Sevgili Kadran Okurları,
EDİTÖR Mehmet SARITAŞ GENEL KOORDİNATÖR Ömer Faruk YAYIN KURULU Şeyma ARMAN Osman Said Şeyma ELKİT GÖRSEL YÖNETMEN Büşra TÜRK
Yeni açmış çiçeklerle, tam tepeden parlayan güneş ile, etrafta koşuşturan çocuklarla karşılıyoruz nisanı. Yeni uyanan tabiat kadar ümit doluyuz hepimiz. Ama bir yandan geçtiğimiz ay ülkemizde yaşanan acı olaylar ve kayıplardan dolayı üzüntü duyuyor, Kadran Dergi Ekibi olarak bu acıların bir an önce son bulmasını diliyoruz. Biz, bu sayımızda ise hem sevinci hem üzüntüyü; hem zemheriyi hem de nevbaharı sizlerle birlikteunutulmayacak bir şekilde hissetmeyi planlıyoruz.
YAYIN TÜRÜ Yaygın Süreli
Dediğimiz gibi Kadran’da bu ay, hissedip yaşayabileceğiniz hemen hemen her duygu var. Azimli yazar kadromuzla birlikte bu aya da karşınıza, elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalışarak hazırlandık. Her biri sizi ayrı diyarlara götürecek olan yazılarımız, sizi kah ağlatıp kah güldürecek. İlkbaharın tazeliğini ve güzelliğini yaşadığımız şu günlerde Kadran, mevsimin getirdiği yeşil örtüyle birlikte daha bir canlı daha bir heyecanlı. Sevgi ve neşe tohumlarının bu zaman zarfında, tüm yoğun işlerinizi bir an için kenara koyun. Kendinize bir iyilik yapın ve doğal güzellikleri tadını çıkarın. Bunu yaparken de sizinle buluşmayı bekleyen yazarlarımıza da bir şans tanıyın. Kadran’ı sakın ha, unutmayın
İLETİŞİM www.kadrandergi.com iletisim@kadrandergi.com
Fikir ve yorumlarınızla bize yardımda bulunmanızı istiyor, bir sonraki sayıda görüşmek için şimdiden can atıyoruz. Sevgi ve muhabbetle…
YAZI İŞLERİ EDİTÖRÜ H. Kübra KORKMAZ YAZI İŞLERİ Tuğçe ARICAN Ahsen KESKİN Betül ŞENOL SOSYAL MEDYA Nuray GÖNCÜ Emre KIZIIRMAK
/ kadrandergi
Mehmet SARITAŞ
Kadran’da Bu Ay...
4
YÜRÜ HÜR MAVİLİĞE
İrfan KARADENİZ 6
ENANİYETE MAHKUM BİR DENEME
Selin EKER 8
İnsülin Direncine Yakın Bakış 18
Şeyma ARMAN
ANNEM
Zeynep ŞENER 10
GİTMEKLER
Melike DUMAN 12
ANKARA
Aybike ULUBAŞ 14
Bajrangi Bhaijaan 32 Tuğçe ARICAN
ŞİMDİYİ DÜŞÜNME VAKTİ
Elif KÜÇÜK 16
KORİDOR
Edanur CEBECİ 26 LEYLA Emre KIZILIRMAK 28 SESSİZ ÇIĞLIK
Başkentin Taşralı Rakibi LYON 22 Belgin YEŞİM
Ahsen KESKİN 30 ÇİÇEK KIRIKLIĞ I Şems Huzur
38 HÜZÜN
34 YAŞ(LAN)IYORUZ HERŞEYE RAĞ MEN
Taha Yasin YILDIZ
Nesrullah ÖZÜN
39 EFENDİM..!
36 BİR DUA
Taha Yasin YILDIZ 40 DERİNDEN BİR AH Zeynep CANELKİ
Yürü Hür Maviliğe -İrfan KARADENİZ-
Hayal ile.. Her şey bitti, hayat artık bir şey ifade etmiyor, ben zaten öleyim ne işe yararım ki zaten, o daha zeki kesin Harvard alır onu, hayır hayır içmemek için nedenim mi var? Peh.. Odur ya tam çıkılmaz noktasına gelir toslarsın hayatın, çekersin bir 14lü browning sık kafana kurtul mu çare? Ya da çık bir çatı katına haykır içindeki nefreti ve at aşağı kendini. Ama hayır, tüm çıplaklığınla dururken ortada, her şeyini elinden alan tüm hızıyla kaçıp köşede Erol Taş kahkahası atan densiz unutur hayalleri. Demiş ya Van Gogh, resmimi hayal ederim ve daha sonra hayalimi resmederim. Başlı başına bir sanattır hayal. Sermayesiz şirket kurup sınırsız çek yazmakta bir hayal, sahil kenarında bir Pizzacı açmak da. Meksika sahillerinde Harley Davidson motoruyla ağzında kürdan, arka fonda GTA San Andres müzikleriyle kim gezmek istemez ki. Ya da astronomi okuyup Türkiye’nin Yuri’si olduktan sonra Satürn’ün dış halkasında 2000 metre koşmak değil midir bizi biraz olsun kasvetli havadan çeken.
4
Kimisi bir yönetmen olup Everest’in tepesinden Niagara’ya uzanan teleferikte silahlı soygun çekmek ister ya da her sabah kilo vermek için yaptığı koşuda sabaha kadar otellerde eğlenen umarsızca coşan insanları hayal edip, “Bir gün ben de fit olacağım” demek. Ya dinlediği zenci gangster müziklerinin bassının etkisiyle değişen el hareketlerini kontrol edemeyenler, ya okuduğu kitabın 38.sayfasındaki kızın dramından etkilenip kendini muavin koltuğunda bulanlar, ya da Coco Cola beleş koltuk veriyor diye Kumrucu dükkânı açmak isteği. Peki “Walt Disney’in hayal edebilirsen ona sahip olabilirsin.” sloganından yola çıkarak hoşlandığı insanla kendini IMAX sinema salonunda Popcorn yerken hayal etmeye ne demeli? Alır götürür seni uzaklara, soyutlar bu çirkin yüzlü dünyanın pis kokulu sokaklarından ve mutlu eder onca hadsizlik ve sevgisizlik arasında. Saygı duy hayalleri olanlara, hayalleriyle yaşamayı bilenlere. Çıktığın yolda, bugün, yelken açık, yapyalnız, gözlerin arkaya çevrilmeyerek, pervasız… Yürü! Hür maviliğin bittiği son hâdde kadar! İnsan alemde hayal ettiği müddetçe yaşar.
Kadran Dergi | Nisan 2016
5
EnANİYETE MAHKUM BİR DENEME -Selin EKER-
Ben baharı hiç koklamadım öyle açık seçik. Gündüzlerin de geceler kadar dipsiz, o kadar güvensiz olduğunu farkettiğimden beri yaşayamadım tasasız. Ve dert dediğim şeyi bu kadar benimsemişken elim ayağım gibi, tutamadım başkasının dertlerinden. Kendi yüküm altında ezilirken soran soruşturan da olmadı beni. Hep bir yerlerde vardım. Hep istenilen yerdeydim. Bu yüzden anlaşılmadı muhtemelen yokluğum. Ayakta durmaya çalıştıkça sendeledim hep. Kum tanelerinin avuçlarımdan kayıp gidişini izliyor gibiydim. Bir şeyleri kaybediyorum. Ama avuçlarımı kapatmaya da mecalim yok.
