İçindekiler • TEKNOLOJİ
• ANLAMLI YAZILAR -Sürekli Öğrenme:
-Teknoloji ve Türkiye
Moso Ağacının Hikayesi
-Oyun Tanıtımı; Diablo 3
-Etkin Email Kullanımı • AÇIK BÜFE
-İzne Çıkmak İstenmiyor -Dolunay Uykuyu Bölüyor
• TURİZM • SAĞLIK
-Doğa ve Tatil -Kamp Yerleri
Yaz Hastalıkları -Kripto
• AJANDA
-Sıcak Çarpması -Klima Çarpması
-Vizyon Filmleri
-Alerjik Zatüre
-Sergiler ve Galeriler
-Dehitratasyon • BİZDEN GELENLER • SPOR
-Ömer Buğra Demir Yazıları -Ömer Buğra Demir Şiirleri
-Pilates
•
RÖPORTAJ
-Türker Dalmış Röportajı
•
MÜZİK
-Türkiye’de Elektronik Müzik; Bonmod • DVD -Slumdog Millionaire • SANAT -Tiyatro -Filiz Çimen Kimdir?
• INBOUND -Mepaş Gezisi; Nevşehir • GEYİK • ASTRONOMİ
Sıcak havalar... Hem öyle sıcak ki insanlığımızın buharlaşması an meselesi. Çoğu zaman mantığımızı bir kenara bırakıp, çölde yer altına kaçmaya çalışan canlılar gibi gölge arıyoruz. Yaz mevsiminin 3. ayındayız. Yani mevsimin sonunda ama derginin henüz başında bir yerlerde...
‘Winter is coming’ cümlesi son yıllarda kalıp halinde hayatımıza yerleşti. -Tüketici olmak bunu gerektirir ne de olsa.- Yaz mevsiminin sonlanması ile beraber bu üç ay boyunca özlemle adını andığımız kış başlayacak. Yaz aşkları biter mi bilmem ancak yaz kıyafetlerinin rafa kaldırılacağına eminim. Biz de kamp ve tatil yerlerini tanıtmak yerine size sıcak bir ortamda yapabileceklerinizi yazmaya başlayacağız ya da en azından kış aylarında üşümeden yapabileceğiniz tatilleri tanıtacağız. Bir bakıma yeni bir hazırlık dönemine hoş geldik diyebiliriz. Yaz hastalıklarını da bu ay yazdıktan sonra sanırım yaz görevimizi tamamlamış olarak devam edeceğiz dergimize. Misyonumuzu tamamen soğuklara göre güncelliyoruz arkadaşlar. Bu güncelleme içinde içinizi ısıtacak filmlerden bahsedeceğiz, dizi sezonu başlıyor üstelik. Büyük kitlelerin merakla beklediği Amerikan dizileri yeni bölümleri ile karşımıza çıkacak. Bizde kahvelerimiz ve battaniyemizle beraber yine yerlerimizi alacağız. İçlerinden sevdiğimiz, izlemenizi istediğimiz birkaç diziyi sizlere tanıtacağız belki de. Kışı anlatmakla bitiremeyip, kışın yazdan daha güzel olduğunu söyleyebilirim ama inandırıcı olmaz herhalde. Bu sebeple çok abartmadan hepinize şimdiden iyi sonbaharlar, iyi kışlar diliyorum.
Kış hazırlıklarımızı yaparken sizinde katkılarınızı her zaman bekliyoruz. Ne kadar çok odun atarsak o kadar büyük bir alev elde ederiz. İsteklerinizi, tavsiyelerinizi, paylaşmak istediklerinizi mutlaka duyurun. Konuşalım, paylaşalım.
-----------------------------------------------Editör: İlhan Polat Yazarlar: Yeşim Iğnak Koçak, Toprak Erdi Can, Tuğçe Küçükkasap, Yiğit Yeldan, Mehtap Güner, Rabia Elmas Selçuk, Ezgi Ayazoğlu, Meriç Köyük, Fatih Özler Görsel Tasarım: Osman Altın Katkıda Bulunanlar: Ömer Buğra Demir, Çağlar Arı
Yeşim Iğnak Koçak Anlamlı yazılar;
Neyse benim size anlatacağım hikâye Uzakdoğu da yetişen bir bambu türü olan Moso ağacının hikâyesi. Bu ağacın hikâyesinden çok şeyler çıkartılabilinir, birçok şeyle özdeşlenebilinir. Bu ağacın gelişmesinden, ayakta kalabilmesinden çıkartılabilecek çok öğreti var. En iyisi siz okuyun ve öğretiyi de kendiniz çıkartın; Moso dikildikten sonra, ilk beş yıllık süre içinde, en ideal şartlar altında bile gözle görülür hiçbir gelişim göstermez. Başlangıçta yaklaşık 75 cm. bir fidan olarak toprağa dikilen bu ağaç, beş yılık bir süreden sonra sihirli bir el dokunmuş gibi, birden bire günde 40-45 cm kadar büyümeye başlar. Nihayet altı hafta içinde yaklaşık 27 metrelik boyuna ulaşır. Boyu 30 metreyi de geçen Moso ağaçları nadir de olsa bulunmaktadır.
Sürekli Öğrenme: Moso Ağacının Hikâyesi
Aslında sihir değil yaşanan, Moso ağacının duruyormuş gibi yapıp birden bire hızla büyümesinin sebebi, toprağa sabırla saldığı yüzlerce metrelik köklerinden gelir.
Size bir yaşam hikâyesi anlatsam… Örneğin içinde muazzam bir yaşama tutunma mücadelesi olsa. Yıllarca hiçbir şeyi bahane etmeden kendini yetiştirse ama bunu yaparken sessiz kalabilse kimsenin kendini fark etmemesine hatta eleştirmesine aldırmadan... Diğerleri büyürken, gösterişliyken o tüm zorluklara rağmen derinlerde büyüse, sesi çıkmadan en önemlisi vazgeçmeden. Acele etmeden yavaşça, gösterişli olmanın kibrine yenilmeden…
Moso’nun beş yıllık süre içerisinde hiçbir gelişim göstermeden varlığını devam ettirmesinin temel sorunu, gelişim için gereksinim duyduğu gerekli minerali yeteri kadar sağlayabileceği toprağı bulamamasıdır. Bataklık denebilecek derece sulak topraklarda ve çok yoğun yağış alan bölgelerde yetişen Moso, akan suların beraberinde götürdüğü minerallerin eksikliğini tamamlamak üzere uzun süre sadece kök salar. Saldığı yüz metrelerce uzunluğundaki kökleri sayesinde eksikliklerini tutunduğu toprak gözüken zeminden tamamlar ve yılların kaybını dengeleyecek şekilde çok hızlı gelişir.
Hikâye kahramanımız zamanı geldiğinde de öyle bir patlama yaşar ki yanındaki tüm gösteriş yapan bütün gün kendini eleştirenler yanında bir anda sönük kalır. Çünkü o yüzeyde değil acele etmeden derinlere sağlam kök salmış ve büyümüştür.
Gerekli gelişim için geçirdiği evrimsel ve birikimsel süreç beş yılın sonunda onda bir patlama yaratır ve günlük 40-45 santimetre kadar bir büyüme gerçekleştirir, altı hafta içindeyse bu büyüme otuz metreye kadar çıkabilir.
Bu kim mi? Sürekli öğrenen egolarını bilgiye değişmiş bir insan, alt yapısı güçlü tüm krizleri ustalıkla yönetebilen bir şirket, kültürel anlamda gelişmiş yıkılmayacak bir millet ya da… Hepsi olabilir.
1
İzne Çıkmak İstenmiyor
DOLUNAY, UYKUYU BÖLÜYOR
Adecco’nun yeni araştırmasına göre çalışanların %31’i tatil yapmaları yasal bir zorunluluk olmasına rağmen izne çıkmıyor. İngiltere’de izinler üzerine yapılan araştırma, yıllık izin için milyonlarca çalışan bavullarını toplarken milyonlarcasının ise bunun yerine ofiste kaldığını ortaya çıkardı. Sürpriz bir sonuç da şöyle; katılımcıların %15’i tatilini patronun zoruyla yaptığını belirtti. Ayrıca tatile çıkanların %27’si tatile çıktığı için kendini tatil boyunca suçlu hissettiğini söyleyerek nedenini ekip arkadaşlarını zor durumda bırakmak olarak açıkladı. Katılımcıların yaklaşık yarısı olan % 48’lik bir oran ise işle ilgili durumlarda tatillerini iptal ettiklerini vurguladı. Adecco’nun Operasyon Direktörü Alex Fleming’e göre; İngiliz çalışanlar, izinlerini kullanmakta zorlanmak gibi kötü bir alışkanlık geliştirmiş gibi görünüyorlar. Fleming, bu noktada çalışanlara yıllık iznin yasal bir zorunluluk olduğunu hatırlatmak ve kişileri bunu kullanmaları için cesaretlendirmek gerektiğini aktardı.
Bilim insanları, laboratuar ortamında uyutulan 33 gönüllü denek üzerindeki çalışmaları sonucunda dolunay etkisine ilişkin birtakım verilere ulaştı. Tamamen karanlık bir odada tutulan ve araştırmanın amacından haberi olmayan 33 gönüllü, yataklarından ay ışığını görmeseler dahi dolunaydan etkilendiler.
Ay daire şeklini aldığında, gönüllülerin uykuya dalmaları daha uzun sürdü. Vücudun biyolojik saatini koruyan ve ritmini arttıran melatonin hormonunun da gönüllülerde dolunay sırasında oldukça düşük olduğu tespit edildi. Karanlık ortamda daha fazla melatonin salgılanırken, aydınlık ortamda melatonin hormonu daha az salgılanıyor. İsviçre’deki Basel Üniversitesi’nde araştırmayı yürüten ekip üyeleri “Ay’ın etkisinin” parlaklığı ile alakalı olmadığını düşünüyor. www.bbc.co.uk
2
Etkin E-Mail Kullanımı 3) Açık ve anlaşılır, net ifadeler kullanın. Kısa ve öz olan e-postalar çok daha iyi ve etkilidir. Kimse karmaşık yazıları çözmek için zaman kaybetmek istemez. Gereksiz ifade ve sözcüklerden kaçınarak, konunuz ne ise direkt konuya odaklanın, konuyu gereksiz yere dağıtmayın. Dağınık cümleler ve gereksiz kurduğunuz kelimeler, asıl dikkat çekmek istediğiniz noktadan uzaklaştırır.
Artık iş hayatında kişilerin birbiri ile konuşmak yerine ağırlıklı olarak E-mail ile iletişim kurması yoğunlaştı. Hatta aynı ofis içerisinde yan yana çalışanlar dahi abartısız birbirlerine e-mail atar durumdalar. Yüz yüze iletişim kurmak her zaman çok daha iyidir. Eğer yüz yüze görüşme şansı varsa bu şekilde iletişim kurmak her zaman çok daha etkilidir. Yazılı iletişimde kişilerin birbirini yanlış anlama ihtimali daha yüksek olacağı gibi, o anki duygu ve düşüncelerini ölçme ve algılamaları da imkânsızdır. Telefonla iletişimde yazılı iletişime göre daha iyi orada da kişinin ses tonundan duygu ve düşüncelerini anlayabilirsiniz. Fakat e –mail atılacaksa, onunda bazı kural ve incelikleri var ki bunlardan bahsedeceğim:
4) E-Mail atma sebebiniz bir dosya paylaşımı ise; mutlaka bir iki satır bir şeyler yazın. Merhabalar, … Dosya eklidir. İyi Çalışmalar gibi.
5) E-Maillere hızlı cevap verin. İletileri Gelen Kutusu’nda cevapsız öylece bırakmayın. Gönderen kişiye mutlaka geri dönüş yapın, eğer hemen yanıt verecek durumda değilseniz, daha sonra dönüş yapacağınızı mutlaka bildirin.
1) E-Posta yazmaya mutlaka bir selamlaşma ile başlayın, Günaydın, Merhaba gibi. İçeriği yazdıktan sonra da mutlaka yine iyi dileklerle e-postanızı noktalayın, İyi Çalışmalar gibi. E-posta işlemi ne kadar elektronik bir işlemde olsa karşımızdaki bir insan ve mutlaka bu tarz iyi dilek içeren kelimeleri bekleyecek ve yumuşak bir başlangıç olacaktır.
6) Noktalama işaretlerini peş peşe kullanmayın. Cümlelerin sonuna, ???? ya da !!!! Gibi noktalama işaretlerinin ardı ardına konularak oluşturulan e-postalarda, alıcı oluşturan kişinin kızgın veya bağırarak konuştuğunu düşünebileceği gibi ciddiyetsiz olarak da algılayabilir. Noktalama kurallarına uyarak yazın.
2) E-Posta oluştururken, mutlaka konu satırını kullanın. Örnek1: Bilgi: 43 no.lu Gömlek siparişi Örnek.2 Onay: Depoya klima satın alınması E-posta alıcınızın acelesi ya da iş yoğunluğu olabilir konuya bakarak, o an okuyup okumamaya karar verebilir. E-Postanızın herhangi bir aciliyeti yoksa sonra okunması önce ve acelelikle okunmasından daha iyi sonuçlar verebilir. Hatta acil cevap beklediğiniz durumlar için e-postadaki Önemli işaretlemesini de kullanabilirsiniz. Yalnız her e-mailinize önemli işaretini koyup, abartılı davranmak karşınızdaki kişiyi zamanla sıkar ve en önemli maillerinize de gereken önem verilmeyebilinir.
7) Cümleyi büyük harfler kullanarak yazmayın. Sadece büyük harf kullanarak yaptığınız konuşmalar sizin BAĞIRDIĞINIZ-HAKARET ettiğiniz anlamına gelmektedir. Bu nedenle normal olarak yazmanız tavsiye edilir. Eğer bazı konuların üzerinde durmak istiyorsanız, bunu cümle içinde ya da altını çizmek sureti ile yazabilirsiniz.
3
8) Eğer maili şirket dışından bir yere gönderecekseniz mutlaka imza kısmını kullanın. Adınız Soyadınız, Şirket Adı ve iletişim bilgileriniz mutlaka olsun. Ayrıca unutmayın imzalı bir e-posta günümüzde gönderilecek en etkin bir tanıtım aracıdır. Şirketlerde e-posta imzasının standart hale getirilmesi, şirketin standart değerlere sahip olduğunu, disiplinli hareket ettiğini gösterir. İmza kısmında varsa şirketin sloganı olabilir bunun dışındaki gereksiz özlü sözler ve resimlerden kaçınınız.
12) Mailiniz kimi ilgilendiriyorsa o kişiye, gerçekten başka bilgilendirme yapılması gereken kişi varsa da o kişiye “cc” yapınız. Unutmayın gerekli/ gereksiz herkese mail atmanız “cc” ye koymanız, çok iş yaptığınızı göstermeye çalışmanız sizi diğerlerinin gözünde çalışkan yapmayacak, bir süre sonra önemli de olsa yazdığınız hiçbir şeyin önemsenmemesine neden olduğu gibi, mailinizdeki asıl muhatap kişileri de kızdırabilecektir. 13) Göndermeden önce, sesli bir şekilde okuyun. Anlatmak istediğiniz her şeyi tam olarak yazdığınızı düşündüğünüz anda, gönder tuşuna basmadan önce e-postayı sesli olarak okumanız, kendinizi alıcının yerine koymanızı sağlayacağı gibi size yazdıklarınızı tekrar düzeltme şansı verecektir. Unutmayın, düşünceniz yazılı olarak ifade edilmişse, geri almak zordur. Ayrıca asla unutulmamalıdır ki, alıcının bir yazıcısı ve ilet tuşu vardır. Tüm şirketi ya da daha ötesini gezebilecek şeyleri asla yazmayın.
9) Kızgınken asla yazmayın. Belki en sık önerilen fakat çiğnenen etik kurallarından biridir bu. Bir kişiye kızgınlıkla yazdığınız ağır şeylerin geri alınamayacağını unutmayın ve yazdıklarınızın karşınıza bir gün mutlaka çıkacağını bilin. Bir tavsiye: Eğer o an anlatmak veya yazmak sizin için bir rahatlama olacaksa da; kızgınken bir Word dosyasına yazın ertesi gün okuyun, hak vereceksiniz. 10) Herkes teknolojiyi sizin kadar takip etmiyor olabilir, bu nedenle çok fazla simge kullanmayın. İletilerde, gülümsemeleri kullanmak bugünlerde duyguları anlatmanın sıkça kullanılan bir yolu oldu. Fakat sizin şaka veya şirinlik maksadı ile yapmış olduğunuz o gülümseme işaretini, karşınızdaki alaycı bir ifade olarak niteleyebilir. Sonuçta yazılı ve kalıcı bir iletişim halindesiniz. Bu tür ifadeler kullanarak, istemeden insanları kırabilir, yazılı iletişim şekli olduğundan o an fark etmeyerek belki de çok sonra farkına varabilirsiniz. 11) Kısaltılmış terimler, jargon kelimeler, ya da yabancı dilde kelimeler kullanmayın. Mailiniz Türkçe ise, tamamen Türkçe olsun. Yarı Türkçe yarı başka dildeki kelimeler yazmak sizi, karşınızdaki kişinin gözünde sizi “dil bilen”, “bilgili” konumuna değil “ukala” konumuna düşürür. Kısaltılmış terimler de karşınızdaki tarafından anlaşılmayabilinir.
4
Toprak Erdi Can Sağlık;
YAZ HASTALIKLARI
KRİPTO
En önemlisi ishal
Aslında tam ismi “kriptosporidium” ama kısaca ‘kripto’ deniyor.
Hastalığın en önemli belirtileri ishal, ateş, karın ağrısı, mide krampları, bulantı ve kusma.
Yaz günleri de kriptoların en çok hastalık yaptığı mevsim çünkü bu parazit insanlara kirlenmiş sulardan ve yiyeceklerden bulaşıyor.
Hastayı en çok rahatsız eden ve hâlsiz-bitkin düşüren şey genellikle 1-2 hafta devam eden ishal. Bu, su kaybına karşı daha hassas olan bebeklerde, yaşlılarda, böbrek ve kalp hastalarında, idrar söktürücü ilaç kullananlarda çok tehlikeli sonuçlara yol açabiliyor.
Hasta kişilerin dışkısıyla kirlenmiş suların içilmesi, yiyeceklerin yenmesi veya kirli sulara girilmesi, yüzülmesi bulaşma için yeterli oluyor. Özellikle de genel kullanıma açık havuzlar, su parkları bu bakımdan en önemli bulaşma kaynakları.
Hastalık bağışıklık sisteminde sorunları olan kişilerde, meselâ kanser tedavisi görenlerde, kortizon kullananlarda ölümcül de olabiliyor.
Parazitlerin suda uzun süre canlı kalabilmeleri, dezenfeksiyona dirençli olmaları ve parazitin hasta kişi iyileştikten haftalar sonra da dışkı ile atılmaya devam etmesi hastalığın bulaşıcılığını artırıyor.
Sıcak Çarpması Sıcak havaların sebep olduğu en ağır ve ölüm riski en yüksek tablo sıcak çarpmasıdır.
Bu parazite dünyanın her yerinde rastlanmakla beraber, sebep olduğu bağırsak enfeksiyonu temizlik kurallarına tam uyulmayan gelişmekte olan ülkelerde daha fazla görülüyor.
