Kitap Zamanı

Page 1

16 DENEME Ali Çolak

Hilmi Yavuz’dan yeni denemeler: Hüzün ve Ben

18

Ali Emiroþlu

22

Hafézanén kuytularénda Marcel Proust A. Esra Yalazan

08

Ferid el-Ensâri’den bir vefa romané Metin Karabaýoþlu

Yazar n niyeti kitab n k smeti

DÜĀÜNCE Kerim Balcê

Tarék Ramazan’én gözünden Arap uyanéûé

20 þNCELEME

Turan Karataü

Deliliþin séra déûé tarihi

26 SÖYLEĀþ

Celâl Fedai

Dergâh sohbetleri kitaplaûté

42

USTA GÖZÜYLE ÿrfan Külyutmaz & Recai Güllapdan

Z A M A N G A Z E T E S Ý ’ N Ý N Ü C R E T S Ý Z AY L I K K Ý TA P E K Ý D Ý R . Y I L : 8 S AY I : 8 8 6 M AY I S 2 0 1 3 PA Z A R T E S Ý

ÿLLÜ STRASYO N : CEM KIZILTUü

04

Joseph Roth’dan bir baýyapét


Avrupa’yı fetheden şehzadenin şehâdetle zirveleşen şanlı hikâyesi.

Mahmut Açıl 13,5x21 cm / 200 Syf./ 8,90

Dediğini yapar, engel tanımazdı. Vereni bilir, buyruğuna baş koyardı. Bir gece seccadesini denize saldı, Osmanlı’yı suyun ötesine taşıdı. Kendisi varamasa da İstanbul’u Fatih’ine hazırladı.

www.yitikhazine.com

Yitik Hazine Yayınları bir Kaynak Kültür Yayın Grubu kuruluşudur.

Bütün Kitapçılarda


K A PA K 1 0 YAZARIN NþYETþ, KþTABIN KISMETi Bilincin çevre yolu 09 þnsan aklénén karmaýék yasalaré 21 Osmanlé ve Avrupa: Hayranlék ve çatéýma 31 Biraz masal, epeyce roman, tam bir siyer 32

06

Samet Aÿaoÿlu’nun edebiyat dünyaséna dair anélaréné bir araya getiren þlk Köýe yeni baséméyla okura ulaýté. Kitapta edebiyatémézén önemli yazarlaré hakkénda ýaýértécé bilgiler yer aléyor.

19

Prof. Cihan Okuyucu, Sütun Yayénlaré’ndan çékan Nâbî: Mütefekkir Bir Āairin Romané adlé kitabénda, 17. yüzyélén büyük ýairini roman türü içinde anlatmayé deniyor.

24

ABD’de yayémlanan, Sadakat Kadri imzalé Heaven on Earth adlé kitap, þslam hukukunun dünden bugüne uzanan serüvenini ve dünyanén çeýitli ülkelerindeki uygulanéý biçimlerini inceliyor.

28

Āamatacé Suçlular ve Daha Fazlasé, dünyaca ünlü 11 kurmaca ustaséndan öyküleri ve bir çizgi hikâyeyi bir araya getiriyor. Çok farklé konularla ilgili ironik öyküler yer aléyor kitapta.

Āark’ta Kafkaesk bir mahkeme 33 Ölüm: Ne bir an önce ne sonra 34 Modernizmin acé meyveleri 35 Enkaz ortada kaldé, devletin bacaÿé hâlâ kérék 36

Sâmiha Ayverdi, daha yakéndan 36 Kur’an’én bilime gösterdiÿi ufuk 38 Nakremlerin þstanbul’u… 39 Türkiye’de bisikletin tarihi 40

Proust’tan ilhamla

Y

üzyêlên en büyük yapêtlarêndan (belki de en büyüþü) sayêlan Marcel Proust’un Kayêp Zamanên Āzinde serisi tam 100 yêl önce yayêmlanmaya baülamêütê. Bu ayki kapak dosyamêza ilham verense 100. yêlênda Proust’un baüyapêtê deþil, yazar hakkênda geçtiþimiz haftalarda okura sunulan bir kitap oldu. Fransa’da yayêmlanan Tout Contre Sainte-Beuve adlê inceleme, Proust’un hangi edebi türde yazacaþê konusunda yaüadêþê bir ikilemi gün yüzüne çêkarêyordu. Bundan hareketle, niyet edilenden farklê türde ortaya çêkan eserler hakkênda bir kapak hazêrladêk. Musa Āþrek, baüladêþê metni zamanla baüka bir türe çeviren isimleri derledi, yazarlarêmêz da görüüleriyle katkêda bulundu. Ālginç ve bol malzemeli bir dosya çêktê ortaya. Proust demiüken, Fransêz yazarên geçtiþimiz günlerde iki farklê yayênevince ve farklê çevirilerle yayêmlanan Hazlar ve Günler’ini A. Esra Yalazan tanêtêyor. Bu sayênên bir baüka edebi baüyapêtê ise Joseph Roth’un Radetzky Marüê. Hilmi Yavuz’un denemelerini Ali Çolak, Michael W. Dols’un deliliþin tarihi üzerine ilginç kitabênê Turan Karataü, Dergâh dergisinin kitaplaüan orta sayfa sohbetlerini Celâl Fedai deþerlendirdi. Daha fazlasê Kitap Zamanê’nên sayfalarênda... Āyi okumalar.

FEZA GAZETECÝLÝK AÞ ADINA ÝMTÝYAZ SAHÝBÝ: ALÝ AKBULUT GENEL YAYIN MÜDÜRÜ: EKREM DUMANLI GENEL YAYIN MÜDÜR YARDIMCISI: MEHMET KAMIÞ GENEL YAYIN EDÝTÖRÜ: ALÝ ÇOLAK EDÝTÖR: CAN BAHADIR YÜCE GÖRSEL YÖNETMEN: FEVZÝ YAZICI SAYFA TASARIM: AHMET BÝÇER SORUMLU MÜDÜR VE YAYIN SAHÝBÝNÝN TEMSÝLCÝSÝ: HAYRÝ BEÞER REKLAM GRUP BAÞKANI: MELûH KILIÇ REKLAM SATIÞ DÿREKTÖRÜ: ALÝ DEMÝRHÝSAR, REKLAM SEKTÖR YÖNETÝCÝSÝ: EREN ENES REKLAM SEKTÖREEL UZMANI: MELEK TINMAZ YAYIN TÜRÜ: YAYGIN SÜRELÝ ADRES: ZAMAN GAZETESÝ 34194 YENÝBOSNA-ÝSTANBUL TEL: 0212 454 1 454 (PBX) FAKS: 0212 454 14 96 REKLAM TEL: 0212 454 82 47 BASKI: FEZA GAZETECÝLÝK A.Þ TESÝSLERÝ HTTP://KÝTAPZAMANÝ.ZAMAN.COM.TR E-POSTA: KÝTAPZAMANÝ@ZAMAN.COM.TR HER AYIN ÝLK PAZARTESÝ GÜNÜ YAYIMLANIR twitter.com/kitap_zamani

facebook.com/kitapzamanicom

29

Büyük usta Balzac’én sénérlé bir mekân ve az sayéda karakterle hayal ve gerçeÿi kaynaýtérdéÿé romané Séraphite, þsmet Birkan’én çevirisiyle dilimizde ilk kez okurla buluýtu.

30

Murat Gül, Modern þstanbul’un Doÿuýu adlé çaléýmasénda, bir dönemin saltanat ýehrinin ihmal ediliý ve yékéléý öyküsünü anlatéyor. Kitapta Kemalist mimari politikalarén çarpécé örnekleri var.

34

Siyaset felsefesi üzerine incelemeleri bulunan Raymond Geuss’un, Habermas ve Frankfurt Okulu’nun çaléýmalaréné ele aldéÿé Eleýtirel Teori késa ama tartéýmaya deÿer bir kitap.

37

Casus romanlarénén ustasé John le Carré dilimize Hain adéyla kazandérélan romanénda bu kez Sovyet sonrasé dönemde özelleýtirmelerle zengin olan ‘oligark’laré anlatéyor.


ROMAN

KÝTAP ZAMANI

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

Āmparatorluk düüerken Avusturyalç yazar Joseph Roth’un baýyapçtç sayçlan ve dilimizde ilk kez yayçmlanan Radetzky Marýç, bir ailenin üç kuýak hikâyesini anlatçyor. Roman, adçnç Johann Strauss’un Avusturyalç Mareýal Joseph Radetzky von Radetz’e ithaf ettiþi eserden almçý. RADETZKY MARþI, JOSEPH ROTH, ÇEV.: AHMET ARPAD, CAN YAYINLARI, 416 SAYFA, 24 TL

A

man n eëiêine gelmiëtir. Güçlü olduêu san lan monarëi ad m ad m çözülmektedir. Ancak bütün bunlar bir bir anlatmaz Joseph Roth; ana hikâyesini bir ailenin üzerine kurar ve Slovenyal köylü ailesinin yükselië ve çöküëüyle imparatorluêun çöküëünü paralel olarak takip etmemizi ister.

ALÛ EMÛROßLU

vusturyal yazar ve gazeteci Joseph Roth’un baëyap t say lan Radetzky Maré , ad n Johann Strauss’un Avusturyal Mareëal Joseph Radetzky von Radetz’e ithaf ettiêi bir eserden al yor. Sezin Öney’in belirttiêine göre, bu marë ilk çal nd ê nda Avusturyal askerler ayaklar n vurarak eëlik etmiëler. Bugün bile Viyana’da ayaklarla tempo tutarak bu müziêe eëlik etme geleneêi o günün an s na sürdürülüyor. Özellikle bu beste Viyana’da Konzerthaus’taki geleneksel yeni y l konserinin son parças olarak çal nd ê nda seyirciler alk ëlayarak ve ayaklar yla ritim tutarak bu âdeti devam ettirmekte. Joseph Roth ayn aileden üç kiëinin hikâyesi üzerinden AvusturyaMacaristan çmparatorluêu’nun çöküëünü anlat rken s kl kla bu marëa at fta bulunuyor. Romandaki geçiëlerde kahramanlar bir anl ê na durup marë n sesine kulak veriyor s kl kla.

FAþýZMýN AYAK SESLERý

ÜÇ KUþAĀIN HýKÂYESý Joseph Roth, Avusturya-Macaristan çmparatorluêu’na baêl , aê rl kl nüfusun Yahudi olduêu Galiçya’n n bir kasabas nda doêar. Kat ld ê I. Dünya Savaë onun romanlar nda savaëla ilgili etkileyici gözlemlere yer vermesini saêlar. Roth, 1939’da Paris’te yoksulluk ve borç içinde ölür. Bütün bu bilgileri verdim, çünkü yazar n biyogra si, en önemli eseri say lan Radetzky Maré ’n daha iyi anlamak için kullan ël ipuçlar sunuyor bize. Çaêdaëlar n n s kl kla anlatt ê bir dönemi onlardan farkl bir ëekilde, dahas ëaë rt c bir öngörüyle kaleme alm ë Roth. Radetzky Maré , Trotta ailesinin üç kuëak hikâyesini anlat yor. 1859 y l nda yaëanan Solferino Meydan Savaë ’nda genç bir teêmen olan Joseph Trotta, imparator I. Franz Joseph’in hayat n kurtar r. Bu olay, imparator kadar genç teêmen için de bir dönüm noktas olur. Teêmen k sa sürede ter eder, çok geçmeden de yapt ê kahramanl k ders kitaplar na girer. Art k ‘Solferino Kahraman ’ diye an lacak olan teêmen için baëka bir mücadele baëlar. Yapt ê kahramanl k fazla abart lm ët r ve ders kitapla-

Joseph Roth (1894-1939)

r nda bu ëekilde yer almay istemez. Teêmenin k sa sürede köylü geçmiëinden h zla koparak ayr cal kl bir s n fa geçiëine tan kl k ederiz. Görünürde hiçbir sorun yoktur. Habsburg hanedan n n üyesi olan imparator güçlü, bünyesinde pek çok halk bar nd ran imparatorluk hiç y k lmayacakm ë gibi dimdik ayaktad r. Özellikle dede Trotta’n n hikâyesinin anlat ld ê ilk bölümlerde roman, köylü geçmiëinden k sa sürede kopup soylular s n f na dâhil olan Solferino Kahraman ’n n gündelik hayat na odaklan r daha çok.

