tutarsız, asitli, kalifiye, orantısız fanzin
Sayı 6 | kasım-aralık 2013
cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün
b{şl{rken Selam n’aber? Bu sayı epey gecikti evet. Hala da gecikiyor. Çünkü bu başlarken yazılarını sayı tamamlanmadan yazıyorum. Bugün 27 Kasım. Kasım sayısı hala çıkmadı mesela. Oluyor öyle şeyler. Payidar Zaraman bir gün bana şey demişti telefonda; “Sevdiğimiz işleri yapmak için sevmediğimiz işlerde çalışmak zorundayız.” Evet. “Evet” demiştim bende, “Haklısın abi.” Fanzin çıkıyor, çıkmaya devam edecek. Periyotları değişkenlik gösterebilir. Bunu söylemek istiyorum. Sonra işte, başka projelerimiz var, radyo yayını denemeleri filan. Haber veririz illa ki. Bu sayıya gelince; sadece şiirden oluşuyor. İthafımız İlhan Berk’e. Az’ız bu sayı da. Her anlamda az. Sağlıcakla, Ahmet.
muhteviyat İlhan Berk İmgelerinden Bir Dize Derlemesi……………………………………………......1 Dişlerimde Pıhtılaşır Adın – Baha Öztop…….………………………………………………..2 Blueski Şiir – Ali Lidar…………………………….……………………………………………....3 Ra Pa Pam Pam – Payidar Zaraman……………………………………………………………..4 Sıfırın İzahı – Ahmet Keskinkılıç……………….……………………………………………….5 Mise En Abyme – Hasan Ay………………………………………………………………………..6 işaşgülüm – Süleyman Sabri Genç………………………………………………………………7 Buralar Pek Bir Pis Uvar – Tuncay Kızılaslan..…………………………………………….8 Satlıcan’a Tutulmak – Ömer Faruk Ünalan……..………………………………………….10 Ve Gül'den Göçümüzün Bezirgan Notlarıdır – Emin Çelikli……………………………12
gereksiz şeyler imtiyaz sahibi(peh peh) Ahmet Keskinkılıç Tuncay Kızılaslan editör Ahmet Keskinkılıç redaksiyon Tuncay Kızılaslan
.
evet iki kişiyiz. ne var?
Ankara.-2013. Tüm hakları içimizde.
[1] İLHAN BERK İMGELERİNDEN BİR DİZE DERLERMESİ Eskitiyorum eskitiyorum kalıyor ne kadar güzel olduğun. Üç Kez Seni Seviyorum Diye Uyandım *** ben seni düşünüp korkunç ince diyorum görmediğim boynu. önümden çerçiler, askerler, bıçak bileyiciler geçiyor ve asık suratlı kazmacıları dünyamızın. bir ses seninle aynı yarımadadayız diyor ve yitiyor sonra pera'nın eski bir sokağında. pera'nın eski bir sokağını tepiyorum ben böyle her akşam her akşam tabanımda senin çamurun. Pera’nın Eski Bir Sokağında *** ellerin ellerimde sessiz yürüyorduk ve kapkara bir oğlan durma bize bakıyordu tuhaf uzun bir sokaktı ve ben susuyordum bir kız memelerini bırakıp gidiyordu aşıktım ve hep seni soyuyordum aklımda bir adam çarşıyı üstümüze kapıyordu Çıkrıkçılar Yokuşu *** biz ki zamanı tırnak içine alıp yaşadık (isteğin bulanık kıyısında). Otağ *** Siz dedim de f, o denizler aldı beni. Sabah haliniz o eski suları geçtim. Helene'nin baktığı denizlerde Paris'dim. Yeni sesler buldum, renkler, diller yeni Kral yalnızlıklarımda düşündüm sizi O çok günler Çin denizlerinde gittim Sular, güneşler onlardı, karşılaştırdım İstanbul gibiydiniz belki daha da yeni Bu denizler ne güzel böyle değil mi f, Hayır siz o denizlere bakıp geçtiniz Kaldı işte sonnet'lerimde olduğu gibi f Kaldı a'dan z'ye bütün baktıklarınız. Eski zamanda gelseydiniz ölümsüz olurdunuz. Benim zamanımda geldiniz ölümsüz oldunuz. Siz Dedim De F, O Denizler Aldı Beni
[2]
Dişlerimde P ı h t ı l a şı r Adın Bizimkisi; Güneş tutulmasına destek olsun diye körebe oynamak Yumdum gözlerimi hadi sen de sessizce beni vur! N'olur. Bak! Bir makinist daha delirip addaya gidiyor Ortalık polis kaynıyor, bence pişti bunlar Yediğim joplardan olsa gerek karnım doyuyor. Bütün günahlar insana kilo aldırır. Bir kez daha günah dersem içki içicem, İçki içicem günah demesem de kaç kez, Kesip damarlarımdaki asil kanımı sonra İçip içip apozitif düşünücem . Ve bütün yasaklar insanı zayıflatır. Kıyasıya korkak yaşamaktan geliyorum; Şaman soyum, yontma taşım, sayın hocam. Avrupai görünümlü Asyalı gibi miyim den olsa gerek, Hem korkuyorum Tanrı' dan hem Allah' tan. Yalan söylüyorsam hıçkırık tutsun. Geçmişimde gömülü devletler kesiyor nefesimi, Tabii ki olmaya devlet cihanda falan filan ama Toprağa doğru bir gel-git sürecindeyim Tarihi tekerrürden bahsetme yoksa n'olor bana. Benden nefret etmen seni insan yapar belki, Sonra olur olmaza ahmak bakarsın, Yağmur yağar sonra ıslatır seni Ruhuna antreman olsun diye namaz kılarsın. Seni öylesine değil.. sever özümser, sindiririm ki Dişlerimde pıhtılaşır adın. Havvalığından miden bulanır Bak uçak geçiyor Ademliğimde kusarak uyanırsın Geçmiş olsun canım.
