Faşizm zayıf halkalarından yakalanarak mağlup edilebilinir!
sayfa 12-13
Temel olan çizgi ve ilkesel devrimci tutumdur Sorun doğru çizgi ile hatalı çizgi sorunudur. Kazanan doğru çizgi, kaybeden hatalı çizgidir. Bundan yakınma ve eleştiri çıkarma yerine, çizgiyi gözden geçirerek ders çıkarma daha doğru olacaktır. Kırk yıllık yoldaş, kadro ve devrimcileri “kandırarak”, fırsatçı ve faydacı yaklaşarak kazanmanın, onlarla bu çürük zeminde birleşmenin mümkün ve akla yatkın olmadığını görme niz gerekir. Sayfa 18-19
Sınıfsız Toplum İçin
01-15 EYLÜL 2017
Yıl:1 Sayı:4 Fiyatı:2 TL www.halkingunlugu1.org
Devrim ağır bedellerle yoluna devam ediyor GÜNCEL
02-03
18 Ağustos tarihinde Dersim/Hozat’a bağlı Kilise Köyü’nde bir evde kuşatılan iki MKP/HKO savaşçısı teslim ol çağrılarına slogan ve marşlarla karşılık vererek ve devrimci direniş geleneğini kuşanarak ölümsüzleştiler. Direniş bayrağını yükselterek ölümsüzleşen MKP/HKO savaşçıları, Uğur Yalçın (Fırat) ve Fırat Kasun (Şiar) isimli Sosyalist Halk Savaşçılarıdır. Yine 40 yıllık devrim emektarı TİKKO komutanı Nubar Ozanyan’da 14 Ağustos’ta Rojova’da ölümsüzleşti.
Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) kuruldu
e-posta: halkingunlugu@hotmail.com
Kitlelerin dipten mayalanmakta olan öfkesi
Faşist kuşatmayı parçalayacaktır En ağır, en hukuksuz, en baskıcı ve tam keyfiyetçi iktidar sultası devrimci mücadele ve kitle muhalefetine sökmedi. Kan ve katliamlardaki pervasızlığı da ayakta kalmasına yetmeyecektir Erdoğan iktidarının. Seçim sürecine dair hazırlanılan ve girilen mevcut süreç, doğrudan iktidarda kalma-kalmama ikilemini karara bağlayan keskin bir süreçtir ki, bu sürecin denklemleri de hüküm süren açık faşizm ve katliamlar üzerine kurulmuştur. Ancak toplum, yüksek gerilim hattı gibi gerilmiş
02
Güney Kürdistan “Bağımsızlık” referandumu
olup, patlamalara gebe durumda beklemekte, koyu faşist baskı ve keyfiyetçi yönetimin barbarlığına aldırış etmeden homurdanışını yükseltmekte, üzerine çökmüş olan karabasanı bir an önce defetmek üzere bilenmektedir. Komünist, devrimci ve demokratik hareket kitlelerin yükselişine paralel bir eğilimle daha keskin mücadelelere hazırlanmakta, pratiklere girişmektedir. Silahlı mücadele eğilimi günden güne kabararak olumlu rotada ilerlemektedir
10
TTE saldırısı topyekün bir direnişle püskürtülebilinir!
14
02 güncel haber
01-15 EYLÜL 2017 Halkın Günlüğü
Toplumsal mücadelede yeni bir mevzi;
Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) kuruldu! Demokratik Haklar Federasyonu(DHF) yaklaşık iki yılı bulan ve OHAL sürecinin ağır baskı koşullarında örgütlediği kurultay sürecini 9 Temmuz’da İstanbul’da gerçekleştirdiği merkezi kurultay ile sonuçlandırdı. Merkezi kurultay kararları ve sonuçları 19 Ağustos tarihinde yapılan bir basın toplantısı ile kamuoyuna duyuruldu. Yapılan açıklamada DHF’nin isminin Sosyalist Meclisler Federasyonu(SMF) olarak değiştirildiği belirtildi Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nun yaklaşık iki yılı bulan ve OHAL sürecinin ağır baskı koşulları altında örgütlenen kurultay süreci 9 Temmuz 2017 tarihinde gerçekleştirilen merkezi kurultay ile başarılı bir şekilde sonuçlandı. Program, Tüzük ve isim değişikliklerinin yapıldığı merkezi kurultayın kısa sonuçları ve kararları 19 Ağustos 2017 günü yapılan bir basın toplantısı ile kamuoyuna duyuruldu. İHD İstanbul şubesinde yapılan basın toplantısında Demokratik Haklar Federasyonu (DHF)’nun isminin Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) olarak değiştirildiği kamuoyuna açıklandı. Basın toplantısında merkezi kurultay deklarasyonunu Ovacık belediye başkanı M.Fatih Maçoğlu okudu. Maçoğlu tarafından okunan deklarasyon şu şekilde; “Türkiye-Kuzey Kürdistan’da mevcut gerici siyasal iktidarla başta işçi sınıfı olmak üzere çeşitli ulus, milliyet, inanç ve cinsiyetlerden ezilen haklarımız arasındaki çelişki ve mücadele keskinleşerek devam ediyor. Uluslararası emperyalist sermayenin stratejik bir aktörü olan ‘TC’ devleti ve somut uygulayıcısı Erdoğan/AKP iktidarı kendi gerici sınıf çıkarlarına ve geleneksel kodlarına uygun olarak sınır tanımaz bir faşizm uygulamaktadır. Hiçbir aykırı sese tahammül etmeyen
Erdoğan/AKP iktidarı bırakalım emekçilerden gelen muhalefeti kendi burjuva muhalefetini dahi her türlü kirli politika ve komplolarla susturmaya ve ezmeye çalışmaktadır. Fakat burjuva gerici siyasal iktidarın halklarımıza karşı yürütmüş olduğu bu düşkün savaş ve vahşet geçmişte olduğu gibi bugünde asla başarıya ulaşamayacaktır. Halklarımızın geçmişten bugünlere kadar uzanan tarihsel mücadele birikimleri ve ezilenleri mücadeleye kamçılayan sınıf çelişmelerinden çıkış alan direniş faşizmi ve barbarlığı yenecek ve tarihin çöplüğüne yollayacaktır. Bu somut siyasal gerçeklerin zemininde mücadele yürüten ve toplumsal mücadele cephesinde önemli bir yer tutan devrimci dinamiklerden biri de Demokratik Haklar Federasyonu’dur. Tarihsel kökleri bu topraklardaki sınıf mücadelesinin birikimleri olan bütün devrimci, demokratik kazanımları tereddütsüz olarak sahiplenen hareketimiz de Demokratik Haklar Federasyonu zemininden sıçrayarak kendini yeni bir merhalede tanımlamış bulunmaktadır. Kuruluşundan günümüze kadar gerek toplumsal meselelere dair ortaya koymuş olduğu siyasal tavır ve gerekse de geliştirdiği politik ve pratik düzlemle toplumsal mücadelede yer edinen devrimci dinamiklerin başında gelen Demokratik Haklar Federasyonu kuruluşundan günümüze dek sistemin hedefi olmuş; faaliyetçileri ve kurumlarından yüzlercesi gözaltı ve tutuklanmalara maruz kalmış ve kurumları kapatılmıştır. Bu vesileyle Hapishanelerde tutsak bulunan başta üye ve taraftarlarımız olmak üzere tüm devrimci tutsakları da burada coşkuyla selamlıyoruz. Toplumsal mücadelenin çelişkili ve dinamik bir olgu olarak sürekli ilerleyerek geliştiği ve bilimsel sosyalizmin bir dogma değil eylem kılavuzu olduğu perspektifi ile hareket eden Demokratik Haklar Federasyonu bu bilim-
sel rotayı kendisine eksen alarak sürekli değişen ve ilerleyen toplumsal çelişkiler ve mücadelenin ihtiyaçlarına uygun olarak kendini sürekli yenileyerek bugünlere gelmiştir. İşte Demokratik Haklar Federasyonu’nun yaklaşık olarak iki yılı bulan ve OHAL sürecinin bütün ağır baskı koşulları altında gerçekleştirdiği kurultay süreci tamamen bu devrimci düzlemde ele alınarak sonuçlandırılmıştır. Demokratik Haklar Federasyonu’nun şimdiye kadar kendisine eksen alarak üzerinde yürüdüğü yeni demokratik devrim ve bu zeminde olgunlaşan demokratik haklar mücadelesinin gelinen aşamada tali duruma düştüğü ve tüm toplumsal çelişkilere damgasını vuran asıl öğrenin kapitalist üretim ilişkilerinin olduğu bilimsel gerçekliği ile antikapitalist mücadele perspektifini merkeze koymuş ve bu çelişkilerin çözüm adresi olarak sosyalizmi eksen alan yeni bir programla toplumsal mücadeledeki siyasal hattını ve iddiasını daha da güçlendirerek bilimsel bir rotaya oturtmuştur.” Demokratik Haklar Federasyonu’nun uzun ve sancılı bir süreci kapsayan merkezi kurultayının bütün siyasal içeriği ve yoğun bir tartışma süreci sonucunda olgunlaşarak merkezileşen programının ana teması yukarıda kısaca vurgulamaya çalıştığımız anti-kapitalist,
anti-emperyalist ve anti-faşist mücadele hattını merkeze koyan, sosyal dönüşüm ve değişimde kitlelerin rolünü esas alan ve sosyalizmi ilk hedef olarak benimseyen bir programı esas alan siyasal bir düzleme çıkış almıştır.
Demokratik Haklar Federasyonu’ndan Sosyalist Meclisler Federasyonu’na sosyalizm mücadelesini yükseltiyoruz! 9 Temmuz 2017’de OHAL sürecinin ağır baskı koşuları altında başarılı bir şekilde sonuçlanan merkezi kurultayımızın önemli kararlarından biri de bu nedenle isim değişikliği olmuştur. Öz ve biçim arasındaki diyalektik bağı mücadelesinin eksenine oturtmaya çalışan Demokratik Haklar Federasyonu merkezi kurultayının ana ekseni olan sosyalizm programına uygun olarak ismini de değiştirmiştir. Kendi kitlesi başta olmak üzere ulaşabildiği en geniş emekçi kitlesiyle yürütmüş olduğu yoğun tartışma süreci sonucunda olgunlaştırdığı ve merkezi kurultayda onaylanarak karara bağlanan yeni ismimiz Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) olmuştur. Sosyalist Meclisler Federasyonu, Demokratik Haklar Federasyonunun üzerinde yükseldiği ve ağır bedeller, yoğun emek ve birikimlerle bugünlere kadar taşı-
03 dığı devrimci mücadelenin ve kendisine tarihsel miras olarak kabul ettiği ezilenlerin haklı ve meşru mücadelesinin daha ileri bir düzeyde temsilini ifade eden devrimci ve sosyalist bir mücadele platformudur. Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) olarak, tüm kitleleri faşizme, kapitalizme, emperyalizme ve her türden gericiliğe karşı Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF)’nun bilimsel sosyalizm zemininde birleşmeye ve halklarımızın özgürlük ve kurtuluş mücadelesini birlikte yükseltmeye çağırıyoruz’’
Dersim’de SMF’ye baskın ve tutuklama! Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) ismini kamuoyuna deklere etmesinin hemen ardından saldırıya uğradı. Dersim’de 22 Ağustos günü SMF üye ve taraftarlarına yönelik gerçekleştirilen ev baskınlarında 6 kişi gözaltına alınırken içinde gazetemiz Dersim temsilcisi Sertan Önal’ında bulunduğu birçok kişi hakkında is gözaltı ve yakalama kararı çıkarıldı. Gözaltına alınan SMF üye ve taraftarları Dersim Konak, Gizem Yamaç, Orhan Perktaş, Hasan Yıldız, Çiğdem Kılınç ve Ovacık belediye çalışanı aynı zamanda belediye başkan danışmanı Hayati Güngören ertesi gün çıkarıldıkları savcılıktaki ifadelerinin ardından tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edildiler. Mahkemeye sevk edilenlerden Dersim Konak, Gizem Yamaç, Orhan Perktaş ve Hayati Güngören tutuklanırken, Hasan Yıldız ve Çiğdem Kılınç ise tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldılar. Serbest bırakılan Çiğdem Kılınç ve Hasan Yıldız için savcılığın itirazı üzerine tekrar gözaltı kararı çıkarıldı. Bunun üzerine tekrar gözaltına alınan Çiğdem Kılınç da tutuklandı.
SMF: Baskılar, gözaltılar bizi yıldıramaz! Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) yazılı bir açıklama yaparak Dersim’de üye ve taraftarlarına yönelik gerçekleştirilen gözaltı ve tutuklama saldırısını protesto etti. SMF tarafından yapılan açıklamada; “Erdoğan/AKP iktidarının toplumsal muhalefete yönelik kapsamlı ve vahşi saldırıları sistematik olarak devam ediyor. Tamamen susturulmuş ve kendisine biat eden bir toplum yaratmak isteyen Erdoğan/AKP iktidarı kendi gerici saltanatına muhalefet eden ve tehlike oluşturan bütün dinamikleri ezmeye ve susturmaya çalışmaktadır. Bu dinamiklerin başında kuşkusuz ki devrimciler ve sosyalistler gelmektedir. Toplumsal mücadelenin en diri ve dinamik kesimini oluşturan devrimci ve sosyalist güçler sistematik olarak burjuva gerici siyasal iktidarın baskı, gözaltı ve tutuklama terörüne uğramaktadır. Bu sistematik baskılara uğrayan kurumlardan biri de Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF)’dur. 19 Ağustos tarihinde gerçekleştirdiği bir basın toplantısı ile kendisini kamuoyuna deklere eden ve Demokratik Haklar Federasyonu’nun bütün tarihsel birikimlerini kendisine referans alarak daha ileri bir düzeye taşıyan Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF)’na yönelik bugün Dersim’de gerçekleştirilen baskınlarda birçok üye ve taraftarımız gözaltına alınmıştır. Sabah erken saatlerinde yapılan ev baskınlarında Dersim merkezden Dersim Konak, Gizem Yamaç, Çiğdem Kılınç ve Hasan Yıldız, Ovacık ilçesinde ise Ovacık belediye çalışanı ve aynı zamanda belediye başkan danışmanı olan Hayati Güngören ve Orhan Perktaş gözaltına alınmışlardır. Yine Halkın Günlüğü gazetesi Dersim temsilcisi Sertan Önal, Ali Tatar, Özcan Ulucan ve soyadını öğrenemediğimiz Bülent isimli üye ve taraftarlarımız hakkında ise gözaltı ve yakalama kararı bulunmaktadır” denildi. Yine Dersim’de gerçekleştirilen gözaltı ve tutuklama saldırısını teşhir etmek için Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF) 25 Ağustos tarihinde İHD İstanbul şubesinde bir basın toplantısı gerçekleştirdi.
SINIF TAVRI
≫ Bedrettin Ufuktan
DEVRİMCİ ÇALIŞMA VE İŞKENCEDE DİRENİŞ -4
B
uraya kadar anlatılandan çıkarılacak birkaç sonuç vardır. İlkin şimdiye kadar yapıla gelindiği gibi gerçeği, olguyu incelemeyi tamamlarken siyasal mücadelede karşı-önlemin tanımını da yapmak gibi bir bilgiçliğe düşmeyeceğiz. Çünkü bilgiçlik, diyalektik değil dogmatik kalıplar oluşturur. Diyalektik yöntemi kullanan her devrimci, ölçüsü ve işlevi verilmiş bir bedene nasıl bir elbise biçeceğini de ne tür bir mezar kazacağını da bilir. Ama bir devrimci her ölüye aynı mezarı, her bedene aynı gömleği giydirmeye kalktığı anda “tecrübe” adına pazarladığı şeyin bilim olmadığını her şeyden daha çok bilmek zorunda olandır. Bunu bilmeyen ve beceremeyen kişinin kendine olmadığı gibi devrime de bir yararı olmaz. “Bilgiçliği” reddetmemizin ikinci nedeni de, güvenlik sorunlarında geleneksel anlayışın güveni güvensiz hale getirdiğinin farkındalığıdır. Karşıtınızın durmaksızın değişimleri dayattığı bir yerde, tecrübeler üzerinden kural yaratmak kadar güvenlik tehlikesi üreten bir yol yoktur. Somut şartların somut tahlili ilkesi devrimci örgütün güvenliği içinde en temel karşı kural olarak uygulanmalıdır. Hiçbir devrimci, onu sınırlayan ve boğan sistemin sınırlarını aşma yol ve yöntemini sisteme deklere edecek kadar “cesaret” sahibi olmamalıdır. Böyle olursa eğer, her devrimci örgütte devrimci cesaretin gösterileceği ilk yer bu gibi “devrimcilerin” cesaretine karşı çıkmak olmalıdır! Üçüncüsü; teknoloji ve teknik, insan aklının ve yeteneğinin sonucunda ortaya çıkan araçlar ve mekanizmalar olarak insan aklının ve iradesinin yönetimi olmadan kendi başına hiçtirler. Hiçbirinin yetenek sınırları, işlevi ve muhasebe yetileri hiçbir zaman insanınkinin önüne geçemez. Bugüne kadar olduğu gibi, bugünden sonra da bu yöntemlerin, bir sınıra kadar devrimci faaliyeti engelleme işlevleri olsa da ne devrimci mücadeleyi ne de devrimi “olanaksız hale getirme” yeteneğine sahip değildirler. Tıpkı burjuvazinin tarih sahnesine kendisiyle birlikte mezar kazıyıcısı olmadan çıkamamış olması gibi, burjuva sınıfın ve devletin, devrimleri engellemek amaçlı aldığı her önlem, kurduğu her mekanizma, devrimci sınıfların elinde burjuvaziye karşı kurulacak bir “kullanma kılavuzu” da üretmeksizin kullanılamaz. Temel ilke, “her tür silahın” özelliklerini bilmektir. Bu bir kez
kavranınca, her tür denetimin dışına çıkmak; her tür mekanizmayı üretenin elinde işlevsiz araçlar mezarcılığına çevirmek ve namluyu tutanın üstüne döndürmek olanaklı hale gelir. Dolayısıyla eğer sistemin çalışma tarzını incelemeyi önemsemez, onun her birimizin yaşamına ”cici” olarak soktuğu araçlara sadece “gereksinimler” perspektifiyle bakar ve öyle kullanırsak o zaman hiçbir şekilde küçücük bir hedefe varacak bir mesafe katetme olanağı bulamayız. Bu sorunda bilincimizi sıçratmanın sihirli butonu şudur: Temel kural olarak kapitalizm ürettiği bir metayı o ya da bu nedenle, o ya da bu amaçla, sisteme karşı kullanım özelliklerini denetim altına almadan, kendisine karşı kullanımı işlevsiz bırakacak çareyi elinde tutmadan piyasaya sürmez. Özellikle haberleşme ve iletişim araçları çok kesin olarak bu özeliğiyle yaşamlarımıza girmektedir. Yani sisteme karşı kullanılma riskine karşılık elinin altında bir önlem olmadan, hiçbir ürün pazara sürülmez. Yazımız boyunca dikkat çektiğimiz şey, teknolojinin iletişim ve elektronik alanının, sistem karşıtı mücadele ve örgütlülüğü kontrol amacını taşıyan fonksiyonları ihtiva etmiş olarak pazara sürüldüğüdür. O zaman, mücadelede istek ve ısrarımızın gereği olarak, örgütümüz ve biricik kurtuluş kuvveti halkımızla ilişkimizin güvenle kurdurulup sürdürülmesinin en temel görevlerinden biri sistemin çalışma tarzını güncellikle ilişki içinde çözümlemektir. Zihin jimnastiği için diyalektiğin temel ilkesi olan “zıtların birliği” ve mücadelesini incelemek; diyalektik ve tarihsel materyalist felsefeyi düşünce yöntemimizin kumandasına oturtmaktır. Ve bununla ilişki içinde aşağıdaki özlü sözler üzerinde düşünüp tartışarak bunlardan çıkaracağımız sonuçlar, sistemin devrimcileri kontrol etmek ve devrimci faaliyeti darbelemek için kullandığı teknik yöntemi boşa çıkarmaya dönük sonuçlara varmamızı sağlayacak felsefi bir derinlik yaratacaktır. • Çelişki içseldir. • “Her ne arar isen kendinde ara.” • “Her ağacın kurdu kendinde olur.” • Her derdin devası bağrındadır. Ve “şeytan”, tanrının işini sürekli bozarken; tüm işlerini de tedbil-i kıyafet içinde yapandır! Yani göksel felsefede bile kötülük, elinde kötülüğün araçlarıyla gelmez; çekici bir söylem ve albenisi tam bir görünümle gelir…
04 güncel haber
01-15 EYLÜL 2017 Halkın Günlüğü
Kılıcın hükmü nereye kadar?
Kılıçdaroğlu Tutuklanır mı?
Türk hakim sınıflarının Erdoğan iktidarı özgülünde, tek elde toplama yürüyüşünün önünü kesecek ciddi bir tehdit olarak algılandığı için mi Kılıçdaroğlu hedefe alındı? Enis Berberoğlu’na verilen ceza sonrasında her ne olduysa sultan Tayyip tutuklanma olasılığının CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na uzanabileceğini söyleyerek yeni bir gündem yarattı. Tutuklanma olasılığının gündeme girmesiyle beraber bir Kemal Kılıçdaroğlu türküsü aldı başını gitti. Böyle bir gündemin oluşmasında elbette CHP’nin adalet yürüyüşünün içerde ve dışarda yarattığı etki ile doğrudan bir ilişkisi var. Bütün yetkileri elinde toplamak isteyen birinin kendisi aleyhine gündem yaratan bir eylemin doğrudan sorumlusu olan kişiye sessiz kalması beklenemezdi. Hele bu kişi sultan Tayyip ise. “İçerdeki zat ya beni kurtarın ya da gerçekleri konuşurum”, “bu iş Kılıçdaroğlu’na kadar uzanabilir” diyerek tutuklama arzusunu devreye soktu. İşin doğrusu bu tutuklama ön hazırlığı gayet ciddi ciddi yürütülürken, “bu iş bize pahalıya patlar” mealinde kulağına üfürülenlerden sonra geri adım attığı bir gerçektir. Selefi “Sultan” Tayyip için zorda olsa, geri adım atmış da olsa, önümüzdeki dönemde nasıl bir tutum alacağını göreceğiz. Çokça yazıldı. Türkiye büyük bir hışımla yeni bir dönemi yaşamaktadır. Sürece önderlik edenler yetkiyi tek elden toplamak için devletin bütün kurumlarına ve devleti ayakta tutan bütün siyasi-ideolojik aygıtlarına müdahale etme ihtiyacı duymaktadırlar. Zira bu müdahale olmaksızın kendilerini bekleyen tehlikeyi bertaraf etmenin mümkün olmayacağını en iyi onlar bilmektedirler. Ortadoğu’da geleneksel sınırlar bozulmuş, bölge alt-üst olmuş durumdadır. Böyle olunca da dört ayrı şer odağı durumundaki ilhakçı-işgalci güçlerin demir pençeleri altındaki Kürdistan için hiç değilse ulusal manada bir kazanım elde etme imkânları belki de tarihinde hiç olmadığı kadar olumlu şartlar ortaya çıkmıştır. İşte Türk egemen sınıflarının yüreğini hoplatan
esas durum budur. Ve ol sebeple yetkileri tek elden toplayarak süreci engelleme gayretleri önem kazanıyor. Ergenekon-Tayyip ittifakının dayandığı çelişkili temel dinamik budur. Lakin bu öyle tek düze bir yol izleyerek gitmiyor. “Sultan” Tayyip, hedefine selametle varabilmek için birileri ile ittifak ederken birilerini karşısına almak durumunda kalıyor. Yakın tarihe bir bakıldığında bunun nasıl işlediği görülecektir. Şimdi en yakın müttefik güç Bahçeli ve Ergenekon’un ideolojik önderi Perinçek olduğu görülüyor. Halka karşı birleşmede hiçbir tereddüt duymayan bu şer-ittifak odaklarının kendi iç ilişkililerinde ise önemli çatışmalar yaşadıkları da ayrı bir gerçektir. Merkezileşmek ve bekleyen büyük tehlikeleri bertaraf etmek ve bu amaçla yetkilerin tek elden toparlama girişimleri ve gidişatı kendi içlerinde büyük tartışmalara ve çatışmalara yol açmaktadır. Tek adam olma hırsı içinde olan sultan Tayyip, belli ki rahat değil. Devrimci-ilerici kuvvetleri balyoz vuruşlarla ve kanla bastırırken, devletin diğer ekiplerinin direnişini de kırmak arzusundadır. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun tehdit edilmesi bu kapsam içinde düşünmek gerekir. Zira “adalet” yürüyüşü ve sonrasında
yine adalet adı altında topladığı bir tür kurultay, Türk hakim sınıflarının Erdoğan iktidarı özgülünde, tek elde toplama yürüyüşünün önünü kesecek ciddi bir tehdit olarak algılandığı için, Kılıçdaroğlu hedefe alınmıştır. Bu makalemizde Adalet Kurultayı’nın niteliğini, amaçlarını, yapılmak istenileni ele almayacağız. Bu elbette ayrı bir değerlendirme konusu olacaktır. Bir yanında Hikmet Sami Türk gibi devrimci tutsakların katillerinin, diğer yanında ise Veli Saçılık gibi devrimcilerin davetli olduğu bir zavallı adalet girişiminden ne çıkacağını bilsek de, özel olarak ele alınmayı gerektiren bir konu diyerek geçelim. Yabancısı olmadığımız, aylarca hatta yıllarca şu veya bu şekilde farklı boyutlarıyla tüm bu konular yazıldı-çizildi. Sultan Tayyip, eline geçirdiği en küçük fırsatı rakiplerine karşı kullanmaktadır. Ya da komplolar kurarak önünde engel gördüklerini kaldırmaya çabalamaktadır. 2019 seçimleri Erdoğan -AKP sultanlığı için hayati önemdedir. Ne var ki yalanlarına, mağduriyet palavralarına artık eskisi kadar geniş kitleleri inandıramamaktadır. Önderlik ettiği partinin kendisi de dahil, yukardan aşağıya çürüme içinde olması durumunu sadece dışardan insanlar değil, kendi yandaş yazarlarının bir bölümü tarafından dahi dile getirilmektedir. Son YAŞ kararla-
rında orduya müdahalesi, gericiliğin kalesi durumundaki Diyanet’e çeki düzen verilmesi ve benzeri girişimlerin tümü geleceğini bir biçimde garantiye alma gayretleridir. Rakiplerini etkisiz hale getirmedikçe geleceğinin olmayacağını iyi biliyor. Geçmişte devlet içinde esas kontrol sahibi bir öbeğin bir parçası olması bakımından CHP’nin kendi geleceği için nasıl bir tehlike arz ettiğinin farkındadır. Emekçiler, Aleviler, Kürtler, kadınlar ve LGBTİ’ler; yani öteden beri sistemin esas tehlike olarak gördüğü ve bazen kan ve soykırımlara tabi tuttuğu kesimler üzerinde esasta anlaşma içinde olan AKPCHP ve yedeklerinin, kendi aralarında süren iktidar çatışmasında ise kılıçlarını çektikleri bir o kadar gerçektir. Durum öyle gösteriyor ki, önümüzdeki dönem klik çatışmalarının kanlı bir sürece dönüşme ihtimali küçümsenemez. Uluslararası planda parçası olduğu emperyalist güçlerle giriştiği sözlü çekişmelerin yanı sıra içerde rüşvet, yalan, talan, sahtekârlık, düzmece yargılamalar, hırsızlıklar, komplolar ve daha bir dizi kirli ilişkiler ortalığa saçılmış ki, kaybetmesi durumunda sultan paramparça edileceğini çok biliyor. O halde ne olursa olsun kazanmak ve mutlaka kazanmak ister. Kazanmak için ise her bir kuruma yeni bir şekil vermek, yanına çek-
05 mek, bazılarının işleyişini bozmak, bazılarını tehdit yoluyla sınırlamak ve gözdağı vererek korkutmak ve böylelikle bahçe dikenlerini azaltmak peşindedir. Bu durumda bilinen gerici yapısına, halka düşman politikalarına rağmen CHP sultan Tayyip için en tehlikeli güç ve rakip durumundadır. Dolayısıyla CHP’yi bir biçimde etkisiz hale getirmek için çabalarına devam edecektir. CHP’nin Çanakkale adalet kurultayı sırasında nasıl meydana geldiği ve kimler olduğu bile anlaşılmayan bir gurup genç insanın içki içmesinin dünyanın en büyük olayı gibi abartılarak servis edilmesine bile ihtiyaç duyacak kadar küçülebilmektedirler. Bu bir yanıyla korkularını da açığa çıkarmaktadır.
