Kulaklik Dergisi Kasım 2014

Page 1

kulaklikdergisi@netcc.com.tr

www.kulaklikdergisi.com

KASIM 2014 SAYI : 4


İçindekiler Anlamlı Yazılar

Bizden Gelenler

• Çocuk Olmanın Dayanılmaz Sayfa 1 Hafifliği • Beyin Hakkında İlginç Bilgiler Sayfa 3 ve Gerçekler Sağlık • Kış Hastalıkları ve Korunma Sayfa 5 Yolları Spor • Süper Lig – Süleyman Sayfa 7 Seba Yılı Röportaj • Fatih Yetimoğlu Sayfa 9 Röportajı

Net Sosyal •

Netcc Huzurevi Ziyareti

• Netcc Paintball Organizasyonu

Sayfa 15 Sayfa 17

Ö. Buğra Demir’in Yazısı

Sayfa 21

Atilla İlhan ve Hayatı

Sayfa 49

• Kendine Ait Bir Odada Kadının Toplumdaki Yeri

Sayfa 53

• Bir Delinin Hatıra Defterinden Sayfa 57 10 Not Kültür/Sanat •

Ah İstanbul ah!

• Jyorei’yi Duyarak Değil Yaşayarak Tanıyın.

Sayfa 27 Sayfa 45

Bilim ve Teknoloji • Kablosuz Bağlantınızın Yavaş Olmasının 11 Sebebi

Sayfa 31

Elektrikli Arabalar ve Tarihi

Sayfa 33

Oyun İncelemesi; Dota 2

Sayfa 37

Turizm •

Adıyaman ve Tarihi

Sayfa 47

Tiyatro

Müzik • Zirvenin Gelecekteki Sahibi; Sayfa 19 The Cataracs

Özel Dosya • 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Sayfa 23

• Doğal Yaşam; Sayfa 58 Burdur Gölü

Sahne Oyunları Tanıtımı

Sayfa 25

Ajanda •

Vizyona Girecek Filmler

Sayfa 41

Sergiler ve Galeriler

Sayfa 44

Geyik •

Bunları Biliyor musunuz?

Sayfa 59

Yıl 2014

Sayfa 61

Astronomi

Sayfa 63


İstediğimiz hayatı elde etmek için yeterince çabalamamış olabiliriz. Çünkü çabalamış gibi görünmeye çalışıyoruz. Dünya’nın pek bir ömrü kalmadı diye düşündüğümüz zamanlarda gezegenimize ne kadar yararlı olduğumuzu sorguluyoruz. Düşünceli gibi davranıyoruz. Mutlu olmaktan bahsederken gülüyoruz mesela... Mutlu gibi davranıyoruz. Sosyal hayatımızın büyük bölümü ‘... gibi davranmak’ ile geçiyor. Dışarıda böyle bir hayatın bizi beklediği ve uyulması gereken sosyal kurallar olduğunu düşünüyoruz. Bir nevi masumda olsa sahte davranışlara teslim oluyoruz. Aslında teslim olmaktan ziyade doğru olanı abartıyoruz. Genetik özelliklerimizden biridir abartmak. Dolayısı ile çokta yadsımıyoruz yaptıklarımızı. Şimdi konunun bizi ilgilendiren kısımlarına baktığımız zaman 4. sayı için heyecanlı bir bekleyiş içindeyiz. En azından bize böyle yansıtanlar, bizimde heyecanımızı kat kat arttırdı. Sizin duygularınızın gerçeklik payını tabiki bilemeyiz. Eğer bu yönde ise hisleriniz çıktığımız bu yolda emeklemeye başladık demektir. Bizler geçirilen süre içerisinde yeni fikirler ürettik, üretmeye çalıştık. Pozitif veya negatif eleştirilerinize yönelik adımlar atmaya çalıştık ve bunları gerçekten ciddi şekilde ele alarak konuştuk. ‘ -mış gibi ‘ davranmadık. Katkılarınız ile büyütmeyi görev edindiğimiz dergimizin yeni sayısını elimizden geldiğince hazırladık. Her sayımızda olan bölümler dışında yeni bir iki makale hazırlamaya çalıştık. ‘Bizden Gelenler’ bölümü için sizinde katkılarınız oldu tabi ki. Göndereceğiniz her yazıyı heyecan ile beklediğimizi açık şekilde söyleyebilirim. Bu destek bizim yolumuzu aydınlatarak ilerlememizi sağlıyor. Herzaman olduğu gibi katkılarınız için şimdiden çok teşekkür ederiz. İyi bir sonbahar ayı geçirmeniz dileği ile...

kulaklikdergisi.com kulaklikdergisi@netcc.com.tr

Editör: İlhan Polat Yazarlar: Mustafa Çakmak, Toprak Erdi Can, Tuğçe Küçükkasap, Mehtap Güner, Rabia Elmas Selçuk, Ezgi Ayazoğlu, Meriç Köyük, Fatih Özler Dergi Tasarım: Osman Altın Katkıda Bulunanlar: Ömer Buğra Demir, Esen Tansık, Özgür Balaban


Anlamlı Yazılar Mustafa Çakmak kulaklikdergisi.com kulaklikdergisi@netcc.com.tr

ÇOCUK OLMANIN DAYANILMAZ HAFİFLİĞİ O sabah bilgisayarımı açtığımda sosyal paylaşım ağlarından birinde gördüğüm bir iletiden sonra başladı eskiye yolculuğum. Belki çok klişe bir iletiydi fakat yine de beni bu yolculuğu yapmaktan alıkoymadı. Evet 90’larda çocuk olmak… Teknolojinin doyumsuz bir şekilde artması, iş hayatının dayanılmaz yoğunluğu, yaşanılan sıkıntı ve stres vs vs… Ne derseniz deyin, nedeni ne olursa olsun bazı istisnalar dışında birçoğumuz çocukluğumuzu çok özleriz. Gariptir aynı kuşakta yetişen çocuklar birbirlerini hiç görmemelerine rağmen aralarında gizli bir anlaşma varmışçasına oynadıkları oyunları, oyuncakları, yaptıkları munzurluklar, kurdukları planlar ve hayaller birbirlerine çok benzer. Eminim bu yazıyı okuyanların birçoğu da “ Evet bunları biz de yapardık ” diyecektir.

Okullar açıldı; zaten sınıf arkadaşlarının birçoğu mahalle arkadaşlarıdır aynı zamanda. İnanın okul yolu şu an okula giden çocukların hiçbirine bu kadar zevkli gelmemiştir. Aynı zamanda hiçbir anne bu kadar içi rahat göndermemiştir (Zamane şartları anneleri adeta bir badygard haline getirdiJ). Anneler çocukları evden uğurladıktan sonra bir büyük kalabalıkla gidilir okula; kahkahalar, sohbetler, muziplikler v.s okuldan gelirken de bir okul gününü devirmeni sevinci ile bu sahneler hep yaşanır. Kimimiz yarım yamalak doyduktan sonra verilen ödevler ve sonrası yaşasın çizgi film kuşağı !!! Şimdiki gibi çizgi film kanalları yok, sabah ve akşam çizgi film kuşağı var. Belirli filmler ama bütün çocukların sevdiği türden. Kimi çocuk He-man olur kimi Şira, Şirinler ve Ninja Kaplumbağaları da unutmamak lazım. Sonrası eğlenceye devam sıkılmak için bir dakika yok sokak bizi bekler…

Düşünüyorum da; acaba çocuklarımızın eline her şeyi hazır olarak verdiğimiz için biraz da biz mi onların çocukluklarını ellerinden alıyoruz? O yüzden mi yaratıcılıktan bu kadar uzaklar? O yüzden mi geleceğe dair umutları yok denecek kadar az? O dönemde oynanan oyunlara ve malzemelere bakarsanız hayal gücünün ve yaratıcılığın ne seviyede olduğunu görürsünüz. Sokağa bir kişinin çıkması yeterli, sanki her biri o anı bekler gibi ortalık çocuk kaynar. Hemen oyunlar kurulur; yaş gurubuna göre bu oyunlar değişkenlik gösterir. Küçükler manili oyunlar (Bezirgan başı, yağ ve bal satar bir kısım) oynar. Biraz daha büyük olan ağabeyler ablalar ilk oyunlarına başlamışlardır bile. Önden bir ip atlanır, daha sonra top en sonda muhteşem bir saklambaç ile gün sonlanır. Tabi bu arada bu oyunların dışında daha marjinal olan çelik-çomak, kuka, misket ve ilikleri unutursak çok ayıp etmiş oluruz. Zira bu oyunlar çocuklardaki takım ruhunu, birlikte başarma hissini en üst düzeye çıkaran oyunlardır. Tüm bu oyunların yanında büyüklerin korkulu rüyası, bir mühendislik harikasıJ Torrneti söylemeden geçemeyeceğim. Öyle çok rahatsız edicidir ki ama özellikle erkek çocuklar için muhteşemdir. Ağır metal tekerlekleri olan tahta bir kaykaydır; kaykaydan çok çatısız minyatür bir arabayı da çağrıştırır. Sıcak yaz günlerinde kız çocuklarının daha çok oynamayı tercih ettiği beş taş ya da çok taş oyunları da oynandığı olurdu. Aslında bu oyunlar el kol koordinasyonunu da geliştirmekte idi. Ya evin içinde bile olsak ayağımızdan çıkarmadığımız ışıklı spor ayakkabıları, sonra sanal bebeğimiz oldu büyüttüğümüz, Japonca çizgi filmlerin şarkılarını ezberlemeye çalıştık, Polis akademisinde her sesi çıkaran adama hayranlık duyarak. Hangimiz flütle Süper Baba’nın müziğini çalmaya çalışmadık ki… Hangimiz George’den (Corçtan) borç istemeyen Micheal (Maykıl) olmadık ki… Çocukluğumuzdan bahsederken sanırım bayram sabahlarını es geçmek olmaz. Bayramlardan alınan haz büyüdükçe neden aynı olmaz? Hep denir ya “nerede eski bayramlar “ bayramlar aynı fakat insanlar büyüdükçe masumiyetini kaybediyor, beklentiler büyüyor ve hayat kavgası içerisinde kaybolup, bayramlardan umduğunu alamıyor. Sizce bir çocuğun şeker bayramında beklentisi en fazla ne olabilir? Yeni kıyafetler ve akşama kadar elindeki şeker poşetini doldurmak; işte bu kadar basit! Ya milli bayramlarımız…

1


Okullarımızdaki bayram sabahlarını herhalde kimse unutamaz. Bayram; kelimesinin bütün anlamını ifade eder bir coşku ile kutlanırdı. Sabah erkenden okula gidilir, gelecek misafirler için (velilerimiz) sıralar dışarı çıkarılarak oturma düzeni ayarlanır, oyunlar prova edilir ve sahne hazırlanırdı. Bayramı; gösterilerde görev alanlar, öğretmenler, veliler tarifsiz bir gurur ve coşku ile izlerlerdi. Pamuk şekerciler, allı-güllüler, uçan balonlar da ayrı bir renk verirdi bu güzel günlere… O yıllarda insan ilişkileri de çok yoğun yaşanırdı. Her akşam bir komşuya oturmaya gidilirdi mesela. Büyükler bir kenarda sohbet eder ya da oyun oynar, çocuklar ise “ isim, şehir, hayvana “ başlamıştır bile. Çocukluğunda bu oyunu oynamamış olanınız yoktur herhalde. Bu oyundan sonra bir turda haritadan şehir bulmaca sıkılacak vakit kalmadı. Dikkat ettiyseniz şimdiye kadar yazdığım oyunlar çocuklar için eğitici, öğretici ve yaratıcı oyunlardır. 90’larda çocuk olmak, çocukluğunu doyasıya ve mutlu yaşayan o şanslı çoğunluktan olmak. Sanırım bazen içimizde bir köşeyi büyütmemek ve o çocuklukta bırakmak insanları mutlu kılabilir. Bunu yapmanın en iyi yolu çocuklarımıza bu kültürü aktarıp devamını sağlamakla olacaktır (Çocuklar ile sokakta hala yakan top oynayan biri olarak )

Ya 70 ve 80’ler... Onları da unutmamak lazım… Arnavut kaldırımlı taş sokaklarda düşe kalka dizlerinizden yaralar eksik olmadan geçtiyse çocukluğunuz, annenizin elinden tutup yağ, şeker, tüp gaz kuyruklarına girdiyseniz, cebinizde değil evinizde bir telefon olması en büyük ayrıcalığınızsa, İspanyol paçalı pantolonlu ablalarınızın ağabeylerimizin varsa siz 70’lerin çocuklarındansınız.

Çocukluğunuzu mahallenizde sokağınızda değil de evinizde geçirdiyseniz, o çok sevdiğiniz sokaklardan alıkoyulduysanız, dışarıda olan anlamlı anlamsız kavgalardan uzak tutmaya çalıştıysa sizi aileniz, ilk okul önlüklerinin siyahtan maviye döndüğüne şahit olduysanız, A takımı, Dallas, Hayat Ağacı, Mavi Ay dizilerini hatırladıysanız, depozito toplamak adına kola şişelerini biriktirdiyseniz, Kayahan, Nilüfer, Sezen Aksu, Barış Manço şarkıları ile büyüdüyseniz, en çok kullandığınız espriniz; ‘eti kemik geçiyor’ ve ‘tipe bak’ olduysa, en güzeli de bir hatıra defteriniz olduysa 80’li yıllarda geçmiştir çocukluğunuz.

Her dönemde çocuk olmanın muhteşem güzelliği ile İçindeki mutlu çocuk ruhunu kaybetmeyenlere sevgilerle…

2


Anlamlı Yazılar

BEYİN HAKKINDA İLGİNÇ BİLGİLER * Beyin vücudunuzdaki en yağlı organdır. * Beyninizi sürekli çalıştırın çünkü beyinsel aktiviteler beyninizde yeni sinir hücrelerinin oluşmasını sağlar. * Her zaman pozitif düşünün. Araştırmalar doktorlara başvuranların yüzde 60´ının psikolojik nedenlerle doktora başvurduğunu ortaya koyuyor.

* İnsan beyninin ağırlığı ortalama 1.3 kilogram civarındadır. * Beyniniz ölmeye başlamadan önce en fazla 4 ile 6 dakika arasında oksijensiz kalabilir. * Beyninizde tam 100 milyar sinir hücresi bulunuyor. * “İnsan, beyninin yüzde 10´unu kullanıyor” deyimi yanlıştır. Beynin her bölgesinin bir işlevi vardır. * Her insan doğduğunda aynı sayıda beyin hücresine sahiptir. Bu sayı altı yaşında maksimum seviyeye ulaşır. * Yeni doğan bir bebeğin beyni doğduktan sonraki ilk yılda tam üç kat büyür.

* Beslenmenin beyne oldukça yararlı etkisi vardır. New York´ta yapılan bir araştırmada öğle yemeğinde yapay soslar ve takviyeler kullanmayanların IQ seviyelerinin diğerlerine göre yüzde 14 daha yüksek olduğunu ortaya koydu. * Bir şeyler hatırladığınız ve yeni düşünceler yarattığınız her an beyninizde yeni bağlantılar kuruyorsunuz. * Koku yoluyla edindiğiniz bir hatıranız, beyninizde kurulan en duygusal bağlantıdır. *İyi bir uyku kaliteli bir beyin için şarttır. Çok uyuyorum diye üzülmeyin. Einstein’günlük 10 saatten fazla uyuduğu biliniyor.24 saati geçen uykusuzluk beyinde sarhoşluğa benzer bir etki yapar * Başınız ağrıdığında beyniniz hiçbir acı hissetmez. Olay tamamen acı reseptörleriyle bağlantılıdır.

* Dokunma duyusu ilk oluşan duyudur. Anne karnında oluşur.

3

* Uyuduğunuz süre içinde beyniniz yarı paralize oluyor. Bu sürede beyniniz bir hormon salgılıyor. Bu hormon rüyalarınız sırasında tepki vermenizi engelliyor.


BEYNİMİZ HAKKINDA İLGİNÇ GERÇEKLER 1. Beyniniz, buzdolabınızın ampulünden daha az enerji tüketir Beyin 12 watt gücünde enerji kullanır ki büyük boy iki muzdan elde edilecek enerjiye eşittir. Vücut ağırlığının sadece %3’ünü oluşturmasına karşın beyin bütün enerjisinin yüzde17’sini tüketir. Bu enerjinin büyük kısmı ise beynin bakım ve destek faaliyetlerine gider. Dikkatli ve yoğun düşünme esnasında harcadığınız enerji o kadar küçüktür ki fark edilmez bile. 2. Gürültülü bir odada niçin telefon konuşması yapmak zordur? Gürültülü yerlerde cep telefonuyla konuşmak zordur. Cep telefonunuz içinde bulunduğunuz odanın sesleriyle hattın diğer ucundan gelen sesleri karıştırmak suretiyle beyninizin işini zorlaştırmaktadır. Bu durumda beyniniz telefondaki arkadaşınızın sesiyle odadaki diğer sesleri ayırt etmekte zorlanmaktadır. Telefonunuzun mikrofonunu elinizle kapattığınız anda aslında içinde bulunduğunuz odadaki seslerin telefona girmesine engel olduğunuz için ses karışımına engel olmakta ve beyninizin işini kolaylaştırmaktasınız. 3. O şarkıyı bir türü hatırlayamıyorsanız sebebi var Bazen bir şarkı veya şarkının bir bölümü aklınıza takılır kalır, bir türlü hangi şarkı olduğunu hatırlayamazsınız. Çok sinir bozucudur gerçekten. Ama beynin ‘sıralı hatırlama’ ilkesi, hafızamızın işleyişi açısından özel ve kullanışlı bir göreve sahiptir. Her şeyi olay akışının sırası içinde hatırlamamız gerekir. Herhangi bir kâğıda adınızı yazarken, sabahları çay demlerken veya akşam evinize dönerken hangi sokaklardan ve kapılardan geçeceğinize karar verirken bile beyniniz bu kurala göre çalışmaktadır. Bu ‘sıralı hatırlama’ fonksiyonu sayesinde günlük işlerimizi sürdürebiliyoruz. Bir şarkının veya bir film repliğinin sadece bir parçasını düşündüğünüzde, beyniniz –anılarınızın arasında- bu bilgi parçacığını eşleştireceği bir olay dizini aramaktadır. Büyük ihtimalle beyniniz en sonunda bu parçacığı bulacak ve siz aklınıza takılan o şarkıyı hatırlayacaksınız. Ama eğer ‘aklınıza takılıp kalmış olması’ sizi rahatsız ediyorsa ve o anlık takıntıdan kurtulmak istiyorsanız, beyninize uğraşması için başka bir ‘sıra’ verin. Söz gelişi başka bir şarkıyı düşünün veya söylemeye çalışın. Muhtemelen beyniniz ‘dağınık hafıza kalabalığı’ içinde sizin yönlendirmenizle biraz daha kısa sürede sonuca ulaşacaktır. Umarız bu yöntemi denerken başka bir can sıkıcı şarkıya takılıp kalmazsınız. 4. Güneş ışığı hapşırmanıza neden olur Parlak güneş ışığına bakan pek çok kişi hapşırır. Niçin böyle bir refleks vardır ve nasıl çalışır? Hapşırmanın temel fonksiyonu bellidir: sizin nefes yollarınızı rahatsız eden madde veya parçacıkların dışarı atılması.

Hapşırmayı kontrol eden merkez beynin lateral medulla denilen bölgesindedir. Bu bölgenin hasar görmesi halinde hapşırabilme yeteneğimizi kaybederiz. Hapşırma genellikle ‘rahatsız edici’ bir unsurun uyarısıyla tetiklenir. Bu uyarının beyinde ulaşacağı nokta ‘lateral medulla’dır. Bu bilgi beyne burnumuzdaki çeşitli sinirler vasıtasıyla iletilir. Bu sinirlerden biri de trigeminal sinirdir ve çok yoğun çalışan bir trafiğe aracılık etmektedir. Normalde parlak güneş ışığının yalnızca göz bebeklerinin küçülmesini tetiklemesi gerekirken burun kaşındırıcı impulsları ileten komşu bölgelerdeki nöronlar da aynı şekilde etkilenebilmekte. Gözbebeklerinin küçültülmesi sinyali bu nedenle bazen hapşırmaya neden oluyor. 5. Esnemek beyni uyandırır Esneme aktivitesini uyku hali veya sıkılmış olmakla ilişkilendirmemize rağmen esnemenin fonksiyonu uyandırmaktır. Esneme, daha fazla miktarda havanın ciğerlerimize dolmasına neden olacak şekilde kas gruplarını çalıştırır ve kanımızdaki oksijen oranını hızla yükselterek bizi uyandırır. Memeli hayvanlar ve kuşlarda da esneme vardır. 12 haftalık olmuş fetuslarda esneme olduğu gözlenmiştir. Esnemenin, vücut tarafından tam uyanıklığa erişmek amacıyla başlatılan bir hareket olduğunu düşünün. Ve esnemek bulaşıcıdır. Odada bir kişi esnerse diğerleri de esnemeye başlar. Bunun nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, topluluk içinde birisi ‘uyanıklığa ihtiyaç duymuşsa’ herkesin ‘uyanık olması’ gerektiği şeklinde toplumsal bir içgüdüden kaynaklanıyor olabilir. Köpeklerin esnemesi, stresli bir durumda ‘rahatlatıcı’ etki yaratmaktadır. Köpekler esneyerek etrafındakileri ‘sakinleştir’. Huzursuzluk eden köpeğinizin karşısında esneyerek onu sakinleştirebilirsiniz. 6. İrtifa arttıkça beyin garip resimler görür Dağcılarda bazen bir takım varlıklar gördüğüne dair olgulara rastlanır ki bunların pek çoğunun mistik kişiler olmadığını biliyoruz. Bunun nedeni genelde yerden yükseldikçe havadaki oksijen oranının düşmesi ve beyne daha az oksijen gitmesidir. 2 bin 400 metre yükseklik bu durumda bir sınır değer olarak kabul edilmektedir. Bu yükseklikten daha yukarı tırmanan dağcılar görünmeyen bir takım varlıkları hissettiklerini, kimisi ise yanlarındaki arkadaşlarının vücudundan ışık yayıldığını ve bazen sebepsiz yere korkuya kapıldıklarını bildirmişlerdir. Oksijen seviyesindeki düşmenin, beynin görsel ve duygusal sinyalleri kontrol eden bölümlerinde yavaşlama veya bozulmaya neden olduğu düşünülmektedir.

Sandra Aamodt ve Sam Wang, “Beyninize Hoşgeldiniz(Welcome to Your Brain)”

4


Sağlık Erdi Toprak Can kulaklikdergisi.com kulaklikdergisi@netcc.com.tr

KIŞ GELİYOR... Kış Hastalıkları Ve Korunma Yolları Kış mevsiminde ülkemizde yaşanan soğuk havaya bağlı olarak nezle, grip, faranjit, larenjit, sinüzit, orta kulak iltihabı, bronşit, zatürre gibi hastalıkların görülme sıklığı artıyor. Enfeksiyonlar özellikle, çocukları, yaşlıları, hamileleri, kronik sağlık sorunları olanları olumsuz etkiliyor. Kış mevsiminde soğuk havaya uyum sağlamak için vücudun daha fazla enerji harcadığına dikkat çekiliyor. Bu enerji ihtiyacı karşılanmadığında da vücut direnci düşüyor, enfeksiyonlara yatkın hale geliyor. Soğuk kış iklimde yaşayan ve yıllarını geçiren insanların soğuk havaya uyumuyla ılıman iklimde ve zaman zaman soğukta yaşayan insanların uyumunun farklı olduğu belirtiliyor. Soğuk, özellikle akciğerin akut veya kronik tüm hastalıklarını tetikler. Bronşit, astım gibi sağlık sorunları daha sık görülür. Ayrıca kronik böbrek ve diyabet hastaları, kalp hastaları, by-pass geçiren kişiler aşırı soğuklardan çok daha fazla etkilenirler. Kışın ortaya çıkan hava kirliliği de soğukla birleştiğinde sorun büyür. Zatürreye dikkat Kış mevsiminde artış gösteren ve iyi tedavi edilmediğinde ölüme bile yol açabilen hastalıklardan biri de zatürre. Akciğerlerin iltihabi bir hastalığı olan zatürrede, akciğerlerde bulunan hava kesecikleri, iltihabi bir sıvıyla dolar. Akciğerlerin görevi olan oksijen alış veriş fonksiyonu bozulur, kanda oksijen düzeyi azalır. Bunların sonucunda hücreler normal fonksiyonlarını yerine getiremez ve hatta bu nedenle ölüm bile görülebilir. Amerika’da bile halen ölüme yol açan hastalıklar arasında zatürre altıncı sırada yer alıyor. Zatürre Zatürreye yol açan 30’un üzerinde mikroorganizma tanımlanmaktadır. Zatürrenin oluşumunda bakteriler ve virüsler önemli rol oynar. Bakterilerden kaynaklanan enfeksiyonlar yenidoğan bebeklerden yaşlı kişilere kadar

5

her yaş grubunda görülebilir. Alkolikler, yeni ameliyat olmuş hastalar, kronik akciğer ve kalp hastalığı olanlar ve bağışıklık sistemi zayıflamış kişilerde pnömoniye yakalanma riski daha yüksektir. Ateş, titreme, öksürük, sarı veya yeşil renkte balgam çıkarma, göğüs ağrısı ve terlemeyle gelişir. Zatürrelerin yarısı da virüslerden kaynaklanıyor. Virüslerden kaynaklanan zatürrelerin kısa sürede iyileştiğine dikkat çekiliyor. Ancak grip virüsü ağır zatürreye yol açabilir, altta yatan kalp , akciğer hastalığı olanlarda ve gebelerde ölüm nedeni bile olabilir. Belirtileri ateş, başağrısı, kuru öksürük, kas ağrısı ve halsizlik gibi gripal infeksiyonlarda görülen belirtilerdir. Zatürre nasıl tedavisi edilir? Zatürre tedavisinde antibiyotiklerin yanı sıra ağrı ve ateş için parasetamol veya nonsteroid antiinflamatuvar ilaçlar, balgam söktürücü ilaçlar kullanılıyor. Eğer hastanın kanında oksijen düzeyi düşerse oksijen tedavisi de öneriliyor. Genç hastalar, iyileştikten sonra 1 hafta içinde normal yaşantılarına dönebilirler. Orta yaşlı kişilerde eski sağlıklarına kavuşmaları ve kendilerini iyi hissetmeleri haftaları alabilir. Zatürre gripal infeksiyonlar sırasında veya sonrasında oluşabildiğinden grip aşısı yaptırmak zatürreden de korunmayı sağlar. Grip aşısı senede bir kez sonbahar ayında yapılır.