Sıcak çarpması, hava sıcaklığının 32˚ derecenin, nispi nemin yüzde 60’ın üzerine çıktığı durumlarda görülmeye başlar.
Parazit, içme ve kaynak suları, göl, havuz ve su parkları gibi su bulunan çok değişik ortamlarda bulunabiliyor.
Yaşlılarda, damar sertliği ve kalp yetersizliği olanlarda, şeker hastalarında, alkoliklerde ve idrar söktürücü ilaç kullananlarda daha sık rastlanır.
Ülkemizde de özellikle küçük çocuklardaki ishallerin etkenlerinden biri.
Sıcak çarpması, organizmanın henüz sıcaklara uyum sağlayamadığı, sıcak dalgasının ilk günlerinde daha fazla görülür ve daha tehlikelidir.
İzmir’ de akut ishali olan 118 çocuk üzerinde yapılan bir araştırmada, hastaların yüzde 15’ e yakınında bu parazitin sorumlu etken olarak belirlenmesi, kriptosporidiumun Türkiye için de önemli bir hastalık etkeni olduğunu gösteriyor.
Sıcak çarpması, vücudumuzdaki ısı düzenleyen sistemin, organizmanın yeterli ısı kaybını sağlayamaması sonucu vücut ısısının 41 derece üzerine çıkması ile gelişir.
5
Kalp, beyin, böbrek, karaciğer gibi hayati organların fonksiyonları bozulabilir.
Boynunuz tutulabilir, başınızı çeviremezsiniz; nefes alırken göğsünüzde bıçak batar gibi ağrılarınız olabilir. Havanın doğrudan vücudunuza gelmemesi için klimaların ayarlanabilen kanatçıklarından yararlanabilirsiniz.
Sıcak çarpması yaşlılarda, damar setliği, kalp yetersizliği, şeker hastalığı olanlarda ve alkoliklerde daha sık görülür.
Klimayı çok düşük değerlere ayarlamak sağlık için doğru değil. İdeali, ısının 23-24 derece arasında, nispi nemin de %40-50 arasında olacak şekilde ayarlanmasıdır.
Sıcak dalgaları boyunca, kalp krizi ve kalp yetersizliğine bağlı ölümlerde büyük artışlar olur. İdrar söktürücü, kalp ve tansiyon ilaçları ve bazı sinir ilaçlarını kullananlar da artmış risk altındadır.
Klima Ateşi
Sıcak çarpması, öncü bir belirti olmaksızın birdenbire başlar. Bilinç kaybı erken bir işaret olabilir.
Klimaların ve diğer merkezi havalandırma sistemlerinin neden olduğu önemli rahatsızlıklardan biri tıp dilinde humidifier fever Türkçe’ de klima ateşi ismiyle bilinen hastalıktır.
Baş ağrısı, baş dönmesi, baygınlık, karın ağrıları görülebilir. Ateş yüksekliği ve bitkinlik çok tipiktir.
Klima ateşine, air condition sistemlerinden başka, evlerde kullanılan ve halkımızın kısaca ‘soğuk buhar’ diye bildikleri nem yapıcı aletler ile akciğer hastalarına solunum yoluyla ilaç vermeye yarayan nebülizatör denilen aletler de neden olabilirler.
Makattan ölçülen vücut ısısı 41 derece üzerindedir ve vücut iç ısısı 44 dereceyi geçebilir. Deri sıcak, kuru ve kızarmıştır. Nabız hızlı, solunum zayıf ve yüzeyel’dir. Kaslar gevşer, refleksler azalır.
Hastalık, bu tür aletlerin su haznelerinde üreyen çeşitli bakteri ve mantarların veya bunlara ait çeşitli toksinlerin, özellikle de endotoksinlerin solunum havasına karışması sonucu ortaya çıkmaktadır.
Tansiyon genellikle düşüktür. Tablonun ağırlığına göre, uyku halinden derin komaya kadar giden farklı derecelerdeki belirtiler vardır.
Klima ateşi, gerçek bir enfeksiyon hastalığı olmayıp vücudumuzun çeşitli bakterilere karşı gösterdiği bir tür aşırı duyarlılıktan kaynaklanan bir tablodur.
Sıcak çarpmasının efora bağlı olan bir türü de vardır. Bu işçilerde, çiftçilerde, askerlerde, sporcularda, kazan dairesi ve dökümhane çalışanlarında görülür.
Hastalık, mikroplarla kirlenmiş aircondition veya nemlendirme sistemlerine maruz kalındıktan birkaç saat sonra ateşli bir hastalık gibi başlar. Belirtilerin ortaya çıkması nadiren 12 saati de bulabilir.
Klasik sıcak çarpmasından en önemli farkı bu hastaların terleyebilmeleridir. Bundan dolayı da, vücut iç ısısı çok yüksek olmasına rağmen deri aldatıcı olarak soğuktur.
Şikâyetler genellikle hafta başında veya tatil veya dönüş günlerinde görülür. Bir süre kullanılmayan klimaların ilk çalıştığı günlerde de belirtiler daha fazladır.
Bu grupta, böbrek yetersizliği, yaygın damar içi pıhtılaşma ve kas hasarı bulguları daha sık ve ağırdır.
Klima Çapması
Hastalarda ateş, titreme, kas ve eklem ağrıları, yorgunluk, hâlsizlik, bitkinlik gibi daha çok gribi hatırlatan şikâyetler vardır.
Herkes sıcaktan bunalırken, terlerken, oflayıp puflarken serin bir ortamda çalışmak, yaşamak elbette çok iyi de, klimaların bazı rahatsızlıklara yol açabileceğini de bilmek lazım.
İş yerine geldikten birkaç saat sonra başlayan belirtiler akşama doğru şiddetlenir ve gece eve döndükten sonra da devam ederse de, hastaların çoğu 24-48 saat içinde tamamen düzelirler.
Klimanın üflediği serin havanın karşısında durmak pek doğru değil; hele de dışarıdan terlemiş olarak gelmişseniz. Terin üzerinizde aniden soğuması ‘klima çarpmasına’ sebep olabilir.
6
Bazı hastalarda nadiren şiddeti çok fazla olmayan öksürük, nefes darlığı ve çarpıntı gibi yakınmalar da olabilir.
Kronik formda ise akciğerlerde bağ dokusunun artmış olduğu saptanır. Solunum fonksiyon testlerinde akciğer hacimleri azalmış olarak bulunur, kanda oksijen basıncı da düşüktür.
Klima ateşi, bu belirtileri ile soğuk algınlığı, grip, bronşit ve zatürree gibi solunum yolları enfeksiyonları ile karıştırılabilir. Zatürree ile aralarındaki en önemli fark, klima ateşi olan hastaların akciğer röntgenlerinin normal olmasıdır.
Kesin teşhis için, hastaların kanlarında allerjenlere karşı oluşmuş olan özel antikorların saptanması ve bronkoskopi ile akciğer dokusundan biyopsi alınması gerekir.
Klima ateşi, hastanın klima bulunan ortamdan uzaklaştırılması ile düzelir. Antibiyotik veya başka bir ilaç tedavisi gerekli değildir.
Hasta kişinin allerjenle temasının kesilmesi sağlanmalıdır. Şiddetli belirtileri ve solunum sıkıntısı olan hastalara oksijen ve kortizon tedavisi uygulanır.
Alerjik zatürre
Vücudunuz Susuz Kalmasın
Klimaların sebep olduğu alerjik zatürre çocuklarda da görülebilirse de, daha çok 50 yaşın üzerinde olanlarda ve diğer akciğer hastalıklarının aksine sigara içmeyenlerde daha çok saptanır.
Senenin en sıcak ve nemli günlerini yaşıyoruz. Küçük çocuklar, yaşlılar, kalp, böbrek, akciğer ve şeker hastalığı olanların sağlıkları ciddi tehdit altında.
Tıp dilinde ventilasyon pnömonitisi olarak isimlendirilen alerjik zatürreye, air-condition sistemlerinin nemlendirme bölümünde üreyen ve küf mantarları ve bazı bakteriler neden olmaktadır.
Vücudumuzun dış ortam ısısının yükselmesine karşı en önemli savunma araçları, “derideki damarların genişlemesi” ve “terleme ile sıvı kaybedilmesidir“. Terleme devam ettiği sürece ve yeterince su ve tuz almak şartıyla çok yüksek ısılara tahammül etmek mümkündür.
Alerjik zatürreenin, ani(akut) ya da sinsi(kronik) başlayan olmak üzere iki türü vardır. Akut alerjik zatürre, içinde küf mantarları bulunan havanın solunmasından 4-6 saat sonra ateş, baş, kas ağrıları ve halsizlik ile gribal bir enfeksiyon gibi başlar.
Hava sıcaklığı ile beraber havadaki nem de artarsa “sıcak endeksi” yani “hissedilen sıcaklık” da artar. Sağlığımız bakımından asıl önemli olan da budur. Hava sıcaklığı 30 derece iken havadaki nemin miktarına göre hissedilen sıcaklık 35 dereceye hatta daha büyük değerlere erişebilir.
Daha sonra öksürük, balgam, nefes darlığı, göğüste sıkışma hissi gibi akciğerlere ait belirtiler ortaya çıkar. Ateş yüksekliği ile beraber, kalp hızı ve solunum sayısı da artmıştır.
Dış ortam ısısı yükseldiğinde derideki damarların genişler ve kan vücut yüzeyine yönelir. Beyin, kalp ve diğer iç organlara giden kan miktarı azalır.
Kronik alerjik zatürre, sinsi olarak yavaş,yavaş gelişir.
Sıcaklık ile beraber nem de yüksek ise terleme ile sıvı kaybı etkisini kaybeder; çünkü hava su buharına doymuş olduğu için terin vücut yüzeyinden buharlaşması mümkün olmaz.
Tipik belirtileri, ilerleyici özellik gösteren nefes darlığı, yorgunluk ve kilo kaybıdır. Bazı hastalarda öksürük olabilir, ama ateş, baş ve kas ağrıları gibi belirtilere rastlanmaz.
İnsanlar bunu “vücudum yapış yapış oldu” sözleriyle ifade ederler.
Akut dönemde, akciğer röntgeninde tipik bulgular vardır.
7
Deride damarların genişlemesi ve terleme ile yeterli ısı kaybı sağlanamıyorsa vücut iç ısısı yükselmeye başlar. Bu da metabolizmanın hızlanması ve daha çok oksijen ihtiyacını doğurur. Böyle dönemlerde kalp krizi, yüksek veya düşük tansiyon, böbrek ve solunum yetersizlikleri, sıcak çarpması gibi sebeplere bağlı ölümlerde artış olur. Vücutları su kaybına daha hassas olan bebek, ileri yaşlılar ile idrar söktürücü ilaç kullananlar, ciddi kalp, akciğer, böbrek ve şeker hastalarının zarar görme ihtimalleri daha yüksektir.
Bebekler, küçük çocuklar dehidratasyona daha duyarlıdırlar, çünkü vücutlarının daha büyük bir bölümü su ihtiva eder, metabolizmaları daha hızlıdır, terleme kapasiteleri daha düşüktür, böbrekleri de erişkinlerinki kadar su tutamaz. Tansiyon düşmeye başlarsa tehlike var Vücudumuzun susuz kalmasının ilk belirtilerinden biri kan basıncımızın, yani tansiyonumuzun düşmeye başlaması ve kalp atışlarının hızlanmasıdır. Bu düşüşü, özellikle yatar durumdan birden ayağa kalktığımızda daha belirgin hissederiz, başımız döner, gözümüz karar, gözümüzün önü pul pul olur. Deri kurudur ve elastikliği azalmıştır. Meselâ, derimizi elimizin üst kısmından çimdikleyip bıraktığımızda normalde hemen eski durumuna döner, ama dehidratasyon durumu varsa derinin eski durumunu alması hayli zaman alır.
Dehidratasyon Bu sıcak günlerde en sık rastlanan sağlık problemi bizim tıp dilinde ‘dehidratasyon’ ismini verdiğimiz bir tablo, yani “vücudumuzun susuz kalmasıdır”. Dehidratasyonun başlıca iki sebebi vardır. Birincisi, vücuttan fazla sıvı kaybedilmesidir. Kusma ve ishaller, fazla idrara çıkma, aşırı terleme ve yüksek ateş gibi.
Şu belirtilere dikkat: Ağzın ve dudakların kuruması, tükürüğün azalması ve daha yapışkan olmaya başlaması Bebeklerde bıngıldakların içeriye doğru çökmesi, İdrar miktarının azalmaya ve idrar renginin koyulaşmaya başlaması derinin kuruması ve terlemenin ortadan kalkması susama hissi, halsizlik, bitkinlik, iştahsızlık, uyku hali, baş ağrısı, baş dönmesi, çarpıntı, karın ağrısı, dehidratasyonun dercesine göre uyku halinden komaya kadar giden bilinç değişiklikleri.
İkincisi ise bulantı, iştahsızlık gibi sebeplerle yeteri kadar sıvı alınamamasıdır. Yeteri kadar sıvı alınmadığı takdirde sıcak havada yapılan ağır egzersiz ve sporlar da dehidratasyona yol açabilir. Kısa zamanda kilo vermek amacıyla özellikle halterci, güreşçi gibi bazı sporcuların saunaya girerek, idrar söktürücü veya bağırsakları çalıştırıcı ilaç alarak vücutlarından aşırı su kaybı yaratmaları da dehidratasyona yol açabilir. Normal bir erişkin, terleme ile nefes alıp verme ile idrar ve dışkı ile günde ortalama olarak 2,5 litre sıvı kaybeder.
Dehidratasyona karşı tedbirler Sıvı kaybını azaltmak için, çok gerekli değilse sokağa çıkmayın (özellikle saat 11-16 arası); açık renk, bol, pamuklu kıyafetler giyin; güneş altında efordan kaçının; bol su, ayran veya soda için; meyve, sebze ve salata yiyin; alkol kullanmayın ve fazla kahve ve çaydan da uzak durun.
Bu sıvılar ile vücudun sıvı dengesini düzenleyen sodyum, potasyum ve kalsiyum gibi elektrolitler de yitirilir. Yediğimiz içtiğimiz besinlerle ve içeceklerle kaybettiğimiz sıvı ve elektrolitleri yerine koyarız ve her hangi bir sağlık problemi ortaya çıkmaz. Bebekler susuzluğa daha hassas Dehidratasyonun hafif, orta ve ağır olmak üzere dereceleri var. Vücut ağırlığının %1-2’ sinin kaybedilmesi hafif dehidratasyona yol açarken, bunun %10-15’i bulması ağır dehidratasyona yol açar. Ağır dehidratasyonun ölüme kadar giden önemli bir sağlık problemi olduğunu hemen hatırlatmak isterim.
8
Toprak Erdi Can Spor;
Sıkılaşmak İçin Pilates
Pilates tekniğin’e ismini veren Joseph Plates, 1880’de Düsseldorf’ta dünyaya geldi. Astım ve romatizmayla boğuşan ve çelimsiz bir çocuk olan Pilates, genç yaşta kayak ve jimnastikle ilgilenerek vücudunu geliştirdi. 1912’de İngiltere’de sirk cambazı, boksör ve dedektiflere kendini koruma dersleri veren Pilates, Birinci Dünya Savaşı döneminde düşman ilan edilerek Lancaster bölgesinde kampa alındı.
Pilates egzersizlerinin amacı; karın ve sırt bölgelerini eşit oranda güçlendirip, vücudumuzun üst kısmında sağlam bir iskelet oluşturmaktır. Pilates’e göre vücut merkezi, derindeki kaslarla bel kemiğine en yakın kaslardan oluşur. Klasik egzersizlerde zayıf kaslar zayıflama, güçlü kaslar güçlenme eğilimindedir. Bu da dengesiz adale yapısına, kronik bel ağrısı ve sakatlıklara yol açabilir. Pilates’te kas yapısı bir bütün haline getirilir. Kilo vermeseniz de ince görünürsünüz. Sakatlanmaları zorlaşır. Dayanıklılık artar, metabolizma hızlanır.
Kampta hastabakıcılık yapan ve burada kendi tekniğini geliştiren Pilates, burada askerlere tekniğini öğretti. İngiltere’de 1918’de pek çok kişinin ölümüne neden olan grip salgınından Pilates’in kampındakiler etkilenmeyince uyguladığı teknik ön plana çıktı. Savaştan sonra Almanya’da metodunu geliştirmeye devam eden ve şehir polislerine öğreten Plates, 1926’da ABD’ye göç etti ve stüdyosunu açtı. Graham, Balanchine gibi ünlü dansçıların da öğrencileri arasında yer aldığı Pilates’in yöntemi giderek yaygınlaştı.
Her 10 kişiden 8′i, yaşamının bir döneminde, iskelet ve kas sistemi sorununun etkisi altında kalıyor. Omurganın düzgün kullanılmadığı, vücut dengesinin bozuk olduğu oturuş şekilleri, duruş bozuklukları, yanlış oturuş pozisyonlarında uzun süre kalınması ve tekrarlanan hareketler; kaslarda gerilme, yorgunluk ve stres giderek ağrılı kas spazmlarına yol açıyor. Sonucunda kişilerde sırt ve boyun ağrıları şikayetleri ortaya çıkıyor.
Altı Pilates Prensibi
21. yüzyılda hala gözde olan pilates, Madonna, Hugh Grant, Britney Spears, Julia Roberts gibi ünlüler tarafından benimsendi. Güçlü bir vücut yaratmayı hedefleyen Pilates, 30-40 temel hareketle tüm vücut için kondisyon sağlıyor.
Konsantrasyon: Pilates yaparken hareketlere yoğunlaşmak bedenin uyum içinde nasıl çalıştığına ve hangi kasları kullanıp ve hangilerinin kullanılmadığına dikkat etmek gerekmektedir.
Joseph Pilates’in “kontroloji” adını verdiği metodu, zihin ve beden bütünlüğü öngören denge nefes ve hareket sistemlerinin bir sentezidir. Eklem ve kemikleri hayat boyu korumak için kas güçlendiren, esneten ve özellikle içsel karın kaslarının kuvvetlendirilmesi esasına dayanan bir sistemdir.
Kontrol: Pilates metodunda kontrol için bedenin iyi dinlenmesi ve hareketlerin gösterildiği şekilde uygulanması olası sakatlıkların önlenmesi gerekir. Merkezleme: Pilates metodun’da doğru hareket göbek, bel, ve kalça çevresidir. iç organları ve omurgayı yerinde tutan kas sistemlerini içerir. Merkezleme esnemeyi ve uzamayı sağlar.
Joseph Pilates, egzersizlerini şöyle tanımlamıştır: “Sadece üç derste farkı hissedecek, on derste farkı görecek ve 20 derste tamamen farklı bir vücuda sahip olacaksınız. 30 seans sonunda tamamen yenilenmiş bir vücuda, özellikle de sağlıklı, sıkı karın ve sırt kaslarına sahip olacaksınız.”
Akıcı Hareket: Hareket acele edilmeden her noktadan tek, tek geçerek ama aynı zamanda hiç duraksamayarak yapılmalıdır. Kesinlik: Hareket belirsizce değil tam yapılmalıdır. Hareketler birbiri ile koordineli olmalıdır. Nefes: Nefes alıp verme panik olmadan sırtın arkasına ve altına derin nefes alıp bütün nefesi tamayıyla dışarı üflemek yoluyla olmalıdır. Böylece yapılan nefes verme hareketinde kanımızı tamamen temizlemiş oluruz.