6
Ezildim, çizildim. Adımın üstü karalandı çoğu kez. Kırıldım ama kimseyi kesmedi kırıklarım. Elimden tutan birileri oldu nihayetinde. Ama hep yaralı elimi sımsıkı sardı o eller. Canımı yaktı. Her şeye rağmen tüm öfkemi, hüznümü toprağa attım. O gömer diye her şeyi. O gizler diye cesetleri gizlediği gibi. Ve bir de yazılar yazdım amansız. Her şeye karşın en büyük gücüm kuvvetim kelimelerim oldu. Fakat ağzımdan çıkmazdı o kelimeler, kalemimden çıkardı daim. Kalemin, kağıdın, kitabın kutsallığına inandım. Cahilliğin sonumuzu getireceğine inandığım kadar. Bir sonun bir başlangıçtan daha iyi olması gerektiğine inandım bir de. Oldum olası güzel başlıklar bulamam zaten ben! Bu kalem biraz yassı. Bu kelimeler pek gün görmedik. Ben de acemiyim daha bu dünyada. Yazmaya değer şeylerin pek kıymetini bilemiyorum. Affola...
Kadran Dergi | Nisan 2016
7
ANNEM -Zeynep Şener -
Nerdesin annem? Ne kadar uzaklıktasın bana. Sensiz geçmek bilmiyor acılar, sensiz tükenmek bilmiyor yalnızlıklar. Senden başka derdimi dinleyen yokmuş meğer. Buradan anlatsam sana yüreğimle derdimi böyle de anlar mısın beni? Anneler hissedermiş ya çocuklarının hüznünü, acısını sen de benim acımı hissediyor musun anne? Burada kimse ortak olmuyormuş insanın acısına. Herkes kendi derdine düşmüş, işine geleni yapıyorlarmış insanlar burada. Kimse ama hiç kimse bırak acıyı paylaşmayı sevincini bile paylaşmıyormuş birbirleriyle. Derman olmasa bile derdimi dinleyecek insan bulamıyorum burada. Hani küçükken sen kızınca arka odaya gidip koltuğun arkasına saklanıp ağlaya ağlaya uyuya kalırdım ya burada da kendime bir oda buldum. Ne zaman canım yansa, hüzünlensem, kalbim kırılsa bu odaya geliyorum. Burada ağladığımı bir tek bu odanın duvarları ve odadaki kullanılmayan eski yatak görüyor. Bu odayı buradaki insanlara benzetiyorum anne. Oda buz gibi tıpkı buradaki insanlar gibi. Daha yaklaşmaya başladığında üşümeye de başlıyorsun. Ama kullanılmadığı için soğuk merak etme sakın beni başka zamanlar üşümüyorum annecim. Odada bazen saatlerce ağlıyorum, oda ağladığıma şahit oluyor her bir zerresine kadar ama bir şey yapmıyor. Ben ağladıkça sanki daha da soğuyor. Ama hakkını yememek lazım bir şey yapmasa da en azından ağlayabilmem için bana yer açıyor. İnsanlar onu da yapmıyor. Oturup karşısında hıçkırıklara boğulsan görmezden gelir seni, belki de gerçekten görmüyorlardır.
8
Yok yok annem sen üzülme, ben sana kıyamam odanın küçük bir de camı var burası çocuk parkına bakıyor ağlarken onları izliyorum, izlerken de uyuyakalıp çocukluğumu, seni görüyorum rüyamda. Rüyalarımda senle konuşup dertleşiyorum huzuru yakalıyorum. Sonra bir uyanıyorum, rüyamın sıcaklığından bu buz gibi odada bile ısınmışım. Uyandıktan sonra rüyamı düşünüp deniz kenarında bana “Az kaldı kızım dayan, kavuşmamıza az kaldı” deyişini hatırlıyorum ve tüm gücümü toplayıp buradaki insanları temsil eden bu küçük artık kullanılmayan ve soğuk odadan çıkıp insanların arasına karışıyorum yeniden. Bu mektubu da bu odadan yazıyorum sana annem. Şu an oda ne kadar soğuksa benim yüreğimdeki yangın o kadar sıcak, odanın soğukluğu ne kadar üşütüyorsa ellerimi içimdeki hasret, hüzün, kalp kırıklıkları o kadar yakıyor ciğerimi. Mektubu burada bitiriyorum meleğim. Şimdi uyuyacağım çünkü bu odadan çıkmam lazım birazdan.
Kadran Dergi | Nisan 2016
9
-Melike DUMAN-
Uzun yolculuklar için yeterince sağlam ayakkabılarım yok benim. Üstelik ancak gidiş bileti almaya yetiyor param. Dönmemeyi göze almaya ise yetmiyor cesaretim. Ah benim güzel çaresizliğim. Bunları anlatırken kaldıramayacağım gözlerimi yerden. Kaldırırsam ağlayacağım çünkü. Yorgunum. Haritalarıyla konuştuğum şehirler çağırıyor beni. Ellerinden tutmak için gitmeliyim üstü başı kirli çocukların biliyorum. Kalplerine dokunmak için gitmeliyim öfkeli insanların. Yaralarını sarmak için hasta kadınların ya da delileriyle konuşmak için taş sokakların. Her sabah içime dolanı götürmek için gitmeliyim karanlıklara doğru. Ama inan adımımı attığım an yol tutacak. Bak yine belli belirsiz gülümsedi az ötede bir siluet. Ne demek istiyor anlamalıyım. Sonra anlatmalıyım bilmediğim dillerde bilmediğim insanlara tam olarak ne olduğunu kimsenin asla bilemeyeceği şeyleri. Ya bazı kelimeler tekrar edildikçe güzelleşiyor ya da tescilleniyor artık benim deliliğim. Ah benim canım eskitemediklerim. Onlar söyledi. Onlar hep söylüyor. Biliyorum da anla işte güç yetiremiyorum onlar gibi olmaya.
10
Güneşimi götürmeliyim buzullara. Sonra yağmur olup yağmalıyım kurak topraklara biliyorum. Biliyorum da işte param yetmiyor uçaklara. Yoksulum. Ellerim de titriyor benim. Mütemadiyen soğuk ve yoksul ellerim. Ne kum biriktiricilere meydan okuyabilirim ne de toprak yiyicilere. Yollarla başım hep belada benim. Utanmıyorum da işte anla kaldırırsam kafamı ağladığım belli olacak. Eskitemediğim isimler yük olacak sırtıma ve gidince bana sade üşümek kalacak biliyorum. Ben bu iş için en yanlış kişiyim. Yol kenarlarının en hayati noktalarına konuşlanmış nefes toplayıcılarla mücadele edebilecek kadar cesur değilim. Oturup anlaşacak olsam, buna da asla razı olmaz kalbim. Ah benim sevgili tecrübesizliğim. Belki yürüyerek giderdim. Hem yavaş hem öğrenerek hem yürüyerek giderdim. Çok zaman alırdı ama güzel şeylerin çok zamanlarla mutlaka bir bağı olmalı. Giderdim de işte anla hiç takatim yok benim. Yorgunum ama direnmeyeceğim artık ayaklarımı çeken yollara. Adını bilmediğim şehirlerin adını bilmediğim insanları ısrarla çağırıyor beni. Onlara da direnmeyeceğim daha fazla. Ne burada kalabilirim artık ne de gitmeyi becerebilirim büsbütün biliyorum ama yine de direnmeyeceğim. Bir de giderken asla kaldırmayacağım kafamı yerden. Kaldırırsam ağlayacağım çünkü.
Kadran Dergi | Nisan 2016
11
ANKARA -Aybike ULUBAŞ-
Bir çocuğun babasına yaşadığını bildiren mesaj atmasıyla başlayacağım satırlarıma, ne çok acı var. Ne çok çaresizlik ne çok gözyaşı var. Ben 18 yaşındayım. Sayısız hayallerim, umutlarım, sevgilerim var. Yapmak istediğim onlarca şey var. Mutlu olacağım, üzüleceğim günlerim var. Ben daha mezun olacağım ya hu, önümde yıllarım var. Herkes gibi ben de dünyayı gezeceğim, hiç bilmediğim tatları tadacağım. En sevdiğim yazarlar, şairler, oyuncular, müzisyenlerle tanışacağım. Ben gencim, önümde yıllarım var. Benim gibi binlerce genç var. İzmir’de, Antalya’da, Bursa’da... Ama gençler eksik, Ankara’da. Hayaller eksik, sevdalar, umutlar eksik. Mezar taşı doğum tarihi dinlemiyor Ankara’da. Ölüm evde bekleyenin var mı sormuyor. Hüzün kokuyor sokakların Ankara. Ölüm kokuyor parkları, korkuyla bakıyor analar camlardan. Aman diyor geç kalma yavrum, ipsizi var sapsızı var. Kim patladıya gitme...