-Kış ve soğuk diye fazla enerji almak iyi olur. Ancak aşırı yağlı yemek ve az hareket, kilo almaya neden olur. Bu yüzden öğünler muntazam yenilmeli. Sabah kahvaltılarına ve enerji verecek mevsim meyve ve sebzelerine de ağırlık verilmeli. -Soğukta özelikle hamileler mevsim hastalıklarına yakalanmamaya özen göstermeli, toplu yerlerden uzak durmalı, maske ile korunmalı. -Astımı olanların ilaçlarını düzenli almaları, mecbur kalmadıkça dışarı çıkmamaları, hava kirliliğinden, soba ve kömür etkisinden sakınmaları gerekiyor. -Kalp hastalığı olanların çok soğukta yürümemelerini öneriyoruz

Kış hastalıklarından nasıl korunabilirsiniz?

-Yüksek tansiyonu olanların da ilaçlarını titizlikle kullanmaları, direnç artsın diye diyeti bozmamaları, tuzlu yememeleri büyük önem taşıyor.

Kış mevsiminde enfeksiyonlar ağır geçtiği için korunma tedbirlerine özen gösterilmesinde yarar var. Yaşlıların, çocukların, kalp, astım, diyabet gibi sağlık sorunları olan kişilere havanın çok soğuk olduğu günlerde mecbur kalmadıkça sokağa çıkmaları önerilmiyor. Giyime özen gösterilmeli, soğuktan koruyacak biçimde giyinilmesinin yanısıra aşırı terlememeye dikkat edilmelidir.

6


Spor Erdi Toprak Can kulaklikdergisi.com kulaklikdergisi@netcc.com.tr

2014-15 Süper Lig yada (2014-2015 Sezonu Süleyman Seba Sezonu)Süper Lig’in Spor Toto sponsorluğunda düzenlenen 5., toplamda 57. sezonudur. Sezon 29 Ağustos 2014’te başlayacak ve 31 Mayıs 2015’te sona erecektir. 2013-14 sezonunda 6+0+4 olan yabancı oyuncu sınırlaması 2014-15 sezonunda 5+3 olarak değiştirilmiştir. Süper Lig fikstürü çekimleri 15 Temmuz’da gerçekleşmiştir. Türkiye Futbol Federasyonunun 14 Temmuz 2014 tarihinde düzenlediği 46 sayılı toplantısında 2014-2015 sezonu Spor Toto Süper Lig müsabakaları statüsü yürürlüğe girmiştir. 30 Ağustos 2014 tarihinde Futbol Federasyonu Başkanı Yıldırım Demirören’in yaptığı basın toplantısında 2014-15 Süper Lig sezonunun 13 Ağustos 2014 günü hayatını kaybeden eski Beşiktaş Jimnastik Kulübü Başkanı Süleyman Seba’ya adanarak Süleyman Seba Sezonu olarak isimlendirileceğini açıklamıştır. Sezon boyunca maçlarda Nike’ın ürettiği Incyte II model topu kullanılacaktır. Daha önce kötü, çirkin tezahürat ve eylemlerde uygulanan seyircisiz oynama ve saha kapatma cezaları bu sezon ile birlikte tribün kapatma cezaları olarak uygulanmaya başlanmıştır. Bu uygulama dolayısıyla geçmiş iki sezonda uygulanan sadece kadın ve 12 yaş altı çocuklara ücretsiz olarak izleme kuralı kaldırılmış oldu. Hakemlerin ilk kez 2014 FIFA Dünya Kupasında kullanmış olduğu kaybolan sprey bu sezonla birlikte Süper Lig’te de kullanılmaya başlayacaktır. Stadlara girişte eskiden uygulanan kağıt bilet ile giriş Süper Lig ve 1. Lig maçlarında bu sezonla birlikte tamamen uygulamadan kalkmış Passolig olarak bilinen e-bilet uygulaması devreye girmiştir.

7

En’ler ve İlk’ler  İlk Gol: Akhisar Belediyesporlu Saidi Ntibazonkiza (29 Ağustos 2014 tarihinde deplasmanda Balıkesirspor’a)  En Farklı Galibiyet: 5 fark  Balıkesirspor - Bursaspor : 0-5 (25 Ekim 2014, 7. Hafta)  Bir maçta bir oyuncu tarafından atılan en çok gol sayısı: 3  Semih Şentürk; İst. Başakşehir 4 - 0 Akhisar Bld. (5 Ekim 2014, 5. Hafta)  Cedric Bakambu; Balıkesirspor 0 - 5 Bursaspor (25 Ekim 2014, 7. Hafta)  En gollü maç: 8 Gol  Trabzonspor - Gaziantepspor : 4-4 (26 Ekim 2014, 7. Hafta)  En gollü beraberlik: 8 Gol  Trabzonspor - Gaziantepspor : 4-4 (26 Ekim 2014, 7. Hafta)


Sıra 1 2

3

7

Futbolcu

Maç

Gol

Theofanis Gekas

Akhisar Bld.

Takım

7

8

Cedric Bakambu

Bursaspor

5

5

Semih Şentürk

İst. Başakşehir

3

4

Adem Büyük

Kasımpaşa

6

4

Olcay Şahan

Beşiktaş

7

4

Muhammet Demir

Gaziantepspor

7

4

Oktay Delibalta

Mersin İ.Y.

5

3

Oscar Cardozo

Trabzonspor

5

3

Sinan Kaloğlu

Mersin İ.Y.

6

3

Burak Yılmaz

Galatasaray

7

3

Wesley Sneijder

Galatasaray

7

3

Abdou Traoré

Karabükspor

7

3

Kasım Ayı Süper Lig Fikstürü 8.Hafta 01.11. 13:30 01.11. 16:00 01.11. 19:00 02.11. 13:30 02.11. 13:30 02.11. 19:00 03.11. 19:00 03.11. 20:00 9. Hafta 07.11. 18:00 07.11. 20:00 08.11. 14:30 08.11. 18:00 08.11. 20:30 09.11. 13:30 09.11. 13:30 09.11. 16:00 09.11. 19:00

Gençlerbirliği Bursaspor Akhisar Belediye Gaziantepspor Rizespor Beşiktaş Eskişehirspor Konyaspor

Başakşehir Sivasspor Trabzonspor Mersin İY Erciyesspor Fenerbahçe Balikesirspor Karabükspor

Sivasspor Gaziantepspor Mersin İY Karabükspor Fenerbahçe Erciyesspor Kasımpaşa Trabzonspor Başakşehir

Eskişehirspor Akhisar Belediye Balikesirspor Galatasaray Rizespor Bursaspor Gençlerbirliği Konyaspor Beşiktaş

10. Hafta 22.11. 13:30 22.11. 16:00 22.11. 19:00 23.11. 13:30 23.11. 13:30 23.11. 16:00 23.11. 19:00 24.11. 19:00 24.11. 20:00 11. Hafta 28.11. 19:00 28.11. 20:00 29.11. 13:30 29.11. 16:00 29.11. 19:00 30.11. 16:00 30.11. 19:00

Rizespor Akhisar Belediye Galatasaray Gençlerbirliği Konyaspor Eskişehirspor Beşiktaş Balikesirspor Bursaspor

Başakşehir Mersin İY Trabzonspor Karabükspor Gaziantepspor Erciyesspor Kasımpaşa Sivasspor Fenerbahçe

Akhisar Belediye Başakşehir Kasımpaşa Erciyesspor Gaziantepspor Mersin İY Fenerbahçe

Konyaspor Bursaspor Rizespor Balikesirspor Galatasaray Sivasspor Eskişehirspor

8


Röportaj Tuğçe Küçükkasap Fatih Özler kulaklikdergisi.com kulaklikdergisi@netcc.com.tr

Dergimizin bu sayısının röportaj konuğu; Fatih Yetimoğlu: Net Call Center Kurumsal Performans ve Stratejik Planlama Müdürü

Fatih Yetimoğlu kimdir, tanıyabilir miyiz? 1980 Trabzon doğumluyum. Baba mesleğinden dolayı bir birinden farklı şehirler de büyüdüm. Babamın emekli olmasıyla da ailece Ankara’ya yerleştik. Okul dönemim boyunca kendine münhasır ailesini üzmeyen bir çocuktum. Üniversitede fizik bölümü okudum. Hayalim de matematik okumak vardı fakat fizik okudum. Almış olduğum bitirme ödeviyle de hayatım da ne yapıp ne yapmayacağımın kararını da o zaman verdim. Teknolojiye olan yatkınlığımla hayatımda satış mühendisliği ya da teknik ağırlıklı işler yapmak istedim. Üniversiteyi bitirdikten sonrada hayatım da çizdiğim yolda yürümeye devam ettim. Şu anda bulunduğunuz pozisyona gelene kadar olan geçmiş iş hayatınızı öğrenebilir miyiz? 1997 yılında Tat salça da bilgi işlem bölümün de mevsimlik olarak çalıştım aynı zaman üniversite zamanlarında da dershanelerde etüt öğretmenliği yaptım. Fizik,matematik ve fen bilgisi dersleri verdim 3yıl boyunca. Üniversite bitince askerliğimi yaptım. Askerlik dönüşü Sıemens Business Services’de işe başladım orada Ttnet ADSL birimin de Teknik Uzman olarak yaklaşık 11 ay boyunca çağrı aldım. Daha sonra Bayer Healtcare Diagnostic ‘ de işe başladım saha mühendisi olarak. Burada tıbbi cihazların kurulumu, kullanım eğitimleri ve sonrasın da teknik destek hizmeti verdim. Bu işim sayesinde 76 ili görme şansım oldu. Ankara ve İç Anadolu Bölgesinde şirketin satış birimine satış yöneticisi olarak geçiş yaptım.

9

Bayer’in global anlamda satılması sonucunda işimden ayrıldım. Türkiye genelinde İstanbul’da Bayer’in distribütörü ile anlaşıp kendi şirketimi kurdum. Yaklaşık 14 mühendis arkadaşla yola çok başarılı bir şekilde devam ettik. Türkiye distribütörümüzün finansal krize girmesi sonucu şirket ortaklığından ayrılma kararı aldım. 2010 yılı mayıs ayın da o zaman ki şirket sahipleriyle görüşmeler sonucunda NETCC’ de Satış Pazarlama bölümün de Satış ve Pazarlama Müdürü olarak işe başladım. Bu zamana kadar da şirket imiz içinde çok farklı departmanlar da görev aldım. Projelerden sorumlu Koordinatörlük, Kurumsal Performans ve Teknoloji Yönetim müdürü şimdi de Kurumsal Performans ve Stratejik Planlama müdürü olarak Kalite ve Raporlama birimi de bana bağlı olarak görevime devam ediyorum. Aynı zamanda da Genel Müdürümüz ile birlik de şirketin stratejisini ve şirket içindeki tüm kurumsal performans adı altında tüm çıktılarını, maliyetleri, kar ve zarar gibi finansal değerlerin takibini yapıyorum. Yeni bir iş alınacaksa ihale, teklif ve yeni müşteriler için şirketimizin sunumunu ben yapıyorum. Çağrı merkezi sektörün de karşılaştığınız zorluklar nelerdir? Çağrı merkezi sektörü olarak zorlukları var tabi ki. İnsanlara bir sekreterlik gibi gelse de oysaki bir kontak merkezi noktasıdır. Ben bu sektör de ciddi zorluklarla karşılaşmadım. Çağrı aldığım dönemde de 52 bin aboneye hizmet verdim o dönemde de zorluk yaşamadım sanırım sakin yapımın da rolü çoktur. Sizin için çağrı kalitesi neyi ifade ediyor? Bir çağrı merkezi olarak bu durumu ikiye ayırmamız gerekiyor. Birinci husus bu işi yapabilecek arkadaşlarımız sabırlı mı ? , ses tonu güzel mi ve aynı zamanda projeler de kendini güzel ifade edebilir mi ? İkinci Husus kalite kriterlerini hiçbir şekil de sorgulamadan müşteri için size verilen bu bilgileri harfi harfine uyum sağlamasıdır. Tabi ki bir robot gibi değil bir oya işler gibi tane tane sakin ve anlaşılır biçimde. Yani kalite sakin, sabırlı, kendini düzgün ifade etmek ve verilen kuraları doğru yalansız ifade edebilmektir.


İleriki dönemlerde kurumsal olarak Netcc nasıl bir tabloda yer alacaktır? Bu konuda yönetim olarak çok çaba harcıyoruz. Daha farklı neler yapabiliriz? Bu farkındalığı bizle beraber herkese nasıl hissettirebiliriz gibi çalışmalarımız var. Yemekhaneden tutun yönetim noktasına kadar kurumsallığı hissetmemiz lazım. Kendi içimizde bununla beraber hareketlenmelerimiz var. Gerek logoff life gerek yapılan organizasyonlarımız, birlik ve beraberliğimizle kapıdan çıktıktan sonra da yüzümüzdeki gülümseme ile takım ruhu oluşturup zorlukları da beraber aşmamız gerekiyor. Bence kurumsallık bunlarla beraber büyüyecektir. Önümüzdeki süreçte de güzel şeyler bizi bekliyor diye düşünüyorum. Hararetli bir şekilde farklı, güzel, hepimizin ufkunu açacak projeler üzerinde çalışıyoruz. Daha güzel işler yapacağız hep birlikte. Şuan da kariyerinizde olmak istediğiniz noktada mısınız? Daha iyisi olabilir. Kimse olduğu yerde kalmak istemez sonuçta. Fatih Yetimoğlu için fotoğraf çekmek ne anlama geliyor? Fotoğraf çekmek benim için bir tutku açıkçası. Üniversiteden bu yana çok özel insanlardan eğitimini alarak başladım fotoğraf çekmeye. Siyah beyaz fotoğraf baskısı banyoları yaptım. Fotoğraf çekmek için suyun altına da daldım, 4000 metreye de çıktım. Bu benim için çok özel bir şey. Fotoğraftaki o andır beni içine çeken, fotoğraf, bakmakla görmenin arasındaki farktır, benim için. Eğer fotoğraf çektiğiniz anı görebiliyorsanız insanlara da baktırabiliyorsunuzdur. Çok keyif alıyorum fotoğraf çekmekten.

Hayatınızdaki dönüm noktaları nelerdir? Hayatımdaki dönüm noktası üniversitedeki bitirme tezimdir. Hayatıma yön veren bir projeydi. Benden hiç haz almayan bir bölüm başkanı bir gün önümü keserek ‘’Bitirme tezini benden alacaksın.’’ Dediğinde şaşırmıştım. Hocamın dersine girmiyordum, devamsızlıktan da bırakıyordu beni tabiî ki :) Fizikle ilgili bir cihazın kurulumu ve kullanılmasını içeren bir projeydi. Kariyerimde bir dönüm noktasıdır bu olay benim için. Hayatınızda karar vermekte zorluk çektiğiniz bir durum oldu mu? Karar vermekte çok zorlanmam. Çünkü kararlarımın öncesini sonrasını düşünerek alırım. Son olarak Kulaklık Dergisi ile ilgili görüşleriniz nelerdir? Kulaklık Dergisi şirket içinde yapılmış en güzel organizasyondur. Kurumsallık için de en güzel örneklerden biridir. Buna önayak olduğunuzdan dolayı da hepinize çok teşekkür ediyorum. Bizleri herkese ulaştırıyorsunuz. Her ay ayrı ayrı, bizlerde size ulaşıyoruz. Böyle bir özveriyi ben kendimde bulamazdım. Bu özveriyi kendinde bulan tüm arkadaşlarıma teşekkür ederim.

Fotoğrafçılığın yanı sıra yapmaktan hoşlandığınız aktiviteleriniz nelerdir? Gezmeyi seviyorum. Doğa tutkunuyumdur, açık havada doğada vakit geçirmeyi seviyorum. RC arabalarla uğraşmayı seviyorum. Onun dışında da haftada 3-4 gün yüzüyorum.

10


BİZDEN GELEN SORULAR Arif Cerav ;

Emre Ereser;

Türkiye’de yaşamasaydın hangi ülkede yaşamak isterdin?

Hangi takımı tutuyorsunuz?

Fatih Bey; Kuzey ülkeler de yaşamak isterdim. İnsanlara verdikleri değer, saygı, toplumun bilinci bence bizlerin de örnek alması gereken yapıları var. Kuzey ülkeleri tercihim olurdu Norveç, Finlandiya gibi… Türker Dalmış ; Ekibinde yer alan personellerin ne gibi özelliğe sahip olmasını isterdin? Fatih Bey; Ben takım çalışmasından yanayım, ekibimde gereken en büyük özellik takım ruhuna sahip iyi niyetli, özverili ve dürüst çalışanların olmasıdır. Bir işe kimi koyarsanız koyun yapar ama önemli olan o işin nasıl yapıldığı değil yapıldıktan sonra arkada bırakmış olduğu izidir kişiliğidir. Gülşen Kuş; Çağrı aldığınız dönem de komik bir anınızı bizimle paylaşır mısın? Fatih Bey; 2004 yılın da ttnet çağrı merkezin de bir bayan müşteri aradı “ ben internet aldım tüm kayıtlarımı da yaptırdım fakat bir türlü internete bağlanamıyorum bana yardımcı olur musunuz?” dedi. Rutin tüm işlemeleri yaptıktan sonra neden bağlanamadığını anlamak için “modeminizin markasını öğrene bilir miyim?.* diye sordum. O dönem piyasa da çok modem türü yoktu olanların hepsini de biliyoruz. Bayan modemin markasına “Panasonic” dedi. O dönemde de böyle bir markanın modemi yok. Meğer bayan bayi ofise gidip abonelik almış sonra da eve gelip direk internete bağlanmaya çalışıyormuş. Fakat modemi yok. İnternet’e bağlantı yapabilmesi için aboneye modemi anlatıyordum “üzerinde ışıkların yanıp söndüğü bir kutucuk…” diye abone de bana “evet burada da tüm ışıklar yanıyor” diye karşılık veriyordu. Ve sonunda “o tam olarak nasıl bir şey” diye sormuştu. En komik diyebileceğim çağrımdır bu benim.

Fatih Bey; Tabi ki bir Trabzonlu olarak. Trabzon Sporu tutuyorum.

Ufuk Güran; Bir bayan da tahammül edemediğiniz şey nedir? Fatih Bey; Çok tehlikeli bir soru :)) Bayan ya da erkek diye bir ayrım yapmadan insanlar da tahammül edemediğim şey yalandır. Gülcan Güven; Bize başarıyı tanımlar mısınız? Fatih Bey; Başarı, özverili bir şekil de çalışmak sonuna kadar çalışmaktır. Hiçbir başarı çalışmadan, emek vermeden, alın teri dökmeden gelmiyor gelene de başarı denmiyor. Başarıyı bir yemekle tarif etmek de mümkün en iyi yemek kısık ateşte pişen yemektir. Oya Demirel; Hayatınızdaki en büyük pişmanlığınızı bizimle paylaşır mısınız? Fatih Bey; Hayatım boyunca çok pişmanlık yaşamadım. Yapım gereğince de çok kontrollü biriyimdir. O yüzden keşkelerim, pişmanlığım olmadı hayatım da. Pişmanlıklarımı düşündüğüm de bana yeni bir şey öğrettiklerini fark ediyorum. Bu yüzden de adına pişmanlık demiyorum ders çıkarıyorum kendime.


Esen Tansık;

Didem Yılmazkaya;

Sizin için yöneticilik nedir?

Sakin bir yapıya sahip görünüyorsunuz, bu sakinliğinizi neye borçlusunuz?

Fatih Bey; Bence yöneticilik, yöneticilik ve liderlik arasında olabilmektir. Çünkü herkes yönetici olabilir ama önemli olan etrafında seninle çalışan takım arkadaşını arkandan sürüklemektir. Gösterdiğin özveriye saygı duyulması ya da onların yaptığı işe senin saygı duyman. Yöneticilik ve liderlik bir ahenk içinde olması lazım. Kısa ve öz olarak daha neler yapıyoruz diye bilmektir. Eğer yönetici bir takım koçunuz varsa çok dinlemezsiniz. Ama koçunuz gerçekten bir lider ise bireysel olmaktan çıkıp onun için bir şeyler yapmak istersiniz ve başarıyı kendinizle beraber lideriniz için de istersiniz. Berkan Saraç; Bu şirkette yapılan organizasyonlardan sizi en çok mutlu eden hangisi dir? Fatih Bey; Huzur evine ziyaret edildi herkes birileriyle konuşuyordu. Yaşadıkları hayatları unutup başka hayatlara dalınmıştı, kendilerine ders çıkarıyordu belki de. Bu güzel bir organizasyondu. Bunun tam tersi olarak da hayata yeni gelmiş, kendilerini yeni bulmuş çocukları da ziyaret etmek de fayda var. Daha önemlisi de şu ki; beraber bir organizasyon yapmak şu kapıdan çıkıp her beraber bir şeyler yapıyor olmamızdır. Erdi Can Toprak; Vücut olarak çok dinç görünüyorsunuz uğraştığınız bir spor var mı? Beslenmeniz de nelere dikkat ediyorsunuz? Fatih Bey; Uzun yıllar basketbol oynadım 2.ligde maçlar da bulundum. Sonra sakatlık geçirdiğim için oynamayı bıraktım. Şuan ki kilolar ondan :)) yaklaşık üç yıldır en az hafta da 3 gün yüzüyorum. Hiç durmaksızın 2500metre yüzüyorum rakip varsa da bekliyorum… Hiç bir öğünde ekmek yemem, aynı zaman da şeker kullanmıyorum ve akşamları da bir şeyler yememeye dikkat ediyorum.

Fatih Bey; Evet sakin biriyim ama her zaman da sakinliğimi koruyamam. Bazen tipik bir Karadenizli olabilirim. Bir adım atmadan önce düşünür ona göre hareket ederim. Kolay sinirlenmem sakinliğimi bozmam eğer sinirlendiysem de karşımdakinin hak ettiğini düşünürüm. Esat Kubilay Yorga; İşiniz de en önde tuttuğunuz değeriniz nedir? Fatih Bey; Benim için en önde tutuğum değer dürüstlüktür. Bir işi yapsın veya yapamasın olsun yada olmasın. Dürüst olarak ben bu işi yaptım yada ben bu işi yapamıyorum demek, yalan söyleyip yapamamaktan yada yalan söyleyip başarı almaktan daha iyidir diye düşünüyorum. Onur Uçak; Saçlarınızın formunu neye borçlusunuz? Cevabınıza göre kendim de denemek istiyorum. : ) Fatih Bey; Aslında saçlarımın formunu aileme borçluyum. Neden öyle diye soracak olursanız da baba tarafımda ben hariç herkes kel. Dolayısıyla bunun vermiş olduğu korkuyla hiçbir kimyasal madde kullanmadım saçlarıma bitkisel şampuanları tercih ediyorum. Biraz da sanırım sakin olan yapıma borçluyum. Sana tavsiyem Onur hayatı sende stres yapma Ayşegül Güneş; Hayatınız da pratik mi yoksa teori mi daha önemli? Fatih Bey; Hayata pratik yapmadan önce teoriyi düşünmek lazım. Teoriyi hayata geçirip pratikte deneyim kazanalım.

12


İbrahim Özdemir;

RAPORLAMA BİRİMİ

Şirkette en sevdiğiniz ve gurur duyduğunuz ve en çok çalışan IT size göre kimdir? Fatih Bey; Bu soruya başka IT ismi verme şansım kalmadı aslında :) Buraya başladığın zamandan bu yana şirkete değer kattın ve oldukça yol aldın, bir tek IT olarak söylemiyorum insan olarak da İbrahim sensin. Zahide Erden; Hayatınızın hangi anını filme dökmek isterdiniz?

Raporlar ne zaman bitecek, bitecek mi sizce de biter mi?

Okan Ciran

Burak Yıldırım

Fatih Bey; Bence bitmesi lazım. Okan Ciran; Ne zaman balık yiyeceğiz bekliyoruz hala? Fatih Bey; Raporlar bitince balıklar yenilecek.

Fatih Bey; Basket oynadığım zamanlarda lise 1. Sınıf da sınıflar arası maçlar düzenlenmişti. Kendi gurubumuzu kurup finale kadar gelmiştik finalde Lise 3. Sınıflarla bir maçımız vardı grubun yarısı okul takımında da görev alan adamlardan oluşuyordu. Son saniye basketinde kazanılan filmler vardır ya ben onu yaşadım son üçlükte olay bitmişti maçın bitmesine son 5 saniye kala ve yenmiştim arkadaşların ellerinin üstünde taşınmak çok zevkliydi bu sahnenin filmini çekmeyi isterdim.