mak yerine sivil memurluêu seçer ve k sa sürede o da babas n n yapt ê kahramanl ê n karë l ê olarak bölge valiliêine kadar yükselir. çmparatorlukta çözülme ve sars lma emareleri de bu bölümden itibaren baëlar. Roman, dede ve baba Trotta’dan ziyade torun Carl Joseph von Trotta’n n hikâyesine odaklan r. Torun Trotta da t pk Solferino Kahraman dedesi gibi subay olur. Ancak bir kahramanl k hikâyesi yoktur genç subay n. Hatta s k s k ordudan ayr lmay düëünür. Görevli olduêu s n r boylar ndaki askerî birlikte karë laët ê kimi çarp kl klar bu krini daha da kuvvetlendirir, ancak kendisine nas l bir yön tayin edeceêini bilemez genç Trotta. Savaë n eli kulaê ndad r ve askerler s n r boyundaki kumarhanede durmadan kumar oynay p Yahudi tefecilere borçlanmaktad rlar. Peë peëe asker intiharlar yaëan r. Genç torun bir yüzbaë ya ke l olmas yüzünden s k nt ya düëer ve yaël imparator sayesinde hapisten kurtulur. Bu, Trotta ailesi ile hanedanl ê n son karë laëmas olacakt r. çmparator yaëlanmaktad r, devlet y k l-

BýR ýMPARATORLUĀUN ÇÖKÜþÜ Bir aile roman gibi görünen ancak dolayl olarak bir imparatorluêun hikâyesini anlatan Radetzky Maré ’n n ikinci bölümünde, oêul Baron Franz von Trotta’ya çeviririz bak ë m z . Oêul Trotta, t pk oêuldan oêla geçen imparatorluk gibi, babas ndan kendisine kalan bir kahramanl k hikâyesinin hem nimeti hem de aê rl ê alt nda yaëar. Trotta ailesinin kaderi ile Habsburg monarëisinin öyküsü iç içe geçer. Baba Trotta, kendi babas gibi asker ol-

4

1932 y l nda tamamlanan Radetzky Maré , bir aile üzerinden imparatorluêun hikâyesini anlat rken, bir yandan da faëizmin ayak seslerini daha o günlerden duyabilmemiz için pek çok iëaret b rak r bize. T pk Stefan Zweig gibi, Joseph Roth da gündelik yaëamdaki küçük iëaretler yard m yla, yaklaëan tehlikeyi haber verir. Nasyonal Sosyalizm’in ayak sesleri roman kahramanlar n n gündelik koëuëturmalar ndaki yalan ve hileler aras nda kendini s kl kla hissettirir. Dahas roman n sonlar na doêru beliren kumarhane öêesi, o zamana kadar güçlü imgelerin arkas na saklanan kiëiliklerin birer birer ortaya ç kmas n saêlar. Yazar n gücü tam da bu noktada devreye girer. Unutulmaz kahramanlar yard m yla toplumu bir arada tuttuêu söylenen ama içten içe ayn toplumun alt n oyan yalanlar teker teker karë m za ç kar r Roth. Öte yandan, daha önceleri Radetzky Marë ’n duyar duymaz heyecanlananlar n, ayaklar yla tempo tutanlar n say s art k daha azd r. Çöküë, marëa tempo tutanlar n azl ê veya isteksizliêiyle belli eder kendini. Slovenyal bir köylü ailesiyken soyluluêa ter etmië Trottalar çöküëe doêru ilerlerken, imparatorluêun irtifa kayb ötekine göre daha h zl d r. Nitekim bir süre sonra hepimizin tarih kitaplar ndan bildiêi o ünlü olay yaëan r: Avusturya Veliaht Prensi bir S rp taraf ndan öldürülür ve I. Dünya Savaë patlak verir. Joseph Roth, Radetzky Maré ’nda bu önemli olay yerine, tek tek bireyler üzerinden savaë öncesinde yaëananlar anlat yor bize. Tarihçilerin srarla yineledikleri olaylardan ziyade gündelik hayatta mayalanan çok daha kuvvetli duygular üzerinden, Avrupa’n n eski deêerlerine vedas n resmediyor. As l savaë ve çöküëün çok daha önce baëlad ê n hat rlatarak...



ANI

KÝTAP ZAMANI

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

Sêra dêüê edebiyat hatêralarê Samet Aþaoþlu’nun edebiyat dünyasçna dair ançlarçnç bir araya getiren ûlk Köýe yeni basçmçyla okura ulaýtç. Kitapta Tanpçnar’dan Sait Faik’e, Sabahattin Ali’den Memduh üevket Esendal’a kadar edebiyatçmçzçn önemli isimleri hakkçnda ýaýçrtçcç bilgiler yer alçyor. ýLK KÖþE, SAMET AĀAOĀLU, YAPI KREDý YAYINLARI, 120 SAYFA, 10 TL

S

ÖMER AYHAN

amet Aêaoêlu’nun ålk Köée’sini uzun süredir ar yordum. Bask s y llar önce biten kitab n izini sürerken talihim yaver gitmedi, ona sahaflarda da bir türlü rastlayamad m. Edebiyat hat ralar zahmetsiz çeker ilgimizi. Özneldir öznel olmas na ama biz merakl okurlar baëka mecralarda duyamayacaê m z bilgilerle, ilginç anekdotlarla kolayca baëtan ç kar r. ålk Köée geçtiêimiz günlerde yeni bas m yla okura sunuldu. Samet Aêaoêlu’nun bizde fazla örneêi bulunmayan atmosfer öykülerine ve usta iëi denemelerine âëina olduêumdan beklentim yüksekti. Zaman zaman par lt l pasajlar sunmas na raêmen, kitaptan dil aç s ndan beklediêim lezzeti alamad m. Aêaoêlu önsöz iëlevi gören girië yaz s nda Babamdan Hat ralar ve Babam n Arkadaélar adl kitaplar n “hikâye çeënisiyle” kaleme ald ê n söylüyor. ålk Köée ise daha gündelik bir dille yaz lm ë. Kitab n bir baëka problemi de kimi edebi portrelerin k sa tutulmuë

Sait Faik

olmas . Bir-iki sayfa ay rd ê yazarlarla belli ki fazla teërik-i mesaisi olmayan Aêaoêlu, haliyle c l z portreler de kaleme alm ë. Bununla birlikte ålk Köée daha önce ulaëamad ê m için hay anmama yol açan ilginç bir okuma deneyimi sundu.

bulam yordu. èiirde ise ilkgençlik y llar m n hat ralar aras nda küçücük bir yeri olan Kemalettin Kâmi’den [Kamu] daha ileri gidememiëti bence.”

ESASLI BýR SAýT FAýK PORTRESý

NAHýD SIRRI ÖRýK: ‘MÜSLÜMAN OLMASAM ýNTýHARI DÜþÜNÜRDÜM’ Demokrat Parti’nin on y ll k iktidar nda bakan olarak görev alan Aêaoêlu, her ne kadar bu kitab birkaç ciltlik siyasi an lar ndan ayr tutsa da, öncesi ve sonras yla Yass ada’daki kasvetli günler, öte yandan Aêaoêlu’nun nüfuzundan yararlanmak isteyen yazarlar n mektuplar siyaset tarihimizin kimi bilinmeyen noktalar n da ayd nlat yor. ålk Köée önemli bir hat ralar toplam . Neden önemli? Öncelikle Aêaoêlu kendisine gelen mektuplar n hemen hepsini saklam ë, dosyalay p arëivine kald rm ë. èimdi nerede bu mektuplar bilemiyoruz, dilerim gün ë ê görürler. Sözgelimi, Aêaoêlu’na mektup gönderenlerden biri, yeteneêinin hakk dirhemle verile verile günümüzde biraz olsun an lan, kay p romanlar n n bir bölümü yak n zamanda yay mlanan Nahid S rr Örik: “O derece periëan olmuë, yorulmuë, hayattan korkmuë bir haldeyim ki, eêer bir elin beni azimle kurtaracaê n hissetmesem geçireceêim daha korkunç ve çaresiz günlerde cinnetin pençesine düëmekten art k korkuyorum. Müslüman olmasam intihar düëünürdüm.”

Samet Aèaoèlu (1909-1982)

TANPINAR KADIN DÜþMANI MIYDI? Ahmet Hamdi Tanp nar, edebiyat m z n en çok tart ë lan yazarlar ndan. Günlükleri, tart ëmalar n odaê n yazd klar ndan kiëiliêine kayd rm ët . Aêaoêlu, yazara ay rd ê sayfalarda tart ëmalar alevlendirecek cümleler kurmuë. Tanp nar, Ankara Erkek Lisesi’nde Aêaoêlu’nun edebiyat hocas ym ë. Ona ëefkatle yaklaëmas na raêmen sert hükümleri var Aêaoêlu’nun. Yazar n sonu ac biten ümitsiz aëk hikâyesinden dem vuran Aêaoêlu, onun buhranl bir gününde dersi kesip kad nlar melek yüzlü, canavar ruhlu ëeytanlar diye anlatmas n an yor ve öfkesini ac aëk hikâyesine baêl yor. Aêaoêlu’nun Tanp nar’ n yazd klar na bak ë da oldukça ëaë rt c : “Tanp nar’ n yazd klar nda felsefe; his, düëünce, vezin ve kelimelerin ahengine zorla sokulmuë kelimeler gibi hâkimdi. çnsan ar yordu, ama

6

Ahmet Hamdi Tanp nar

Bu tespitlerin benim için ëaë rt c l ê Tanp nar’ n edebiyat ve düëünce dünyam zdaki yeriyle s n rl deêil. Eserlerinde Dostoyevski etkisi taë d ê söylenen Aêaoêlu, öykülerinde s k s k yer verdiêi marazi karakterler, gerçeküstüne göz k rpan temalar ve kurduêu atmosferle bana Tanp nar’ an msatm ët r. Sait Faik’e ay rd ê sayfalarda ak llara durgunluk verecek bir bomba daha patlat yor Aêaoêlu. Sait Faik’i hakk n vererek bir istisna saymakla birlikte, öykü türüne iliëkin söyledikleri de yenir yutulur cinsten deêil: “Hikâyeyi her zaman edebiyat n gecekondusu sayd m. Yaz sanat n n büyüklük ve derinliêine ancak ëiirle, romanla var l yor.” Bu sözleri sarf eden Aêaoêlu’nun kurmaca alan nda sadece öykü kitaplar yazmas na ve karë l ê n alamam ësa da öykülerinde gösterdiêi baëar ya bilmem ne demeli? Sait Faik hakk nda bugüne kadar say s z an , anekdot, inceleme okumuësunuzdur; Aêaoêlu, birkaç sayfada bize belki hepsinden daha esasl bir Sait Faik portresi sunuyor.

‘ýYý KOMÜNýST OLAMADIK, BARý ýYý BýR BURJUVA OLAYIM’ Edebiyat üzerine düëüncelerinde kan mca baltay s k s k taëa vuran Aêaoêlu, yak ndan tan d ê yazarlar ele al rken iyi bir gözlemci olduêunu hissettiriyor. Ve tabii siyasetle hemhal olan yazarlar n dramlar , gülünecek halleri, yanardöner tav rlar kitapta genië yer tutuyor. Tek parti döneminin (tabirimi mazur görün, ëiirlerine aëinaysan z zaten biliyorsunuz) ëakëakç ëairi Behçet Kemal Çaêlar’ n, devran dönünce Demokrat Parti’den milletvekili aday olmak için kulisleri yoklay p Aêaoêlu’na mektup yazmas n n trajikomik hikâyesi; edebiyat m z n, karanl k güçlerce öldürüldüêü Aêaoêlu taraf ndan da ima edilen deêerli yazar Sabahattin Ali’nin her f rsatta burjuvalardan nefretini dile getirip bir yandan da burjuvaziye özgü zevkler için harcad ê paralar, hatta çkinci Dünya Savaë ’nda zeytinyaê ticareti yapt ê duyulunca, “çyi komünist olamad k, bari iyi bir burjuva olay m.” deyiëi; yine tek parti döneminde genel sekreterlik yapan Memduh èevket Esendal’ n son derece netameli mistik milliyetçiliêi, ålk Köée’nin birbirinden ilginç sayfalar nda okurunu bekliyor.