12
Yaşanacak günlerin var yavrum, okuyacak adam olacaksın daha. Öğretmen, doktor, avukat olacaksın. Kendine dikkat et. Aman ölme yavrum, geçme kalabalık yerlerden. Yürüme güzelim parklarda. Binme otobüslere. Senden kıymetli mi? Yarım kalmış şiirler, ödevler, dostluklar, eğlenceler, aşklar var şimdi. Yarım kalan gençlikler var. Kardeşlerim, öldürüldüler. Nasıl mahzun açmasın çiçekler? Nasıl duraksamadan atılsın kahkahalar? Nasıl cevap verilir onca çocuğa? Babam, abim, ablam, annem dediğinde. Kim cevaplayacak şimdi? Neye yarar tüm bu satırlar? Eğer sokakta sek sek oynayan, okulda ders dinleyen çocuk yitip gidecekse hiç uğruna neye yarar ki benim satırlarım? Eğer yarım kalacaksa hayatlar nedendir yaşamamın anlamı? Son düşündüğü nedir acaba hiç uğrunda yitip gidenin? Ya annesine kızdıysa, ya bağırdıysa babasına. Kavga ettiyse arkadaşıyla, özür dileme isteğiyle taşıyorduysa yüreği… Yarım kaldı özürler, yarım kaldı barışmalar. Dileyemeyecek özrünü. Çoktan affetse de sevdikleri onu, dileyemedi özrünü. Sarılamadı son bir kez doyasıya. Mezun olamadı o gençler, hayata atılamadı. Anne olmadılar, baba olamadılar. Sevemediler doyasıya. Yaşayamadılar hayatı. Yarım kaldı bu çocuklar. #Ankara
Kadran Dergi | Nisan 2016
13
ŞİMDİ’Yİ DÜŞÜNME VAKTİ -Elif KÜÇÜK-
Gurbet ve gurbet dedikten sonra hemen t’nin ardına sıralanan üç nokta. Hani kursağından aşağıya indirmeye çalıştığın yabancı cismin verdiği acı gibi... Mesele aslında gurbette değil, mesele o üç noktada. O üç noktada ne yaşanmışlıklar ve ne yaşanamamışlıklar var. Bir miktar sevgi, bir miktar özlem, bir miktar geride kalanlar ve alabildiği kadar gözyaşı. Bize, hep ulaşamayacağımız zamanlara ait olan şeyler güzel geliyor. Neden böyle oluyor anlamıyorum. Ya geçmişi ya da geleceği düşünüyoruz. Şimdi’ye yaptığımız muamele içler acısı… Oysaki bizim bütün kahrımızı ‘Şimdi’ çekiyor. Geçmişi şimdi özlüyoruz, geleceği şimdi düşünüyoruz. Ağlarken, bunalırken, sinirlenirken, mutluyken, severken, yalnızken, muhabbet ederken, yolda yürürken, yağmurda ıslanırken, tırnağını keserken, fotoğraf çekerken, yatarken, kalkarken ve hatta ölürken bile ‘Şimdi’deyiz. Şimdi’yi kaybedince geçmiş oluyor işte. Kaybedince “Neden gittin, neden?” diye çığlıklar atmak yerine “Geçmişe özlem” adı altında narin ve duygusal davranmayı tercih ediyoruz. Kim “Deli” diye damgalanmak ister ki? Tabi ki böyle davranacağız. Çünkü biz akıllı, zeki ve uslu insanlarız. Kanunlara uyar, kırmızı ışıkta asla karşıya geçmeyiz. Doğa dostumuz, hava yoldaşımız, bulutlar da hayallerimizdir bizim. Daha ne olsun? Bunun ötesi tam teşekküllü hastane işte. Ah şu biz ve kırılmasın diye tüm önlemleri alıp Samsung Galaxy S6 Edge ile yarıştırdığımız tabularımız! 14
Şimdi’yi sevelim, Şimdi’ye sahip çıkalım. Şimdi’yi iyi değerlendirirsek güzel ve tebessümle yad edeceğimiz bir geçmişimiz ve umut dolu bir geleceğimiz olur. Belki biraz da mis kokulu çiçeklerimiz, bir bardak çayımız, çayın yanında en sevdiğimiz tatlımız bile olur. Hatta bunlarla da bitmez, bi bakarsınız cennetimiz de olur, havz-ı kevserimiz de..Gurbetle giriş yaptık madem, yolumuzu şaşırıp, çıkışımızı yangın merdiveninden yapmayalım. Gerçi gurbet, büyük yangın! Yangın merdivenine ihtiyacımız yok değil! Ama büyük kavuşma için bu yangında kalıp yanmak, kavrulmak, dışarıda olup, yangını seyreden olmaktan çok daha iyi. Bundan dolayı bütün yangın çıkışlarını kapat asker! Gurbette kalıp, komple yanıyoruz! Ordular! İleri! Marş! Gurbet mevzusu ötelerin tee eksi kutbundan başlayıp taa artı kutbuna doğru ilerlediği için çok derin bir mevzu. Bu nedenle bildiğimiz ve yaşadığımızı sandığımız dünyalık gurbetler çok sığ kalıyor. Yaşanmışlıklar bile sığ kalıyorken bu mevzuyu benim anlatmaya çalışmam bırakın sığ kalmayı tüm suyunu çekmiş oluyor. Herkesin gurbeti kendi içinde.. Gurbet ki, kalpte başlar, sonra dış dünyayla tanışır. Bu nedenle bırakalım da gurbetle ilgili tüm sayfaları kalbimiz doldursun. Sen sadece “Sıla mı, gurbet mi? Adını koy” sevgili okuyucu.. NOT: Ben bu yazıyı şimdi yazdım. Siz gelecekte okuyacaksınız. Sizin okuduğunuz an Şimdi’niz olacak. Ve yazıyı okumanız bitince bu yazı sizin için de benim için de geçmişte kalacak. Ama ne olur geçmişi tozlandırmayın! Zira bazı geçmişler Şimdi’niz olabilir. Arada bir bu yazının da tozunu alın olur mu? Kadran Dergi | Nisan 2016
15
KORİDOR -Edanur CEBECİ -
Koridor Han kapıları açılıyor İşte biri daha. Ah şu anlaşılmak derdi, Gider gelirsin Bir kapıdan bir kapıya. Gölgen eşiklere vurur başını, Bir sen kalırsın dışarıda. Yakana yapışıp kalan leke Dikenleriyle inciten gurur. Diliyorum fakat Yürümekle uzaklaşılmıyor. Yürümekle bulunmuyor, af diyarı. Hatırlamak ağrısı ise Bir köşede kaybolmuyor. Sırtında katran karası yükler, Yüreğinden arınamayan sızı, Ya bir uçurum bulunmalı Ya da bir kör kuyu.
16
Beyazını pembeye çalan gözlerle Bakıyorsun işte. Reçeteye yazılan isim, Aynada gördüğünden başkası değil. ‘Sana sorulan soruyu Yalnız senin çözebileceğin’ gerçeği. Zihnini kemirip duran akrepler Zehrini akıtamadığın Birden gelirler, kesilir nefesin. Harabeleri çoğaltmak mı baltayla, Yoksa bırakmak mı ruhun heykelini? Kolay değil, yaşamak İnsan olmak kolay değil İnsan kalmak kolay değil hasılı. Yorgunum deme büsbütün Bak, frezyalar aydınlanıyor usulca. O beyazlık olmasa Baş edilmez gelinciğin alıyla. Ah şu anlaşılmak derdi, Fazladan bir nefes daha dilenmek Başkalarınca. Yüreğindeki emanete kulak ver Yarasaların çığlığını duyacağına. Kandil yakan şefkatli anne eli Uzanır masalları uyandıran dokunuşla.