|aha Öztop
[3]
Blueski Siir Gülümsemeli zamanlardı öncesi tarihimizin enteresan şeyler dinlerdik blueskiden güzeldi solcuyduk en önemli şey paylaşmak sanıyorduk baktık sonra gördük paylaştıkça azaldığımızı dağıldık azar azar sonunda bu hale geldik.. Rabbim, şimdi içimde katından ırak bir korku terli hayvanlar gibiyim yok yere telaşlanmış söylesene okuduğum kitapların hangisinde karşılığını bulabilirim hüznümün? büyüdükçe büyüyor öfkem anneme devlete kendime annem sinirlendiğinde epilepsi krizi geçiriyor ben desem bir yerinde takılıp kaldım hayatın ve devletin bekasından sual olunmaz amenna kendime gücüm yetmiyor devlete gücüm yetmiyor bir anneme yetiyor gücüm bağırıyorum avazım çıktığınca..
Ali Lidar
[4]
Sen noel şarkıları gibi sımsıcaksın Bilal’in sesi kulaklarımda insan gözleri kadardır biricik ve bir sır vardır Merye’mi hamile bırakan anamı kezik yapan bir sır kişiliğimdeki bu anksiyete bozukluğunun binden fazla sebebi vardır şimdi sen dilinin hakkını ver ve sus haketmiyor sesini hiç bir kulak gözleri kadardır insan biricik bana bir papazın istavrozundaki yunusu bul her erkek öksüzdür biraz her kadın biraz dul ve ben çok mu mutlu olacaktım kırk üçünde ölmeseydi babam kardeşim yirmi beşinde oksijenle açıklayamazsın nefesimi mayası gereği dekolteyi sever hayat pörsümüş memelerine bakmadan ve zamanın yarattığı en büyük yalandır hürriyet tenle gel bana ruhla gel nefesle gel gel ki biricik bu bir peygamber selamıdır ve aşk elbette tanrının bir promosyonu bir reklamıdır
Payidar Zaraman
[5]
Sıfırın İzahı maviydim. denizden limana sürgün edilmek gibi bir şey oldu hassasiyetlerime dokunan tüm grileri boyamayı görev edindim belki de ta en başından beri big bang ya da adem ile havva belli anıların hiç birinde yer edinememeyi çok iyi becerdim. tebrik ediyorum kendimi. mağrurum. ya da mağdur bilemiyorum sigortaları atmış bir dünyadan bir türlü elektrik alamıyorum coğrafi sınırlarımı belirlemek için bir boya fırçası yeterli çünkü kesinlik kazanmış ölçü birimlerinden haz etmiyorum. tutkaldım. beni tutanın elinde kalmak gibi amaçlarımdan soyutlandım işlevsizlik adına kendimi hiçe sayabiliyorum ya da saydım. çünkü kafiye gerekiyor bazı mısra sonlarına ve dedim ya işte insanlıktan aldığım kekre tadı hiç bir şeyden alamadım. (hayır dememiştim.) içinden arap baharı geçen şehir silüetlerinde gizlendim. gizemdim. kimsenin çözmeye yanaşmayacağını bildiğimden ya da bilemediğimden ikilemlerin içinde kalmış tekil bir çömez hiç bir bulmacayı çözemez o yüzden bildim. bilmemek çirkinliğidir yaşama direnmenin.