ROMAN

KÝTAP ZAMANI

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

Bir vefa romanê 2009 yçlçnda vefat eden Faslç âlim Ferîd el-Ensârî, ömrünün son döneminde Bediüzzaman’ç anlatan biyografik bir roman kaleme almçýtç. ûýte o roman Son Süvari adçyla Türkçeye kazandçrçldç. Yazarçn Üstad’a gönül borcunu ödediþi kitap, bir ‘vefa romanç’ diye nitelenebilir. SON SÜVARý, FERÎD EL-ENSÂRÎ, ÇEV.: ALý ÜNSAL-YUSUF DEMýRTAþ, þAHDAMAR YAYINLARI, 272 SAYFA, 10 TL

Ö

METÛN KARABAÜOßLU

zellikle düëünce alan nda tarihe iz b rakm ë büyük simalar n roman n yazman n çok zor bir ië olduêunu düëünüyorum. Bana göre bu, bir dava adam n n, mesela bir önderin, bir aktivistin, bir siyasi liderin veya bir padiëah n roman n yazmaktan çok daha zor. O düëünceler hangi zeminde, hangi ruh halinde ortaya ç kt , nas l geliëti, nas l davran ëa/eyleme dönüëtü, nas l birbirini izleyip sistemli ve kapsaml bir düëünce örgüsüne, büyük resme ulaë ld ; bunlar n hepsini birden bir romanda anlatmak kolay ië deêil. Geniëliêi ve derinliêiyle, hele ki ortaya ç k ë öyküsüyle bu düëünce bütününü anlatman n zorluêu bir yana, ‘eylem’den ziyade ‘düëünce’ye odakl bir romanda olay ak ë n ve sürükleyiciliêi saêlamak bak m ndan da ilave bir zorluk söz konusu... Ferîd el-Ensârî (1960-2009) Bu bak mdan, büyük bir düëünürün bütün hayat n kuëatan bir roman kri bana uzak geliyor. èahsen, böyle bir düëünürün hayat ndan bir kesite, düëüncesinden önemli bir noktaya odaklanan romanlar n yahut onun hayat n n ve düëüncesinin dönüëtürücü etkisine muhatap olmuë baëka bir insan üzerinden o düëünürü anlatan metinlerin daha yerinde bir tercih olacaê kanaatindeyim. Sonuç itibar ile büyük bir düëünür tek bir romanla deêil, ancak bir romanlar bütünü içerisinde gereêince anlat labilir. Fasl yazar ve âlim Ferîd el-Ensârî’nin Bediüzzaman üzerine yazd ê Son Süvari isimli roman okurken bu düëünceler zihnime sürekli eëlik etti. Bilhassa son beë y ld r Bediüzzaman’ n Eski Said’den Yeni Said’e dönüëündeki dinamikleri anlamaya odaklanan; bu dönüëümdeki ipuçlar n , anahtar olaylar , kavramlar ve bak ë aç lar n çözümlemeye çal ëan biri olarak, Bediüzzaman’ n roman na niyet etmië yazar n çok zor bir iëe giriëtiêini görebiliyordum: Bakal m karë m za ne ç kacak? Bediüzzaman’ n bir bütün ola-

rak hayat m anlat lacak? Tek romanda bu hayat serüveni anlat l rken kritik dönemeçler, anlam yolculuklar ve keëi er ne derece yans t labilecek? Düëünceleri mi öne ç kacak Bediüzzaman’ n, bu düëüncelerinden beslenen eylemleri mi? Kitab n sayfalar aras nda ilerledikçe, baëtaki düëüncemin teyidini görmüë oldum. Bediüzzaman hakk ndaki genel biyogra k malumat n roman kal b içerisinde aktar ld ê , onun hayat na dair genel resim veren bir roman. Aç kças , bugüne kadar karë ma ç kanlara benzer ëekilde, ‘Bediüzzaman roman ’ denildiêinde beklentilerime cevap veremeyen bir roman...

letmeye çal ë yor yazar. Belki bir istisnas , Fethullah Gülen Hocaefendi ile Bediüzzaman’ buluëturduêu sahne. Böyle nadir istisnalar d ë nda, yazar bizzat Bediüzzaman’ n risalelerde yer alan otobiyogra k cümlelerinden hareketle onu anlat yor; araya kendi düëüncelerini, Bediüzzaman’ n hayat n n ve düëüncelerinin kendi iç dünyas ndaki yank lar n serpiëtiriyor. Bunun, roman Arapça asl ndan okuyacak olan öncelikli muhataplara Bediüzzaman’ kendi dilinden anlatma gibi önemli bir katk saêlad ê aç k. Ama Türkçe tercüme söz konusu olunca, yazar n kendi cümlelerinin Türkçe tercümesi ile Bediüzzaman’ n risalelerden iktibas edilmië özgün ifadeleri bir üslup farkl l ê oluëturuyor ki bunun, kitab n Türkçe çevirisini Arapça asl na göre edebi aç dan zay att ê n hissediyorum. Ama burada, muhtemelen bu problemi tespit etmelerine raêmen, mütercimlerin Bediüzzaman’ n özgün ifadelerini olduêu gibi aktarma hassasiyetini ‘edebi hassasiyet’e tercih etmelerini de anlay ëtan öte takdirle karë lad ê m belirtmeliyim.

ARAP DÜNYASINA TANITMAK ýÇýN... Bununla birlikte, roman yazan ismin kendi serencam n ve öncelikli okuyucu kitlesini düëündüêümde, kitap farkl düëüncelere kap aralad benim için. Son Süvari, Bediüzzaman’ ve eserini anlamak için onlarca y ld r çaba gösteren insanlar as l muhatap kabul ederek yaz lm ë bir roman deêildi. Bu durumdaki insanlar n beklentilerini karë lamak da deêildi as l hede . Bediüzzaman’ , onu henüz gereêince ve yeterince tan mam ë bir dünyaya, Arapça konuëan müminlere tan tabilme endiëesiyle kaleme al nm ët . Bediüzzaman’ n hayat na dair genel bir malumat verebilmeyi hede iyordu. Dahas , acelesi olan bir yazar n eseriydi. Zira yazar, çok yaël denilecek durumda olmasa bile, Bediüzzaman’ nispeten geç tan d ê n düëünen bir isimdi ve ölümün her an gelebileceêini insana yakînen hissettiren bir hastal kla imtihan olunuyordu. Yani Son Süvari acelesi olan, ölüm gelmeden bu yadigâr tamamlamak isteyen, bir anlamda kendisi gibi Arapça okuyan ve yazan mümin kardeëlerine bu emaneti b rakarak ölmeyi arzulam ë bir yazar n roman . Kitap, üçü de hayatlar ndaki büyük dönüëümü Bediüzzaman’a ve Risale-i Nur’a borçlu üç isme; Fethullah Gülen Hocaefendi ile Bediüzzaman’ n talebelerinden merhum Mustafa Sungur aêabeye ve Mehmet F r nc aêabeye at arla baël yor. Ferîd el-Ensârî’nin Bediüzzaman’ anlama yolculuêunda bu üç ismin belirleyici bir konumda olduêunu böylece daha roman baëlarken anl yoruz. Sonras nda çstanbul’a yolculuêunu dile getiriyor

‘VEFA ýMANDANDIR’

yazar. Derken, Bediüzzaman’ n sureti ve sîreti yazar n muhayyilesine misa r oluyor ve anlat c n n kendi yaëad klar ile Bediüzzaman’dan iëittikleri roman boyunca birbirine eëlik ediyor. Bir bak ma Bediüzzaman, Ferîd el-Ensârî’ye kendisini anlat yor. Bediüzzaman kendisine konuëurken, mümkün olduêunca, Bediüzzaman’ n eserlerinde veya talebelerinin hat rat nda mevcut ëeyleri ona söy-

8

Sonuçta, Bediüzzaman’ hakk yla, düëüncesinin bütün geniëliêi ve derinliêiyle anlatma bak m ndan beklentileri karë lamaktan uzak olan Son Süvari, öte yandan, hem yaz lmas hem yay mlanmas itibar ile bir ‘vefa roman ’ olarak yer ediyor benim iç âlemimde. çki aç dan vefa roman : (1) Ömrünün son döneminde Bediüzzaman’ tan m ë ve ondan çok istifade etmië bir ismin, ölümü ensesinde hissettiren aê r bir hastal k hengâm nda ona olan gönül borcunu ifade edebilme gayreti ve hatta ‘acelesiyle’ yazm ë olmas hasebiyle; (2) bir süre sonra vefat etmië bu ismin roman n n, bu yaz da dile getirdiêim, hem yaz ld ê ëartlar hem öncelikli hedef kitlesi itibar ile Türkçe tercümesinin yay n nda söz konusu zorluklara karë n merhum Ferîd el-Ensârî’ye de vefan n niëanesi olmas yla. Roman n son sayfas na ulaët ê mda belki arad ê m bulamad m. Ama romana ve Türkçe tercümesinin neërine eëlik eden bu ‘vefa’ boyutu, kitab benim nazar mda baël baë na deêerli k l yor. Zira çok az bilinen ama ümmete mal olmas gereken hadisin bildirdiêi üzere: “Vefa imandand r; vefa imandand r.”


KÝTAP ZAMANI

ROMAN

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

Bilincin çevre yolu Belçikalç yazar Henry Bauchau, Türkçeye kazandçrçlan beýinci romanç Çevre Yolu’nda yalçn ve ruha nüfuz eden bir dille insançn iç dünyasçna eþiliyor. Romançn yaýlç anlatçcçsç, ölümün adeta yok sayçldçþç günümüzü berrak bir üslupla tasvir ediyor. ÇEVRE YOLU, HENRY BAUCHAU, ÇEV.: SOSý DOLANOĀLU, METýS YAYINLARI, 216 SAYFA, 16,50 TL

D

zan r. Yakalan r, bir süre sonra idam mangas n n önüne ç kar l r ama kendisine ateë edilmesine f rsat vermeden kenardaki suyun içine atlar. Bauchau asla yarg lamayan, tamamen anlamaya çal ëan sükûnetli diliyle insan n güçlü tara ar kadar zay f yönlerini de gösteriyor. Nazi subay n n Stephane’dan bahsederken, “Su onun cehennemiydi, ateë de benim cehennemim olacak.” sözü kötülüêün sert kabuêuna oldukça sert bir biçimde vuran bir darbe gibidir. Bauchau, ölümün adeta yok say ld ê günümüz dünyas n insan n içine iëleyen bir berrakl kla anlat yor. Ama ölümün yok say lmas beraberinde hayat n yokluêunu da getirmiëtir. Hastane odas ndaki televizyonda Wimbledon tenis turnuvas ndan bir maç seyreden yaël anlat c , “Oyun bunun neresinde, zevk bunun neresinde? Yaëlar na raêmen mücadelenin, neëenin girdab na kap lm ë gençler deêil onlar. Her ëey t k r t k r iëliyor, olabildiêince denetim alt nda, onlar çaê m z n turnuva ëövalyeleri, hâlâ ëan ve ëeref için ama en çok para için çarp ë yorlar.” derken, ölmenin imkâns zl ê n ise çok daha yak c bir ironiyle anlat yor: “Yaëland ê m baëkalar ndan öêrendim. Art k bir çocuk olmad ê m , bir delikanl olmad ê m baëkalar ndan öêrendiêim gibi. Baëkalar olmazsa ölmez miyim acaba?”