Burak Yıldırım; Ne zaman RC oynamaya gideceğiz? Fatih Bey; Benim aracım bozuldu önce onu bir yap sonra gideriz.

Mustafa Büyükkafadar; Navigasyon olmasaydı yolunu nasıl bulurdun? Fatih Bey; Navigasyon olmasaydı... Sana sormayacağım bir gerçekti… :))

13

Bu güzel sohbet dolu eğitici ve öğretici geçen bir o kadar da keyifli röportajdan dolayı bizlere ayırdığı vakit için Fatih Bey’e çok teşekkür ederiz.


Netcc.com.tr netcallcenter net_callcenter


Net Sosyal

Fatih Özler kulaklikdergisi.com kulaklikdergisi@netcc.com.tr

Hangi Huzur, Hangi Ev? Tavsiye edecek kadar tecrübe edinmedim ama nacizhane görüşüm; herkesin hayatında bir kez de olsa gidip dinlemesi gereken gerçekler ve dersler HUZUREVİ adı verilen o çatıların altında yatmak da. El öpmenin, dert dinlemenin, hal hatır sormanın insanları bu kadar sevindireceğini, mutlu edeceğini, heyecanlandıracağını düşünmezdim hiç. Peki ya o insanları bu ufacık ziyaretlerden ve sohbetlerden büyük mutluluk duyan; kocaman yüreğe sahip asırlık çınarları, bu mutluluktan mahrum bırakanlara inat hasret kaldıkları bu sıcaklığı her fırsatta göstermek gerekmez mi? Bu fırsatı bize veren, mensubu olduğumuz NET CALL CENTER yönetim kadrosuna sonsuz teşekkürlerimizi sunuyoruz. Hepimiz içimizden geçirmişizdir yaşlandığımız zaman nasıl bir hayatımız olacağını. Hiçbirimiz yalnız geçirmek zorunda bırakılacağımız bir yaşlılığı asla hayal etmemiştir şüphesiz ki. Eşimiz, çocuklarımız ve torunlarımızla ne de güzel hayaller kurmuşuzdur kim bilir. Hayatın olmasını istediğimiz gibi gitmeyeceği ihtimalinin gölgesi korkutur bizleri. Nitekim o gerçeklerden hep kaçarız. Ya bir gün yüzleşmek zorunda kalırsak? Kurban Bayramı arifesin de Net Call Center ailesi olarak Huzurevi ziyaretine gidildi. Bu fikir ortaya atıldığı zaman çocuklar gibi sevindik her birimiz. Kimimiz; dudaklardan yıllardır yoksun bırakılmış elleri öptüğümüz zaman yüzlerde oluşacak tebessümleri merak etti, kimimiz ise; yorgun düşmüş bedenlerin terk edilmiş çaresizliğini. Sormaktayım sevgili okurlar; Hangi huzur, hangi ev? Sırayla tek tek bayramlaştık. Yaş ortalaması hayli yüksek olan yorgun bedenlerin yüzlerinde farklı farklı ifadeler vardı. Kimisinin sevinci yüzüne yansırken, kimisi sessiz çığlıklar atıyordu. Hepsiyle sohbet etmeye çalıştık elimizden geldiğince. Kimisinin muhteşem aşk hikâyesini, kimisinin hemşeri muhabbetini, kimisinin ise terk ediliş hikayesini dinledik. En önemlisi çaresiz bekleyişi olanların yüz ifadeleri belki de en önemli dayanıklılık sınavımızdı. Ben alınması gereken dersi o yüzlerde aldığımızı düşünmekteyim. Kaybettiği ailesinden bahseden titrek sesler, fizyolojik rahatsızlıklarından başka derdi olmayan yorgun bedenler, terk edilmişliğin ve hatırlanmamışlığın ötesindeki kırık kalpler. Her bir beden ayrı ders verdi hepimize süphesiz.


16


Net Call Center ailesi olarak 2cisi düzenlenen paintball organizasyonunda buluştuk. 32 kişilik bir ekip ile şirketten yola çıkarak savaşacağımız oyun alanına gittik. Oyun alanına geldiğimizde şirketimizdeki 4 yöneticimiz önderliğinde 8 kişilik gruplara ayrıldık. Paintball saha yöneticilerinden aldığımız oyun kurallarından sonra ilk gruplar sahaya girdi. Tabiki de diğer gruplar bizi izleyecekti ve taktiklerini yapacaklardı. İlk savaşacak takımlar Arif Cerav’ın ve Türker Dalmış’ın grupları oldu. Artık savaş başladı. 3 setten oluşan kıran kırana bir savaş oldu. Galip takım Arif Cerav’ın takımı oldu. 2ci karşılaşmada artık sıra; Burada Fatih Yetimoğlu’nun takımına karşı Mustafa Büyükkafadar’ın takımı karşılaştı. Buradan da Mustafa Büyükkafadar’ın takımı galip geldi. Artık finalde 1ci ve 2ci takımlar karışılacaktı. Arif Cerav’ın takımına karşı Mustafa Büyükkafadar’ın takımı karşılaştığında galip taraf Mustafa Büyükkafadar’ın takımı olmuştu.

1 ve 2 belli olduğuna göre 3 ve 4 geçilebilirdi. Sahaya bu sefer Türker Dalmış’ın ve Fatih Yetimoğlu’nun takımı çıktı. Oyun oynandı bitti artık 3cü ve 4cüde belli olmuştu. 3cü Türker Dalmış’ın takımı 4cü takım ise Fatih Yetimoğlu’nun takımı olmuştu. Oyun aralarında çaylar içildi taktikler yapıldı, oyunda bölgeni korumak için sağa sola koşturmacalar başlamıştı. Saldıran takımlar için oyun sahasında saldırı taktikleri yapıyorlardı. Paintball için insanların içindeki savaşçıları dışa çıkararak centilmence savaşıldı. Günün sonunda oyun bitmişti sıralama belliydi sıra geldi tatlıya. Güzel bir gün geçmişti tatlıyı da yedik yorgun bitkin olarak evlerin yolu tutulmuştu. NetCC olarak organizasyonların devamını ve katılımların bol olması dileğiyle başka bir organizasyonda görüşmek üzere iyi çalışmalar…


18


Müzik İlhan Polat kulaklikdergisi.com kulaklikdergisi@netcc.com.tr

Zirvenin Gelecekteki Sahibi; The Cataracs Teknolojinin, hayallerimize umut ışığı tutması gerçeği bize hep uzak gelir. Oysa sosyal ağ birçok müzisyenin hayallerinin gerçekleşmesini sağladı. Birçok insan yeteneklerini çeşitli siteler ile paylaştı ve şöhreti kucakladı. Bunların içinden kimisi Justin Bieber oldu, kimisi çeşitli hikâyelerle efsaneleşen ‘Hayalet Sevgilim’ şarkısının sahibi İrem oldu. Bizde kimsini afiyetle tükettik, kimisini de beğenmedik, unuttuk. Ve şu an sizlere tanıtmak istediğim kişide internet sayesinde şöhret sahibi olan The Cataracs. Yeni bir projeye başladığı haberini aldığımda gözümü kırpmadan beklediğim müzisyenlerden bir tanesidir. Ve gelecek zamanlarda zirvedeki koltuklardan birinin sahibi olacağını düşünüyorum. The Cataracs, Amerikalı iki kişiden oluşan hiphop/indiepop grubudur. Söz yazarlığının yanı sıra vokal olarak kulaklarımızı beslemekle kalmıyorlar üzerine birde prodüksiyon yapıyorlardı. Üniversitede bağımsız olarak müzik yapan sıradan kişilerken, şu an birçok sanatçının prodüksiyonlarını emanet etmek istediği gözde kişiler oldular. Grubun bugüne kadar ki bütün çalışmalarını sayamasak bile en iyi bileceğiniz yerlerden başlayalım. Hepiniz eminim ki ‘Like a G6’ şarkısını duydunuz. İşte bu şarkıyı 2010 yılında tasarlayan ve altyapısını yapan yeteneklerdi. Far East Movement’ın Wired albümüne yaptıkları bu şaheser ile listelerde uzun süre bir numara olarak kalmayı başarmışlardı. 2010 yılında artık bir efsane sayılan Snoop Dogg’un okuduğu ve remiksini David Guetta’nın yaptığı şarkıları ‘Wet’ onları bir kez daha gündeme taşıdı. Sanatçıları Dev’ in de ‘Bass Down Low şarkısıyla çıkış yapmasını uygun gördüler. Açıkçası Dev bu şarkının getirisini fazlasıyla aldı. Kendisi için biçilmiş kaftandı adeta, çıkış yapmak için daha iyi bir şarkı sanırım yapamazlardı. 2011 yılına geldiğimizde New Boyz için ‹Backseat’ şarkısını ürettiler. Aynı zamanda 2011 yılında çıkardıkları ‘Top Of The World’ ve ‘Sunrise’ isimli iki single ile de isimlerinden söz ettirmeye devam edeceklerini duyurur gibiydiler. Son hitlerinden birisi de elbette ki ‘In The Dark’ şarkısı ile Dev idi. Ve pek tabi ki bu şarkının yaratıcısı yine Cataracs olmuştu. 2012 yılına Dev ve Enrique Iglesias’ın ortak çalışması olan ‘Naked’ ile gözümüzü açtık daha sonra Waka Flocka Flame ile beraber kaydettikleri ‘All You’ şarkısı takdirleri topladı.

19

2013 yılında ise grup üyelerinden David “Campa” Benjamin müziği bırakma kararı alarak gruptan ayrıldığını açıkladı. Bu karardan sonra takipçilerin birçoğu grubun eski kalitesinin olmayacağı görüşünde birleşti. Niles “Cyranizzy” Hollowell-Dhar ise grubu tekrar kurmak yerine Cataracs ismi ile tek başına müzik yapmaya devam etti. Beklentilerin yanlış olduğunu kanıtlar nitelikteki solo çalışmaları müzik listelerinde yine ilk sıralara yerleşti. Ve artık Cataracs tek başına da listeleri alt üst edebileceğini kanıtlamış oldu. Müzik anlayışları ve sürekli olarak atılan başarılı adımları insanları etkilemişe benziyor ki çeşitli yerlerde binlerce kişiye konserler verdiler. Turlarını kameraya çekip internette hiç ünlü olmamışcasına paylaşmaları ve stüdyo görüntüleri ile de haklarında merak edilebilecek çok şeyi görsel olarak cevaplamış olmaları sayesinde birçok fan kazanmışlardı. Velhasıl bu adamlar işlerini gayet güzel şekilde yapıyorlardı ve Cataracs tek kişi dahi olsa hala en iyilerden olmaya aday. Size de bu grubun eski ve yeni halini dinlemenizi öneririm. Hepinize müzikli günler.



Bir Eylül çocuğu olarak mevsim değişimine hayranım... Hava güneşli fakat rüzgar soğuk esiyor, hele ki Ankara da yaşıyorsanız anlatmak istediklerimi rahatlıkla anlayacaksınız. Tepeden vuran güneş içinizi ısıtırken hayallere dalıyorsunuz, güzel günler gelecek diyorsunuz fakat arada esen ve saclarınızın savrulmasına sebep olan soğuk rüzgar size hayatı hatırlatıyor, dertlerinizi önünüze sunuyor. Belki eski aşklarınızı, belki de yediğiniz dost kazıklarını... Bu sıralar havayı da insanları da tahmin etmek oldukça zor. Güneşe aldanıp giydiğiniz ince gömlekler sizi üşütürken, üzerinize aldığınız örgü hırkalar istemeyeceğiniz kadar ısıtıyor içinizi... Son günlerde ki ruh halim fazlasıyla benziyor bu havalara, kendimi cümle sonuna konulmuş iki nokta kadar çaresiz hissediyorum... Ne tek noktayım kesin ve net, ne de üç noktayım devamlılığım var... Evet ben iki noktayım biraz yarım kalmış ve bir o kadar da yalnız. Sigara dumanımın rüzgarın estiği tarafa doğru yönelmesi kadar adaletsiz bir dünyada ortada kalanım ben, karar veremeyenim ben, son iki gündür bir şey yemememe rağmen açlık hissetmeyenim ben...

Ben, ben, ben...

Hep benden bahsettik. Birazda senden mi bahsetsek ? Ya da sensizlikten mi ? Olmayışında neler olduğundan mı yoksa olsaydın neler olacağından mı ? Gitmek mi zor kalmak mı zor derler ya... Kalmak o kadar zor ki giden bir kez olsun kalsaydı gidişinden utanırdı. Kalmak o kadar zor ki kalan bölünürken bile hep orada. Ama giden ? Evet giden hiçbir zaman yok ortada... Hani kalan sahalar bizimdir derler ya... Gidenin olduktan sonra o sahaya çıkmakta zor mücadele etmekte... Onu da geçtim o sözün doğrusu ‘kalan sağlar’ dır...

Demem o ki siz siz olun “Kıyamam” demeyin.

-Kıyarsınız hemde öyle bi kıyarsınız ki yeri gelir (...) bile koyarsınız...

E peki kalanlara ne yapmak düşer ? A dostlar gelin bir bardak demli çayın ince belini kıralım. Belki unutamayız ama yaşamayı öğreniriz en azından...

*Lisanda hata olduysa affola...

21

Hazırlayan: Ömer Buğra Demir



Cumhuriyet Bayramı Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet yönetimi ilan etmesi anısına her yıl 29 Ekim günü Türkiye’de ve Kuzey Kıbrıs’ta kutlanan bir millî bayramdır. Cumhuriyet Bayramı’nın kutlandığı ülkelerde 28 Ekim öğleden sonra ve 29 Ekim tam gün olmak üzere bir buçuk günresmî tatildir. 29 Ekimlerde stadyumlarda şenlikler yapılır, akşam ise geleneksel olarak fener alayları düzenlenir. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk, cumhuriyetin onuncu yılı kutlamalarının yapıldığı 29 Ekim1933 tarihinde verdiği 10. Yıl Nutku’nda, bu günü en büyük bayram olarak nitelendirmiştir.

Cumhuriyet öncesi Osmanlı Devleti, hüküm sürdüğü 624 yılda 36 padişah tarafından yönetilmiştir. Padişah, şah, kral, hakan, imparator, sultan gibi tek kişiye dayalı yönetim sistemine “mutlakiyet” adı verilmiştir. Mutlakiyet yönetiminde egemenlik kayıtsız şartsız, tek bir kişidedir. Mutlakiyetle yönetilen ülkelerde ülkeyi yöneten kişiye yardımcı olması için meclis kurulurdu. Meclis üyeleri halkın isteklerini yöneticiye duyurur, yasa tasarısını hazırlardı. Bu yasa taslakları yönetici tarafından benimsendiğinde yasalaşırdı. Bu yönetim biçimi ise “meşrutiyet”tir. Meşrutiyette meclisin yetkileri sembolik düzeyde olabileceği gibi bir cumhuriyetteki kadar geniş de olabilir. Osmanlı Devleti’nde 1876 ve 1908 yıllarında olmak üzere iki kez meşrutiyet ilan edilmiştir. İkinci Meşrutiyet’in ilanından 6 yıl sonra, 1914’te I. Dünya Savaşı başlamıştır. Dört yıl süren savaş, İttifak Devletleri ile birlikte olan Osmanlı İmparatorluğu’nun yenik sayılmasıyla sonuçlanmış ve Osmanlı toprakları İngiltere, Yunanistan, Fransa, İtalya gibi devletler tarafından işgal edilmeye başlamıştır.

23

Cumhuriyetin ilanı Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919’da Osmanlı hükümeti tarafından, bölgede düzeni sağlaması için devletinin bir gemisi ile Samsun’a gönderilmiştir. Ülkenin çoğu ilinde kongreler düzenlemiş ve “Tek bir egemenlik var, o da milli egemenliktir. Milletin egemenliğini, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.” ilkesiyle, yurdun her tarafından gelen ulus temsilcilerini 23 Nisan 1920 günü Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nde toplamıştır. Meclis Mustafa Kemal Paşa’yı ‘Meclis Başkanı’ seçmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde Büyük Millet Meclisi, Türk Kurtuluş Savaşı’nı başlatmıştır. Halk ve düzenli ordular düşman kuvvetlerine karşı savaş vermiş, omuz omuza mücadele etmiştir. Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasının ardından TBMM 1 Kasım 1922’de saltanatı kaldırmıştır. Padişah Vahdettin, ‘vatan haini’ ilan edilmiş ve yurdu terk etmiştir. 24 Temmuz 1923 günü İsviçre’nin Lozan şehrindeki Lozan Üniversitesi’nde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileri ile İngiltere, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya, Bulgaristan, Portekiz, Belçika, SSCB ve Yugoslavya temsilcileri Lozan Barış Antlaşması’nı imzalamıştır. Bu antlaşma ile yeni bir devletin temelleri atılmış fakat devletin yönetim biçimi henüz belirlenmemiştir.


İkinci dönem Büyük Millet Meclisi, 11 Ağustos’ta ilk toplantısını yapmıştır ve 13 Ekim’de Ankara, başkent ilan edilmiştir. Bu dönemde Atatürk, egemenliğin ulusa dayandığı bir sistem olan cumhuriyet yönetiminin ilanı için hazırlıklar yapmaya başlamıştı. Atatürk 28 Ekim akşamı yakın arkadaşlarını Çankaya’da yemeğe çağırmış ve “Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz,” demiştir.

Bayram kabul edilmesi

29 Ekim günü Atatürk, milletvekilleri ile görüştükten sonra taslağı hazırlanan “Cumhuriyet” önergesini Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne vermiştir. Meclis önergeyi kabul etmiştir ve böylece Türkiye Devleti’nin yeni yönetimi biçimi Cumhuriyet, yeni ismi “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” olarak belirlenmiştir. Atatürk, kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı olmuştur. Halk da cumhuriyetin ilanını sevinç ve coşku ile karşılamıştır.

2 Şubat 1925’te, Hariciye Vekaleti’nce (Dışişleri Bakanlığı) düzenlenen bir kanun teklifinde 29 Ekim’in bayram olması önerilmiştir. Bu teklif Meclis Anayasa Komisyonu tarafından incelenmiş ve 18 Nisan’da karara bağlanmıştır. 19 Nisan’da ise teklif TBMM tarafından kabul edilmiştir. 628 sayılı bu kanun ile 29 Ekim, 1925’ten itibaren ülke içinde ve dış temsilciliklerde bayram olarak kutlanmaya başlamıştır.

29 Ekim 1923’te TBMM, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu (1921 Anayasası)’nda yaptığı değişiklikle, devletin yönetim biçimini cumhuriyet olarak ilan etmiştir. Aynı gece bu ilan, atılan 101 pare top ile kutlanmıştır. 1924 yılında ise cumhuriyetin ilanı şenliklerle kutlanmıştır.

Cumhuriyette, Atatürk’ün de söylediği gibi, egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur. Ulus, kendini yönetme yetkisini, kendilerine temsil eden milletvekilleri aracılığı ile kullanır. Cumhuriyet yönetiminde, yurttaşın seçme ve seçilme hakkı vardır. Seçilen temsilciler, yasaları tasarlar ve yöneticileri ulus adına denetler. Ulus, seçimle yöneticileri seçebilir.

24


Tiyatro Ezgi Ayazoğlu kulaklikdergisi.com kulaklikdergisi@netcc.com.tr

olacak. Benden hikâyesi…”

Meraklısı İçin Öyle Bir Hikâye

Shakespeare Zorda

“…Kuşları boğdular, çimenleri söktüler, yollar çamur içinde kaldı… Dünya değişiyor dostlarım. Günün birinde gökyüzünde, güz mevsiminde artık esmer lekeler göremeyeceksiniz. Günün birinde yol kenarlarında, toprak anamızın koyu yeşil saçlarını göremeyeceksiniz. Bizim için değil ama çocuklar, sizin için kötü olacak. Biz kuşları ve yeşillikleri çok gördük. Sizin için kötü

Ekim başında perdelerini açan Devlet Tiyatroları (DT), dün akşam Chris Alexander ile Hille Darjes’in kaleme aldığı “Shakespeare Zorda”nın prömiyeriyle seyirci karşısına çıktı.

(Son Kuşlar) SAİT Meraklısı İçin Öyle Bir Hikâye, tiyatro oyuncusu ve yazar Savaş Dinçel’in Sait Faik Abasıyanık’ın öykülerinden ve anılarından yola çıkarak yazdığı tiyatro oyunu. İki perde olarak yazılan tek kişilik bu oyunun kahramanı Sait Faik’tir. Sait Faik bu oyunda izleyicileri Burgaz Adası’ndan başlayarak Karaköy, Fatih, Beyoğlu, Taksim, Haliç gibi İstanbul semtlerini gezdirir ve her semtte öykülerinin kahramanlarıyla karşılaşır. Oyun ilk kez Dinçel tarafından, Macit Koper rejisi ile 1993 yılında İstanbul Şehir Tiyatroları’nda sergilendi. Dinçel, Meraklısı İçin Öyle Bir Hikâye’yi 200 kereden fazla oynadı. Eser doksanlı yıllarda Bursa Devlet Tiyatrosu tarafından da sergilendi. Oyunda Celal Kadri Kınoğlu rol aldı. Savaş Dinçel’in 2007 yılındaki vefatının ardından İstanbul Şehir Tiyatroları, Dinçel ve Abasıyanık’ın anısınaMeraklısı İçin Öyle Bir Hikâye’yi bir kere daha sahnelemeye başladı. Naşit Özcan’ın Sait Faik’i canlandırdığı bu oyun, ilk kez 15 Ekim 2008’de Üsküdar Kerem Yılmazer Sahnesi’nde sergilendi

25

DT’den yapılan yazılı açıklamaya göre, çağımızdaki bir oyunun genel provası sırasında geçen olaylarda, 17. yüzyıl ve bugünün oyuncularının kaygıları, kişilikleri ve oynadıkları roller aynı sahne üzerinde buluşuyor. Londra’da bulunan ve en görkemli dönemini yaşayan Globe Tiyatrosu’nda yaşananların anlatıldığı oyunda, Shakespeare’in baskılar altında oyun yazma mücadelesi ile ilk kez sahneye çıkması seyirciyi güldürüyor. Kraliçe Elizabeth dönemi İngilteresinde geçen ve yer yer bugünün provalarına dönülen “tiyatro içinde tiyatro” niteliğindeki eser, oyuncuların hem dönemi hem de kendilerini yansıttıkları 3 katmanlı bir oyun olarak sahneleniyor. Oyunda Shakespeare’in kız kardeşi Judith, o yıllarda sahneye çıkan ilk kadın olmak için, Lord Essex Kraliçeyi devirmek için, oyuncu Kempe ise Hamlet oyununa bir soytarı sahnesi yazdırmak için Shakespeare’e baskı yapıyor. Çevirisini Yücel Erten’in yaptığı, Ebru Nil Aydın, Kayhan Sarıgöllü, Zafer Güllü, Gökçe Yurtsal, Ünsal Coşar, Mehmet Akay, Cüneyt Mete, Edip Tümerkan, Ercan Eker ve Serdar Kayaokay’ın rol aldığı eseri, yönetmen İlham Yazar sahneye taşıyor. Seyircinin prömiyerine büyük ilgi gösterdiği “Shakespeare Zorda”, Ankara Akün Sahnesi’nde gelecek hafta içerisinde de sahnelenmeye devam edecek.


Çalıkuşu

Taksim Meydanı Müzikali

Reşat Nuri Güntekin’in 1922 yılında, ‘İstanbul Kızı’ adlı dört perdelik oyunundan roman haline getirilen ‘Çalıkuşu’nu, tekrar Necati Cumalı’nın uyarlamasıyla tiyatro oyunu olarak sahnelemek istedik. Bütün toplumsal, bireysel olumsuzluklara rağmen, onurundan taviz vermeden hayata tutunabilen Feride’nin gözünden, yaşadığı çevreyi anlayabiliyoruz. Feride’nin çıktığı yolculuk, yazarımızın yaşamıyla neredeyse birebir örtüşmektedir. Romandaki derinlik duygusu, yayımlandığı ilk günden bu yana romanı okuyan herkesin ilgisini çekmiş ve bugünlere gelmiştir.

Mehmet Ergen’in metin ve şarkı sözlerini yazdığı bu oyunu çok sevdik. Her anının bir parçası olduğumuzGezi Parkı olaylarını ve faşizan yönetim şeklimizi o kadar net ve öz ama hiçbir önemli detayı da atlamadan aktarmış ki adeta yaklaşık altı ay önce yaşanan o süreci başından sonuna tekrar yaşadık. Destan yazan polis vardı, penguen medyası vardı, el etek öpen sanatçı tayfası oradaydı, geniş sendikacısı, hastane raporu imzalarıyla halk kahramanı (!) polisi kurtaran doktor, seçilmiş rektör, sonradan görme, parası bol kültürü kıt müsteşar karısı, ağlak hoca, vs tam kadro oradaydılar. Karşılarında da baret, deniz gözlüğü, gaz maskesi ve basketbol şortu gibi müthiş suç aletleriyle çapulcular!