9
Pilates, Doğu ve Batı felsefelerini barındıran yoga, dans, dayanıklılık-kuvvet antrenmanlarından ve jimnastikten parçalar taşıyan bir metottur. Joseph Pilates tarafından 1920 yılında zihni ve vücudu ilişkilendirmek, çalıştırmak amacıyla geliştirilmiştir.
Konsantrasyon gücünü arttırır.
500’e yakın kontrollü hareketler içeren egzersiz yöntemi dayanıklılık, esneklik ve kas gelişimi ile vücudun hareket kabiliyeti ve vücut duruşu (posture) geliştirilmektedir.
Devamlılık şart
Atletik performansı arttırır. Kendine güveni geliştirir.
Pilatesin en önemli özelliği, tüm vücudu esneterek omurların arasını açması. Böylelikle vücutta zamanla meydana gelen yığılmaları yok ediyor ve boyu uzatıyor.
Pilates’in diğer egzersizlerden farkı yöntemi ve uygulama biçimidir. Pilates, zihni vücut hareketlerine, karın-sırt bölgesini geliştirmeye, vücut koordinasyonu kazanmaya odaklamaktadır.
Haftada en az iki kez Pilates yapan bir kişinin boyu, 3 haftada 2 santimetre uzuyor. Omurganız ne kadar açılabiliyorsa o kadar uzayabiliyorsunuz. Formunuzu korumak ve tekrar yığılmayı engellemek için bu spora devam etmek gerekiyor.
Pilates’te tüm vücut çalıştırılmaktadır. Karın-sırt (core) bölgesini çalıştıran, omurganın dayanıklılığını arttırmaya ve eklemlerin hareket kabiliyetini geliştirmeye yönelik hareket zincirlerinden oluşur.
Ünlülerin sporu Ataman, hiçbir tehlikesi olmayan Pilates’i, vücut gelişimini tamamlamış 16 yaşından büyük herkesin yapabileceğini söylüyor. Amerika’da yaşadığı dönemlerde Hillary Clinton ve Andre Agassi’ye de ders verdiğini belirtiyor. Bu sporu yapanlar arasında Madonna, Jeniffer Lopez gibi ünlüler de bulunuyor.
Özetlemek gerekirse Pilates core bölgesini geliştiren, kasların dayanıklılığını arttıran, vücut duruşunu düzelten mükemmel egzersizleri içerir.
Kimler Yapabilir? Pilates egzersizleri her yaştan insanın rahatlıkla uygulayabileceği bir egzersiz sistemdir. Ayrıca Pilates egzersizleri engelli bireyler adapte edilebilir böylece fiziksel ve zihinsel rahatlama, uyum ve vücut farkındalığı sağlanabilir. Dansçılar ve sanatçılar tarafından özellikle tercih edilmektedir çünkü kas gelişimini sağlarken kasları kalınlaştırmadan sıkı bir görüntü sağlamaktadır.
Nereden nereye?
Ayrıca Pilates duruş bozukluklarının tedavisinde, esneklik kazanmada ve denge gelişiminde, sakatlık rehabilitasyonun’da etkili olarak kullanılabilmektedir. Hamile kadınlarda konsantrasyon ve nefes çalışmalarından programlı olarak yararlanabilirler.
Bu spora adını veren ve 1900’lerin başında doğan Alman Josep Pilates’in, çocukluğunda geçirmediği hastalık kalmamış. Bu nedenle vücudunu güçlendirecek, direncini arttıracak her sporu yapmış. Pilates, savaş sırasında hapse girmiş. Aynı dönemde bir çok insanın hayatına malolan ‘influenza’ salgını çıkınca, zayıf kalan arkadaşlarına yardım için kendince bir spor yöntemi geliştirmiş. Savaştan sonra ABD’ye yerleşen Pilates, bu yöntemi yeni dünyaya tanıtmış. İlk etapta bu sporla ilgilenenler, daha çok balerin ve mankenler olmuş.
Özetle Faydaları Sıkı ve kuvvetli karın kasları sağlar. Kuvvetli ve esnek kaslar oluşturur. Vücut duruşunu destekler. Kas kontrolünü sağlar. Dolaşım sistemini etkileyerek rahatlamayı sağlar. Fiziksel uygunluk düzeyini arttırır. Sakatlanma riskini azaltır.
10
Mehtap Güner & Meriç Köyük Röportaj;
Türker Dalmış Röportajı Net Call Center Operasyon Müdürü Bizlerle...
Türker Bey sizi tanıyabilir miyiz? Gazi Üniversitesi Elektronik öğretmenliği mezunuyum ve Atılım Üniversitesinde yüksek lisansımı tamamladım. Üniversite hayatımda da iş hayatımda da başarılıydım. Atılım üniversitesinde onur öğrencisi olarak mezun oldum. Yaşımı gizliyorum ama aşağıda ki arkadaşlarla aşağı yukarı aynı yaşlardayım. Evli ve bir çocuk babasıyım. 2004-2005 yılında çağrı merkezi sektörüne dönemsel olarak başladım. Dönemsel çalışırken insanlarla ilişkiler olduğu için kendi işimi bulduğumu gördüm.2005 yılı itibariyle bu sektörde çalışıyorum. O dönemde Türk Telekom Siemens Business Services ve TTnet 444 0 375 ilk alo diyen agentlarındanım. Türk Telekom da çalışırken ilk dört ayda üstün performans başarı ödülü aldım daha sonra farklı birimlerde çalıştım, çalıştığım birimlerde de başarılı oldum. On yıllık bir iş tecrübesine sahibim, bana göre kısa ama. Kendimi başarılı ve hırslı bir personel olarak tanımlıyorum. Netcc ‘de çalışırken yüksek lisansımı tamamladım. Netcc’ de çalışırken evlendim. O yüzden Netcc bana hem kariyer, hem özel hayatımda şans getirdi. Umarım uzun zamanda hep birlikte devam ederiz.
Çalışma hayatınızdan ve iş tecrübelerinizden bahsede bilir misiniz? 2004-2005 yılında başladım. Hem outbound(satış) , hem ınbound bölümlerinde görevlendirildim. 16 ay çağrı aldım. 7/24 çalışan bir birimdeydim o yüzden MHY arkadaşlarımı çok iyi anlıyorum ve her zaman da dile getiririm. 16 ay sonrasında eğitim uzmanı oldum. Türk Hava Yolları, 188, RTÜRK gibi projelerde startup eğitimlerde görevlendirildim. Türk Telekom’un tahsilât, ödenmemiş tahsilât işleriyle ilgili operasyonu yönetim. Operasyon kısmında olmak istediğim için operasyona geçtim. 5 yıldır da operasyon tarafındayım spot kadroda görev yapmaktayım. Medaş projesini kurduk, İstanbul lokasyonuna devam eden projelerimizi kaydırdık ve Kredi kayıt bürosu ınbound projesini, Acıbadem başlattık. Şuanda da Türk Telekom, TBB, Medaş, Kredi kayıt projeleriyle devam ediyoruz. Kariyerlerimi tırnaklarımla kazıyarak şuan ki konumuma geldim.
11
İlk iş görüşmenizi hatırlıyor musunuz nasıl geçmişti?
Son dönemlerde çağrı merkezi sektörü el üzerinde tutuluyor, sizin bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Üniversiteden mezun olduktan sonra ilk görüşmem Türk Telekom Siemens Business Services. Heyecanlanmıştım önce sözlü daha sonra teknik mülakata girmiştim. Teknik bir projede ınbound çalışacaktım. O zamana kadar kâğıt üzerinde evet başarılıyım ama bide bunu faaliyete dökme konusunda korkum, heyecanım ve stresim vardı. O zaman sınav vardı sınav sonuçları açıklandığımda başarılı olduğumu öğrendim ve doğru yolda ilerlediğimi anladım.
Tam rakamları hatırlamadığım için rakam veremiyorum. Şuanda geleceğin hatta bu dönemin, sektörlerin bir tanesi çağrı merkezi tam olarak sektör olmadı fakat geleceğin mesleklerinden bir tanesi. Çağrı merkezinde çalışan arkadaşları şanslı görüyorum. Çünkü sektörün kalifiyeli personele ihtiyacı var. Devlet memuru olsanız, müdür olmanız için uzun zaman gerekebilir. Çağrı merkezinde ise 5 yılda çok güzel mevkilere gelen arkadaşlarımı tanıyorum. O yüzden çok güzel meslekteyiz, zor bir meslekteyiz taşları yerinde oynarsanız çok güzel yerlere gelebileceğiniz bir sektör olarak düşünüyorum.
Eğitim uzmanlığından, operasyon müdürlüğü için hangi adımları takip ettiniz? Tabi ki hedef konulmalı. Size verilen görevi laikiyle yerine getirmek gerekiyor. Okulu bitirdikten sonra kendime koyduğum hedef bir yerde müdür olabilmekti. Uzun vadeli hedefim genel müdür olabilmek, kendime hedef koyarken kısa vadeli, orta vadeli ve uzun vadeli olarak hedeflerimi üçe ayırıyorum. Kısa vadeli hedef; bana verilen en basit görevleri en temel görevleri yerine getirmek. Eğitim uzmanlığı, takım liderliği, Qa, teknik sorumlu ya da uzmanı olmak bunlar kısa vadedeki hedeflerim. Uzun vadeli hedefimde bir yerin genel müdürü ya da bir yerin daire başkanlığı. Bunlar kişiden kişiye değişir tabi ki ama benim hedefimin bir tanesi genel müdür olmak. Bu zamana kadarda hiç sorun yaşamadım, bazen zamanlamalarımda sıkıntı olabilir. Hiçbir zamanda takım lideri, müdür olacağım demedim. Çünkü onların adımları var. Bir bebeğin doğumdan yürümeye kadar ki sürece benzetiyorum, bir bebek nasıl koşamıyorsa doğduğunda çalışanlarda yapamaz. Bebeğin biri sekiz ayda başlar, bir tanesi bir buçuk ayda başlar. Ben bu şekilde bakıyorum ve bu şekilde ilerliyorum. Bu süre içerisinde kendini geliştirmek lazım. Her zaman hedef koyup ilerlemek lazım.
Operasyon müdürü olarak yaşadığınız zorluklar nelerdir? Çağrı merkezinde çalışıyorsanız aslında başlı başına bir zorluk. İnsanlarla çalışmak sayıca çok personelle çalışmak zor. Psikoloji yönetiyorsunuz. Bence MHY’ de çağrı aldığı abonenin, müşterinin psikolojisini yönetiyor. Operasyon müdürü olarak da tüm kalbimle söylüyorum evde nasıl bir aileyi yönetiyorsan o zorlukla çağrı merkezinde çalışan asla birim, çalışan gözetmiyorum, aralarında ki terk fark sayıları. Ben evimde üç kişiyi yönetiyorum burada 600 personeli yönetiyorum. MHY aboneleri yönetiyor, takım lideri 30 kişilik bir kadroyu yönetiyor. Aralarında hiçbir fark yok zorluk derecesi olarak sadece sayıları farklı bence başka bir zorluğu olduğunu düşünmüyorum.
Şirkette 2 proje yönetmektesiniz MEDAŞ (ınbound) ve TT (outbound)projeleri avantajları ve var mıdır? Inbound ve outbound birbirinin tam tersi 180 derece farklı projeler. Performansından tutunda, müşterilerle konuşma ses tonuna kadar farklı. Outbound da biz aboneyi aradığımız için farklı ınbound da aboneler bizi aradığı için farklı ses tonu ile konuşmamız gerekiyor. Projelerinde kendine ait özellikleri var, özellikleri iyi analiz edip çalışmak gerekiyor. Ben bu konuda çok şanslıyım hem ınbound hem de outbound deneyim bulunmakta. Inbound projesine ayrı bir ilgim söz konusu, çünkü sektöre ınbound projesiyle girdim. Aboneler beni arıyor yardımcı oluyordum, teknik proje ile başladım bundan dolayı ınbound benim için farklıdır.
Kariyerinizde olmak istediğiniz yerde misiniz? Hedefleriniz var mıdır? Kariyerim de olmak istediğim yerde henüz değilim zamanı var biraz. Ben her zaman özellikle günümüz Türkiye’sinde, gökyüzünde ki yıldızları hedef belirleyerek ancak ağaçta ki elmayı alabilirsin. Hiçbir zaman takım lideri olayım duruyum, operasyon müdürü olayım duruyum, hayat inişli çıkışlı asla alt kadroda çalışmam demedim. Benim hedefim yukarılardır neden olmasın ilerleyen zamanlarda Telekom gibi kurumsal bir yerde genel müdür neden olmasın. Son nokta neresi olur bilemiyorum, aslında insan gelişen bir mekanizma geliştikçe insanların hedefleri de değişebiliyor. 5 yıl önce ki sistem, ihtiyaçlar şuan aynı değil. Benimde beş yıl sonra ihtiyaçlarım, aynı olmayabilir.
12
Türker Bey nasıl bir agenttı, unutamadığınız çağrınız?
Saniye abladan, genel müdüre kadar herkes ilgileniyordur, okuyordur diye düşünüyorum. Bize özel bir dergi olduğunu düşünüyorum ve okurken çok keyif alıyorum.
Başarılı bir agenttım 7/24 çalışan bazen resmi tatil bile yapamadığımız zamanlarımız olabiliyor.
Mesleki alandaki çalışmalarınızın dışında hayatınızı merak ediyoruz, iş dışında neler yapmaktan hoşlanırsınız?
Sene 2005’ in sonu 2006’nın başı yılbaşında geç çıkmıştım arkadaşlarla eğlenmiştik. Ertesi akşam vardiyam 17.00-03.00 bir çağrı geldi ama çok yorgunum o zaman da modem kurulumu yaptırıyordum aboneye dedim ki modeminizim başına geçin modeminizi kapatın 5 sn. sonra bana haber verin dedim, dediğimi hatırlıyorum daha sonrasını hatırlamıyorum, uyumuşum derinlerden bir ses geldiğini hatırlıyorum 2-3 dk. Uyumuşum derinlerden bir ses alo alo alo diye ses geliyor, bir baktım çağrım ilerlemiş 5-6 dk. Olmuş. Ben hiç bozuntuya vermedim ama Ahmet Bey kontrol ediyorum şuan probleminiz giderilmiş bakın isterseniz sizde dedim aboneye. Allahtan sorun giderilmişti. Aboneyle hiçbir sorun yaşamadan çağrıyı sonlandırdım. Hemen takım liderime gittim söyledim hiç unutmam bu çağrımı. Böyle çok anım var unutamadığım komik, garip paylaşa bileceğim anılarım bir tanesini daha anlatıyım. O zaman aboneyle görüşmeden önce sesinizi kayıt ediyorsunuz. Telefon geldiğinde ilk olarak ‘İyi günler ben Türker, nasıl yardımcı olabilirim?’ diyerek. 200 çağrı alıyorsanız 200’ünüde bunu demiyorduk. Telefon gelince ilk olarak kayıt giriyordu. Yemeğe çıkmıştım arkadaşlarımda benim ses tonumu bayan arkadaşıma ‘İyi günler ben Türker, nasıl yardımcı olabilirim?’ IVR kayıt etmişler. Yemekten geldim çağrıya girdim ve çağrı geldi ses kaydı girdi bayan arkadaşının sesi kıp kırmızı olmuştum abonede şaşırdı alo erkek misiniz, robot musunuz diyen abone ile karşılaşmıştım. Bu da unutamadığım bir çağrımdır zorlandığım ama gülerek hatırladığım anımdır.
Su sporlarıyla ilgileniyorum. Eski bir yüzücüyüm aslında donanma yüzücüsüydüm gölcükte lojmanda kaldığımız zamanlar. Bu aralar model arabalarıyla ilgileniyorum. Seyahat etmeyi ve sevdiklerimle vakit geçirmeyi seviyorum. Programlarımın başında genelde yemek gelir. Özel hayatımda bunlarla ilgilenirim ve beni tanıyamazsınız. Mikro işlemci programlıyorum boş zamanlarımda bana göre hobi, mesleğimde elektronikti uzun yıldır uğraşmıyordum.
Son olarak deneyimli bir yönetici olarak başarıyı nasıl tanımlıyorsunuz? Çalışmak, çalışmak, çalışmak… Hırslı olmak, inatçı olmak gerekli. Çünkü internet çağında yaşıyoruz ve her türlü bilgiye her an ulaşabiliyoruz. Başarının yaşı olmadığını çalışarak yapılamayacak hiçbir şey yok arkadaşlar. Her şeyi yapacağımı düşünüyorum ama bir kişi bazen bir saat de anlar, diğer bir kişi on saat de anlar bir on saat de üzerinde çalışır ve mutlaka başarılı olur. Her işte başarılı olurum diye düşünüyorum.
Kendinizi 3 kelimeyle tanımlayın desek neler söylersiniz? Kendimi hırslı, asla alıngan değilimdir, zorluyumdur ve zaman zaman altını çizerek söylüyorum agresif çalışmayı severim üç kelimeyle kendimi böyle tanımlarım. Sonuç ve başarı odaklı çalışmayı severim.
Dergi hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Süper… İlk sayımız çıktığında da ben söylemiştim emeği geçen herkese onay verende, yazı yazanda, röportaj yapan ve resim çeken arkadaşlarıma sonsuz teşekkür ediyorum ve teşekkürlerimi de borç biliyorum. Çünkü geldiğimizden beri uyguladığımız şirket içinde en önemlilerinden bir tanesidir. Umarım çalışan bütün arkadaşlarımızdan,
13
BİZDEN GELEN SORULAR YEŞİM IĞNAK KOÇAK: Şirket genelinde en zorlandığın kararını merak ediyorum.
RABİA ELMAS SELÇUK: Sanat hakkında düşüncelerinizi, kısaca öğrenebilir miyim?
Personel çıkartmak en zorlandığım kararlardan birisi, bir de İstanbul’ a yerleşme durumu vardı, bu iki karar dışında iş için zorlandığım olmadı.
Tiyatro ve sinema ile ilgilenirim. Zaman zaman da sanat galerisine gidiyorum ama hiçbir şey anlamıyorum. Bazen bir resim üzerinde bazıları yarım saat konuşurken, ben bakıp geçiyorum. Malesef tiyatro ve sinema dışında bir sanatla ilgim yok. Bu da benim eksiklerimden bir tanesi.
ARİF CERAV: Çağrı merkezi sektöründe çalışmasaydın hangi sektörde çalışırdın? Bankacılık ve uluslar arası ilişkiler sektöründe olmak isterdim.
ESAT KUBİLAY YORGA: Size bir kutuda kalem verilse bunların geleneksel kullanım dışında 10 ayrı biçimde nasıl kullanırdınız? Bunların on ayrısını da Kubilay’ı düşünerek söylüyorum; kafasına vururdum, çevirme hareketi, ses çıkartmada kullanırdım, toplantılarda işaretleme ve göstermede kullanırdım, saçlarımı kaşımada, masada çevirmede kullanırım, birim yöneticisi ile yaptığım toplantılarda gündem maddesi ve konuştuğumuz konuyu not almayan birim yöneticisinin kafasına fırlatma da ve Kubilay Bey ‘e demir bir kalem verirdim ve sonra da prizde elektrik var mı diye baktırırdım.