Zor durumda olan ‘’Sultan’’ Tayyip her fırsatı kullanmaktadır! Besbelli ki “sultan” zor durumdadır ve kullanabileceği her fırsatı kullanmaktadır. Hızla en zirvelere doğru yol almayı becerebilen sultan Tayyip, son anda bir “kazaya” uğramak istememektedir. Şu ana kadar sayısını üç yüz bin seviyesine çıkardığı alternatif silahlı ordu oluşturması boşuna mı? Çünkü ilk koalisyon ortağı Fetullah’ın “ihanetine” uğradı. Şimdi BahçeliPerinçek ittifakı var ama hayli problemli. Özellikle şovenizmin kara zehri Perinçek şimdiye kadar kimleri satmadı ki? Şayet şu Kürt tehlikesi olmasaydı tarihi soykırım ve katliamlarla ünlü Ergenekon ya da özel harp dairesi denilen bu kanlı aparatın, sultanın başına bir Amerikan çuvalı geçirmesi işten bile değildir! Görüşümüz odur ki, politik iktidar sahipleri için yüksek zirveler yine kendileri için en zayıf yerlerdir. Ağacın en yüksek tepesi dayanıklılık bakımından zayıf bir yerdir. Bu durumun farkında olan CHP, Tayyip sultana adalet gibi masum kavramları kullanarak yüklenmektedir. Oysaki CHP gerçek adalete en az AKP kadar uzak bir partidir! Tam da bu noktada kimilerinin gerici-faşist sistem partilerine takılmış milyonları suçlaması boştur ve topu taca atmaktır. Eğer milyonlarca halk ilerici-devrimci olana değil de, sömürü sisteminin en değme partilerinin kuyruğuna takılabiliyorsa; adalet gibi en sıradan demokratik taleplerini burjuva demokrasisine bile çok uzak sistem partilerinde arıyorlarsa, komünist ve devrimci hareket ciddi olarak düşünmek durumundadır. Şartlar her bakımdan lehimize olgunlaşmaktadır. Suçlarını örtme işlevini yerine getiren parlamentonun bile değerinin kalmadığı açığa çıkmışken, akademisyenler, öğretmenler, kamu çalışanları vb. işlerinden edilmişken, laik yaşamdan yana milyonlarca insan gelecek kaygısı içinde iken, Aleviler mevcut düzenden önemli ölçüde umudunu yitirmişken, Kürtler mücadelenin bütün metotlarıyla sahada iken, komünistler–ilericiler ve ezilen tüm kesimler karşı alternatif oluşturmayı becerecek durumda değillerse elbette ortada ciddi bir sorun var demektir. O halde sorun açığa çıkarılarak aşılmalıdır. Stratejik hedef asla unutulmadan ezilen halk kitlelerinin yakın çıkarlarını ifade eden programların oluşturulması ve mücadele bayrağının yükseltilmesi, giderek düzen içinde olan ve adalet arayan sallantılı kesimlerin de hizaya gelmesine yol açacaktır. Sultan Tayyip ve ittifak güçlerinin birlikteliklerinin dağılmasının hızlandırılması böylelikle daha mümkün hale gelecektir. Sonuç olarak, yumruğa yumruk siyasetinin devrede olduğu bir dünya gerçeğini göz ardı etmeden, yeni birliklerden kaçınmak, faşizme ve bir bütün olarak burjuva diktatörlüğünün işini kolaylaştırır.
UFUK ÇİZGİSİ
≫ Bakış Can
DEVRİMCİ CEPHEDE UMUT VERİCİ GELİŞMELER
D
evrimcileri birleştirme iddialı bir söylemdir. İddialı olduğu kadar saygındır da. Birleştirmeyi beceren her kim olursa olsun, o iyi bir iş yapmış olacaktır. Devrimcilik, özellikle de komünistlik tabiatıyla iddialı olmayı gerektirir, iddialı olmayı anlatır. İddia sahibi olmayanların yaşamda da devrim tasavvurunda da kalıcı ve ciddi bir yeri olmaz. Elbette iddialı olmak veya iddiada bulunmak ayrı bir şey, bu iddiaya uygun hareket etmek ayrı bir şeydir. İddiacı olmak ise, başından çürük bir tarz, duruş ya da haldir. Bizler devrim ve ilerisine yürüme konusunda iddia sahibiyiz. Bu iddiamızın gereklerini ne kadar yerine getirdiğimiz ya da getirebildiğimiz ayrı bir tartışmadır. Lakin, iddialı ve iddia sahibi olmadan gereklerini yerine getirmek de mümkün değildir. Kuşkusuz ki iddia sahiplerinin iddialarının arkasında durup iddialarına uygun davranması gerekmektedir. Bu, gerekli ve ideal olandır. Fakat iddialarının gereğini şu veya bu sebeple yerine getirerememe durumu ya da pratik yaşamda ve mücadelenin bütününde iddialarına uygun davranamama durumu, iddiaların terk edilmesini gerektirecek sağlam bir gerekçe değildir. Devrimi şimdi yapamıyorsan devrimciliği bırak denilemez, böyle davranılması beklenemez. İddialarımızın peşinde olup çabalamak tek doğru yoldur… Devrimcileri-devrimci güçleri birleştirme iddiası saygın ve doğru bir yönelimdir. Sınıfın, halkın birleştirilmesi devrimcilerin birleştirilmesinde ifade bulur ya da mümkün olur. Bundan öncesi ise partide birliği korumaktır. Diğer birlikleri mümkün kılmanın temel taşı partide birliktir. Partide birlik sorunu mutlak birlik olmayıp, ayrılık ve kopmaları yadsıyan da değildir. Partide birlik mevcut parti zemininde birleşmiş olan ve birleşik olan yapının muhafaza edilmesi, parti çizgisi ve yöneliminin örgütsel mekanizmada korunarak varlığının sürdürülmesi demektir. Çelişkilerden muhaf olmayan partide mutlak ve sürekli bir birlik hayali gerçek dışıdır ve bu çelişki zemininde ayrılmaların, kopmaların vb vs olması partide birlik realitesine ters değildir, onu yadsıyan da değildir. Bunun gibi devrimcileri ya da devrimci güçleri birleştirmek de mutlak algılanamaz. Devrimci güçlerin esasta birleşmesi bu birliği ifade eder. Bazı güçlerin bu birlik dışında kalması devrimcilerin birliğini zayıflatır ama ortadan kaldırmaz. Evet, devrimci güçlerin birliğini sağlama oldukça iddialı bir söylemdir. Mevcut durum ve şartlar dikkate alındığında, komünist ya da devrimci parti ve örgütlerden herhangi birinin bu birliği gerçekleştirecek örgütsel kapasite ve güçte olmadığı açıktır. Mücadelenin verili aşamasında yeni dengeler oluşarak bu düzey yakalanabilir. Şimdiki durumda diğer devrimci güçleri örgütsel durum ve yapısıyla çatısı al-
tında birleştirme yeteneği taşıyan bir gücün olduğunu iddia etmek gerçekçi değildir. Buna karşın birleştirme iddiasından vazgeçilemez. Bugün olumlu gelişmelerden söz etmek mümkün. Devrimci güçler birleşme eğilimi gösteriyor. En azından buna dönük iyi niyet ve yaklaşımların olduğunu söyleyebiliriz. Bu iyi gelişmedir. Bu olumlu iyi niyet veya yönelim umut verici ve sevindiricidir. Zira devrimci güçlerin birleşmesi devrim lehinedir, karşıdevrim aleyhinedir. Dahası bu birleşme eğilimi dar grupçu hastalıkların aşılması yönünde ileri atılmış bir adım ve gelişmedir. Ortaya çıkan bu olumlu zemin mutlaka değerlendirilmeli ve bu fırsat heba edilmemelidir. Düne kadar birbirine mesafeli olmayı yeğleyen ya da bunu sağlam ilkeli devrimcilik olarak algılayan devrimci yapıların önemli bir kısmı (partimiz de dâhil) bu darlığı-geriliği ve grupçu zemini esasta aşmış durumdadır. Devrimci güçler arası birlik önemsenmekte ve rağbet görmektedir. Bu hatalı değil, doğru ve değerlidir. Partimize dönük devrimci güçlerden gelen olumlu mesajlar hem sevindiricidir hem de bu birleşmenin mümkün olduğuna işaret etmektedir. Partimiz iddiasının arkasındadır, iddialıdır ama iddiacı değildir. Birleşme her gücün kendi siyasal iradesi ve perspektifidir. Dolayısıyla birilerine mal edilemez. En önemlisi de bu birliği mümkün kılarak gündeme getiren bir yapının muazzam pratiği ve kanıtlanmış siyasi otoritesi değil, devrimdeki samimiyet, devrimci duruştaki ısrar ve kararlılık gibi değerlerdeki ortaklaşma, devrimci çizgi ve siyasetin benimsenerek devrim kaygısında ortaklaşma gerçeğidir. Bugün devrimci hareket dar grupçu ve küçük hesaplar peşinde koşan geriliği aşıp ideolojik-teorik farklılıkları es geçmeden devrimdeki samimiyeti esas alarak buna değer veren ve devrim için savaşmayı önemseyerek bu zeminde birleşmeyi ihtiyaç gören pozitif kulvardadır. Bu kulvar geliştirilmeli, birleşmenin olanaklı olduğu her düzeyde birleşme benimsenmelidir. Bu, devrimin ve halkın çıkarınadır. Parti-örgüt çıkarını halkın-devrimin çıkarları üstünde tutan anlayış elbette bunu kavrayamaz. Her devrimci süreçte devrimci halk güçleriyle birleşebileceğimiz her noktada birleşmeyi, ortak mücadele süreçlerine girmeyi, güç birliği, ittifak ve eylem birliği yapmayı, ortak çalışmayı, birlikte savaşmayı ihmal etmeden pratikleştirmeyi sorumluluk sayıyoruz. Daha ileri birlikler için ideolojik-teorik sorunları, devrimci pratiğin ve örgütsel sorunların arkasına itmeden, genel siyasi çizgide esasta birlik normları bulunan bütün sosyalist güçlerle birleşmeyi savunuyoruz. Devrim, devrimci güçlerin birleşmesinden geçer, ayrılıklarından, bölünmelerinden ve dar grupçu kavgalarından değil!
06 güncel haber
01-15 EYLÜL 2017 Halkın Günlüğü
Devrim ağır bedellerle
Ağustos ayı içerisinde MKP/HKO gerillalarına dönük yapılan imha saldırılarında Şahin, Mercan ve Doktor isimli merkezi kadroların ölümsüzleşmesinin ardından Hozat’ın Kilise Köyü’nde bir evde kuşatılan Fırat Kasun (Şiar) ve Uğur Yalçın (Fırat) isimli iki MKP/HKO savaşçısı telim olmayıp üzerlerindeki bombayı patlatarak ölümsüzleşti. Öte yandan Filistin’den Karabağ’a, Dersim’e, Avrupa’ya oradan da Rojava’ya uzanan 40 yıllık bir mücadele tecrübesine sahip olan TKP/ML’nin önder kadrolarından TKP/ML – TİKKO komutanı Nubar Ozanyan da Rojava’da ölümsüzleşti Ağustos ayı içerisinde MKP/HKO gerillalarına dönük yapılan imha saldırılarında Şahin, Mercan ve Doktor isimli merkezi kadroların ölümsüzleşmesinin ardından Hozat’ın Kilise Köyü’nde bir evde kuşatılan Fırat Kasun (Şiar) ve Uğur Yalçın (Fırat) isimli iki MKP/HKO savaşçısı telim olmayıp üzerlerindeki bombayı patlatarak ölümsüzleşti. Öte yandan Filistin’den Karabağ’a, Dersim’e, Avrupa’ya oradan da Rojava’ya uzanan 40 yıllık bir mücadele tecrübesine sahip olan TKP/ML’nin önder kadrolarından TKP/ML – TİKKO komutanı Nubar Ozanyan da Rojava’da ölümsüzleşti Devrim, sosyalizm ve komünizm yürüyüşü yoğun emek, birikim ve ağır bedeller ödenerek devam ediyor. Devrim ile karşı devrim
arasındaki mücadelenin keskinleştiği bu tarihsel kesitte ödenen bedellerin ağırlığı daha da artmaktadır. Başta devrimci, komünist ve yurtsever hareket olmak üzere, bir bütün olarak tüm toplumsal muhalefete karşı savaş açan burjuva siyasal gerici iktidar ve somut temsilcisi Erdoğan/AKP iktidarı geleneksel gerici genetik kodlarına uygun olarak barbarca halklarımıza saldırmaktadır. Kendi burjuva hukukunu dahi ayaklar altına alarak çiğneyen Erdoğan/AKP iktidarı, tüm kirli savaş yönetmelerini ve araçlarını etkin biçimde kullanarak halklara ve halkların örgütlü devrimci ve demokratik güçlerine saldırarak bastırmaya çalışmaktadır. Erdoğan/AKP iktidarının stratejik olarak imha etmeye ve ezmeye çalıştığı dinamiklerin başında ise kuşkusuz ki gerilla gelmektedir. Öncesi olmakla birlikte özellikle 7 Haziran sonrası başlatılan topyekûn savaş ve saldırganlık konsepti çerçevesinde tüm teknik ve kirli araçlar devreye sokularak gerilla güçlerine yönelik kapsamlı saldırılar gerçekleştirilmektedir. Gerilla güçlerine yönelik kapsamlı imha ve ezme politikasının en vahşi biçimde hayata geçirilmeye çalışıldığı yerlerin başında Dersim gelmektedir. Son iki yılda Dersim’de gerilla güçlerine yönelik yapılan kapsamlı imha saldırılarında iki yüze yakın gerilla yaşamını yitirmiştir.
Dersim/Hozat’ta iki Sosyalist Halk Savaşçısı ölümsüzleşti Son olarak Ağustos ayı içerisinde MKP/HKO gerillalarına dönük yapılan imha saldırılarında içinde merkezi kadroların da yer aldığı beş MKP/HKO savaşçısı ölümsüzleşti. 1 Ağustos’ta Ovacık’ta yaşanan çatışmada üç Sosyalist Halk Savaşçısı ölümsüzleşmişti. Üç’lerin kanı daha kurumadan bir diğer ölüm haberiyse Hozat’tan geldi. 18 Ağustos tarihinde Dersim/Hozat’a bağlı Kilise Köyü’nde bir evde kuşatılan iki MKP/HKO savaşçısı teslim ol çağrılarına slogan
ve marşlarla karşılık vererek ve devrimci direniş geleneğini kuşanarak ölümsüzleştiler. Direniş bayrağını yükselterek ölümsüzleşen MKP/HKO savaşçıları, Uğur Yalçın (Fırat) ve Fırat Kasun (Şiar) isimli Sosyalist Halk Savaşçılarıdır. Devrim yürüyüşümüzün emektarlarından olan TKP/ML-TİKKO komutanlarından Nubar Ozanyan ise 14 Ağustos 2017 tarihinde Rojava’da ölümsüzleşti.40 yıllık bir devrimci birikim ve tecrübeye sahip olan Nubar Ozanyan’ın ölümü devrim ve komünizm mücadelesi açısından önemli bir kaybı ifade etmektedir.
Halk savaşçıları sloganlarla sonsuzluğa uğurlandı! Dersim/Hozat’ta ölümsüzleşen Sosyalist Halk Savaşçıları kavga
01-15 EYLÜL 2017 Halkın Günlüğü
güncel haber 07
yoluna devam ediyor sloganlarıyla Dersim’de sonsuzluğa uğurlandılar. Cenazeleri aileleri ve yoldaşları tarafından Malatya Adli Tıp Kurumundan alınan Fırat Kasun(Şiar) ve Uğur Yalçın(Fırat) kendi köylerinde yapılan törenlerle toprağa verildiler. Uğur Yalçın ölümsüzleştiği yer olan Kilise Köyü’nde, Fırat Kasun ise Dersim merkeze bağlı Pilvenk Köyü’nde düzenlenen cenaze törenleriyle ölümsüzlüğe uğurlandılar. İki Sosyalist Halk Savaşçısı kavga sloganları ve marşlarla sonsuzluğa uğurlandılar. Yapılan cenaze törenlerine HDP Dersim milletvekili Alican Önlü de katıldı.
tirdi. TKP/ML-TİKKO komutanlarından Nubar Ozanyan 14 Ağustos 2017 tarihinde Rojova’da ölümsüzleşti. Filistin’den Karabağ’a oradan Dersim ve Avrupa’ya ve son olarak ise Rojava’ya uzanan 40 yıllık bir devrim emektarı olan Nubar Ozanyan için başta partisi TKP/ML olmak üzere birçok devrimci ve komünist hareket açıklamalar yaparak devrimci/komünist hatırasını sahiplendiler. Nubar Ozanyan için TKP/ML dışında MKP, MLKP, DKP, THKPC/MLSBP ve PKK de açıklama yaptılar.
MKP: Kızıl gökten iki yıldız daha düştü toprağa!
TKP/ML: Onun mücadele azmi ve kararlılığı daima yolumuzu aydınlatacaktır!
Ölümsüzleşen Sosyalist Halk savaşçıları ile ilgili MKP/SB kamuoyuna yazılı bir açıklama yaptı. ‘’1 Ağustos’tan 18 Ağustos’a devam eden bu direniş bükülmez, kan bedeliyle yükselen bu devrim yenilmez’’ başlığı ile yapılan açıklamada; “Dersim/Hozat’ın Kilise Köyü’nde bir evin içinde düşmanın hain kuşatmasında kalan Fırat/Uğur YALÇIN ve Şiar/Fırat KASUN yoldaşlarımız teslimiyete bent çekerek, kızıl direniş ruhuyla bedenlerini devrime feda edip ölümsüzler taburuna katıldılar. 1 Ağustos 2017 günü düşmanın imha saldırılarında ölümsüzleşen Parti sekretarya üyemiz Şahin yoldaş, bölge karargâh komutanlarımızdan Mercan ve Doktor yoldaşların yarası kabuk tutmadan, 1 Ağustos 2017 günü Fırat ve Şiar yoldaşlarımız ölümsüzleşerek tarihin kızıl sayfalarına yazıldılar. Değerli halklarımız, dostlar, yoldaşlar; Ölümsüzleşen yoldaşlarımızın mücadele süreçleri vb ile ilgili ayrıntılı bilgileri şimdilik paylaşacak durumda değiliz. Ayrıntılı bilgi daha sonra kamuoyu ile paylaşılacaktır. Ancak Şiar(Fırat KASUN) yoldaş, Doktor ve Mercan yoldaşlarla aynı dönem Akademi eğitim kampından mezun olan yoldaşlarımızdandır. Fırat ve Şiar yoldaşlar bir evde kaldıkları düşman kuşatması altında teslim olmaktansa onurlu ölümü yeğlediler. Onlar, 1 Ağustos 2017 günü direniş destanı yazarak ölümsüzleşen Şahin, Mercan ve Doktor yoldaşlara verdikleri randevuya geç kalmadan kahramanlar kervanına katıldılar! Onlar yenilmezliğin, direnişin, kararlılığın sembolü olarak dikildiler Dersim/Hozat burçlarına! Onları sonsuzluğa uğurlarken, ölümsüz anıları önünde saygıyla eğiliyor, destansı direnişleri ve mücadele bayraklarını Sosyalist Halk Savaşı siperlerinde yükselterek anıyoruz! Anıları rehberimiz, savaşları sözümüzdür! Ölümsüzleşen iki yoldaşımız kaldıkları evde çatışma koşulları olmayacak şekilde düşman kuşatmasında kaldıkları için teslim olmaktansa direnerek ölümsüzleşmeyi benimsemiş ve üzerlerinde bulunan bir el bombasını patlatarak şehit düşmüşlerdir. Değerli halklarımız, dostlar, yoldaşlar; Devrim, acı da olsa kaçınılmaz olan bedelleri alarak granitten duvarını beden-beden yükseltmekte, devrim ile karşı-devrim arasındaki amansız mücadele mantığına uygun olarak aramızdan yoldaşlarımızı koparıp almakta, acımasızlığını sergileyerek devrim harcını kanla yoğurmaktadır. Partimiz devrim ve komünizm uğruna yürüyüşünde bedel ödemekten sakınmamıştır, sakınmayacaktır. Devrim bizlerden bedel istiyorsa bu bedeli vermeye hazırız! Yüzlerce şehidimiz buna kanıktır. Şahin, Mercan ve Doktor yoldaşlarımız bedel ödemekteki tutumumuza kanıttır. Fırat ve Şiar yoldaşlarımız ödediğimiz ve ödeyeceğimiz bedellere kanıttır. Devrimin ağır bedeller üzerinden yükseleceği bilinci taşıyan partimiz en ağır bedeller pahasına Sosyalist Halk Savaşıyla komprador tekelci burjuva sınıfları ve bilumum gericiliği yıkmaya kararlıdır’’ vurguları yer aldı.
40 yıllık bir devrim emektarı: Nubar Ozanyan! Devrim ve komünizm yürüyüşü önemli bir emektarını daha yi-
Nubar Ozanyan ile ilgili TKP/ML- Örgütleme Komitesi bir açıklama yayımladı. “Onun mücadele azmi ve kararlığı daima yolumuzu aydınlatacaktır” başlığı ile yapılan açıklamada şu ifadeler yer aldı; “Bütün yaşamını partimizin gelişip güçlenmesi ve Demokratik Halk Devrimini gerçekleştirmeye adayan Nubar Ozanyan yoldaşı kaybetmenin acısı içindeyiz. 14 Ağustos 2017 tarihi, hüzün ve kahramanlığın günü olarak hep anılacaktır. Nubar yoldaş, partimizin değerli bir üyesi ve Rojava’daki TİKKO birliğinin komutanlarındandı. Parti içinde kullandığı Orhan (Armenak Bakırcıyan) ismini ise, partimiz kadrolarından Orhan yoldaştan almıştı ve yoldaşımızın anısını savaş cephesinde de yaşatarak silah elde toprağa düştü. Nubar Ozanyan, 1956 yılında Yozgat’ta yoksul bir Ermeni ailesinin çocuğu olarak dünyaya geldi. Küçük yaşta annesini kaybetti. Yoksul Ermeni çocukların okutulduğu Karagözyan İlkokulunu bitirdikten sonra, Tıbrevank’da geçirdiği gençlik yıllarında Armenak Bakırcıyan yoldaşla tanıştı. Armenak yoldaşın kendisini devrimci fikirlerle tanıştırması ve ardından ilişkisi kurduğu Partimiz TKP/ML ile tanıştığından bu yana örgütlü mücadelesini kesintisiz sürdürdü.12 Eylül 1980 Askeri Faşist Cuntası’nın işbaşına gelme-
sini takip eden süreçte yurtdışına çıktı. O, Fransa’da bulunduğu müddette, partimizin bölge faaliyeti içinde yer almış, Fransa parti faaliyetimizin gelişip güçlenmesine büyük değerler katmış ve mütevazı yaşamıyla daima örnek bir devrimci olarak, yoldaşlarının örnek aldığı bir devrimci olmuştur. Nubar yoldaş partimizin 1990 yılında Filistin’deki Askeri Eğitim Kampı açıldığında partiye başvurarak gönüllü aday olduğunu bildirmiş, bu talebinin kabul edilmesinin ardından Ortadoğu’ya geçmiştir. Filistin eğitim kamplarında ciddi bir eğitim aldı ve bu yönlü yeteneklerinin de payıyla nitelikli bir gelişme kaydetmesiyle partimize büyük değerler kattı. O, sadece askeri yönüyle değil, siyasal olarak da kendisini sürekli geliştirdi. Marksist-Leninist-Maoist eğitime önem veren bir yoldaş olarak kazandığı yetenek ve birikimiyle partinin önemli bir kadrosu oldu. O, parti üyeliğini bir ayrıcalık olarak görenlerden değil, proleter bir çizgi ve dava insanı olarak kavrayanlardandı.”