Kontrabas Patrick Süskind tarafından yazılan seyirlik bir oyundur. Patric Süskind tarafından 1980 yılında kaleme alınan oyun, 1985’te Tevfik Turan’ın çevirisiyle Can Yayınları kapsamında yayımlandı. Bir monolog olan eserin sahneye konması, yazarının ilk büyük çıkışıdır. Alman Tiyatrosu’nun üretken yazarlarından olan Süskind’in yapıtı Kontrabas (Der Kontrabass) birçok dile çevrilerek tek perdelik, tek kişilik bir oyun olarak sahnelenmişti Konusu : Oyunda bir, kontrabas bir müzisyen üzerinden toplumun, bireyin, müziğin cinselliğin, hiyerarşinin ve pek çok şeyin dedikodusunu yapması ironik bir şekilde aktarılmaktadır.

26


Kültür - Sanat Ömer Buğra Demir kulaklikdergisi.com kulaklikdergisi@netcc.com.tr

Ah! İstanbul Ah! İstanbul… Üç büyük medeniyetle beraber sevgi ve hoşgörü kültürüne de başkentlik yapan şehir… İstanbul... Dinlerin, dillerin ve ırkların yüzyıllardır aynı ortamda yaşatılabildiği şehir... İstanbul... Sultan Fatih’in çağ açıp çağ kapatan özgürlükler şehri İstanbul... Herkesin ‘’Sen mi büyüksün ben mi? ‘’ diyerek adım attığı ama kalabalığında kaybolduğu şehir... Aah İstanbul aah... Güzel İstanbul... 2010 yılında Avrupa Kültür Başkenti ilan edilmiş olan İstanbul Türkiye’nin en kalabalık ili olmasının yanı sıra Türkiye için ekonomik ve sosyo-kültürel açıdan en önemli şehirdir. Şehir iktisadi açıdan dünyada 34. sıradadır. Nüfus bakımından ise Avrupa’da birinci, dünyada ise Şangay’dan sonra ikinci sırada yer almaktadır.

İstanbul’a Verilen İsimler ve Anlamları

İstanbul’a çağlar boyunca değişik adlar verilmiştir. Bu kent adları, kent tarihinin farklı dönemleri ile ilişkilidir. Bu adlar tarihsel sırayla, Byzantion, Augusta Antonina, Nova Roma, Konstantinopolis, Konstantiniyye ve bugünkü İstanbul adlarıdır. Byzantion; Byzantion, İstanbul’un bilinen ilk adıdır. MÖ 667’de Antik Yunanistan’daki Megara kent devleti’nden gelen Dorlu Yunanlı yerleşimciler bugünkü İstanbul üzerinde bir koloni kurdu ve yeni koloniye kralları Byzas veya Byzantas’ın şerefine Byzantion adını verdiler. Augusta Antonina; Augusta Antonina, miladi 3. yüzyılın başında Roma İmparatoru Septimius Severus′un, oğlu Antonius şerefine kente verdiği kısa süreli addır.

Şehir çağlar boyunca farklı uygarlık ve kültürlere ev sahipliği yapmış, yüzyıllar boyu çeşitli din, dil ve ırktan insanları bir arada yaşatmış, kozmopolit ve metropolit yapısını korumuş ve tarihsel süreçte eşsiz bir mozaik halini almıştır.

Nova Roma; 330 yılında Roma İmparatoru I. Konstantin tarafından kent Roma İmparatorluğu’nun başkenti ilan edilince, kente Latince “Yeni Roma” anlamına gelen Nova Roma adını koydu ve bu adı teşvik etmeye çalıştıysa da bu ad hiç benimsenmedi.

Dünyanın en eski şehirlerinden biri olan İstanbul, M.S. 330 - 395 yılları arasında Roma İmparatorluğu, 395 - 1204 ile 1261 - 1453 yılları arasında Doğu Roma İmparatorluğu, 1204 - 1261 arasında Latin İmparatorluğu ve son olarak 1453 - 1922 yılları arasında Osmanlı İmparatorluğu’na başkentlik yaptı. Ayrıca İstanbul, hilafetin Osmanlı İmparatorluğu’na geçtiği 1517’den kaldırıldığı 1924’e kadar Sünni İslam’ın da merkezi oldu.

Konstantinopolis; Ancak 337 yılında İmparator I. Konstantin’in ölümüyle kentin adı, onun şerefine “Konstantin’in kenti” anlamına gelen Konstantinopolis’e çevrildi. Konstantinopolis, Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu boyunca kentin resmi adı olarak kaldı.

Cumhuriyet Dönemi’nin devam eden yıllarında... Tarihi Yarımada, bölgede bol miktarda bulunan tarihi ve mimari yapıtların sayısı ve Bizans kiliselerinden Osmanlı saraylarına, sivil yapılardan kütüphane, hamam ve cami gibi çeşitlenen değerlerden dolayı 1985 yılında UNESCO tarafından ‘’Dünya Mirası’’ ilan edildi....

27

Konstantiniyye; Kostantiniyye , Konstantinopolis’in Arapça şeklidir ve kentin İslam dünyasında bilinir hâle gelen ve en çok kullanılan adıdır. Yunancada “Konstantin’in kenti” anlamına gelen Konstantinopolis’in aksine, Kostantiniyye Arapça’da “Konstantin’in yeri” anlamına geliyor. İstanbul; Etimolojik olarak İstanbul adının kökeni, ve halk arasında bazen Ortaçağ (Bizans) Yunancası’nda “kent’e” veya “kent’de” anlamına gelen kelimelerinin Türkçeleştirilmesiyle oluşmuştur.


İstanbul’da Önemli Mekânlardan Bazıları *İstanbul Surları İstanbul Surları, İstanbul’un çevresinde bulunan, Doğu Roma zamanında yapılmış şehir duvarlarıdır. İstanbul’un etrafını çeviren surlar tarihte 5. yüzyıldan başlayarak inşa edilmiş, yıkılmalar ve yeniden yapmalarla dört defa elden geçmiştir. Son yapımı MS 408’den sonradır. II. Theodosius (408-450) zamanında İstanbul surları Sarayburnu’ndan Haliç kıyısı boyunca Ayvansaray’a bu taraftan, ve Marmara kıyısı boyunca Yedikule’ye, Yedikule’den Topkapı’ya, Topkapı’dan Ayvansaray’a uzanıyordu.

*Beylerbeyi Sarayı Sarayın bulunduğu yer tarihi bir yer olup, buranın yerleşim alanı olarak kullanılması Bizans dönemine kadar uzanmaktadır. Bu bölgede Bizans döneminde İstavroz Bahçeleri olarak anılan bir koruluk bulunmaktaydı. Bizans döneminde bu bölgeye, 2. Konstantinos’un diktirdiği büyük haçtan ötürü İstavroz (Stavroz) adının verildiği söylenmektedir. Eremya Çelebi Kömürcüyan, bu bölgede Bizans dönemine ait kilise ve bir ayazmanın 17. yüzyılda hala ayakta olduğunu belirtmiştir.

*Dolmabahçe Sarayı Dolmabahçe Sarayı, İstanbul, Beşiktaş’ta, Kabataş’tan Beşiktaş’a uzanan Dolmabahçe Caddesi’yle İstanbul Boğazı arasında, 250.000 m²’lik bir alan üzerinde bulunan saray. Marmara Denizi’nden Boğaziçi’ne deniz yoluyla girişte sol kıyıda, Üsküdar’ın karşısında yer alır. Ve; Dolmabahçe Sarayı’nın bugün bulunduğu alan, bundan dört yüzyıl öncesine kadar Osmanlı Kaptan-ı Derya’sının gemileri demirlediği, Boğaziçi’nin büyük bir koyu idi. Geleneksel denizcilik törenlerinin yapıldığı bu koy zamanla bir bataklık hâline geldi. 17. yüzyıl’da doldurulmaya başlanan koy, padişahların dinlenme ve eğlenceleri için düzenlenen bir “hasbahçe”ye dönüştürüldü. Bu bahçede çeşitli dönemlerde yapılan köşkler ve kasırlar topluluğu, uzun süre Beşiktaş Sahilsarayı adıyla anıldı.

Osmanlı dönemine ait buradaki ilk yapı ise II. Selim’in kızı olan Gevher Sultan’ın sarayıdır. IV. Murad bu sarayda dünyaya gelmiştir. Daha sonra 17. yüzyılda bu bölgede I. Ahmet tarafından Şevkabad Kasrı, III. Ahmet döneminde ise Ferahabad yalısı yaptırılmış, I. Mahmud ise annesi için Ferahfeza Kasrı’nı yaptırmıştır. Bu bölge padişahların hasbahçesi olarakta kullanılmıştır. III. Mustafa döneminde buradaki yapılar yıktırılıp arazisi halka satılmıştır. II. Mahmud daha sonra bu satılan arsaları tekrar geri alıp, 1829 yılında burada bir ahşap saray yaptırmıştır. Bu sarayın 1851 yılında çıkan bir yangın sonucunda bir kısmı yanmıştır. Sultan Abdülmecid’in de içinde olduğu bir sırada yanan saray uğursuz olduğu düşünülerek bir süre kullanılmamıştır. Daha sonra 1861-1865 yılları arasında yanan sarayın yerine Sultan Abdülaziz tarafından bugünkü Beylerbeyi Sarayı yaptırılmıştır. Sarayın mimarı Sarkis Balyan ve kardeşi hassa mimarı Agop Balyan’dır.

*Haliç Haliç, (Altın Boynuz olarak da bilinir) İstanbul’un Avrupa yakasını kaplayan Çatalca Yarımadası’nın güneydoğu ucunda, Boğaziçi girişinde, İstanbul (Tarihi yarımada) ve Beyoğlu platolarını birbirinden ayıran deniz girintisi. Denizin kendisine ulaşan akarsu yatağının bir bölümünü istila etmesiyle meydana gelen yapının jeomorfolojik adı olan Arapça haliç sözcüğü, İstanbul halicinin kent açısından taşıdığı önemden dolayı Osmanlılar döneminden bu yana bir özel isim haline gelmiş, birçok semti kapsayan bir kent bölgesi adı olmuştur.

*Topkapı Sarayı Topkapı Sarayı, İstanbul Sarayburnu’nda, Osmanlı İmparatorluğu’nun 600 yıllık tarihinin 400 yılı boyunca, devletin idare merkezi olarak kullanılan ve Osmanlı padişahlarının yaşadığı saraydır. Bir zamanlar içinde 4.000’e yakın insan yaşamıştır.Topkapı Sarayı Fatih Sultan Mehmed tarafından 1478’de yaptırılmış, Abdülmecit’in Dolmabahçe Sarayı’nı yaptırmasına kadar yaklaşık 380 sene boyunca devletin idare merkezi ve Osmanlı padişahlarının resmi ikametgahı olmuştur. Kuruluş yıllarında yaklaşık 700.000 m.² lik bir alanda yer alan sarayın bugünkü alanı 80.000 m² dir. Mustafa Kemal Atatürk’ün emriyle 3 Nisan 1924 tarihinde halkın ziyaretine açılmak üzere İstanbul Âsâr-ı Atika Müzeleri Müdürlüğü’ne bağlanan Topkapı Sarayı önce Hazine Kethüdalığı, sonra Hazine Müdüriyeti adıyla hizmet vermeye başlamıştır. Bugün ise Topkapı Sarayı Müzesi Müdürlüğü adıyla hizmet vermeye devam etmektedir.

28


*Yıldız Sarayı Yıldız Sarayı, ilk kez Sultan III. Selim’in (1789-1807) annesi Mihrişah Sultan için yaptırılmış, özellikle Osmanlı padişahı II. Abdülhamit (1876-1909) süresinde Osmanlı Devletinin ana sarayı olarak kullanılmış olan saray. Günümüzde Beşiktaş İlçesi’nde yer alır. Dolmabahçe Sarayı gibi tek bir yapı halinde değil, Marmara denizi sahilinden başlayarak kuzeybatıya doğru yükselip sırt çizgisine kadar tüm yamacı kaplayan bir bahçe ve koruluk içine yerleşmiş saraylar, köşkler, yönetim, koruma, servis yapıları ve parklar bütünüdür. *Çırağan Sarayı Çırağan’ın bugün Beşiktaş ve Ortaköy arasında bulunan yeri 17. yüzyılda “Kazancıoğlu Bahçeleri” diye bilinirdi. 18. yüzyılda Beşiktaş kıyılarını süsleyen denize nazır saraylar ve bahçeler Lale Devri diye bilinen ‘Çiçek ve Müzik Aşkı’ döneminin en öneli simgelerinden sayılmıştır. Bu dönem, bir eğlence olduğu kadar bir kültür parlaklığı devriydi. Dönemin hükümdarı olan III. Ahmet buradaki mülkünü gözde Vezir-i Azam’ı İbrahim Paşa’ya hediye etmiş ve ilk yalı Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından eşi Fatma Sultan (III. Ahmed’in kızı) için inşa ettirilmiştir. Kendisi burada Çırağan Şenlikleri denilen meş’ale şenliklerini düzenletmiştir. İşte bu olaylar dolayısıyla bu alan Farsça’da ışık anlamına gelen ‘Çırağan’ ismiyle anılmaya başlanmıştır. *Galata Kulesi Galata Kulesi, İstanbul’un Galata semtinde bulunan ve şehrin en önemli sembollerinden biri olan 528 yılında inşa edilmiş bir kuledir. Kuleden İstanbul Boğazı, Haliç ve İstanbul, panoramik olarak izlenebilmektedir. *Taksim Meydanı Osmanlı döneminde, civar semtlere su dağıtmak için şu an Taksim Meydanı olarak bulunan bölgede bir su deposu yapıldı. Depolanan suyu da dağıtmak, yani taksim etmek için küçük bir yapı, yani maksem yapıldı. Meydan adını, eskiden GalataBeyoğlu suyunun “taksim edildiği”, Taksim Maksemi’nden almıştır.

29

Taksim Meydanı, İstanbul’un Beyoğlu ilçesinde yer alan ve İstanbul kentinin en ünlü noktalarından biri olan meydan. Çevresindeki lokanta, mağaza, otel, eğlence ve kültür yerleriyle İstanbul’un en büyük turistik çekim merkezinden biridir. Cumhuriyet Döneminde bir meydan haline gelmiş olan Taksim Meydanı, pek çok siyasi ve toplumsal olaya da evsahipliği yapmıştır. Meydandaki trafiği kısmen yer altına indiren Taksim Yayalaştırma Projesi, 2013 yılında kısmen tamamlanmıştır. *Sultanahmet Meydanı Günümüze çok az kalıntıları kalan Bizans devri önemli yapıları ve abideleri Hipodrom çevresinde inşa edilmişti. “Büyük Saray” diye bilinen İmparatorluk Sarayı Hipodromun yanından başlar, aşağılara, deniz kenarına kadar uzanırdı. Bu Saraydan günümüze bir büyük salonun yer mozaik panosu gelebilmiştir. Şehrin en önemli meydanı Agusteion ve burası ile cadde arasında Milerium zafer takı bulunurdu. Cadde, Roma’ya kadar uzanan yolun başlangıcı idi ve ilk kilometre taşı da buradaydı. Hamamlar, mabetler, dini, kültürel, idare ve sosyal merkezler bu civara yerleşmişlerdi. Semt Bizans ve Türk devirlerinde de merkezi önemini devam ettirmiştir. İstanbul’un en önemli abideleri Ayasofya, Sultan Ahmet Camii, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, Yerebatan Sarnıcı burada, Hipodromun çevresindedir. Sultanahmet Meydanı İstanbul’un en önemli meydanlarından biridir. Bizans devrinde Hipodrom olarak bilinirdi. “Hipodrom” At binenlerin, atların meydanı anlamına gelir. Osmanlı döneminde buraya At Meydanı denirdi. *Beyazıt Meydanı Beyazıt Meydanı, İstanbul’da, tarihî yarımadanın merkezinde, kentin ana ulaşım akslarının odağındaki meydan ve çevresindeki semt. Bizans döneminde kentin en büyük meydanı, Türk döneminde ise bir saray meydanı olan bugünkü Beyazıt Meydanı kent imgesini oluşturan temel öğelerden biridir. Çevresindeki Bayezid Camii’ni ve mahallesini de içine alan Beyazıt semti vardır. Semtin sınırları, Divanyolu yönünde Çarşıkapı ve Kapalıçarşı, güneyde Soğanağa Mahallesi, batıda Aksaray yönünde Hasan Paşa Hanı, Seyyid Hasan Paşa Külliyesi ve İstanbul Üniversitesi Fen ve Edebiyat Fakültesi ile belirlenen bölge ve Kuyucu Murad Paşa Medresesi’nin sınır oluşturduğu Vezneciler,


kuzeyde Eski Saray yani üniversiteyi içine almak üzere Rıza Paşa ve Mercan yokuşlarının başlangıç noktalarıyla tanımlanır.Bir dönem adı HÜRRİYET meydanı diye değiştirilmiştir. *Gülhane Parkı Gülhane Parkı, İstanbul ilinin Fatih ilçesinde yer alan tarihî bir parktır. Alay Köşkü, Topkapı Sarayı ve Sarayburnu arasında yer alır. Gülhane Parkı, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Topkapı Sarayı’nın dış bahçesiydi ve içinde bir koru ve gül bahçelerini barındırırdı. Türk tarihinde demokratikleşmenin ilk somut adımı olan Tanzimat Fermanı, 3 Kasım 1839’da Abdülmecit döneminde Hariciye Nazırı Mustafa Reşit Paşa tarafından Gülhane Parkı’nda okunmuştur ve bu nedenle Gülhane Hatt-ı Hümayunu da denir. Ayrica 25 Mayıs 2008’de Gülhane Parkı içindeki Has Ahırlar Binası’nda, İstanbul İslam Bilim ve Teknoloji Tarihi Müzesi hizmete girmiştir. *Kız Kulesi Kız Kulesi, hakkında çeşitli rivayetler anlatılan, efsanelere konu olan, İstanbul Boğazı’nın Marmara Denizi’ne yakın kısmında, Salacak açıklarında yer alan küçük adacık üzerinde inşa edilmiş yapıdır. Üsküdar’ın sembolü haline gelen kule, Üsküdar’da Bizans devrinden kalan tek eserdir. MÖ 24 yıllarına kadar uzanan tarihi bir geçmişe sahip olan kule, Karadeniz’in Marmara ile birleştiği yerde küçük bir ada üzerinde kurulmuştur. Bazı Avrupalı tarihçiler buraya Leander Kulesi derler. Kule hakkında pek çok rivayetler bulunmaktadır. Bugün görülen kulenin temelleri ve alt katın önemli kısımları II. Mehmed devri yapısıdır. Kulenin etrafındaki sahanlık geniş kaplanmıştır. Üstündeki madalyon halindeki bir mermer levhada, kuleye şimdiki şeklini veren Sultan II. Mahmud’un, Hattat Rasim’in kaleminden çıkmış 1832 tarihli bir tuğrası vardır. Kulenin Eminönü tarafı daha genişçe olup burada bir de sarnıç vardır.

İlk olarak Yunan döneminde bir mezara ev sahipliği yapan bu ada Bizans döneminde inşa edilen ek bina ile gümrük istasyonu olarak kullanılmıştır. Osmanlı döneminde ise gösteri platformundan, savunma kalesine, sürgün istasyonundan, karantina odasına kadar birçok işlev yüklenmiştir. Asli görevi olan ve yüzyıllardan beri varlığı ile insanlara, geceleri ise geçen gemilere göz kırpan feneri ile yol gösterme işlevini hiç kaybetmemiştir.Geçmişten geleceğe en çok da düşlere yol göstermektedir Kız Kulesi. Kız Kulesi 2000 yılında restore edilerek, artık çatal-bıçak seslerinin duyulduğu bir mekân haline dönüştürülmüştür. Kız kulesine ulaşım Salacak ve Ortaköy’den sandallarla yapılmaktadır. Evliya Çelebi kuleyi şöyle tarif eder: ‘’Deniz içinde karadan bir ok atımı uzak, dört köşe, sanatkarane yapılmış bir yüksek kuledir. Yüksekliği tam 80 (seksen) arşındır. Sathı mesehası iki yüz adımdır. İki taraftan yerde kapısı vardır.’’ Nedir Bu ‘’İstanbul Türkçesi’’ ... Zamanında bozulmamış, yöresel ağız ve lehçelerden etkilenmemiş gerçek Türkçe olarak adlandırılan Türkçe’dir. Günümüze geldiğimizde ise, İstanbul denen şehirde yurdun her köşesinden gelen insanlar bulunmaktadır. Örneğin A şehrinde ikamet eden vatandaşımız kendi şivesi ile A şehri sınırlarında konuşurdu. B şehrindeki ise B şehrinde konuşurdu. İstanbul’da komşu oldular, iki ağız karıştı birbirine. İkisinin karışımı da, İstanbul Türkçesi’ne karıştı. Kimdir Bu ‘’İstanbul Beyefendisi’’ ... Kültürlü, konuştuğu kelimeleri özenle seçen, kibarlığıyla hayranlık uyandıran, Bukowski’nin “Sinek kaydı traşlı, kravatlı tipler” benzetmesinin karşılığı beyefendilerdir. Günümüzde pek rastlanmamakla birlikte, mumla aranılan insan tipidir... “Filhakika, hanım şu takım elbisemi ütüle de bakkala kadar gideyim” diyebilen beylerdir. İstanbul hakkında bir eleştiri yapacak olursak: Deniz üstü geçitleri bile birer kültür kaynağı olan, tam bir Kültür ve Tarih başkenti olan, bin yıllardır değişen bir şehir olan İstanbul tarih boyunca süregeldiği gibi durmadan değişecek ve gelişecektir. Bu İstanbul kenti için tarihi topografyanın getirdiği bir yükümlülük ve hatta zorunluluktur.

30


Teknoloji Osman Altın kulaklikdergisi.com kulaklikdergisi@netcc.com.tr

Kablosuz İnternet Bağlantınızın Yavaş Olmasının 11 Sebebi Hemen hemen herkesin hemfikir olduğu bir nokta var: Dünyada başımıza gelebilecek en kötü şey kablosuz bağlantımızın olmaması. Ama bazıları için durum farklı. Onlar için hiç bağlantı olmaması yavaş bir bağlantıdan çok daha iyi.

2. Cep telefonları, kordonsuz telefonlar, mikrodalgalar, bluetooth cihazları ve hatta bebek telsizleri bağlantınızı yavaşlatabilir.

İnternet servisi sağlayan kuruluşların en sık aldığı şikâyetlerden birisi ‘yavaş internet bağlantısı.’ Fakat elimizdeki bağlantıdan tam anlamıyla verim almayı öğrenebilirsek, böyle bir şikâyette bulunmamıza da gerek kalmayacak. Ekibi ile birlikte dünyanın ilk büyük Wi-Fi ağını inşaa eden Dr. Alex’e göre, hâlihazırda elimizin altında bulunan internet bağlantısının yalnızca %50’sinden yararlanıyoruz. Bu durumun bazı nedenleri ve tabii ki çözümleri mevcut! Eğer siz de ‘yavaş’ bağlantı mağdurlarındansanız, galerimizde sıraladığımız maddelere bir göz atın ve bağlantınızı güçlendirmek için elinizdeki imkânları kullanın.

3. Kablosuz bağlantı cihazları aynı anda hem veri alıp, hem de veri gönderemiyor.

1. Güçlü wi-fi sinyalinin en büyük düşmanı ağ üzerindeki trafik. Kablosuz ağa bağlandığınızda, aslında radyo dalgalarını kullanıyorsunuz. Tıpkı radyo istasyonlarında olduğu gibi, yayın araçlarının da bir limiti var. Örneğin oturduğunuz binada, ya da sokakta, kaç tane kablosuz ağ olduğu büyük önem taşıyor. Mühendis Steve Biddle’nin yazdığına göre “eğer yüzlerce kablosuz ağın bir arada bulunduğu bir çevrede yaşıyorsanız, wi-fi için dünyanın en kötü yerinde yaşıyorsunuz demektir.” Telefonunuzdaki bağlantı barlarının tamamen dolu olmasına aldanmayın, eğer bulunduğunuz çevrede sinyal trafiği yoğun ise, bağlantınızdan tam olarak faydalanamıyorsunuz demektir.

31

Eğer duvarların ötesinde bulunan ve çevredeki sinyal trafiği nedeniyle veri aktarımında oldukça yavaş davranan bir modeminiz var ise, kablosuz bağlantınızın yavaş olması dünyanın en doğal şeyi.

Wi-fi cihazları bir seferde ya veri alır ya da veri gönderir, aynı anda iki işlemi de gerçekleştiremez. Bu nedenle, kablosuz bağlantı sağlayan cihazlara yarı-çift yönlü sistem denir. Eğer modeminize kablo ile bağlanıyorsanız, o zaman tam-çift yönlü sistem kullanıyorsunuz demektir ve aynı anda hem veri gönderip, hem de alabilirsiniz. Doğal olarak bağlantı hızınız artar.

4. Aynı wi-fi ağına bağlanmaya çalışan birçok insan var ise, kablosuz bağlantınız yok desek yeridir. Fakat bu durumun çok kolay bir çözümü var, çünkü aslında modeminizde, kablosuz sinyal gönderebilecek birçok ‘kanal’ var. Fakat genelde kanal seçimi ile uğraşmayız ve bu nedenle kanal seçiminiz “otomatik” olarak kalır. Modeminizin ‘kanal’ ayarlarını değiştirin ve en az kullanılan kanalı seçin. Eğer kanal seçimini nasıl yapacağınızı bilmiyorsanız, ücretsiz inSSIDer uygulamasını kullanarak kendiniz için en uygun kanalı bulun. Eğer sinyal alacağınız kanalı kendiniz seçerseniz, bağlantınızda dikkate değer bir artış göreceksiniz.