{hmet Keskinkılıç
[6]
Mise En Abyme ''nesli tükenen hayvanlara'' Omzundan boynuna uzanan o kısacık memlekette, yanaklarına varılan otobüs yolculuğunda, göğsüne gömdüğüm çocuklar ve çocukluk, geceyi perçinleyen gündüz ve planlarını benliğinde uygulayan bir seri katil, tanımaktayım şimdi. Zor, çünkü gömdüğüm insanları unutmuyorum, toprakla olan dertlerimi paylaşıyorum, zor, çünkü allah bizi sevmiyor, günaşırı sesleniyorum bizi duy! Vallahi süper insanlarız, şöyle diyor duyuyorum; ''insana en çok yakışan ölümdür.'' düşünüyorum. Bir karabasan gebertiyor kendini öğle vakti, sen yıldızları gökyüzünden koparınca gülüyorsun, yıllar geçiyor ve hayat böyledir, bir bakmışsın kendi mezarını ziyaret ediyorsun. Sönük kalmış hayatın hikayeleriyiz biz, sancıları tetikleyen makinelermişiz oysa, nesli tükenen hayvanlar gibi depresif, kendini 65 yerinden bıçaklayarak öldüren zürafa. işte bu şiir sana, suratımda patlayan her güzelliğin mimarı, yokluğuna kurşunlanan vatan hainleri işte, taziyeleri kabul eden devlet başkanları,işte bu şiir sana, dokundukça büyüyorsun, büyüdükçe dökülüyor insanlık saçlarına, dökülüyorum. kamikaze misali, intihar ediyor insanlık kim bilir ne uğruna, ölüm çok yakışıyor insana. Nesli tükenen her şey kadar yalnızız bak, panda kadar, bir bakkal, bir dünya ve yahut aşk kadar, kısrak kadar! Düşkündür belki kelebekler özgürlüklerine, şaşkınlığımızı gizleyemezdik. dizlerinde uyuyorum,kısrak özgür kelebek de, pandalar çiftleşiyor azıcık rahat bırakın yahu! Öpülüyorum, sis dağılıyor çocukluğumu hatırlıyorum, hatırlıyorum ki televizyonu olmayan bir ev, çıkmaz sokak, mutlak fakirlik, tüten soba, kocaman insanlar, böyle koskocaman, tam da bundandır ki babaanneler kutsaldır.
Hasan Ay
[7]
isasgülüm hayat bu ya emekleme ihtimali olmayan kırkayak yürümek zorunluluk sabahların hesabını tutan ben değilim takvimlerle konuşmuyorum yok takvimim ince uçlu şarj aletim veya kronometre ölçüyse ölçeyim kerameti avcum kadar işten arta kalan zamanda saçını süren ellerim başlıyoruz bir filme, başlayalım, filmimiz sahi sonunu söylerken seni vuruyordum seviyoruz da hoppala! o kadar da demedik bıraksam son sahnede bizi öldürecektin derecesi müşterinin inisiyatifi -ne bırakılmış dostluklar erkek çorapları, kız çorapları, öğrenci evi balkondan aşağı sarkan kanka ayağı ne evlere sığıyor ne evler kendine sığıyor illa bahçeler aslında her şey kimseyi kırmamak için bardakları kırmamak içindi pet şişeleri ve şimdi kendini gördüğün her her aynayı indir kır kır, belki susarsın diye, bir şekilde dirilirsin ne evlere ne kendine sığıyor işten arta kalan zamanlar işin ardına unutulmuş ölümler var şiirle, sonunda, son sahnede sevgilim 5 dakkaya ölüyorum oysa biraz işim
Süleyman Sabri Genç
[8]
Buralar Pek Bir Pis Uvar
Gördük ki ahlaksızlık dünyanın ırzına geçerken Dünya bu kaçınılmaz durumdan zevk almaya bakıyor. Ağlamak geliyor içimizden Bu duruma sadece yüzeysel kinleniyoruz Ve kirleniyoruz. Göğe iki kurşun sıksak Kuşların kanatlarından sekiyor Kırlangıçlardan bir devrim harekâtı Göreceksin, görecekler, görecek. —Biz belki göremeyiz.— Böylece üç uçurtma birden terazisinden vuruluyor Anne devlet amca kuşları tirenleriyle seviyor Bunu anlamıyorum ve derdimi anlatamayacak kadar Boğazımda seslerim tuzlu sulara atlıyor Ya da tam tersidir tuzlu sular seslerime Düştüğü an bir yılana sarılmasa Veya bir yılanın daldan konuşmasına kanmasa Veya Küçük Prens o yılan ile… Ah Küçük… Ah Prens… Git. Boyunlarımızda yar ağacından kalma urganla Göğüs kafesimizdeki öküzün pornografisinden Yepyeni yıldızlar kayıyor Handiyse tek gecelik çelişki bu. İşte o gecenin yıldızları Bir büyük ayı-yor -gun ve rose açı-yor desem de ayıp kaçıyor, kaçıyorlar, kaçıyorsun. —Biz ölmeden kaçamayız.— Ağzımdan kaçırdığım kelimelere özür borcum yok Aczimden kaynaklı bir durum da değil bu. Ağzımızdan kaçırdığımız kelimeleri Bu bir itiraftır, aslında isteklice salıverdik.