MEHMET ÖZTUNÇ

ünyada yaë ortalamas n n artmas yla birlikte yaël l k da edebiyattaki, sanattaki yerini daha güçlü bir biçimde al yor. Art k daha yaël anlat c lardan romanlar, hikâyeler okuyoruz. Belki de modern hayata geçiële, çekirdek ailede dedeler etraf ndaki torunlar n yerini bugün yaël yazarlar n yap tlar etraf nda öbeklenen okurlar al yor ve yaël l k yeniden hikâye anlat c s rolü üstleniyor. Son dönemlerde okuduêum birçok romanda yaël anlat c larla karë laëmam böyle düëünmemi saêlam ëken Çevre Yolu’ndaki yaël anlat c yla bu kan m enikonu pekiëti. Çevre Yolu, Belçikal yazar Henry Bauchau’nun dilimize kazand r lan beëinci roman . Yazar n bu roman nda da psikanaliz, yaëama ve insana bak ë n merkezi. Çünkü Bauchau iyi bir romanc olman n yan s ra psikanaliz ve sanat üzerine dersler veren, terapistlik yapan bir psikanalist. Élisabeth Roudinesco, Her æeye ve Herkese Karé Lacan ad yla Türkçeye çevrilen kitab nda psikanalizle Yahudi sorunu aras nda bir tür sebepsonuç iliëkisi kurar ve “Yahudi sorunu düëünülmeden bir psikanaliz tarihi yaz lamaz.” der. Bauchau’nun roman nda iki baê ms z hikâye, her iki hikâyede de yer alan anlat c dolay m nda tek bir yatakta ak yor. Bir tarafta 1944’te Naziler taraf ndan 29 yaë ndayken öldürülen direniëçi Stephane’ n, diêer tarafta 1980’li y llarda kanser tedavisi gören ve yaëam n yitiren Paule’ün hikâyesi...

BýLýNCýN KATMANLARINDA Dostoyevski’nin romanlar , özellikle de Karamazov Kardeéler, Freud’un baba katilliêi hakk ndaki en temel baëvuru kitaplar ndand r. Freud bu durumu, “çnsan ruh yaëam n n betimlenmesi, yazar n baël ca egemenlik alan olarak bilimsel psikolojinin öncülüêünü yapt ê n gösterir.” sözüyle ifade ediyor. Henry Bauchau sanki bu iddiay tersinden sarm ëças na bilimsel psikolojinin haz r tezlerine kan t olabilecek bir roman yazm ë. Ama bu çabas ne roman n sakatlam ë ne de roman türüne sadakatini sarsm ë. Romandaki ëair, yazar ve ayn zamanda terapist olan anlat c bu yönüyle de Bauchau’nun yaëam ndan izler taë yor. Yaël romanc Bauchau, yal n ve ruha nüfuz eden bir dille insan n iç dünyas n kurcal yor; okura, hayata bir kez daha bakmay sal k verirken kendini görebilmenin imkâns zl ê n da imliyor.

ýNSANIN ÖLÜM KARþISINDA ÇARESýZLýĀý Stephane anlat c n n gençlik arkadaë , Paule gelinidir. Bauchau, Stephane’ n ölümü üzerinden Nazizmi, Paule’ün hastal ê dolay m nda ise ölüm karë s nda hayat n ve insan n çaresizliêini, zavall l ê n anlat r. Anlat c daha roman n ilk sayfas ndan itibaren zihninin derinliklerine doêru uzun ve karanl k yolculuklar yapar. Bu yolculuklar genellikle cesaretine hayranl k duyduêu daêc Stephane ile ilgilidir. En derin uçurumlardan daêlar n zirvelerine t rmanan bu cesur adam sudan ve boêulmaktan çok korkmaktad r. Alman iëgali s ras nda Nazilere karë büyük bir direnië gösterir ve Nazi subay n n bile hayranl ê n ka-

9


KAPAK

KÝTAP ZAMANI

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

Yazarên niyeti, kitabên kêsmeti Bir yazar, kaleme aldçþç eserin türüne ne zaman karar verir? ûlk cümle kurulurken tür mutlaka belli midir yoksa yazçnçn akçýç mç onu belirler? Metin hangi aýamada ýekillenir? Edebiyat tarihinde, baýladçþç metni zamanla baýka bir türe çeviren J. D. Salinger, William Faulkner, Thomas Mann, Ernest Hemingway, Kemal Tahir, Henry James, Joseph Conrad, Sabahattin Ali, James Joyce ve Orhan Pamuk gibi pek çok yazar var.

E

bir deneme olarak m , yoksa ölmüë annesine mektup üslubuyla m yazacaê na karar veremez. Sonuçta bir deneme/eleëtiri kitab ortaya ç kar. Edebiyat tarihinde öykü, roman, ëiir veya oyun yazmak niyetiyle baëlad klar metinler zamanla baëka bir türe dönüëen J. D. Salinger, William Faulkner, Thomas Mann, John Updike, John Steinbeck, Ernest Hemingway, Kemal Tahir, Henry James, Joseph Conrad, Sabahattin Ali ve James Joyce gibi pek çok yazar var. Yazma sürecinde yaëanan bu deêiëikliêi kendi iradesiyle yapanlar n yan s ra metni yay mlanmadan önce eëine, dostuna, yay nc s na gösterip kitab n n türünü deêiëtirmeye karar veren yazarlara da rastlamak mümkün. Bu örneklere geçmeden önce yaz lan metnin hangi aëamada ëekillendiêine, türlerin kesiëtiêi ve birleëtiêi alanlara yazarlar n gözünden bakmakta yarar var.

MUSA ÛßREK

debi türler aras ndaki s n r n gittikçe daha da ëeffa aët ê bir çaêday z; art k edebiyat türlerini kesin çizgilerle ay rmak mümkün deêil. Eleëtirmen René Wellek’in dediêi gibi, “Zaman m z n hemen hemen bütün yazarlar için tür farkl l klar n n bir önemi kalmam ët r. S n rlar sürekli ihlâl edilmekte, türler birleëtirilmekte ya da iç içe geçmekte, eski türler at lmakta ya da dönüëtürülmekte, yeni türler oluëturulmaktad r.” Yazma sürecinde kuëkusuz yazar için en önemli ëey, anlatmak istediêi konuya ve elindeki malzemeye uygun yaz nsal biçimi bulmak. Mesela Ahmet Hamdi Tanp nar, “èiir, söylemekten ziyade bir susma iëidir.” der ve ekler: “çëte o sustuêum ëeyleri hikâye ve romanlar mda anlat r m. Onun için mümkün olduêu kadar kapal âlemler olmas n istediêim ëiirlerimin anahtarlar n roman ve hikâyelerim verir.” Yazar ndan ç k p okurla buluëan kitaplar n üzerine iliëtirilen ‘tür’ etiketi, o eserin edebiyat tarihinde yer alacaê s n f belirlerken, okur da Alman kuramc Wolfgang Iser’ n deyiëiyle, bu kod öêe vas tas yla bir beklenti içine girer, kendini o türün s n rlar na göre haz rlar.

BORGES: ‘ýLK CÜMLEYý BULDUĀUMDA ANLARIM’ Usta yazar Jorge Luis Borges hangi türde yazacaê n önceden bilmediêinden bahseder: “çlk cümleyi bulduêumda anlar m ancak; ilk cümle, biçimi oluëturduêunda. Sonra arad ê m ritmi bulur ve devam ederim.” Yazmaya baëlamadan önce ne istediêini anlay ncaya kadar beklediêini söyleyen T. S. Eliot için bir tiyatro oyunu yazmakla ëiir yazmak aras nda epey fark vard r: “Duygular m kendim için sözcüklere döktüm diyebilirsiniz bir ëiirle. Sözcüklerdeki, hissettiklerimden yans yanlard r. Ayn zamanda ëiirde kendinizi seslendiriyorsunuz ki bu çok önemli. Kendi söyleyeceêiniz ëekilde yaz yorsunuz, halbuki bir oyunda durum böyle deêil, yazd klar n z n bilmediêiniz baëka insanlar taraf ndan seslendirileceêini en baë ndan öngörmelisiniz.” Her kare yerli yerine oturduktan sonra yazmaya baëlad ê n söyleyen Tomris Uyar yine de her ëeyin deêiëebileceêinden, alabora olabileceêinden söz eder ve bunu sanattaki risk pay na baêlar. Edebiyatta türler aras bir etkileëim alan na iëaret eden Uyar, türlerin kesiëtiêi yeri “yaëam n kendisi” olarak tan mlar. Fakat yine de türü o tür yapan baëat öêelerin bulunduêunu düëünür. Öykü için seçilen bir konunun bir romana dönüëtürebilecek kadar iyi olmas gerektiêi sav na karë ç kan Edith Wharton ise bu yakla-

Marcel Proust

METýN HANGý AþAMADA þEKýLLENýR? Bunun öncesinde yazar n yaëad ê karars zl klardan, metnin hangi hallere dönüëtüêünden ve yaz lan metnin ne aëamada ëekillendiêinden biz okurlar n çoêu zaman haberi olmaz. Yazar ya hayattayken iëin asl n söyler ya da yazar n ölümünden sonra terekesindeki bir mektupta, günlüêünde metne nas l baëlad ê , eserin türünde herhangi bir deêiëikliêe gidip gitmediêi aç êa ç kar. Bunlar n da ötesinde kitab n türü bir ëekilde kendini dipte hissettirir. Özellikle öykü olarak baëlay p daha sonra romana dönüëen kitaplarda yazar n dolgu ve süslemeleri kitab n tasarlanan ilk ëeklini ele verebilir.

Jorge Luis Borges

ZAMAN ýÇýNDE TÜRÜ DEĀýþEN KýTAPLAR Geçtiêimiz haftalarda Fransa’da yay mlanan Tout Contre Sainte-Beuve adl kitap, Marcel Proust hakk nda ilginç bir bilgiyi gün yüzüne ç kard . Kitab n yazar Donatien Grau’nun verdiêi bilgiye göre Proust, eleëtirmen Sainte-Beuve’e karë yazd ê ünlü metni roman biçiminde mi, klasik

Ernest Hemingway

10

ë m n ortaya sadece ‘bodur’ bir roman ç karacaê görüëündedir. çngiliz yazar Rosamond Lehmann da her metnin kendi ritmini, sesini oluëturduêunu söyler. Günümüzde pek çok roman n k sa öykülerle ëiëirildiêini belirten Lehmann, iyi bir roman n k sa öykü olarak tasarlanamayacaê n , çünkü böyle bir s k ët rman n mümkün olamayacaê n belirtir. Her metnin bir göndermeler mozaiêinden oluëtuêunu söyleyen Jale Parla’ya kulak verelim: “Yazar n önemsediêi yaz n geleneêi bu mozaiêin çerçevesini oluëturur. Bizim için bu saptamalar n önemi ëudur: Herhangi bir yaz n türüyle, o tür içinde yaz lm ë yap t aras ndaki iliëkinin karmaë k dinamizminin vurgulanmas d r. Yaz n türleri asla duraêan kal plar deêildir. Sürekli deêiëim içindedir.”

MALZEME KISA ÖYKÜYE SIĀMAYINCA… Dünya edebiyat nda, metnini yazarken farkl bir türe çeviren isimlerden ilk akla gelen, Ernest Hemingway. Usta yazar da t pk Borges gibi, yazma sürecinde her zaman deêiëim ve hareket olduêunu düëünür. Baëka bir deyiële, onun için her ëey hareket halindedir. Çanlar Kimin åçin Çal yor’un gidiëat n önceden bildiêini ve yazacaklar n ayn gün tasarlay p kaleme ald ê n söyleyen Hemingway, Ya Hep Ya Hiç ve Irmaktan Öteye Aèaçlar n åçine adl romanlar n n ikisine de k sa öykü olarak baëlar. Ya Hep Ya Hiç’in ilk iki bölümü iki ayr öyküdür asl nda ve yazar üçüncü bölümü yazd ktan sonra bunlar birleëtirip roman haline getirir. Hemingway’in Silahlara Veda roman da bir öykü olarak tasarlan r; metin gittikçe geniëler ve alt ay sonunda roman n ilk taslaê ortaya ç kar. Silahlara Veda yazar n en iyi kitaplar ndan biri olarak deêerlendirilir. Yazma sürecinde tür deêiëikliêine giden bir baëka isim, William Faulkner. Nobelli yazar yüzy l n klasikleri aras na girmië ünlü roman Ses ve Öfke’ye öykü olarak baëlar asl nda. Peki, Ses ve Öfke nas l yaz lm ët r, yazar n tür deêiëtirmeye zorlayan nedir? Faulkner’dan dinleyelim: “Beynimde bir resim olarak baëlad . O zaman sembolik olduêunu fark etmedim. Resim, küçük bir k z n armut aêac nda oturduêu çamurlu bir aêaç eviydi, orada bir pencereden büyükannesinin cenazesini görebiliyor ve aëaê da bekleyen erkek kardeëlerine neler olduêunu anlat yordu. Kim olduk-


KAPAK

KÝTAP ZAMANI

lar n ve ne yapt klar n , k z n donunun nas l çamurland ê n anlatmaya baëlay nca hepsinin k sa öyküye s êmayacaê n anlad m, ancak bir kitaba s êard .”