Devrim ve komünizm savaşçıları için Avrupa’da anmalar gerçekleştirildi! 18 Ağustos’ta Dersim/Hozat’ta ölümsüzleşen MKP/HKO savaşçıları Fırat Kasun, Uğur Yalçın ve 14 Ağustos’ta Rojova’da ölümsüzleşen TİKKO komutanlarından Nubar Ozanyan için Avrupa’da anma etkinlikleri gerçekleştirildi. Avrupa’nın birçok merkezinde Halkın Günlüğü ve Partizan tarafından ortak gerçekleştirilen anma etkinliklerinde kavga sloganları ve marşları söylendi. Sinevizyon gösterimi ve konuşmaların yapıldığı anmalarda MKP ve TKP/ML’nin ölümsüzleşen devrim ve komünizm savaşçıları için yaptıkları açıklamalar okundu.
08 kadın
01-15 EYLÜL 2017 Halkın Günlüğü
Özel mülkiyet öncesi kadının ezilmişliği sorununun ilk ortaya çıkışı
Kadının konumunu belirleyen şey ekonomik sistemdeki yeri olmuştur, yani tali olan işi yapması olmuştur. Dolayısıyla kadının ezilmişliği sorununun çözümü tam hak eşitliğinin olacağı sınıfsız ve sınırsız bir düzen olan komünizmdir Kadının ezilmişliği sorununun tartışıldığı günden bu yana kadının kurtuluşunun imkânsız olduğu savunulmuştur. Çünkü kadının ezilmişliği tarihi, eksik hak eşitliği insanlık tarihi kadar eski bir geçmişe sahiptir ve bu nedenle kadının ikincil konumunun değişmesinin gelecekte de imkânsız olduğuna inanılmaktadır. Çünkü kadının ikincil konumunun fiziksel özellikler gibi bazı doğal koşullardan kaynaklandığı düşünülmektedir. Ancak iddia edilenin aksine bu durum doğal
koşullardan değil kadına ayrılmış çalışma koşullarından kaynaklıdır. August Bebel “Kadın ve Sosyalizm” kitabında; kadının üretimdeki yeri ile toplumdaki konumu arasında sıkı ve organik bir bağ olduğunu savunur. Öyleyse klasik bir düzlem olarak düşünürsek üretim ilişkilerinden doğan kadının ezilmişliği sorununun çözümü için tam hak eşitliğinin olduğu bir ekonomik sisteme geçiş gerekmektedir. Bu sistem komünizmdir. İlkel komünal dönemde yani insanların avcılık ve toplayıcılık yaparak hayatlarını idame ettirdikleri dönemde kadın ve erkek arasında bedensel farklılıklar (kadın ve erkeğin günümüzde sahip olduğu ayırt edici fiziki görünüm), güç ve çeviklik gibi büyük bir fark olmadığı bilinmektedir. İlkel komünizmde çocuk doğurmak kolektif bir yapısı olan kabilede yalnızca kısa bir kesintiye sebep oluyor, ancak kadın kabile içerisindeki yerine geri dönebiliyordu. Kısacası bu
dönemde kadının erkeğe bağımlılığı ya da ikincil bir konumda olması söz konusu değildi. İlkel komünizmde kadın, köleliği ve toplumsal bağımlılığı bilmediği gibi insanlık da emek sömürüsü, özel mülkiyet ve sınıf farkını bilmiyor, tanımıyordu. Ancak bu tablo insanlığın gelişme tarihinin bundan sonraki aşamasında yani coğrafi nedenlerden dolayı kabilenin ormanlık bölgeye mi yoksa bozkıra mı düştüğüne göre değişmiştir. Ormanlık bölgelere yerleşen kabileler tarımı esas, hayvancılığı ise tali olarak yapıyorlardı. Bozkıra yerleşen kabilelerde ise tam tersi bir işleyiş söz konusuydu yani hayvancılık esas olarak görülüyor tarım ise taliydi. Her iki kabile de ilkel komünizmi koruyor ve her ikisinde de özel mülkiyet tanınmıyordu. Ancak kadının konumu her iki özel mülkiyeti bilmeyen kabilelerde de farklılık gösteriyordu. Kadın tarımla uğraşan kabilelerde tümüyle eşit haklara sahipken hayvan-
cılıkla uğraşan kabilelerde kadının ikincil, bağımlı ve ezilen konumu giderek ağırlaşıyor ve kötüleşiyordu. Tarımı esas olarak benimseyen kabilelerde kadının konumunun erkeğin konumuyla eşit olmasının nedenlerinden biri esas olan işi kadının yapmasıdır. Pervin Erbil “Kibeleden Pandoraya Kadının Tarihsel Yenilgisi”(a.g.e. 44) isimli kitabında şöyle der; “Doğa olaylarını ve tohumun toprağa dökülüşünü, filizlenip büyüyüşünü, başakların oluşumunu gözleyen kadın aynı süreci ‘yapay bir biçimde tekrarlamayı’ denemiş olmalıdır. Bu deney onun toprakla ilişkisini güçlendirmiş, tarımsal ekonominin diğerlerinin önüne geçmesi ile de kadın giderek toprakla özdeşleştirilir olmuştur.” Anlaşılacağı üzere kabilenin geçimini sağlayan esas iş olan tarımı bulan ve geliştiren kadındır ve kadının bu durumu onu kabiledeki diğer insanlardan görece üstün kılsa da( kabilede kadına biçilen değer açısından) bir başka cinsi ezme ve üs-
09 tünde tahakküm kurma, onu ikincil konuma düşürme gibi özellikleri benimsemesine ve bunu bir sistem haline getirmesine gerekçe olmamıştır. Ancak aynı dönemde farklı bir coğrafyada yerleşik hayata geçen bir diğer kabilede kadının konumu farklı bir şekilde gelişim göstermiştir. Hayvan yetiştiren göçebe kabilelerde (sistem hala ilkel komünizmdir ve özel mülkiyet kavramı yoktur) kadının ezilmişliği sorunu boy göstermeye başlamıştır. Çünkü burada esas iş olan hayvancılığı erkekler yapmaktadır. Kısaca ifade edecek olursak coğrafi koşullardan kaynaklı direk tarıma geçen kabileler ile direk hayvancılığa geçen kabilelerde kadının konumu da değişiklik gösteriyordu. Kadın tarım toplumunda cinsiyetler arası eşitliğe sahipken, hayvancılık yapan toplumlarda ikincil konumda görülüyor, eziliyor ve bağımlı olarak kabul ediliyordu. Bu gelişmeler anasoylu ve ataerkil sistemlerin gelişmesine de öncülük etmeye başlamıştır. Tarımla uğraşan kabileler anasoyludur ve burada kadın ve erkek neredeyse eşit haklara sahiptir. Hayvancılıkla uğraşan kabileler ise ataerkildir. Aleksandra Kollontai “Toplumsal Gelişmede Kadının Konumu” (a.g.e. 16) isimli kitabında şöyle açıklar; “Ataerkillik (patriaka), yani babalık hukukunun egemenliği, kabilenin en yaşlı erkeğinin iktidar konumu, hayvancılık yapan kabilelerde, göçebelerde gelişti. Bu neden böyleydi ve bize neyi gösterir? Neden, elbette kadının ekonomideki yeriydi. Ziraatla uğraşan halklarda kadın esas üreticiydi. İlkönce kadının ziraat düşüncesine geldiğine dair sayısız kanıt vardır, ‘o tarımdaki ilk işçi’ydi.” Tarıma geçen kabilelerde kadın esas iş olan tarımla uğraşırken erkekse aynı zamanda avcılık ve toplayıcılığa devam etmekte ya da komşu kabileleri talan etmekteydi. Ancak tarım daha verimliydi ve erkeğin talanlardan getirdiği ürünlerden ya da avcılıkta yakalanan hayvanlardan daha değerli görülüyordu. Bu nedenle tarım yani ziraat, esas iş olarak görülmeye başlanmıştı. Kadına annelik rolünden dolayı, soyun devam ettiricisi olduğu için önem atfediliyordu ve kadın bir toprak gibi üretken ve yaratıcıydı. Avcılık ve toplayıcılık yapan kabilelerde ise kadın sürekli doğurarak nüfusu çoğaltıyordu ve düzensiz ve rastlantısal avlanmalarla yaşamını sürdüren kabilelerde kadınının çocuk doğurması açlığın artmasına sebep olarak görülüyor ve kadının annelik rolüne olumsuz bir değer biçiliyordu. Ziraatle uğraşan kabilelerde kadına biçilen değer onun annelik rolünden değil köy ekonomisindeki esas üretici olmasından ileri gelmekteydi. Yani kadının doğal özelliği olan annelik farklı ekonomik koşullarda farklı değerlere tabi tutuluyordu. Kısacası kadının toplumdaki haklarını, konumunu belirleyen onun ekonomideki yeriydi. Kadının hak ihlallerinin ilk olarak görüldüğü kabileler de yine hayvancılık yapan göçebelerdir, kadın bu kabileler tarafından kaçırılıyordu. Kadının kaçırılması ilk olarak burada tarihe damgasını vurmuştur. Bu durumsa kadının ezilen konumunun pekişmesinde büyük paya sahip olmuştur. Özel mülkiyetle birlikte ise kadının konumu daha da kötü bir hal almıştır. Farklı kabileleri talan eden avcı toplayıcı kabileler artık et değil kadın kaçırmaya ve kaçırdıkları kadınlarla zorla evlenmeye başlamışlardır. Kısacası kadının ezilmişliği sorunu değişen her sosyo-ekonomik yapıyla birlikte yalnızca boyut değiştirmiştir ancak öz itibari ile aynıdır. İlk köle, ilk işçi(ilk tarım işçisi) olan kadın ezilen ve sömürülen olmaya devam etmektedir. Özel mülkiyet kavramı ortaya çıkmadan henüz ilkel komünizmde sömürülmeye, ikinci cins olarak görülmeye ve ezilmeye başlayan kadının koşulları özel mülkiyet kavramı ile daha da kötüleşmiştir. Ancak yukarı da değindiğimiz üzere kadının konumunu belirleyen şey ekonomik sistemdeki yeri olmuştur, yani tali olan işi yapması olmuştur. Dolayısıyla kadının ezilmişliği sorununun çözümü tam hak eşitliğinin olacağı sınıfsız ve sınırsız bir düzen olan komünizmdir. Sınıf sorunundan daha önce ortaya çıkan kadının ezilmişliği sorununa karşı geliştirilen kadın mücadelesi bu nedenle komünizmin birinci aşaması olan sosyalizmde de devam edecektir. En nihayetinde kadının ezilmişliği sorununun özel mülkiyetten önce ortaya çıkması sorunun çözümünün komünizmde aranmayacağı anlayışını doğurmamaktadır aksine kurtuluş komünizmdedir, çünkü sorunun çıkış noktası kadının ekonomik sistemdeki yeri olmuştur. KAYNAKÇA Erbil, P. Kibeleden Pandoraya Kadının Tarihsel Yenilgisi, Ankara: Arkadaş Yayınları, 2015. Kollontai, A. Toplumsal Gelişmede Kadının Konumu, İstanbul: İnter Yayınları, 2000. Babel, A. Kadın ve Sosyalizm, İstanbul: Agora Kitaplığı, 20
ÖNCÜ KADIN
≫ Aycan Solmaz
FERMAN BUYURMUŞSA BEYLER-SULTANLAR KATLİMİZE, DÖVÜŞMEK DÜŞER BİZE!
M
ademki kölelerin köleleri, ezilenlerin ezileni bile sosyalizm yolunda giderek kendi kurtuluşları için savaşmaya kalkıyorlar, şimdi artık dünya proletarya devriminin utkusundan kim kuşku duyabilir?" Lenin 1871 Paris Komünü’nü izleyen bir İngiliz gözlemci, "Eğer Fransız ulusu yalnızca kadınlardan oluşsaydı ne korkunç bir ulus olurdu" diyordu. Bu gözlemdeki korkunç kelimesi o dönem Komün’ün en ön saflarında savaşmaya cüret eden kadınlar için kullanılan kelimelerden birisiydi. Kadınların bu kadar cüretkar olmasından korkan egemenlerin yandaş medyası buna benzer birçok kelime kullanarak kadınları 'sorunlu' bireyler olarak lanse etmişlerdir. Tüm tarihsel deneyimlerin bize bıraktığı anlayış, kavrayış ve dersler bugün açısından kadın mücadelesi ve bu mücadeleyi büyütmedeki ısrarı ve kararlılığı açısından durduğumuz yeri de sürekli gözden geçirmemizi salık veriyor. Devrimden çıkarı olan tüm kesimlerin (bunun en önemli bir parçası olarak kadınların da) devrim meselesini güne nasıl uyarladığıdır üzerinde düşünmemiz gereken. Devrim zor ve bedel ödemeye dayanan bir iştir. Dolayısıyla kadın mücadelesini de öyle yarım ağızla değil, dolu-dolu ve nitelikli ve içeriği zengin bir anlayışla ele alan özgün örgütlenmeleri hedefe koymalıyız. Yabancılaşmayı önleyecek olan da budur. Kaba, doğaya yabancı, komünist kadın kimliğinden uzak örgütlenmeler bizi temsil edemez. Her daim burjuvazinin çizdiği sınırlar içerisinde kalan ve kadının ileri çıkarak toplumsal mücadeleyi ertelemeden bugünden kendisini bu örgütlenmelerin öncüsü yapan bir perspektifle sahiplenmesini engelleyen örgütlenmeler değildir bizi kurtaracak olan. Erkek egemenliğinin yarattığı erkek şovenizmine karşı mücadele önemlidir. İdeolojik mücadele her alanda olmazsa olmazdır. Ancak bunu açık bir kafayla, erkeksi tarzdan azade bir önderliği esas alarak
yapmalıyız. Bu önderlikleri yaratırken de tüm alanlarda olduğu gibi kadın alanında da nitelikli kişilikler yaratmalıyız. Davada samimi, ertelemeyen, tarihsel koşulların getirdiği zorlukları sürekli kendisine yük etmeyen, bedel ödemekten sakınmayan, özverili, planlı, kararlı, donanımı esas alan, sistematik çalışan bir tarzı işlerli hale getirmeliyiz. Böyle donanmış kadın kitleleri iktidarların gerici, kokuşmuş algı ve araçlarını tarihin çöplüğüne bu perspektifle süpürecektir ve kadınların kurtuluş mücadelesi tüm bu sorunları alaşağı edecektir. Kadına kurtuluş altın tepside sunulmayacaktır, bu yüzden ertelenen sorunları çözme noktasında önemli sorumluluklarla karşı karşıyayız. Bu sorunlar üzerinde sürekli kafa yoran, sorgulayan ve gündemi de takip ederek söz söyleyenler, yarının dünyasının yapı taşlarını oluşturacaklardır. Bugün devrimci çizgimizle yaratacağımız örgütlerimiz ve onu besleyen nitelikli kadın kadrolarımızdır kadını geleceğe taşıyacak olan. Zulme karşı isyan meşrudur, hele ki bu kadın mücadelesiyse her zamankinden daha çok meşrudur. Kadın kırımlarının yaşandığı günümüz dünyasında öyle çokta sebepleri sorgulamayla harcanacak vaktimiz yoktur. Sebep gün gibi ayan beyan ortadadır. Ferman buyurmuşsa beyler-sultanlar katlimize, bize de dövüşmek düşer bu saatten sonra. Hayatın merkezine parçası olduğumuz toplumsal kurtuluşu koyarak, özel mülkiyetin yarattığı tüm gerici ilişkilere vurarak hayat kazanılacaktır. Proleter dünya devriminin stratejik silahıdır komünizm ve kadının kurtuluş mücadelesi de bunun sağlam bir mevzisidir. O halde Sevda'nın cüretini kuşanalım ve konumlanalım!
10 güncel analiz
01-15 EYLÜL 2017 Halkın Günlüğü
Güney Kürdistan “Bağımsızlık” referandumu ve siyasal tutum Güney Kürdistan “bağımsızlık referandumu”, Kürtler açısından taktiksel kazanımları, ileri bir statü yaratma dinamiği taşıyan, demokratik- meşru bir hakkın kullanılmasıdır. Bu hakkın kullanılmasına karşı çıkmadan, emperyalist güçlerin, bölgesel statükocu gerici egemenler sisteminin, Barzani çizgisinin bu referandum üzerinden hesaplarını somut politika ile boşa çıkarmak, daha öne çıkarılması gereken bir tutumdur. Kuzey Kürdistan Ulusal Hareketi’nin, Barzani tarafından yapılması zaafa uğratılan Kürt Ulusal Kongresi, tam da bu kesitte yeniden güncellenip devreye konulursa, bağımsızlık referandumu, Kürtler açısından daha ileri bir rol oynayacaktır
len bir ulusun, önderlik çizgisini, ulusal taleplerdeki ufkunu, ezen ulusun hakim sınıfları ve bu bağımlılık, sömürge, ilhak sonucunu yaratan emperyalist-kapitalist sistemle ilişkilenme biçimini, komünist bir bakış açısıyla ele alıp değerlendirmek, kölelik ilişkilerini başka biçimlerde devam ettiren burjuva “çözümleri“ mahkum etmek ve bu mahkumiyet üzerinden ezilen ulusların ve sömürülen halkların gerçek kurtuluşu olan sosyalist çözüm projeleri ile devrimci rol almak başka bir şey ezilen bir ulusun tarihsel koşullar içinde her türlü demokratik haklarını kullanmak istemesine saygı duymak ve desteklemek başka bir durumdur. Her iki somut durumu doğru ele alıp doğru tutum belirlemek, komünistlerin dünya görüşü gereğidir. Bu genel vurgunun akabinde, somut gelişmeler üzerinden durumu ele almak ve doğru tutumu bu somut durumu dikkate alarak geliştirmek durumundayız.
Güney Kürdistan’da, Barzani öncülüğündeki Kürdistan Demokrat Partisi ve YNK, Haziran ayı içinde Güney Kürdistan bölgesindeki kimi siyasi partilerle yapmış oldukları toplantının ardından, 25 Eylül 2017 tarihinde “bağımsızlık referandumu” gerçekleştirme kararı almıştı. Bölgenin siyasi gündeminde yoğun tartışmalara vesile olan bu karar, Kürt ulusu başta olmak üzere, bölgedeki diğer ulus ve azınlıklar üzerinde, milli zulüm ve baskı uygulayan statükocu egemen devletler, bölgedeki çıkarlarını yeniden dizayn etmeye çalışan ve bölgeyi kan gölüne çevirmiş emperyalist güçler tarafından, farklı tonlar ve nedenlerle itirazlara neden olurken, özellikle Barzani önderliğindeki KDP’nin siyasal niteliği ve çizgisi ekseninde ifade edilen kaygılarla, referandum kararına karşı ulusal devrimci güçler cephesinden de kimi eleştiriler gündeme gelmiş bulunmaktadır. Gerek, bölgede hegemonya çatışmasını, açık askeri müdahaleler ve bölgesel güçler üzerinden şekillendirmeye çalışan emperyalist güçler açısından, gerek bölgede parçalanan statükoları temel eksen alarak gerici çıkarlarını korumaya ve derinleştirmeye çalışan bölgesel hakim gerici devletler açısından (Türkiye, İran, Irak, Suriye ) ve gerekse de, tarihsel süreç boyunca KDP önderliği Barzani şahsında bu gerici güçlerle geliştirilen ve bugün hala bu ilişkiler üzerinden yol almaya çalışan Barzani çizgisi açısından sorun ele alındığında, bu “bağımsızlık referandumunun” bir çok soruya muhatap olduğu açıktır. Ama sorunu salt bu eksende ele alıp, ezilen bir ulusun, ulusal demokratik haklarına, bu haklarını kendi kaderlerini tayin etme ekseninde beyan etmesine hürmet etmemek, komünistlerin bakış açısı değildir. Ezi-
Bölgesel gerici güçler ve emperyalistlerle (özellikle ABD emperyalizmi ile) sürdürdüğü mevcut ilişkilerde, siyasal bir alan açma, kendi pozisyonunu güçlendirme kuşkusuz bu hesabın bir ayağıdır. Bunun yanında, Güney Kürdistan’da var olan ekonomik, sosyal ve siyasal sorunlar, yolsuzluk iddiaları, düşünce ve ifade özgürlüğü başta olmak üzere, muhalif duruşları yok sayan otoriter tutumlar, başkanlığı devretmesi gerekirken hala başkanlık koltuğunda fiilen oturması, bölgesel parlamentoyu işletmek yerine aşiret tahakkümü biçimindeki tekçilik dayatması, başta Yekîtî, Goran hareketi ve Komela Îslamî örgütlenmelerinden olmak üzere gelen eleştiri ve önerileri dikkate almaması gibi sürecin getirdiği derin sorunlar söz konusudur. Böylesine ağır siyasal sorunların ve eleştirilerin yaşandığı bir kesitte Barzani önderliğinde “referandum” kararının alınmasının arka planında, kuşkusuz bir çok neden vardır. Güney Kürdistan parlamentosunda, 24 sandalyesi bulunan Goran Hareketi ile 6 sandalyesi bulunan Komela Îslamî’nin “önce parlamento seçimleri yapılsın ardından parlamento kararı ile referanduma gidilsin” önerisini dikkate almayarak, referandumu başkanlık ve parlamento seçimlerinden önce yapma kararı, KDP’nin kendi hakimiyeti için çizdiği yol haritasıdır. Yani Güney Kürdistan’da, KDP’ye karşı yaşanan güven sorununa çare olarak bu yöntem denenmektedir. Kazanılmış bir referandumun gücü ile seçimlere gitmek, Barzani için yeniden (süresi dolduğu halde fiili olarak sürdürdüğü) başkanlık yolunu açacaktır. Güney Kürdistan dahil dört parçadaki Kürtler için bağımsızlığın, bölgesel gelişmelerle birlikte güncel olduğu
Barzani KDP’sinin Referandum Kararında Bir Çok Hesabın Olduğu Açıktır!
kadar güçlü bir hayal olduğu koşullarda, “bağımsızlık” sonucunun çıkacağı kesin olan referandumun olumlu rüzgarını arkasına almak isteyen Barzani, hem bölgesel statükocu egemen güçlerle sürdürdüğü siyasal-askeri ilişkilerde bu kartı kullanacaktır hem de Güney Kürdistan’daki muhalif güçlere karşı bu kartını etkili kullanmak isteyecektir. Nitekim Türk ve İran hakim güçleri merkezli bölgesel statükocu gerici egemenler sisteminden gelen itirazların akabinde, “referandumda bağımsızlık kararı çıksa da, bu hemen bağımsızlığın ilan edileceği anlamına gelmez” yönlü açıklaması, Barzani’nin bu kartı bölgesel gerici “dengeler” arasında siyasal-diplomatik bir unsur olarak kullanacağı anlamına gelmektedir. Referandumun gücü ile Güney Kürdistan’da tek otorite olmaya çalışan Kürdistan Bölgesel Yönetimi (KBY), “bağımsızlık referandumu” kararına ortak etmediği için süreci eleştiren bir çok siyasal parti ve çevreyi, sürece mecbur kalmış güçler konumuna düşürmektedir. Referandum kararı süreci ve işletilen hukuka kısaca vurgu yaparsak bu durum daha net anlaşılacaktır. “TC” başta olmak üzere, bölgesel gerici ve emperyalist güçlerle karşılıklı ilişkiler içinde (kendi tabirleriyle stratejik bazı ortaklıklar) süreci işleten KBY, uzun süredir yaşanan siyasal, sosyal ve ekonomik kriz içinde, KDP-YNK ortaklığıyla 24 Mart 2017’de referandumu görüşmek üzere heyet oluşturdular ve siyasi partilerle görüşmelere başladılar. KDP’nin, kendi duruşu içinde ken-
disine alan tanımadığı ve KDP’nin siyasal çizgisine muhalif olan Goran Hareketi ve bazı muhalif kesimler dışındaki partilerle yapılan görüşmelerin ardından, KDP-YNK ortaklığı, Barzani’nin başkanlığında “bağımsızlık referandumu” kararını aldı. Goran Hareketi ve Komela Îslamî’nin başını çektiği muhalefetin, “parlamentonun işletilmesi, parlamento seçimlerinin öncelikli olarak yapılması ve akabinde parlamentonun kararıyla referanduma” gidilmesi itirazı, başından beri KBY tarafından dikkate alınmadı ve KDP polit büro üyesi Fazıl Miranı’nın açıklaması olan “Bizim için referandum parlamentonun açılmasından daha önemlidir” tavrı KDP’nin resmi tavrı olarak deklare edildi. Barzani başkanlığındaki Pirmam toplantısında, referandum tarihi olarak 25 Eylül 2017 tayin edildi. 21 Eylül’de yapılması gereken parlamento ve fiili olarak Barzani tarafından el konulan başkanlık seçimlerinin 6 Kasım 2017’ye ertelenmesi, bu gelişmeler ekseninde çarpıcıdır. Parlamentonun işletilmesi mi, başkanlık sistemi mi tartışmaları, bizim açımızdan kıymeti harbiyesi olmayan tartışmalardır. Ama hakimiyet çizgisi olarak, burjuva gerici sistemler ve bunların hegemonya kurmaya çalıştığı bölgelerde geliştirdiği “tekçi” çizgi bağlamındaki benzerlikler çarpıcıdır. Devlet kurumu ya da farklı burjuva biçimlerde, bir alanda iktidar olmaya çalışan veya iktidarını korumaya çalışan bölgesel güçler ( devrimci ve sosyalist güçler bu tanımımızın dışındadır), tekleşme ekseninde merkezileşmektedir ve
01-15 EYLÜL 2017 Halkın Günlüğü
bu merkezileşme ile bölgede kendi çıkarlarını korumaya çalışmaktadır. Bu sınıfsal bir dokudan gelen siyasettir. Burjuva ve onun yelpazesindeki tüm hakimiyet çizgileri, çıkarlarını korumak, “müttefik” olarak tayin ettiği, gerici hegemonya güçlerinin siyasal “aktörü” olmak ve bura üzerinden iktidarını korumak veya iktidarlaşmak… Güncel olarak KBY parlamento süreci ve sonrası yaşanan gelişmeler irdelendiğinde, KDP çizgisinin bu konuda bir çok hesapla, muhalefeti bastırdığı, tek otorite olma konusunda tüm gelişmeleri kendi ekseninde kullandığı, ulusal çıkarlardan öte, dar-aşiretçi hakimiyet kaygılarını esas aldığı görülecektir. DAİŞ tehdidine karşı alınan tutum(suzluk), “TC” hakim iktidarı AKP-Erdoğan diktatörlüğü ile geliştirilen ekonomik, askeri, siyasal ilişkiler, “TC” ye alanda açtırılan askeri üsler, ABD emperyalizmi başta olmak üzere emperyalist güçlerin eteklerine tutunarak izlenen siyasal rota ve bu eksende tek otorite olma babında, iç muhalefete ve PKK başta olmak üzere, devrimci sosyalist hareketlere karşı geliştirilen saldırgan siyaset, Barzani KDP’sinin, Güney Kürdistan’daki duruşudur. KDP’nin bu mevcut çizgisi, geliştirdikleri tarihsel ilişkilerde sabit olduğu halde, Türk ve İran hakim sınıfları başta olmak üzere, bölgesel statükocu ve emperyalist güçler tarafından referandumun kabul görmemesi, KDP’ye karşı duruştan öte, Kürt ulusu özgülünde yaratacağı pozitif etkiden kaynaklıdır. Türk ve İran egemenler sisteminin tahammülsüzlükleri, inkar ve imhaya dayalı despotik temel statükocu stratejik siyasetlerinde açacağı gedikten kaynaklıdır. Tam da bu süreçte, İran ile geliştirilen ilişkiler, Erdoğan’ın “gözü karartırız” beyanatları, Alparslan’ın, bölgede yeni fetih kılıcı olan Bahçeli’nin “savaş ilanları”, bugün tarihsel gelişmeler karşısında çöken, inkarcı-imhacı tarihsel statükolarının parçalanmasına dair duydukları hazin kaygılardır. Türk, İran, Irak ve karmaşık bir süreç yaşayan Suriye egemenler sistemi, Güney Kürdistan’da bağımsızlık referandu-
munun nasıl sonuçlanacağını bildiklerinden, bunun yıllardır kölelik zinciriyle kuşatmaya aldıkları Kürt’lerin, kendi statülerini oluşturmaları konusunda örnek teşkil edeceğini biliyorlar. Kanlı ve karanlık tarihlerini referans alarak, üst perdeden tehdit savurmalarının nedeni budur. Yoksa Kürtler’in felaketi olan “birakujî”lerin yaratılmasında tarihsel ortaklarına dair kaygıları, meselenin esas yanı değildir. Eski statükonun sürdürülemez olduğunu bilen emperyalistlerin itirazları da genel stratejik siyasetleri içinde, taktik bir itirazdır. Bölgeyi kontrol ederken uşaklarını biraz hizaya getirmede parçalı bir dizayna ihtiyaç duyduklarından, devletlerin federal bir şekilde yeniden şekillendirilmesinden yanadırlar. Birleşik federal Irak, Suriye, Türkiye ve İran, kendilerinin de planları arasındadır. Emperyalist güç merkezlerinin yeniden bölüşüm ve yapılandırma stratejileri, elbette sabit değil, dinamik ve koşullara göre şekillendirilmektedir. Ne değişmez partner ne de sınırlar vardır. Emperyalist çıkarları ve hegemonyaları her şeyin üstündedir. Gerisi taktik manevradır. Bu Rakka için de, Rojava için de, Güney ve Kuzey Kürdistan için de böyledir. Yine de şimdiki durumda, sınırlarda köklü değişiklikler, ayrı-ayrı ya da Birleşik Kürdistan devleti projesini seslendirmeyi gerekli görmediklerinden ötürüdür ki, “bağımsızlık” için referanduma itiraz ettiler. Bağdat Şii iktidarını dengede tutabilmeleri için de bu gerekliydi. ABD ve Almanya’da Dışişleri Bakanlığı düzeylerindeki itirazlar bu minvaldedir.