5. Eğer çok kalabalık bir ortamda yaşıyorsanız, modeminiz en verimli kanalı bulmak için uğraşıyor olabilir ve bu da bağlantınızı yavaşlatır.

9. Bazı cihazlar kablosuz ağa bağlanmak konusunda diğerlerinden daha iyi. Eğer bir iPhone 3e sahipseniz ve arkadaşınız iPhone 6 ile sizden daha iyi sinyal alıyorsa, sakın şaşırıp kalmayın çünkü bu çok doğal bir şey. Teknoloji geliştikçe, kablosuz ağ bağlantısı verimliliği de haliyle gelişiyor.

İnternet servis sağlayıcıları, yavaş bağlantı alındığı gerekçesiyle şikayet yağmuruna tutuluyor. Ama bu durumda yapabilecekleri çok da bir şey yok! Üşenmeyin ve bağlantınız için bir kanal seçimi yapın. Böylelikle bağlantınızın hızını arttırmış olacaksınız.

6. Wi-fi üzerinden ağa bağlanmak genellikle ethernet bağlantısı kadar iyi olamıyor. Bu konuda yapılabilecek çok da bir şey yok! Biddle bu durumu şöyle özetliyor: “Wi-fi bağlantısı hiçbir zaman Ethernet bağlantısı (kablolu bağlantı) kadar iyi olamayacak. Bu iki bağlantı şekli birbirine alternatif olamayacak farklı yöntemler. Fizik kuralları değişmediği sürece, bu kural asla değişmeyecek.”

10. Modeminizin kullandığı teknoloji de oldukça önemli. Eğer modeminiz eski ise, yapılacak şey oldukça basit: Derhal 5GHZ frekans ile çalışan yeni model bir modem almalısınız.

11. Modeminizin güç ayarları, sinyal gücünü etkiliyor olabilir. Eğer modeminizin üzerinden çeşitli güç ayarları varsa, bu ayarı en düşüğe getirmek en makulüdür. Bu şekilde kablosuz bağlantı hızınızı arttırabilirsiniz.

7. Bağlantınız hala yavaş mı? İnternete 2000 tane HD fotoğraf yüklemiyorsunuz ya? Eğer öyleyse, sıkıntı buradan kaynaklanıyor olabilir. Steam, Netflix veya BitTorrent gibi, bilgisayarınızdaki dosyaları ağ üzerinden diğer insanlar ile paylaşmanıza olanak sağlayan programlar, kablosuz ağ bağlantınızı oldukça yavaşlatabilir. Bu tip programlar genellikle arka planda, çalışır vaziyette unutuluyor. Bir kere daha kontrol etmekte fayda var!

8. Modeminizin konumu oldukça önemli. Kablosuz modemler her yöne sinyal yayarak çalışır. Bu nedenle, modeminizi duvar gibi engelleyici bir nesneye ne kadar yakın yerleştirirseniz, sinyaliniz o kadar yavaşlayacak demektir. Eğer modeminiz ile cihazınız arasındaki mesafe uzaksa, bir yönlendirici alın ve bu yönlendiriciyi ana modeminize bağladıktan sonra, cihazınıza daha yakın bir konuma yerleştirin. İdeal modem konumlandırması için internet üzerinde küçük bir araştırma yapabilirsiniz.

Kaynak:  http://www.buzzfeed.com/patricksmith/this-is-why-your-wi-fi-isalways-slow#224p17s  http://onedio.com/haber/this-is-why-your-wi-fi-is-alwaysslow-382913

32


Teknoloji Mehtap Güner Meriç Köyük kulaklikdergisi.com kulaklikdergisi@netcc.com.tr

ELEKTRİKLİ ARABA 1880-1900: Erken Tarihi Elektrikli otomobiller 19.yy’ın ortalarında ve 20.yy’ın başlarında oldukça popülerdi, elektrikli otomobiller konforu ve kullanım kolaylığı ile petrollü otomobillere göre daha üstündü. İçten yanmalı motor teknolojisindeki ilerlemeler, özellikle elektrik starter’i bu üstünlüğü tartışmalı hale getirdi. Petrollü otomobillerin geniş çeşitliliği, daha hızlı bir şekilde enerji yüklenebilmesi, gelişen petrol altyapısı, Ford Motor şirketi gibi şirketlerin seri petrollü araç üretimi ve bu seri üretim sonucu petrollü otomobillerin elektrikli otomobiller ile aynı fiyata gelmesine hatta daha ucuz olmasına sebep oldu. Bu gelişmeler 1930’larda elektrikli otomobillerin ABD piyasasından silinmesine sebep oldu. Bununla birlikte, son yıllarda, petrollü otomobillerin çevresel etkileri hakkındaki endişeler, yüksek benzin fiyatları, batarya teknolojisindeki gelişmeler ve petrol fiyatının yükselme ihtimali elektrikli otomobillere yeniden bir ilgi doğmasına yol açtı. 1990’lardaki başarısız bir ortaya çıkma girişiminden sonra bu yeni elektrikli otomobiller daha çevre dostu oldu ve ilk satın alma masraflarına rağmen çalıştırılması ve kullanımı daha ucuzdur.

Türkiye’de ilk elektrikli otomobil II. Abdülhamit tarafından İngiltere’de Messrs Immisch & Co şirketine 1888 yılında sipariş edildi. Şirketin mühendisleri Magnus Volk ve Moritz Immisch’in özel olarak hazırladıkları bu otomobil ön kısmında tek bir büyük teker yerine birbirine yakın iki küçük tekere sahipti, Immisch tarafından patenti alınan 20 Amper 48 Volt 1 beygirlik motoru vardı. Abdülhamit Han bu otomobilden çok memnun kalmıştı ve bu iki mühendisi ödüllendirmişti, bu sayede mühendisler uluslararası bir üne kavuşmuşlardı. Sultan için hazırlanan bu otomobil o zamanın teknik dergilerinde de görülebilmektedir. İçten yanmalı motorların üstünlüğü ele geçirmesinden önce, elektrikli otomobiller birçok hız ve mesafe rekoruna sahiptiler. Bu rekorlar arasında en dikkat çekici olan Camille Jenatzy tarafından 29 Nisan 1899’da kendisine ait olan roket tipli aracı Jamais Contente ile 100 km/saat rekorunun 106 km/saat’lik bir hızla kırılmasıdır. 1920’lerden önce, elektrikli otomobiller, petrol yakıtlı otomobiller ile şehir içinde kullanım kalitesi olarak rekabet etmekteydi.

Thomas Edison ve bir Detroit Elektrik arabası,1913. 1897’de ABD’deki ilk ticari uygulama olarak elektrikli araçlar New York şehri taksi filosu olarak Filedelfiya Elektrikli taşıma ve vagon şirketi tarafından yapılmıştır. ABD’de elektrikli otomobiller 20.yy başlarında Anthony Electric, Baker, Columbia, Anderson, Fritchie, Studebaker, Riker, Milburn ve diğerleri tarafından üretilmiştir.


İçten yanmalı motorlarla karşılaştırıldığında daha yavaş olmasına rağmen, 1900’lerin başlarında bazı avantajlarından dolayı tercih edilmekteydi. Petrollü otomobillerde bulunan sarsıntı, koku ve gürültü gibi olumsuz yönler elektrikli otomobillerde yoktu. Elektrikli otomobillerin petrollü otomobillerde sürme esnasında en büyük problem olan vites değiştirme gibi bir problemi yoktu. Elektrikli otomobiller zenginlerin şehir içi ulaşımda uzun menzilin gerekmeyeceği şekilde bir kullanımda tercih edilmişti. Petrollü otomobillerin bir diğer dezavantajı ise motoru çalıştırmak için elle kurulan bir kola gereksinim duymasıydı, kolun kurulması için fiziksel olarak bir çaba harcamak gerekiyordu. Elektrikli otomobiller bu sebeplerden bayanlar için de kullanım kolaylığı sağlamaktaydı.

The Henney Kilowatt, 1961 yılında üretilen Renault Dauphine’e dayanan elektrikli araba 1911’de New York Times, elektrikli otomobilleri petrol yakıtlı otomobillerden daha temiz olması, daha sessiz olması ve daha ekonomik olması sebebiyle ideal olarak kabul etmekteydi. 2010 yılında rapor edilen bu 1911 tarihli habere, Washington Post şöyle bir yorum katmıştır; Thomas Edison’un kafasını karıştıran elektrikli otomobil bataryalarına olan benzer güven eksiklikleri günümüzde de sürmektedir.

2000’lerin sonlarında küresel ekonomik durgunluk otomobil üreticilerine aşırılığın sembolü olarak görülen fazla yakıt tüketen spor amaçlı taşıtları(SUVs)azaltarak, küçük arabaları, hibrit arabaları ve elektrikli arabaları yaygınlaştırma üzerine çağrıları artırdı. Kaliforniyalı otomobil üreticisi Tesla Motors 2004 yılında Tesla Roadster üzerinde geliştirmelere başladı, 2008 yılında ilk defa müşteriye sunuldu. Mart 2012 itibariyle, Tesla en az 31 ülkede 2,250 den fazla Roadster modeli sattı.. Mitsubishi i MiEV Temmuz 2009’da Japonya’da filo müşterileri için piyasaya sürüldü, bireysel müşteriler için Nisan 2010’da satışı başladı. Hong Kong’da bireysel müşteriler için Mayıs 2010’da, Avusturalya’da ise kiralama yolu ile Temmuz 2010’da piyasada yerini aldı. Nissan Leaf’in perakende satışı Japonya ve Amerika’da 2010 Aralık ayında, çeşitli Avrupa ülkeleri ve Kanada’da 2011’de başladı. Temmuz 2012 itibariyle, diğer elektrikli otomobiller, şehir arabaları ve bazı marketlerde bulunan hafif kamyonlar satın alma için veya kiralama için sunulmaktadır: REVAi, Buddy, Citroën C1 ev’ie, Transit Connect Electric, Mercedes-Benz Vito E-Cell, Tazzari Zero, Smart ED, Wheego Whip LiFe, Mia electric, BYD e6, Bolloré Bluecar, Ford Focus Electric, BMW ActiveE, Coda, Renault Fluence Z.E., Tesla Model S, Honda Fit EV ve çeşitli mahalli elektrikli araçlar. Ayrıca bazı öngösterim araçları deneme programlarını sürdürmektedir: Volvo C30 Electric, Toyota RAV4 EV, and Volkswagen Golf blue-e-motion.

1990’lar ve günümüz 1970’lerdeki ve 80’lerdeki enerji krizleri, hidrokarbon(petrol) enerji piyasasındaki dalgalanmalardan bağımsız olması sebebiyle elektrikli otomobillere olan ilgi tekrar yenilendi. 1990’ların başlarında, CARB(California Air Resources Board) daha yakıt verimli, daha az emisyonlu araçlara; asıl amaç olarak sıfır emisyonlu örneğin elektrikli araçlar gibi, araçlara geçişi öngören bir çalışma başlattı. Karşılık olarak, otomobil üreticileri, elektrikli modeller geliştirdiler: CryslerTEVan, Ford Ranger EV pickup truck, GM EV1 ve S10 EV pickup, Honda EV plus hatchback, Nissan lityumiyon bataryalı Altra EV minivagon ve Toyota RAV4 EV gibi. Bu otomobiller netice olarak ABD otomobil marketinde lağvoldular, ortadan kalktılar.

34


Teknoloji Hava Kirliliği ve Karbon Emisyonu Elektrikli otomobiller şehirlerde temiz havaya katkıda bulunur çünkü zararlı bir atık üretmezler; is(partiküller), uçucu organik bileşikler, hidrokarbonlar, karbon monoksit, ozon, kurşun ve çeşitli nitrojen oksitleri gibi. Temiz hava genelde yereldir çünkü bataryayı tekrar şarj etmek için kullanılan elektrik kaynağına bağlıdır, hava kirliliği emisyonları üretim santrallerinin olduğu yere kaymaktadır. Salınan karbon dioksit miktarı, aracı şarj etmek için kullanılan güç kaynağının emisyon yoğunluğuna bağlıdır, araç bazında düşünüldüğünde söz konusu aracın verimliliği ve şarj işlemi sırasında kayıp olan enerjiye bağlıdır. Şebeke elektriği için emisyon yoğunluğu ülkeden ülkeye değişmektedir, ve bir ülke değerlendirildiğinde talebe göre, yenilenebilir enerji kaynaklarının uygunluğuna göre ve fosil yakıtların üretimde verimliliğine göre değişmektedir. Şebekeden bağımsız yenilenebilir enerji ile aracın şarj edilmesi çok düşük bir karbon yoğunluğuna sebep olmaktadır. (sadece üretim ve şebeke bağımsız üretim sistemlerinin kurulumu örneğin konutlara ait rüzgâr türbinleri)

35

ÜLKELERE GÖRE ELEKTRİKLİ ARABA ÜRETİMİ A.B.D. 2009’da ABD elektrik üretimi kaynak dağılımı. ABD elektriğinden 2008’de şarj olan bir elektrikli araç sürüldüğü kilometre başına 115 gram CO2 yaymaktadır. Oysa ABD piyasasında satılan sıradan bir petrol arabası kilometre başına 250 gram CO2 üretmektedir, bunun bir kısmı yakıtın üretilmesi bir kısmı da bu yakıtın alınan yere olan sevkiyatından kaynaklanmaktadır. UCS(Union of Concerned Scientists) 2012’de prize takılan otomobil bataryalarının bütün yaşam döngüleri enerji üretiminden yola(well to wheel) değerlendirilerek şarj edilmesinden meydana gelen sera gazı emisyonunu ve ABD’de bölgesel olarak elektrik üretiminde kullanılan yakıt ve teknolojiye göre farklılık gösteren ortalama sera gazı emisyonunu değerlendiren bir rapor yayınlamıştır. Bu çalışma Nissan Leaf tamamen elektrik otomobillerin analizinin başlangıç noktasını oluşturmuştur. UCS çalışması sıradan yıllık karbondioksit gram biriminden emisyonu yerine galon başına mil cinsinden yapılmıştır. Çalışma elektriğin üretildiği doğalgaz, nükleer, hidroelektrik veya diğer yenilenebilir kaynakların bulunduğu bölgelerde prize takılan elektrikli otomobillerin sera gazı emisyonunu önemli ölçüde düşürme potansiyeli olduğunu ortaya koydu. Diğer taraftan, kömürden üretilen güç oranının yüksek olduğu bölgelerde, hibrit elektrikli otomobiller, prize takılan elektrikli otomobillerden daha az CO2 emisyonu üretir, ve en iyi yakıt verimli benzinli küçük otomobiller prize takılan otomobillerden biraz az bir emisyon üretir. En kötü durum senaryosunda, bütün enerjinin kömürden üretildiği bir bölge için, yapılan çalışma prize takılan elektrikli bir arabanın, benzinli bir arabanın şehir/otobandaki birleşik yakıt ekonomisi olan 30 mpg_us’ye denk bir sera gazı emisyonu yaydığını ortaya koydu. (7.8 L/100 km; 36 mpg_imp). Aksine, tamamen doğalgaza dayanan bir bölgede, elektrikli otomobiller 50 mpg_us’lik değerli benzinli otomobillere eşdeğerdir.(4.7L/100 km; 60 mpg_ imp)


ABD nüfusunun %45’ini kapsayan bir çalışma, elektrikli bir araba için, 50 mpg_us birleştirilmiş yakıt ekonomisi kapasiteli benzinli bir arabanın örneğin Toyota Prius’tan daha az CO2 emisyonu üretmekte olduğunu gösterdi. Bu gruptaki şehirler Portland, Oregon, San Francisco, Los Angeles, New York City ve Salt Lake City ve en temiz şehirlerde well to wheel emisyonu eşdeğeri 79 mpg_us’lik yakıt ekonomisini başarmışlar.(3.0L/100 km; 95 mpg_imp). Çalışma ayrıca şunu ortaya koydu, nüfusun %37’si için, elektrikli otomobil emisyonu örneğin Honda Civic Hibrit ve Lexus CT200h’da olduğu gibi 41 ile 50 mpg_us aralığında bulunan birleşik yakıt ekonomili benzinli otomobillerin olduğu aralığa düşecektir. Bu gruptaki şehirler Phoenix, Arizona, Houston, Miami, Columbus, Ohio, Atlanta ve Georgia’dır. Nüfusun %18’i karbon yakmaya dayalı güç kaynaklarının olduğu bölgelerde yaşamaktadır ve birleşik yakıt ekonomisi 31 ile 40 mpg_us örneğin Chevrolet Cruze ve Ford Focus gibi emisyonlar bu seviyede olacaktır. Bu gruptaki şehirler Denver, Minneapolis, Saint Louis, Missouri, Detroit ve Oklohama City’dir. Çalışma bulgularına göre ABD’deki bütün bölgelerde elektrikli otomobiller yeni kompakt benzin motorlu otomobillerden daha az sera gazı emisyonu yaymaktadırlar, en kötü CO2 emisyonunun olduğu bölgede 33 mpg_us değerli benzinli otomobillere eşdeğer(7.1L/100 km; 40 mpg_imp) bir emisyona sahiptirler.

İngiltere

Fransa Fransa’da temiz bir enerji şebekesi vardır, elektrikli otomobil kullanımından kaynaklanan CO2 emisyonu kilometre başına 12 g civarında olacaktır.

Almanya En kötü durum senaryosunda artan elektrik talebi sadece kömürle karşılanabilecektir, 2009’daki World Wide Fund for Nature ve IZES tarafından yürütülen bir çalışma orta boyutlu bir Elektrikli otomobilin kabaca 200 g CO2/km, benzinli kompakt bir otomobil için ise 170 g CO2/km’lik bir ortalamayı ortaya koymuştur. Bu çalışma Almanya’da bir milyon elektrikli otomobil kullanımı halinde, en iyi senaryo olarak, elektrik altyapısına dair hiçbir geliştirme yapılmaması veya talebin yönetilmemesi koşulları altında CO2 emisyonunu sadece %0,1 düşürebilmiştir.

Türkiye Türkiye’de 1990-2009 Ulusal Seragazı Envanter raporunda, ulaştırma sektörü toplam karbon emsiyonunun %17’sinin kaynağıdır, ulaştırma sektörü içerisinde karayolu tipi %84.74’e denk gelmektedir. Ülkemizde satışı yapılan Renault Fluence Z.E. modelinin ortalama yakıt tüketimi 13,9kWh/100 km’dir. Türkiye’nin kaynaklara göre ortalama birim enerji emisyonu 0,53426 kgCO2/kWh ile Avrupa ortalamasının(0,8 kgCO2/kWh) altındadır.

İngiltere’de 2008’de yapılan bir çalışma İngiltere’deki mevcut elektrik üretiminden dolayı ve elektrikli otomobillerin üretimi ve kullanımı ile ilgili emisyonlar dikkate alındığında bile elektrikli otomobillerin karbondioksit ve sera gazı emisyonlarını en az %40 azaltma potansiyeli olduğunu belirtti. Tasarruflar hibrit veya dizel otomobillere göre tartışılabilirdir(resmi İngiliz hükümeti testlerine göre, en verimli Avrupa piyasalarındaki otomobiller kilometre başına 115 gram CO2’den aşağıdadır, gerçi İskoçya’daki bir çalışma İngiltere’deki yeni otomobiller için ortalamayı 149,5 gram CO2/km olarak vermiştir. Fakat daha temiz elektrik altyapısı olan ülkelerde çok daha kayda değer değerler olacaktır.

36


Teknoloji: Oyun İncelemesi - DOTA2

Defence of the Ancients 2

GENEL BAKIŞ; Blizzard’ın 2002 yılında satışa çıkardığı hâlâ ilgi uyandıran ve oynanan oyunu Warcraft III: Reign of Chaos ve Warcraft III: The Frozen Throne’un bir grup kullanıcı tarafından “World Editor” yapılmış MOBA (Multiplayer Online Battle Arena) türü bir modudur. Ama bu mod o kadar sevildi ve tutuldu ki zamanın Blizzcon’unda ve dünya çapında turnuvaları yapıldı ve 2005 yılından beri geliştirilmektedir. Daha onra Valve şirketiyle anlaşan DotA’nın yapımcısı Icefrog, 13 Ekim 2010 tarihinde Game Informer’s sitesindeki makaleyle birlikte Valve tarafından DotA 2 adlı oyunun çıkacağı resmi olarak duyurulmuştur. Öncelikle oyunun Steam üzerinde olması çok büyük bir avantaj. Bildiğiniz gibi Dota 2 ve benzeri oyunlarda takım arkadaşlarınız büyük rol oynuyor ve Dota 2 Steam Friends servisi üzerinden çalıştığı için Steam arkadaş listenizde bulunan bütün oyuncular takım arkadaş adayı oluyor. Oyun iki takımdan ve her takım da 5 oyuncudan oluşur. Her oyuncu, oyun moduna göre 100’ün üzerindeki kahraman havuzundan seçimini yapar.

37

Resimde sol sütundaki kahramanlar strength(güç), orta sütundakiler agility(çeviklik) ve sağdakiler ise intelligence(zeka) tabanlı olmak üzere üçe ayrılır. Güç tabanlı kahramanları; genellikle önde durmak ve ilk atağı yapmak ya da ilk atağı çekmek gibi görevler üstlenirler. Çeviklik kahramanları; kısa sürelerde yüksek hasarlar vermek üzerine kurgulanırlar, takımların yok edici güçleri genellikle bu kahramanlardır ama oyun içerisinde iyi gold(altın) ve seviye almak, karşı takıma uygun itemleri edinmeleri de gerekmektedir. Çeviklik kahramanları iyi desteklenebilir ise sizi başarıya götüreceklerdir. Zeka kahramanları; genelde takımlarıdaki diğer kahramanlara destek olmak ve doğru zamanlarda doğru büyüleri yaparak takımlarına avantaj sağlamakla yükümlülerdir. Tabii ki her kahraman grubundan destek ve carry(yüksek anlık hasar verebilen kahraman) oluşturmak mümkün olabilir, bu tamamen oyuncunun edindiği itemlere ve oynama mantığına bağlıdır.

Oyun modları(tipleri) de çeşitlidir.

Serbest seçim, sınırlı seçim, tümü rastgele, kaptan modu, yetenek çekilişi, kaptan çekilişi, tek çekiliş, az oynanan kahramanlar modu, ölüm maçı modları mevcuttur. Haritamız, Radiant(alt) ve Dire(üst) yerleşimiyle üç koridor ve 11 kuleden oluşur. Amaç; takımınızın Ancient’ını savunmak ve karşı takımın Ancient’ini yok etmektir. Karşı takımın yaratıklarını ve kuleleri yok ederek gold kazanabilirsiniz. Kahraman öldürmek ve öldürülmesine yardım etmek de size gold ve deneyim kazandırır. Karşı takıma ait yaratıkların çıktığı barakaları yok edebilirseniz takımınızın yaratıkları büyüyücek ve güçlenecektir. Oyun da tarafsız yaratıkların olduğu kampları kullanarak da deneyim ve gold kazanabilirsiniz. Orman da deneyim ve gold kasabilen bir kahraman, takımındaki diğer kahramanların daha çok deneyim ve gold edinmelerine sebep olarak büyük avantaj sağlayabilir. Orta bölümde bulunan su kanallarının ortalarında(alt ve üst) destek runeleri(güçlendirmeleri) her iki dakikada bir çıkar ve kullanılabilir. Roshan denilen büyük bağımsız yaratık(alt orta bölümde) kesilerek takımdaki her oyuncuya gold getirisi ve aegis denilen öldüğünüzde beş saniye içinde yeniden doğmayı sağlayan bir item verir. Roshan kesildikten sonra her 8-11 dakika arasında tekrar doğar.


Dota 2’ye başladığınızda ortada kalmıyorsunuz. Yeni oyuncular için tasarlanmış olan senaryoyu oynayarak daha önce DotA tarzı hiçbir oyun oynamamış olsanız bile oyunu öğrenmeniz mümkün oluyor. Senaryoyu takip ederek önce basit mekanikleri öğreniyor, ilerledikçe botlara karşı maç yapmaya başlıyor ve en sonunda gerçek oyuncularla oynamaya başlıyorsunuz. Tabii ki işin ucunda gerçek oyuncular olduğu için bol bol antrenman yapmanız ve oyuna alışmanız gerekli. Unutmayın ki oyunu tek başınıza değil, gerçek oyuncularla oynuyorsunuz ve takım arkadaşlarınızın yaptıkları hatalar sizi ne kadar etkiliyorsa, sizin yaptığınız hatalar da takım arkadaşlarınızı o kadar etkiliyor. Oyuna alıştıkça ve oyun yetenekleriniz geliştikçe, oyun için seviyeniz yükseliyor ve girdiğiniz oyunlardaki oyuncu kalitesi de giderek yükseliyor. Oyun içinde yaptığınız hataları görmek için de oyun tekrarlarınızı izlemeniz veya kaliteli oyuncuları ranked maçlarda izlemeniz oyun anlayışınızı geliştirmek de oldukça faydalı olacaktır. DOTA 2 haritası Radiant(alt bölge) ve Dire(üst bölge) olarak ikiye ayrılır. Üç koridorla birbirine bağlanır. Alt koridor Radiant için güvenli, Dire için zor kordiordur. Alt koridor Radiant’ın bağımsız yaratıklarına yakın olması sebebiyle ormanda kasan herolardan ve orta koridorda kasan herodan baskın yeme ihtimali her zaman vardır. Benzer durum üst koridorda Dire lehinedir. Orta koridor da kolay farm yapabilecek genellikle menzilli kahramanlar kasarken, güvenli koridorlarda carry kahramannlar görev alır, zor koridorlar ise tank veya destek görevi gören kahramanlarca kullanılır.