JOYCE’UN KARARSIZLIĀI VE ULYSSES Tür karars zlar listesinde dikkati çeken bir baëka usta, James Joyce. Ulysses’i ilk kez 1906’da, Roma’da bir bankada çal ë rken Dublinliler’e eklenecek bir öykü olarak düëünür Joyce, fakat bu öyküyü hiçbir zaman yazmaz. Bunun yerine, 1914’te metni roman ëeklinde tasarlar ve ayn y l kitab yazmaya koyulur. Ulysses 1918’de ABD’de ç kan Little Review dergisinde dizi ëeklinde yay mlanmaya baëlar. Joyce bir yandan roman n yazarken bir yandan da metin üzerinde deêiëiklikler yapmaya devam eder. Ulysses, dergide yay n sürerken, 1920’de ilginç bir ëekilde yasaklan r ve roman 1922’de ra arda yerini al r. Pek çok kez tiyatro sahnesine ve lme uyarlanan Frankenstein’ n yaz m haz rl klar da dikkat çekici bir hikâyeyi bar nd r r. Mina Urgan’ n anlatt ê na göre, Frankenstein’ n yazar Mary Shelley 1816’n n yaz nda, Lord Byron ve doktoru Polidöri ile Cenevre’de buluëur. Sürekli yaêmur yaêd ê ndan canlar s k lan üç isim, Byron’un önerisi üzerine birer korku öyküsü yazmaya karar verirler. Henüz 19 yaë nda olan Mary o gece bir rüya görür. Gerisini Urgan’dan dinleyelim: “Düëünde solgun yüzlü genç bir bilim adam , bir masan n üstüne eêilmië, bir insan yaratmaya çal ë yor; masan n üstündeki yarat k da canlan r gibi oluyordu. Bu düëten esinlenen Mary Shelley, Frankenstein’ k sa bir öykü olarak yazd . Ama eëi Shelley, yazd ê n beêenip onu yüreklendirdiêi için bu k sa öykü bir romana dönüëtü.” Joseph Conrad yazmaya hangi türde baëlayacaê konusunda en karars z yazarlardan biri say labilir, zira Lord Jim roman n uzun öykü; Under Western Eyes adl novellas n ise k sa öykü niyetiyle kaleme al r. Thomas Mann da en az Conrad kadar karars zd r. Usta yazar, Büyülü Daè’ ve Buddenbrooklar’ ünlü eseri Venedik’te Ölüm gibi birer novella olarak yazmaya baëlar ama bu niyeti gerçekleëmez. Buddenbrooklar 600 küsur, Büyülü Daè ise 700 küsur sayfal k birer romana dönüëür.

ROMANA ÇEVRýLýP ÇOK SATAN KýTAP Thomas Mann ve Joseph Conrad’ n dâhil olduêu ‘karars zlar cemiyeti’ne ek-

lenecek bir baëka isim Henry James’tir. Yazar n 1909’da bir oyun olarak kurgulad ê The Outcry pek ilgi görmez. James daha sonra bu eseri as l kurgusuna sad k kalarak, mekânlar ve karakterleri daha detayland rarak yeniden yazar. Talih bu ya, raêbet görmeyen eser 1911’de roman olarak yay mland ê nda yazar n en önemli çal ëmalar aras na girer ve epey ilgi görür. Hatta James’in en çok satan kitaplar ndan biri olur. Yazar n türünü deêiëtirdiêi bir baëka kitab da Alt n Kase adl roman d r. Metni novella olarak kurgulayan Henry James krini deêiëtirir ve kitab 480 sayfal k uzunca bir roman ëeklinde yay mlar. Emile Zola’y eserini baëka bir türde yay mlamaya zorlayan ise dönemin Fransa’s ndaki tiyatro yönetimleridir. çlk romanlar ndan biri olan Madeline Ferat’ önce bir tiyatro oyunu ëeklinde yazar Zola, fakat oyun kap s n çald ê tiyatrolar taraf ndan kabul edilmez. Bunun üzerine metni roman olarak yay mlamaya karar verir. Kitap epey ilgi görür. Madeline Ferat bu ilgiden sonra sahneye uyarlan r. Sir Walter Scott da önünü alamayan karars zlardand r. St. Valentine’s Day adl eserini k sa öykü olarak tasarlasa da metin üç kitapl k seri halinde yay mlanan bir romana dönüëür. Chuck Palahniuk da David Fincher taraf ndan sinemaya uyarlanan Dövüé Kulübü’ne öykü olarak baëlar, sonra kitab geniëletip roman olarak yay mlar. Filme uyarlanan Baba adl roman yla tan nan Amerikal yazar Mario Puzo da t pk Palahniuk gibi ünlü kitab n öykü olarak yazd ktan sonra geniëletip roman haline getirir.

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

William Faulkner

bir romana çevirir. Çinli yazar Ha Jin de henüz tan nan bir yazar olmadan önce bir novella ve bir ëiir kitab yla yay nc aray ë na girer. èiir kitab hemen bas l r, novella ise öylece elinde kal r. Yazar Türkçede Bekleyié ad yla yay mlanan bu eserini önce bir novella olarak yazd ê n , daha sonra romana dönüëtürdüêünü söyler. çngiliz yazar Rachel Joyce ise beyin kanserinden ölen babas n anlatt ê ve 2012 Man Booker Ödülü uzun listesine giren The Unlikely Pilgrimage of Harold Fry adl kitab n önce bir radyo oyunu olarak yazar, daha sonra romana çevirir. Eserleri Man Booker listelerinde yer alan tiyatro yazar Sebastian Barry de The Whereabouts of Eneas McNulty adl roman na bir tiyatro oyunu olarak baëlar, fakat kahraman n inand r c l ê n monologlarla sürdürmenin mümkün olmayacaê n düëünür ve metni romana dönüëtürür.

‘SENARYOYU ROMANA DÖNÜþTÜRMEK ALDATMACA’

James Joyce

BEKLENMEDýK þEYLER VE YAZMA SÜRECý Yazma sürecinde tür deêiëikliêine, bazen de beklenmedik ëeyler neden olabilir. Örneêin, Charles Dickens’a büyük ün kazand ran ilk roman Mister Picwick’in Serüvenleri gazetede ayl k tefrika ëeklinde, bir çizgi roman olarak yay mlanmaya baëlar. Çizerin intihar etmesinden sonra ise proje yar da kal r. Dickens’ n gönlü eserini yar m b rakmaya raz olmaz ve yazar Mister Picwick’in Serüvenleri’ni bir romana dönüëtürerek yay mlar. Bilimkurgu yazar Ray Bradbury, Fahrenheit 451 roman na öykü olarak baëlar; bunun yan s ra 1940’larda geçen ve çeëitli mecralarda yay mlad ê yedi öyküsünü 55 y l sonra From the Dust Returned adl

Joseph Conrad

çngiliz yazar Nick Hornby bir keresinde bir lm senaryosu yazacaê ndan söz eder. Gazeteci hemen sorar: “Zaman gelince romana dönüëmeyecek mi?” Hornby, “Hay r, hay r!” der ve ekler: “Bu ikisi ayr ëeyler, bence bir lm senaryosunu romana dönüëtürmek aldatmaca. Zihninde hangi konunun lm, hangi konunun roman olacaê n bilirsin. Kitap daha uzun olur, lmdeyse izleyicinin varl ê ndan haberdars n ve senaryo ancak lme dönüëtürüldüêünde aç kça ortaya ç kar.” Ünlü çtalyan yazar Pietro di Donato da 1937’de yazd ê “Christ in Concrete” adl öyküsünü romana dönüëtürür ve kitap o döneme kadar Amerika’da en çok okunan eser olur. Nobel ödüllü Rus yazar Boris Pasternak ise “Hikâye”adl öyküsünü roman olarak tasarlar fakat metin öykü olarak yay mlan r. Eudora Welty’nin 1972’de Pulitzer Ödülü kazanan eseri The Optimist’s Daughter da öykü olarak tasarlan r, sonras nda novellaya dönüëür.

EDýTÖRÜN VE YAYINCININ ETKýSý

Chuck Palahniuk

11

çyi bir editör her yazar n en büyük arzusudur. Editörün sezgisi, becerisi özellikle eser ortaya ç kt ktan sonra aç kça görülür. çyi editörün azl ê bir yana, editörünün etkisiyle yazma sürecinde eserin türünü deêiëtiren ve bunu yapt ê için can yanan yazarlar da var. Hatta y llar sonra bu karar ndan piëman olup art k bunun üze-


KAPAK

KÝTAP ZAMANI

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

Agatha Christie

Alice Munro

Sabahattin Ali

Feride Çiçekoèlu

rine konuëman n gereksizliêinden dem vuranlardan söz edilebilir. Örneêin, John Henry O’Hara’n n iyi Amerikan romanlar ndan biri kabul edilen Appointment in Samarra adl eseri için Fran Lebowitz, bu eserin kesinlikle bir öykü olarak yay mlanmas gerektiêini söyler. Amerikal yazar Lebowitz’in bu srar n n ard ndaki sebep ëudur: Lebowitz, O’Hara’n n yay nc s n n onu yanl ë yönlendirdiêini ve yay nc n n arzusuyla kitab n roman türünde yaz ld ê n belirtir.

NÂZIM HýKMET’ýN SABAHATTýN ALý’YE ÖĀÜDÜ

AYNI MALZEME ÜÇ FARKLI TÜRDE YAZILIRSA…

zidir. Yazar bu süreci ëöyle anlat r: “Dört Kiéilik Bahçe bir diyalog bütünüydü kafamda. Bundan bir radyo oyunu da ç kabilirdi, bir senaryo da. Yazarl ê mda diyalog, benim için çok önemli bir ëey. (…) Bir çeëit diyalog metni istiyordum. Sonra da bunu bir hamur gibi açarak, yoêurarak; çeëitli katk larla zenginleëtirerek deêiëik yaz n türlerinde deêerlendirmek istiyordum. Saêlam, iyi kurulmuë bir diyalog çat s , olaylar n geliëimini belirleyecek çat ëman n niteliêi hakk nda yeterince kir verici olacakt .” Ayn ‘malzeme’yi geniëleterek baëka bir türe dönüëtüren yazarlardan biri de Orhan Pamuk. Usta yazar n senaryosunu yazd ê yönetmenliêini ise Ömer Kavur’un yapt ê Gizli Yüz, Pamuk’un Kara Kitap adl roman ndaki “Karl Gecenin Aëk Hikâyeleri” adl bölümün geniëletilmië halidir. Daha sonra kitap olarak da yay mlanan Gizli Yüz için Pamuk ëöyle diyor: “Ben yazd kça, t pk bir roman yazarken olduêu gibi, önceden hesapta olmayan bir y ê n yan konucuk, kiëi, eëya, yer, hikâyeme kendiliêinden giriverdiler: Unutulmuë kasabalar, ütüler, masalar, saat kuleleri, kasaplar, ortal kç kad nlar, èeyh Galip’ten m sralar, çayhaneler, aêaçlar...” Feride Çiçekoêlu ise önce senaryo olarak yazd ê Suyun Öte Yan ’n lme uyarlanmas n n ard ndan roman türünde kaleme al r. Kemal Tahir’de ise durum farkl d r. Senaryosunu yazd ê fakat lme aktar lmayan Bozk rdaki Çekirdek adl eserini gözden geçirip roman biçiminde yazar. Attila çlhan’ n asl nda bir senaryo olan O Sar é n Kurt adl eseri de daha sonra “görsel roman” üst baël ê yla yay mlan r.