Kadran Dergi | Nisan 2016
17
İNSÜLİN DİRENCİNE YAKIN BAKIŞ -Şeyma ARMAN Sizlere özellikle son yıllarda herkesin merak ettiği ve çok fazla bilgi karmaşası yaşanan konulardan biri olan insülin direncinden bahsedeceğim. Öncelikle bu bir hastalık değil bir metabolik değişiklik sürecidir. Asıl önemli olan bu süreçte yapılması gereken doğru uygulamalardır, eğer dikkatli olunursa bu durum en güzel şekilde sonuçlanır. Ancak bu süreçte dikkatli olunmazsa durum kötü yönde ilerleyebilir ve sonuçta diyabet gelişme riski artar. İnsülin direnci basit anlamda insülin etkinliğinin azalması, bozulması ya da insüline verilen doku cevabının yetersiz kalması olarak tanımlanabilir. Özellikle günümüzde tip 2 diyabetin birincil nedeni olarak insülin direnci gösterilmiştir. Peki, İnsülin Neden Bu Kadar Önemli ?
İnsülin pankreasın B hücrelerinden salgılanan, kas ve yağ dokuda glikozun yakılmasını sağlayan hormondur. Glikoz insülin aracılığıyla hedef dokulara girer ve kan şekeri düşer. Ayrıca insülin kas dokularda aminoasit alımını ve protein sentezini arttırır.
18
Yapılan çok sayıda çalışma sonucundainsülin direncinin birçok hastalıkla ilişkili olduğu ortaya çıkmıştır. Bu hastalıklar şöyle sıralanabilir: • Obezite • Tip 2 Diyabet • Hipertansiyon • Kalp hastalıkları • Polikistikoversendromu • Uyku apnesisendromu • Safra kesesi taşları • Alkolik olmayan karaciğer yağlanması Çeşitli kaynaklarda çocukluk çağı obezitesinin ve şişmanlığın insülin direncine zemin hazırladığını üzerine dikkat çekilmektedir. Özellikle abdominal bölgedeki yağ doku artışının insülin direnci gelişme riskini arttırdığı ortaya çıkmıştır. Obezite de yağ dokusunda ve kandaki serbest yağ asiti seviyesinde artış vardır. Yağ dokusundan insülin direncine neden olan faktörler salgılanırken, artan serbest yağ asitleri kasların glikoz kullanımını inhibe etmektedir. Ayrıca obezitede hücrelerin insülin alıcı elemanlarının sayısında azalma vardır. İşte bundan dolayı obez bireyler çok dikkatli olmalıdır ve ertelemeden tedaviye başlamalıdır. Egzersiz ve İnsülin Direnci Arasındaki İlişki Nedir ?
Egzersizin insülin direnci üzerindeki mekanizmaları: • İnsülin duyarlılığını tüm vücutta ve iskelet kasında arttırmak • Kas kütlesini arttırarak bu sayede glikoz kullanımını arttırmak • Egzersiz sırasında kasılmalar sayesinde glikoz kullanımını arttırmak • Pankreas B hücre fonksiyonunu iyileştirmek. Egzersiz insülin seviyesinin azalmasına yol açsa da insüline duyarlılık arttığından dolayı dolaşımdan kasa glikoz geçişi devam eder.
Kadran Dergi | Nisan 2016
19
İnsülin direncine sahip bireylerde düzenli yapılan fiziksel aktivitenin birçok faydası vardır. Bunlar şöyle sıralanabilir: • Obez bireylerde zayıflamaya yardımcı olur, • İnsülin duyarlılığını arttırdığı için daha iyi kan şekeri kontrolü sağlanır, • Glikoz kullanımı artar, • Karaciğerde glikoz üretimi azalır, • Bireylerin yaşam kalitesi artar. Fiziksel aktivite önerileri • Haftalık en az 150 dk yürüyüş tavsiye edilmektedir. Ancak bireylerin yaşam tarzı uygun ise her gün düzenli olarak yürüyüş yapmaları çok daha faydalı olur. • Egzersiz ile öğün arasında 1-1,5 saat olmalıdır. • Egzersiz yaparken hipoglisemi gelişme durumuna dikkat edilmelidir. İnsülin Direncinde Beslenme Nasıl Olmalıdır ?
Diyetle alınan besinler insülin duyarlılığını ve glikozun hücreler tarafından kullanımını etkilemektedir. Aşırı miktarda yağ tüketimi plazma insülin düzeyinin artmasına ve hücrelerin insülin duyarlılığının azalmasına sebep olarak insülin direncini şiddetlendirir. 20
Her ne kadar insülin direnci denilince akla önce karbonhidrat kullanımına dikkat etmek gelse de yağların tüketimine de çok dikkat etmek gerekmektedir. Trans yağlar ve doymuş yağlar mümkün olduğunca azaltılmalıdır. Bunu sağlamak için katı yağların diyetten çıkarılması, zeytinyağı, ayçiçek yağı, fındık yağı vb. sıvı yağların yemek yapımında kullanılması gerekir. Karbonhidrat hem nitelik hem de nicelik olarak insülin direncini etkiler. Karbonhidrattan zengin diyet açlık kan glikozunu arttırır, plazma trigliserid seviyesinde yükselmeye neden olur. Bunlardan dolayı karbonhidratların sindirimi ve emilimi zorlaşır. Basit karbonhidrat alımı mutlaka azaltılmalıdır. Basit karbonhidratlar yerine posa içeriği yüksek sebze, meyve, kuru baklagiller ve tam tahıllı ürünlerin kullanılması gerekir. Ayrıca glisemik indeksi ve glisemik yükü düşük besinlerin tüketimi arttırılmalıdır. Proteinli besinler tokluk hissi oluşturarak zayıflama diyetlerinde bireylere yardımcı olur. Fakat, proteinli besinler aynı zamanda doymuş yağdan da zengin olduğundan dolayı total kolesterol, LDL kolesterol ve trigliseritler üzerine olumsuz etkilerinin olabileceği de unutulmamalıdır. Tuz alımına mutlaka dikkat edilmelidir. Özellikle hipertansiyonu ve ödemi bulunan kişilerde tuz alımı kısıtlanmalıdır. Tuz içeriği yüksek salamura besinler, turşular, zeytin, hazır çorba ve bulyon kullanımından uzak durulmalıdır. Akdeniz mutfağı ; bol miktarda meyve, sebze, kuru baklagil, sert kabuklu meyveler ile yüksek miktarda posa, düşük veya orta miktarlarda balık ve tavuk, az miktarlarda kırmızı et ve doymuş yağ ayrıca görünür yağ olarak zeytinyağı ile karakterizedir. Bu beslenme şekli insülin direnci olan bireylerin rahatlıkla kullanabileceği bir beslenme şeklidir. Ancak unutulmaması gereken en önemli nokta sadece egzersiz veya sadece diyet tedavisi tek başına etkili değildir. Tedavi sürecinde beslenme ve yaşam tarzı değişiklikleri bir bütün olarak ele alınmaktadır.