ONUR UÇAK: Geçmişte bir gününüze dönme fırsatınız olsaydı hangi güne dönüp neyi değiştirirdiniz? Geçmişteki hiçbir günüme geri dönüp değiştirmek istemem o zaman da değiştirmeseydim de ‘Ne olacaktı?’yı merak ederdim. Hiçbir zamanda bunu düşünmedim. Hiçbir şeyi değiştirmezdim ve hayatın bana gösterdiklerini yaşamak isterdim.
FATİH ÖZLER: Çok zayıflamışsınız formunuzu neye borçlusunuz varsa diyetinizi öğrenebilir miyim? Sporla ilgileniyorum, tatlıyı aşırı seviyorum bir oturuşta bir kilo tatlıyı yiyebilecek kapasitem vardı. Tatlıyı azalttım, akşam yemeklerinde salatayı yağsız yiyorum, pilav yemiyorum. Spor yapmazsanız istediğini kadar yemeyin, diyet yapın zayıflayacağınızı düşünmüyorum. Saç ektirmedim hiçbir zaman. Arif Bey’le olan bir geyiğimiz var sadece Arif Bey kel olabilir ama ben değilim arkadaşlar.
14
BİZDEN GELEN SORULAR
TUĞÇE KÜÇÜKKASAP: Sizin için Netcc’ de operasyon müdürü olmak mı zor babalık mı daha zor? Bir birinden çok farklı, evimde de psikoloji yönetiyorsun ve iş hayatında da psikoloji yönetiyorsun bundan dolayı bir fark göremiyorum. Daha yaşında olmayan bir çocuk var farklı bir ilgi bekliyor, aşağıda ki arkadaşlarımda ilgi bekliyor arasında hiçbir fark yok bence. TAYFUN AKSOY: Çağrı merkezinde çalışanlara önerileriniz nelerdir? Bulunduğumuz konumda ki görevi laikiyle yerine getirmeliyiz. Bunun yanında kişisel gelişimi artırmalıyız, hedef belirlemek, hedefe ilerleyeceğiz yollarda da atmamız gereken adımları belirlemek boş taşları yerine koymalıyız. Kısaca arkadaşlar Swot analizi yapması gerekiyor kendisine güçlü yönlerini, ihtiyaçlarını bulacak ve bir adım öne geçecektir. Her zaman farkındalık yapmalıyız çalışmamızla, iş ahlakımızla, karakteristik özellikle farkındalık yaratmalısınız.
GÜLŞAH ÜSÜNDAĞ: Şuanda yapmak istediğini en iyi şeyi yapma fırsatına sahip misiniz? Son 2 aydır yapmak istediğin, motor sevdasına kapıldım gidiyorum. Yurt dışında adayı motorla gezdim ve tadını aldım. Şuan da gerçekleştiremiyorum hem ehliyetim yok, hem de bilgim. Kışa gireceğimiz için onun korkusu var, yenmem gerek ve bence her insanın bir uğraşı olmalı.
Bize değerli vaktini ayıran ve hoş sohbetiyle bizi bilgilendiren, içten ve samimi davranışıyla bizi ağırladığı ve sorularımıza yanıt verdiği için Türker Dalmış’a çok teşekkür ederiz.
DİDEM YILMAZKAYA: Elinizde sihirli bir değnek olsa hayatınızda neleri değiştirmek isterdiniz? Hiçbir zaman hiçbir arkadaşımla kötü ayrılmadım hepsiyle görüşürüm kimseyle kötü olmadım, kimseyle de alt üst ilişkisine girmedim. Hiçbir şeyi değiştirmek istemem anı yaşamak isterim. Sihirli değneği alır bir kenara koyarım.
15
Netcc.com.tr netcallcenter net_callcenter
İlhan Polat Müzik;
Türkiye’de Elektronik Müzik; Bonmod Dünyada ciddi satış rakamları ile dinleyicisini kucaklayan elektronik albümler varken, bizim hala bu müziği kapı dışarı tutmamız bir yana, bir de yapan nadir grup/kişileri tanımıyoruz. Eğlenceli bir vokal ile harmanlanmış elektronik/disco müziğini kaçırmak isteyen kaç genç olabilir ki? Neyse bu zevki kaçıran arkadaşlar varsa bile artık daha fazlası olmasın diyerek elimden gelen tek şeyi yapıyor ve sizlere Bonmod ekibini takdim ediyorum. Grup Aslı Köse Hoşgör isminde bir bayan vokal veDj Supermatik yani Doruk Öztürkcan’ dan oluşuyor. Grubun öncesinde her iki müzisyenin de ayrı ayrı müzik kariyerlerinin olmasına rağmen Bonmod, vokalist Aslı’nın hayata geçmiş ilk projesidir. Doruk Öztürkcan ise 2005 yılında Türkiye’nin ilk minimal dans albümü olan ‘Supermatik & Randoman Undesigning’ı yayınlamıştır. İkili Türkçe besteler yapmalarına rağmen, çoğunlukla İngilizce bestelerden yana durmalarını ‘Dünyada da anlaşılabilmek’ olarak açıklıyor. Genel hatlarıyla görünüm olarak insanlar tarafından İngiliz The Ting Tings grubuna benzetilseler de, müzik olarak Röyksopp tadını verdiği söyleniyor. Birilerine benzetilmek kişileri ikinci sınıf, kopya müzisyen sıfatına bürümekten başka hiçbir işe yaramıyor gibi gözüküyor olsa da benim görüşümce bu grup bahsi geçen gruplar gibi devler arenasına çıkabilecek bir Türk grubu. Ki bunu zaten dünyanın en büyük organizasyonlarından Batofar (2010/Paris) ve Paradiso (2010/Amsterdam) ‘da sahne alarak kanıtladı. Chocolate Cheesecake albümleri 2009 yılında Remoov etiketi ile yurtdışında dinleyici arayışına girdi. Başarılı olmuşa benziyor ki grup daha sonra birçok şehir ve birçok güzel konser salonunda sahne aldı. İlk video klipleri ‘Stanbul’ 2010’un Ekim ayında birçok başarılı müzik kanalında yayına girdi. Bu video klip ile müzik listelerinin zirvelerine kadar çıkmaları, yeni yeni Bonmod ile tanışan dinleyiciler arasında ne zaman çıkar bunların albümü şeklinde sorulara dönüştü.
Nihayetinde beklenilen Idolize Yourself, Remoov ve Topkapı-Universal etiketi ile 2011 yılının mayıs ayında raflardaki yerini buldu. Yedisi İngilizce, biri Türkçe olmak üzere toplam sekiz parçadan oluşan albümün sıralaması da şu şekilde;
-
Chocolate Cheesecake Crack A Smile Idolize Yourself Mama Said Go Popkorn Stanbul Take Me To Argentina Two Not One
Şu an konserlerine hala devam etmekte olan bu ekibi kesinlikle dinlemenizi tavsiye ederim. Umarım açtıkları kapı bizim ülkemiz için ‘Başka müzikler de yapılıyor bu ülkede’ sembolü görür ve daha nice gruplar, kişiler dinleriz. Aslı Köse Hoşgör: ‘’ Geçen yıl yollarımız kesişti (2008), beraber müzik yapmaya karar verdik. Sonra grubun adını koyduk, arka arkaya besteler oluşturduk. İyi anlaşan ve çalışırken de iyi vakit geçiren bir ikiliyiz. ‘’
17
Ezgi Ayazoğlu DVD;
Danny Boyle’un yönetip Simon Beaufoy’un yazdığı 2008 Britanya yapımı Akademi ödüllü filmdir. Hindu yazar ve diplomat Vikas Swarup’un Boeke Ödülü sahibi ve Commonwealth Yazarları Ödülü adayı Q and A adlı kitabından uyarlanan filmin başrollerinde Dev Patel, Anil Kapoor ve Saurabh Shukla yer alır. Konusu Hindistan’da geçen ve orada çekilen film Mumbai’in fakir mahallesi Dharavi’den genç bir adamın Kaun Banega Crorepati(Kim Beş Yüz Bin İster? programının Hint versiyonu) adlı yarışma programına katılması ve insanların sınırı aşan beklentileri, yarışma programı sunucusunun ve polisin şüphelenmeleri hakkındadır. Slumdog Millionaire, Eleştirmenlerin Seçimi Ödülleri’nde aday gösterildiği altı dalın beşinden ödül aldı.
2008 senesi yapımı bir film eski olmasından dolayı yazının devamını okumaktan çekinebilirsiniz ama emin olun yazıyı okuyunca ya da bu yazıdan sonra filmi izledikten sonra pişman olmayacaksınız. Ya da ben izlemiştim diyenleriniz olduğunu duyar gibiyim izlemeyenlerimiz var hala bu filmi ve izlemeyenleriniz için ya da izleyip benim gibi çok sevip hatırlamak isteyenler için iyi bir seçenek. Bu film, benim hayatımda gerçek anlamda yer edinmiş ve her anı kafama kazınmışçasına aklımda kalan en güzel filmlerden biri. Keza almış olduğu o kadar daldaki ödülüyle de bu çokta anormal bir durum olmasa gerek. Açıkçası bu filmi ilk izlemeye başladığımda çok beğeneceğimi düşünmemiştim. Çünkü Hindistan yapımı filmleri pek sevdiğim söylenemez.
Film 11 Ocak 2009’da En İyi Drama Filmi Ödülü de dâhil aday gösterildiği dört kategoride de ödülün sahibi oldu. Film ayrıca BAFTA Ödülleri’nde aday gösterildiği on bir dalın yedisinde ve Akademi Ödülleri’nde aday gösterildiği on dalın sekizinde ödülün sahibi oldu.
19
Ama film başladığı zaman bir baktım Kenan ışık sunumuyla aklımızda yer edinmiş kim 500 milyar ister programı gibi bu arada hala hastane de tedavisi devam eden KENAN IŞIK’A geçmiş olsun dileklerimi iletmek isterim. İşte orda kısaca soruları bilecek daha sonra orda zengin olacak ve hayatı değişecek ve o an film başlayacak diye kurgulamıştım kafamda. Ama bu film bambaşka oyuncu yetim kalmış olan Jamal Malik sorulan her soruya karşı bir yaşanmışlığı var ve soruların tamamı hal bu ki bu zamana kadar yaşadığı yaşamda gizliymiş. Ve yaşam dediysem normal bir yaşam değil hani bin bir zorluklarla dolu. Yani aklınıza kötü yaşanacak ne geliyorsa tabi bu dediğimi de abartmayın lütfen hepsini yaşamış işte. Artık sorunun ne geleceğinden çok sorunun cevabının nerden geleceği en büyük heyecan yaratan yanıydı. 3 jokerin tamamını kullanıp hem de her şey hayatta gizli olup yaşanan olaylar. Bir telefon markasının satışını üstlenen çağrı merkezinde çaycı halk dilinde telefon pazarlamacısında çaycılık yapan, 19 yaşında ki Jamal kim, milyoner olmak kim. Profesör doktorlar 16 rupi üstüne çıkamazken varoş olarak adlandırdıkları Jamal nasıl bilebilirdi ki o kadar soruyu da milyoner olurdu. Tabi bu durum o dönemdeki Hindistan da ki bazı üst birimleri polisleri rahatsız etmişti ve Jamal’in bu sorularının bilmesinin nedeninin hile olduğuna kesin olarak karar vermişlerdi. Ve Jamal’i son soruda zaman yetmeyip son soru için bir dahi ki programa kadar ara verildiğinde direk yarışma sonrası alıp sorguya çektiler ve yarışmayı tekrar izletip cevapları tekrar hayat hikâyesini dinleyerek cevaplattırdılar. Jamal A= hile yaptı, B=şans C= zekâ D= kaderiydi bu sorulara cevap vermesinin nedeni.
1. Soruyu bilmesi daha 6 yaşında başladı çocukluğunda kendisini bir imzasını alabilmek için tuvalet çukuruna atlayacak kadar çok sevdiği Hindistan’ın meşhur sinema oyuncusuyla ilgili çıkmıştı tabi ki bu soruyu Jamal doğru bilmişti. 2.
Soruya gelince Jamal bunda seyirci joker hakkını kullandı çünkü hiç bir zaman görmediği bir olayla ilgili çıkmıştı belki polislere göre 5 yaşında ki de bile bilirdi bu 2. soruyu ama işte hileci olarak gördükleri Jamal bu soruyu bilememişti ama joker yardımıyla da geçmişti bu soruyu. Jamal buna çok güzel bir örnekle polislere cevabını verdi.
3. Soru Jamal’in her sabah kalktığında aklına ilk gelen şey ilk gelen görüntüde saklıydı annesinin gözünün önünde ölümüne neden olan kişinin rütbesindeki işaretlerdi soru ve Jamal bu soruyu da kendinden gayet emin bir şekilde cevapladı. 4. Sorunun cevabını ise çocuk dilencileri mafyasının eline geçtiğinde kör olmaktan son anda kurtulmadan önce mafya liderine okuduğu şiirin yazarının adıydı ve çocukluk aşkını da bu olaydan hemen sonra o dilenci mafyasının eline bırakmıştı. Bu da Jamal’in hayatındaki en önemli anlardan biriydi. 5. Soru olarak ona 100 doların üzerinde ne kadar para olduğu soruldu ve sunucu Jamal ile dalga geçti, sanki o 100 doları az görüyor ve bilemez gibi ama Jamal ona çağrı merkezinde çalıştığı çaycılık yaptığı işte aldığı en düşük bahşiş olduğunu söyledi. Ve tabi bu soruyu da bildi aslında çağrı merkezinde değil atıldığı trenden sonra hiç bilmediği yerde kıvrak zekasıyla yaptığı tur rehberi işinde kazandığı paralardan aklında kalmıştı. 6. Soruda ise yıllardır görmediği ve dilenci mafyasına bıraktığı çocukluk aşkını en yakın ama bir o kadarda ona zarar veren selim arkadaşıyla onu kurtarırken yaşadığı olaydan dolayı bildi 2.jokeri yarı yarıya da kullanarak. Kardeşi selim o mafyayı öldürdü ve çocukluk aşkını Latika’yı da ondan aldı ve yıllarca uzak durdu.
20
Jamal kazanmıştı artık o bir muti milyonerdi. Bu hayatta sanki hep kaybetmeye mahkûm gibi görünen Jamal kazanmıştı. Ve tren garında her gün saat 5’te gidip gelmesini bekleyeceğini söylediği Latika’yı yine beklemeye gitti. Ve Latika o çocukluk aşkı gelmişti ve belliydi ki bizim için bir sondu bu birleşme ama Jamal ve Latika için tam bir başlangıçtı…
7. Soruda da çağrı merkez inde bir yetkili yerinde çaycı olmasına rağmen, onu idare etmek amaçlı 2dk otururken çevresinde baktığı posterlerden Londra cevabını akılcı bir çözüm yolluyla buldu. Jamal artık sunucusunun da dediği gibi çaycı olarak bırak orda çalışan insanların hiçbirinin asla olamayacağı kadar zengindi artık o bir milyoner olacaktı hem de sorunun tamamı bitmese de. Ama bunu Jamal kabul etmeyecek ve tam bir milyoner olmak için oyuna devam edecekti ve keza da öyle oldu. 8. Sorunun cevabını bir Türk filmi kıvamın da yaşadığı olayla buldu o sevdiği çocukluk aşkının evini buldu ve çocukluk aşkının evine bir bulaşıkçı olarak girdi ve kızı esareti altına alan kişinin o an TV açarak bir maçta o an gözüne takılan bir oyuncunun adını söyleyerek kazandı. Hem de sunucunun mola da şaşırtmaca cevaplarıyla Jamal’i ne kadar yanlış yönlendirse de ve o kanaldan önce kim milyoner olmak ister yarışması izlerken sevdiği kızın bu programı bir kaçış olarak gördüğünü söylediğinde bu programa katılmaya karar vermişti. 9. Ve işte son soru Jamal’e bir kitapta ki kahramanın ismi sorulmuştu. Ve Jamal bu sorunun cevabını bilmiyordu, sorunun cevabını hayatı boyunca ona ne yaparsa yapsın güvendiği abisini arayarak ona güvenerek geçmek istedi. Ve abisini aradığında telefonu sevdiği kız olan Latika açtı. Ve Jamal şaşkın bir şekilde sorunun cevabını sordu Latika cevabını bilmiyordu ve verilen süre içerisinde bilmediğini söyledi ve yarışmanın formatı gereği telefon kapandı. Ve Jamal artık şansına güvenerek cevap verdi nefesler tutulmuştu. Sunucu Jamal’a artık yalnızsın demişti halbuki Jamal hiç bu kadar kişiyle birlikte olmamıştı. Çünkü bütün Hindistan ekranların başında Jamal’ı izliyor heyecanla vereceği cevabı bekliyordu. Ve Jamal’ın cevabı tabi ki doğru çıktı ve bütün Hindistan ayakta onun için alkış tutuyor konfetiler tepesinde patlıyor her kez onun için mutluluk çığlıkları atıyordu.
21
FUAT Uzkınay tarafından 1914’te çekilen ‘Ayestefanos’taki Rus Abidesi’nin Yıkılışı’ adlı belgesel ile tarihi yolculuğuna başlayan Türk sineması, bu yıl 100’üncü yaşını kutluyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın kutlama etkinlikleri dolayısıyla hazırladığı proje kapsamında akademisyenler, meslek birlikleri ve sivil toplum kuruluşları Türk sinemasının en önemli 500 filmini belirledi. Bakanlık bu sayıyı 300’e indirerek, halkın oylamasına sundu. Oylama, 1 Eylül tarihine dek şu web adreslerinde sürecek: www.100yil100film.gov.tr ve www.yuzyilyuzfilm.gov.tr
Ezgi Ayazoğlu Tiyatro;
1 Ekimde sezon açıldığı için sizlere bu ay sahnedeki oyunları sunamayacağım ama bunun yerine sizlere tiyatronun ne olduğunu nerden geldiğini nasıl ortaya çıktığını yani TİYATROYU tanıtmak istedim. Çünkü tiyatroya gitmeden önce asıl tiyatronun ne olduğunu ve sizlere vereceğim bu bilgileri bilmeniz gerektiğine inanıyorum. Beklide anlatacağım bilgileri biliyorsunuzdur. Ama en azından bilenlere bir hatırlatma bilmeyenlerde öğretmiş oluruz diye düşündüm.
TİYATRO Tiyatro, bir sahne sanatıdır. Tiyatro eseri, olayları oluş halinde gösterir. Bu yönüyle konuşma ve eyleme dayanan bir gösteri sanatı olarak da tanımlanabilir. Yaygın hümanist bir deyişle tiyatro; insanı, insana, insanla, insanca anlatma sanatı olarak ifade edilir. Tiyatro eserinin diğer türlerden en önemli farkı; diğer edebi eserler okumak ve dinlemek için yazılmışken, tiyatro oyununun sahnede seyirci önünde oynanmasıdır. Değer ölçülerini, izleyenin kanaat ve anlayışlarından alır. Göze görünür bir karaktere sahip olması, canlı olarak meydana geliş niteliğiyle toplum psikolojisine hitap eder. Temsil yeri ve eser, tiyatronun edebiyat öğesidir. Bu edebiyat öğesi yanında tiyatro kavramı içinde oyunculuk, sahne düzeni, ışıklandırma, dekor, kostüm, müzik gibi unsurların bütünlüğü söz konusudur. Tiyatro metinlerine “oyun” metinleri yazan kişiye oyun yazarı (müellif) ve oyunu sahnede canlandıran kişilere ”oyuncu” (ya da daha genel olarak tiyatrocu) denir. Ayrıca eserin sahnelenmesinde görev alan sahne amiri, dekor ve kostüm sorumlusu, ışıkçı, suflör gibi diğer yardımcı elemanlar da vardır. Tiyatro, Yunanca theatron (θέατρον), yani “görme yeri” sözcüğünden gelmektedir. Çünkü günümüzdeki anlamıyla çağdaş tiyatronun tarihibağ bozumu tanrısı Dionysos adına yapılan dinsel törenlere dayanmaktadır.