Güney Kürdistan “Bağımsızlık Referandumu” ve Duran Kalkan’ın Açıklamaları Üzerine! KDP’nin mevcut gerici çizgisi ve “bağımsızlık referandumu” ile elde etmek istediği sonucu baz alarak, planlanan referanduma yaklaşım belirlemek, ezilen bir ulus olan Kürt ulusunun meşru demokratik haklarına saygı duymama sonucuna götürebilir. KDP’nin, bölgesel gericiliklerle, em-
güncel analiz 11 peryalist güçlerle geliştirdiği politik-askeri ilişkileri mahkum etmek, ürettiği politikaların arka planını deşifre edip, Güney Kürtleri başta olmak üzere, genel anlamda Kürt ulusunu bu gerici politikaların sosyal-siyasal dayanağı olmaktan çıkarmak, tarihsel ve güncel bir görevdir. Ama bu görevlerin icrasında, dört parçada Kürt ulusunun demokratik, meşru haklarını, bazı koşullara bağlayarak tanımamak, ciddi bir paradoks olacaktır. Doğrudur, Barzani KDP’si, Kuzey Kürdistan Ulusal Hareketi’nin, Güney Kürdistan ve Rojava’da güçlenmesinden rahatsızdır. Bölgesel gerici güçler dahil, emperyalist güçlere dayanarak bunun önünü almaya çalışmaktadır. Özellikle Şengal ve Rojava pratiğinde, ciddi itibar kaybeden KDP’ye karşın, Kuzey Kürdistan Ulusal hareketi, siyasal itibar, etki gücü ve askeri prestij kazanmıştır. PKK’yi engelleme mantığıyla, Barzani’nin, “TC” faşist diktatörlüğü ile geliştirdiği ilişkiler ve bu ilişkilerde, askeri operasyonlar dahil, bazı saldırı planlarının yapılması, Barzani KDP’sinin bu konudaki tehlikeli oyunlarıdır. Yani bölgesel gelişmelerle birlikte, yeni birakujî’ler yaratması kuvvetle muhtemeldir. Bu anlamıyla, süreç bazında Barzani’nin referandumu, Kuzey Kürdistan Ulusal Hareketi’ne karşı kullanmak istemesi, ihtimal dışı bir tutum değildir. Ve Duran Kalkan’ın “Bağımsızlık referandumunun PKK’yi toplumun gözünden düşürmek için yapılmaktadır” açıklaması, siyasal bölgesel gelişmeler dikkate alındığında, doğru bir yere otursa da, eksik bir değerlendirmedir. Salt bu yönden referandum değerlendirilip tavır alınırsa, hem referanduma karşı doğru tutum alma konusunda sıkıntılar yaşanır hem de stratejik olarak bu referandumla, emperyalist güçler, KDP açısından planlanan tehlikeler doğru tahlil edilip ortaya konamaz. Bölgesel gelişmeler, dağılan eski statükolar sonucu dört parçada Kürdistan’ın birleşme trendini güçlendirmiştir. Bu birleşmeyi engellemek için, ABD başta olmak üzere, emperyalist güçler, kendi arka bahçesi haline gelmiş parçalı yönetim biçimleri oluşturmak ve bunu bölgesel gerici güçler arasında bir “denge” unsuru olarak kullanmak istemektedirler. Bölge stratejileri bunun üzerine şekillenmektedir. KDP önderliği üzerinden, Kürdistan özgülünde bunu gerçekleştirmek, Kürtler açısından asıl stratejik tehlikedir. Bu stratejik tehlike deşifre edilmeden, buna uygun siyaset belirlemeden, her bir Kürdistan parçasındaki hareketlerin birbirlerine karşı tutum almasını merkez almak, hem taktik anlamda, tehlikeli ve gerici duruşların mahkum edilmesini zorlaştıracaktır hem de stratejik olarak asıl tehlike ile mücadelede zaaflar yaratacaktır. Güney Kürdistan “bağımsızlık referandumu”, Kürtler açısından taktiksel kazanımları, ileri bir statü yaratma dinamiği taşıyan, demokratikmeşru bir hakkın kullanılmasıdır. Bu hakkın kullanılmasına karşı çıkmadan, emperyalist güçlerin, bölgesel statükocu gerici egemenler sisteminin, Barzani çizgisinin bu referandum üzerinden hesaplarını somut politika ile boşa çıkarmak, daha öne çıkarılması gereken bir tutumdur. Kuzey Kürdistan Ulusal Hareketi’nin, Barzani tarafından yapılması zaafa uğratılan Kürt Ulusal Kongresi, tam da bu kesitte yeniden güncellenip devreye
konulursa, bağımsızlık referandumu, Kürtler açısından daha ileri bir rol oynayacaktır. Kürtler açısından referandumda ortaya çıkacak demokratik- meşru hakkı, birleşik demokratik Kürdistan şiarıyla Kürt Ulusal Kongresi’nde merkezileştirmek, daha stratejik kazanımlar yaratacaktır. Devamında Duran Kalkan’ın, önemli olanın devlet olmak değil, toplumun kendi kendini örgütlemesi ve yönetmesi olduğunu belirterek “Bu özgür bağımsız Kürdistan yönetimini PKK savunuyor. PKK özgürlük ve bağımsızlıktan bir milim öteyi savunmuş değildir. Devletin özgürlükle bir alakası yok. Baskı ve sömürü aracıdır. PKK kendisini ondan kurtardı. Özgür ve demokratik yönetim olma ilkelerini ortaya çıkardı’’ şeklindeki görüşleri, burjuva devlet ve burjuva “çözümlerle”, sosyalist devlet ve sosyalist çözümleri aynılaştıran, bu iki sistem arasındaki kalın çizgileri ortadan kaldıran, bir ideolojik kargaşa beyanıdır. “Ulus devlet”, “demokratik-kültürel özerklik”, vb. gibi projeler, burjuva “çözüm” projeleridir. Komünistlerin genel anlamda devletleşme, özel olarak bir ulus devlet yaratma projeleri yoktur. Sosyalist komünler, mülkiyetin ortaklaştırılması, yaygın yerel yönetimler, vekaletli temsili memurlar yerine doğrudan demokrasi, komünistlerin, gelecek toplum projesidir. Sosyalist devletin özü budur. Sosyalist devlet modeliyle, burjuva devlet modeli arasındaki bu temel ayrımı hiçe sayarak, “devlet baskı aracıdır” yaklaşımı üzerinden, bir ulusun bağımsız devletini oluşturma gibi demokratik hakkını savunmaktan vazgeçmek, ezilen ulusun kendi kaderini tayin etme hakkını çözümsüz bırakmak demektir. Sorun özgür ve demokratik Kürdistan sorunu ise, çözüm açıktır, sosyalist devlet projesidir. Bunun dışındaki bir arayışta, burjuva ulus devletine karşı çıksanız da, “çözüm” projeniz, burjuva ideolojik dokulu daha geri düzeydeki statüdür. Demokratik-kültürel özerklik, ulusal özerklik vb gibi… Sonuç bağlamında, Güney Kürdistan Bağımsızlık referandumu, taktiksel kazanımlarının yanında, stratejik açıdan, gündeme geliş, arka planındaki emperyalist proje itibarıyla ve KDP’nin gerici çizgisi bağlamında, ciddi riskleri olan bir süreci de koşullamaktadır. İKBY ve KDP-Barzani konusunda, bir yığın değerlendirme yaptık. Ve gerici çizgileri bağlamında, daha da yığınlarca mesele değerlendirmeye tabi tutulabilir. Ezilen bir ulusun kendi kaderini eline alması açısından, gerici bir önderlik çizgisini mahkum etmek, devrimci komünistler açısından bir görev iken, ezilen bir ulusun, koşulsuz-şartsız demokratik-meşru haklarını tanımak, saygı duymak, komünistlerin dünya görüşü gereğidir. Milyonları ifade eden bir ulusun irade beyanına, geri-feodal-aşiretçi çizgiler ve bu çizgilerin bu durumdan vazife çıkarması gerekçe yapılarak karşı çıkılamaz. Komünistler bu demokratik hakkı tanır, ama stratejik açıdan tehlikeleri işaret ederek, çözüm projelerini ortaya koyarlar. Ulusal sorun, sosyalizm ve komünizm yürüyüşünde devrimin bir bileşenidir. Tüm millet-milliyetler-diller için kayıtsız şartsız tam hak eşitliği, proletaryanın ve tüm ezilenlerin ortak bayrağı ve her ulusun kendi kaderini özgürce tayin hakkı Ortadoğu’da Kürdistan’ın özgürleşmesinin teminatıdır.
01-15 EYLÜL 2017 Halkın Günlüğü
Faşizm zayıf halkalarından ya Erdoğan/AKP iktidarının değişmesi komünist ve devrimci perspektifin ilkesel, stratejik yönelimi değildir. Erdoğan/AKP karşıtlığı devrimci perspektifin ölçütü değildir. Bu iktidarın yerine gelecek başka bir burjuva klik iktidarı ne kurtuluştur ne de tercihtir. Radikal stratejik yönelim tüm türevleriyle gerici sınıflar devleti ve iktidarlarının devrim yoluyla yıkılıp aşılmasıdır. Ancak devrimin ilerlemesi, ilerleme sürecinin taktik aşamaları, somut iktidarı hedefleyerek ona yönelmeyi gerektirir. Erdoğan/AKP iktidarı gerçekleştirdiği azgın baskı, katliam ve terörle hedeflenip yıkılmayı hak eden durumdadır. Somut yönelim ve hedefimizin bu iktidarı geriletme, yıkma, bertaraf etmede biçimlenmesi doğrudur Erdoğan, parti teşkilatını -kendi tipinde- tek tipleştirme hareketiyle düzenlemeden geçirerek seçimlere hazırlanıyor. Seçimlerin “çantada keklik” değil, kritik olduğunu tespit etmiş olsa gerek ki, “metal yorgunluğu” hikâyesiyle teşhir olmuşluğunu manipüle edip kan tazeleyerek, işi kotarmaya çalışıyor. Yalan ve hilenin bin türlüsünü denemekle birlikte, din sömürüsünü de son haddine kadar kullanan Erdoğan’ın elinde geçerli argüman ya da demagoji kalmadığı için yapay gerekçelerle gündemleştirdiği teşkilat dizaynı kartını ileri sürmektedir. Ne içerde ne de dışarıda emin olarak yaslanacağı bir dayanak esas olarak kalmamıştır. Dış politikada batağa saplanıp tam bir tecrit durumu yaşayan Erdoğan/AKP iktidarı, içerde de açık faşizmden başka medet umacağı “sağlam bir dost” kalmamıştır. Ne ki, en barbar boyutlarda uyguladığı açık faşist saldırganlık ve kıyımcı katliamlar maharetinin, baskıcı, hukuksuz ve köhnemiş gerici iktidarı taşıyabileceği bundan daha ileri bir durak yoktur, olmamıştır. Erdoğan, bunu görse de kanlı diktasını koruyarak sürdürmede başka şansı kalmadığı için “faşizm, daha fazla faşizm” diyerek, diretmekten başka bir alternatifinin olmadığını da görmektedir. En ağır, en hukuksuz, en baskıcı ve tam keyfiyetçi iktidar sultası devrimci mücadele ve kitle muhalefetine sökmedi. Kan ve katliamlardaki pervasızlığı da ayakta kalmasına yetmeyecektir. Seçim sürecine dair hazırlanılan ve girilen mevcut süreç, doğrudan iktidarda kalma-kalmama ikilemini karara bağlayan keskin bir süreçtir ki, bu sürecin denklemleri de hüküm süren açık faşizm ve katliamlar üzerine kurulmuştur. Ancak toplum, yüksek gerilim hattı gibi gerilmiş olup, patlamalara gebe durumda beklemekte, koyu faşist baskı ve keyfiyetçi yönetimin barbarlığına aldırış etmeden homurdanışını yükseltmekte, üzerine çökmüş olan karabasanı bir an önce defetmek üzere bilenmekte-
dir. Komünist, devrimci ve demokratik hareket kitlelerin yükselişine paralel bir eğilimle daha keskin mücadelelere hazırlanmakta, pratiklere girişmektedir. Silahlı mücadele eğilimi günden güne kabararak olumlu rotada ilerlemektedir. Komprador tekelci burjuva sınıf klikleri arasındaki çatışma da keskinliğini yitirmeden artış eğilimi içindedir. Devrimci kitlelerin direniş ve muhalefet etme olanakları bu zeminde daha da geniş alan bularak boy gösterme imkanları taşımaktadır. Klik dalaşı iktidar endeksli doğasıyla, burjuva siyasi sürecin baskıcı karakter edinmesi ve siyasi değişimlere açık olması gibi iki özellik barındırmaktadır. Burjuva klikler dalaşı sürecinin kitleleri manipüle etmesi egemen durumdur. Doğru taktik, politika ve devrimci yönelimler temelinde kitlelerle birleşilmesi Komünist ve devrimci güçlerin önündeki önemli görevdir. Bu sürecin devrimci rotada geliştirilmesi, devrimci kazanımların ilerletilerek devrimin geliştirilmesi mümkün olan yaşamsal bir sorumluluktur. Bu sorumluluk, devrimci fırsatların değerlendirilmesi kadar, devrim güçlerinin kendisini korumasıyla da anlamlıdır. Zira sürecin stratejik saldırılara maruz kalarak imha edilmesi hedeflenen güçler; Komünist, devrimci, yurtsever ve demokratik güçlerdir. Hapishaneler, Aleviler, kadınlar, laikler, aydınlar, entelektüeller, yani muhalif ve alternatif olup ötekileştirilmiş tüm toplumsal kesimler ve dinamikler mevcut iktidar ve hâkim sınıfların gazabına uğrayan, uğrayacak olanlardır. Lakin, silahlı mücadele ve siyasi iktidar perspektifli mücadele güçleri düşmanın ilk hedefi ve öncelikli tehditleri durumundadır.
Önümüzdeki süreç keskin çatışmalara ve devrimci dalgalanmalara gebedir! Uzun sözün kısası, içinde bulunduğumuz ve önümüzdeki tarifli süreç keskin çatışmalara, devrimci dalgalanmalara ve elbette faşist katliam ve saldırganlıkların tırmanarak mevcudu aratırcasına hortlayacağına tanıklık edecek bir süreçtir. Seçimler süreci, bedelleri ödenenden daha ağır olacak bir süreçtir. Çünkü seçimlerin kazanılması, “metal yorgunluğunu” gidermeye dönük AKP teşkilatlarının tahkim edilmesiyle hiç mümkün değildir. Önüne gelinmiş olunan seçim ırmağının geçilmesi için muhalif ve alternatif akımın kesilmesi, hırpalanarak zayıflatılması gerekmektedir. Ki bu süreç özünde başlamıştır. İmha, ezme eksenli stratejik saldırı ve katliamlar bunu göstermektedir. Bedelleri ağır ve giderek ağırlaşan bir süreçten geçiyoruz. Devrimci hareketin kayıpları sistematik biçimde devam etmekte, artarak ağırlaşmakta, her bakımdan önem kazanmaktadır. Bu bir rastlantı değildir. Düşman imha amaçlı azgın bir yönelimle teknolojik unsur desteğinde stratejik saldırılar gerçekleştirmektedir. Ne insan ne teknoloji ve ne de şart ve olanaklar bakımından eşit koşullarda yürüyen bir savaştan bahsedilemez. Bütün denge ve olanaklar düşman lehine, devrimin aleyhinedir, eşitsizdir. Şartları eşit olmayan iki kuvvet çarpışırken, devlet, iktidar ve bunların tüm imkanlarını elinde tutan ve bu taktik üstünlüklere sahip olmanın avantajına karşın düşman, son derece sınırlı olanak ve güce sahip olan devrimci cepheyi ya da devrimci kuvvetleri darbeleyerek katlediyor. Devrimin bedellerden sakınmayacağı ve bedeller üzerinde yükseleceği doğrudur.
Perspektif
akalanarak mağlup edilebilinir! hareket edip, cenaze törenlerini devrim mücadelesi ve mevzileri haline getirerek düşmanla savaş vesilesi yapmalıyız. Bunda geri adım atılamaz, cenazelerin güçlü sahiplenilmesini zayıflatan hiçbir bahane kabul edilemez.
Stratejik yönelim tüm türevleriyle gerici sınıflar iktidarını yıkmaktır!
Düşman sınıfların çatışma-savaş hali doğası da bu bedelleri anlaşılır kılmaktadır. Bedel ödemeyi gönüllü benimseyerek kabul ettik. Bu anlamda savaşın doğasını yadırgamıyoruz. Fakat savaşın taşıdığı şartları görmek ve alınan kayıpları anlamak durumundayız. “Ben devletim, bana karşı çıkanları yakalar yargılarım, hapsederim.” demiyor, “bana karşı çıkanları öldürür yok ederim, yaşam hakkı tanımam.” diyor alenen. Polis, asker, bekçi için “aklını kullansın” demiyor, “silahını kullansın” diyor halkın gözlerinin içine baka baka… İşte hâkim sınıfların uyguladığı devlet terörü ve azgın açık faşist saldırganlık bu kadar pervasız, bu kadar kuralsız ve bu kadar çıplaktır. Devrimci hareket ağır bedeller pahasına açık faşizme ve bu sürecin azgın saldırılarına boyun eğmeyen tarihsel duruşla gücü oranında direniyor, kararlı mücadele pratiğiyle göğüs geriyor. Yürütülen bu mücadele ve ödenen ağır can bedelleri, yeterli örgütsel, siyasi güce oturmadığından somut kazanımlar elde edip siyasi iktidarın yıkılmasını hemen sağlamasa da ortaya konulan bu irade, duruş ve göğüs germe tavrı tarihsel değerde anlamlı olup manevi kazanımlar açısından stratejik yüklenimlerle dolu bir gelecek muştusu durumundadır. Verilen mücadele ve ödenen ağır bedellerin doğru orantılı sonuçlara erkenden ulaşması, bu tarihsel tavrın örgütsel kuvvet ve siyasi güçle buluşturulması, en önemlisi de bütün bu gücün halk kitleleriyle tahkim edilip pekiştirilmesiyle olanaklıdır. Devrimin ağır bedeller üzerinde inşa edileceği tarihsel ve güncel tecrübelerle sabit olduğu gibi, sınıf düşmanlarımızın egemenlik, iktidar ve sömürü hırsı zemininde billurlaşan gerici-faşist karakteri ve tavrı bu bedellerin ödenmesini koşullayarak dayatmakta, kaçı-
nılmaz kılmaktadır. Ağır can bedelleri ödemek komünistlerin, devrimin ve devrimci sınıfların tercihi ya da arzu ettiği bir durum değildir. Ölümden haz duymak veya ölümü istemek asla komünistlerin ve ilerici sınıfların işi ve tavrı olamaz. Yoldaşlarımızı ölümsüzlüğe uğurlarken, ölümler ve kan üzerinden siyaset yapmayı benimseyemeyiz. Ancak ölümsüz yoldaşlarımızın kahramanlık, fedakârlık ve davaya bağlılıklarını da küçümseyemez, sıradan bir ölüm olarak karşılayamayız. Ölümleri kutsayıp alkışlayarak yeni ölümler isteyip çağırma, bu ölümleri siyasi malzeme yaparak onlar üzerinden palazlanma, gelişme ve ajitasyonumuzu ölümlere endeksleme elbette bizlerin işi olamaz. Komünistlerin işi, halkın, devrimin, sınıfın ve son tahlilde bütün insanlığın kurtuluşu uğruna gerektiğinde can bedeli de dahil hiçbir fedakarlıktan kaçınmamaktır. Bu onların tarihsel rol, sorumluluk ve tavrıdır. Elbette komünistlerin ötelemeyeceği şey, ölümsüzleşen yoldaşların, devrimcilerin parlak anı ve hatıralarını yaşatmak, onların mirasını sahiplenerek sürdürmek ve onların teorik-pratik bütünlükteki devrim kararlılıklarını rehber alarak devam ettirmektir. Bu anlamda, ölümsüz yoldaşlarımızın ve devrimcilerin en geniş ve zengin etkinlikler biçiminde anılması, onlardan öğrenilmesi, onların örnek alınması ve hak ettikleri değerin verilmesi ve bu değerlerinin yaygınlaştırılması bağlamında yapılan anma ve propaganda çalışmaları gerekli olup, daha da geniş ve etkili biçimde yürütülmesi gereken eylem, çalışma, etkinliklerdir. Devrime kararlıca yürüyerek, canlarını feda eden kahraman yoldaşlarımızı yenilmez değerlerimiz olarak, devrim mücadelemizde birer silaha dönüştürme perspektifiyle
Erdoğan/AKP iktidarı bir fiske ile yıkılacak kadar zayıf, halklarımızı kan ve gözyaşına boğacak kadar güçlüdür. “MİT tırları”, IŞİD gibi çetelerle doğrudan ya da zımni ilişki, emperyalist güçlerle bu ilişki ve bölgedeki Kürt politikasında yaşadığı açmaz ve bunun çırpınışları, yolsuzluk, çapul ve talan, koyu baskı ve açık faşizm yönetimi, keyfiyetçi, hukuksuz yönetimin kolonları olan OHAL ve KHK’lerin skandal yönetimi, oluşturulmuş olan büyük mağdurlar kitlesi, komünist ve devrimci güçlere karşı gerçekleştirilen saldırı ve katliamlar, azınlıklara ve inanç kesimlerine uygulanan milli ve dini baskı, zulüm ve ayrımcı politikalar, paralel devlet yapılanması ürününün, bünyesine sirayet etme durumu Erdoğan ve iktidarının çıplak gerçeğidir. Kürt ulusuna dönük kıyım ve katliamlar, Kürt ulusunun demokratik iradesine darbe ve seçilmiş olan milletvekilleri ile belediye başkanlarının tutuklanması, belediyelerin kayyumlarla gasp edilmesi, gazetecilerin, aydınların ve muhalif olan kesimlerin tutuklanması ve daha fazlası Erdoğan/AKP iktidarının faşist gerçeği ve boynundaki ağır halkalardır. Yaratılan bu devlet terörü şartlarının eseri olarak geniş kitlelerde yaratılmış olan büyük tepki ve huzursuzluk bu iktidarın çekilecek ipini elinde tutan zemindir. Bu ipin görece çekileceği ilk halka seçimlerdir. Seçimler bu iktidarın zayıf halkasıdır. Komünist ve devrimci güçler buna hazırlanmalı, kitlelere gitmekten yorulmamalı, özellikle de hatalı seçim politikalarından kaçınarak kitleleri birleştiren bir siyaset izlemelidirler. Erdoğan/AKP iktidarının değişmesi komünist ve devrimci perspektifin ilkesel, stratejik yönelimi değildir. Erdoğan/AKP karşıtlığı devrimci perspektifin ölçütü değildir. Bu iktidarın yerine gelecek başka bir burjuva klik iktidarı ne kurtuluştur ne de tercihtir. Radikal stratejik yönelim tüm türevleriyle gerici sınıflar devleti ve iktidarlarının devrim yoluyla yıkılıp aşılmasıdır. Ancak devrimin ilerlemesi, ilerleme sürecinin taktik aşamaları, somut iktidarı hedefleyerek ona yönelmeyi gerektirir. Erdoğan/AKP iktidarı gerçekleştirdiği azgın baskı, katliam ve terörle hedeflenip yıkılmayı hak eden durumdadır. Somut yönelim ve hedefimizin bu iktidarı geriletme, yıkma, bertaraf etmede biçimlenmesi doğrudur. Bunun için önümüzdeki seçimlere şimdiden hazırlanılmalı, birleştirici, rasyonel taktik politikalar benimsenmeli, Erdoğan sultası bu zayıf halkadan koparılmalıdır. Sonrası için de demokrasi, devrim ve sosyalizm mücadelesinin mevziler elde ederek ilerletilmesi için mücadele kararlılığı sürdürülmelidir. Zayıf halkalardan yakalayarak ilerlemek, düşmanın iktidardaki kesimini öncelikli hedef yaparak bertaraf etme, bu zemin üzerinde bütün burjuva kliklerle mücadelede devrimci güçleri geliştirmekle mümkündür.