Kadran Dergi | Nisan 2016
21
Yurtdışı Günlükleri
Paris’e Alternatif Fransa Rehberi :
Başkentin Taşralı Rakibi Lyon (1) -Belgin YEŞİM“Fransa Paris’tir” der Voltaire, Fransa’ya yolu düşen birçok yabancı turist de öyle sanır. 2014’te Fransa’yı ziyaret eden yaklaşık 84 milyon yabancı turistin en az üçte biri tercihini Paris’ten yana kullandı. Fransa, ağırladığı yabancı turist sayısıyla ABD, Çin ve İspanya’nın önünde ilk sırada yer alıyor. Aslında Fransa turizmle ilgili bir konuda daha lider : Turizm Teşvik Kurumu’nun verilerine göre Fransa turistler tarafından “en az misafirperver ülke” olarak seçilmiş. Paris ise yabancı ziyaretçiler için “Avrupa’nın en kaba şehri” unvanına layık görülmüş. Hatta Fransa Dışişleri Bakanlığı geçen aylarda bu sorunun çözümü için bir çeşit “imaj düzeltme fonunu” hayata geçirdi. Aslında, 2013’te Paris Belediyesi işletmelere “Nezaket Kılavuzu” adli bir kitapçık dağıtmıştı. Bundan üç yıl önce de, Paris’teki tarihi anıtlarda “gülümseme elçileri” adı verilen ekipler görevlendirilerek, turistlerin gönlünü almaya çalışmışlardı. Ancak, bu projelerden istenilen sonuç alınamadı. Nitekim kentin sokaklarında şöyle de bir söz dolanır kulaktan kulağa “Parislinin nefret ettiği üç hayvan vardır: Güvercinler, fareler ve turistler.” Haddi zatında turistlerin Fransa ve Fransızlara dair kanaatlerinin temelinde büyük oranda Parisliler var. Paris dışında kalan ve “Province” (Taşra) olarak isimlendirilen ülkenin geri kalanı da “şovanist” (Chauvinist) olarak tanımladıkları Parislileri ülke imajına zarar vermekle suçluyor. 22
Hal böyleyken, illa Fransa’yı gezecegim, ya da Paris’i zaten gördüm ama daha başka nereyi gezsem diyorsanız, sizi daha güneye alalım. Paris’ten yaklaşık 500 km, Lyon’a buyrun. Tarihi rakibimize yeteri kadar çamur attıysak, artık Lyon tanıtımına başlayabiliriz. İki kentin rekabeti ihtilal yıllarına dayanıyor. Biz reklam kokan yazımızda o kadar eskiye gitmeyeceğiz ancak, Lyon’un o dönemler Jacoben yöneticilere karşı çıktığını, ihtilal ordusuyla savaştığını bilmeniz kafi. Elbette Paris’e karşı bu diklenme, Lyon’a pahalıya mal olmuş. Surları ve bazı tarihi binaları yıkılmış, hatta ceza olarak ismi bir süre “VilleAffranchie” (Kurtarılmış Şehir) olarak değiştirilmiş. Kuşatma altındaki halkın açlıktan fare yediği de rivayet edilir ama yazıda Lyon mutfağından da bahsedeceğimiz için bu konuyu fazla kurcalamayalım. Lyon, Fransa’nın nüfus bakımından en büyük üçüncü kenti. Çevresiyle ikinci sıradaki Marsilya’dan daha kalabalık olsa da merkez olarak daha küçük bir şehir. Kadran Dergi | Nisan 2016
23
Yurtdışı Günlükleri
Elbette Paris ve Marsilya’ya oranla daha sakin, temiz ve deyim yerindeyse butik bir şehir. Yabancı nüfus oranı diğer iki şehirden az. Yani daha “Fransız”, daha az kozmopolit. Bu « daha » listesini uzatmak mümkün. Lyon’un içinde yer aldığı Rhone-Alpes (Rhone nehri ve Alp dağları) bölgesi, yabancı turist sayısında da Paris ve PACA (Marsilya merkezli) bölgesinin ardından üçüncü sırada bulunuyor. Diyelim ki sizi Paris’ten soğuttuk, peki ama Lyon’u niçin tercih etmelisiniz ? Her şeyden önce, Paris’ten daha eski bir başkent olduğu için. İtalyan asıllı bir aile tarafından kurulan kent, Roma’nın Fransa coğrafyasını işgalinden önce Galyalıların Başkenti unvanına sahipti. Nitekim, bu özelliğini Roma hakimiyeti yıllarında da bir müddet korudu. Efes harabelerine benzer antik tiyatroları, Roma dönemi eserlerini kentin göbeğinde görmek mümkün. Diğer yandan, kentin ilk kurulan eski mahallesi “Vieux Lyon”, Unesco Dünya Mirası Listesi’nde yer alan ve hala iskana açık (Venedik’in ardından) en büyük ikinci kent özelliğine sahip. Saone nehri boyunca kurulan kentte sokakları birbirine bağlayan «trouboulle» adlı pasajlardan geçerken dışarıdan sadece tek bir bina gibi görünen ancak içeride birbirine bakan balkonları, avlularıyla karakteristik 16. yüzyıl Lyon mimarisine tanık olabilirsiniz.
24
“Efendim, Franız mutfağının şöhretini çok duyduk, portakallı ördek olsun, soğan çorbası olsun, steak tartar olsun... Lyon’a has bir lezzet, özel bir yemek falan yok mu?” dediğinizi duyar gibiyim. Hazır Vieux Lyon’a kadar da gelmişken, bir Bouchon’a (Buşon) uğramadan olmaz. Kelimenin Türkçe tam karşılığı “kapak”, ama Lyon’daki anlamı çok daha lezzetli. Bouchon Lyon geleneksel mutfağının adı. Bouchon’da amaç adeta kişiyi evinde hissettirmek. Birbirine yakın küçük sıradan masaları, kareli masa örtüleriyle sanki evinizdeymiş gibi hissedersiniz çünkü zaten mutfak da arkada, gizli saklı bir yerde değil restoranın bir köşesindedir. Aşçıyı, hazırlık aşamasını ve mutfağa has tencere tava seslerini duyabilirsiniz. Tam da Vieux Lyon’un ortasında bir meydan tamamen Bouchon üzerinedir. Pekala, Bouchan’a girdik diyelim, ne sipariş edeceğiz? Elbette “quennelles” (Könel). Balıklı, etli ve sade seçenekleiyle, olmazsa olmaz beşamel sosuyla bir hamur işi. Tatlı olarak da yine Lyon’a has bir lezzet olan “tarte aux pralines”. Badem ve cevizli macunla kaplı incecik bir tart, yanında da kahve. Afiyet olsun. Bir sonraki yazımızda Lyon’un daha modern semtlerinde buluşmak üzere...