23
İlk tiyatro şenliği MÖ 534 yılında Atina’da yapılmıştır. Antik çağ’da tiyatro, üst sınıfa özgü bir etkinlikti. Her yıl Dionysos’u kentin hangi ileri geleninin onurlandıracağına karar verilir ve bu kişi etkinlikleri düzenlerdi. Bu nedenle sosyal itibarla doğrudan ilgiliydi. Tanrı adına bir yarışma yapılır ve en iyi oyun, hazırlayan kişinin itibarını arttırırdı. Festival niteliğinden dolayı popüler olarak nitelendirilebilecek olan antik tiyatro, günümüze de örnekleri kalmış olan genellikle amfitiyatro olarak adlandırılan sahnelerde sergilenirdi. Türkiye’de oldukça iyi durumda örnekleri olan bu amfitiyatroların boyutları, dönemin tiyatrosunun halk için önemini göstermektedir. Ayrıca, ilk tiyatro eserleri ile Yunan mitolojisinin el ele olduğunu söylemek gerekir. Bu nedenle bu iki alan birllikte değerlendirilmelidir. Bu dönemde oyunlarda dekor ya da kostüm bulunmazdı. Sahne tamamıyla boş olur, baş roller de önemli kişiler tarafından oynanırdı. Bir de anlatıcı görevi gören “koro” bulunurdu. Günümüzde geçerli olan oyunculuk anlayışı yoktu ve ifade edilen duygular oyuncuların ellerinde tuttukları ve yeri geldikçe yüzlerine koydukları maskelerle belirtilirdi. Bugün tiyatronun simgesi haline gelen gülen ve ağlayan maskeler bu uygulamanın bir uzantısıdır. Nitekim, Yunan tiyatrosunda sadece iki tür oyun vardı: trajedi ve komedi. Trajedilerde içerik daha çok Tanrılarla insanların çatışmaları üzerineydi. Dönemin dini inanışlarının sembolik bir ifadesi olarak, oyunlarda Tanrılar ile insanlar arasında doğrudan etkileşim normaldi. Bu mitik düzen tarih boyunca edebiyat eserlerini etkileyen bir nitelik olmuştur. Komedilerin ise çoğunlukla siyasi alay içerikli oldukları söylenebilir. Kullanılan dil ise yoğunlukla argodur.
Orta Dönem Özellikle William Shakespeare’in ön plana çıktığı bu dönemde artık tiyatro dinsel niteliğini yitirmiştir ve popüler bir eğlence türü olarak dikkat çekmektedir. Antik Yunan’dan izler taşısa da, halkla olan doğrudan ilişkisi nedeniyle tiyatro yaklaşımları değişime uğramıştır. Komedi ve trajedi türlerine “tarihsel” oyunlar kategorisi eklenmiştir. Aristoteles’in “üç birlik” kuralından vazgeçilmiştir. Ayrıca tiyatro artık “profesyonel” bir etkinlik olmuştur. Shakespeare’in kraliçeden maddi destek aldığı ve kar üzerinden dönen bir tiyatro grubu olduğu bilinmektedir. Bu dönemde oyunculuk kavramı değişmiş olsa da, henüz kadın oyuncular bulunmamaktadır. Kadın rolleri genç erkek oyuncular tarafından oynanmaktadır. Shakespeare bunu özellikle kıyafetle cinsiyet değiştiren roller yazarak oldukça komik ve ironik hale getirmiştir.
Günümüz Tiyatrosu Modern tiyatroya damgasını vuran önemli isimlerden biri belki de Konstantin Stanislavski’dir. 19. yüzyıl’ın sonralarına doğru “sihirli eğer” diye bilinen oyunculuk kuramını geliştiren Stanislavski özellikle gerçekçi akıma yön vermiştir. Söz konusu kuramda, oyunculardan kendilerini, canlandırdıkları karakterlerin yerlerine koymalarını ve bu şekilde seyirciye söz konusu duyguları vermeleri beklenmektedir.
Türleri Tiyatro eserleri müziksiz (trajedi, komedi, dram) ve müzikli (opera, operet, müzikal, pandomim bale, revü, skeç,tuluat) olmak üzere iki grupta toplanır. Edebi türler içinde en canlı ve yaşama en yakın olanı TİYATRODUR.
Ayrıca bu dönem tiyatrosu Aristoteles’in “üçlü birlik” ilkesine dayanır: olay, yer ve zamanda birlik. Aristoteles’e göre oyunda baştan sona takip edilen tek bir hikâye olmalıdır. Ara hikâyeler ya bulunmamalıdır ya da çok az olmalıdır. Bir oyun tek bir yerde geçmeli, farklı yer ve coğrafyalara yayılmamalıdır. Sahne tek bir yeri temsil etmelidir. Olay örgüsü bir günden fazla bir zamanı kapsamamalıdır.
24
Rabia Elmas Selçuk Kültür&Sanat;
FİLİZ ÇİMEN TÜLEK KİMDİR?
1980’de Ankara’da doğdu.1997 de Ankara Yıldırım Beyazıt Kız Meslek Lisesi Resim Bölümünü bitirdi. 2001 yılında Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Seramik ve Cam Bölümünden mezun oldu. 2002-2003 yılları arasında (Ankara) Çankaya Halk Eğitim Merkezinde Seramik ve Resim alanlarında usta eğitici olarak görev aldı. 2004 yılında (Ankara) Selami Yazıcı Sanat Galerisinde sanat danışmanı olarak çalıştı. 2005 yılında (Ankara) Nüans Seramik Sanat Atölyesinde çalıştı ve Hacettepe Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Seramik ve Cam Bölümü Yüksek Lisans Programından mezun oldu. 2006 yılından itibaren Kütahya Dumlupınar Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesin Seramik Bölümünde Öğretim Görevlisi olarak çalışmıştır.
Seramik okuduktan sonra neler yaşadınız?(Rabia) “Üniversite bitti yüksek lisansa başladım yüksek lisansım devam ederken Çankaya Halk Eğitim Merkezi’nde usta öğretici olarak çalışmaya başladım. Orada seramik dersleri verdim. Çankaya halk eğitim merkezinde Seramik ile ilgili herhangi bir şey yoktu, ben başlattım. O sırada bir sanat galerisinden teklif geldi orada sanat danışmanlığı yaptım. Daha sonra Nüans Seramik Atölyesine girdim. Nüans seramik atölyesinde çok keyifli zaman geçirdim birçok çalışma yaptım ve birçok şey öğrendim. Bir süre sonra ordan da ayrıldım ve Kütahya’ya gittim.” Kütahya’da neler yaptınız size ne gibi katkılar sağladı?(Rabia) “Kütahya’ya gittiğimde, gittiğim gün; akademisyenlik ilanını gördüm ve son gündü. Son gün sınava girdim. Olmayacağını düşünüyordum ama bir şekilde oldu. Kütahya’da 6 yıl akademisyenlik yaptım. Çok güzeldi ama bir o kadarda yorucuydu. Hala da görüştüğüm öğrencilerim var. “
Filiz Çimen Tülek’e sordum;
Kütahya’dan, Ankara’ya gelme sebebiniz nedir?(Rabia) Seramik mesleğini seçmeye nasıl karar verdiniz?(Rabia) “Hacettepe üniversitesini kazandım. Aklımda seramik hiç yoktu ilk tercihim resimdi ikinci tercihim seramikti ama sonradan seramiği çok sevdim. Gerçekten çok farklıydı benim için. Seramik okurken kendimi gerçekten mutlu hissettim.”
“Ankara’ya gelme sebebim, evlendim. 1sene kadar yine Ankara, Kütahya arası gittim geldim. Kütahya’da çalıştığım sıralarda da kişisel sergilerim oldu. Ve sergiyle birlikte çalışmalara katıldım, sempozyumlara katıldım, uluslar arası, ulusal. Ayrıca karma sergilere katıldım.”
25
Yurt dışında da var mı sergileriniz?(Rabia) ”Yurt dışında sergilendi ve geri geldi ama orda kalan bir eserim yok.” Bize sergilerinizden söz eder misiniz?(Rabia) “Seram İstanbul diye bir etkinlik olmuştu İstanbul da sadece davetli sanatçıların katılabildiği ben de davetli sanatçı olarak katılmıştım. Bunun sonrasında da aynı sergi İtalya ya gitmişti orda sergilerim oldu. Ayrıca uluslar arası sergilere katıldım. Şimdi yine hazırlanıyorum son sergime. En son 2010 yılında oldu yine bir tane kişisel sergi yine Ankara’da oldu. Atakule vardı o zaman şu anda yıkılıyor.” Atölye açmayı ve eserlerinizden para kazanmayı düşünüyor musunuz?(Rabia) “Atölye açmak istiyorum ama tam olarak istediğim gibi bir yer bulamadım. O yüzden de bekleme sürecindeyim.» Şu an güzel sanatlar genel müdürlüğünde düzenli olarak çalıştığınız bir işiniz var. Atölye açtığınızda bu işinizi bırakır mısınız?(Rabia) “Hayır bırakmam. Zaten atölye tamamen para kazanmak amaçlı bir yer olmayacak benim için, kendim için mutlu olmak için, sergi açabilmek için. Tabi yaptığım eserleri satacağım da. Bunun gibi şeyler yani.” Birçok sanatçı Türkiye’deki sanat anlayışından şikâyetçidir. Sizin de var mı böyle şikâyetleriniz? Böyle olsaydı daha iyi olurdu dediğiniz?(Rabia) “Var tabiî ki olmaz mı? Türkiye’de memur olup para kazanacaksın kazandığın para ile de atölye açacaksın sonra eserlerini sergileyebileceksin. Ama yurt dışında böyle değil. Orda insanlar sanatıyla para kazanıyor. Avrupa’daki insanların sanat eserlerine bakış açısı çok farklı orda insanlar gerçekten sanata saygı duyuyorlar ve değer veriyorlar. Bizde bu kısıtta bir kesimde kalmış genele yayılmamış. Bu yüzden de Türkiye’de ki sanat ışığı zor.“ Sanat hakkında son sözleriniz?(Rabia) Dilerim Türkiye’de de herkes sanatın ve sanatçının değerini anlar.
26
Doyumsuz Eserleri
Artemis ayrıntı
İnsan kili Paramparça
Amozonlar kırmızı kil elle şekillendirme 2001
İnsan kili paramparça ayrıntı
27
Açık deniz şamotlu kil elle şekillendirme 2005
Açık deniz ayrıntı 2
Açık deniz ayrıntı
Artemis döküm kili kalıpla şekillendirme 2007
28
Osman Altın Teknoloji;
TEKNOLOJİ VE TÜRKİYE Teknoloji; Bir sanayi dalı ile ilgili yapım yöntemlerini, kullanılan araç, gereç ve aygıtları kapsayan bilgi, uygulama bilimi. Teknoloji ayrıca, bir sanayi dalıyla ilgili üretim yöntemlerini, kullanılan araç, gereç ve aletleri kapsayan bilgidir. Teknolojinin Latince karşılığı “Technoslogos” dur, “techne” yapmak, “logos” da bilmek anlamına gelmektedir. Alet ve edevat yapılması için gerekli olan bilgi ve yeteneği ifade etmektedir. Yani teknoloji günümüzde insan hayatını kolaylaştırmak için bilgi birikiminin aletlere yada cihazlara dönüşmesidir. Bu sayede insanları yaşantılarındaki zor işleri kolaylaşmasını sağlamıştır. Teknoloji üretmek farklı, onu kullanmak çok farklı kavramlardır. Teknoloji üretmek için iyi bir eğitim sistemi içinde gençlere hayallerinin peşinden gidebilecek özgüven verilmelidir. Kısa bir hikaye olarak ampulün bulunuşunu verebiliriz.
Ampulün bulunması teknolojik gelişmeler arasında rahatça bulunur. Edison ampulü yapabilmek için binlerce deneme yapmış en sonunda bulmuştur. Kendine olan özgüveni olmasaydı bir yerde pes edecekti. O zaman günümüz dünyasındaki şuan ki gelişmeler gecikecekti. Edison ampulü neredeyse 2000 denemeden sonra ceketinin düğmesinin kopması ile düğmede kalan ipi görerek bulmuştur. O nasıl oldu derseniz; o ipten sonra asistanlarına ip yumağı getirmesini ve küçük parçalar halinde kesmelerini daha sonra onları kömürleştirilmesini isteyerek bulmuş.
Ama dediğimiz gibi bilgisayar ve telefon kullanımı dünya nüfusun neredeyse tamamında olduğu için bu başlıklardan yola devam edeceğiz. Başlıkta dediğimiz gibi Teknoloji ve Türkiye olarak örnekler ile ülkemize gelişleri ve ülkemizdeki gelişmeleri belirteceğiz. Bilgisayar ile başlarsak; ilk bilgisayarın 2000 yıl öncesine dayanan abaküsün icadı olarak kabul edilir teknoloji tarihçileri tarafından. Bu kısımda çok eski oldu fazla sıkmadan son 100 yıl içine gelirsek. Bilgisayar bu yüzyılın başlarında sadece 1 ve 0 dı. Daha sonra devreler ve devre elemanları gelişti. Yüzyılın ortasına gelinir iken bilgisayarda hızlı bir yükseliş ile ilk kez 7 Ocak 1946 tarihinde ‘ENIAC’ adıyla kullanımına başlanan elektronik bilgisayar ABD askeri kuvvetleri için yapılmış iken 2.Dünya Savaşında askeri gereksinimlerini karşılamak için Almanlar tarafında Mark1 geliştirildi.. 80lere gelir iken iki firma çıktı piyasaya biri Apple diğeri IBM ismi ile ilk olarak kişisel bilgisayarlar geliştirmeye ve üretmeye başladılar. Apple ve IBM kişisel bilgisayarı pazara sürmeden de öncede bilgisayarlar vardı ve ülkemize bir tane gelmişti bile. Türkiye içinde teknolojide tarih başlangıç olmuştur. Ve sonrasında yavaş yavaş gelmeye başladılar. Türkiye’ye ilk bilgisayar 1960 yılında yol yapımında gereken hesaplamaları daha hızlı yapabilmek için Karayolları Genel Müdürlüğü’ne gelmiştir. IBM-650 Veri İşleme Makinesi (Data Processing Machine) adlı bilgisayar 12 yıl kullanılmıştır ve elektrikle çalışan ve elektronik veri işleme kapasitesine sahip 167 m² bir alana sığan ve ağırlığı 30 tonluk ilk bilgisayar ENIAC’tan tam 15 yıl sonra edinilmiştir.
Dünyada teknoloji üreten ve tüketen toplumlar bulunuyor. Türkiye Teknolojinin tüm alanlarında üretim yapmasa da, tüm alanlarda tüketim yapabiliyoruz. Teknoloji denilince aklımıza ilk gelenler bilgisayarlar, cep telefonları gibi her an kullanabildiğimiz cihazlar geliyor. Aslında teknolojideki gelişmelerin belki küçük bir kısmıdır bunlar sağlıkta, savunmada, üretimde gibi konu başlıkları çoğaltılabilir.
29
İkinci bilgisayar ise akademik amaçlı kullanmak için İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Taşkışla binasına geldi. Bu bilgisayar IBM 1620 idi. İ.T.Ü’ den sonra ise Orta Doğu Teknik Üniversitesi bilgisayara sahip oldu. Türkiye’deki dördüncü bilgisayar ise Devlet Planlama Teşkilatı’na geldi. Bu gelen bilgisayarlar öyle küçük değillerdi ama artık teknoloji gelişiyordu. 80ler bitiyor ve 90lar başladı Türkiye 1993 yılında internet geldi ve sadece 194 bilgisayar bağlıydı. Bu günlerden sonra günümüzde milyonlarca insan internete her yerden özgürce bağlandı. Peki bu gelişen ve durmayan teknolojide Türkiye nerede; ülkemizde kendi adına üretim yapan ve geliştiren bir firma yok. Yabancı firmaların malları Türkiye’de montajını yapıp kendi etiketimiz ile satılmakta. Türkiye’de böyle bir gelişim olmadığı için bu kadar konu en baştan öğrenmesi gerekecek bu da artık yüzde yüz yerli üretiminde çok uzun yıllar sonra karşımıza çıkması demek oluyor. Yabancı firmalar yerine kendi firmalarımız ile “Made in Turkey” yazılı etiketler ile dünyaya satış yapabilmek ümidiyle. Bilgisayar konusunda tamamen tüketici konumunda olan ülkemiz bu konuda dışa bağımlılığımız devam edecek.
Bunlar olur iken Türkiye durur mu? Bu teknoloji ülkemize gelmeliydi çok kısa bir aradan sonra 1994 yıllında Türkiye’de ilk “Alo” sesi geldi. Ülkemizde bin - 2 bin dolar gibi bir ücretten başlayan telefon ile yapılmaya başladı. 21. yüzyılda hızlı yükselişi ile cep telefonları herkesin cebine girmeye başlamıştı. Artık mobil telefon pazarında büyük bir rekabet oluşmuştu. Türkiye’de büyük bir pazar olarak satış yapan firmalara karşı hala kendi firmalarımız bulunmuyor. Ama bilgisayarda olduğu gibi tüketen değil cep telefonunda da üreten bir teknolojiye yakın zaman diliminde yakalamış olacağız. Türkiye teknolojinin büyük bir alanında tüketen bir ülke olduk. Sakın yanlış anlaşılmasın mobil telefon ve bilgisayar üretmiyoruz diye geri kalmış değiliz. Bu cihazların kullanacağı geniş bant veri aktarımını yada uzaydaki uyduları üretebiliyoruz. Acaba ülke olarak bunlar küçük işler kimse yapmaz mantığı ile büyük görünümlü işler mi yapıyoruz. Telefonu umursamıyoruz ama haberleşme uydusunu mu yapıyoruz? Türkiye teknoloji konusunda çok hızlı adapte olan bir ülke olmuştur. Yeni teknoloji çok hızlı anlıyor ve üzerinde oynayabiliyoruz. Gerçekten Türk’ün kafası çalışıyor üretmek olmasa da onu daha güzel bir hal verebilecek gibi. Bazen düşünüyorum beyin göçünü. Bu ülkeden giden insanların çalışmalarını geri bize satıyorlar. Farklı alanlarda olsa teknolojide 2 konu başlığında dahil yerli yatırımlarımız üniversitelerimiz sayesinde ilerleyen dönemlerde belki de teknolojinin tüm alanlarında üretim yapıyor olacağız.