YAN KARAKTERLERýN METNE MÜDAHALESý

Yazar n n ölümünden y llar sonra bir eseri baëka bir türe dönüëtüren yay nc lar da var. Agatha Christie’nin 1930’da bir oyun olarak yazd ê Black Coffee, yazar n biyogra sini kaleme alan Charles Osborne taraf ndan 1998’de romana dönüëtürülür. Dünya edebiyat ndan örnekleri çoêaltmak mümkün: Mark Twain The Prince and the Pauper adl lme de uyarlanan roman n oyun olarak; J. D. Salinger Çavdar Tarlas nda Çocuklar’ bir öykü olarak; Jules Verne Seksen Günde Devri Alem’i oyun ëeklinde; George Sand Mauprat adl roman n öykü biçiminde; Philip Roth Portnoy’un Feryad adl roman n öykü türünde; Steinbeck Fareler ve ånsanlar’ tiyatro oyunu olarak ve Alice Munro “Postcard” adl öyküsünü bir roman biçiminde tasarlam ët r.

bir öykü olarak tasarlar. Hatta öykünün baël ê da yazar taraf ndan “Yirmi Sekiz” olarak konulur. Fakat bu tasar gerçekleëmez ve eser roman olarak yay mlan r. Nâz m Hikmet’in 1943’te Bursa Hapishanesi’nden Sabahattin Ali’ye gönderdiêi mektup dikkat çekicidir: “Kürk Mantolu Madonna, ben bu kitab hem sevdim hem k zd m. Evvela niçin k zd ê m söyleyeyim. Kitab n birinci k sm bir harikad r. Bu k sm n kendi yolunda inkiëaf yani bir küçük burjuva ailesinin içyüzünü tahlili öyle bir haëmetle geniëlemek istidad nda ki, insan buradan ikinci k sma geçerken, elinde olmayarak, yaz k olmuë, bu çok orijinal, çok mükemmel baëlang ç ve imkân boëuna harcanm ë, keëke bu baëlang ç harcanmasayd , diyor. Ben baëlang c okurken, yani Berlin’e kadar olan pasaj , senin benim anlad ê m manadaki realizmine hayran oldum. Beni dinlersen o baëlang c almak ve kahraman n ölümünü k saca tekrarlamak suretiyle o ailenin efrad ve eëhas n n hayatlar etraf nda bir ikinci cilt, ayr bir roman yapabilirsin, böylelikle de dinlemeye baëlad ê m z harikal musiki birdenbire kesilmië olmaz. Gelelim ikinci k sm na; o k s m, baël baë na bir büyük hikâye olarak güzeldir ve böyle bir tecrübe gerek senin için gerekse Türk edebiyat için laz md . Sen bu tecrübeyi baëar yla yapt n.”

YAZARIN ÖLÜMÜNDEN SONRA TÜR DEĀýþTýREN KýTAP

Türk edebiyat nda da benzer örnekler bulmak mümkün. En önemlisi ise kuëkusuz Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’s . Sevengül Sönmez’in Pertev Naili Boratav’dan aktard ê na göre, Sabahattin Ali, unutulmaz eserini önce

Murathan Mungan’ n Dört Kiéilik Bahçe adl eseri bu konuda ‘uç’ örneklerden. Zira yazar ayn malzemeyi üç farkl türde; radyo oyunu, lm senaryosu ve uzun hikâye ëeklinde yazarak yay mlar. Asl nda bu proje Mungan’ n yüksek lisans te-

12

Karakterlerin yazar s k ët rd ê anlar da vard r. Hatice Meryem’in önce beë-alt sayfal k bir öykü olarak tasarlad ê ånsan K s m K s m Yer Damar Damar adl eserinde yan karakterlerin devreye girmesiyle metin öyküye s êmaz ve romana dönüëür. Öyküyle roman n ekonomisinin baëka olduêunu söyleyen Cem Akaë’a Tekerleksiz Bisikletler adl öykü kitab için yap lan söyleëide ëöyle bir soru yöneltilir: “Bazen roman olmak için yola ç kan bir metnin yolculuêunu öykü olarak bitirdiêiniz oluyor mu?” Akaë ëöyle cevap verir: “Bu kitaptaki baz metinler (‘Eksiltilmië Duygular Kütüphanesi’ ve ‘Feniks’in Külleri’) benim roman niyetiyle yazmaya, notlar almaya koyulduêum metinlerdi. Borges’in taktiêine baëvurmak bana cazip göründü burada: çkisi de roman olarak en az 300 sayfay hak edecek projelerdi bunlar, üëendim; baëkalar n n çoktan yazm ë olduêu kitaplarm ë gibi yapmay ve onlar üzerine yazmay , onlardan parçalar almay yeêledim.” Tahsin Yücel ise bir söyleëisinde Sonuncu adl eserini baëlang çta bir öykü olarak tasarlad ê n ama zamanla metnin romana dönüëtüêünü söyler. Bizi ‘anlat ormanlar ’nda gezdiren yazarlar n yazma sürecinde yaëad klar karars zl klar, metnin evrildiêi haller elbette önemli. Fakat bu dönüëümler bize sunduklar metinlerin deêerini deêiëtirmeyecek. Hem Umberto Eco ne demiëti: “Her ne olursa olsun kurmaca yap tlar okumaktan vazgeçmeyeceêiz çünkü onlarda yaëam m za bir anlam verecek formülü aramaktay z. Sonuçta yaëam m z süresince, bize neden dünyaya geldiêimizi ve yaëad ê m z söyleyecek bir ‘ilk öykü’nün aray ë içindeyiz.”



KÝTAP ZAMANI

KAPAK

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

Hasan Ali Toptaü: Yine bir öyküye baüladêÿêmê sanêyordum… Yirmi üç y l önce, iëyerinde çal ë rken akl ma bir ëey geldiêinde hemen küçük bir kâê da not al rd m. Bu notlar çoêunlukla bir öykü çekirdeêi olurdu. Ya da o günlerde üzerinde çal ët ê m bir öyküde kuvvetli bir cümleye dönüëürdü. Bazen de ëiir olurdu. Bir gün ëöyle bir not yazd m iëyerinde: “Aynaya bakt kça dedeni göreceksin.” Bu cümle (yahut dize) daha sonra ilk roman m Sonsuzluèa Nokta’y doêurdu. O güne kadar hep öykü yazd ê m için, yine bir öyküye baëlad ê m san yordum, bakt m ki roman sanat na bulaëm ë m. Bunu fark edince metne öykücü gözüyle bakmaktan vazgeçtim tabii, ona romanc gözüyle bakmaya ve öyle yazmaya baëlad m. Benim yaëad ê m bir baëka örnek, Yaln zl klar. Onu yazarken hangi edebi türde yazd ê m hiç düëünmedim. Yay mlanacaê n da düëünmemiëtim zaten; yazmay b rakt m dediêim bir dönemde elime hâkim olamad ê m için, kendimi oyalamak amac yla yaz yordum. Yaln zl klar’ hangi türde adland rmak gerektiêini bugün de bilmiyorum; ëiir desen deêil, öykü desen deêil, roman hiç deêil. Bu nedenle Yaln zl klar’ n kapaê nda ve içinde türüne dair bir iëaret yoktur. Bu çok uç bir örnek tabii. Bence insan baëlarken bilmeyebilir ama bir süre sonra öykü mü yoksa roman m yazd ê n bilir ve metne o türün bilgisiyle bakmaya, öyle yol almaya baëlar.

Müge ýplikçi: Her zaman yol çatallanêr Buna benzer deneyimlerim oldu elbette! Örneêin Civan, bir öykü olarak kafamda ëekillendi ve sonra romana kayd . Yazd kça fark ettim... O kadar çok söylemek istediêim husus vard ki kurguyu uzatmam n daha iyi olacaê n , böylece kendimi daha hissedeceêimi anlad m. Üstelik o s rada baëka bir roman yazmaya soyunmuëtum! Dahas Civan’ yazarken baëka baëka öyküler de yazmaya baëlad m. Anlayacaê n z as l roman projem gerilerde kald ! Umar m art k kafam baëka yere kaymaz da tezgâh mda beni sab rla bekleyen bu roman bitirebilirim! K saca söylemek gerekirse yazmak yaëam n farkl bir boyutu. Benzeëirler. Her zaman yol çatallan r. Gidersiniz ya da gitmezsiniz. Tercih sizindir.

14

Beüir Ayvazoÿlu: Ateü Denizi’nde benzer bir macera yaüadêm Son kitab m olan Ateé Denizi’nde anlatt ê na benzer bir macera yaëad m. Baëlang çta niyetim, Tanburi Cemil Bey’in hayat n biyogra k roman tarz nda anlatmakt . Epeyce yazm ët m da... Proje, yazarken 1933 Üniversite Reformu’nda kadro d ë kalan ve içine düëtüêü derin bunal mdan kurtulmak için Cemil Bey’in hayat n araët ran bir Darülfünun hocas n n roman na dönüëtü. Eski musikinin bütün eêitim kurumlar ndan kovulduêu, radyolarda da icras n n yasakland ê y llar olduêu için bu araët rma bir yang ndan mal kaç rma maceras olarak ëekillendi. Bu da romanda yang n ve ateë metaforunun belirmesini saêlad . èeyh Galib ve Hüsn ü Aék, dolay s yla romana ismini veren ateë denizi metaforu, roman kahraman n n ismini de belirledi: Galip.

Murat Gülsoy: Neler yaüayacaÿêmê oluruna bêrakêyorum Çoêu zaman yazmak istediêim hikâyeyi ve onu yazacaê m biçimi önceden belirliyorum. Roman niyetiyle baëlay p öykü ya da baëka bir türde sonuçland rd ê m çal ëmam olmad . Ben bunu bir yolculuêa benzetiyorum. Örneêin çstanbul’dan çzmir’e gitmeye karar veriyorum, yani ne yazacaê m , sonunu, nereye varacaê n biliyorum; hatta hangi yoldan gideceêimi de seçiyorum. Uçakla k sa bir yolculuk mu yoksa uzun bir araba yolculuêu mu bunu da seçiyorum. Yani öykü mü roman m olacaê na da baëtan karar veriyorum. Yazmak istediêim hikâyeye, benim ruh durumuma göre deêiëiyor bu seçimler. Ama o yolculukta neler yaëayacaê m oluruna b rak yorum. Yan ma kimin oturacaê n , neler yaëanacaê n elbette bilemiyorum ve bu da yolculuêun zevkli k sm . Kurmaca yazmak k smen planlad ê m k smen de kendiliêinden yürüyen süreç.


KĂ?TAP ZAMANI

KAPAK

6 MAYIS 2013 PAZARTESĂ?

Yeni Nesil Dostlar... BOZKIRDA A Š.Š CENGÂVER

Behçet Çelik: Metin yazdĂŞkça Ăźeklini kazanĂŞr çoĂżu kez

BĂśylesi birkaç deneyimim oldu. Y llar Ăśnce RĂźya Sinemas adl bir kitap yazm ĂŤt m. Sineman n rĂźya ile olgusal ve meta ziksel iliĂŤkilerini tart ĂŤ yordu. Sonradan rĂźya sinemas n asl nda bir anlat olarak yazmam gerektiĂŞini dßÍßnerek ad n “P nar Sinemas â€? koyup uzun bir ĂśykĂź biçiminde yazd m. Dem roman da biraz bĂśyle geliĂŤti. Serbest bir dßÍßnce kitab olarak tasarlad ĂŞ m ĂŤeyi y llar sonra bir roman olarak yazd m. Hiç adl ĂśykĂź kitab ma ad n veren uzun hikâye de bĂśyle. Belgesel metni olarak baĂŤlad m, hikâyeye dĂśnßÍtĂź. Zaman zaman bĂśylesi tuhaf tecelliler oluyor.

15

312 SAYFA

ŠqŠ0Š='(1 %Š5 3(<*$0%(5 (a.s.m.)