Kadran Dergi | Nisan 2016
25
LEYLA
-Emre Çağrı KIZILIRMAKUzun bir yolun her iki tarafı da ağaçlarla çevrili. Hava yazdan kalma gibi ılık bir sonbahar esintisi. Güneş bütün sıcakkanlılığı ile esirgemiyor ışığını ademoğullarından ve bulutlar gölge oluyor sıcaktan bunalan tenlere. Birde hafif rüzgar da esince nispeten ferahlıyor bunalan gönüller ve yol üzerinde doğanın en güzel musikisini söylüyor yapraklar. Bir koro misali kuşlar eşlik ediyor bu ezgiye. İşte bu cümbüşün içinde bir adam, elleri ceplerinde ilerliyor nereye vardığını bilmediği bu yolun ortasında. Aklında bin bir sorular ve dört bir yanını saran yalnızlığı ile beraber. Hiç olmadığı kadar savunmasız, hiç olmadığı kadar sessiz şimdi. Rüzgarın çaldığı şarkının dışında birde kalp atışlarının sesini işitiyor. Biraz heyecanlı biraz ürkek bir yürek,ten kafesinde çırpınıyor işte. Heyecanı olmayan hayatına bir nebze dahi olsa renk gelmişti. Artık önünde keşfedilecek deryalar ve tanıyacağı yeni yüzler vardı. 26
Yaşamak artık onun marifeti olacaktı. Kendisinin hem en yakın dostu hem de en büyük düşmanı olacaktı. Tek yareni ise bu serüvende, peşini bırakmayan yalnızlığı olacaktı. İlerliyordu zihnindeki bu düşüncelerle. Az ileride bir yapı görüyordu. Belli insan eli değmişti bu harabeye. Harabeydi zira aynı kalbi kadar kırıktı duvarları. Seyre daldı bu harabeyi adam. Uzun uzun baktı. Sanki kalbine ayna tutmuştu, kendini görüyordu o harabede. Yüreğini görüyordu adam, içinde bulunduğu hali seyrediyordu. Bunca cefaya ve derde inat atmaya devam eden kalbini belki bin bir bomba yemiş, üzerine şarjör boşaltılmış bu binaya benzetiyordu. O da kalbi gibi hala dimdik durabiliyordu yeryüzünde. Kulak verdi adam binaya. Geride kalmıştı rüzgarın şefliğini yaptığı doğa korosunun sesi. Şimdi duymak istemese de adam binanın çığlıklarını duyuyordu. Geri dönmek istiyordu yada yola devam edesi vardı fakat kalbi inatla duymak istiyordu binanın söyleyeceklerini.Anlaşılmıyordu ilk başta sesler, istemsizce dikkatle dinlemeye başladı.”Neden?” diyordu harabe,”Neden kıydınız bana?”. O ana kadar dayanan yüreği şimdi koyuvermişti. Teselli etti adam kalbini, “Bunca zaman dayandın şimdi birden ne oldu?”dedi. Cevap verdi yüreği mahpus olduğu kafesinden “Bunca zaman güldün ağlanacak haline!”. Beyninden vurulmuşa döndü ademoğlu. Adeta şimşekler çakmıştı beyninde. Az önceki heyecanından eser yoktu şimdi. Güneş sönmüştü, bulutlar kararmıştı birden. Rüzgarda esmekten vazgeçmişti, yüreği gibi teni de kavruluyordu şimdi. Geçmişin koyu karanlık gölgesi şimdide bırakmamıştı. Belli ki gelecekte de bırakmayacaktı. Yüreği hep kor ateşte yanacak, teni sıcakta kavrulacaktı. Adeta cehennemi yaşayacaktı daha fani iken. Durdu bir kaç dakika o harabenin önünde. Donakalmış gibi sadece öyle durabiliyor ve duvarların ötesini görebilecekmiş gibi bakıyordu. Bir rüyadan uyanırcasına hakikatten sıyrıldı aniden ve dönüp yanan yüreğini avutmak için “Dayan be yüreğim, dayan ki görelim Mevla ne eyler.Ne eylerse güzel eyler.”diyebildi. Bir selam verdi harabeye ve döndü menzilini bilmediği yola. Artık kulaklarında ne kuşların cıvıltıları vardı ne de binadan gelen acı çığlıklar. Bir Neşet Ertaş türküsü çalıyordu zihninde ve eşlik ediyordu adam “Yazımı kışa çevirdin. Karlar yağdı başa Leyla.”... Kadran Dergi | Nisan 2016
27
SESSİZ ÇIĞLIK -Ahsen KESKİNSerin bir ikindi vakti yine. Etrafta usul usul esen meltemin etkisiyle oluşan yaprak hışırtılarının melodisi, okullarından heyecanla çıkan öğrenciler, mesaisini bitirip hızla eve gitmeyi bekleyen yetişkinler. Koyu bir sis geliyor uzaklardan yavaştan. Hava bir sıcak oluyor, bir soğuk. Sanırım o da karar veremiyor nasıl olacağına bu aralar. Tıpkı benim gibi. Bir güneşli, bir bulutlu. Kimi zaman da yağmurlu. İşte ben de böyleyim son günlerde. Ne yapacağını, ne düşüneceğini bilemeyen. Takıldığı her rüzgarın peşinden kolayca sürüklenen… Etrafa bakıyorum da, sanki benim dışımda herkes mutlu, herkesin işi yolunda, her şey rayında gidiyor. Neden bu kadar mutsuz, memnuniyetsiz ve insanların dediğine göre sinirli olduğumu bilmiyorum. Ya da bilmek istemiyorum. Ama öyle anlar da geliyor ki sebepsiz yere neşe doluyor, saf saf sırıtıyorum ortalıklarda. “Ayarın yok senin.” diyor annem. Haklı şimdi ne diyebilirsin ki hal böyle olunca. Fakat tüm bunların altında yatan bir sebep olmalı, hissediyorum. Gün boyunca beş karış suratla gezdiğim günlerin de, mutluluktan ayaklarımın yerden kesildiği günlerin de aslında bir nedeni, bir açıklaması var. Her gün yüzlerce, binlerce olay oluyor. Bazılarından haberim oluyor ama çoğundan bi haber dolanıyorum etrafta. Bakıyorum etrafıma, onlarca insan. Kim bilir kimin aklında neler geçiyor. Hayatlarında neler olup bitiyor. Yola gördüğüm ağlayan çocuğa ne oldu mesela? Annesi babası nerde, evi nerde, bi yerine bi şey mi oldu?
28
Ya da tüm hayatın yükü küçük yaşta omuzlarına mı yüklendi acaba? Bilemiyorum. Bu ve bunun gibi birçok manzarayı görünce bunalıyorum, savruluyorum. Adeta yetiştirdiği bir ağacı dibinden kesmek zorunda kalan bir bahçıvan gibi hüzünleniyorum. Ama gün geliyor; pembe elbiseli, tombul yanaklı, örgülü saçları olan tatlı mı tatlı bir kız çocuğu görüyorum. Elinde pamuk şeker, yanında annesi ondan mutlusu yok. Tek bir oyuncak bile havalara uçmasına sebep oluyor. Bir gülümsemesiyle insanın tüm yorgunluğunu alıp götürüyor. O masumane zamanlarını öyle güzel yaşıyor ki sevinç duyuyorum birden. Ona imreniyor, hayatı sanki elimdeki pamuk şekermişçesine yaşamak istiyorum. Ama zihnimden birden yaşayacağı daha ne günler var, göreceği daha ne çok kötülük var diye geçiriyor, istemsiz bir karamsarlık oluşuyor yine çehremde. “Nereye gidecek bu insanlığın hali?” diyor berideki ses. “Amaan, sana mı kaldı herkesi düşünmek, tasası sana mı düştü?” diyor ötedeki ses. “Ben düşünmezsem, sen düşünmezsen kim düşünecek?” diyor sağımdaki melek. İşte bundandır halet-i ruhiyemin bir güneşli, bir yağmurlu olmasının sebebi. Kim bilir belki de kendi kendimi yıpratıyorum ama biliyorum ki birileri bir gün bu sessizliğimin altında yatan sessiz çığlıklarımı duyacak ve bana birlikte sesimizi yükseltmemiz için el uzatacak.