Cep telefonları; yada insanların bir biri ile konuşmasını yada görüntülü konuşmasını sağlayan el bilgisayarları aslında. Telefonun icadını dergimizin önceki sayısında vermiştik. Ülkemizde cep telefonu ile kullanımı;
Önce ülkemizde sabit telefon santrali ile Osmanlı’da daha sonra Atatürk döneminde neredeyse her ilde telefon santrali kuruldu. Türkiye telefon ile tanışmaya başlamıştı. Yıllar geçtikçe artık evlere kadar giren telefonlar olmuştur. Artık uzun yıllar bu şekilde sabit telefonlar kullanıldı ve bir değişiklik şarttı. İnsanlar yürürken, evlerinden yada işlerinden uzakta da olsa ulaşmak gerekiyordu. Artık telefonlar için mobil olarak kullanılması ihtiyacı doğuyordu. Tarih 1973leri gösterir iken ABD de yaklaşık 850gr ve tuğla gibi bir cihaz üretilmişti. İlk denemelerini dünya takip eder iken birde baktık 80lerin başında avrupa bu konuda adım atıyor. Büyük gün geldi avrupada ilk “Alo”su söylendi yıl 1991 yılında söylendi.
30
Çağlar Arı Teknoloji - Oyun;
Blizzard’ın büyük üç evreninden birini konu alan Diablo serisi üçüncü oyunu ile yine tüm RPG severleri heyecanlandırmayı başarıyor. Diablo 2’den ve ek paketinden sonra 12 yıl gibi uzun bir süre ara veren firma, Diablo 3 ile kaldığı yerden devam ediyor. Oyun hakkında detaylı bilgi vermeden oyunun hikayesi hakkında bilgi vermek istiyorum. ‘Ne güzel çağrımızı alıyorduk, nerden çıktı bu Diablo?’ diye sorduğunuzu duyar gibiyim... :) Diablo bizlere “Sanctuary” adını verdiği bir dünya tanıtıyor. Teknolojik olarak orta çağ zamanlarına denk gelen ancak mistik özellikleri de barındıran bu dünyada seçtiğimiz bir kahramanı yönetiyoruz. Diablo cennet ve cehennem arasındaki ütopik bir savaş olan “Günah Savaşı” ve bu savaşın bir tarafı olan cehennemdeki olayların dünyaya sıçraması ile ilgili olayları anlatıyor. Cennetin tüm varlıklara düzen ve disiplinin, cehenemin ise onlar yerine kaosun hüküm sürmesi gerektiği anlayışı yüzünden başlayan savaş gökyüzündeki en eski yıldızdan bile daha öncesine dayanmaktadır. Diablo’ya göre; Cehennem 7 Büyük İblis tarafından yönetiliyor. Bunların üçü , üç temel kötülük ve cehennemin yöneticileri olarak öne çıkıyorlar. En küçükleri olmasına rağmen liderleri ve en güçlüsü Diablo (Dehşetin Efendisi), Baal (Yıkımın Efendisi) ve en büyükleri Mephisto (Nefretin Efendisi).
Onlardan sonra yine büyük güçlere sahip 4 iblis Azmodan(Günahların Efendisi) Belial(Yalanların Efendisi) Andariel(Izdırap Bakiresi) ve Duriel(Acının Efendisi) sıralanıyor. Normalde ölümlü dünya ile ilgili olmayan bu savaş cehennemde dönen bir entrika ve ardından gelen bir devrim ile ölümlü topraklara sıçrıyor. Büyük Sürgün olarak adlandırılan bu olayda 3 kardeş onlara karşı diğer 4 yönetici iblisin önderliğinde birleşen tüm cehennem güçleri tarafından cehennemden sürülüyorlar. Kötülüklerine ve savaşlarına dünyaya sürülmeleri engel olmayan 3 Kardeş, Günah Savaşı’na yeni bir boyut katıyor; İnsanlar taraf seçme özgürlüğünü elinde tutan tek varlık olan insanlar, her iki tarafta da kendilerine müttefikler buluyorlar. Başmelek Tyrael’in önderliğinde, politik ve ideolojik farklılıklarını bir yana koyarak birleşen büyücü klanları, Horadrim adında bir birlik oluşturuyorlar. Bu insanların Günah Savaşı’nda yarattığı en büyük değişimlerden biri oluyor. Tyrael’in Horadrim’e verdiği, iblisleri hapsetme gücüne sahip olan “ruhtaşları” ile Horadrim avına başlıyor. Gayet iyi bir iş çıkaran ve iblis avlamakta uzman olan Horadrim, hemen 3 Kardeşin peşine düşüyor.Önce Mephisto, yakalanıyor ve ruhu taşa hapsedilip, Zakarum Kilisesinin korumasına bırakılıyor. Baal, Horadrim’in önde gelenlerinden Tal-Rasha’nın önderliğindeki bir grup ile Lut Gholein civarında karşılaşıyor. Baal “ruhtaşını” nı parçalama başarısını gösterse de, parçalardan biri kalbine saplanan Tal-Rasha kendini feda ederek, kendisiyle beraber Baal’i de Lut Gholein’in sıcak kumları altına hapsediyor.
31
Bir şekilde Horadrim’den sürekli kaçmayı başaran küçük Kardeş Diablo, Batıya, Khanduras’a doğru çekiliyor. Onu Jered Cain ve bir grup Horadrim , uzun süre izini sürdükten sonra yakalıyor, ruhunu taşa hapsedip, unutulmuş bir kilisenin derinliklerine gömüyorlar. Horadrim iblis yakalamaktaki başarısını, “ruhtaşları”nın saklandığı yeri korumakta gösteremiyor.İblislerin yakalanması ile zamanla birbirlerine düşen büyücü klanları dağılıyor. Önce başlarında onları koruyan kalmıyor, sonra böyle bir tehlikenin bile varlığı unutuluyor. Böylece Horadrim dağılmışken, cennetin yolundan sapan melek Izual›ın da yardımıyla ilk serbest kalan Mephisto oluyor. Mephisto, Zakarum’un gardiyanlığından kurtulduğu gibi, Zakarum düzenini etkileyerek ele geçiriyor.İblisin oyunlarına gelmeyen tek Zakarum rahibi Khalim de yolundan çekilince Mephisto hemen kardeşlerini kurtarmak için harekete geçiyor. Rahiplerinden biri olan Lazarus’u Khanduras’a götürüyor. Lazarus Khanduras’ta herşeyden habersiz bir şekilde, kendi krallığını ilan etmiş ve eski bir katedrali kendine saray bellemiş olan Leoric’in yanına sızıyor. Katedralin derinliklerinde taşın içinde uyuyan Diablo ile bağlantıya geçen Lazarus, şeytanın dünyada vücüt bulabilmesi için çalışmalara başlıyor. Horadrim ile yaptığı ve hapis olduğu durumdan dolayı zayıf olan Diablo, ele geçirmek için ilk denediği kişi olan Leoric’te, başarısız oluyor. İblise direnebilen Leoric bu zorlu savaştan ağır yaralarla çıkıyor ama akıl sağlığını yitiriyor. Bunun üzerine Lazarus Diablo’nun yerleşmesi için kralın oğlu Albrecht’i kaçırıyor. Oğlunun yokluğundan kendi adamlarını suçlu tutan Leoric, deli haliyle gerçekleri göremiyor ve bundan sorumlu tuttuğu Lachdanan›a adamlarını saldırtıyor. Lachdanan kralın askerlerini ve en sonunda aslında sonuna kadar sadık oluğu delirmiş kralını öldürüyor. Albrecht’i ele geçiren ve kendi şekline dönüşen Diablo, son kardeşi Baal’i kurtarmak için çalışmalara başlıyor. Tam da bu sırada uzun zaman önce Tristram’dan ayrılmış bir gezgin, eski şehrine geri dönüyor...
derecede ilgi çekiyor.Oyunu bir kere bitirmeniz size hiç bir şey kazandırmıyor 5 zorluk derecesinde bitirmeniz gerekiyor( Normal, Hard, Expert, Master ve Torment ).Oyunu bitirdiğinizde karakteriniz aynı itemleri ve leveli ile diğer zorluk seviyesine başlıcaktır.Her zorluk derecesinde karakteriniz için daha iyi özellikte eşyalar bulmanızı sağlıyor. Dolayısı ile merak duygusu içinde oyunu 5 kere bitirmenizi tavsiye ederim.Bu silahin daha iyisini bulabilirmiyim düşüncesi ile oyunu oynadığınızda sizleri sıkmıcaktır. Çünkü harcadığınız saatlerinizi kesinlikle karşılığını verecektir.Eee oyunuda bitirdik rafamı kaldırıcaz böyle bir şeyi kesinlikle yapmayın oyun yeni başlıyor Torment zorluk seviyesi kendi içinde 1-6 aralığında zorluk derecesine ayrılıyor.Torment 1 den başlayıp oynamaya devam ediyoruz bir eşya düşürdüğünüzü varsayıyorum defansı 500 diyelim. Aynı Eşya Torment 2 zorlukta düşerse daha fazla özelliği ile birlikte defansı 800 olacaktır.Torment 6 düşürürsek peki ne olacak onu bende merak ediyorum. :) Oyun içi görüntüleri sizinle paylaşıyorum ama bakmakla yetinmeyip kesinlikle oyunu oynamanızı tavsiye ediyorum.
Diablo 3 yenilenen karakter sınıfları, grafikleri, arayüzleri, kısacası herşeyiyle çoğu oyuncuyu kendine çekmeyi başarıyor. Barbarian, Monk, Wizard, Demon Hunter Witch Doctor sınıflarından birini seçerek istediğin vakit tek başınıza, istediğiniz an da diğer oyuncularla co-op oynayabiliyorsunuz. Oyunun mekanik yapısı gerçekten taktir edilecek
32
2 oyun modu mevcut Hardcore ve Soft Core bunları açıklayalım.
Soft Core: Karakteriniz öldügünde tekrar dirilirsiniz ve öldüğünüz yerden aynı eşyalarınız ve levelinizle oyuna devam edersiniz.Eşyalarınız kaybolmaz üstünüzde kalır emekleriniz boşa gitmeyecektir.
HardCore: En sevdiğim mod türüdür.1 saniyelik dikkat dağınıklığı aylardır süren emeğinizi çöpe atmanızı sağlar.Özetlemek gerekirse oyunun 3 zorluk derecesine kadar ölmeden geldinizi varsayıyorum ki bu çok zor karakteriniz bir kere ölürse karakteriniz bir daha dirilmicek üzere ölür.Sonra göz yaşları ile yeni karakter yaratma bölümüne gidip Normal zorluk seviyesinden oyuna başlamak zorunda kalıyorsunuz. Dikkatinizi hiç birşeyin dağıtmaması için kulaklık ile oynanmalıdır. Bu modu oynucak oyuncuların bilgisayarlarının ve internet bağlantısının çok iyi olması gerekiyor. Saniyelik bir Delay,Lag ve Pc kasılması gibi durumlarda karakteriniz ölürse aylar süren emeğinizi bir saniyede çöpe atmış bulunuyorsunuz. Alışınca bağımlılık yapan bir mod kesinlikle profosyonel olduğunuzda bu mod’a dönmenizi öneririm.
Barbarian: Diablo 2’de olduğu gibi mükemmel bir yakın dövüş savaşcısı olarak karşımızda.Yüksek saldırı ve savunma puanına sahip Barbarian oldukça dayanıklı bir karakter sınıfı.Barbarian sınıfı gücünü Furry isimli enerjiden alıyor.Yakın mesafeden ben kırıp dökücem haliz kelebeleriz önümüze geleni tekmeleriz felsefesi ile oynayacağım diyorsanız sizin için iyi bir tercih olacaktır. Sol eline silah sağ eline kalkan alabilirsiniz.İsteğinize göre 2 elinizde silah alıp ortalığı kasıp kavurabilirsiniz.
Online olarak oynamanızı tavsiye ederim.Skype Teamspeak gibi uzaktan sesli chat programları ile oynadığınızda 4 kişilik arkadaş grubunuzla zamanın nasıl geçtiğini anlayamayacaksınız. Sizin düşündürdüğünüz bir eşya işinize yaramıyorsa yada daha önceden düşürmüşseniz ki bu cok nadirdir; arkadaslarınızla paylaşıp daha hızlı bir şekilde yeni zorluk derecelerine merhaba diyebilirsiniz.
Oyunu ilk defa oynayacak olan arkadaşlar için karakterlerin çok kısa özelliklerinden bahsedelim oynayacak arkadaşlar için bu yazım rehber niteliğinde olacaktır.Sıkılmamanız için affınıza sığınarak biraz eğlenceli anlatmaya çalışacağım. Haydi başlayalım :)
Monk: Bu karakter yapmış olduğu hızlı yakın dövüş saldırıları ile düşmanı çok hızlı bir şekilde etkisiz hale getirebilen yeni karakter sınıflarından birisi. Barbarian’dan 3 kat daha hızlı saldırı yapabilicek durumda sunu unutmamak lazim yakın dövüşte barbarian kadar dayanalıklı değildir ama serilik ve hız bakımından barbarı cebinden çıkartabilir.Biraz dikkatlı orta dereceli zırhı ile biraz dikkatlı davranmanız gerekiyor.
33
Witch Doctor: yeni karakter sınıflarından birisi.Witch Doctor Karakter sınıfı birçok yaşayan ölü canavar türünü yaratabiliyor diğer adı ile summonlayabiliyor. Diablo 2’deki Necromancer sınıfına benzerliğiyle dikkat çeken sınıfta yaratık summon edebilmeniz için ölü bedenlere ve manaya ihtiyacınız olacak.
Wizard: Diğer adı ile büyücü gizlenme ve kurnazlık üzerine kurulmuş çıt kırıldım bir karakterdir. Menzilli saldırıları ile ateş toprak buz gibi elementleri kullanarak düşmanlarınızı yanınıza yaklaştırmadan çok rahat bir şekilde öldürebiliryorsunuz.Özellikle co-op yani arkadaş çevrenizle oynamak isterseniz 4 kişilik bir grupta kendisine ihtiyaç duyulacağı gözlerin arayacağı bir karakterdir.
Ben ne kesmekle uğraşacam deyip arka planda ufak dokunuşlar yaparak tüm işlerini yarattığı ölü yaratıklara yaptıran bir karakter okurken kolay gelebilir ama kontrolu bir an olsun elinizden bırakmamanız gereken bir karakter.
Demon Hunter: Diablo 3’de yeni karakter sınıflarından birisi.Uzaktan atmış olduğu oklar ile düşmanı adeta makineli tüfek gibi tarayabiliyor.En büyük artısı şüphesiz uzaktan saldırılar gerçekleştirebilmesi.Tuzaklar kurabilir düşmanlarınızı kilitleyebilir uzaktan öldürebilirsiniz. Hız anlamında ve kaçmak konusunda yetenekleri konusunda eline su dökülemez.Attığı oklar yetersiz gelirse tuzaklar kurup bomba atabiliyorsunuz.Skill konusunda zengin bir karakterdir.
34
Kulaklık Dergisi Kulaklık dergisi olarak yayın hayatına merhaba demiştik. Derginin sade ve okuyucular için içeriklerinin doğru tercihler olması her zaman dikkat ediyoruz. Güncel bilgilerden, dikkatimizi çekecek güzel bilgileri sizler ile paylaşmaktayız. Evet küçük bir ekip olarak büyük işler yapmak istemekteyiz ama siz değerli okuyucularımızın desteği ile bu mümkün olacaktır. Bu sayfada ekibimizin sizin için hazırladığı metinler, öneriler gibi konularda çalışır iken, heyecanla sizinle paylaşmak için büyük bir gayret ile çalışmaktayız. Tabiki de çalışır iken birazda eğlenelim daha sonra bu heyecana sizinde ortak olmanız umuduyla. Resimlerde de görüldüğü gibi ekibimizde; Yeşim Iğnak Koçak İlhan Polat Tuğçe Küçükkasap Toprak Erdi Can Yiğit Yeldan Fatih Özler Ömer Buğra Demir Mehtap Güner Rabia Elmas Selçuk Osman Altın Sizin için çalışan, değerli vakitlerini sizin için ayıran bu arkadaşlarımız için sizde değerli vaktinizden biraz ödünç verir dergimize bir göz atarsanız seviniriz. Tüm Okuyucularımıza Teşekkür Ederiz.
35
36
AÇIK BÜFE Açık Büfe Bölümü’nde sizlere yapabileceğiniz lezzetli yemeklerin, tatlıların tariflerini yazacağız. Pratik olmasının yanında lezzetli olmasına da önem verdiğimiz ve severek yediğimiz her yemeği sizler ile de paylaşmak bize zevk verir. Size de afiyet olsun.
Tatlı Krizleri için Tek Porsiyonluk Sütlü Tatlılar Benim canım tatlı istediğinde, aklıma ilk çikolata, sonra da böyle sütlü bir tatlı geliyor. Pirinç unlu, klasik bebek muhallebisine benzeyen bu muhallebi hem insanı çok şişiriyor, hem de o tatlı isteğini kesiyor. Seçilebilecek tatlı alternatifleri içinde iyi bir tanesi olduğunu düşünüyorum.
Hazırlanışı: Tüm malzemeleri, ufak bir sos tenceresinde pişirin. Bir kaseye boşaltın, oda sıcaklığına geldikten sonra, 1-2 saat de buzdolabında soğutup, afiyetle yiyin.
Malzemeler: - 1 su bardağından biraz fazla süt (350 ml kadar) - 3 silme çorba kaşığı toz şeker (45 gram) - 1 tepeleme çorba kaşığı pirinç unu (12 gram) - 1 tepeleme çorba kaşığı buğday nişastası (22 gram)
Eğer canınız illa çikolata bazlı bir tatlı istiyorsa, aynı malzemelere bir dolu kaşık da kakao ekleyin.
37
Rabia Elmas Selçuk Turizm;
ARKADAŞLAR HAZIRLANIN BİR DEĞİŞİKLİK YAPALIM BU YAZ DA KAMPA GİDELİM YEDİGÖLLER: Kamp kurmak için hangi bölgeyi seçmeniz gerektiğine siz karar vereceksiniz, uzun bir keşif yolculuğunun ardından… Tabii izin verilen noktalar dâhilinde… Çünkü Yedigöller’in her noktası kamp için uygun olsa da belli noktalarda kamp yapılmasına izin verilmiyor. Her mevsim farklı güzellikler gösteren bu bölgede özellikle yaz ve bahar aylarında kamp yapmanızı öneriyorum arkadaşlar gerçekten mükemmel.
YENİCE ORMANLARI: Doğal Hayatı Koruma Vakfı (WWF), 1999 yılında Avrupa’nın biyolojik çeşitlilik açısından en değerli ve acil olarak korunması gereken 100 orman alanını belirleyerek bunları “Avrupa Ormanları’nın Sıcak Noktaları” olarak tanımladı. Karabük ili sınırlarındaki Yenice Ormanları, Türkiye’de bulunan bu 9 sıcak noktadan birini oluşturuyor. Tropik bölgeler dışında dünyanın ender coğrafyalarında rastlanan el değmemiş anıtsal ağaçları ve özgün ekosistemiyle bu harika doğa alanı, biyolojik çeşitlilik bakımından son derece zengindir.