Hazırlayan: Mücahid DURMUŞ (LoTec)

38


AÇIK BÜFE Açık Büfe Bölümü’nde sizlere yapabileceğiniz lezzetli yemeklerin, tatlıların tariflerini yazacağız. Pratik olmasının yanında lezzetli olmasına da önem verdiğimiz ve severek yediğimiz her yemeği ve tatlıyı sizler ile de paylaşmak bize zevk verir. Evde yapabileceğiniz kolay nefis bir çikolatalı sufle tarifi. Size de afiyet olsun.

Malzemeler 80 gr bitter çikolata 50 gr tereyağı Yarım su bardağı un 4 yemek kaşığı şeker 2 yumurta

Hazırlanışı Yağımızı bir tavada eritelim üzerine çikolataları ekleyip karıştıralım çikolatalar iyice eridikten sonra unumuzu ilave edip 2 dk kadar karıştırıp ocağın altını kapatalım ayrı bir kabın içerisinde yumurta ve şekerlerimizi beyazlaşana kadar çırpalım. Çikolatalı karışımı da ilave edip mikserle karıştıralım. Yağladığımız sufle kalıbımıza eşit şekilde bölüştürelim bu tarif 4 kişiliktir. Önceden 180 derecede ısıtılan fırında 8 dk pişiriyoruz. Soğuduktan sonra dilediğiniz gibi servis edebilirsiniz. Afiyet olsun



Ajanda : Sinema Ezgi Ayazoğlu kulaklikdergisi.com kulaklikdergisi@netcc.com.tr

VIZYONDAKI FILMLER 15 Ekim İtibari Vizyona Giren Filmler Film: Annabelle

Film: Delisin! Delisin!

Vizyon Tarihi:24 Ekim 2014

Vizyon Tarihi: 24 Ekim 2014

Yapımı: 2014- ABD

Yapımı: 2014- Türkiye

Tür: Korku

Tür: Komedi

Süre:99 Dak. Yönetmen: John Leonetti Oyuncular: Alfre Woodard , Annabelle Wallis , Brian Howe , Eric Ladin , Tony Amendola Senaryo:Gary Dauberman Yapımcı:Jamas Wan , Peter Safran Film Özeti: İlk olarak “Korku Seansı” filminde izleyicileri korkutan oyuncak bebek Annabelle’in asıl hikayesinin ne olduğu bu filimde anlaşılıyor. Kötülüğü içinde barındıran bu oyuncak bebek, gerçekte Connecticut’ta bir müzede kilit altında tutuluyor ve ayda iki kez bir rahip tarafından ziyaret edilerek kutsanıyor. Taki John Form, hamile eşi Mia’ya harika bir hediye olarak getirene kadar.; Gelinlik giymiş, el yapımı oyuncak bir bebektir bu.Mia Annabelle yi görünce çok sevinir ve bebeği için aldığı o diğer oyuncak bebeklerin içinde yerine alır. Ancak, Mia’nın Annabelle için duyduğu sevinç tabiki fazla uzun sürmeyecektir. Evleri şeytani bir tarikat tarafından saldırıya uğrar, tarikatın geride bıraktığı sadece oyuncağın gözlerine bıraktığı bir damla kan değil aslında hiç bitmeyecek gibi korkunç olan bir lanettir.

41

Yönetmen: Tolga Baş Yapımcı: Burçin Baş-Erdem Karahan Yapımcı firma: Artist Film Oyuncular: Çetin Altay, Turgut Tunçalp, Ender Gülçiçek, Ferzan Hekimoğlu, Arzu Yanardağ, Ufuk Karali, Halil Doğan, Pascal Nouma, Ahmet Çevik, İsrafil Köse, Ethel Mulinas, İlkin Çakır, Murat Özarı, Selman Ünlüsoy, Murat Dilmen, Sezai Aydın, Yaşar Küçükali, Görüntü Yönetmeni: Murat Kılıç Yardımcı Yönetmen: Cafer Küçük: Film Özeti: Kendine has karakterler sergileyen Sadri, Asabi Rami ve Tombik Fırat aynı akıl hastanesinde tedavi gören diğer hastalara göre daha farklı üç yakın arkadaştır. Şizofreni teşhisiyle hastaneye sonradan gelen Arhan’ın dışarıdaki hayatın nimetlerinden faydalanışı ve etkileyici anlatımının teşviki ile Sadri, Rami ve Fırat daha önce hiç yaşamadıkları bir hayata sürükleyici bir maceraya atılacaklardır. Tabii akıl hastanesinden kaçarak... Hastaneden ele geçirdikleri çok eski bir minibüsle başlayan bu yolculukları sırasında aralarına katılan davetsiz misafir özgür ruhlu Burcu hem üçlünün yaşayacağı bu macera dolu serüvene bambaşka bir tat katacak hem de yavaş yavaş oluşturacakları samimiyetle yolculuklarının rotasını belirleyecektir.


Vizyon Tarihi: 17 Ekim 2014 Yapımı: 2014- Türkiye Tür: Dram- Romantik Yönetmen: Aytaç Ağırlar Oyuncular: Halil Sezai Paracıkoğlu, Sinan Çalışkanoğlu, Şafak Pekdemir, Ahmet Uz, Selim Akgül Senaryo: Aytaç Ağırlar Yapımcı: Necati Akpınar, Arda Erkmen Film Özeti : İşte beklenen bir film gibi geldi. Her kez de sanki 2 si bekleniyormuş gibi bir his uyandıran film İNCİR REÇELİ 2. İçine kapanık Metin ve hayata cıvıl cıvıl bakan Duygu’nun hüzünlü aşk hikâyesini konu alan ilk filmin ardından üç yıl sonra gelen ikinci yapımda yine Halil Sezai başrolde oynuyor. Bu sefer Metin’i ve onu yoğun yalnızlık döneminin ortasından çekip çıkaran aslında çıkarmaya çalışan ve bunu başaran ve Metini yaşadığını hissetmesini sağlayan Gizem’le (Şafak Pekdemir) olan fırtınalı ilişkisini izleyeceğiz. 2011 yılında vizyona giren ilk İncir Reçeli filmi seyirciden yoğun ilgi görmüş özellikle başroldeki müzisyen ve oyuncu Halil Sezai Paracıkoğlu’na yeniden popüler olmasını sağlamıştı. İncir Reçeli 1 de İsyan şarkısı İncir Reçeli 2 de Beyaz Giyme şarkısıyla dikkat çeken Halil Sezai’nin oyunculuk yeteneğinin de daha da geliştiğini bu filmde anlamaya başlıyoruz. Yine çok keyifli bir şekilde izleyeceğimiz bir filmin bizi beklediğini düşünüyorum.

Flavia Roma komutanıyla evlenmesi için baskı altında tutulsa da Milo aşkı için savaşmaktan vazgeçmemiştir. Milo, Pompoii’ye geri dönüp hem gerçek aşkını hem de en yakın arkadaşını kurtarmaya karar verir. Resident Evil ve Death Race gibi filmlerin yönetmeni Paul W.S. Anderson’ın yönetmenliğini yaptığı filmin başrollerini Kit Harington, Kiefer Sutherland ve Emily Browning paylaşıyor. 3D ile gösterime giren bu filmde nerdeyse o şehirde yaşayanlardan biri olacaksınız. Bu gerçek bir hikâye İtalya’da Pompi diye bir şehir yıllar önce yanardağ patlaması yüzünden şehir lavların altında kalmış. Yüzyıllar sonra bir Argeolog tesadüf eseri bu lavların altındaki şehri buluyor. Şu anda orası turistlik gezi için İtalya da en çok ziyaret edilen yer. Eğer bir gün İtalya’ya yolum düşerse kesin ziyaret edeceğimden emin olabilirsiniz.

Film: Sivas Vizyon Tarihi:31 Ekim 2014 Yapımı:2014 - Türkiye Tür: Dram Yönetmen: Kaan Müjdeci Oyuncular: Doğan İzci, Muttalip Müjdeci, Hasan Özdemir, Ezgi Ergin, Furkan Uyar Yapımcı: Kaan Müjdeci

Film: Pompeii Vizyon Tarih: 31 Ekim 2014 Yönetmen: Paul W.S. Anderson Oyuncular: Kit Harington, Carrie-Anne Moss, Emily Browning devamı... Tür: Aksiyon , Macera Ülke:ABD, Almanya, Kanada Film Özeti: Milattan önce 79 yılında, Vesuvius volkanı şiddetli bir patlamaya sahne olur ve bulunduğu antik Pompeii şehrini tehdit altına alır. Gemilerde köle olarak çalışan Milo, Naples’e gidecek olan gemide çalıştığı esnada bu patlama anına tanık olur. Olayın canlı tanığı olan Milo, bu dehşet anına ve sonrasında yaşananlara baktığında bildiği tek dünyanın, ateş ve küller nedeniyle yıkıma uğradığını fark eder. Öte yandan aşık olduğu Flavia da artık harabeye dönen bu olağanüstü güzellikteki şehirde hayatta kalmak için, patlamanın doğurduğu yıkıntıların arasında sığınacak bir yer aramaktadır.

Film Özeti: 11 yaşındaki Aslan’ın yaşadığı küçük köydeki tek gündeliği okula gitmek ve arkadaşlarıyla vakit geçirmekten ibarettir; en büyük derdiyse aynı sınıfta okuduğu Ayşe’ye olan aşkıdır. Bir gün yaşadıkları yerde bir hayli popüler olan köpek dövüşlerinden birine denk gelen Aslan, burada dövüşü kaybeden ve yaralanıp yere yığılan Sivas adında terk edilmiş kangal köpeğiyle karşılaşır. Bu karşılaşma o andan itibaren yaşayacağı hayatı etkileyecek en önemli dönüm noktalarından biri olur. Filmin başrol oyuncusu Doğan İzci, Venedik Film Festivali’nde En İyi Erkek Oyuncu dalında Altın Aslan ödülünü kazandı.

42


Ajanda : Sinema Vizyona Girecek Filmler Film: Tarzan Vizyon Tarihi:07 Kasım 2014 Yapımı:2013 - ABD Tür: Animasyon , 3 Boyutlu , Aile Süre:140 Dak.

Bunun üzerine Kıbrıs’ta bir sahil kasabasına taşınır, inzivaya çekilir. Aradan on yıl geçer. Ömer burada balıkçılık yapmaya başlamış, tek göz bir odada kendisine bambaşka bir hayat kurmuştur. Genco adında kahrını çeken bir arkadaşı vardır. Ömer bir gün balık tutarken ıssız bir sahilde denize giren Ezel’i görür. Ezel ile Ömer birbirlerini ilk gördükleri anda tartışsalar da yeni bir aşkın habercisidir bu durum. TC Kültür Bakanlığı desteğiyle çekimleri Kıbrıs’ta yapılan film, 2014 Mart ayında çekilmeye başlandı.

Yönetmen: Reinhard Klooss Oyuncular: Kellan Lutz, Spencer Locke, Robert Capron ve Jaime Ray Newman yer alıyor. Film Özeti : Tarzan filmi bu kez yenidne kurgulanarak karşımıza üç boyutlu bir animasyon filmi olarak çıkıyor. Tarzan ve Jane Porter, Greystoke Energies şirketinin kurduğu bir ordu ile karşı karşıya gelirler. Greystoke Energies’in sahibi, Tarzan›ın ailesi bir uçak kazası sonucu ölünce şirketi onların elinden almıştır.

Film: Ümmü Sıbyan Vizyon Tarihi: 21 Kasım 2014 Yapımı: TÜRKİYE Tür: Korku Yönetmen: Efe Hızır Oyuncular: Rabia Kaya, Mustafa Kırantepe, Ceren Mertadam

Film: Seni Seviyorum Adamım Vizyon Tarihi: 21 Kasım 2014 Yapımı 2014 - Türkiye Tür: Dram Yönetmen: Biray Dalkıran Oyuncular: Gizem Karaca, Barış Kılıç, Ayşen Gruda, Serhat Özcan, Asuman Dabak Gül Abus Semerci

Senaryo: Gökhan Horzum,

Yapımcı: Sonku Gültekin, Berk Sağlık Film Özeti: Ömer müzik piyasasına birçok isim kazandırmış, başarılı bir yapımcı ve bestecidir. Birçok şarkıcıyla iş yapmakta, birçok isim onunla çalışmayı istemektedir. Eski patronu Eşref, Ömer’e piyasada çok fazla işe birden koşturduğunu, Türkiye’de her an her şeyin olabileceğini, biraz yavaş ve kontrollü hareket etmesi gerektiğini söyler. Ömer bu sözlere kulak asmaz. 2001 ekonomik krizi patlak verdiğinde Ömer, Eşref’in uyarısını hatırlar. Ancak iş işten geçmiştir. Ömer’in kariyeri ve maddi gücü çok kısa süre içinde sıfırlanır. Her şeyini kaybetmiştir Ömer.

43

Filmin Özeti: Yapımcı: Lise son sınıf öğrencisi bir grup genç, yaklaşan sınavın stresini üstlerinden atmak ister. Sınava bir ay kala son bir delilik yapacaklardır. Akşam kimsenin olmamasından faydalanıp, okulun öğretmenler odasında içip parti yapmaya karar verirler. Okula fark edilmeden girmeyi başaran kafadarlar eğlenceyi başlatırlar. Biralarını içerler, dans eder, gülerler. Ekipten birinin yaptığı teklif, gecenin bütün akışını değiştirir: Okudukları okulda yıllar önce intihar etmiş Kevser adlı bir genç kızın ruhunu çağırmak. Başta eğlenceli bir aktivite gibi görünse de bu ruh çağırma seansının başlarına ne açtığını anladıklarındaysa artık çok geçtir. Kevser’in ruhu, Ümmü Sıbyan olarak geri dönmüştür. Halk arasındaki inanca göre bu kötücül ruh, çağrıldığı anda çocuk bekleyen kadınlara musallat olan, kendisi çocuk sahibi olamadığı için onların hayatını karartmaktadır. Bu sene vizyona birçok korku filmi girdi ve buda onlardan biri oldu. Sanki bu sene korku filmleri yarışıyor vizyonda. Bakalım bu filme diğer korku filmleriyle yarışabilecek mi. Yoksa klasik cin çağırma korkusu uyandırarak geri planda mı kalacak.


Ajanda : Sergi Sergi: Ankara “Bedri Rahmi Eyüboğlu & Abidin Elderoğlu” Resim Sergisi

‘’Köklere Dönüş Sergisi’’

Açılış Tarihi: 26.09.2014 /

Kapanış Tarihi: 02.11.2014 /

Açılış Tarihi: 11.09.2014 / Perşembe

Cuma

Pazar

Kapanış Tarihi: 25.10.2014 /

Mekân: SALT Ulus

Cumartesi

Adres: Atatürk Bulv. No: 12

Mekan : Ankara Antikacılık Adres: Birlik Mah. Doğukent Bulv. Vadi İkizleri Sitesi. 450. Cad. No: 3/A Çankaya Şehir: Ankara / Türkiye Türk resim sanatının temel taşları arasında yer alan, dünyaca ünlü iki Türk sanatçısı Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Abidin Elderoğlu’nun eserleri sanatsever ile buluşuyor... Renk lekelerinin ve kaligrafik çizgilerin egemen olduğu soyut kompozisyonlarıyla Abidin Elderoğlu’nun sergideki 60 yapıtı sanatseverlere bir renk ve desen şöleni yaşatacak nitelikte... Sanatçının farklı üslubu peyzaj, yaşlı adam, ağaç, çiçek, tütün işçileri gibi alışıldık konuları kendine özgü bir soyutlama ile kâğıda yansıtarak hayat buluyor. Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun yaşadığımız toprakların yüzyıllara dayanan kültür öğelerinden harmanladığı motiflerle gerçekleştirdiği 64 eseri ise, bir daha kolay kolay bir araya gelemeyecek çok özel bir seçkiden oluşuyor... Ressam ile özdeşleşen Ebabil kuşu, Hitit motifi, Ana, Turkish key, Babatomi ve balık formları gibi motifler suluboya, guvaj ve çini mürekkebi gibi farklı tekniklerin birleşimiyle yeniden anlamlanıyor... Desenin bu iki ustasını buluşturan sergi, her iki sanatçı için de bugüne kadar açılmış en kapsamlı sergilerden biri olmasıyla da ön plana çıkıyor.

“Bir Dünya Hikayesi” Osman Dinç Heykel Sergisi Açılış Tarihi: 09.09.2014 / Salı Kapanış Tarihi: 09.12.2014 / Salı Mekan: Cer Modern

Ulus Çankaya Şehir: Ankara / Türkiye Telefon : 312-324 30 24 Sanayi Devrimi sonucunda büyükşehirlere göçenler arasında, eğitim almayı ve sanat ortamında üretim yaparak var olmayı amaçlayan sanatçılar da vardı. Ancak, son dönemde özellikle Polonya gibi Avrupa ülkelerinde kısmen de olsa tam tersi istikamette bir eğilim söz konusu: büyükşehrin şartları, mali yükleri ve hatta kimine göre homojenliğinden bağımsızlaşmayı isteyen bazı sanatçılar, pratiklerini geliştirmek üzere doğup büyüdükleri köy ya da kasabalara dönmeye başladı. Halk kültürü ile zanaat, tarım, ekoloji ve “faydalı sanat” kavramının sanatsal pratikte gitgide artan şekilde araştırılıp benimsendiği bu dönemde, kurumsal yapılar ve piyasanın baskısından uzağa odaklanmak birçok sanatçıya anlamlı geliyor. “Güncel halk sanatı” olarak tasarlanan ya da aslen öyle olan bu tür sanatsal ifade biçimleri, toplumların kırsal kökenlerine dair mevcut tartışmalara paralel şekilde değerlendirilebilir. Himayeci ve seçkinci avangart sanat stratejilerini reddeden “güncel halk sanatı”, rustik sanat üretimi için yeni bir yol geliştirmeye girişiyor. Artık, sanatçılar kırsalın pastoral imgeleri yerine, kırsalı modernize etmenin yarattığı gerçek sorunlarla ilgileniyorlar. Modernite karakterine karşı sanatsal bir tepki olan bu estetik anlayışı, moderniteyi gelenek, etnik köken ve sadelikle harmanlıyor. Köklere Dönüş, sanatsal pratiklerinde kırsalı inceleyen Fatma Bucak, Honorata Martin, Michal Lagowski, Krzysztof Maniak, RUTA, Daniel Rycharski ile Slavs and Tatars’ın işlerini, Anadolu kırsal kültürünün göbeğindeki bir büyükşehirde; başkent Ankara›da bir araya getiriyor. Sergi, Varşova Modern Sanat Müzesi ile yapılan ve maneviyat ile teolojiye ilişkin sanatsal ifadeleri araştıran bir iş birliğinin ilk programı. Dört aylık bu iş birliği, gelecek Kasım ayında, SALT Galata’da bir sergi ve SALT Beyoğlu’nda bir dizi etkinlikle tamamlanacak. Polonya’da köleliğin kaldırılmasının 150. yıl dönümü vesilesiyle gerçekleştirilen Köklere Dönüş, Lukasz Ronduda’nın (Varşova Modern Sanat Müzesi) küratörlüğünde ve SALT’ın iş birliğiyle hazırlanmıştır.

Adres: Altınsoy Cad. No: 3Sıhhiye Çankaya Şehir: Ankara / Türkiye Telefon: 312-310 00 00 Bir Dünya Hikâyesi adlı sergi, Osman Dinç’in 1995’ten bu yana, Ankara’da ürettiği heykelleri sunuyor. Sergi ayrıca Fransa’da yaşayan sanatçının 1980’den bu yana üretmiş olduğu fotoğraflara kapsamlı bir şekilde yer veriyor.

44


Kültür - Sanat Rabia Elmas Selçuk kulaklikdergisi.com kulaklikdergisi@netcc.com.tr

Jyorei’yi Duyarak Değil, Yaşayarak Tanıyın; Shumei’yi ve jyorei’yi, aramızda bilmeyen birçok kişi var belki, ama dünyada bilen okadar çok kişi var ki; shumei yi sizinle de paylaşmak ve jyorei yi veren uzmanların ağzından kısa bir söyleşiyle tanıtmak istedim... jyorei’nin ne olduğunu öğrenmek istiyorsanız bu röportajı kesinlikle okumalısınız.... Bize biraz Shumei’ den bahseder misiniz? Joe Amanai Sensei; Shumei Meishusama’ nın ögrencisi Kaishusama tarafından, dünyada yaşanan bütün olumsuz şeyleri iyileştirmek ve Meishusama’ nın öğretisini yaymak amacıyla kurulmuştur. Kaç ülkede Shumei merkezi var? Ve Toplamda kaç tane shumei üyesi vardır? Joe Amanai Sensei; Almanya, Amerika, Avustralya, Brezilya, Çin, Filipinler, Fransa, İtalya, İngiltere Japonya, Kanada, Singapur, Türkiye olmak üzere 13 ülkede Shumei merkezi var. Ancak Dünya’ da Shumei merkezi olmayan birçok ülkede de üyelerimiz bulunmaktadır. Mesela şu an yanımda olan Sabrina Hanım Lüksemburg’ da yaşıyor ama orada merkezimiz yok. Dünya çapında toplamda 450 bin civarında üyemiz bulunmaktadır. Shumei kurulduktan sonra insanlar üzerinde nasıl bir etki oluştu? Joe Amanai Sensei :Shumei 3 temel prensiple –Güzel Sanat, Shumei Doğal Tarım ve Jyorei- dünyayı güzelleştirmeyi amaçlamaktadır. Japonya’ daki Genel merkez Misono’ da ve buraya bağlı diğer ülke merkezlerinde çalışmalar sürdürülmektedir. Güzel sanatlarla ilgili faaliyetler de Mihomuseum da sürdürülmektedir.

45

Ohikari nedir? Joe Amanai Sensei: Ohikari Shumei üyelerinin taşıdığı, özel bir güce sahip kutsal bir nesnedir. Shumei üyeleri Ohikari aracılığıyla manevi güçle bağlantı kurup insanlara yardım ederler.

Sizin hayatınıza nasıl bir etkisi oldu? Joe Amanai Sensei: Çocukluğumda birçok zorlukla baş etmek zorunda kaldım. Babamı, kardeşimi ve amcamı erken yaşta kaybettim. Ergenlik çağında bunun etkisini daha çok hissettim. 19 yaşımda shumei ile tanıştığımda ve jyorei uygulamaya başladığımda hayatım çok değişti. Sensei ünvanı neden verildi? Sensei olduktan sonra hayatınız nasıl değişti? Joe Amanai Sensei: Sensei genel olarak Japonca’ da öğretmen demektir. Ama Shumei’ de belirli aşamaları yürütmeye yetkisi olan kişilere verilen bir ünvandır. Sensei olmak daha fazla sorumluluk ve daha aktif bir hayatı gerektiriyor. shumei de ise belli aşamaları yürüten mesela shumei üye kabulünde aylık seremonilerinde bu tip pratikleri gerçekleştirmede yetkisi olan kişiye verilen bir isim ve belli bir yıldan sonra, belli bir eğitimden sonra, belli hedeflere ulaştıktan sonra, verilen bir ünvandır...


Sensei olduktan sonra ve Ohikari verirken hiç unutamadığınız bir anınız var mı?

Jyorei hakkında bilgisi olmayan okuyucularımıza vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

Joe Amanai Sensei: Üç tane anımı paylaşmak istiyorum, iki tanesi fiziksel değişimlerle ilgili, bir tanesi atalarla ilgili. Jyorei uygularken vücuttaki toksinleri atabilmek için bir arınma yaşanır. Ben jyorei uygulamaya başladığımda, vücudumdaki toksinler ayak parmaklarımın ucunda oluşan yaralardan akıntı şeklinde çıkıyordu. 25 yıl sonra sensei olunca bu yaralar kapandı, arınmanın işaretiydi. Her yıl beni 10 gün yatağa düşüren soğuk algınlığı yaşıyordum, bu da bir arınma şekliydi Sensei olunca geçti. Babamı 11 yaşımda nisan ayının 24 ünde kaybettim, Sensei olduktan sonra ilk Ohikari verme töreninde 15 kişiye Ohikari verdim, bu törende 24 Nisan tarihine denk gelmişti, ancak tarihi ben belirlememiştim, Ohikari alacak kişiler kendi aralarında o tarihi belirlemişlerdi. Ben de bunun ölen büyüklerim tarafından büyük bir destek olduğunu ve mutlu olduklarını düşünüyorum.

Sabrina Ramos: Jyorei ile ilgili en önemli felsefe; paylaşma, adanmışlık ve sorumluluk sahibi olmaktır. Jyorei bireysel bir şey değildir, her zaman, en az iki kişi arasında deneyimlenen bir birlikteliktir. Jyorei sizi diğer yaratılmışlarla bağlantılı olarak var olabildiğiniz bir dünyada olduğunuz farkındalığını yaşatır. Nasıl ki acıktığınız da doğa veya çiftçi size yiyecek sunmadığında doyamayacağınız gibi, bağışlama ve adanma duygusunu da kendi kendinize yaşayamazsınız. Jyroei’ nin esas varoluş amaçlarından biri de diğer insanlarla sevgiyi paylaşmaktır. Çünkü dünya da yaşanan savaşlar ve olumsuz diğer şeyler bunun sağlanamamasından kaynaklanır.

