Zübeyir Amca? Başe inşallah? - Az gazım var. Eyiyim. - Geçmiş olsun. - Angara nasıldır? - Valla eyidir Hacı Zübeyir Amca. - Jargon nasıl gidiyi? - Birkaç redaksiyon kaldı. - Nerde galdı? - Jargon'da kaldı... - (Fısszrtt)... Aeeehhh... Olaylara garışmıyorsun değil mi? - Yok Hacı Zübeyir Amca pek karışmıyorum. - Garışma... Jargon nasıl gidiyi? - Valla iyidir Hacı Zübeyir Amca. - Eyidir? Eyidir... Oğlum, bak, olaylara garışma... Tamam? Olaylara garışma...
ve oturup ağladık yine ve niye hiç görmemiş gibi sanki oturup hep birlikte ağladık, ona şaşıyorum ona şaşıyorum, biz sanki hiç tanrı görmedik hadi hiç görmedik diyelim -çok doğrutanrı da mı hiç görmedi bizi?
Arkadaş Z. Özger