KAÇKARLAR: Türkiye’nin en yüksek 5. dağı olan Kaçkar(3937), görselliği ve bulunduğu coğrafya açısından en güzel dağlarımızdan birisidir. Dağlar arasında ‘en güzel’ sıfatı pek uygun kaçmasa da Kaçkar için bu bir istisna olsun. Çünkü kışın kendisine pek yaklaşılmasına izin vermese de yaz sezonunda her yanında açan çiçekleri ve ‘buzul gölleri’ ile sizi Kucaklar. Ülkemizdeki hiçbir dağda olmayan bu flora/ fauna açısından bile ‘en’ sıfatını hak eder Kaçkar dağı.
KAMP İÇİN UNUTULMAMASI GEREKEN MALZEMELER 1.Çadır, uyku tulumu, mat üçlüsü
5.El feneri, kamp feneri, yedek piller
2.Kamp ocağı, tencere-tava, termos
6.Harita, GPS, pusula
3.Ateş başlatıcı (kibriti destekleyici), Kibrit (su geçirmez bir kutuda)
7.Bıçak (ya da çok amaçlı çakı)
4.Yağmurluk
8.İlkyardım çantası 9.Çöp poşeti, sabun, Su filtresi...
39
DOĞA VE TATİL DOĞA GÜZELLİKLERİ ARASINDA HEM TATİL İMKANI HEMDE TESİSLERDEN YARARLANMA OLANAĞI Arkadaşlar tatil sadece yüzmekten ibaret değildir bence... Tatil dediğin hem yüzmek hem de sağlığını korumaktır... Bunun için de ne yapıyoruz hem yüzme imkanımızın olduğu hem doğa güzellikleriyle içimizi ferahlatan hem de sağlığımıza sağlık katan bir tatil planlıyoruz... tabiiki en uygun yerlerden birisi olan bunun için Kaplıcalar... Hem de yakınımız da varken yararlanmamak olur mu?
BEYTER DUTLU TAHTALI TERMAL TESİSLERİ:Tarihi ve doğa güzellikleri açısından zengindir.Yeşillikler ağaçlar arasındaki termal tesisler temiz havası,sessizliği kuş cıvıltıları arasında ailenizle hem tatil olanağı hemde tesislerimizden her türlü imkanlardan faydalanabilirsini. Tesislerimizde bulunan 3 adet Termal doğal tamamen kaynak olan suların bir çok hastalığa derman olduğu bilinmektedir.Daha önce tesisimizi görme imkanı bulamadıysanız şimdi tam sırası.
KIZILCAHAMAM KAPLICASI: Kızılcahamam Kaplıcası, size mo-
dern konaklama imkanları ile harika bir tatil ve şifa olanağı sunuyor.Bu bölgeye Kızılcahamam denilmesinin sebebi ise bu bölgenin toprağının renginden kaynaklanmaktadır. Ayrıca Kızılcahamam’da sadece termal su değil aynı zamanda maden suyu ve menba suyu da bulunmaktadır.Şehir gürültüsünden ve havasından uzak oksijen dolu size sadece kaplıcasında sağlık değil her türlü olanağı ile eşsiz bir tatil olanağı da sunacak olan kızılcahamam kaplıcasını tatil planlarınız arasında mutlaka bulundurun....
40
Ezgi Ayazoğlu Sinema - Sergi;
Vizyondaki filmler Cehennem Melekleri 3 •
Vizyon Tarihi:15.08.2014 (2s 7dk)
•
Yönetmen:Patrick Hughes (II)
•
Oyuncular:Sylvester Stallone, Jason Statham, Arnold Schwarzenegger
•
Tür: Aksiyon, Macera
Barney Ross, Lee Christmas ve ekibi hayatlarının en zorlu mücadelesiyle karşı karşıyalar! Bir zamanlar Barney ile birlikte ekibin kurulmasında rol alan Conrad Stonebanks, şimdilerde silah satıcısı olarak çalışmaktadır ve bu durum ekibin geri kalanını rahatsız eder. Bu nedenle Stonebanks ekibi dağıtmayı kafasına koymuştur. Barney ise karşı bir hamle olarak, yeni ve genç üyelerin de eklendiği ekibini yeniden toplar. Artık ekipmanları ve teknikleri de daha güçlü ve moderndir. Ancak karşılarına çıkacak her türlü kötülüğe tam olarak hazırlıklı mıdırlar?
Kahraman Şövalye •
Vizyon Tarihi:15.08.2014 (1s 32dk)
•
Yönetmen:Manuel Sicilia
•
Oyuncular:Freddie Highmore, Saoirse Ronan, Antonio Banderas
•
Tür:Animasyon
Justin, bürokratların yönettiği ve şövalyelerin yasaklandığı bir krallıkta yaşamaktadır. Justin, tıpkı büyükbabası gibi, Kahraman Şövalyelere katılmak istemektedir. Ama Kraliçe’nin başdanışmanı olan babası Reginald, oğlunun kendi izinden gitmesini, avukat olmasını istemektedir. Justin, çok sevdiği büyükannesini ziyaretinde ondan ilham alır; sözüm ona sevgilisi Lara’ya veda eder, evden ayrılır ve şövalye olma hevesiyle bir maceraya atılır. Bu yolculukta karşısına güzel ve cesur Talia, Melquiades adına tuhaf bir büyücüyle, yakışıklı Sör Clorex ile karşılaşacak, Blucher, Legantir ve Braulio adında üç keşişten Kahraman Şövalyeler›in kullandığı çok eski yol ve yöntemleriyle eğitim alacaktır.
41
KARABASAN •
Vizyon Tarihi:15.08.2014 (1s 34dk)
•
Yönetmen:Jennifer Kent
•
Oyuncular:Essie Davis, Noah Wiseman, Daniel Henshall
•
Tür:Korku
Amelia henüz hamileyken kocası bir trafik kazasında ölmüştür. Olayın üzerinden 6 yıl geçmesine rağmen kocasının kaybını bir türlü atlatamayan Amelia, içine kapanık oğlu Samuel ile münzevi bir hayat sürmektedir. Bir gün evlerinde “Bay Babadook” isimli esrarengiz bir çocuk kitabı bulan anne-oğulun hayatı, gotik çizimler ve ürkütücü tekerlemelerle dolu bu kitabı okumalarıyla birdenbire bir kabusa dönüşür. Duvarlarda gezinen gölgeler ve korkunç sesler yavaş yavaş evi esir alırken, bir çıkış yolu bulmaya çalışan anne oğulun çaresizliği de giderek artacaktır. Ama asıl dehşet daha da derinlerdedir!
Galaksinin Koruyucuları •
Yönetmen: James Gunn Oyuncular:Chris Pratt, Zoe Saldana, Lee Pace, Karen Gillan,Benicio Del Toro
•
Tür: Aksiyon, Macera, Bilim Kurgu Vizyon Tarihi: 1 Ağustos 2014 Cuma
•
Senaryo: James Gunn, Nicole Perlman
Kendisine Star-Lord lakabını takan Peter Quill esrarengiz bir gök cismini çalmaya kalkar ama yakalanır. Güçlü, hırslı ve kötü adam olan Ronan için bu işe kalkışan Quill, ondan kurtulmak isterken bir anda kendisini alakasız bir ekip içerisinde bulur! Star-Lord , silahlı bir rakun olan Roket, Rakun’un yoldaşı olan ağaç kılıklı Groot, ölümcül bir suçlu olan yeşil kadın Gamora ve gözünü intikam hırsı bürümüş olan Drax nam-ı diğer Yokedici ile işbirliği içerisine girecektir. Galaksinin Koruyucuları olarak anılan bu beşli, evren için gerçekten tehlike arz eden bu gök cismine karşı ne yapacaktır? Marvel’ın ‘Guardians Of The Galaxy’ çizgi romanından uyarlanan filmin yönetmenliğini Slither (2006) filminin yönetmeni James Gunn üstleniyor.
42
Liseli Polisler 2 •
Yönetmen: Christopher Miller , Phil Lord Oyuncular:Marc Evan Jackson , Nick Offerman, Ice Cube, Jillian Bell
•
Tür: Aksiyon, Komedi, Suç (112 dk) Vizyon Tarihi: 08.08.2014
Polis memurları Schmidt ve Jenko yerel bir üniversitede gizli görev üstlenirler. Ancak, Jenko spor takımında kendine bir kanka bulup, Schmidt de bohem sanat bölümüne sızınca, ortaklıklarını sorgulamaya başlarlar. Artık sadece davayı çözmeye değil, olgun bir ilişki yürütüp yürütemeyeceklerine karar vermeleri de gerekmektedir. Öğrencilikten olgunluğa geçebilirlerse, üniversite başlarına gelmiş en güzel şey olacaktır.
BEN KENDİM VE ANNEM •
Vizyon Tarih:15.08.2014 (1s 27dk)
•
Yönetmen:Guillaume Gallienne
•
Oyuncular:Guillaume Gallienne, André Marcon, Françoise Fabian
•
Tür:Komedi
Orta sınıfa mensup, huysuz Bayan Gallienne’in üç çocuğu vardır. İki çocuğunu «oğlum» diye seven Bayan Gallienne üçüncü çocuğuna «Guillaume” diye seslenmektedir. Bunun sonucu yaşı ilerledikçe Guillame, kendisini bir erkek çocuk olarak görmez. Bir anne nasıl böyle davranabilir? Neden böyle davranır? Art arda gelen bir dizi olayla Guillame, asıl kimliğini arayışa çıkar ve annesinin üzerinde bıraktığı zararlı etkisinden kurtulmaya çalışır.
43
Sergiler Ankara ve İstanbul İçin Ağustos Ayı Sergisi
“KAV 3. Karma Sergisi” KAV Sanat Galerisi Açılış Tarihi:04.06.2014 / Çarşamba
Evin Sanat Galerisi
Kapanış Tarihi:24.08.2014 / Pazar
Açılış Tarihi:26.06.2014 / Perşembe
Mekan: KAV Sanat Galerisi
Kapanış Tarihi:31.08.2014 / Pazar
Adres: Turan Güneş Bulv. Konrad Adenauer Cad. No: 61 Sancak Çankaya
Mekan: Evin Sanat Galerisi
Şehir: Ankara / Türkiye Telefon :312-491 22 32 İnternet Adresi
: www.kavakfi.org.tr
Adres: Bebek Deresi Sok. No : 13 Bebek Beşiktaş Şehir: İstanbul / Türkiye Telefon :212-265 81 58 İnternet Adresi
:www.evin-art.com
# Pazar günleri hariç her gün 11:00 - 19:00 saatleri arasında gezilebilir. #
44
bizden gelenler
Yazmak...
------------------------------------------------
Yazmak kelime anlamı olarak duygu ve düşüncelerini bir araç yardımıyla herhangi bir düzleme aktarmaktır diyebiliriz. Kimi zaman hüznü, kimi zaman mutluluğu temsil eder. Ama bana soracak olursanız yazmak ‘AŞK’ tır. Yazı denilen iki heceli dört harfli eylem kökünden türemiş bu kelime hem dostunuz hem sevgiliniz hem de dert ortağınızdır aynı zamanda. İsterseniz duvara karşı konuşur gibi durmadan yazın. Emin olun kaleminizden dökülen o satırlar sizi anlar, size hak verir. Hangi dilde, hangi ortamda, hangi renkle yazarsanız yazın yazı hep siyahtır. Yazıyı renklendiren sizin aktardıklarınızdır. Kendi yazılarımı bazen gökkuşağına benzetirim. Çünkü Pembe renkli kalemle yazılmış bir vasiyet pembeyi değil, gecenin karanlığını çağrıştırır insan beyninde. Siyahla yazılmış bir doğum günü kutlaması ise ilkbahar çiçeklerini çağrıştırır bence... İnsan yaptığı işten, ortaya çıkardığı eserden ne kadar zevk alırsa o kadar kalitelidir o yazı çalışması. Hangi yorumcunun hangi konuda eleştirdiği pek önemli değildir yazar için. Yazar için asıl önemli olan okuyucuyu mutlu edebiliyor olmasıdır. İşte bu yüzden yazmak aşktır. Çünkü Sevdanın gözü kördür ve ne görmek istersen onu görür, ne düşünmek istersen onu düşünürsün... ‘’
Biz insanlar ne kadar zeki olsakta bazı şeylere engel olmak yerine yaşayıp hüzünlenmek istiyoruz. Hayatımızdakilerin değerini hep kaybettikten sonra anlamaya mecburuz. Akıllanmak, yaşanmışlıklardan ders çıkarmak yerine önce felaketi yaşayıp daha sonra kabullenmek en büyük marifetimiz. Henüz yeni yaşanmış büyük olayları bile on dakikalık bir magazin programıyla bastırıyoruz beynimizde, gündemimizde. Gerek kendimden yola çıkarak gerekse gözlemlerime dayanarak vardım bu kanıya. Hele öyle insanlar var ki ; Gıcırdayan bir kapı sesi, pamuktan bir parça çekince çıkan hart sesi, kara tahtaya tebeşirle yazarken çıkan o cırtlak ses, bir arkadaşınızın dişlerini birbirine sürterek çıkardığı gıcırtı gibi nefret edilen bu seslerden bile daha sinir bozucular. Evet arkadaşlar. Fazlasıyla iyi olan insanlarımıza kocaman bir alkış istiyorum. Kocaman olanından… Ayrıca böyle insanlara tahammül etmek zorunda kalanlara da şimdiden Allah yardım etsin diyorum. Benimse bu insanlar arasında ki, toplum içerisinde ki yerim diş dolgusu kadar küçük fakat çevremdekilere göre ve kendimce bir o kadar önemli. Ama insanların istediğini yapmayınca nedense değerimi kaybediyorum(?) Diş dolgusu yerindeyken sevilir ama istenilen yerden bir milim bile hareket etse değerini kaybeder. Kendini soyutlamak olur muymuş? Abarttın sende diyeceksiniz ama. Bir köşeye çekilip seyretmek daha eğlenceli emin olun. -Elimden geldiğince uzak durmaya çalışıyorum insanlardan. Çünkü ya her şeyini elinden alıp gidiyorlar ya da önce her şeyin olup sonra gidiyorlar…
Şiirde ilham İlham olayı tam olarak nasıl olmalı bilmiyorum ama en azından sosyal medyadan öğrendiğim kadarıyla şöyle: Yağmurlu havada camın önündeki koltuğa oturup, battaniyeye sarılarak, bir bardak kahveyi içerek yazılabilecek bir şey sanırım şiir. Kaldı ki bunu denememe rağmen hiç başarılı olamadım. Şiir tamamen duygu işidir aslında. Bir yaz gecesi yıldızlara bakılarak yazılabileceği gibi şehir içi otobüsüyle seyahat ederken de kısa bir sürede yazılabilir. Tabii saatlerde alabilir bu iş. Belki de bir demlik çay ve bir paket sigara eşliğinde müzik dinlerken… Şiir yazan insanlar kendilerine ilham verebilecek şeyi hemen bulabilirler. Akılla kalbin ortak çalışması sonucundan duygu yüklü birkaç satır… Belki eski sevgilinizle yaşadıklarınız. Belki yan komşu Hatice teyzenin penceresinin önündeki rengârenk çiçekler. Belki şifonyerin üzerinde duran fanustaki balığın hareketleri. Belki de bir karıncanın hayat mücadelesi… İlham için ortama ya da klişelere değil duygulara ihtiyaç vardır. Eğer bir tavsiye istiyorsanız size verilebilecek en büyük tavsiye: Elinize kaleminizi alın ve yazın…
-----------------------------------------------Yan masada oturan kızın size selamı var. Bunu o söylemedi ama sizden haberi olsa eminim söylerdi. Pek uzun olmasa da omuzlarına kadar dökülen kumral ve kıvırcık saçlarının yanı sıra yüzüne vuran güneşle daha da belirginleşen ela gözleri ve uzun kirpikleri olan beyaz tenli bir kız. Evet, oldukça güzel bir kız. Kahve fincanının sapından tutmak yerine iki avcuyla kavrayan ve kahve fincanının sıcaklığını adeta iliklerine kadar hisseden güler yüzlü bir kız… Unutma yabancı! Kırmızı sana çok yakışıyor. Gerçi seni başka renkler içinde görme fırsatımda olmadı ya… ------------------------------------------------
Ömer Buğra Demir
45
bizden gelenler
Ömer Buğra Demir
Üşüyordum, Kar yağıyordu üzerime ve kayboluyordum. Her geçen gün Azgın sokaklarda, soğuk gecelerde, tozlu kitaplarda Oturuyordum öylece Nerede olduğumu bilmeden Akşam güneşi vururken yüzüme Kendimi kaybetmişçesine Ve O geldi. Yüreğimi dağlayan sarıpapatyam Denizim, kumum, güneşim Gözleri vardı. Buğulu bir gecenin içinden boncuk boncuk bakan. Gülüşü vardı. Kuru Ankara ayazına haykıran. Yaşanmışlıklara, yenilgilere aldırmadan Sevebildiğim, Hayran kalabildiğim, Yatık sekizim...
Özledim be sevgili Kaldırım taşları dizin kadar rahat değil ki uyuyayım Rüzgârın uğultusu sesin kadar güzel değil ki dinleyeyim Sana topladığım deniz kabuklarını hediye edeceğim Yanımda değilsin ki vereyim Adını bile bilmediğim bir sokaktayım adeta Çığlıklar atıyorum bulutlara Çekilin Çekilin, daha fazla kapatmayın güneşimi Akşamın sessizliği çöküyor yavaştan Üzerimde kahverengi paltom Kollarımda el işlemesi tahta bir kutu Sırtımda çantam Tanıdık bir yüz arıyorum etrafta Ölüyorum, yardım edin diyebileceğim Tanıdık bir yüz arıyorum Kutumu emanet edebileceğim Ömer Buğra Demir
Ömer Buğra Demir
46
Meriç Köyük İnbound; Mepaş Nevşehir
NEVŞEHİR MEPAŞ EĞİTİM GEZİSİ 14 Temmuz 2014 Sabah 07.30’da Ankara Otogardan Nevşehir seyahat ile eğitim gezisi yolculuğumuza başladık. Öğlen saat 13.00’da Nevşehir Otogarında yolculuğumuz sona erdi. Bizleri Nevşehir, Aksaray, Kırşehir bölge satış yöneticisi Sayın, Hasan Tahsin Kendirli ve Nevşehir satış temsilcisi Erkan Aktaş bey karşıladı. Bölge sorumluları ile tanıştıktan sonra, konaklayacağımız Dilek Kaya Otele gittik. Otele yerleştikten sonra, öğle yemeği eşliğinde güzel sohbetler edildi. Öğle yemeği sonrasında. MEPAŞ eğitimi için toplantı salonunda toplandık. MEPAŞ’ın indirimli elektrik konusu slâyt çalışmaları ile gözlendi ve detaylı konuşmalar yapıldı. Abonelerin hangi durumlarda indirimden yararlanabileceği, tarifeleri, faturadaki indirim oranları ve istenilen evraklar hakkında bilgi edinildi. Üç saat süren eğitimin ardından, yazılı sınav yapıldı. Yapılan sınavımız çok başarılı geçti. Sınav sonrası, akşam yemeği yenildi. Ardından CCR Otel’e geçtik. Muhteşem bir manzara eşliğinde, akşam çayımızı ve kahvelerimizi içtik. CCR Otel bahçesinde yapılan yürüyüş ve fotoğraf çekimleri ardından, konakladığımız Otele geçtik. Sabah 08.00’da Bölge sorumluları ile beraber kahvaltımızı yaptık. Ardından saha satışı için Ürgüp de bulunan, halı firmasına gidip, firma yetkilileri ile görüşüldü. Yapmış olduğu yıllık ortalama elektrik tüketimi ve ödediği faturalar hakkında bilgi verildi. Aboneye indirimli elektrikten faydalanabileceği bilgisi paylaşıldı. Abone bu indirimden faydalanmak istediğini beyan etti. Bu talebi karşısında gerekli işlemler yapılarak yerinde satış uygulandı. Daha sonra, Avanos ilçesinde bulunan Kaya Otel’e gidilerek, yerinde abonelik işlemi yapıldı. İndirimli elektrik konusu hakkında bilgi verildikten sonra, aynı işlemler Kaya otel için de yapıldı.