Bu yolda beraber olmaya ne dersin? Kadran Dergi | Nisan 2016
29
ÇİÇEK KIRIKLIĞI -Şems HuzurBugün mailimi kontrol ettim. Tanıtımlarda herhangi bir çiçek sitesinde xxxx kredi kartıma özel yüzde yirmi indirim varmış. Dedim bu kaçmaz, artık bana da çiçek hediye edilebilir. Lütfen, insanlara hediye olarak çiçek alınmalıdır. Alan kimsesi yoksa en azından kendilerine almalılardır. Mümkünse saksıda menekşe; eğer ölümlerini izleyemeyecekseniz benim gibi, başka birinin öldürdüğü çiçeklerin cesetlerini defterlerinizin yaprakları arasında saklarsınız. Ben, birkaç çiçeğin katiliyim; bir tanesine daha kıyamayacağım. Evcilleştirmediğim bir çiçeğin ölmüş olması rikkatime çok dokunmaz, en azından ben böyle düşünüyorum. Henüz bu teorimi ispatlayabilmiş değilim zira hiç ölü çiçeklerim olmadı. 30
Mail demiştim, gerisini okuduğumda kampanyanın son tarihinin üzerinden yalnızca 22 saat geçtiğini fark edince histerik bir gülüş doldu ağzıma. Oysa çok güzel hayal kurmuştum: Kapı çalacak, bir kargo firmasının görevlisi nefes nefese kalmış, evim 6. kattadır ve asansörü yoktur, elindeki çiçekleri bana uzatacak: “Fatma Hanım, siz misiniz?” diyecek. Hiç haberim yokmuş gibi yüzümde güller açacak, uzanıp kucaklayacağım çiçekleri. Bir de imzamı isteyecek. Yeni yetme bir şarkıcı gibi büyük bir hevesle imzalayacağım kağıdı. İyi günler, diyeceğiz ve gidecek. Koklayacağım onları, üzerine sıktıkları yapay parfümü bolca. Sanki çiçeklerin kendi kokularıymışçasına içime dolduracağım. Salondaki masa örtüsünü dolamak için orda olan vazodan plastik üç beş çiçek dalını söküp çıkaracağım. İçine biraz su koyup çiçeklerimi bırakacağım. Oturup izleyeceğim sonra onları. Bakıp bakıp gülümseyeceğim. Sonra belki eski şiir defterimin sayfaları arasına dizeceğim özene özene. Şiirler çiçek, çiçekler de belki şiir kokacak. Yirmi iki saat kadar geç kalmışlığımın hayaliyle maili bir kez daha okuyup telefonu bıraktım elimden. Galiba çiçeklerim olmayacak; zaten kurumuş gövdelerini izleyebileceğimden emin değildim. Bu kuru bir teselliydi, zaten insanlar kendilerine teselli olacak bir şeyleri hep bulurlar. Kadran Dergi | Nisan 2016
31
-Tuğçe ARICANYönetmen: Kabir Khan
Tür: Dram
IMDb: 8,2
Oyuncular: Salman Khan, Kareena Kapoor, Harshaali Malhotra, Nawazuddin Sidduqui Yıllardır süren savaşlar var dünyada. Yıllardır canı yanan bir sürü masum insan... Dünya ya işte; büyükler savaşır, masumların canı yanar. İşte bu savaşlardan biri de Pakistan ve Hindistan arasında. Yıllardır bitmeyen bir nefret, bitmeyen bir kin var ortada. Yine aynı şekilde canı yananlar, sevdiklerinden ayrı düşenler, yolunu kaybeden binlerce masum yürek... İşte bu filmde o masum yüreklerden iki tanesi var ki: Shahida(Harshaali Malhotra) ve Pawan(Salman Khan) diğer adı Bajrangi. Konuşamayan altı yaşındaki Pakistanlı minik Shahida, bir şekilde Hindistan’a gelir ve kaybolur. Sonrasında ise Bajrangibhali’nin müritlerinden Pawan ile kesişir yolları. Shahida onun peşinden ayrılmaz. Konuşamadığı için derdini anlatamaz ve Pawan tarafından adı “Munni” olur. Zaman içerisinde aralarında kurulan gönül bağı sonucunda da Pawan’ın yani Bajrangi’nin en büyük amacı minik Munni’yi ailesine ulaştırmak olur. Deneyebileceği tüm yolları dener. Ama hepsi çıkmaza varır. Hal böyle olunca Pawan bir delilik yapar ve kendi elleriyle Munni’yi evine götürmeye karar verir. Başına geleceklerden bihaber düşer yollara. Bajrangibhali’ye söz vermiştir ve Munni’yi ailesine teslim etmeden dönmeyecektir. İzleyin görün ki iki ülke arasındaki savaş Shahida ve Pawan’a zarar verdiği gibi, ailelerine de zor zamanlar yaşatmıştır. Tabiki de bu zorlu yolda onlara yardım eden dostları da olmuştur. Lakin dünya hali işte; nefreti, düşmanlığı yaymak kolaydır, ama sevgiyi, insanlığı yaymak... 32
17 Temmuz 2015 de vizyona giren film son zamanların en beğenilen filmi olmayı başarmış ve birçok ödüle layık görülmüştür. Başrol oyuncusu Salman Khan(Pawan) bu filmi ailesine armağan etmiştir. İzlerken gözyaşlarınızı tutamayacağınız bu filmde insana insan olduğu için değer verilmesi gerektiği üzerinde durulmuş. Aynı zamanda farklı dinlere karşı, farklı milletlere karşı saygı ve sevgi çerçevesinde hareket edilebileceği de gösterilmiş. Bir Hindu’nun mescide girip çıkabilmesi orada kalabilmesi veyahut bir Müslüman’ın Hindu selamı verebilmesi gibi şeyler, vesaire... Ama benim filmden aldığım en güzel mesaj şu: Dini, milleti ne olursa olsun aslında halk huzur ve barış içinde yaşamayı, nefretten kurtulmayı istiyor. Sadece onların içinde nefreti değil, sevgiyi harekete geçirebilecek cesur yürekler lazım. Ve işte bu film tam da o cesur yürekleri anlatıyor. Ülkesinin onuru için çalışanları, insanları insan olduğu için sevenleri anlatıyor. Şimdiden herkese iyi seyirler... Kadran Dergi | Nisan 2016
33
Yaş(lan)ıyoruz Her Şeye Rağmen.. -Nesrullah ÖZÜNGüneşin içimizi ısıttığı, tenimizde sıcaklığını hissettirdiği bir sabah “dünyadan habersiz dünyayı” izliyordum pencereden. Trafiğe takılan araçlar/insanlar ilişti gözüme bir an.. Kimi yeşil ışığın verdiği özgürlüğün tadını çıkarıyor, kimi kırmızıda mahkûm.. ve ikisinin de bir anlamı var değil mi? “Bazı özgürlükler ancak mahkûmiyetler neticesinde elde edilir” diyordu sanki bu döngü. Evet hayatı yaşıyoruz işte. Bazen özgürce, bazen mahkûm. Peki, sormaya değmez mi “Ben nelerin mahkûmuyum veya neler adına özgürüm?” diye. Cevabı herkeste gizli, anlamlı bir cevap bulmaya çalıştığımız bu sorular şöyle dursun.. Bahar’ın müjdecisi, yağmuru dillerde şiir, günlerinde hep umudun soluklandığı Nisan’ı konuşalım. Rengârenk bahçeleri, çiçek açan erik ağacını, beyaz papatyaları, kırmızı karanfilleri, mor menekşeleri, mavi gökyüzünü, denizi ve nicesini... Mavi derken aklıma “Mavisini Yitirmiş Yaşamak” diyen yazar gelir hep. Yaşamı bir renge benzetmişti sanki. Ya da öyle bakmış, öyle hissetmek istemiştim. Çünkü anlamsız, hissiz veya yaşam sevincinin olmadığı bir hayat, mavinin eksik olduğu bir gökyüzü gibi geliyordu bana. Umudun olmadığı, güzel günlerin düşlenmediği, bazen ellerini cebine atıp bir şarkının nakaratını mırıldanarak sokakta yürümeyi beceremeyen birinin hayatı, tablosunda denizi çizip mavisine yer vermeyen ressam gibi geliyordu sanki.
34
Hem insan başka nasıl hayata sarılır ki, bu kadar kararmışken kalpler, bulanmışken gözler? Ama her şeye rağmen yaşıyoruz, okuyoruz, yazıyoruz ya bu kadarı bile kara kara düşünmeyi bırakıp biraz mavi düşünmeye, düşlemeye değmez mi? Sonra beklemek gayretle, ümitle. Ve birkaç kırık cümleyle; “Artık ne geçmişe gitmeye mecâlim var, ne gelecekten beklentiye hakkım.. Tam ortasındayım zamanın, yorgun ama ümitvar. Bir lütûf bekler hakka aç gönlüm, bir yolculuk hayâllere, huzurun soluklandığı mavi günlere..” Ve imkanım olsa akıl edebilen, hatta yeni doğan her çocuğun kulağına fısıldamak isterdim; “Mavisini yitirmediğin bir hayat yaşa dostum!”
Kadran Dergi | Nisan 2016
35
BİR DUA İdrak edemediğini inkar eden zihniyet, Hakim olamadığına mahkum olan bir gönülden Daha az hürdür. Ve o gönül ki Sevemediğine kör, sevdiğine de kordur. Orta yolunu bulamayan gönlüm Bir pervane gibi yanmak ister. İstenenlerin en güzeli için. Senin için Ey “sen” dediği zaman yüreğim, Yüreğimi gören, bilen, duyan Yüreği yürek yapan “sen”
36
Herbir “sen’‘lerde beni duyan Duyduğundan ve bildiğinden şüphe olmayan ’’sen” Sen diyecek gücü kudreti veren Aşkı veren sen Beni başka senlerle küçültme! Beni bana bırakma! Senin deryanda boğulmak isterken damlalara terk etme! Yokluğun tamamı olmaktansa Varlığın zerresine razıyım. Beni senin rızandan ayırma! Amin.