14 röportaj
01-15 EYLÜL 2017 Halkın Günlüğü
TTE saldırısı topyekün bir
Erdoğan/AKP iktidarının halklara yönelik yürütmüş olduğu topyekün savaş ve saldırganlık tüm pervasızlığı ile devam ediyor. Toplumsal bütün dinamikleri ezerek dikensiz gül bahçesi yaratmaya çalışan Erdoğan/AKP iktidarının çeşitli manipülasyonlarla gündemleştirdiği ve esas hedefinin devrimci, komünist ve yurtsever tutsakların olduğu aşikâr olan Tek Tip Elbise saldırısı toplumsal mücadele cephesinde önümüzdeki sürecin birincil gündemlerinden biri olacağı her bakımdan açık olan bir durumdur. Halkın Günlüğü gazetesi olarak bu sürecin özneleri olan devrimci güçlerden ESP, BDSP, SMF(Sosyalist Meclisler Federasyonu) ve Partizan ile Tek Tip Elbise saldırısının siyasal arka planı ve nasıl bir tavır geliştirilmeli noktalarında gerçekleştirdiğimiz röportajı okurlarımızla paylaşıyoruz
Burjuva siyasal iktidarın halklara yönelik genel saldırısı kapsamında Tek Tip Elbise saldırısını nasıl değerlendiriyorsunuz? Partizan: T.Erdoğan’da kendinden önceki faşist yöneticiler gibi kaybetme korkusu yaşıyor. Onun korkusunun daha büyük ve daha derin olduğuna şüphe yok. Çünkü o, devletin şu ya da bu
iktidar organına değil, devlet iktidarının bütününe egemendir. Hakim kliği devlet iktidarından temizlemiş ya da kendine tabi kılmıştır. Onun korkusu kaybetmeleri halinde büyük kaybedecek olan büyük kazananların korkusudur. Faşizm ile yönetiyor olmaları Türk hakim sınıflarını ve iktidara hakim kliklerini rahatlatmıyor. Toplumsal çelişkiler ki bunlar içerisinde özellikle sınıfsal, ulusal, inançsal ve cinsel çelişkiler öylesine derinleşmiş ve demokratik bir çözüm en yakıcı biçimde kendini dayatmışken “bastırmak” “diz çöktürmek” gibi faşist yöntemler dışında bir çözüm biçimine ve gücüne sahip olamamak yönetememe krizinin yalnızca sürekliliğini değil, onun derinleşmesine de neden oluyor. Mevcut yapının sürdürülür olmasının yolu olarak başvurulan faşizm, Yeni Demokratik Devrimin sosyal ve siyasal güçlerini darbelemeyi, bastırmayı varoluşsal bir ödev olarak görür. Türk-Kürt ulusu ve diğer azınlık milliyetlerden Türkiye halkının demokratikleşme talebi, faşist diktatörlükle geciktirilmeye çalışılan, çoktandır zamanı gelmiş bir taleptir. Bu talep Türk komprador burjuvazisinin üssü TÜSİAD ya da siyasi temsilcileri olan AKP, CHP, MHP gibi faşist partiler veya efendileri Avrupa ve ABD emperyalizmiyle karşılanır ya da gerçekleşir bir talep değildir. Bilakis bu güçler demokratikleşme önünde esas engellerdir ve yıkılmaları, parçalanmaları gerekir. Bugün yaşanılan kaosun özünde çözüme kavuşturulmamış bu çelişki yatmaktadır. Bugün ki çatışma çeşitli ulus, inanç ve cinsten ezilen Türkiye halkının Yeni Demokratik Türkiye istem, özlem ve mücadelesi ile emperyalizm ve uşaklarının hâkimiyetinde çürümüş, yozlaşmış alabildiğine gericileşmiş Türkiye arasındadır. Tayyip Erdoğan ve partisi, ömrü çoktan dolmuş bu eski Türkiye bir an daha yaşasın diye faşist devletin çarklarını en baskıcı, en kanlı, en sömürücü biçimde döndürmeye çalışmaktadır.
OHAL’in kendini ilk gösterdiği yerlerin sorgu merkezleri ve hapishaneler olması OHAL gerçekliğini ele veriyor. Kısa sürede hapishaneler “Gülenci-darbeci” iddiasıyla tutuklananlarla doldu taştı. Fakat F.Gülencilere dönük yaygın tutuklamalar olsa da saldırı oklarının asıl hedefinde çeşitli ulus, inanç ve cinsten emekçi Türkiye halkları ve onun örgütlü, öncü güçlerinin olduğu görüldü. Bütün alanlarıyla Kürt Ulusal Hareketi, komünist ve devrimci güçler, ilerici demokrat kurum ve kişiler kafile kafile tutuklanıyor işlerinden oluyor. Hak gaspları ve ihlalleri görülmedik bir çeşitlilik yaygınlık ve yoğunlukta yaşanıyor. İşte bu koşullarda adeta kambersiz düğün olmaz misali (Tek Tip Elbise) TTE gündeme getirildi. TTE için darbeci iddiasıyla tutuklu bulunan bir askerin giydiği “HERO” yazılı bir tişört gerekçe gösterilse de, faşizmin bütün bir toplumu iradesizleştirme, ona kalıplar dayatma, bu kalıplar içinde yaşamaya zorlama anlayışının bir ürünüdür. Zamanlamanın bugün olması, yönetememe krizinin derinleşmiş olmasındandır. Böylesi koşullarda faşizm; örtük, dolaylı uygulamalardan çıkıp, en çıplak hali ile olabildiğince görünür olmaya çalışır. Fakat onun handikapı, bastırma, ezme yönlü işledikçe etki gücünün azalması ve karşısına aldığı cephenin büyümesinde yatar. Faşizm bu koşullarda bozkırın kuruyacağını, küçük bir itirazın, bir direnişin dahi bozkırı tutuşturmaya, dalga dalga yayılmasına yeteceğini bilir bilmesine ama o “ölüm parendesini” atmaktan gayrı bir umarı yoktur. ESP: Politik İslamcı faşist Saray diktatörlüğü halklarımızın adalet, özgürlük ve devrim mücadelesini her ne pahasına olursa olsun bastırmak için gözü kara bir terör rejimi uygulamaktadır. Faşist diktatörlüğü “tek adam” iktidarı yönünde tahkim edebilmek ve yapılandırabilmek için süreklileşmiş OHAL/KHK rejimi devreye
röportaj 15
01-15 EYLÜL 2017 Halkın Günlüğü
direnişle püskürtülebilinir! sokulmuştur. Ancak tüm baskı, saldırı ve katliamlara rağmen toplumsal muhalefetin devrimci, yurtsever, anti faşist ve demokratik güçlerinin direnişini kıramamış, halklarımıza boyun eğdirememiştir. Yeniden gündemleştirilen “Tek Tip Elbise” dayatması da, zindanlarda tutsakların sürdürdüğü direnişi kırarak teslim almak, ideallerinden vazgeçirtilmek, onursuzlaştırmak, kimliksizleştirmek ve zihinlerde hegemonya kurmak için geliştirdiği karşı devrimci bir saldırıdır. Bu saldırı somut olarak zindanlardaki devrimci tutsaklara yönelse de, daha önceki deneyimlerden de biliyoruz ki, “dışarı”da sürmekte olan mücadeleyi hedeflemektedir. Dışarıda diktatörlüğe karşı direnen veya direnişe atılmak isteyen halklarımıza karşı verilen bir gözdağıdır. Zindanda korkuyu egemen kılar ve teslimiyeti sağlarsa, “dışarı”da da tüm militarist aygıtlarıyla korkuya dayalı hegamonyasını kurmayı hedeflemektedir. İşçiler grev ve direniş yaparsa, ilericiler ve muhalifler sokağa çıkarsa, aydınlar seslerini yükseltirlerse, kadınlar, gençler, emekçiler ve yoksullar mücadeleye atılırlarsa, onlara, zindandaki işkencelerle karşılaşacaksınız demektedirler. Bu nedenle cemaatcı çeteler/Fettullah Gülen bahane edilerek getirilen Tek Tip Elbise saldırısı asıl olarak devrimci tutsakları hedef almaktadır. Siyasal, toplumsal ve ideolojik alanda geliştirdikleri tekçiliği zindanlarda uygulamanın daha elverişli olacağı düşünmektedirler. 12 Eylül'den sonra getirilen “Tek Tip Elbise” dayatması, 1996, 1999 katliamları ve 2000'lerde geliştirdikleri tecrit politikasının günümüzde devam ettiğini gösteriyor. Devrimci tutsaklar, tüm bu saldırılara karşı nasıl direndiyse “Tek Tip Elbise” dayatmasına karşı da öyle direnecektir. Partizan: Tek Tip Elbise(TTE) saldırısını, bunca yıl sonra yeniden gündeme getirilmesi ve ne amaçladığıyla birlikte tartışmak faydalı olacaktır. 12 Eylül Askeri Faşist Cuntasının ardından devrimci, yurtsever, ilerici tutsaklara dayatılan Tek Tip Elbise(TTE) saldırısı ile bugünkü koşullar arasında birçok açıdan benzerlikler söz konusu. Bilindiği üzere, 12 Eylül AFC en kaba anlamda; egemen sınıfların yaşama geçirmek istediği politikalar ve devletin hâkim sınıfların ihtiyaçları ekseninde yeniden dizayn edilmesi hedefiyle yaşama geçirildi. İstenen, gelişen ve kitleselleşen halk muhalefetini baskı altına almak, teslim almak ve diz çöktürmek, başka bir deyimle dikensiz gül bahçesi yaratmaktı. Bu kapsamda işçi sınıfı ve emekçilere, Kürt halkına, Alevilere, kadın ve LGBTİ+lara yönelik topyekûn bir saldırı furyası yaşama geçirildi. Devlet, yüzüne taktığı parlamenter demokrasi maskesini bir kenara fırlatıp gerçek faşist yüzünü tüm çıplaklığıyla gösterdi. Toplumun belirlenen hedefler etrafında yeniden kalıba dökülmesi, 70’lerin devrimci hareketinin üzerinde yükseldiği toplumun dayanışma, bir arada durma gibi direncini ve mücadelesini besleyen kılcal damarlarındaki birikimini yok etmeyi, tek tip insan ve toplum yaratmayı amaç edinmişti. Tek Tip Elbise(TTE), temelde içerdeki tutsaklar üzerinden, işçi sınıfı ve emekçi yığınlara korku salmak, tek tipleştirmek, mücadeleden koparmak adına yürürlüğe sokuldu. Topluma, hapishanelerdeki tutsaklar üzerinden mesaj vermek ve diz çöktürmek, TTE uygulamasının ana çıkış noktalarındandı. Zindanda tutsak edilmiş bireyi, siyasal kimliğinden fikirlerinden soyutlamak, kişiliksizleştirmek, onurunu kırmak böylece teslim almak, bunun üzerinden de dışarıya gözdağı vermek 12 Eylül cuntacılarının başlıca hedefiydi. Bu bağlamda TTE saldırısı, sadece zindanlardaki devrimci, yurtsever ve ilerici tutsakları değil esasta onların hedef tahtasına konulmasıyla toplumun kişiliksizleştirilmesi ve teslim alınmasıdır!
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında yaşananlar çoktandır 12 Eylül sürecini geride bırakmış durumda. 15 Temmuz darbesini püskürten AKP iktidarı, kendi darbesini yürürlüğe soktu, başta iktidar katındaki rakipleri olmak üzere bir bütün olarak muhalefete saldırıya geçti.2002’den bugüne devletin emperyalistlerin ihtiyaçları doğrultusunda re-organizasyonu anlamına gelen başkanlık rejiminin yaşama geçirilmesi adına 15 Temmuz adeta bir manivela olarak kullanıldı. AKP iktidarı, 15 Temmuzla tıpkı 12 Eylül darbecileri gibi devrimci, yurtsever, ilerici güçlere, toplumun tüm direnç odaklarına, özgürlük ve demokrasi uğruna yığınların umuduna yönelik kapsamlı bir teslim alma, diz çöktürme saldırısını yaşama geçirdi. OHAL’in ilan edilmesiyle Kanun Hükmünde Kararnamelerle(KHK) ülkeyi yöneten, en küçük hukuk kırıntısını da rafa kaldıran AKP iktidarı, bu yönelimin yeni bir halkası olarak 12 Eylülcüler gibi şimdide TTE’yi gündem getirdi. Hâkim sınıflar, tıpkı 12 Eylülcüler gibi, zindanlardaki tutsaklar üzerinden emekçi yığınları tek tipleştirme, onurunu kırma, iradesini parçalamak için harekete geçti. BDSP: AKP iktidarı, OHAL ilanının ardından tek adam diktasını hayata geçirmek için adımlarını hızlandırdı. İşçi ve emekçilere yönelik sosyal yıkım politikalarını hayata geçiren AKP iktidarı “OHAL’i patronlar için ilan ettik” diyerek niyetlerini ve kime hizmet ettiklerini açık bir şekilde ortaya koymuştur. Bir yandan da toplumsal muhalefetin oluşabileceği tüm alanlarda baskı politikaları yoğunlaşmaktadır. Her türlü hak arama eylemi OHAL gerekçesi ile yasaklanmakta, polis terörü gerçekleşmekte, gözaltı ve tutuklama terörü devreye sokulmaktadır. Bu baskı politikalarının en keskin şekilde yaşandığı alanlardan birisi de hapishanelerdir. Topluma tek tipleşmeyi dayatan AKP iktidarı, tek tip elbise ile hapishanelerde bunun en uç örneğini hayata geçirmeyi amaçlamaktadır. FETÖ sanıkları bahanesiyle AKP iktidarı tutsaklara yönelik tek tip elbise saldırısını fiili olarak hayata geçirmeye çalışmaktadır. Bu saldırının başlıca amaçlarından birisi devrimci tutsakları kişiliksizleştirmek ve teslim almaktır. Bu saldırı Türkiye’de ilk kez gündeme gelmemiştir. Sermaye devleti birçok kez bu saldırıyı devreye sokmaya çalışmış, ancak başarılı olamamıştır. 12 Eylül döneminde devrimci tutsaklar TTE saldırısı karşında net bir tutum sergilemiş, önce açlık greviyle başlayan direniş eylemin 45. gününde ölüm orucuna dönüştürülmüştür. Abdullah Meral, Haydar Başbağ, Fatih Öktülmüş, Hasan Telci’nin şehit düştüğü bu eylemlerde devrimci tutsaklar teslim olmamışlardır. Bugün de devrimci tutsaklar TTE saldırısı karşısında net bir tutum açıklamışlardır. SMF: İnsanlık tüm bir tarihsel evre buyunca zindanlarında egem olanla çatışma halindekileri ne ev sahipliği yaptırdı; bugün de öyle. Özel mülkiyet iktidarları ve kapitalist sistem yaşadıkça da böyle olacaktır. Tek Tip Elbise saldırısının, şimdi bu zamanda gündeme getirilmesinin nedenini anlamamızı sağlayacak en yakın tarihi örnek,19 Aralık cezaevleri katliamı ve o dönemin siyasal gündemiyle bağlamıdır. Yani 19 Aralık’ta siyasal tutsakları tecrit etmenin çıkarlarını savundukları işçi emekçi ve ezilen kesimlerle ilişkisinin koparılmasında ne tür yarar umuldu; onlar tecrit edilmeden hangi siyasal sosyal dönüşüm ve saldırıları başlatma imkânı yoktuysa, bugünde yeniden zindanlardaki siyasi tutsaklara tek tip elbise politikalarıyla yönelme kararı olan devletin aynı nedenleri o dur. Politikalarının rahat uygulanmasını sağlayacak ilk hamle, tereddütsüz itiraz edecek olan ilk hedef olarak, susturması gerekenler politik kesimleridir. Bunların tutsaklıkla yoğunlaştırdıkları
yerler de hapishanelerdir. Bana karşı bugüne kadarki uygulanışında Irak, Libya, Mısır ve Suriye’de ne olduğu bilinir hale gelmiş “büyük Ortadoğu projesi” nin finali olan iki ülkeden biri olan (diğeri İran’dır) Türkiye hala bu projede aldığı role uygun davranmaktadır. İçte sürekli ve dozajı durmaksızın artırılan bir oranda devletten gelen terörist yöntemlerle içi içe baskı şiddet ve kıyımla yönetmeye devam etmek. Böylece, “ulus hukuku” içindeki her tür doğal farklılıkları uzlaşmaz çelişmeler kertesine getirilen ve o noktadan itibaren farklı ulusal, sosyal ve kültürel kesimlerin bir biri içinde yaşamasının olanaksız olduğu görüntü ve intibahı tartışmasız bir doğru olarak kabul edilene kadar mevcut düşmanlaştırmayı tamamlamak. Başka bir deyişle, cumhuriyetin kuruluşundaki yok sayma, susturma, terörle bastırma nedeniyle iç mayalanması, hapsedildiği kabı taşma evresine ulaşmış sosyal, ulusal, kültürel çelişmeler artık hiçbir neden ve yöntemle yatışamayacak hale gelmiştir. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da tüm bu çelişmeler özellikle de ulusal çelişme olarak tanımlanan Kürtlerin ve sosyal çelişme olarak tanımladığımız ezen-ezilen; burjuvazi –proletarya çelişmesi nihai değişim isteğinin eşiğine gelmiş bulunuyor. Bu eşik devleti ve onu işleten AKP iktidarını son bir hamleyle bu merhaleye uygun yeni politikaları devreye koyma zamanına getirmiş durumdadır ki bu yöntemler tek kaynağı şiddet olan bir zeminde devreye gireceğinden, bu toprakların ve bu halkın göreceği manzara, daha öncesinde benzerini göremedikleri içirikte, derinlikte ve yaygınlıkta olacaktır. İşte bu durumu analiz edip her gelişmede halkı uyandırmaya çalışacak olanların başında da işçi sınıfı ve ezilenlerin bu kanlı sistemden kurtulması için mücadele ederlerken tutsak edilmiş olan siyasi tutsaklar oldukları için yeni bir saldırı politikasını ilkin içerdekileri susturmak yönünde kararlaştırmaları anlaşılır bir şeydir.
Tek Tip Elbise saldırısına karşı nasıl bir politika ve karşı koyuş geliştirilmelidir? Partizan: 12 Eylülcüler gibi Tayyip-AKP iktidarı da yağmur ekerken fırtına biçecektir. Bugün ki Türkiye gerçekliği ekonomik sosyal ve siyasal koşullar 12 Eylül 1980’e kıyasla sosyal ve ulusal kurtuluş hareketlerinin daha da lehinedir. Bu koşullarda faşizmi dizginlerinden boşaltmak Türk hakim sınıflarını düze çıkarmayacak bulundukları bataklığı daha da derinleştirecektir. Türkiye’nin çeşitli ulus, cins ve inançtan ezilen emekçi halkı, generallerin düdük sesiyle durmamış, devrimi ve Kürt ulusal mücadelesini nasıl sahiplenmişse bugün de Tayyip’in OHAL’ine, KHK’sına efelenmesine pabuç bırakmayacak. Hapishanelerde ki tutsak Partizanlar ve diğer devrimci, yurtsever tutsaklar TTE’yi giymeyeceklerini, direnerek kazanacaklarını ilan ettiler. Bu direnişte devrimci tutsakların yanında olacak faşizmin gemi azıya almış saldırısını püskürtecek Demokratik Halk Devrimi mücadelesini daha da yükselteceğiz. Bu mücadelede ilham kaynağımız ezilen tüm dünya halklarının tarihsel mirasıdır. İlham ve güç kaynağımız, Gezi isyancıları, Metal Fırtına’nın yaratıcılar, Cizre’nin bodrumlarında, Sur ve Nusaybin’de teslim olmadan direnenler; Hatayi ve Serkan şahsında Aliboğazı’nda onikiler, sıkıştıkları evde bedenlerini patlatmakta tereddüt etmeyen Uğur ve Fırat ile birlikte Beşler, Rojava’da tüm ölümsüzleşen direnişçiler adına Nubar Ozanyan’dır.
DEVAMI 16’DA
16 röportaj
Baştarafı sayfa 14-15’de ESP: Tek Tip Elbise saldırısına karşı mücadeleyi
birbiriyle bağlantılı iki düzlemde ele alabiliriz. Birincisi, tutsakların zindanda sürdürdüğü çeşitli biçimlerdeki direnişler. İkincisi ise, bununla bağlantılı olarak “dışarı”dakilerin yani tutsak yakınlarının, kitle örgütlerinin ve devrimci, demokratik güçlerin mücadelesidir. Bu saldırıyı püskürtmek için bize tek bir ilke yön vermelidir. O da, direnişin büyümesi ve Tek Tip Elbise Saldırısının püskürtülmesi için birleşik ve ortak bir direniş ekseninin geliştirilmesidir. Zindanlarda tutsakların kendi arasında oluşturacağı birleşik mücadele temelinde iç örgütlülüğünü sağlaması önemlidir. 12 Eylül zindan direnişleri, ve tüm zindan deneyimleri fiili direnişten, açlık grevleri dahil değişik düzeylerde direniş biçimlerinden başka bir seçeneğin kazandırmadığını göstermiştir. Burada asıl görev “dışarı”ya düşmektedir. Tutsak yakınları, insan hakları örgütleri, demokratik kitle örgütleri, politik parti ve örgütler ve bireylerin ortak bir zeminde ve bir programa bağlanmış mücadelesinin geliştirilmesi elzem bir görevdir. Faşist Saray diktatörlüğü Tek Tip Elbise konusunda ısrarlı görünüyor. Faşist diktatörden daha kararlı bir mücadele yürütülmesi durumunda tutsaklar daha az bedel ödeyerek saldırıyı püskürtebilir. İçerde ve dışarıda birleşik karşı koyuş ve direniş temel politikamız olmalıdır. Partizan: Açık ki egemen sınıfların saldırısı son derece kapsamlı, şiddetli ve ağırdır. Bugün söz konusu bu saldırıyı hiçbir gücün tek başına püskürtme gerçekliği yoktur. Saldırı, devrimci, yurtsever ve ilerici güçleri de parantezine alarak bir bütün toplumun İslamcı bir ideoloji etrafından
01-15 EYLÜL 2017 Halkın Günlüğü
yeniden kalıba dökülmesini içeriyor. Devletin, yığınların gelişmesi muhtemel direnişi karşısında mevzilerini yeniden tahkim edilmesine yönelik bir hazırlıktan söz edilmeli. Bu açıdan özgürlük ve demokrasi adına mücadele eden tüm güçlerin birada durması, ortak hareket etmesi ve saldırılara güçlü bir karşı koyuşu örgütlemesi acil bir ihtiyaçtır. En geniş birliktelikler kurmak, faşizme karşı etkin bir muhalefet cephesi örgütlemek anın öne çıkan görevidir. TTE saldırısına karşı açık ki zindanlardaki tutsaklar fiili bir direniş geliştirecektir. Bu anlamda eylem biçimlerini yaratıcı bir şekilde, uygun zamanda yaşama geçirmek doğru olacaktır. Elbise parçalanıp atılacaktır! Ne var ki içeriyle beraber temelde dışarıyı hedef tahtasına koyan böylesi bir saldırıya karşı da topyekûn bir direniş hattı geliştirilmelidir. İnsan hakları örgütleri ve tüm tutsak yakınlarının duruşu bu mücadelede önemli bir rol oynayacaktır. TTE’nin neden bugün gündeme geldiğini ve ne amaçladığını en geniş kamuoyuna anlatmak önem taşıyor. TTE saldırı sürekli güncellenen ve uzatılan OHAL’den, KHK rejiminden bağımsız değildir. TTE’ye karşı mücadele, işe geri dönmek için mücadele eden emekçilerin, KHK’lerle birlikte yaşanan hukuksuzluklara tepki gösteren yığınların, OHAL gerekçesiyle grevleri ve direnişleri yasaklanan işçi sınıfının, en geniş anlamda demokrasi ve özgürlük isteyen tüm kesimlerin mücadelesiyle birleştirilerek püskürtülebilir. Saldırı bütünlüklü bir içeriğe sahiptir karşı koyuşta birleşik, ortak ve güçlü olmalıdır! Hem içeride hem de dışarıda böylesi bir duruşla
saldırı püskürtülebilir! BDSP: Yukarıda da belirttiğimiz gibi geçmişte de devreye sokulmaya çalışılan TTE saldırısı devrimci tutsaklar tarafından direnişle karşılanmıştır. Bunun dünyada da pek çok örneği bulunmaktadır. İrlandalı özgürlük mahkûmlarının, İngiliz sömürgeciliğinin, Vietnam’da Saygon Zindanlarında tutsakların Amerikan emperyalizminin tek tip dayatmasına karşı yükselttikleri direniş ilk akla gelenlerdir. TTE’ye karşı tutsakların hapishanelerde yükselteceği birleşik mücadele önemli bir noktada durmaktadır. Ancak bununla birlikte dışarıda toplumsal muhalefetin vereceği yanıt da önemlidir. Kıdem tazminatımıza göz diken, çocuklarımızın geleceğini çalan, bizleri işsiz bırakan, kamu emekçilerini bir gecede yayınlanan KHK’larla işinden eden, Nuriye ve Semih’i öldürmeye çalışan bu düzen şimdi de TTE saldırısını devreye sokmaya çalışmaktadır. TTE saldırısı bu bütünlük içerisinde değerlendirilmelidir. Kısacası saldırıyı püskürtebilecek güç içeride ve dışarıda “topyekûn saldırılara karşı topyekûn direniş” bakış açısı ile örülmesi gereken birleşik mücadelenin ürünü olacaktır. SMF: Tek tip elbise saldırısı yeni olmayacaktır. Ve yeniden başlatılan bir saldırı olarak da, kendi geçmiş tecrübelerinin ışığında tekrarlanmaktan başka bir yararı da olmayacaktır. 12 Eylül döneminde siyasi tutsaklar kimi cezaevlerinde bu saldırıyı tereddütle karşılasalar da, bu elbiseyi giymediler. Açlık grevi, ölüm oruçları ve ağırlıklı olarak da fiili direnişle karşı koydular. Yıllarca don ve atletle yaşadılar. Öylece mahkemelere, hastaneye ve ziyaretçi görüşüne gidip
geldiler. O elbiseleri de yırtıp attılar. Çoğu yerde ise o elbiseleri lime, lime parçalayıp yağlayarak onlarla yemek ısıtıp, menemen yaptılar. Bu tecrübe ve devrimci kararlılığı kendi tecrübesi olarak hafızlayan bugünkü siyasi tutsaklar da bu mavi veya turuncu çaputu giymeyecek: insan onurunun bir bütünlük, bir süreklilik ve yaşanmışlıkla anlama döküldüğünü dünkülerden daha bütünlüklü kavrayanlar olarak, bugünkü faşizme bir kez daha hatırlatacaklardır. Elbette bu zor olacaktır: bu kesin. Ama devrimciler hem zorbalığı ortadan kaldırmaya, hem de mevcut sosyal çelişkileri çözmeye kendi iradeleri ve rızalarıyla gönüllü olmuş; gelecek toplum kişileri ve o ufkun hayallerini kuranlar olarak tüm zorluklarla çatışma sürecinde devrimci ve komünist kimliklerini edinenlerdir. Dün olduğu gibi buğun de bu kimliği, bu iradeyi ve bu ufku lekesiz olarak koruyacaklardır. Devrimci ve komünist tutsaklar açlık grevleri, fiili direnişler vb bütün mücadele araçlarını en etkin biçimde devreye koyarak saldırıları bir kez daha püskürtme kudretine fazlasıyla sahiptir. TTE saldırısı içeri ve dışarısıyla bir bütün tüm toplumu esir alma ve susturma saldırısıdır. Dolayısı ile bu muhtevadaki bir saldırı ancak ve ancak içerisi ve dışarısıyla topyekün bir mücadele hattı yaratılarak parçalanabilinir. Bu bağlamda başta sürecin öznesi olan devrimci ve komünist güçler olmak üzere bir bütün toplumsal muhalefet bu gündem etrafında bir araya getirilerek güçlü bir karşı koyuş örgütlenmelidir. Bizler SMF olarak bu noktada geçmiş tarihsel birikimleri ve siper yoldaşlığı bilincini kuşanarak hareket edeceğimizi buradan açıkça ifade ediyoruz.