256 SAYFA

$OODK 5HVXOđłQđQ KD\DWà VDGHOLÛL L�LQGH KDULNDOà Ûà KDULNDOà Ûà L�LQGH VDGHOLÛL EDUà QGà UDQ YH LNLVLQLQ GH UHQNOHUL ELUELULQL NDSDWPD\DQ FHQQHW HOELVHVL JLELGLU %X HOELVHQLQ KHU QDNąà QGDNL GHQJH ELU SXVXOD YD]LIHVL JÚUđU DUD\à ąWD RODQODU L�LQ ŠąWH EX QXUOX SXVXOD Š�LPL]GHQ %LU 3H\JDPEHUłGH \ÚQ YHUGLÛL KD\DWà Q EđWđQ DODQODUà \OD JÚ]OHU ÚQđQH VHULOPH\H �DOà ąà Oà \RU

5$ 0(1 Ĺƒ.XOOXN Ĺ UDĂ›PHQĹ‚ ROXUVD JÄ‘]HOGLU 0HYOD PXKDWDS ROPD\Ă QFD NXOXQ PXKDWDSOà Ûà QGDQ 0HYOD GRVW ROPD\Ă QFD PXKDWDEĂ Q GRVWOXĂ›XQGDQ 0HYOD PDÄ…XN ROPD\Ă QFD à ąà Ûà Q DÄ…NĂ QGDQ KLĂ?ELU Ä…H\ ROPD] 2QXQ LĂ?LQ 5DKPDQ VHYHUVH JÄ‘]HO ROXU 5DKPDQ GLOHUVH JÄ‘]HO ROXU 5DKPDQ KLGD\HW HGHUVH KHUÄ…H\ Ă?RN JÄ‘]HO ROXU Ĺ„ %X HVHU WDVDYYXIĂŁ VRKEHW YH PXKDEEHW Ä‘VOXEX LĂ?HULVLQGH NXOOXĂ›X ĹƒUDĂ›PHQĹ„ \DÄ…D\DELOPHQLQ YH +DNĹ‚WD HEHG RODELOPHQLQ \ROODUĂ QĂ DQODWĂ \RU

9 AY 99 ESMA +HU KD\DW EDąOà EDąà QD ELU PXFL]HGLU +HU \HQL KD\DWOD JÚ]OH JÚUđOPH] Nđ�đFđN ELU KđFUH DGà P DGà P ELUELUL\OH X\XPOX SHN �RN à ]à Và \OD YDUHGLOLU 9H Nđ�đN RODQ LQVDQ GD EÚ\OH ROXąXU $\ (VPD EX \DUDWà Oà ą PXFL]HVLQH ąDKLWOLN HWWLÛLPL] KDPLOHOLN VđUHFLQH HVPà L KđVQà SHQFHUHVLQGHQ EDNPD\D �DÛà Uà \RU EL]L 9H EX D\GD HVPà L KđVQà \D XODąWà UDQ ELU \ROX JÚVWHUL\RU EL]H .LWDEà RNXGXÛXQX]GD VL] GH \DUDWà Oà ąà Q KHU ELU DQà QGD IDUNOà ELU HVPà Qà Q WHFHOOL\DWà Qà IDUN HGHFHNVLQL]

0212 551 32 25

facebook.com/nesilyayinlari

nesilyayinlari.com

twitter.com/nesilyayinlari

176 SAYFA

Sadêk Yalsêzuçanlar: Belgesel metni olarak baßladêm, hikâyeye dÜnßßtß

ŠVOĂ PĹ‚Ă VHĂ?HQ YH LQDQFĂ XĂ›UXQD &HQGĹ‚H JĂšĂ? HGHQ ELU ĂšQGHU 6HOĂ?XN %H\Ä˝ 6HOĂ?XN %H\ LOH ELUOLNWH ŠVOĂ PĹ‚Ă VHĂ?HQ .Ă QĂ N %R\XĹ‚QD NDUÄ…Ă <DEJXODUĂ Q X]XQ \Ă OODU VÄ‘UHFHN PÄ‘FDGHOHOHULÄ˝ %R]NĂ UGD ŠNL &HQJĂ YHU 7XĂ›UXO YH qDĂ›UĂ %H\ WDULKH DGĂ QĂ VLOLQPH] KDUÄ HUOH \D]GĂ UPĂ Ä… 6HOĂ?XNOXODUĂ Q NXUXOXÄ… Ăš\NÄ‘VÄ‘QÄ‘ YH GHVWDQVĂ LQDQĂ? PÄ‘FDGHOHVLQL DQODWĂ \RUÄ˝

288 SAYFA

Benim baÍ ma bÜyle bir Íey gelmedi. Yazd ê m romanlar n her ikisine de, tamamlayabilirsem roman olacaê n dßÍßnerek baÍlam Ít m. Kafamda oluÍan kurgu ve karakterler için Üykßnßn yetmeyeceêini dßÍßnerek kalk Ít m roman yazmaya. Bundan sonra yine Üyle olur, diyemem ama. Her edebi metnin Üzelinde bir yan t var bu sorunun. Genel bir Íey sÜylemek doêru olmaz. BaÍtan her Íeyin kurgulan p hesaplanarak yaz ld ê n sanm yorum edebi metinlerin -bÜyle yapanlar da vard r elbette- ama inan yorum ki metin yazd kça Íeklini kazan r çoêu kez. Metnin yaz lm Í k s mlar devam n da belirlemeye baÍlar bir zaman sonra. Yazma uêraÍ n n benim için en heyecan veren yan , yazd ê m s rada, yarat m sßrecinde yaÍad klar md r. Metin ummad ê m yerlere gitmeye baÍlad ê nda, her Íey denetimimde san rken hiç de Üyle olmad ê n fark ettikçe, kendimi yazmaya oturduêumda akl mda olmayan Íeyleri yazarken buldukça yazma uêraÍ bambaÍka bir boyut kazan yor. Hal bÜyleyken metnin tßrßnßn de baÍta tasarlanan n d Í na ç k p deêiÍmesi kaç n lmaz olabilir.

78 58/ VE q$ 5, %(<


DENEME

KÝTAP ZAMANI

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

‘Mesleþimiz hüzündür’ Hüzün ve Ben adlç son deneme kitabç bir anlamda Hilmi Yavuz’un hüzün tarihi. üair, kitapta kendini ve hüznünü inýa eden insanlarç, mekânlarç, yaýantçlarç hatçrlçyor ve geçip geldiþi kederli yollarçn haritasçnç seriyor önümüze. HÜZÜN VE BEN, HýLMý YAVUZ, TýMAþ YAYINLARI, 240 SAYFA, 14,50 TL

ehçet Necatigil, yan lm yorsam Selim çleri’ye verdiêi bir söyleëide, “Bizim en büyük sevincimizde bile biraz keder gizli olmal d r.” demiëti, “Bende her hüzün sevinçle kar ë kt r ve her sevinç hüzünle...” Böyle yaëamak, en büyük sevinçlerin bile ortas nda, birden kederlere bulan vermek, yaln z hüznü tabiat edinmië insanlara mahsus olmal d r. Sezai Karakoç, ilkgençlik y llar ndan söz açarken, “Hüzün bende bir tabiat haline geldi.” diyordu. çnsan, hüzünle mi doêar yoksa sonradan m onun yaêmuruna tutulur, bundan emin deêilim. Emin olduêum, yeryüzünde bir ‘hüzün cemaati’nin varl ê . Onlar ki, ancak kendilerinden birini bulduklar nda mesut olur ve üzerlerinde ödünç bir giysi gibi taë d klar dünya hayat n küçük bahtiyarl klarla çekilir k lmaya çal ë rlar. Nereden mi biliyorum bunu? Bir süre aralar nda bulundum da oradan! Bugün hüznün itibarl bir meslek olduêunu söyleyebilir miyiz? Bu, pek mümkün görünmüyor. Çaê m z çak rkeyi erin, gününü gün edenlerin çaê . Hüzünlü adam, genelgeçer deêerlere itibar etmediêinden ezeli bir muhalif ve oyunbozand r ayn zamanda. Bu yüzden istenen, sevilen biri olma ihtimali yoktur onun. Yaln z bugünün muteber ve hâkim zihniyeti deêil, Montaigne de pek hazzetmiyordu hüzünden. Hatta Stoac lar’ n hüznü her zaman alçak ve bayaê kabul ederek yandaëlar n onu hissetmekten men ettiklerini yazm ët . Bir duyguyu yasaklamak!.. Bu mümkün müdür? Stoac lar, kimi akëamlar mesela, yeryüzünde kendilerini yapayaln z hissetmezler miydi? Uzak hat ralar , eski sevgilileri, çocukluêun bol güneëli günlerini hat rlay p iç geçirmemiëler midir? Kimileri kendilerine yasak etse ve pek çoklar böbürlenip yukar dan baksa da nas l olmuëtur bilinmez, Hilmi Yavuz, Türkçede bu kavram sevdirmeyi, benimsetmeyi baëarm ët r. Neredeyse hüzün üzerine yaz lm ë her yaz n n, yap lm ë her konuëman n ‘motto’su haline gelmië bir dizenin sahibi olarak ‘hüzün ëairi’ diye an l r olmuëtur. Bundan rahats z olduêunu sanmam, fakat bir yerde, aç kl k getirme ihtiyac duyar ve ëöyle der: “Bir ëiirimde, ‘hüzün ki en çok yak ëand r bize’ diye yazm ët m, ad m o günden bu yana ‘hüzün ëairi’ne ç kt . Yanl ë anlaë lmak istemem, benimki sa-

dece bir saptama… Bizim kültürümüz bir ‘hüzün kültürü’dür; hüzün sanki kimliêimizin ‘olmazsa olmaz’ bir parças d r, demek istemiëtim ben.” Hüzün ve Ben adl deneme kitab , bir anlamda Hilmi Yavuz’un hüzün tarihi. Son sözü erkenden söylemekte sak nca yok: Hüzün ve Ben yay mlanm ë olmasayd , hem okurun zihnindeki Hilmi Yavuz portresi hem de yazar n art k bir kitapl k oluëturan deneme külliyat eksik kal rd . Hüzün ve Ben ‘bir insan olarak Hilmi Yavuz’u getiriyor okurun önüne. èair, yedi bölüme ay rd ê kitapta kendini ve hüznünü inëa eden insanlar , mekânlar , yaëant lar hat rl yor ve geçip geldiêi kederli yollar n haritas n seriyor önümüze. Bir hat rlay ëlar kitab Hüzün ve Ben. An lar, mekânlar ve dostluklar kitab . çlk deneme “Annemi Düëünmek”; lirizmin ve hüzünlerin kaynaê ‘anne’… “Yaë Yetmië Beë, Yolun Neresi Eder?” ile bitiyor kitap, gitgide incelen defterin sayfalar n , “orada, güneë sar s diriminde alt n varaklara yaz lm ë günler”i anarak…

FOTOüRAF: ZAMAN, SELAHATTÿN SEVÿ

B

ALÛ ÇOLAK

HÜZÜN, KARDEþ KADAR YAKIN

arkadaël klar n hat ras belleêin bahçelerinden gülümserken, hüzün ince yaêmurlar gibi metinlere kar ë yor. Hilmi Yavuz, hüznü ve lezzeti okuruna geçirebilme ustas ... Ceviz Sand ktaki An lar’dan, Geçmié Yaz Defterleri’nden, Bulan k Defterler’den ve ëiirlerinden biliyoruz bunu. Hüzün bir aëinal k oluyor yazarla okur aras nda. Ondaki hüzün, insan p s r kl êa iten kara bir duygu deêil; içinde daima ‘tiryak’ n da bar nd ran, iyileëtirici, rindane bir tav rla bütünleëen bir duygudur. Özünde var olan hüznü sevince, bir çeëit bahtiyarl êa dönüëtürmeyi hocas Necatigil’den öêrenmië olmal d r Hilmi Yavuz. Onun hüzün ustalar Rilke, Necatigil ve “Sebepsiz hüzün hocamd ” diyen Âsaf Halet’tir. Fakat onlar, hüznün kaynaê deêil, dönüëtürücüsü olabilir. Varoluëtan, kendi maceras ndan gelir Yavuz’un hüznü. Rilke lirik bir dile tercüme ederken, Necatigil ondaki hüznün yönünü sevince doêru bükmüëtür. Ad Hüzün ve Ben olan bir kitapta Rilke ve Necatigil’den bunca söz edië sebepsiz deêildir.