[9]
Ve Âdem’in son sözleri Döküldü dudaklarından Beraber elma yemeliyiz ki İnsanlık cehennem ne imiş görmeli.
Tuncay Kızılaslan
[10]
Satlıcan’a Tutulmak iradi bütün kıvrımları hiçe sayıp her salkım söğüde biraz mavzer her karışa biraz toprak ibraz edip stepnesiz ayaklarımla cennet tasavvur ediyorum gözümü yumunca ayranları inşaatları ne ıssız cetvelleri ne kısa görüyorum evet sütliman onca deniz posbıyıklarım ve stabilize bakışlardan artakalan makus sonlar kadar afili yalnızlıklar büyüttük göğsümüzde her bir kılcal damarıma zimmetli Kabe usulüne uygun inşa edilmiş totaliter mabetler kapitalizm, panislavizm, şeriat emperyalizmin kucağında ağaran zenci çocuk ve her manzaraya Fransız Türk ruhum kum gibi kalabalık insanlık için zehre banar farzımuhal sonra cüretkar bir toplum olur dudaklarım şeytanı taşlarız sonra günahsız kalırız her gece günahsız. ensemizde yirmi iki kalibre satırlarla bir o yana bir bu yana raks eden fahişeler korsan gösterilerimize müdahil olup tehcire zorlar insanlığımızı bariz bir tehdittir aslında ne idüğü belirsiz lokantaların asimile artıkları hangi gönle göç etsek Satlıcan yalnız kalır evlerimiz. abidelere başvurduğumuz günden beri okeye dönüp periyodik olarak sırra kadem basmışız sonbahar ah içimin sırça sarayını meşgul eden türbesiz fikirler hassasiyetimin suç ortakları fahri şovenistler! hangi dağda kurt ölse
[11] sıcağıma sığınır kartpostallar bu mevsim bu cerahat bu gökyüzü ah ört üstümü Satlıcan ört hadi.
Ömer Faruk Ünalwn
[12]
Ve Gül'den Göçümüzün Bezirgan Notlarıdır
yoksa bana mı öyle geldi yoksa sana mı ikindi,anneme migren.. yoksa zaman bir gel-git mi aramızda tahta silahım,naylon tankım ve uçağım mı yoksa göğsümü savaş alanına çeviren.. "bak reis" dedi yorgun sandal tekmil ikaz da "dünyaya tüküreceksen,sakal bırakmalısın" nedir bu karartı,bu toz bulutu bizi alelade söylenmiş bir söz gibi boşluğa savuran nedir? sis dahi anlamını yitirmek üzreyken bu hatıra ormanında çiğneyip çiğneyip tükürdüğümüz dünyada; çocukluğumuzu yiyen sincaplara ve hayallerimizi uzak bir mavide hapseden çelimsiz kaptanlara dahi,yumuşak başlı türküler yakmalısın... bu kitabe,taşlara kazınan bu yangın dağlara sığınmanın ağustos çevirisi ve gül'den göçümüzün bezirgan notlarıdır.. tahtadan ve naylondan neyim varsa şimdi yakıyorum şahit olun sapanımı da annem kırıyor yılgın ... ışığa ilenen sözler asarak boyunlarına ve bir mendilin uçması gibi konarak barışa her tabut bir marangoz çakmalıdır..
Emin Çelikli
zannediyorum dizin: kapak: İlhan Fırat Koçak çalışması. s2: Robert Steingarten s3: Bir akıl hastasının odası s5: Eskiden Amerika’da uygulanan bir idam biçimi s7: Ecmel Sarıkaya çalışması. s8: Fotoğrafçısını bulamadım. Anonim olarak geçiyor. s9: Paul Patrick fotoğraflamış. s11: Anna Shakina fotoğrafı.
Selamun aleykum