≫ Derya İshak
AFORİZMA DİKTATÖRLÜĞÜN SALDIRILARI
15
Temmuz darbesiyle bütünleşen Erdoğan’ın başında bulunduğu darbeci iktidar, bölgeyi uzun bir zamandır Olağanüstü Hal ve Kanun Hükmünde Kararnamelerle yönetiyor. Tek parti iktidarı darbe süreci ile pekiştirilmiş durumda. Ne kanun ne “adalet” ne de buna ilişkin kurumsal yapılar var. Eskide var olan bu kurumsal yapılar kuşkusuz egemen sınıflar için bir anlam ifade ediyordu. Buna rağmen ezilen kesim ve bu kesimlerin özneleri bu kurumsal yapılardan ve aralarındaki dengelerden yararlanma olanakları vardı. Bugün hem egemen kesimlerin bir bölümüne hem de ezilen kesimlere bu olanak bir bütün olarak kapatılmıştır. Diktatörlük tek parti ve tek bir kişinin çevresinde birleşmiş bir kesimin diktatörlüğüne dönüşmüştür. Diktatörlüğün bu biçimle devam edip edemeyeceği birçok faktöre bağlıdır. Kanunların günlük olarak değiştiği, muhalefeti ezmek ve engellemek için günlük kararnamelerin çıktığı, kayyuma da kayyum atandığı bir devlet yapısı ile karşı karşıyayız. Mal, mülk, sermaye giderek dar bir çevrede merkezileştirilmekte, sömürü-talan yeni gasp yollarıyla meşrulaştırılmak istenmektedir. Gasp ve hırsızlıkla temelini oluşturan Türk burjuvazisi bugün de aynı yöntemle yeni büyük bir burjuva kesim
yaratmıştır. Bu kesim hırsızlıkta sınır tanımamakta, çala çala harisliğini giderememektedir. Hırsızlık yapmayan, halka dayanan, halkla birlikte yöneten, gelir gider ve tüm çalışmaları halka açık ve şeffaf olan yerel yönetimler bu haris kesimlerin gözüne batmaktadır. Bu kesimlerin değişmeyen amentüsü çalıp çırpmak üzerine kurulmuştur. Dolayısıyla halkın seçtiği ve hilesiz hurdasız halkla beraber yürüyen yapı ve belediyeler hedef haline getirilmektedir. Kürt illerinde HDP’li belediyelere kayyum atanmış, halkın istemleri ve çıkarları dışında bir belediyecilik yapılmaktadır. Belediye çalışanları işinden edilmekte yerine yandaş kesimler yerleştirilmektedir. Birçok kamu emekçisi gibi bu alanlarda da büyük bir kesim işinden edilmiş yandaş kesimlere kadro açılmıştır. Halka dayanan ve küçük imkânlarını halka seferber eden belediyeler baskı, ceza ve tehditlerle terbiye edilmek istenmektedir. Bunlardan bir tanesi de Dersim’in Ovacık Belediyesi olmuştur. Bütün batık, hırsız belediyelerin yanında halka dönük olumlu çalışmalar yapan Ovacık Belediyesi kamuoyunda önemli bir sempati ve takdir toplamıştır. Normalde tüm belediyelerin yapması gereken bir şeyi yapmıştır Ovacık Belediyesi. Ama belediyeler büyük bir vurgun ve rant kapısına dönüştürülmüştür. Dersim merkez belediye kayyum ile yönetilmektedir.
Ovacık ve Mazgirt Belediyeleri tüm kuşatılmışlık ve imkânsızlıklara rağmen, küçük hatta olmayan olanaklarla halka hizmet etmenin, yaşamı değiştirip geliştirmenin faaliyeti içindedirler. Bölge ve olanak dâhilinde önemli hizmetler yapan bu belediyeler diğer bölge belediyeleri gibi baskı altına alınmakta ve sınırlanmak istenmektedir. Dersim’de kısa aralıklarla gözaltı ve tutuklama terörü furyası yaşanmaktadır. “Teröre karşı mücadele” bahanesi ile terör estirilerek bir korku imparatorluğu yaratılmak istenmektedir. Bu korku imparatorluğu ile halka baskı yapılmakta ve halktan yana olan kesimler yalnızlaştırılmak istenmektedir. Bölgede huzur olduğu zaman geri dönüşler yoğunlaşmakta, üretim vb. zorunlu faaliyetler insani yaşamı geliştirmektedir. Devlet bu gelişmenin önünde engel olmak istemektedir. En son Ovacık Belediyesi çalışanı ve danışmanın da aralarında bulunduğu SMF üye ve taraftarı birçok yoldaşımız çeşitli bahanelerle gözaltına alınarak tutuklanmıştır. Tutuklamalara cevabımız bölge ve belediyelerle dayanışma olmalıdır. Devlet rantçı hırsız belediyelere karşı halkçı ve halkla birlikte yöneten belediyelerin olumlu bir örnek olarak gelişmesini yaygınlaşmasını istemiyor. Bize düşen görev bu olumlu örnekleri çoğaltmak ve yeni derler ışığında geliştirmektir.
01-15 EYLÜL 2017 Halkın Günlüğü
analiz haber 17
YAŞ kararları ve egemenler arası çatışma Olağanüstü bir gelişme ve uzlaşma olmadıkça, “eski devlet ile yeni devlet güçleri” arasında büyük kargaşalara, çekişmelere, çatışmalara doğru bir gidişat gözüküyor. Eski ile yeni devlet güçleri hem iç içe hem de karşıt cepheden mevzilenmiş durumdadırlar. Karşılıklı güç dengesine göre birbirlerine geçişler olmaktadır. İttihat-Terakki içinde yuvalanmış iki farklı kutbun çatışmaları ve uzlaşmaları ya da kanlı hesaplaşmaları hep süregeldi. Bu, bugün de devam ediyor. Görüntüdeki yumuşak tutum yanıltıcıdır. Kılıçlar, kınından çıkarılmış gibi Merkezileşmeye ve yetkileri tek elde toparlamaya doğru hızla yol alınmaktadır. Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarında yeni görevlendirmeler ya da görevden almalar veya yer değiştirmelerin tümü merkezileşmenin ve yetkilerin tek elde toplamanın göstergeleri ve gidişatıdır. Bu gidişat ile 2019’da yürürlüğe girecek olan yeni anayasanın yetkilerini, bugünden fiilen kullanan sultan Tayyip, 2019’da başkan olabilmek için partisinin başında daha şimdiden işi sıkı tutmakta ve yetkileri son kertesine kadar ele almaktadır. Sultan Tayyip şu gerçeğin iyice farkındadır; AKP sadece ideolojik olarak değil, ahlaki bakımdan da çürümüş ve dökülmüş durumdadır. Yiyicilik, dolandırıcılık ve sahtekârlık bilinenin çok ötesindedir. Öyle ki, kendi yandaş yazarlarının bir bölümü bile bu gerçeği dile getirmekte ve acil çareler dilemektedir. Tam da bu nedenle adını “metal yorgunluğu” olarak koyduğu bu gerçeği kendince düzeltmeye, tamir etmeye ve açığı kapatmaya çalışmaktadır. Ne var ki bu çürümüşlüğün, kokuşmuşluğun aslında kendisinden geldiğini görmek istememektedir. Düzeltmek istediği yapıda yer alan kimilerini, bu nedenle aşağılara çekmekte, kimilerini ise üstlere atayarak işi kotarmaya yüklenmiş durumdadır. Üst görevlere atadıkları şahsiyetlerin aslında gerilere çektiklerinden farklı bir niteliği olmadığını da vurgulamak gerekir. Her bir kesim bir diğerinden beter, çıkar ve zenginleşme hırsıyla yanıp tutuşmaktadır. Bir diğer nokta ise, Sultan Tayyip 16 Nisan referandumunda önemli bir oy kaybı yaşadı. İstanbul başta olmak üzere, büyük şehirlerde yaşandı bu oy kaybı. Dikkat edilirse “İstanbul’da tökezleyenler, Türkiye’de dökülür” gibi uyarılarda bulunması ciddi korku ve giderek bir paniğin dışa vurumu oluyor. Bu nedenle partisini ne yapıp edip 2019’a daha şimdiden hazırlamak istemektedir. Diğer yanda sadece partisi ile değil, diğer kurumları da bu plan doğrultusunda dizayn etme girişimlerini asla gevşetmemektedir. Son yapılan Yüksek Askeri Şura’da önemli görev değişiklikleri yapıldı. Keza ordu içinde görev-
tıkça beklenmeyen ilginç gelişmeler yaşanabilir. Mesela, sultan Tayyip eski iktidar ve kader ortağı durumundaki Fetullah Gülen güçlerinin en azından bazılarıyla el altında uzlaşabilir mi? Ya da sahte yeni bir çözüm süreci ileri sürebilir mi? Kürt Ulusal Hareketi bakımından bunun kabulü kolay olmayacağı açıktır. Ancak Gülen hareketi için bu hiç de olmayacak bir şey gibi düşünülemez.
‘’Eski devlet ile yeni devlet’’ arasında büyük kargaşalara gebe bir süreç yaşanmaktadır!
den almalar, yeni atamalar ya da yer değiştirmelerin tümü bu minval üzerinde yürütülmektedir. 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında, adı şıkça geçen ve çokça övdükleri Zekayi Aksakallı’nın Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndan alınması ilgi çekicidir. Elbette Aksakallı sadece bir örnektir. Gerek üst kademelerde gerekse de alt kademelerde atamalar, yer değiştirmeler ve buna benzer gelişmeler oluyor. Bu durum pek sorun olmuyor gibi görünse de ordu içinde önemli rahatsızlıklara neden olduğunu söyleyebiliriz. Ordudaki rahatsızlıkları nereden anlayabiliriz? Başbakan Binali Yıldırım’ın bu aralar “Ergenekon-Balyoz davaları bir gerçekti” demesi ve bu sözleri YAŞ kararları sonrası birkaç kez dile getirmesinde anlamak mümkün. Daha düne kadar “FETÖ kahraman ordumuz mensuplarına kumpas kurdu” söylemini değiştirmesi tesadüfî bir söylem değildir. Yani, hükümet çevrelerin bu sözlerini, YAŞ atamaları sonrasında orduda, içerden kendisine karşı yükselen sessiz ancak ciddi rahatsızlıklara karşı bir gözdağı ve hatta bir tehdit olarak anlaşılabilir. Yakın zamana kadar, Tayyip-Ergenekon ittifakı olduğu, bilinen bir gerçektir. Perinçek’in Tayyip aşkını buradan nüksettiğini biliyoruz. Peki bu durumda Tayyip-Ergenekon ittifakı son mu buldu? Kürtler başta olmak üzere, komünistler, devrimciler ve ezilen halk kitlelerine karşı “kutsal” ittifak hala sürmekle beraber, bu durum bazen iki faşist gücün sert çatışmasını engellemeye yetmeyeceğini söylemek yanlış olmaz. Zira sultan Tayyip orduya asla güvenmiyor. Bu bakımdan orduyu zayıflatmaya, disiplinini adım adım gevşetmeye, saflarını bozmaya çabaladığını en iyi ordu komutanları farkındadır. Bunun böyle olduğunu SADAT denilen özel
örgütlenmeden çıkarabiliriz. SADAT, bizzat sultan Tayyip’e bağlı bir güç olarak örgütlenen paralel ordu durumundadır ki ilerde asıl askeri güç olarak SADAT devreye sokulacağı beklenebilir. Böylesi bir gelişme ve yönelim doğal olarak öteden beri devletin önemli bir kurumu durumunda olan ordunun içinde büyük bir rahatsızlığa neden olmaktadır. Bunu eski ordu mensupların konuşmalarında, uyarılarında duyuyoruz. “Yeni bir devlet kuruyoruz” sözlerini edenler aslında öylesine konuşmadıkları aşikârdır. Eski veya yeni, bu devlet biçimlerinin, halk düşmanı, halkın arzularını ve haklı isteklerini bastırmanın araçları oldukları bilinmekle beraber, bizim burada anlatmak istediğimiz mevcut durumu ve gidişatı kavramak, doğru taktikler kurmak ve böylelikle geniş halk kitlelerini uyararak onları devrime kazandırmaktır. Bir diğer konu ise, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun açıktan tehdit edilmesidir. Yeni devletin kuruluşuna doğru dolu-dizgin yol almakta olan sultan Tayyip, HDP örneğinde olduğu gibi, 2019’da CHP’yi de kendisine engel gördüğü için onu da etkisiz ve kendisine boyun eğecek bir konuma getirmek istemektedir. Zincirin her bir halkası hem ayrı hem de birbirini tamamladığını görebiliriz. Dikkatli bakıldığında sultan Tayyip gayet planlı, programlı olarak hedeflediği güçleri bilinçlice tek tek yutmakta ya da etkisiz hale getirmektedir. Eski olandan yeni bir devlete geçmek elbette kolay iş değil. Önemli mevziler kaybeden Kemalist klik gerek devlet yönetme kabiliyetleri bakımından gerekse mevcut devlet içinde hala var olan imkânları bakımından sultan Tayyip’in işini epeyi zorlamaktadırlar. Eski devlet güçleri ile yeni devlet güçleri arasında çatışma kızış-
Olağanüstü bir gelişme ve uzlaşma olmadıkça, “eski devlet ile yeni devlet güçleri” arasında büyük kargaşalara, çekişmelere, çatışmalara doğru bir gidişat gözüküyor. Eski ile yeni devlet güçleri hem iç içe hem de karşıt cepheden mevzilenmiş durumdadırlar. Karşılıklı güç dengesine göre birbirlerine geçişler olmaktadır. İttihat-Terakki içinde yuvalanmış iki farklı kutbun çatışmaları ve uzlaşmaları ya da kanlı hesaplaşmaları hep süregeldi. Bu, bugün de devam ediyor. Görüntüdeki yumuşak tutum yanıltıcıdır. Kılıçlar, kınından çıkarılmış gibi. Ne var ki, iki kesimi korkutan reel gerçek, Ortadoğu’da sınırların bozulmuş olması ve her parçasında Kürtlerin kendi kaderlerini ellerine alacak olan başkaldırılarıdır. “Laik” ya da “muhafazakâr” Türk egemenlerini, kader ortaklığına iten ve yüreklerini hoplatan esas durum budur. Onları birbirlerine yaklaştıran, uzlaştıran şey, Kürtlerin ilhak ve işgale karşı kaydettikleri ilerlemelerdir. Kürdistan bunun için bombalanmaktadır. Dersim bunun için yakılmaktadır. Komünistlere, Kürt Ulusal Hareketine ve diğer devrimci kuvvetlere bunun için saldırmaktadırlar. Bu, işgalcilerin ortak yönelimleri ve ortak amaçlarıdır. Türkiye-Kuzey Kürdistan’da, bir devrim imkânına karşı akıl almaz saldırılar bu nedenle yapılmaktadır. Görevlerimizin ne olduğu onların bu yönelimlerinden çıkarabiliriz. Aslında görev bellidir. Çokça yazıldı, söylendi. Mevcut devrimci, ilerici ittifaklar güçlendirilmelidir. Her sahada, düşmanla hesaplaşacak dayanışmalar yaratılmalıdır. Dahası, sallantılı güçlerin en azından tarafsızlaştırılması politikası izlenebilir. Sanılanın aksine Türk devleti büyük bir kargaşa yaşamaktadır. Hem kendi iç çelişki ve hesaplaşmaları bakımından hem de ilerici, devrimci başkaldırı karşısında oldukça zor dönemini yaşıyor. Parçası oldukları uluslararası kapitalist yönetimlerle çelişkileri ve hırlaşmaları işin başka bir yönüdür. Doğru bir siyaset, taktik, politika ve güçlerin doğru konumlandırılması ile önümüzdeki dönem milyonlarla buluşmak mümkündür. Büyük fırsatların ve tehlikelerin iç içe olduğu bir süreci göğüslemek gibi bir görevle karşı karşıyayız. Devrimi kazanmanın büyük çabası asla gevşetilmemelidir. Tayin edici asıl güç elbette kırlarda ve şehirlerde devrimin direnen silahlı güçleri olacaktır. Ve elbette her çalışma sahası tamamlayıcı olacaktır.
18 analiz haber
01-15 EYLÜL 2017 Halkın Günlüğü
Temel olan çizgi ve ilkesel
a ’ n a z i t r Panıt ya
Sorun doğru çizgi ile hatalı çizgi sorunudur. Kazanan doğru çizgi, kaybeden hatalı çizgidir. Bundan yakınma ve eleştiri çıkarma yerine, çizgiyi gözden geçirerek ders çıkarma daha doğru olacaktır. Kırk yıllık yoldaş, kadro ve devrimcileri “kandırarak”, fırsatçı ve faydacı yaklaşarak kazanmanın, onlarla bu çürük zeminde birleşmenin mümkün ve akla yatkın olmadığını görmeniz gerekir. Yıllarını devrime ve partiye, geleneğimize vermiş bu kadrolar basit yaklaşım ve ayak oyunlarıyla kandırılabilecek çocuklar değildir. Faydacı, fırsatçı yaklaşımlarla partinizden kopanlarla birleştiğimizi iddia etmeniz adı geçen yoldaşlara hakarettir. Bizlerin ne faydacı ne adam kapıcı ne fırsat kollayıcı yaklaşımımız ve ilgili yoldaşları ve kesimleri saflarımıza katmaya dönük tarif ettiğiniz gibi bir çabamız, yaklaşımımız olmamıştır. Gören, inceleyen, kafa yoran, devrimci kaygılar taşıyan ve doğru ile yanlışı ayrıt etme yeteneği gösteren ilgili yoldaşlar kendileri tercih yapmaktadırlar Bilinen örgütsel ayrılıktan sonra ilgili taraflar arasında mekanların basılarak ele geçirilmesi ve buna bağlı olarak şiddet ve zor tavrı sergilenmişti. Bu gelişmeden sonra dost ve devrimci güçler arasında şiddetin kullanılmasına karşı çıkan genel yaklaşımımızı dile getirdik. Taraflar arasında haklı-haksız belirlemesi durumunda olmadığımızı, herhangi bir tarafı desteklemediğimizi, taraf olmadığımızı belirtmiştik. Bu tavrımızdan sonra muhataplarımız bizleri tahammülsüz, basit, düzeysiz ve keyfiyetçi yorumlarla suçladılar. Bu yaklaşım bayağı olmasına karşın ve bizlere dönük haksız ve gayrı ciddi yakıştırmalar yapmasına karşın, yaşanan sorunun sıcaklığı nedeniyle anlayışla karşılayıp böylesi bir dönemde polemiğe girmeyi uygun görmedik. Bütün itham, hakaret ve suçlamalara sessiz kaldık. Ancak gelinen aşamada muhataplarımızın bizlere dönük aynı üslup ve suçlamalarla ortaya koyduğu yaklaşım, aynı düzeye düşmemek kaydıyla yanıt vermemizi zorunlu hale getirdi. Zorunlu kıldı çünkü, bizleri suçlayıp hakaret etmekten öteye, ciddi ilkesel hataların savunulması, hatalı tavırlarını ustalarla açıklamaya varan ciddi hata ve çarpıtmalar gündeme getirildi. İdeolojik ve teorik zeminde ortaya konan ciddi kırılma, savrulma ve çarpıtma durumu daha fazla sessiz kalmamamızı koşulladı. Özünde polemik yürütmekten yana değiliz ve esasta da yürütmeyeceğiz. Ancak belli hatalara işaret edip son derece ciddi bir problem olan şiddet tavrının kabul edilemez bir davranış olduğunun üzerinde durmaya çalışacağız. Genel tavrımızı özetlersek; bir, yaşanan ayrılığı isabetli ve gerekli görmeyerek, örgütsel sorunlardan kaynaklı yaşanan bu ayrılığın doğru ele alınarak olumlu yönde giderilip birliğe dönüşmesini gerekli görmekteyiz. İki, tüm ayrılıklarda olduğu gibi, mevcut ayrılıkta da taraf değiliz, olmamız düşünülemez. Taraf olmadığımız gibi, iki tarafı da dost ve kendimize yakın görmekteyiz, tarafların birliğinden yanayız. Üç, devrimciler arasındaki sorunların çözümünde şiddet metoduna ilkesel olarak karşıyız, şiddet hangi taraftan gelirse gelsin kesinlikle karşıyız. Dolayısıyla şiddet tavrına dönük itiraz ve eleştirimiz hiçbir gerekçeyle geri çekemeyeceğimiz bir tutumdur. Bu tutumumuzu taraflara göre değil, kullanılan
yönteme göre belirlemekteyiz. Şiddet ve kaba metotlara başvuranlar her kim olursa olsun eleştirel karşı duruşumuzla karşılaşırlar. Bu tavrımız pragmatizm, tarafgirlik, hakaret edici yaklaşım ve uygun olmayan üslupla karşılansa da basınç altına girerek devrimci kaygı ve ilkesel tutumumuzdan ödün vermeyi düşünmüyoruz, düşünmeyiz. Hakaret edici, damgalayıcı ve suçlayıcı yaklaşımları bir çizgi ve düzey sorunu olarak telakki ediyor, tahammülsüzlüğün göstergesi olarak değerlendiriyoruz. Her şeye karşın temel yaklaşımlarımızda ısrar ederek dostluğumuzda tereddüt yaşamıyoruz. Grupçu, dar, sekter ve sübjektif anlayışlara, ilişki ve dostlukları zedeleyen tarz ve üsluba değil, politik olgunluk içinde eleştiri ve ideolojik mücadeleye ihtiyaç vardır. Dostlar arası kavgaya değil, devrimci kaygı ve ilişkiler zemininde birlik ve dayanışmaya ihtiyaç vardır. Kendinden başka herkesi hasım gören politik şekillenişe değil, halkı, sınıfı, devrimi birleştirerek geliştiren geniş politik bakış açısına ihtiyaç vardır. Bundandır ki, bizlere yapılan hakaret ve suçlamaları esas almıyor, doğru-yanlış ekseninde olumsuzlukların geride bırakılarak gelişmelerin kaydedilmesi uğruna konuşuyoruz. Dostlarımızın yaşadığı iç sorun ya da kamuoyuna açıklanarak iç sorun olmaktan çıkıp örgütsel ayrılık durumuna gelen sorun hakkında, tarafgirlikle itam edilen kurumumuz iddia edildiğinin tersine ayrılmış taraflar arasında taraf tutmaktan özenle sakınan tavırla ve sadece şiddet tavrına dönük duyarlılıklarını dile getiren, aynı zamanda taraflar arasında yaşanan veya yaşanması olası olan şiddet eğilimi karşısında duyduğu devrimci kaygıdan ötürü belli bir yaklaşım ortaya koyarak bu sınırlılıkta tavrını açıklamıştı. Kurumumuzun bu tavrı, taraf olmayı alenen yadsıyan ve doğrudan dost ya da halk güçleri arasındaki ideolojik, örgütsel vb. sorunların çözümünde şiddet ve kaba metotların kullanılmasını eleştiren ve kullanılmasının yaratacağı tahribatlara dönük kaygılar çerçevesinde olmakla birlikte, kamuoyuna yansıtılarak esasta iç sorun olmaktan çıkarılıp ilgili kamuoyunun da sorunu haline gelen, getirilen sözü geçen sorun hakkında siyasi kimliğimizin tabii refleksi, görev ve sorumluluğu kapsamında son derece haklı olarak ve demokratik hakkı olarak sadece ve sadece kaba metotların kullanılmasının, tamir edilemez tahribatlarına ilişkin iradesini açıklama biçimindedir, asla bu muhtevayı geçmemiştir. Sözlü ya da yazılı beyanlarımızda bunun tersine bir kanıt gösterilemez, gösterilirse özeleştiri vermekten kaçınmayız. Eğer dostlarımız tarafsız olmaktan kendilerinin desteklenmesini, kendilerine hak verilmesini, dahası uyguladıkları veya uygulanan kaba yöntem ve şiddet metodunu onaylamamızı, bunlar karşısında sessiz kalmamızı, ayrılmış oldukları kesime kendileri paralelinde tavır almamızı veya bu kesimle ilişkileri kesmemizi ya da devrimci ilişkileri sürdürmeme olarak anlıyorlarsa, böyle bir tarafsızlığı bulamayacaklarını, bu manada tarafsız olmayacağımızı alenen söyleriz. “Sorun yaşadığım kesimle (devrimcilerle) ilişki sürdürmeyin, yakın olmayın, onları muhatap almayın, onlar hakkındaki tavır ve değerlendirmelerimizi kabul edin” şeklinde bir istem rasyonel olmadığı gibi, hak da değildir. Böyle bir istemimiz yoktur denilebilir. Ancak, tarafgirlikle suçlanmamız sadece bu anlayış ve algıyla mümkün olabilir. Eklemekte fayda var ki, şiddet ve kaba yöntemlerin kullanılmasına dönük eleştirel tutum alma tavrı salt kurumumuzla sınırlı değil, diğer devrimci yapı-
ların da aldığı tavrıdır. Ancak kurumumuzun daha duyarlı davranması söz konusudur ki, bunun sebebi hatalı yorumlandığı gibi değil, tersine siz dostlarımıza duyduğumuz yakınlık ve özel bir hukuka sahip olduğumuzu düşüncesinden ileri gelmektedir. Bu samimi duygularımızı pragmatizm zemininde değerlendirmeniz bizler için üzücü olmakla birlikte, sübjektif dar düşünüş tarzınızın sizleri ittiği yanılgıya işarettir. Gayemiz sizlerin sorunlarınızı doğru zeminde çözerek birliğinizi yeniden korumanız ekseninde olduğu halde, sizlerin yorumu aklı zorlayan bir sübjektivizmle bizleri burjuva pragmatizmi, yalan ve iftirayla ortaklaşmakla suçlamaktasınız. Yanıldığınızı söyleyerek, geçmişten itibaren sorun yaşadığınız ve şimdi olağan ilişkiler içinde olduğunuz ilgili arkadaşlara sorarak tavrımızın faydacı mı olduğu, yoksa devrimci mi olduğunu öğrenebilirsiniz. Evet bize sormanıza gerek yok, bizlerin aleni beyanlarına rağmen bizlere itibar etmeyerek, sadece ilgili kesimlere sorarak bunu öğrenebilirsiniz. Sorarsanız ve duygusal reflekslerden sıyrılabilirseniz, çıplak gerçeği görüp sübjektif değerlendirme ve yorumlardan kurtulabilirsiniz. Aynı sübjektivizmle bizleri himayeci pozisyonla, yapınızın sorunlarına benzin dökme tavrını benimsemekle, istisnasız olarak her sorununuzda merkezi yapınızın dışına çıkan veya çıkarılan sizin değiminizle “hizipçi” kesimleri destekleyip yapınıza karşıt olmak kaydıyla taraf tutmakla eleştirmektesiniz. Himayeci olma eleştirisini istisnasız olarak sorun yaşayan ve bu sorunlarda hatalı biçimde kaba yöntem ve şiddet metoduna başvuran yapılar bizlere karşı kullanmışlardır. Örneğin, DHKP/C’li dostlarımız da geçmişte yaşadıkları bilinen sorunları döneminde bizlerin şiddet ve kaba yöntemlere dönük aldığımız tavır karşısında bizlere “darbecileri” himaye etme biçiminde eleştirmişlerdi. Demek ki, bu eleştiriye vesile olan tavrımız ilkesel olup sadece sizlerin sorununuzda ve somutunuzda değil, genel olarak benzeri metotlara başvuran dostlarımıza ve durumlara karşı tavrımızdan ileri gelmektedir. Bizleri tutum belirlemeye, eleştiri yürütmeye götüren zemin, sizlerin iddia ettiği gibi, sizlerin sorunlarınızı kaşıyıp körükleyerek ve fayda güderek geliştirdiğimiz bir tutum değil, şiddet karşısındaki ilkesel yaklaşımımızdır.