Shumei doğal tarım insanlar tarafından benimsendi mi? Elbette birçok ülkede Shumei Doğal Tarım yapılmakta. İstanbul’ da, Afyon da ve Türkiye’nin bir kaç noktasında daha Shumei Doğal Tarım yapılan tarlalar bulunmaktadır. Shumei’ e üye olmak isteyen okuyucularımıza öneriniz var mı? Jyorei almaya başlasınlar.

Jyorei verirken neler hissediyorsunuz? Sabrina Ramos : Jyorei verirken ve alırken yaptığım şeye odaklanmaya çalışıyorum. Jyorei verirken büyük bir şükran duyuyorum ve Meishusamanın desteğini hissediyorum. Geçtiğimiz yıl Misono’ daki merkezde her yıl mayıs ayında düzenlenen Grand Sampai Törenine katıldığımda bunu çok daha yoğun hissettim. Jyorei verirken shumei’ nin kurucularının -Meishusama, Kaishusama ve Kaicho Sensei- bağlarını ve evrendeki bütün varolanların arasındaki bağları hissederek yapıyorum. Bunlar manevi hissettiklerimdi fiziksel olarak da mor ve pembe ışıklar görüyorum, ellerimde karıncalanma hissediyorum. Daha huzurlu, daha sakin, varoluş amacımı bilerek yapıyorum.

46


Turzim: Adıyaman Rabia Elmas Selçuk kulaklikdergisi.com kulaklikdergisi@netcc.com.tr

TÜTÜNDEN VAZGEÇEMEM DİYORSANIZ; İŞTE SİZE BÜTÜN GÜZELLİKLERİYLE “ADIYAMAN”

Adıyaman, Dünyanın en eski yerleşim yerlerindendir. Tarih boyunca ev sahipliği yaptığı sayısız medeniyetten gelen değerleriyle Adıyaman önemli turizm merkezlerinden biri olmayı başarmış. Adıyaman’da hala geçmişin izlerini görmek mümkün. Adıyaman, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin batısında yer alan, tarih sahnesindeki yeri ilk insanlara dek uzanan, pek çok değişik kültüre merkezlik etmiş olan gerçek bir kültür ve turizm şehridir. Bütün sıcaklığına, içtenliğine, tarih sürecindeki uygarlığına, rağmen Adıyaman; yaman insan olmayanlarla dolu bir şehirdir. Kendi halinde yaşayan insanların diyarıdır. Adıyaman’ın bu yaman olmayan hali ismiyle büyük bir ironi oluşturmasına karşın çok da yakınılacak bir durum değildir. Çünkü yaman olmama hali aynı zamanda barışı, uyumu ve uzlaşı kültürünü içinde barındırır. Bugün de Adıyaman farklı inançları, etnik kimlikleri içine alan bunları zenginlik gören bir şehir. Adıyaman’ın bu yaman olmama hali bence çok daha iyi anlaşılır.

47

Nemrut Dağı, çevresindeki Kommagene Uygarlığı eserleri ile birlikte ülkenin önemli Milli Parklarından biri. Nemrut Dağı, üzerinde barındırdığı dev heykellerin ve anıt mezarın yanı sıra, dünyanın en muhteşem gündoğumu ve gün batışının seyredilebildiği yer olmasıyla da ilgi çekici. Her yıl binlerce insan gündoğumu ve gün batışını seyretmek için Nemrut Dağına tırmanıyor.

Hatta tırmanırken de Nemrut Dağı’nın ne kadar mükemmel bir yer olduğunun ve güneşe o kadar yakın olduğunu hissetmenin keyfine varıyor. Nemrut Dağındaki dev heykeller ve tümülüs, Arsameia (Eski Kale), Yeni Kale, Karakuş Tepesi ve Cendere Köprüsü Milli Park sınırları içerisinde yer alıyor. Her yıl Haziran ayında Kommegene Festivali yapılıyor. Kürtlerin Kürtçeye daha uyumlu olduğu ve daha pratik söylendiği için ‘Semsür’, Süryanilerin.’Hüsn-i Mansur’dedikleri bu şehrin köklerine inat, neden Adıyaman olduğu konusunda insanın bir fikir üretmesi çok zor gerçekten...


PERRE ANTİK KENTİ(MÖ.1.Y.Y) Kommagene Krallığının (MÖ.69-MS.72) 5 büyük antik kentinden biri olan Perre, başkent Samosata-Melitene antik yol güzergâhı üzerinde bulunması nedeni ile önemlidir. Suyunun güzelliğinden dolayı ordular, kervanlar ve yolcular burada konaklamışlardır. Zaten Adıyaman’da birçok ırmak birçok akarsu güzelliğiyle ve temizliğiyle dikkat çekmektedir. Birçok şehirde çeşme suyu bile içilemezken; Adıyaman’da tertemiz akan ırmaklardan insanlar evlerine halen su taşımaktadırlar. Bizans döneminde Hierapolis(kutsal şehir)olarak önemini koruyan kentte Adıyaman müzesince kazısı yapılan Nekrapol alanı(mezarlık),sur kalıntıları ve halen kullanılan Roma çeşmesi görülmektedir. Adıyaman’ın 5 Km. kadar kuzeyindedir. Antik Perre Şehrinin Erken Roma Dönemi ait Nekropol alanıdır. Pirin Koyu’nun yakınındaki Karadağ’ın yamaçları üzerine yayılan bu Nekropolde 208 adet kaya mezarı bulunmaktadır. Halkın ” Pirin Mağaraları ” diye adlandırdığı bu mezarlar kayalara oyularak yapılmıştır. Asırlar öncesinde insanlar bu kayaların içinde yaşamışlar, hatta içine ölmeden önce kaya ile yazılar yazmışlar. Yaşadıkları bu kayalar, bize oyuk gibi görünse de içinde mutfağını banyosunu yaşama alanını barındıran, elleriyle ve taşla kazarak yaptıkları farklı oyuklardır. Kommagene uygarlığının bir parçası olan Perre antik kenti, Nemrut’tan sonra Adıyaman’ın en önemli tarihi yerleridir. Hemen Adıyaman şehir merkezinin kuzey ucunda Malatya yolu üzerinde bulunan antik kent, bu gün Adıyaman ile birleşmiştir. Bu kentte binlerce kaya mezarı var. Bu kent Kommagene Krallğı’nın en önemli kentiydi. Zamanla üzeri toprakla kapanan bu kent yapılan kazı çalışmaları ile gün yüzüne yeni çıkıyor. Aslında bu yere eski Adıyaman demek de daha doğru olur. Kommagene Krallığı sona erdikten sonra kent doğu hıristiyanlarının eline geçmiş...

ADIYAMAN ÇELİKHAN TÜTÜNÜ Adıyaman tütünü, tek başına, herhangi bir katkı maddesi kullanmadan, içilebilen bir tütün özelliğine sahip olması ile özellikle iç tüketimde sarmalık kıyılmış tütün olarak oldukça geniş bir tüketici kitlesine sahiptir. Adıyaman’da sigara içmeyi seven birçok insan sigara paketlerine elini sürmez. Çünkü Adıyaman’da tütün sigaradan daha ucuzdur ve her yerde bulunur. Bu sebeple bir paket sigaraya verecekleri parayı, bir poşet tütüne verip daha uzun süre kullanmayı tercih ederler. Adıyaman ilinde öncelikle tütün üreticileri, tütün pazarlaması ve tütün satışı olmak üzere tütün sektörünün bugününe ışık tutması, geleceğine katkı sağlanması hedeflenmektedir. Tütün yaprakları gün doğmadan bahçelerinden toplanır ve güneş almayan bir bölgede tek tek ipe dizilip kurumaya bırakılır.Ayrıca da tütün Adıyaman halkına büyük oranda kazanç sağlayan bir bitkidir.

48


Attila İLHAN Attila İlhan 15 Haziran 1925’te Menemen’de doğdu. İlk ve orta öğreniminin büyük bölümünü İzmir ve babasının işi dolayısıyla gittikleri farklı bölgelerde tamamladı. İzmir Atatürk Lisesi Birinci sınıftayken mektuplaştığı bir kıza yazdığı Nazım Hikmet şiirleriyle yakalanmasıyla 1941 Şubat›ında, 16 yaşındayken tutuklandı ve okuldan uzaklaştırıldı. Üç hafta gözetimin altında kaldı, iki ay hapiste yattı, Türkiye’nin hiç bir yerinde okuyamayacağına dair bir belge verilince de eğitim hayatına ara vermek zorunda kaldı.Danıştay kararıyla 1944 yılında okuma hakkını tekrar kazandı ve İstanbul Işık Lisesi’ne yazıldı. Lise son sınıftayken amcasının kendisinden habersiz katıldığı CHP şiir armağanında “Cebbaroğlu Mehemmed” adlı şiiriyle ikincilik ödülünü pek çok ünlü şairi geride bırakarak aldı.1946’da liseden mezun oldu. İstanbul Hukuk Fakültesi’ne kayıt oldu. Üniversite hayatının başarılı geçen yıllarında “Yığın” ve “Gün” gibi dergilerde ilk şiirlerini yayınlamaya başladı. 1948’de ilk şiir kitabı Duvar’ı kendi imkânlarıyla yayımladı.

49


BEN SANA MECBURUM Ben sana mecburum bilemezsin

Belki haziran da mavi benekli çocuksun

Adını mıh gibi aklımda tutuyorum

Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor

Büyüdükçe büyüyor gözlerin

Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden

Ben sana mecburum bilemezsin

Belki Yeşilköy’de uçağa biniyorsun

İçimi seninle ısıtıyorum.

Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor Belki körsün kırılmışsın telaş içindesin

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor

Kötü rüzgar saçlarını götürüyor

Bu şehir o eski İstanbul mudur Karanlıkta bulutlar parçalanıyor

Ne vakit bir yaşamak düşünsem

Sokak lambaları birden yanıyor

Bu kurtlar sofrasında belki zor

Kaldırımlarda yağmur kokusu

Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden

Ben sana mecburum sen yoksun.

Ne vakit bir yaşamak düşünsem Sus deyip adınla başlıyorum

Sevmek kimi zaman rezilce korkuludur

İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin

İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur

Hayır başka türlü olmayacak

Tutsak ustura ağzında yaşamaktan

Ben sana mecburum bilemezsin

Kimi zaman ellerini kırar tutkusu Bir kaç hayat çıkarır yaşamasından

Attila İLHAN

Hangi kapıyı çalsa kimi zaman Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

Fatih’te yoksul bir gramofon çalıyor Eski zamanlardan bir cuma çalıyor Durup köşe başında deliksiz dinlesem Sana kullanılmamış bir gök getirsem Haftalar ellerimde ufalanıyor Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem Ben sana mecburum sen yoksun.

50


‘’Aşk’a uçarsan kanatların yanar’’ der Sadi Şirazi, ‘’Aşk’a uçmazsan kanat neye yarar?’’ der Mevlana,’’Aşk’a varınca kanadı kim arar?’’ der Yunus Emre…

Yunus Emre’yi dağ taş aratan, Mevlana’yı denizinde coşturan, Kerem’i yakan, Ferhat’a dağları deldiren, Mecnun’u çöllere düşüren, Karacaoğlan’a şiirler yazdıran, Aşık Veysel’e sazını çaldıran, Nazım Hikmet’e Piraye şiirlerini, Attila İlhan’a Ben Sana Mecburum’u ,Shakespeare’ye Romeo ve Juliet’i, Stendal’a Kırmızı ve Siyah’ı, Austen’e Aşk ve Gurur’u ,Tolstoy’a Anna Karenina ‘yı yazdıran duygudur aşk… İster bir sevgiliye, ister ilahi bir varlığa, ister doğaya, ister sanata neye duyulursa duyulsun en büyük ilham kaynağıdır aşk. Yüzyıllardan beri eşsiz eserleri bizimle buluşturmuştur. Ben Sana Mecburum aşkı en güzel anlatan şiirlerden bir tanesidir. Bir sevgiliye söylenebilecek en güzel söz ve aşkın en doğal halidir. Şair bir kadına büyük bir aşkla bağlanmış ve araya bir süre ayrılık girmiştir. Bu ayrılık sürecinde sevgilisini, unutmamış ve aşkı daha da artmıştır. Aşkının büyüklüğünü ilk dizelerden anlatmaya başlıyor Attila İlhan. Sevgilisinin adını mıh gibi aklında tutması ona olan bağlılığını sevgisinin sağlam ve kuvvetli olduğunu gösteriyor. Çünkü mıh sağlam çivi demektir ve çakıldığı yerden kolay kolay ayrılmaz. Sevdiğinin gözlerinin büyüdükçe büyümesi ayrılık sürecinde aşkının gitgide büyüdüğünü ve onun varlığıyla kavuşma umuduyla kendini ısıttığını belirtiyor. ‘’Ben sana mecburum bilemezsin Adını mıh gibi aklımdam tutuyorum Büyüdükçe büyüyor gözlerin Ben sana mecburum bilemezsin İçimi seninle ısıtıyorum.’’ (İlhan, 2014: 91)

Şair iç dünyasında yaşadığı fırtınaları bulutların parçalanmasıyla örneklendiriyor ve yağmurlu havada kaldırımda yürüyerek aşkını düşünüyor. Aşkın en büyük özelliklerinden biri olan korku şairi de etkiliyor. Çünkü sevdiğini kaybetme endişesi ve korkusu barındırıyor. Bu büyük aşk, şairi yorgun ve bitkin bırakıyor ve tükendiğini hissediyor. İçine düştüğü ikilem şairi oldukça etkiliyor, neye karar vereceğini bilemiyor çaresiz kalıyor.

51

‘’tutsak ustura ağzında yaşamaktan kimi zaman ellerini kırartutkusu’’(İlhan, 2014: 91)


Aşk acısının beraberinde getirdiği yalnızlık şairin peşini bırakmıyor hiç kimse derdine derman olmuyor. Zamanın onsuz nasıl geçtiğini bilmiyor haftalar elinde ufalanıyor ama sevgilisi yanında olmadığından geçen zaman ona anlamsız geliyor. Şair sevdiğinin çocukluğunu hayal ediyor onu sevimli mavi benekli bir çocuğa benzetiyor ve kendisinden önce kimsenin onun güzelliğinin farkına varmadığını sadece kendisinin bunu bildiğine değiniyor. Sevgilisinin gözleri şairi büyülüyor, onun gözlerini ıssız masmavi bir denize benzetiyor ve bu büyülü gözlerden ustalıkla bir gemi geçiriyor.

Şiirin son dizelerinde şairin sevgilisiyle evlilik halini düşündüğünü görüyoruz. Aklına ilk olarak en büyük zorluklardan biri olan geçim sıkıntısı geliyor. Sevgilisinin ihtiyaçlarını karşılayamayacağı aşikar olduğundan bu durum onu korkutuyor.

‘’Ne vakit bir yaşamak düşünsem

Bu kurtlar sofrasında belki zor Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden’’(İlhan, 2014: 91)

Attila İlhan şiirlerinde aşkın her halini paylaşıyor bizlerle… Mutluluğu, hüznü, umudu, bekleyişi, sabrı, korkuyu, ulaşılmazlığı, imkânsızlığı ve daha sayamadığımız nice duyguyu… Bizler her ne kadar bahaneler üretip ertelesek de, gururumuza yediremesek de ,söylemeye çekinsek de Attila İlhan hepimizin yerine söylüyor aşkı en güzel anlatan o cümleyi ’’BEN SANA MECBURUM’’ diyor ve hepimizin sesi oluyor.

Hazırlayan : Esen TANSIK

52


KENDİNE AİT BİR ODA’DA KADININ TOPLUMDAKİ YERİ

Virginia Woolf, paltosunun cebine taşlar doldurup evinin yanındaki ırmağa girdiğinde 59 yaşındaydı. Hayatı boyunca faklı farklı dönemlerde akıl hastalığıyla boğuşan Woolf, bu döngüyü daha fazla sürdüremeyeceğini hissetmişti. İntiharından önce kocası Leonard Woolf’a yazdığı veda mektubunda bunu açıkça ortaya koyuyor. Trajik bir hayatın hazin sonunu okuyoruz bu mektupta.

Sevgilim, Yeniden delirmekte olduğumdan şüphem yok: Böyle korkunç bir dönemi bir kez daha kaldıramayacağımızı hissediyorum. Aynı zamanda, bu kez toparlanmayı başaramayacağımı da seziyorum. Yeniden sesler işitmeye başladım ve dikkatimi toplayamıyorum. Bu durumda bana en doğru görünen şeyi yapıyorum. Bana olabilecek en büyük mutluluğu yaşattın. Benim için başka kimsenin olamayacağı insan oldun. İki varlığın bu korkunç hastalık gelene kadar olduğumuzdan daha mutlu olabileceğini sanmıyorum. Daha fazla mücadele edemeyeceğim. Senin hayatını da ziyan ettiğimi biliyorum. Ben olmasam çalışabilirdin. Çalışacaksın da, biliyorum.

53


Görüyorsun, doğru dürüst yazmayı bile başaramıyorum. Okuyamıyorum. Söylemek istediğim, hayattaki tüm mutluluğumu sana borçlu olduğum. Bana karşı her zaman tam bir sabır timsali oldun ve inanılmaz iyiydin. Sana bunları söylememe gerek yok — herkes biliyor zaten. Beni kurtarabilecek biri olsaydı, o sen olurdun. Hiçbir şeyden senin iyiliğinden olduğu kadar emin olmadım. Hayatını ziyan etmeye daha fazla devam edemem. Kimselerin bizden daha mutlu olabileceğini sanmıyorum.

Virginia Woolf’un ölmeden önce eşi Leonardo Woolf’a yazdığı veda mektubu Mart 1941 KENDİNE AİT BİR ODA’DA KADININ TOPLUMDAKİ YERİ Virginia Woolf’un Kendine Ait Bir Oda adlı eseri kadınların bir yıl önce uzun mücadeleler sonucu genel oy hakkını kazandıkları bir dönemde yazılmış, yazarın ‘’Kadınlar ve Kurmaca Yazın’’ üzerine bir konuşma yapması talebinin cevabı üzerine kurgulanmıştır. Yazar bu ilişkiyi ‘’kadınlar ve onların neye benzedikleri, ‘’kadınlar ve ortaya koydukları yazın’’, ‘’kadınlar ve onlar üzerine yazılanlar’’ olarak üç ayrı biçimde ele alır. Erkeklerin devamlı kadınlara sorduğu ‘’Düşünce alanında bizler kadar yetenekli olduğunuzu ileri sürüyorsunuz. Madem öyle, neden Shakespeare gibi bir deha çıkaramıyor, niçin bir Savaş ve Barış yazamıyorsunuz?’’ sorusuna, okuyucuyu adeta yaşadığı dönemde yolculuğa çıkaran tarihsel bir açıklama yapıyor Woolf. Eserde, yazarın yaşadığı dönemdeki toplumsal cinsiyet farklılıkları, ataerkil düzeni, eşitsizliği, kadınların ezikliğini, kadın düşmanlığını, her alanda erkek üstünlüğünü görüyoruz. Ve bu sorunun cevabını kitaptan kitaba, yazardan yazara geçerek sindire sindire alıyoruz. Kitabın daha ilk sayfalarından başlayarak kadın-erkek arasındaki eşitsizliği görmeye başlıyoruz. Yürünen yollardan, yenilen yemeklerden, alınan eğitimlerden, gidilen mekânlardan, evlilik ilişkilerinden, sosyal yaşamdan, ekonomik durumdan, toplumdaki statüden ve daha sayamadığımız onlarca alanda bu eşitsizliği görmek mümkündür. ‘’Neden erkekler şarap içerken kadınlar su içiyordu. Cinslerden biri o kadar varlıklıyken öbürü neden yoksuldu? Yoksulluğun kurmaca üzerinde nasıl bir etkisi vardı?’’(Woolf,2014: 29)

54


Görülen bu eşitsizlik nedeniyle kadınlar, başta edebiyat olmak üzere toplumun her alanında kısıtlanmış ve sönük kalmıştır. Woolf bu gerçekleri okuyucuyla paylaşarak okuyucuyu uyandırmak ve bu eşitsizliği görmelerini istemiştir. Yazarımız bu durumu bir de örnek vererek zenginleştirip gerçeği daha iyi görmemizi ve analiz etmemizi sağlamıştır. Shakespeare’nin hayali bir kız kardeşi olduğunu düşünmemizi istemiştir, ’’hayal kuralım ve diyelim ki Shakespeare’in çok yetenekli bir kız kardeşi vardı, adı da Judith’ti.’’(Woolf,2014: 52) ve dönemin toplumsal yapısıyla birleştirip o kız kardeşin sonunu tüm gerçekliğiyle görmemizi sağlamıştır. Judith o dönemdeki bütün kadınları temsil etmiştir.

‘’Olağanüstü yetenekli kız kardeşinin de o arada evde kaldığını varsayalım. O da ağabeyi kadar maceraperest, hayalperestti ve dünyayı görmeye can atıyordu. Ama okula gönderilmemişti. Dilbilgisi ve mantık öğrenme şansı yoktu, nerede kalmış Horace ve Vergilius okuması. Ara sıra eline bir kitap alır, belki de ağabeyinin kitaplarından birini ve birkaç sayfa okurdu. Ama sonra annesi ve annesiyle babası gelir, çorapları yamamasını ya da ocakta pişen yahniye bakmasını, kitaplarla kâğıtlarla oyalanmamasını söylerdi.’’ (Woolf,2014: 53)

Woolf kadınların yüzyıllık uykudan uyanmalarını, kendi gerçeklerine sahip çıkmalarını istemiştir. Ataerkil düzende paranın ve yetkilerin erkekte olması kadını ikinci plana itmiş ve en acısı da kadınlar bunu alın yazısı deyip kabul etmişlerdir. Edebi eserlerde kadın, son derece etkin bir rol üstlenip baş tacı edilirken gerçek hayatta tümüyle önemsiz sayılıp her açıdan küçük görülmüştür. O efsaneleşmiş karakaşlı, ela gözlü, sırma saçlı, al yanaklı kadınların elinin kalem tutamamasının kendini edebiyat alanında gösterememesinin nedeni de budur. Kadınlar bir kutunun içine hapsedilmiştir.

Kadınlara edebiyat alanında bir çıkış yolu göstermek amacıyla yazılmış bu kitapta Woolf ‘’Eğer bir kadın kurmaca yazacaksa parası ve kendine ait bir odası olmalıdır.’’demiştir. Çünkü parayla ekonomik özgürlük, kendine ait bir odayla da düşünce özgürlüğüne kavuşulur. Kadınlara devamlı yazmalarını tembihleyen ve onları bu yolda cesaretlendiren Woolf bu sayede Judith’in yazan her kalemde yeniden ruh bulacağını belirtmiştir.

Hazırlayan: Esen TANSIK

55



BiR

DELiNiN HATIRA DEFTERiNDEN

10 NOT 1. Kodak kimyagerlerinden Harry Coover şeffaf ve kurşuna dayanıklı bir malzeme araştırıyordu. Deney yaptığı “canoacrylate”i çöpe attı. Yıllar sonra, attığı şişe hala kutunun dibine yapışık duruyordu. Coover’in jetonu düştüğünde yıl 1958’di…

2. SAÇMA YASA: 1844’te İngiltere yasalarına göre intihar eden biri eğer kurtulursa, asılarak cezalandırılıyordu… :/ 3. TAZMANYA: Dünyanın en temiz havasına sahip adasıdır. Bu nedenle açılmış birçok astım hastanesi bulunmaktadır. (Netcc Ankara -> Netcc Tazmanya taşınıyor…:)

4. Dünyadaki ilk gözlük betimlemeleri İtalya’da Treviso’da San Nicolo Kilisesinde 1352 yılında yapılan fresklerde görülmektedir. Bir anonim yazıt uzmanı ise Floransa’da 1317 tarihli bir mezar taşında şu sözlerin yazdığını belirtmiştir : “Burada gözlük mucidi Salvino Armati yatıyor. Tanrı günahlarını affetsin…” (Bu da mı İtalyan çıkıyooore…:) 5. Ortaçağ Avrupa’sında tuz dökmek uğursuzluk sayılırdı…(Yemekhanede zaman zaman tuz bulamamamız…:)

6. Güney Asya’da yetişen “Petrol Cevizi” de denilen Copaiba ağacının her birinden endüstride kullanılan 20 litre mazot türevi yağ elde edilmektedir. :/

7. S.O.S: bazı sözcüklerin kısaltılmışı değil telgraf zamanından kalma mors alfabesiyle ilgilidir. Kolay akılda kalması için 1908’de üç çizgi, üç nokta ve üç çizgi olan S.O.S seçilmiştir “---…---“ (Yaa…:) 8. 9’un 9. Kuvvetinin 9. Kuvveti tahmin edilebilen en büyük sayıdır ve henüz tam olarak ifade edilememiştir çünkü karşılığı 369 milyon basamaklı bir sayıdır. (Onun da bir 9. Kuvveti vardır ya hadi bakalım… Biraz da matematik ama… ;)

9. AY’IN GİZEMİ: 40 ay taşının en az 7 milyar yıllık oldukları belirlendi. Bu tarihleme dünyadan ve güneşten iki kez daha eskidir. Ayrıca Ay’ın yüzey toprağı da, Ay taşlarından daha eskidir. (Moonwalk :) 10. Yıl içerisindeki sürekli ortalaması en sıcak olan yer Libya’da 58 derece ile El Aziziyah; en soğuk yer ise -89 derece ile Antartikadır. (Netcc El Aziziyah sıcak, Netcc Antartika Soğuk sevenler için geliyooore :)

Akıllıların çoğunluk, delilerin azınlık olduğu dünyada tercihini azınlıktan yana koyanların bölümüne hoş geldiniz, tabi bu ifade başta olmalıydı ama işte… Sevgilerle…

Hazırlayan: Özgür BALABAN

57


Doğal Yaşam: Burdur Gölü

GÖLE VEFA Burdur Gölü’nü Kurtarma Kampanyası ve Eğitim Çalışmaları

GÖLE HAYAT DERNEĞİ Göle Hayat Derneği 15 Ocak 2014 tarihinde öncelikli olarak kurumakta olan Burdur Gölü ile ilgili projeler geliştirmek, uygulamak, kamuoyu yaratmak amacıyla kurulmuş bölgesel bir çevre derneğidir. Göle Hayat Derneği’nin amaçları arasında ayrıca bölgenin doğal zenginliklerini korumak, kültürel mirasa sahip çıkmak için projeler geliştirip uygulamak vardır.