MEPAŞ eğitimleri toplantıları ve Saha çalışmaları burada sona erdi. Ürgüp merkeze geçerek ‘Yer Gök Aşk’ dizisinin çekildiği konağa gittik. Sonrasında ‘Asmalı Konağı’ gezerek fotoğraf çekimleri yaptık. Turasan Şarap mağazasına uğradık. Ürgüp çarşı merkezini gezerek, hediyelik eşyalar aldık. Üç Güzeller bölgesindeki, peribacalarını gezdik. Tüm ekip ile beraber ATV Safari ile Çavuşin bölgesinde gezinti yaptık. Avanos sallanan köprüsünden geçtik. Çömlekçiye giderek Büşra arkadaşımız ve Hasan Bey, çömlek yaparak hünerlerini sergilediler. Bölgede ki çanak çömlekçiler gezildi. Bu güzel çalışmalar ve gezintiler ardından Nevşehir eğitim turumuzu tamamlamış olduk… 18.30’da Nevşehir Seyahat ile Ankara’ya yolculuğumuz başladı.
Nevşehir MEPAŞ Eğitim Gezisi Ekip Yöneticimiz; Didem YILMAZKAYA Ekip arkadaşlarım; Mehtap GÜNER, Tuba BİTMEZ, Levent ŞAHİN, Büşra BARMAN
Sayın; Hasan Tahsin KENDİRLİ Erkan AKTAŞ bey’e Ekibimiz adına, bizlere sağladığı imkânlar ve misafirperverliği için teşekkür ediyoruz…
47
NEVŞEHİR MEPAŞ EĞİTİM GEZİSİNDEN KARELER
48
Fatih Özler Geyik;
Geyik Muhabbeti ! Günümüzde, toplumun her kesiminden insanların geyik anlayışı farklı olmakla beraber , herkes her şeye gülmek zorunda olmayabilir tabi ki . İnsanların bulundukları-yetiştikleri çevre koşulları toplumun her kesimini normal hayatta olduğu gibi espri ve geyik anlayışında da bölmüş bulunmakta maalesef. Gün geçtikçe bu alanda bir şeyler yazmak zorlaştığı gibi yazılarla okuyucuları bir paydada toplamak namümkün hale geldi. Bu alandaki yeni nesil fenomenler “karikatür” ve “caps” ler birazda olsa dikkatleri üzerlerine çekmeyi başarmış ve toplumun ortak noktalarına değinerek biraz da olsa ortak paydada buluşturmuş bulunmakta hepimizi . Fenomen haline gelen son dönem capslerin baş aktörleri İlber Hoca ve Sabri Reyiz geyiklerini bilmeyenimiz yoktur herhalde . Doğruyu söylemek gerekirse ilk başlarda herkesin güldüğüne gülmem , çok saçma diyerek çıkıntılık yaptığım bu capsler , tabiri caizse internet paketimin kotasını dolduran canavar haline dönüşmüş bulunmakta. Her neyse bu kadar edebiyat yeter şimdilik . Bu ay ki ilk yazıma yavru vatan K.K.T.C de çalıştığım dönemlerde beni şoke eden , sonrasında bulunduğum ortamlar da geyik muhabbeti olarak dönen tuhaf Kıbrıs ağzıyla ilgili ufak bilgiler vererek konuşmalarından anektodlar aktaracağım. Mevcutta bir Kıbrıs ziyareti yapmış yada bulunmuş arkadaşınız varsa eğer bilirsiniz ki hikayeleri anlatmakla bitmez. En basiti mutlaka konuşulan ağıza uyum sürecindeki yaşadığı sıkıntıları mutlaka anlatır. Aslında gerçekten bu Türkçeye alışıp alışamayacağınız, bu ilgi çekici ağız karşısındaki tavır, genel olarak bir dilden beklentiler, kendi konuştuğunuz dil türüne biçtiğiniz değer vb. gibi çoğu dil dışı, yani aslında dilin özüyle pek ilgisi olmayan bir yığın etkene bağlı olarak değişir. Ya birkaç gün içinde buradaki konuşmayı kendinize yakın hisseder ve “Nasılsın?”, yerine Napan , “Evde (mi)?” yerine Evdedir , “Gitmem lâzım”, yerine Lâzım gideyim, “Kahve ister misin?”, yerine İsden bir gavecik?, vb. demeye başlarsınız, ya da genel olarak yaşadığınız uyum sıkıntısının suçunu dile yükler, Kıbrıs’taki Türkçeyi hiçbir zaman benimsemez, aslında Kıbrıslıların çok kaba konuştuklarını, Türkçeyi doğru dürüst bilmediklerini düşünerek geri dönersiniz.
Çalışma hayatımın son derece öğretici dönemini geçirdiğim Kıbrıs’a yeni gittiğim sıralarda tanıştığım Türkiyeli bir arkadaşın anlattıkları, benim açımdan bu uyum sürecinde olabileceklerin çarpıcı bir örneğini oluşturur. Dostumuz bir akşam bir arkadaşıyla Lefkoşa’da gece kulübüne gider. Bir müddet oyalandıktan sonra, oradaki güzelce bir kız ile tanışmak ister. Bütün cesaretini toplayarak pek hoş bulduğu kızın yanına yaklaşır; kendisiyle tanışmak istediğini söyler. Kız “Ben da isderim tanışayım seni-ninan”, der. “İşte bunu söylemesiyle kızın güzelliğinden eser kalmamıştı gözümde. Hemen uzaklaştım yanından”, diye anlatmıştı genç dostumuz. Heyecan dozunu azaltarak aktardığım hikâyenin akışı tam böyle mi olmuştur, bilmiyorum. Yine bir dostumuz arabada giderken karısına “Soy gendini ver bana”, der. Hemen derinlemesine teorik açıklamalar yapmaya girişmekten kendimi zor alıkoyduğum bu cümle, dil bilimi örneği olarak alınınca üzerinde uzun uzun yazılabilecek türdendir. Çünkü buraya kadar adını vermediğimiz “soyulup da verilmesi istenen şey” kadının elindeki muzdan başka bir şey değildir. Kıbrıs ağzında gendi kelimesi, standart Türkçedeki kendi yerine değil, daha çok “onu” anlamıyla kullanılır. Dolayısıyla “Abim duydu davşanın sesini. Aldı tüfeği da çıkdı dışarı, vurdu gendim veya Attı pencereden gendini”, diyen bir Kıbrıslı, ne abisi kendini vurmuş birisinin üzüntüsü, ne de birinin intiharına şahitlik etmiş olmanın telâşı içerisindedir. Çünkü birinci cümle “Ağabeyim tavşanın sesini duydu, tüfeği aldı, dışarı çıktı ve onu vurdu”, ikincisi ise “Onu pencereden attı”dan başka bir şey değildir. Ama Kıbrıslıların ve Kıbrıs’a uğrayanların hatıraları arasında buna benzer epeyce örnek vardır. Bir kısmı büyük bir hoşgörünün izlerini, bir kısmı da uyum sorununun yükünü taşıyan bir yığın hikâye... Günün birinde gitme fırsatı yakaladığınız vakit yanınıza Kıbrıslı bir genci almayın sakın ola! Yaptığım ayrımcılık değil kesinlikle yine Kıbrıslı biri olacaksa olsun fakat yaşanan bir olaydan ders çıkarmanızı isterim ki kulağınıza küpe olsun şu an yazacaklarım . Zira hayati önem taşımaktadır.
49
“Türkiyeli genç solda direksiyonda, Kıbrıslı arkadaşı da sağında, yolculuk ederler. Genç öndeki kamyonu sollamak, daha doğrusu “sağlamak” ister; ama trafiğin soldan işlediği Kıbrıs’ta, Türkiye’den götürdüğü sol direksiyonlu bir otomobili kullandığı için karşıdan gelen olup olmadığını da göremez. Yanımdakine “Bak bakalım, karşıdan bir şey geliyor mu?”, diye sorar. Yanındaki Çok değil bee, bi başçık, der. Bizimki önündeki arabayı geçmek için gaza basıp sağ şeride yanaşır yanaşmaz bir minibüsle burun buruna gelir. Burada gene dil incelemelerinde sahte dostlar dediğimiz türün can alıcı bir örneğiyle karşı karşıyayız. İki genç arasında geçen diyalogda söylenenle anlaşılan arasında dikkat çekici farklar vardır. Dil aslında bir ortak anlaşmalar sistemidir; belli konularda “ortak yaşama”nın ve buna bağlı olarak “ortak kodlar”ın bulunmasını şart koşar. Örneğimizde sesçe benzer kelimelerin içerikleri farklı doldurulmuştur. Kıbrıslı genç aslında doğru bir uyarıda bulunmuş, aynı kodları kullanmayan Türkiyeli genç ise mesajı yanlış çözümlemiştir. Bunun neticesinde ilk bakışta işlediği düşünülen iletişim, tehlikeli bir sonuca götürebilecek kadar aksamıştır. Burada bas İngilizce bus, çık ise Kıbrıs’ta standart Türkçedekinden çok daha sık kullanılan -Cık ekinden başka bir şey değildir. Kıbrıslıları ziyaret ettiğinizde duyacağınız sözlerin başında İsden bi gavecik?, gelir. Söz konusu ekin aslında burada küçültme, sevimlileştirme, kolay görme gibi işlevleri vardır. Fakat zaman zaman, kelimenin eksiz biçimi ile ekli biçimi arasında birisinin Kıbrıs’a has olması dışında bir fark da yok gibidir.
Her bulunduğum ortama kolay adapte olabilen bir karaktere sahip olmama ve bu yönümün en güvendiğim özelliğim olmasına rağmen herkesi bırakacağı gibi beni de zor durumda bıraktığı oldu bu konuşmaların. Üst düzey yöneticilik yaptığım şirkette ciddi bir iş toplantısında patronumun samimi ve laçka olmuş ast – üst ilişkilerine verdiği « Amman anam , amman anam , şoklarımı yaşarım , X nen Y şahısları donlan göt olmuşlar ! « tepkisiyle ortamın ciddiyetini bozabilecek bir davranışta bulunmama ( Hafif bir tebessüm dahi etmeme) gayretim , olağan üstü çaba sarfetmelerim sonucu başarıyla sonlansada , patronumun her ağızını açtığında bu gayretlerim ciddiyetten biraz daha uzaklaşmaktaydı. Her ne kadar ortamın ciddiyetini bozacak bir tavır sergilemediysemde toplantıdan sıfır verimle ayrılmak zorunda kalmıştım. Diyeceğim o ki; depresyonda olan arkadaşlarımız bir müddet K.K.T.C. tatili yapıp yerlileriyle mutlaka paylaşımda bulunsunlar. Zira bu Türkçe anlatılmaz yaşanır !
50
Türklere mahsus ölümler! * Kurban bayramında kaçan koçların boynuzlarını bir yerlerine sokması sonucu ölüm (K.Maraş’ın Çoğulhan Kasabası). * Mideye kaçan sineği öldürmek için ağza Sheltox sıkmak suretiyle ölüm (İstanbul/Sultanbeyli) * Bir arabaya 11 kişi binip viyaduğe uçmak (Molla Gürani Viyadüğü/İstanbul) * Katta olmayan asansöre binme teşebbüsü (Ali Kırca/Kuruçesme’deki evinde; sadece yaralanma).
Yok artık !
* Balkona 50 kişi çıkılması sonucu balkonun çökmesiyle oluşan toplu ölüm.
Geveze papağan iki sevgiliyi ayırdı!
(Dudullu’da bir Köy nişan töreninde).
İngiltere›de Ziggy adlı bir papağan, sahibinin nişanlısından 4 aydır sakladığı gizli aşığının adını sürekli söyleyince çiftin ayrılmasına neden oldu.
* Ormanda zehirli mantarları ailece yiyerek,» anaa ne guzel!” deyip akşama evde ölü bulunan Türk ailesi (Datça’da).
Son zamanların ruh sağlığı bozuk arkadaşlar yüzünden ilişkilere son verildiği haberlerini hepimiz okumuşuzdur. Ya bir Papağanın ilişkiyi bitireceği boyutta tehlikeli olabileceğini hiç düşündünüz mü? Bakalım olabilir miymiş?
İngiliz basınında geniş yer bulan habere göre, Suzy Collins (25) eski iş arkadaşlarından Gary ile ilişkisini bir süre daha saklamak istiyordu, ancak Ziggy’nin sürekli gizli aşığın adını söylemesi bunu engelledi.
*Yatağındaki tahtakurusu veya bilimum haşeratı öldürmek için yatağı ilaçladıktan biraz sonra uykuya dalarak göçmek (Bodrum/Yalıkavak Köyü). * Elektrik direğine yaslanıp ayakkabısına kaçan taşı ayağını silkeleyerek çıkarmaya çalışan kişinin, elektrik çarptığını sanan yardımsever bir laz tarafından kafasına kürek, kalas vb vurularak ölmesi. (Rize/Ardeşen Kasabasi/Tunca Köyü’nde).
“Gary” ismi ne zaman radyoda ya da bir televizyon programında duyulsa papağan Ziggy daha fazla öpücük sesi çıkarıyor ya da Suzy’nin cep telefonu her çalışında papağan “Selam Gary” diyordu ancak 30 yaşında Leeds kentinde bilgisayarcılık yapan Chris Taylor, tüm bu “ipuçlarına rağmen” önce Ziggy’yi dikkate almadı. Ancak bir gün Ziggy, Suzy ve Chris’i kanepede sarılırken görünce «sevincini» saklayamayıp «Gary, seni seviyorum” dediğinde, Chris “bir şeylerin ters gittiğini” anlayabildi.
* Yolda mutlu, mesut yürürken kafaya balkon düşmesi (Gene Dudullu’da). * Para çekmek amacıyla girilen bankamatik gişesinde elektrik çarpması sonucu ölüm. (Ziraat Bankasi, Bozcaada Şubesi)
* Trafik kazasından yaralı olarak kurtarılıp, hastaneye kaldırılırken ambulansın kaza yapması sonucu ölüm. (Ülkemizin bir çok şehrinde)
*Alkollü durumda TEM otoyolunda seyreden bir araçtaki beş kişinin; süper fm’de çalmaya başlayan oynak bir şarkı sonrası aracı sağa çekmesi ve *Otoyol da göbek atmaya başlaması üzerine 5 kişiden 3’ünün ayrı ayrı araçların çarpması sonucu ölümü (Adapazar/Hendek).
*v.s ... yorum sizin .
51
Mehtap Güner Astronomi; Terazi Burcu: Bir lafa bakarım laf mı diye bir de söyleyene bakarım adam mı diye boşuna dememiş atalarımız. Çekemeyenler anca lak lak eder. O değil de seni kim çekemiyor? Gayet saçma bir insansın…
Koç Burcu: Hoş ve çekici olmana rağmen neden hala yalnızsın sen? Şirinlikte ve yalakalıkta atlamadığın rütbe kalmadı hala yalnız, hala yalnız hahahaha yazık… Koç Burcu Sinirlenince: Çabuk sinirlenir ve kapıyı çarpar gider.
Terazi Burcu Sinirlenince: Sinirlenince çok çekici bir şekilde gülümser.
Boğa Burcu: Kendisiyle barışık ve daima tutarsızdır boğa. O değil de kanka hayata küsmüş gibi bir halinde var sanki be yine neye sıkıldı canın? Her şeye canını sıkıyosun be arkadaş, yapma bunu… Boğa Burcu Sinirlenince: Kaya gibi sert sinirleri vardır, kolay kolay sinirlenmez. İkizler Burcu: Naber aslan sütüm? Senin yanında olanlar o günü son günmüş gibi yaşamalılar. Öyle bir günü bir daha bulamazlar. Allah yardımcıları olsun senin yanında olan arkadaşların. Bu havada hiç çekilmezsin… İkizler Burcu Sinirlenince: Bir o yana bir bu yana yürür ve sürekli konuşur. Yengeç Burcu: Karışık duygular içerisindesin ne yapacağını bilmiyorsun. Parasal konulara dikkat et sıkışabilirsin. Onun içinde yalnızsın. Haha ezik seninde mi manitan yok? Üzülme diğerlerinin de yok…
Akrep Burcu: Ben senin sevgilin olsam seni bir odaya kilitler bir daha da dışarı bırakmam. Çok tatlısın, güzelsin, özelsin ama bir o kadar da dengesiz ve şuursuzsun… Akrep Burcu Sinirlenince: Onunla başa çıkılamaz, susturulamaz, durdurulamaz. Yay Burcu: Böyle güzel güzel bir şey yersin hani ufacık kırıntı dişinin arasında kalır ya gönlünde de ufacık bir aşk kalmış be tatlım. Çıkar onu, yoksa mutlu olmazsın böyle üzülmeye devam edersin. Biraz insan lafı dinle… Yay Burcu Sinirlenince: Sürekli konuşur asla susmaz Oğlak Burcu: sen istiyorsun ki aşk da tutkulu ve sadık olsun. Ama senin karşına sürekli bildiğin öküz tipler çıkıyor. Yazık be... Oğlak Burcu Sinirlenince: Gözlerinin içine buz gibi bakar, ağır sözler konuşur. Kova Burcu: Oy oy oy annem seni yine üzüyorlar mı? Kıyamam senin gibi saf, salak, yüreği pis bir insandan kim ne ister anlamıyorum ya…
Yengeç Burcu Sinirlenince: Sinirlenince direkt içine kapanır. Aslan Burcu: Bak abartmıyorum çevrendeki bazı insanların beyinlerine oksijen gitmiyor. Hayat sana oyun oynuyor be yavrum. Çok şanssızsın. Dua et ne bileyim gir kurşun döktür.
Kova Burcu Sinirlenince: Kayıtsızlaşır, mesafe koyar, uzaklaşır ya da kendini savunur.
Aslan Burcu Sinirlenince: Tüm eleştiri oklarını karşısındakine saplar. Başak Burcu: Şekerden daha tatlı bir kişiliğe sahipsin bebek. Aşk demek, başak demek. Başak demek, aşk demek. Sevin onu. Nasıl sırıtıyon deme hâlbuki şaka demiştim hahaha… Başak Burcu Sinirlenince: İlk tepkisi kendine duvar örmek, ardına saklanmak.
52
Balık Burcu: Aklı başından atmış yüreğinin sesini dinler olmuş ve sürekli üzüntüye uğramış bir burcumuz. Karşınızda balık sevin şunu yazık her yerden dışlanıyor ezikler… Balık Burcu Sinirlenince: Mücadele etmek yerine, ortamdan hemen uzaklaşır, içine kapanır.