01-15 EYLÜL 2017 Halkın Günlüğü
analiz haber 19
devrimci tutumdur Tavrımız doğru yanlış meselesinde ilkesel bir tutumdur! Bu bağlamda, sizlere ait sorunlarda özel bir tutum alıp pragmatist davrandığımız şeklindeki iddianız gerçek değil, sübjektiftir. Doğru-yanlış ayrımından muaf ya da ilkesel tutum almaktan bağımsız biçimde himayeci olma gibi bir yaklaşımımız ve anlayışımız yoktur. Ancak ilkesel anlayışımızın buyurduğu gibi ve doğru-yanlış zemininde yaklaşarak devrimci kaygıyı esas alan yaklaşımımız bağlamında, dostlarımızın ve devrimci güçlerin yaşadıkları sorunlara, uyguladıkları hatalı yöntemlere karşı kayıtsız kalamayız. Bu, bizlerin benimsediği kimlik ve bu kimlik eksenindeki ilkesel tutum ve görevimizdir. Aynı zamanda tek bir devrimci de olsa bir devrimcinin şiddet gibi kaba metotlara maruz kalmasına da kayıtsız kalamayız. Bu anlamda ilkesel hatalara düşen dostları eleştirme ve şiddete maruz kalan devrimcilerin haklarını ve devrimcileri sahiplenme tavrından ödün veremeyiz. Eğer bu himayecilik olarak tarif ediliyor ise, bu himayeciliği kabul eder üstleniriz. Bu himayecilik devrimci anlayış ve ilkelerin himayesidir ve bu himayecilik tek tek ya da grup olan devrimcileri, devrimci güçlerin himayesidir. Bunu severek yaparız, ayrımsız, hesapsız yaparız. Çünkü bunun devrimin lehine olduğuna inanmaktayız. Kullanılan yöntemin, kullananlara da zarar veren, genel olarak devrimci güçlere ve geniş halk kitlelerine zarar verip moral bozan büyük ilkesel hata olduğuna inanmaktayız. Yaşadığınız sorunları faydacı anlayışla kaşıyan yaklaşımda olup, istisnasız olarak merkezi yapınızın dışına çıkan veya çıkarılan kesimleri sahiplenip himaye etmemiz biçimindeki eleştiriniz de aynı sübjektivizmden muzdariptir. Sorunlarınızı büyütmekten değil, çözülmesinden ama çözülmesi için doğru yöntemlerin kullanılmasından yanayız. Sorunlarınızda ilkesel hatalara düşülerek sorunların daha da derinleştirilmesinden yana değiliz. Maddi değerler için manevi değerlerin yıpratılmamasından yanayız. Geçici sorunların stratejik dostluklarımızı, dostluk zeminini baltalamamasından yanayız. Bir bina, bir büro, bir aracın dostluk ilişkisini yıkmamasına ve devrimci birlik zeminini zedelememesinden yanayız. Devrimci güçlerin birbiriyle didişmesini son derece
sakıncalı ve zararlı görüp, bu didişmenin devrime, devrimci güçlere zarar veren, fiilen karşı-devrimci sınıflara hizmet edeceğine inanmaktayız. Bütün tutum ve pratiğimiz bu zemindedir, aksini iddia etmeniz bu iddianızı pratiğimizle kanıtlamanızı gerektirir. Beş-on devrimciyi saflarımıza katmayı, etkileyerek tarafımıza almayı dostlarımızla ilişkilerimizin önüne geçirecek kadar dar ve faydacı düşünceye sahip değiliz. Pratiğimiz de aksini söylemez. Dolayısıyla iddialarınız sorumsuz söylemden ileri geçmemektedir. Kullanılan hatalı metotlara karşı tavır almayı ilkesel tutum olarak benimsiyoruz ve bu tutumumuz eğer faydacılığa yorumlanacaksa, bu faydacılık devrim ve devrimci güçler adına, halklarımız adına bir faydacılıktır. Dar gurupsal bir faydacılıktan söz etmek sübjektivizmi aşmaz. Elbette sizleri de etkileyip kazanmayı istediğimiz gibi, her devrimciyi etkileyip kazanmayı benimseriz. Bu, sahip olduğumuz iddiamıza ve devrimdeki rolümüze dair inandığımız siyasi misyonumuza uygun bir tavırdır. Ancak, bu kazanma siyasetimiz stratejik bir eğilimdir, her somut sorunda bire bir cereyan eden bir yaklaşım değildir, özellikle de bir devrimci yapının sorunlarından faydalanarak gerçekleştirebileceğimiz bir eğilim değildir. Evet her devrimciyi etkileyerek saflarımıza katmayı devrime dair iddiamız, misyonumuz ve sorumluluğumuz gereği doğru buluruz. Ancak, adam kapma faydacılığı, sorunlardan yararlanarak veya zayıflıkları fırsata dönüştürerek adam kazanmayı gayri ahlaki bir yaklaşım olarak reddederiz. Bunun tersi bir tavrımız ve pratiğimiz yoktur. Sübjektifsiniz, çünkü yaşadığınız sorunda bir tek insana, devrimciye, ilgili guruba saflarımıza katılma temelinde bir teklif, öneri götürdüğümüzü kanıtlayamazsınız, yoktur da. Hal böyleyken, faydacı yaklaştığımızı iddia etmeniz sübjektiftir, kaba yöntemlere karşı geliştirdiğimiz ilkesel tutumumuzdan çıkarsama yaparak vardığınız sonuçtur; somut değil, sübjektiftir, salt yorumdur ve duygusal yorumdur. Dikkat çekelim ki, yaşadığınız sorunda genel tutumumuzdan öte bir ilgiye sahibiz, bu doğru. Fakat bu, sizlerin sübjektif olarak iddia ettiğiniz gibi sorununuzdan faydalanarak fırsatçı davranma ve adam kapma veya ilgili kesimle birleşme şeklinde bir tutum değil, bilakis sizleri yapı olarak kendimize yakın görmekten ve hatta geleceğe dönük birlik gücü gördüğümüzden, en azından ortak çalışacağımız öncelikli Sosyalist güçlerden olduğunuz şeklindeki değerlendirmelerimizden kaynaklanmaktadır. Sizi bölme, sizlerden parça koparıp kazanma peşinde değil, birliğinizi koruyarak sizlerle daha fazla yakınlaşıp giderek birleşmeye gitme yaklaşımındayız. Ve sorununuzu pozitif yönde çözmeniz iradesine sahibiz, katkılar sunmayı istemekteyiz. Eğer “himayeci” olmamızı istemiyorsanız; sorunlarınızda şiddet ve kaba yöntemlere rağbet etmemeli, ilkesel olarak karşı olduğunuzu açıklayarak bu tavrı pratikleştirmelisiniz. Eğer bizi sübjektif değerlendirme ve yorumunuzla yerleştirdiğiniz “tarafgirlikte” görmek istemiyorsanız, şiddet ve kaba metotlarla aranıza kesin ve kalın çizgiler çekmelisiniz. Zira, “tarafgir” olmamıza dönük suçlamanız sizlerin ilgili hatalı yöntemlerinize karşı aldığımız tavırdan başka bir şey değildir. Bizleri, sübjektif olarak iddia ettiğiniz gibi, yaşadığınız her sorunda merkezi yapıdan koparılan veya kopan kesimi destekleme pozisyonunda görmek istemiyorsanız, bu kesimlere şiddet uygulamaktan, bunlara dönük kaba yöntemlere başvurmaktan kaçının. Çünkü, eleştirdiğiniz tutumumuz iddianızın tersine fayda güderek taraf tutma zemininde değil, uyguladığınız hatalı yöntemlere tavır almak ve fiilen bu yöntemlere maruz kalan mağdurları sahiplenme tavrıdır. Uyguladığınız hatalı metot dışında, “şu taraf haklı, şu taraf haksız” şeklinde bir beyanımız, bir değerlendirmemiz yoktur. Pratik tavır ve tutumumuz da bu çerçevededir.
Bizler, devrimci olan herkesle birlikte çalışmayı, eylem birlikleri yapmayı, etkinliklerde bulunmayı prensip olarak benimseriz. Başka yapıların yaşadıkları sorunlardan dolayı ilişkilerimizi bir tarafa göre belirlemez ya da bir tarafı esas alarak belirlemeyiz. Devrimci olan herkesle aynı ilişkileri sürdürürüz. Bu bağlamda sizlerle de diğer dostlarla da bu zeminde ilişkiler sürdürmeye, ortak hareket etmeye, eylem birlikleri yapıp ortak etkinlikler yapmaya açığız, bunda bir kesimi öteleyen ve diğerini önceleyen bir tercihimiz olmamıştır. Taraflara karşı eşit mesafede durup, taraf olmayı benimsememekteyiz. Bizlerle ortak etkinliklerde bulunmayı isteyen her devrimci güçle ortak etkinlik yapmaktan sakınmayız. Ancak sizlerin sübjektif, suçlayıcı, itham edici, haksız olduğu kadar yapıcı olmayan üslup ve tarzınızla bizleri itmeye çalıştığınız yaklaşımlarınıza anlam vermemekteyiz. Bizleri zoraki taraf gösteren ve bunu ağır itham, suçlama ve kabul edilemez üslup ve yaklaşımlar zemininde ısrarla sürdürmenizi anlamamaktayız. “Herkesle kavga” tutumunu, herkesi karşıtınız gösterme ve karşınıza alma yaklaşımını terk etmeniz daha doğru olacaktır. Dostlar arası sorunlarda “kavgacı”, dar, sekter yaklaşımın hiçbir sorunu çözmediği, hiçbir ilerlemeye yol açmadığı tüm tarihimizle ortadadır. Bunun tersine aynı eğilimi sürdürmeniz anlaşılmaz olduğu gibi, bir rastlantı olmayıp çizgi sorunu olduğunu söylemek durumundayız. İdeolojik mücadele daha düzeyli, ikna etmeye dayalı, yapıcı esaslarda ele alınmalıdır. Elbette keskin ideolojik mücadele mümkün ve gereklidir de. Ancak hakaret, suçlama, itham etme şeklinde olmamalıdır. Bu anlamda yaşadığınız sorunda iki taraf da ciddi hatalara düşmektedir. Kişisel mücadele yöntemi, karalama, deşifre etme, değim yerindeyse; “belden aşağı vurma” bir mücadele yöntemi değildir. Ancak yaşadığınız sorunda taraflar, kaba yöntemleri bu biçimde de sergilemektedir. Dolayısıyla eleştirimiz esasta şiddet metoduna yönelirken, bu kaba yöntemleri de hedeflemektedir. “Şiddete başvurmadık.” demektesiniz fakat bizler dışında birçok devrimci yapının da şiddet tavrına dönük imzaladığı açıklama ortadadır ve bu bir gerçekliği ifade etmektedir. Yani sadece biz değil, diğer devrimci yapıların en azından bir bölümü de bu tavırdadır. (Olmayanlar ise, nispeten kayıtsız kalan kesimlerdir.) Dahası, yoldaşlarımız sizler tarafından diğer kesime dönük şiddet uygulama eğilimine, hazırlıklarına tanık olmuş ve doğru eleştirilerle bu eğilimler engellenmiştir. Yoldaşlarınızın ortak yaptığımız çeşitli etkinliklerde, ilgili kesime şiddet uygulama temelinde alenen eğilim gösterip sözle de niyet ve tavırlarını açıkladıklarına tanık olmaktayız. Ki, dediğimiz gibi, bu eğilimler yoldaşlarımızın olumlu çaba ve eleştirileriyle engellenmiş ve düzeltilmiştir. Kaldı ki, yayın bürolarının basılması ve ele geçirilmesi ve bunda yaşanan sorunlar açıktan şiddet davranışıdırlar. Zorla el koyma eylemi şiddet eylemidir. El koymaya direnenler olduğunda sorunun şiddetin kaba biçimde uygulanmasına açık olduğu inkâr edilemez. Ciddi direniş gösterilmediğinde kaba şiddete gerek görülmemesi şiddet uygulanmadığı anlamına gelmez. Anlayış ve çizgi olarak şiddetin ve zorun, baskının kullanılabileceğini savunmaktasınız. Bu, şiddet tavrınızın eleştirilmesi ve buna dönük tavır alınması için yeterlidir. Büronun basılmasında şiddetin uygulandığı da iddia edilmekte, şiddetin uygulandığına dönük kanıt ve tanıklar bulunmaktadır. Çizgi ve anlayışınızın da bunu onayladığı göz önüne alındığında şiddet uyguladığınız, uygulayacağınız sonucuna varma zor olmasa gerek. O halde bu tavrın eleştirilmesi de yalana ya da iftiraya dayanmamakta, faydacılıkla alakası bulunmamakta, sorunlarınızda belli bir tarafı destekleyerek taraf tutma anlamına gelmemektedir. Kendiniz alenen savunmaktasınız da.
20 analiz haber
01-15 EYLÜL 2017 Halkın Günlüğü
Devrimci cephenin zayıflatılması asla benimsenemez! BAŞTARAFI 18-19’da Gerekçeniz parti değerleridir ve hatta Mao Zedung yoldaşın da bu şiddeti benimsediğidir. Gerekçeniz ne olursa olsun, şiddet uygulama hatalıdır, ilkesel bir hatadır. Parti değerlerine sahip çıkma ve onları koruma adına aynı partinin parçası olanlara karşı ikna edici bir yeterliliğe sahip değildir. Parti değerleri denen maddi değerler nedeniyle daha köklü ve stratejik değerlerin, devrimci güç ve kesimler arası ilişkilerin, dostlar arası ilişkilerin bozularak baltalanması, devrim ve halk cephesine zararlı kültürün yerleştirilmesi veya geliştirilmesi, devrimci enerjinin fiilen ve kısmen de olsa düşman üzerinde zayıflatılıp devrimciler arası sorunlara çekilmesi, dost ve devrimci güçlerin bir birine şiddet kullanarak düşmanlaşma tohumlarının serpilmesi, devrimci insanları bir birine düşmanlaştırıp vuruşturmak, dolayısıyla devrimi ve devrimci cepheyi zayıflatması benimsenemez, yeğ tutulamaz. Öte taraftan doğru veya hatalı da olsalar aynı partinin parçaları olan, devrimci olan ve aynı partiyi savunma iddiası olan kesimin de aynı ölçüde parti değerlerine sahip çıkma veya bu değerlerin kendilerine ait olmasını savunma hakları vardır. Bu tavırları görmezden gelinemez veya bu hakları inkâr edilemez. Onların da emekleri vardır ve yaratılan değerler ortak
olarak yaratılmıştır. Yanlış yapmak bu haklardan mahrum olmalarını gerektirmez. Size göre onlar, onlara göre siz haksızsınız veya partiyi temsil ediyor ya da etmiyorsunuz. Bu anlamda sizler açısından net de olsa, nesnellik her iki kesiminde partide ve yaratılan değerlerde emeği ve hakkı olduğu açıktır, partiyi sahiplenme iddiaları mevcuttur. Diğer tarafta pekâlâ “biz partiyi savunuyoruz” diyerek sizleri parti dışında görebilir, değerlendirebilirler ki, bunu da iddia etmektedirler. Bunda tek taraflı olarak karar verip meseleyi sonuçlandırma tavrı gerçekçi değildir. Yaşanan tüm tecrübeler bunu göstermiştir. Dolayısıyla, sosyal pratikler ve mücadele süreci kimlerin nerede yer aldığını kanıtlayacaktır. Her iki taraf da kendi iddiasını koruyabilir ve bu iddiasını korurken muhatabına sınır ve yasaklamalar koymadan bunu yapabilir. Devrimcilik gibi, komünistlik gibi, ideolojik-siyasi miras ve isim sahiplenilmesi, Kaypakkayacılık da esasta ipotek edilemezler. Her devrimci Kaypakkaya’yı savunma iddiasında bulunma ve savunma hakkına sahiptir, buna engel konulamaz. Aynı yapının haklı-haksız durumdaki tüm parça ve tarafları aynı yapıyı sahiplenebilir, bu iddiasını sürdürebilir ve bu yasaklanıp zorla engellenemez. Eleştirmek, fikir ve davranışları deşifre etmek anlaşılırdır fakat fiili engel
kabul edilemez. Ortada iki iddia var; onlar sizi, siz onları parti dışı görmektesiniz. Bizlerin bu konuda bir karar vermesi düşünülemez. Ancak iki tarafın da kullandığı metot ve yöntemlerin doğru mu, yanlış mı olduğu hakkında kolaylıkla karar verilebilir, buna uygun irade belirlenebilir. Hele sorun şiddet boyutuna gelmiş ve genel devrimci cephenin sorunu haline gelmiş ise üçüncü tarafların tutum alması tabii olur. Bunu anlamak gerekir. Daha da önemli olan, ayrılık gibi sorunlarda tarafların iddiası, örgütsel durumu, gücü ne olursa olsun, ayrılmış olan her iki kesimin de devrimci oldukları ve devrimci kaldıkları müddetçe aynı haklara sahip olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Bu bağlamda partinin sahiplenilmesi ve parti değerlerinin korunması ve sahiplenmesi rasyonel biçimde ele alınmalı ve kimler hangi maddi değerleri elinde tutuyorsa o değerler o kesimlerde kalmalıdır. Aksi halde işin içinden çıkılması mümkün olmaz. Maddi değerlerin esas alınıp ilkesel anlayış ve manevi değerlerin feda edilmesi büyük yanılgıdır. Maddi değerler yerine koyulabilir ama yıkılan ilişkiler ve manevi değerler zor yerine koyulabilirler. Bizlerin tercihi maddi değerlerden yana değil, manevi değerlerin korunmasından yana olmalıdır. Bir bina-büro uğruna dev-
rimciler hedef haline getirilemez, devrimcilere şiddet uygulanamaz. Kimin partiyi savunup savunmadığı işleyen süreç içinde netleşecektir. Dolayısıyla bazı sorunların çözümünü hemen dayatmak doğru olmayıp sürece bırakılmasını benimsemek gerekmektedir. Bir çizgi dağıtırken bir çizgi birleştiriyor! Bu kapsamda, özellikle değer verdiğimiz ve önemsediğimiz bir yaklaşımınız veya açıklamanız şiddete dönük bir karar almamış olmanızı belirtmenizdir. Bunu sevinçle karşılıyor, en samimi duygularımızla bu tavrınızı destekleyerek arkasında duruyoruz. Şimdiye kadar yaşanmış belli olumsuz pratiklere son vererek şiddete dönük karar almamış olma tavrınızı daha berrak biçimde sürdürmenizi bekliyoruz. Ancak hemen arkasından, karar alsak bile bunu genele dönüş şiddet biçiminde değil ya da genel bir şiddet uygulama değil, sınırlı bir karar olacağını ifade etmektesiniz. Bundan anladığımız, şiddet kararı almaya açık olduğunuz ve bu kararı aldığınızda da muhatabınız kesimin tüm bileşenine dönük değil ama belli insanlarına dönük alabileceğinizi ifade etmektesiniz. İşte bu sözleriniz şiddete dair ürpertici bir tesir vermektedir. Bilinmelidir ki, dostlar arası, devrimciler arası veya halk ve güçleri arası şiddet kimden gelirse gelsin keskin olarak karşı çıka-
21 rız. Eleştirilip suçlanmaya, ithamlara maruz kalma pahasına bu itirazımızı yükseltmekten geri durmayız. Bu, bizler için ilkesel bir tutumdur, bundan ödün vermeyiz. Evet bu ilkesel tutumumuz bizlere kazandırmaktadır. Kazandıran doğru anlayış, yaklaşım ve ilkesel netliktir, ilkeli çizgidir. Partimizin ya da geleneğimizin güçleri, parçaları, değerleri bizlerle birleşme eğilimi gösterip bunu pratikleştirmektedirler. Bu bağlamda çizgimiz kazanmaktadır. Ancak bu kazanım bizlerin özel çabası, faydacı ve fırsatçı ve grupçu yaklaşımlarının ürünü değil, doğru ve ilkeli çizgide ısrar etmemizin sonucudur. Bir çizgi, bedeller ödemiş kadroları, geleneğe emek vermişleri, devrimci iddia ve duruşlarını koruyanları tasfiye edip dağıtırken, bir çizgi de bunları kazanmakta, bunlarla birleşmektedir. Bu durumu aleyhimize karşı eleştiriye dönüştürmeniz anlamsız ve isabetsizdir. Sorun doğru çizgi ile hatalı çizgi sorunudur. Kazanan doğru çizgi, kaybeden hatalı çizgidir. Bundan yakınma ve eleştiri çıkarma yerine, çizgiyi gözden geçirerek ders çıkarma daha doğru olacaktır. Kırk yıllık yoldaş, kadro ve devrimcileri “kandırarak”, fırsatçı ve faydacı yaklaşarak kazanmanın, onlarla bu çürük zeminde birleşmenin mümkün ve akla yatkın olmadığını görmeniz gerekir. Yıllarını devrime ve partiye, geleneğimize vermiş bu kadrolar basit yaklaşım ve ayak oyunlarıyla kandırılabilecek çocuklar değildir. Faydacı, fırsatçı yaklaşımlarla partinizden kopanlarla birleştiğimizi iddia etmeniz adı geçen yoldaşlara hakarettir. Bizlerin ne faydacı ne adam kapıcı ne fırsat kollayıcı yaklaşımımız ve ilgili yoldaşları ve kesimleri saflarımıza katmaya dönük tarif ettiğiniz gibi bir çabamız, yaklaşımımız olmamıştır. Gören, inceleyen, kafa yoran, devrimci kaygılar taşıyan ve doğru ile yanlışı ayrıt etme yeteneği gösteren ilgili yoldaşlar kendileri tercih yapmaktadırlar. Sorun çizgi sorunudur, çizgi! Bir çizgi dağıtırken, bir çizgi birleştiriyor, birleşiyor. Bu sosyal pratiğin dilidir, bunu anlamak zor değildir. Hatalardan vazgeçmek ise hiç zor değildir. Sizlerin de parti ile ilgili konuda işaret ettiği gibi, sorunu ideolojik mücadele olarak yürütmek gerekli, doğru olanıdır. Muhataplarımız ya da hata yapanlar veya partiye karşı suç işleyenler karşıdevrimci olmadıkları müddetçe bunlara şiddet uygulanamaz, uygulanmasını kabul edemeyiz. Partiye karşı suç işlemek tasvip edilecek bir durum değildir elbet. Fakat partiye karşı suç işlemek karşıdevrimcilik anlamına gelmez, halka karşı suç işlendiği anlamına gelmez. Partiye karşı suçlar parti tüzüğü kapsamında değerlendirilerek idari tedbirlere, yaptırımlara tabi tutulurlar ki, burada da ceza mantığının ikna ve eğitip dönüştürme, kazanma olması unutulamaz, unutulmamalıdır. Partiye karşı suç meselesi göreceli bir durumdur. Partinin disiplinine göre suç olarak değerlendirilebilecek davranışta bulunanlar açısından bir hakkın kullanılması ya da partinin temsil edilmesi olarak değerlendirilebilir. Taraflar arasında genel olarak karşı taraf suçludur. Bu iki taraf için de aynılıkla geçerlidir. Sizler için onlar, onlar için sizler suçlusunuz. Bize kalırsa hiç biriniz suçlu değilsiniz, suçlu olan sol sekter çizgidir ve yönelmeniz gereken, uğraşmanız gereken budur. Çizgi düzelmeden daha çok suçlu icat edilir, çok suçlular yaratılır. DEVAMI 22DE