Bir yazarımızın annesinin şiir defterinden.. Erzurum 1992 , SERAZAT
Kadran Dergi | Nisan 2016
37
HÜZÜN -Taha Yasin YILDIZ-
Dîl-hân’ım yurd-eyleyen sen misin hüzün! Vurdukça cerh-eyleyen sen misin hüzün! Anladım dîl’de mukîm olmak murâdın, Cân’ım Yâr’e peyleyen sen misin hüzün..! Ağlatıp âteş-i aşk’a râm eyledin, Gözyaşım bâde’n, yüreğim câm eyledin, Kâlbim zârını kendine kâm eyledin, Bam telimde tınlayan sen misin hüzün..! Eyyâm-ı ömrüm gadrine duçar oldu, Vücûdum s’ay u gayretten nâçâr oldu, Ârâmınla cân kendinden geçer oldu, İnceden kim, sızlayan sen misin hüzün..! Yâr yollarında dağ düşürüp sîneme, Vurup miheng-i aşk’a, çöküp cânıma, Yar-yar nâme-i derdi yazıp alnıma, Ser-mest, Yâr’e bağlayan sen misin HÜZÜN...!
38
EFENDİM..! -Taha Yasin YILDIZ-
Habîb-i Yezdân’sın, kullara Sultân’sın Efendim! Hatîb-i Yektâ’sın, bir nâtık lîsansın Efendim.! İhyâ oldu kudûmünle câmid ü meyyit kulûb, Mahzûn olmuş dîllere, mahz-ı huzûrsun Efendim.! Mâyeni muhabbetten tekvîn eylemiş Yaradan, İnkişâf-ı hubb-u Mevlâ’ya medârsın Efendim.! Muntazır idi kâinât sebeb-i hilkatini, Sen geldin, âleme neşve i sürûrsun Efendim.! Âb-ı Hayat’tan nasipsiz ye’se batmış varlığa, Sîneleri şâd-âb eyleyen Kevsersin Efendim.! Cümle Âşık ı Sâdıklar Senden alır feyzini, Ezel-Ebed Bezm-i Aşk’a Serzâkirsin Efendim.! Serdâr u Erkân-ı Harb’ler temennâ durur Sana, Nazar-ı a’dâ hem Yârân’da Ser-kâr’sın Efendim.! Cümle nâs ümmetine, Nebîler Sana gıbta-keş, İnsân u Cânn u Enbiyâ’ya Server’sin Efendim..!
Kadran Dergi | Nisan 2016
39
DERİNDEN BİR AH! -Zeynep CANELKİ Buraya yazmaya başlasam satırlar kollarını kocaman açıp sarılırlar mı bana? Hani küçükken “Beni ne kadar seviyorsun?”diye sorduklarında kocaman açar ve “buuuu kadarr” derdik ya ne güzeldi o zamanlar. Hayat iki kolumuzu açabildiğimiz kadar büyüktü bize göre. Çok da önemli değildi görünenler. Bizim hayal dünyamız yetiyordu hayatın büyüklüğünü ölçmeye. Büyüdük ve değişen tek şey soyutluğu, hayallerimizi bırakıp görünende sıkışıp kalmamız oldu. Büyüdük ve değişti dünya. Gözümüzde büyüdü ama bize yine de yetmedi. Bazen düşünürüm de “Neden bu kadar aç gözlü olduk?” diye, sebep olarak sadece büyümeyi gösterebilirim kendime. Ya da inancımı yitirmişim insanlığa karşı... Çocukken içimizdeki saf duygulardan kurtulmayı istemek en büyük hatamız bence. Gerçi bilmiyorduk ki büyüdükçe hayatın bizi en güzel şeylerden, saflıktan uzaklaştırdığını. Şimdi çalan şarkılarla çocukluğumuza dönüp mahalledeki yokuştan aşağıya doğru koştuğumuzu hayal ediyoruz. Yüzümüze çarpan rüzgara karşı ağzımızı açabildiğimiz kadar açıp ciğerlerimizi sonuna dek dolduruyoruz. Sonra şarkı bitiyor bir anda. Kendimizi yine kendi şartlarımızda sıkıştırdığımız dünyada buluyoruz. Dalıp gittiğimiz noktaya tekrar bakıyoruz. Bir umut yine kendimizi o yokuşun başında buluruz diye. Olmuyor ama. Zamanında kıymetini bilemediğimiz bir şeyi hayat sadece hayallerimizde gösteriyor bize. Hangimiz istemezdik ki o çığlık çığlığa oyun oynadığımız, toz toprak içinde kaldığımız günlere dönmeyi. 40
Bazen de kendimize göre büyük dertlerle uğraşıyoruz.”Büyüdükçe dertleri de büyüyor insanın” diyerek iç geçiriyoruz. Gerçekten büyüdüğümüz için mi daha dertliyiz? Yoksa dertlerimizi büyüdükçe mi düşünmeye vakit bulur olduk? Belki de boş vaktimiz yok derken “Dertlerimi düşünmekten vakit bulamıyorum.” demek istiyoruzdur. Önümde duran takvim yapraklarına bakıyorum bir gece. Bir de aklıma düşenlere. Zaman hızlı geçiyor diyorum ama hızla ilerlemesine yakınmaktan başka bir şey yapmıyorum. Asıl çaresizlik de burada başlamıyor mu? zaten? Sakladığım her bir takvim yaprağının hatırası kadar acı tutamadığım zamanlar. Bazen rüyalarımda koştuğumu görüyorum. Hızla… Ve amaçsızca. “Geçen zamanın arkasından mı koşuyorsun?” diye bağırmak istiyorum karanlığa..”Yetişilmiyor.Koşma!”. Önümde yığılı kitaplara bakıyorum bir başka seferinde. Hani hayatım boyunca ihtiyacım olacak olan kitaplara. Gözlerimi kapatıyorum ve kendimi deniz kenarında Üsküdar’da buluyorum. Kitaplar yok orada. Taşımaktan yorulmuyorum kalın ciltli kitapları. Rüya bankıma oturuyorum ve sadece yıllar önce gördüğüm rüyayı hatırlamaya çalışıyorum. “Haniii? Gelecek demiştin. Hala gelmedi.” diyorum denize. Boğazından esen rüzgarıyla cevap veriyor “Daha zamanı gelmedi.” Susuyorum... Kafamın içinde ayrı bir dünya var sanki. Saniyeler içinde neler düşünüyorum. Sonra yine başa dönüyorum ve çocukluğumda koştuğum yokuşun başında buluyorum kendimi. Belki yokuşun sonunda, köşeyi dönerken yine bir araba çarpar diyorum. Annem yine kızar bana bir yandan ağlarken. En azından yanımda olur diyorum kilometrelerce uzaklık aklıma gelince. Çocukluğum...Sevdayı ağaçlardaki kuş yuvalarından öğrendiğim çocukluk...Bir damla yaş düşüyor yanağıma, oradan da kalemimin üzerine. Sol avucuma bakıyorum.”Defterler doldurdum bir sevda uğruna” diye geçiriyorum. Hem de ne zaman geleceğini bile bilmediğim bir şey için. Yorulduğumu hissediyorum ve bırakıyorum kalemi. Bırakıyorum yazmaları. Uğruna şiirler yazılası tüm insanları düşünmeden. Ahhh çekmek istiyorum bu sabah. Gelecek dedikleri ama ne zaman geleceğini kimsenin bilmediği bir zaman dilimi için bir çınarın altında oturup sayfalarca çocukluğumu yazamadığım için. Kocaman bir ahh çekmek istiyorum. Tıpkı çocukluğumda “buu kadar” diye kollarımı açtığımda hayal ettiğim dünya kadar bir ahh!
Kadran Dergi | Nisan 2016
41
www.kadrandergi.com