Burdur Gölü Kuruyor Burdur Gölü Türkiye’nin güneybatısında, “Göller Yöresi” olarak adlandırılan bölgede, etrafına kurulduğu Burdur şehriyle aynı adı taşıyan, Ramsar Sözleşmesi ile koruma altına alınmış bir göl. Ne yazık ki 20 yıl içinde tümüyle kuruma tehlikesiyle karşı karşıya. Göl toplam hacminin yarısını kaybetti ve hızla çekilmeye devam ediyor. Burdur Gölü, onu besleyen akarsuların önünün tarımsal sulama için kesilmesinden, göl havzasında tarımsal amaçlı dip suyunun yanlış kullanımından ve iklimsel değişiklikten ötürü son 30 yıldır kuruyor.

Göle Hayat GÖLE HAYAT projesi, Burdur Gölü’nün kurumasını önlemeyi ve coğrafyadaki kültürel mirasa sahip çıkmayı amaçlayan çok sesli ve katmanlı, çevreye ve sanata duyarlı bir girişimdir. Projenin ana amacı, kurumakta olan Burdur Gölü’nün kurtarılması konusunda farkındalık yaratmak, somut projeler üretmek ve bunları hayata geçirmektir. Ayrıca gerçekleştirilecek eğitimlerle yörenin çocukları ve çiftçiler başta olmak üzere bölge insanını sürece dahil ederek, yerelden evrensele doğru bir açılım hedeflenmektedir. Bunların yanı sıra Burdur Gölü ile ilgili anıların ve bölgede söylenen yasların (ağıtların) kaydedilmesiyle kültürel bir mirasın yok olmasını önlemek, projenin diğer önemli bir amacıdır.

Projenin bu ayağı ile Burdur Gölü’nü kurtarmak için farkındalık yaratmak, proje üretmek ve projelerin gerçekleşmesini sağlamak hedeflenmektedir. Bunun için geniş ve nitelikli bir katılımla strateji toplantıları yapılacaktır. Bu toplantıların sonucunda gölü kurtarmak için bilimsel temelli ve hayata geçirilmesi mümkün olan projeler üretilecektir. Yerel halkın projeyi sahiplenmesi noktasında yerelden evrensele bir açılım sağlanmış olacaktır: Bir göl kurumaktan kurtarılabilirse niye başka göller de kurtarılamasın? GÖLDE SANAT Burdur Gölü Sanat ve Doğa Etkinlikleri Gölde Sanat projesinin amacı, Burdur Halkı ve Burdur Gölü arasında kopmuş olan bağı yeniden kurmak ve kurumakta olan Burdur Gölü için farkındalık yaratmaktır. Bunun için bir dizi sanatsal ve kültürel etkinliğin gerçekleştirilmesi planlanmaktadır.

GÖLE YAS Belgesel Film Proje kapsamında yapımı gerçekleştirilecek olan belgesel filmle, Göle Hayat kampanyasına yönelik, öncelikle yöre çocuklarının, halkının ve yöneticilerinin farkındalığının artırılmasını amaçlamaktadır. Bunun yanında Burdur Gölü ile ilgili anıların ve bölgede söylenen yasların(ağıt) ve boğaz havalarının kaydedilmesiyle kültürel bir mirasın yok olmasını önlemek, belgeselin bir diğer amacıdır. Bir belgesel film bir gölü kurtarabilir mi? Göle Yas 13 yıl önce doğduğu şehri sinema okumak için terk eden Şafak Türkel’in şehre geri dönüp kurumakta olan eski dostu Burdur Gölü’nü sanatçı, sinemacı dostları, yöre halkı ve yöneticileriyle omuz omuza kurtarma mücadelelerini anlatacaktır. Göle Yas iki eski dostun, yönetmenle gölün şiirsel diyaloğu olacaktır. Gölün sessiz çığlıkları yörenin yaslarıyla (ağıt) ses bulurken yönetmenin hayal gücüyle belleklere kazınacaktır. Projeden Beklenen Fayda Sağlanacak ulusal ve uluslararası görünürlükle Burdur Gölü’nün alternatif turizm potansiyeli desteklenecektir. Unutulmaya yüz tutmuş sözlü kültür örnekleri kayıt altına alınmış olacaktır. Burdur Gölü ile ilgili kaydedilecek olumlu sonuçlar, benzer durumdaki örnekler için ilham kaynağı olacaktır. Kaynak: www.golehayat.com

58


Geyik

Şu İsviçreli çok meşhur bilim adamları var ya !! Hah onlar sürekli bir şeyler buluyorlar bizim bilmediğimiz… Sizlere bir demet ‘bunları biliyor musunuz? ‘ 1. Kutup ayıları saatte 40 kilometre hızla koşabilir ve 1,8 metre yükseğe sıçrayabilirler. (kaçamazsın yani…)

2. İnsan vücudunda bulunan damarların uzunluğu yaklaşık 100 bin kilometredir.

3. Okyanuslarda bulunan tuz miktarı, tüm kıtaları 150 metre derinlikte kaplayacak kadar fazladır.

4. Bir salyangoz 3-4 yıl boyunca uyuyabilir; bu süre içinde besine ihtiyaç duymaz.

5. 2.000 kilometre uzunluğundaki Büyük Mercan Resifi,

dünya üzerinde yaşayan en büyük canlıdır.(şu ada gibi olan şeyler var ya… hah onlar aslında canlı)

6. Venüs’ü diğer gezegenlerden ayıran en büyük farkı saat yönünde dönüyor olmasıdır.

7. Develerin 3 tane kaşı vardır. (Biz de 1 tane olan insan var =) )

8. Yarasalar bir mağaradan dışarı çıkarken hep sola döner.

9. Kutup ayıları solaktır. (solaklar zeki olur =) ) 10.

Baykuş mavi rengini görebilen tek kuştur.

11.

Kediler ultrason seslerini duyarlar.

12.

Bir pire, kendi büyüklüğünün 150 kat yüksekliğine zıplayabilir. Bu oranı tutturmak için insanın yaklaşık 30 metre zıplaması gereklidir.

13.

Atlar bir ay kadar ayakta kalabilirler.

14.

Kedilerin her bir kulağında 32 adale vardır.

15.

Karıncalar uyumaz.

16.

Yılanlar duyamaz.

59

17.

Kelebekler ayaklarıyla tat alırlar.

18.

Bir ıstakoz, ancak yedi senede, yarım kilo alabilir. (o metabolizma biz de olmaz ki arkadaş )

19.

Salyangozların 25 bin civarında dişi vardır.

20.

Mavi yunusların kalbi dakikada sadece dokuz kere çarpar.

21.

Timsahlar daha derine batabilmek için taş yutarlar.

22.

Kediler şeker tadını ayırt edemezler.

23.

Eiffel Kulesi’nin tepesine çıkana kadar 1792 basamak vardır.

24.

İnciler sirkede erir.

25.

Sadece dişi kanaryalar öter.

26.

Salatalığın % 96’sı sudur.

27.

Tüm kıtaların ilk ve son harfleri aynıdır. ( saymaya başlama biz de yanlış bilgi olmaz =)

28.

Penguen yüzebilen ama uçamayan tek kuştur.

29.

İnsan vücudundaki en güçlü kas dildir. (ne geliyorsa zaten hep bu dilimizden )

30.

Gözümüzü açık tutarak, kesinlikle hapşıramayız.

31.

Değerli taşların çoğu farklı elementlerden oluşur, sadece pırlanta karbondan oluşur.

32.

İnsan saçı 3 kilo ağırlık kaldırabilir. (ben de o kadar saç olmadığı için siz deneyin )

33.

Çıplak gözle görülebilen en uzak gezegen Satürn’dür.


34.

2 yaşındaki bir atın sadece 6 adet kesici dişi olur.

56.

35.

57.

36.

58.

Atların vücudunda, insanların vücuduna göre 18 tane daha kemik vardır. Kediler hem kör hem de sağır doğarlar, ancak annelerinin yaydığı titreşim sayesinde memeye yönlenirler.

37.

Sıcak su, soğuk sudan daha ağırdır.

38.

Kadınların erkeklere göre 1 saat daha fazla uykuya ihtiyaçları vardır.

39.

Bir köpekbalığı 100 milyon damla deniz suyu içindeki 1 damla kanı ayırt edebilir.

40.

Bir dişi kaplan 3 yılda bir yavrulayabilir.

41.

1 gram toprakta 10 milyar bakteri bulunur.

42.

Napolyon kedilerden korkardı.

43.

Kuzey Norveç’te yaz mevsimi boyunca 14 hafta hem gündüzler hem de geceler güneşli geçer.

44.

Zürafalar yüzemez. (yüzmesi de beklenemez bence )

45.

İnsanın kalça kemiği betondan daha sağlamdır. (yine de kırmayı başarır)

46.

Her bir şeker zerresinin 16 köşesi vardır.

47.

Martılar tuzlu su içebilir çünkü vücutlarında tuzu filtre eden bir bezeleri vardır.

48.

Kuyruğu uzun, kalın ve kıskaçları küçük olan akrepler daha zehirlidir. Bilinen 1500 farklı akrep türünden sadece 25 tanesi insanlar için tehlikelidir.

49.

Doğum gününü en az 9 milyon kişi ile paylaşıyorsun.

Karate kelimesinin anlamı “boş el”dir.

Bal bozulmayan tek gıdadır. (günümüzde satışı çok moda ) Bir insan farkında olmadan her gün ortama 930.000 toz zerreciği yutar. (kirlenmek güzeldir)

59.

Apollo 11 Dünya’ya indiğinde sadece 20 saniye daha yetecek yakıtı kalmıştı. (bizim katta 20 saniye de lavaboya gidip gelenler var)

60.

Arabayla Güneş’ e yolculuk edebiliyor olsak, bu yolculuk molalar hariç, yaklaşık 150 yıl alır. (bayan kullanırsa değişebilir o )

61.

Hörgücüne rağmen develerin omuriliği düzdür. (?)

62.

Dolunay, yarım aydan dokuz kat daha parlaktır.

63.

Kan, sudan 6 kez daha koyudur.

64.

Arkeologlar tarafından İsviçre’ de bulunan en eski ayak izi 5200 yaşındadır.

65.

Eski Mısırlıların kullandıkları yastıklar taştandı.

66.

Bir adım atmak için 200 kasınızı kullanırsınız. (ciddi rakam ama)

67.

Gün ışığından daha fazla yararlanmak için saat uygulamasını Benjamin Franklin başlatmıştır. (eksik olmasın)

68.

Sadece dişi kanaryalar öter.

69.

Filler zıplayamayan tek memelidir.

70.

Sığırların 4 midesi vardır.

71.

Tom Sawyer daktiloda yazılan ilk romandır.

50.

Tuzlu su balıklarının, tatlı su balıklarına göre daha kalın kemikleri vardır.

51.

İnsan beyninin ağırlığı 1.3 kilogramdır.

52.

Yeni doğmuş bir timsah içinden çıktığı yumurtadan 3 kat daha büyüktür.

53.

Bir kağıt parçası 7 kereden daha fazla katlanmaz.

54.

Bütün memeli canlıların 5’te 3’ü kemirgendir.

55.

İnsanların el tırnakları arasında en yavaş uzayanı başparmağın, en hızlı uzayını ise orta parmağın tırnağıdır.

60


Geyik Fatih Özler kulaklikdergisi.com kulaklikdergisi@netcc.com.tr

Evet, sayın okurlarım. Sizler gayet akıllı, IQ su yüksek, leb demeden leblebiyi anlayacak pratik zekaya sahip insanlar olduğunuz için, bu ayki sayımızda yazacağım şeyin ne üzerine olduğunu; muhteşem anlamlar taşıyan ve atarken üzerine saatlerce düşünerek karara bağladığım başlıktan anladığınızı düşünüyorum. Evet, evet içinizden tam da bu geçmekte biliyorum. Evet, doğru bildiniz! Bu ayki sayımızda “gerdek gecesinin maneviyatından” bahsedeceğim. Ne alaka mı? Eğer gerçekten böyle düşünüyorsan sayfaları çevir geyik bölümünden yemek tariflerine atla kardeşim! Zira bu bölümde anlatacaklarımı senin ne alaka diye sorduğun zekan kaldıramaz. Şişşttt dur şaka yaptım ya hemen çevirme sayfaları ne olursan ol yine oku. Şaka tabi ki ne alaka gerdek gecesi ama yazsam hiçbiriniz okumazlık etmezdiniz eminim. İnsanlar isimlerini seçemezler. Hangimiz seçebildik ki. Ama ben seçmek isteseydim yine bu ismi seçerdim herhalde. Herkes maalesef bu konuda şanslı olamıyor. Kızın babası adını “Şukufe” koymuş ne yapsın şimdi bu kız. Ya “Muğdat” ne yapsın.

Bu isimleri insanlara nasıl açıklasın ne anlama geldiğini, ailesinin bu isimleri tercih etme nedenlerini. Sizlere de olmuştur. Ben mesela “Sabahattin” ismini koyan anne babanın, çocuk yapmaya karar verdiğinde malum işi yaparken sabah ettiler de acaba sabah-ettin den türetip Sabahattin ismini bulmuş olabileceklerini veya “Doğanay” ismini koyan anne babanın yine ay doğunca bitirdikleri gelir hep aklıma. Düşünürüm öyle isimleri koyma psikolojilerini. Mutlaka size de olmuştur bu. Kafam da deli sorular. Peki, gelelim o zaman bu isimlerin koyuluşuna. Hepimiz bu süreci az çok biliriz. Hepimizin isteği erkek olacaksa çok anlamlı ve kulağa hoş gelen bir isim bulmaktır. Modern isimlerin başını Berk, Berkay, Çağan, Efe, Ece, Su çekmekte. Hepinizin aklından geçmiştir bu isimler. Fakat ya çocuğunuz o kadar özveriyle düşünüp günlerce uyuyamadan seçtiğiniz isimi taşıyamazsa?

Yıl 2014, çocuğun adı Berk: Herkes kibar, centilmen bir erkek beklerken, ortaya çıkan kişilik ise; yumurta topuk ayakkabı giyen, elinde kehribar tesbih, parmağında kocaman gümüş yüzük, boynunda aynı gümüşten zincir. Yıl 2014, çocuğun adı Yiğithan: Herkes dalyan gibi birini beklerken, ortaya çıkan kişilik; pembe pantolon giyen, kulağında küpe olan, vücudunda ki tüm kılları aldırmış bir şahıs. Yıl 2014, kızın adı Rabia: Herkes kapalı giyinen, mütevazı olan birini beklerken ortaya çıkan kişilik; o bar senin bu bar benim gezen, devamlı olarak ailesine Mervelerde kaldığını söyleyen, alkolü dibine kadar vuran bi kişilik.

61


Yıl 2014, Kızın adı Su: Herkes güzel, kibar, hanımefendi bir kişilik beklerken, ortaya çıkan kişilik; arabesk dinleyen, kollarında faça olan, ağzından küfür eksik olmayan bir tip. Hadi bunları anladık. Makara kukaranın dibine vurulacak nüfusa kayıtlı isim soy isimler var. Alın bir kısmını söyleyeyim sizlere; Şeyime Gündoğdu, Okşa Bırak, Yosma Alver, Güven Kurtul, Behçet Becerir, Sabit Ayar, Döndü Yandanverdi, Fatma Donukara, Vehbi Memeci, Fahrettin Kalkmaz, Fikri Kaldırır, Gülfidan gösterir vs. Arkadaş geçenlerde isimlere bakıyorum karşıma öyle bir isim çıktı ki, “Abdurrahman Uzunkavakaltındayataruyumazoğulları” . Buyurun. Yıl 2014, çokta düşünmemek gerek aslında bunları. Yıllar ilerledikçe yeni yeni türler üremeye başladı . Hemcinsiyle aşk yaşayanını bile duyduk, ensest ilişki yaşayanını duyduk, köpeği ile aşk yaşayanını bile duyduk. Peki ya aşağıdaki haberi bileniniz var mı? Vitrin Mankeniyle.

İngiltere’nin South Yorks bölgesinde 31 yaşındaki bir adam, satın aldığı cansız vitrin mankenini evine götürdü. Adam vitrin mankeniyle cinsel ilişkiye girdi. Ancak ilişki sırasında adamın cinsel organı sıkıştı. Zorlukla mutfağa giden adam cinsel organını vitrin mankeninden kurtarmak için bıçakla da uğraştı ama başaramadı. Adam mecburen itfaiyeyi çağırdı. İtfaiye cinsel organı, vitrin mankeninden kurtardı. Kazazede cansız mankenin “kullanıcı dostu” olmadığını söyleyerek üretici firmayı suçladı. Firma cansız mankenlerine “Sadece vitrin içindir” uyarısı koymaya karar verdi. Pesssss be kardeşim. Neyse yazıya midenizi bulandırmadan konuyu sevdiğim bir fıkrayla dağıtarak devam edeyim bari. Jim ile Mary akil hastanesinde iki hastadır. Bir gün hastanenin yüzme havuzunun etrafında dolaşırken Jim aniden suya atlayıp en dibe batar. Bunu gören Mary hemen ardindan atlar ve dibe kadar yüzüp Jim i kurtarır. Tabii Mary nin bu kahramanca davranışı hastanede olay olur. Bunu duyan başhekim de Mary nin artik iyileştiğini düşünüp, hastaneden derhal taburcu edilmesi emrini verir. İşlemler yapılır, belgeler çıkartılır, Başhekim ayni gün Mary nin yanına gider : - Mary, sana bir iyi bir de kötü haberim var. İyi haberim, yaptığın kahramanca davranıştan ötürü anladık ki akli dengen tamamen yerinde ve böylece hastanemizden taburcu oluyorsun. Kötü habere gelince, kurtardığın hasta, Jim, intihar etmiş. Az önce odasının banyosunda kendisini asmış şekilde bulundu. Mary gayet sakin yanıt verir : -O intihar falan etmedi ki. Ben onu astim kurusun diye...

62


Astronomi

KOÇ Bu dünyaya 21 Mart – 20 Nisan tarihleri arasında geldin. Gelmek zorunda mıydın? Şaka be şaka hoş geldin. Baharın ilk günlerinde o yeşil tomurcuklar topraktan fışkırıp gün ışığına merhaba demek için acele ettikleri müthiş bir dönemde geldin insanoğlu kıymetini bil. Ama yok bi inat bi burnu havadalık ben bilirimcilik aldın kaptırdın kendini gider oldun. Sidik yarıştırma deyince bir numarasın. Önce ben der durursun. Saldırgan, kendini beğenmiş, tartışma meraklısı birisin. Böyle anlarında karşındaki kişiyi Allah korusun. İstediğin bir şeyi alamadığın zaman çocukluk etmeyi bırak. Adam ol akıllı ol!

BOĞA 21 Nisan -20 Mayıs arası gezegene geliş tarihin. Ayakların yere öyle kök salar ki, ilerlemen yıllar alır. Ağarsın ağa ağar. Tembellik hoşuna gidiyor dimi. İnatçı ensesi kalın olanlardansın. Venüs’ ün sana verdiği karizmayla kendini çok beğenirsin. Dıştan yavaş ve ağır gözükürsün ama serseri bakışların vardır. Acayip stratejisisin. İmparatorluklar oluşturmak, ekonomik durumunu yükseltme isteğin en önemli karakteristik özelliğin. Kızdığın zaman en ufak bir şeyi büyütüp “ At kaçtı palan düştü “ deyip ısrarla büyütürsün. Bir garip insansın be sen.

İKİZLER 21 Mayıs – 20 Haziran. Tanrıların kanatlı habercisi der Zodyak sana. Der ama biz manav Hasan amcanın « ikiyüzlü şeytan « benzetmesine daha çok inanırız kardeş. Açık fikirli, iknacı, olağanüstü kandırmacısındır. Nasıl bir enerjiye sahipsen elin dursa ayağın durmaz. Aklın sürekli şeytanlıkta olduğu için geç uyursun. Çift ruhlusun. Başarın ruh haline göre değişir. Burcunu yorumlarken bile hangi yüzünle dinledin söylediklerimi merak konusu.

63

YENGEÇ 21 Haziran- 21 Temmuz. Çalkantılı bir ruh yapın var. Gel gitler yaşarsın hep. Çok yapışkansın. Sevdiğine ya da sevdiklerine rahatsızlık verirsin. Seni üzen insanlardan hoşlanacak kadar salaksın. Huysuz ve alıngansın. Çok hayalcisin. Geçmiş anılara göre yaşarsın. Kabardığında bir hindi gibi olursun. Eskici ruhlusun. Ne kadar olumsuz yönlerin var dimi.

ASLAN 22-Temmuz- 21 Ağustos. Ooooo! Adını aldığın görkemli ve karizma olan hayvanlar aleminin kralına ne kadarda çok kaptırmışsın kendini. Dünyaya parlayan bir yıldız olarak geldiğine inanılır ama poşetsin sen poşet. Az gevşek değilsin. Eğlence manyağısın dostum. Ama hakkını yemek olmaz. Sevgi dolu ve çocuk ruhlusun.

BAŞAK 22 Ağustos – 21 Eylül Son derece atak ve zekisin. Buna rağmen hiç olmayacak şekilde karmaşık yaparsın. Mükemmel olmana rağmen, olumsuz düşünüp hayatını alt üst edersin. Gülün güzelliğini düşünmez, köklerini mikroskop eşliğinde incelemeye kalkarsın. Reklam panosu gibi ummadık yerlerdesin. Haline bakmaz başkalarını eleştirirsin. İnsanları sinir etmeyi bırak Sebastian.


Astronomi

TERAZİ 22 Eylül – 22 Ekim Dengeli olman gerekirken bir o yana bir bu yana sallanırsın. Halk ağzıyla oranı buranı oynatırsın. Bu yüzden de kararsızsın. Ezik olmadığın halde ezik gözükmek için uğraşıyorsun adeta. Çekingensin. Yere sağlam basmak yerine acaba hangi ayağımı atayım diye düşünürsün. Şiddetli bir şekilde aşık olursun. Başkalarının pohpohlamak için elinden geleni yaparsın. Onlarla uğraşana kadar kendine olan özgüvenini geliştir Benjamin.

OĞLAK 21 Aralık – 19 Ocak Dağ keçilerine benziyorsun bilâder ağaç. Tipik ve dik başlısın. Benim dediğim olacak der tutturursun. Sadece kendi fikirlerin önemli. Ne o! Dünya da bitek sen yoksun adamım. Risk sevmediğin için hiçbir şeye atılmaz, atılana da akıl vermeye kalkarsın. Bırak kardeşim bu bilirkişi edasını. Madem öyle sahalarda görelim seni.

Akrep 23 Ekim – 21 Kasım Senin akrep olduğunu duyanlar, kıçındaki iğneyi düşünüp hızla senden uzaklaşırlar. Yanını yere vermez, her zaman burnun dik gezersin. Dağları ben yarattım edası var üzerinde. Dilinle zehirlersin sen insanları. Kimse umurunda olmaz. Bir de kıskançsın ki of of of. Tehlike sezdiğinde kendini bile sokarsın sen. Daha sevgi dolu olsan mükemmelsin haberin yok.

KOVA 20 Ocak – 18 Şubat Hayat suyunun kendisini akıtırsın adeta. Dünyaya imzanı bırakacak kadar idealistsin. Her şey güzel olacak derken birdenbire canavar kesilmen de olasılıklar arasında. Sorgulayıcısın. Seni ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokmayı seversin. Bu da insanları rahatsız eder. Sosyal hayatın içinde olmana rağmen kendini yanlız hissedersin. Yanlız bir hiçsin. Kalabalıkken öter senin borun.

YAY 22 Kasım - 20 Aralık. Büyük düşünmek ve dünyayı fethetmek için şaşırtıcı fikirlerin olmasına rağmen sıkıcısın. Zora geldiğinde kaçacak delik ararsın. Espri senin işin. Özgürlüğünden ödün vermezsin. Hayatı lay lay lom yaşarsın. Çoğu zaman kendinle alay edersin. Sahi ya böyle her rüzgâr estiğinde farklı sesler çıkarmazsan sevinirim.

BALIK 19 Şubat- 20 MART Dünyaya pembe gözlüklerle bakarsın. Hayalcisin. Denizde yüzer gibi yaşamayı seversin. Akılcı değil, duygusal davranırsın. Bulunduğun ortama göre davranırsın. Nabza göre şerbet yani. Bukalemun gibisin be hacı. Herkese mavi boncuk dağıtmakta üstüne yok. Melankolik ve mantıksızlığın kitabını yazarsın. Büyümek istemezsin. Rahatlığı seversin. Hastalığı sever ilgi çekmek için gerekirse hastalanırsın. Kıyıya vuracaksın haberin yok.

64


www.kulaklikdergisi.com

kulaklikdergisi@netcc.com.tr


Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.