ANTAGONİZMA
≫ Muzaffer Oruçoğlu
ÜSTADIN ÖLÜMÜ
D
oktorlar Üstad’ın en fazla on günlük ömrünün kaldığını söylüyorlardı. Ziyaretçileri çoğalmış, edebiyat ve yayın dünyasından iri, gödür, akıllı, avanak, hoşur, hödük, ketum, geveze bir yığın adam gelmiş, iyi dileklerle çiçek buketleri bırakıp gitmişti. Üstad’ın sağ baş ucunda kardeşi, büyük dilsiz dertlerin adamı Sarhoş Ali, solunda ise inancı zayıf olduğu için Allahın adını sık sık zikreden Musa Efendi oturuyordu. Üstad, beyaz keten örtüsünün altında, mumyalanmış Mısır firavunları gibi yatıyor, arada bir öksürüyor, konuşanları ise ölüm korkusunun ve saplantıların yarattığı burgaç içinde dönerek güçlükle dinliyordu. Hengame maymunu dediği boş boş höyküren kız kardeşi gitmiş, gözyaşı ve tuz kokusundan kurtulmuştu oda. Üstad’ın aklı bazen, boşluğun anlam havzası haline gelen ilk nedene, bazen de yakın dostu Yusuf’un sabahleyin söylediği, “Rahmetli babamın ölmeden az önce hacıyatmazı kalkmıştı,” sözüne takılıyordu. Marilyn Monroe'yu çağrıştıran iri gözlü hemşire gülümseyerek içeri girince ölüm kâbusu dağıldı, can evi şenlendi. Üstad’ın kalbini dinledi kadın, tansiyonunu ölçtü. Giderken Sarhoş Ali’ye bakıp gülümsedi. Kadını arkadan dikkatle izleyen Ali, abisini ihmal ettiğini ve her gün ziyarete gelmesi gerektiğini aklından geçirdi; “Güzel kadın,” diye mırıldandı. “Duvarı sıkı, dar bir mala sahip olduğu her halinden belli.” Sarhoşun isabetli tesbitini ve münasebetsizliğini duymazlığa vurdu Musa Efendi. İşaret parmağının ucuyla sakalının bam teline dokundu. Biraz oturduktan sonra, “Bana yol göründü,” diyerek ayağa kalktı. Yunus balığı gibi bir gözü açık şekilde kestiren Üstad’a baktı. “Ben yarın bu saatlerde yine gelirim,” diyerek gitti. Az sonra odaya Üstad’ın karısı çilli Mübeccel, büyük oğlu Ömer ve kardeşi Erdem girdi. Abisini ilk kez ziyarete gelen Sarhoş Ali ile iki kardeş el sıkışıp, hal hatır sordular. Mübeccel, Ali’yi görmezlikten geldi. Ali, çok güçlü bir kadın olduğu için Mübeccel’e Meşe Büken lakabını taktığından dolayı araları iyi değildi. Üstad’ın baş ucuna dikildi, saçlarını okşadı Mübeccel. Üstad, yumuk gözünü açtı, ‘Hadi gözün aydın, benden kurtuluyorsun Meşe Büken,’ dercesine bakındı. “Nasılsın baba, bir şeye ihtiyacın var mı?” dedi Ömer. Yırtılmış, takatsiz bir sesle, “Sağ ol, yok,” dedi Üstad. “Biz kendi aramızda, yapılacak törene ilişkin bir fikir teatisinde bulunduk baba,” diye
başladı Ömer. “Tartıştık, görüş birliğine varamadık, senin fikrini almaya geldik. Durumu Erdem açıklasın. Önemli olan bizleri dinledikten sonra kararı senin vermendir.” Erdem, babasının başucundaki sandalyeye oturdu: “Bu tip şeyleri böyle anlarda konuşmak doğru değil ama mecbur kaldık baba,” diye başladı. “Ben, ateist bir insanın bir mabet veya bir camiden kaldırılmasının doğru olmadığını, bunun hem o insana, hem cemaata, hem de o insanın oraya gelmek zorunda kalan ateist arkadaşlarına saygısızlık olacağını savundum ve senin üyesi olduğun, çok sevdiğin Yazarlar Birliği’den kaldırılmanı önerdim. Annemle Ömer abim ise buna karşı çıktılar. Şimdiye kadar bütün ateistlerin camilerden kaldırıldığını, bunun bir adet halini aldığını ve bir sorun olmadığını savundular. Tabi tayin edici olan senin görüşündür baba. Sen ne diyorsun?” Çiçek buketlerini karartan ağır bir ölüm sessizliği çöktü odaya. Alt dudağı hafiften titremeye başladı Üstad’ın. Çocuklarının ve hanımının yüz iklimini süzdü tek tek. “Bu ülkede ömür boyu Allah’a inanmayan, son nefesinde de nadim olup hayatını yalanlayan ve tabutuyla camiye giren çok yazar çizer var,” diye mırıldandı Sarhoş Ali. “Halk alıştı bu duruma. Allah da alıştı.” ‘Sen karışma,’ dercesine kaşlarını çattı Mübeccel Hanım. Üstad, titrek, kararsız bir sesle, “Seni anlıyorum Erdem,” diye mırıldandı. “Senden son bir ricam bu işlere karışmaman, törenin düzenlenmesini Ömer’le annene bırakman.” Hiçbir şey söylemeden, yıkıntı bir ruhla oturduğu yerden ayağa kalktı Erdem. Babası tarafından ateist bir insan haline getirilen Erdem’in, yine babası tarafından yüz üstü bırakıldığını düşündü Sarhoş Ali; “Mesele hallolmuştur,” dedi. “Burada yapılması gereken, abimin mahalle camisinden değil, Teşvikiye camisinden kaldırılmasıdır. Her insanın kendi ruhuna uygun bir tanrısı vardır. Mahalle camisine giden cemaatin çoğu İŞİD’lidir. O cematten İŞİD’in savaş cephesine katılanlar oldu. O cami de tabi ki tanrının bir evidir ve bana öyle geliyor ki ev sahibi de İŞİD’lidir. Lakin Teşvikiye farklıdır. Aydın insanların camisidir. Haliyle o caminin tanrısı aydındır ve İŞİD’in tanrısına karşıdır. Bu da normaldir tabi. Cahilin Tanrısı cahil, alimin tanrısı da alim olur.” Kapıya doğru birkaç adım attı Erdem, döndü Sarhoş Ali’ye baktı; “Cami camidir, fark etmez, amca,” dedi. “Ben şahsen, tabutuyla camiye giren bir ateistin törenine katılmam, isterse babam olsun; kendime saygımdan dolayı katılmam.”
22 analiz haber
01-15 EYLÜL 2017 Halkın Günlüğü
Kültür devrimi siyasal bir devrimdir ve çelişkilerin çözümü siyasaldır! YAZININ BAŞTARAFI 20-21 İki taraf olarak da suçlu değilsiniz, çünkü fikir farklılıkları nesnel bir durum ve kaçınılmazlıktır. Hata olan bu farklılıkları ayrılık, ayrılma gerekçesi yapmaktır. Hatalı olan kullanılan yöntemdir. Şiddet meselesinde somutta bir karar ve tutumunuzun olmadığını söylemekle birlikte, anlayış veya çizgide şiddetin uygulanabileceği noktasındasınız, şiddeti fikren savunmaktasınız. Şiddetin en ileri boyutunda eskiden aldığınız kararlar da olmuştu ve bu kararlar bizce sekter ve gerici olduğu için sizler tarafından değiştirilmiş ve uygulanmamıştı. Buna karşın hala aynı anlayış ve çizgi geçerliliğini korumaktadır. Mesele ideolojik-politik olarak güç ve üstün olmayı becermektir, kaba güçle üstün olmak yapay ve anlamsızdır. Muhataplarınıza karşı üstünlüğünüzü doğru çizgi, doğru yöntem ve anlayışta olduğu gibi, buna uygun tutarlı pratikle ortaya koymalısınız. Kalıcı ve anlamlı olan budur. Bu anlamda ideolojik mücadele kapsamında kalarak tartışmak ve yaşanan tecrübelerden ders çıkarmak elzemdir. Bizlerin geçmiş pratiği, bizleri eğiten önemli bir tecrübe oldu. Gerilla birliğinin silahsızlandırılması gibi son derece gerici bir pratik sergiledik. Fakat buna karşı direnç gösterilerek bu anlayış mahkûm edildi. Birçok ayrılık veya hizip sorununda hatalı tavırlar alınırken, özellikle parti 1. Kongresinden sonra bu geri sekter çizgi terk edilerek esasta olumlu bir zemine girmiş durumdayız. 1. Kongre aşaması ve sonrası süreçte yaşanan hizip, ayrılma, kopma gibi durumlarda hiçbir kaba yöntem ve şiddet metodu benimsenmemiş, kullanılmamıştır. 1. Kongre öncesi tarihte daha dramatik tecrübeler yaşadığımızı da söyleyebiliriz. Yaşadığımız bu tecrübeler bilincimizi keskinleştirdi ve mevcut durumda net ilkesel tutum ve anlayışı sahip durumdayız. Tecrübelerimiz ve devrimci hareket tarihi tecrübelerinden öğrendiklerimiz siz dostlarımızla paylaşmayı ve buna uygun yaklaşım beklemeyi yadırgamamalı, sürekli öğretmelik pozisyonu olarak algılamamalısınız. Ancak iddia ediyoruz ki, bu konuda sizlerden daha ileride ve olumlu zemindeyiz. Halka kulak verseniz bu şiddet tavrına karşı çıkıyor, bütün devrimci hareket en azından teorik ifadede karşı çıkıyor, devrimci ilkeler bu şiddete karşı çıkıyor, büyük otoriteler bu şiddete hayır diyor. Buna karşın sizlerin bilinen gerekçelerle
şiddeti savunma anlayışı ve pratiğiniz elbette geridir ve eğitilmesi-öğrenilmesi gereken bir konudur. Savunduğunuz şiddet anlayışına Mao yoldaşı referans göstermeniz ise, Mao yoldaşa haksızlık olmakla birlikte, hatalı kavrayış ve bir talihsizliktir. Bir o kadar da absürttür. Mao hiçbir zaman halk arası sorunlarda şiddeti önermemiş, bilakis bunun tersini öğütleyen makaleler yazmıştır. Onlarca ve belki daha fazlası alıntı
yapılabilir, yapabiliriz. Bizzat Mao yoldaşı okuyarak bunu anladıysanız, alıntı vermemizin gereksizliği açıktır. Halk arası çelişkilerin çözümü, çözüm metodu Mao yoldaşta bulandırılamayacak kadar nettir. Mao parti içi sorunlarda şiddet metodu kullanmamış, kullanılmasını savunmamıştır. Çelişkileri niteliklerine göre ayrıştırarak, bu çelişki niteliklerine uygun çözüm metotlarının saptanması ve uygulanmasında Mao bir otoritedir.
Ve anlayışı da pratiği de tutarlılık içindedir. Hatalı yorum ve kavrayışımızla Mao yoldaşın berraklığını bulandırmak mümkün değildir. Kültür devrimi siyasal bir devrimdir ve çelişkilerin çözümü siyasaldır! Kültür devrimi pratiği bilinendir ama sizlerin yorumu isabetli değil, hatalıdır. Yorum ve kavrayışınızın hatalı yanı şudur. Halk arası çelişkiler ile halkla-düşman, bizlerle-düşman arasındaki çelişkileri adeta aynılaştırıp karıştırmaktasınız. Parti içi çelişkiler, halk arası çelişkiler veya bizler arasındaki çelişkiler kapsamındadır ve bunların çözümü yalın biçimde barışçıldır, şiddet içermez. Parti içi sorun veya çelişkiler ideolojik ve örgütsel kapsamdadır, siyasi nitelikte değildir. Siyasi niteliğe bürünen çelişkiler iktidar sorunudur ve bu doğrudan bizle düşman arasındaki sorundur, dolayısıyla şiddeti ihtiva eder. Ancak siyasi muhtevaya dönüşmemiş olup, ideolojik kapsamda kalan mücadele, çelişki ve sorun şiddeti reddederek barışçıl biçimde çözülür, ele alınır. Kültür devriminde çelişki siyasidir ve Kültür devrimi siyasi bir devrimdir. Burjuva karargâhların bombalanması bir siyasi devrim niteliğinde gelişmiştir. Burada sorun siyasi iktidar sorunu olarak cereyan etmekte ve kapitalist yolcu yeni burjuvazi iktidardan alaşağı edilmiştir. Sorun veya çelişki burjuvaziyle bizler arası iktidar sorunu olarak biçimlenip siyasi mücadeleye oturmadan şiddetin kullanılması benimsenemez. Bundan önceki mücadele süreci siyasi değil, ideolojiktir. Parti içi sorun ve çelişki siyasi mücadeleye ancak siyasi iktidar şartlarında, partinin iktidarda olduğu ve bu koşullarda, yani, iktidardayken burjuvalaşması, karşı-devrimci niteliğe bürünmesi şartlarında dönüşebilir. Kültür devriminde KP iktidardadır, iktidar partisidir ve bu parti karşı-devrimci niteliğe bürünmüş kapitalist yolcu bir partidir. Bu partiden iktidarın alınması bizlerle düşman arası bir sorun olarak ve siyasi iktidar sorunu olarak bir siyasi mücadele ve siyasi devrim biçimini alır. Burada şiddetin kullanılması iktidarın kapitalist yolcu yeni burjuvaziden alınması ve bunların yıkılarak siyasi devrimle alınması sorunudur. Ancak iktidarda olmayan ve karşıdevrimci niteliğe bürünmeyen, dolayısıyla parti içi sorun olarak biçimlendiği şartlarda siyasi mücadele değil, ideolojik mücadele geçerlidir. Bunda şiddet değil, barışçıl mücadele geçerlidir.
tarih 23
01-15 EYLÜL 2017 Halkın Günlüğü
Kabına sığmayan komünist önder: Baba Erdoğan!
Proletarya partisinin şanlı tarihinde adını altın harflerle komünizm mücadelesine kazandıran önderlerden biri de Baba Erdoğan’dır. Komünist cüreti ve kabına sığmayan ihtilalci ruhu ile sadece proletarya partisi değil bir bütün devrimci hareketin saygınlığını kazanan Baba Erdoğan, düşmanın ise korkulu rüyası olarak tarihe geçiyordu. Proletarya partisi tarihi sayısız direnişler, kahramanlıklar, devrimci değerler ve ödenen ağır bedellerle yoğrulmuş ve yara bere içerisinde çelikleşerek bugünlere kadar gelmiş şanlı devrimci/komünist tarihin billurlaşmış özetidir. Bu şanlı tarihin mimarları kuşkusu ki yaşamlarını tereddütsüz olarak devrim ve komünizm mücadelesine adayarak ölümsüzleşen devrim ve komünizm savaşçılarıdır. Proletarya partisinin şanlı tarihinde adını altın harflerle komünizm mücadelesine kazandıran önderlerden biri de Baba Erdoğan’dır. Komünist cüreti ve kabına sığmayan ihtilalci ruhu ile sadece proletarya partisi değil bir bütün devrimci hareketin saygınlığını kazanan Baba Erdoğan, düşmanın ise korkulu rüyası olarak tarihe geçiyordu. Ortaokul sürecinde başlayarak gençlik mücadelesi içinde yer
alan Baba Erdoğan yoldaş kısa süre içinde mücadelede öne çıkarak birçok eylem ve görevde etkin bir şekilde yer aldı. 85 yılından itibaren artık TKP (ML)’nin profesyonel bir militanı olarak kabına sığmayan bir heyecan ve cüretle kavgada kısa sürede yetkinleşerek öne çıkar. Baba Erdoğan yoldaşın mücadelede öne çıktığı süreç aynı zamanda proletarya partisinin tartışmalarının yoğun olduğu ve ciddi ideolojik mücadelenin yürütüldüğü (3.Konferans süreci) bir dönüm noktası olmakla birlikte aynı zamanda başta 9 konferans delegesi olmak üzere ağır kayıplarında yaşandığı bir sürece denk gelir. Bu ağır süreç ve yaşanan ağır kayıplar sonucu proletarya partisi DABK-Konferans olarak bilinen 1987 ayrılık sürecini yaşar. Yaşanan ayrılıkta Baba Erdoğan yoldaş DABK kanadı saflarında kalır. Bu süreçten kısa bir süre sonra batıya geçen Baba Erdoğan yoldaş, tarihe Kandıra baskını olarak geçen ve kırık bir tabancayla düşmanı kırmızı alarma geçiren o cüretli eyleme imza atar. Kandıra baskını sonrası proletarya partisine karşı alarma geçen devlet yaptığı baskınlarla onlarca kişiyi gözaltına alarak işkencelerden geçirir. Bu baskınlarda yaşanan çatışmada proletarya partisinin önder kadrolarından Manuel Demir hunharca katledilirken Baba Erdoğan ise düşmana esir düşer. Önceleri gözaltında olduğu kabul edilmeyen Baba Erdoğan yoldaş, oluşturulan kamuoyu sonucunda gözaltında olduğu kabul edildi. Baba yoldaş işkence hanelerde ve hapishanede önderi Kaypakkaya’nın direniş geleneğini kuşanarak faşizmi yargılar. Baba yoldaş 1990 yılında Devrimci Sol önder kadrolarından İb-
rahim Erdoğan’ın da içinde bulunduğu 4 Devrimci Sol militanı ile birlikte tarihi bir firara imza atarak firar ederler. Bir an dahi olsun dur durak bilmeyen Baba yoldaş eylemler, planlar ve yeni alanlara açılımlarla proletarya partisinin hem askeri ve hem de siyasal hattını ileri bir düzeye taşır. Bu süreçte Baba yoldaş, 1990 yılında proletarya partisinin gerçekleştirdiği olağanüstü MK toplantısında SB üyeliğine ve genel sekreter yardımcılığına atanır. Hapishanedeyken planladığı ve alt yapı çalışmalarına başladığı Karadeniz bölgesine açılma politikasını bizzat önderlik ederek hayata geçiren Baba yoldaş “Bir Dersim yetmez hedef bin Dersim” şiarını kuşanarak ve tarihe not düşerek Karadeniz’i kızıllaştırır. Baba yoldaş, düşmandan silahlanma bilincini kuşanarak 16 Eylül günü Tokat’ın Almus İlçesine bağlı Gümelönü karakoluna gerilla birliği ile baskın düzenler. Bir astsubay ve askerin öldüğü bu baskında Baba yoldaş yaralanır. Yoldaşları tarafından yaralı olarak alandan çıkartılan Baba yoldaş, bir süre sonra kan kaybından yaşamını yitirerek ölümsüzleşir. Yine Eylül ayının ilk yarısında proletarya partisi saflarında devrim ve komünizm bilincini kuşanarak ölümsüzleşen; 2 Eylül direnişi şehitleri, Cuma Gül, Hasan Yıldırım, İsmail Poyraz ve Hüseyin olmak üzere, Sırma Boyoğlu, İbrahim Kara, Ali Geçgel, Munzur Geçgel, Pir Hasan Kulaç, M.Ali Günboğa, Zühre Dersim, Ahmet Şahin, Kenan İnce, Hüseyin Dişli, Ali Ekber Yıldız, Sezai Alan, Kazım Ekici, Dilek Varol, Fatma Turgut’un devrimci hatıraları önünde saygıyla eğiliyoruz.
Halkın Günlüğü
ISSN: 2587-1552 HESAP NUMARALARI Melih Demirkanlı adına TEB TR960003200000000053138964 KARDELENYAYINLARI SahibiveYazıİşleriMüdürü: MELİH DEMİRKANLI YayınTürü:15 Günlük Siyasi Gazete-Yaygın Süreli
YÖNETİMYERİ: Katip Mustafa Çelebi Mah. Tel Sokak NO:18/3Beyoğlu /İSTANBUL TEL: 0212 243 88 15
Baskı: SM. Matbaacılık Adres: Çobançeşme Mah. Sanayi Cad. Altay Sokak NO:10 A- Blok Yenibosna Bahçelievler-İST Tel ( 0212) 654 94 18
ROJANEYAGEL Meşa şoreşê bi berdêlên giran di riya xwede berdewam dike Meşa şoreş,sosyalîzim û komonîzimê bi kedeke mezin û berdêlên giranbuha riya xwe di domîne. Tekoşîna di navbera şoreş û antî şoreşêde di vê dema dîrokî û dijwar de giraniya berdêlan hêj bêhtir zedetir dibe. Desthilat û hikûmeta Erdoğan/AKP ya kevneperest ku nûnertiya birciwaziya siyasî dike bi hemî kevneşopiya xwe ku ragihandina şer dike di serî de û bi taybetî şoreşger, komonîst û tevgerên welatparêz û muxalefetên civakî bi tevahî şer daye destpêkirin. Bi hemî kevneperestî û hovîtiya xwe êrîş dike ser gelê me. Desthilat û hikûmeta Erdoğan/AKP ku mafên hikûkî yê birjwaziya xwe jî bin pê kiriye rê u rêbazên xirab û hemî rengên şerê qirêj li himber gelê me yê şoreşger û yê ku xwe bi rêxistin kiriye bi kartîne û dixwaze wan bi perçiqîne û tune bike. Desthilat û hikûmeta Erdoğan/AKP di destpêkê de bê gûman dînamîkên weke gerîlla bi rengekî stratejîk dixwaze bi perçiqîne û tune bike. Li gel êrîşên berê jî û bi taybet piştî 7 Hazîranê şerê giştî û konsepta êrîşkirina giştî bi hemû hêza xwe ya teknîkî û rêbazên qirêj xistine tevgerê û li hember hêza gerîlla êrîşeke gelemperî destpêkirye. Ev polîtîka perçiqandin û tunekirinê ya hovane ku li hember gerîlla destpêkirye bê gûman di serîde navenda Dêrsimê ye. Di van her dû salan ew êrîşên imha û tunekirinê yê ku li Dêrsimê li ser gerîlla hatine kirin nêzîkî
dused gerîlla jiyana xwe ji dest daye. Herî dawî di nav meha Tebaxê de êrîşên imha û tunekirinê yên ku hatine kirin li ser gerîllayên MKP/HKO ê 5 şervanên MKP/HKO ku di nav wande kadirên navendî jî hene bi lehengî gihiştin kerwanê nemiran. Di 1 ê Tebaxê de, şer û pevçûnên ku li Ovacikê de qewimîn 3 Şervanên Sosyalîstê gel nemir bûn ( şehîdbûn ). Hêj xwîne wan hersêkan hişk nebûbu nûçeya şe-
hadetê vê carê ji Hozatê hat. Di 18 ê Tebaxê de li gundê Kilise yê girêdayî Hozat/Dêrsimê du şervanên MKP/HKO ku di malekê de hatibûn dorpêçkirin, li hember daxwaza teslîmbûnê bi durişme (slogan) û sirûdên şoreşgerî û li gor nirxên Berxwedana şoreşgerî bersiv dan û gihiştine kerwanê nemiran. Şervan û nemirên MKP/HKO yên ku ala berxwedanê bilind kirine bi navê
Uğur Yalçın ( Fırat ) û Fırat Kasun (Şiyar ) şervanên gelin. Şervanê Sosyalîstê gel Uğur Yalçin ( Fırat) li gundê Kilise a girêdayî Hozat û Firat Kasun ( Şiyar ) li gundê Pilvenk ku girêdayî navenda Dêrsimê ye bi merasîmeke girseyî û dibin durişme (slogan) û sirûdên şoreşgerî de hatin oxirkirin û gihiştine bê dawîbûnê.