DENEME GÜLÜMSETMELý OKURU

“Biz, hüzünlü bir toplumuz.” diye baël yor, kitaba ad n veren “Hüzün ve Ben” adl deneme. Evet, biz hüzünlü bir toplumuz; zira bir hadis-i ëerifte, “Allah, kalbi hüzün içinde olan tüm kullar n sever.” buyrulmuëtur. Hazreti Peygamber’in her an düëünceli ve devaml surette hüzünlü olduêu rivayet edilir. Kuéeyri Risalesi’nde yazd ê na göre, büyük mutasavv ar “Her ëeyin bir zekât vard r, düëüncenin zekât ise uzun uzun hüzünlenmektir.” derlermië. Hüznün fazilet say ld ê bir toplumun içine doêan ve ehl-i tarik bir annenin susarak büyüttüêü Hilmi Yavuz için hüzün, bir kardeë kadar yak n olmal yd , evet, kimliêinin ayr lmaz bir parças ! Hüzün ve Ben’deki denemelerde, o ‘ayr lmaz parça’n n kaynaklar na iniyoruz. çëte, diyor yazar, benim geçip geldiêim kederli yollar… Anlay n, Hilmi Yavuz, niçin ve nas l hüzünlü bir adam olup ç km ët r! çkinci Cihan Harbi’nin uêultular duyulan o mahrumiyet y llar nda, Anadolu’nun bir ëehrinden baëkas na göçerken ‘tarifsiz kederler içinde’… Oradan oraya taë nmalar, ayr l klar ve yollar! Hüzün ve Ben bir yolculuklar ve mekânlar kitab ayn zamanda. Hilmi Yavuz, belleêin bahçesine indikçe eski yazlar , ilkokullar n , ortaokullar n , çocukluk aëklar n hat rl yor. Son-

Hilmi Yavuz

ra Hoca’y , hâlâ eski talebelerini eêitmeye devam eden Necatigil’i ve ‘varl ê n n evi’ndeki Rilke’yi. Sonra mekânlar. Hayat n ilk idrak edildiêi Orhangazi… Sonra Terme, Çarëamba, èebinkarahisar… Unutulmaz ramazan günleri, “ruhaniyet ve hazz n birlikte yaëanabildiêi bir çocukluk!” Uçurtma günleri, lokum günleri, telefon günleri… Ve gençliêin alaca ëafaê nda ‘o beyaz kent’, Siirt! Benzersiz olan, 1940’lardan, 50’lerden bunca ismin, mekân n, o mekânlara sinmië kokular n, baz günlük hayat sahnelerinin kusursuz hat rlan ë . En ac olaylar n, en kederli anlar n bile ironiyle, nükteyle ve zarif bir gülümseyiële hat rlan p yaz ya geçiriliëi. Sözü ëiirin içinden yürüterek ve daima ëiirle birlikte yol alarak... Ve ancak usta bir denemecinin yapabileceêi gibi, metni yanlara doêru yayarak, felsefeden, tarihten, edebiyattan k vam nda lezzetlerle pekiëtirerek, çoêaltarak, güncelleyerek… Hilmi Yavuz’un alâmet-i farikas , her zaman iëlek bir ‘bellek’. Hüznün bunca derin oluëu, o güçlü ve zalim belleêin bir intikam d r belki de, kimbilir? Bütün bunlar n, o ruhaniyetli çocukluêun, hazlarla dolu gençliêin, yolculuklar n,

16

Virginia Woolf -ruhuna selam olsun- dilimize yenice çevrilen Bir Okur Olarak adl kitab nda, “Denemenin esas ilkesi gayet nettir: Deneme keyif vermelidir. Denemeyi raftan ald ê m zda bizi harekete geçiren arzu sadece keyif almakt r. Bir denemedeki her ëey bu maksatla kontrol alt na al nmal d r. Deneme daha ilk kelimeden bizi büyülemeli ve bizler ancak en son kelimesinde tazelenmië olarak uyanmal y z…” der. Hilmi Yavuz’un denemede yapt ê tam da budur: Büyülemek! çlk cümleden itibaren bir büyünün tesiri alt nda yol alan okur, son kelimeye geldiêinde uyan r ve denemeden ‘kalbinde bir sevinçle’ ayr l r. Bunda, elbette yazar n denemeyi ‘gülen düëünce’ olarak görmesinin pay var. “Deneme gülümsetmeli okuru,” demiëti bir yerde, “gülmesini bilmeyen okurlar, okumas n denemelerimi...” Hilmi Yavuz, Kabataë Lisesi’nde okurken Necatigil’den ve onun k lavuzluêunda Rilke’den hayat n nas l ëiire dönüëtürüldüêünü öêrenmiëti. Okur da onun yazd klar ndan, hayat n nas l denemeye dönüëtürüldüêünü öêrenir. Hayat n ve hüznün… Çünkü “yap lacak hiçbir ëey kalmad ê nda, bu dünyaya katlanman n büyülü yollar ndan biridir hüzün. Bir muhalefettir.” Ne diyordu bir ëiirinde: “Yüzüme bak, hüzüne bakm ë olursun”



ORTADOäU

KÝTAP ZAMANI

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

Ayaklanmalar devrime dönüüecek mi? Tarçk Ramazan Arap Uyançýç’nçn Suriye’yi karçýtçrmaya baýladçþç bir dönemde yayçmlanan ûslam ve Arap Uyançýç adlç kitabçnda, ayaklanmalarçn henüz bir devrime dönüýmediþinin altçnç çiziyor. Düýünür sosyal, siyasi, kültürel ve dinî boyutlarçyla topyekûn bir deþiýim için muhalif gençlerin ûslami kaynaklarç kullanmalarç gerektiþi görüýünde. ýSLAM VE ARAP UYANIþI, TARIK RAMAZAN, ÇEV. MEHTAP IþIK, AÇILIM KýTAP, 224 SAYFA, 17,50 TL

sviçre doêumlu, M s r as ll bir ayd n Tar k Ramazan. Kimliêi bir taraftan dedesi Hasan el-Benna’n n bar ëç l Müslüman Kardeëler ideolojisiyle, diêer taraftan Nietzsche üzerine doktoras n yapt ê Frankofon Cenevre Üniversitesi’nin saêlad ê felse tart ëmalar ortam nda ëekillendi. Eserlerinde çslam dünyas n d ëar dan izleyen “bizden biri” olmay baëard hep. Bu sayede gerek Bat l okurlara, gerekse çslam dünyas nda bir ëeylerin yanl ë gittiêine inanan genç ArapMüslüman kitlelere hitap edebildi. åslam ve Arap Uyan é , Ramazan’ n kendi benliêinde kurduêu bu sentezin bir ürünü: Eserin ilk yar s nda Bat l metotlarla çslami ëark inceliyor, ikinci yar s nda ise bir ArapMüslüman olarak Arap Uyan ë ’na baëar n n yolunu gösteren bir ideoloêa dönüëüyor. Kitab n ilk iki bölümü “Ne oldu?” sorusunu cevaplarken, ikinci iki bölüm “èimdi ne yap lmal ?” sorusuna yoêunlaë yor böylelikle…

NE OLDU? çhtiyatl bir iyimser olarak Ramazan, Arap Uyan ë ’na duygu galeyan ile temeli olmayan ëüpheciliêin aë r l ê ndan uzak bir bak ë geliëtirmeye çal ë r. Ayaklanmalar n tamamen iç dinamiklerle gerçekleëmemië olduêunu, özellikle siber-muhali erin sosyal medya üzerinden örgütlenme konusunda Bat l güçler taraf ndan eêitildiklerini kabul eder ama yine de ayaklanmalar n güçlü yerli kaynaklar n n inkâr edilmesinin hata olacaê n söyler. “Ayaklanmalar smarlama m ?” baël kl birinci bölüm bu soru ile ilgilenir ve kaç n lmaz bir sürecin kontrol edilip yönlendirilmesi gayretiyle tümden Bat l lar taraf ndan kurgulanmas aras ndaki fark ortaya koymaya çal ë r. Ramazan, Bat l ülkelerin yönlendirme gayretlerinden memnun deêildir elbette: “çster diktatör ister çslamc olsun, Bat l devletlerin en iyi dostu ç karlar na en iyi hizmet edendir.” der ve Amerika’n n en iyi ihtimalle gözetimli demokrasilerin kurulmas na izin vereceêini iddia eder.

“çhtiyatl çyimserlik” baël ê alt nda Ramazan, pasif halk ayaklanmalar n n nas l olup da diktatörleri devirebildiêiyle ilgilenir. Kitab n bu ikinci bölümü Suriye’de olaylar n baëlamas ndan hemen sonra yaz lm ë olduêundan, yazar Suriye’de yaëanan dramdan daha ziyade devrim sonras nda ülkenin yönetilebilirliêiyle alâkal endiëelerini dile getirir. Kitab n en büyük eksiêi, biraz da böyle erken bir dönemde yay mlanm ë olmas . Birinci bölümde siber-muhali erin ald ê örgütlenme eêitiminin belirleyici deêil, kolaylaët r c olduêunu söyleyen Ramazan, bu bölümde ayaklanmalar n baëar s z olduêu Bahreyn ve diêer petrol krall klar nda yaëayan gençlerin söz konusu eêitimi almam ë olduklar ndan bahsederek kendisiyle çeliëiyor.

FOTOüRAF: CÿHAN, ERTUüRUL KOSTERELÿ

á

KERÛM BALCI

þýMDý NE YAPMALI? Kitab n geri kalan k sm ndan baê ms z olarak da okunabilecek olan “çslam, çslamc l k, laikleëme” baël kl üçüncü bölümde Türkiye’de yak n geçmiëte yaëanm ë çslamc l ê n ölümü tart ëmas çok daha derin bir analitik bak ë aç s yla ve bütün Arap dünyas n da kapsayacak ëekilde elden geçirilir. çslamc l k sonras bir dönemde yaëad ê m z konusunda Olivier Roy’un gözlemini destekler Ramazan, ama eklemeden edemez: “çslam’la iëimiz bittiêi anlam na gelmiyor bu.” Ramazan, Arap Uyan ë ’n gerçek bir devrime dönüëtürebnilecek dinî ve kültürel malzemenin çslami kaynakta bulunduêuna inan r çünkü. Yazar kitab n n bu bölümünde olgular olduklar gibi incelemeyi b rak r ve nas l olmalar gerektiêiyle ilgilenen bir ideoloêa dönüëür. Bu çerçevede çslam’la birlikte yaëayabilecek bir laiklik modeli geliëtirmeye çal ëan Ramazan, Türkiye modelini de inceler ve “bir amaçtan ziyade araç olarak görülmesi” kayd yla bu modelden dersler ç kar labileceêini söyler. “çslami Kaynak” adl dördüncü bölümde Ramazan’ ilgilendiren konu diktatörleri devirirken ihtiyaç duyulmayan aidiyet duygusu, hayata yüklenen anlam, anti-emperyalizmin hakikaten mevye verecek bir versiyonu, ekonomik alternati er gibi çözümler üretebilecek bir sistemdir.

Tar k Ramazan

Ramazan bunu çslam’da bulur. Bu çerçevede yazar, ëeriat ve cihat kavramlar n yeniden tan mlar ve ëeriat n haysiyet, adalet, özgürlük ve dinî, siyasi ve kültürel çoêulculuk gibi ulvi amaçlara bürünerek yükseleceêinin, cihad n ise rkç l k, yozlaëma ve diktatörlüêe karë direniëin adresi olduêunun alt n çizer. Ramazan’a göre siber-muhali er art k bir yol ayr m ndad r. Rejimi y km ë olabilirler, ama ëimdi var olan ve hepsi krizdeki sistemlerden birini yeniden mi üretecekler yoksa “kendilerinden, tarihlerinden, halk n umutlar ndan baëlayarak yeni bir ëeyler ortaya koymak için kapasite ve araç m geliëtirecekler?” Geliëtirilmesi gereken kapasite ve araç-

18

lar dört alanda yoêunlaëmal d r Ramazan’a göre: Eêitim, ië piyasas na ad m atan gençlere k lavuzluk, kad nlar n özerklik haklar n n gerçekleëtirilmesi ve toplumu içerden çökerten salg n halindeki yoksulluêa ve yozlaëmaya karë kampanyalar. Tart ëma en sonunda gelip Filistin meselesine dayan r ve bu çat ëmaya bir çözüm bulunamad ê takdirde Arap dünyas n n demokrasiye doêru gerçekten evrilmesinin mümkün olmayacaê iddias yla tamamlan r. Yazar bu konuda da fazlas yla iyimser, Avrupa ve ABD’nin çsrail’in sald rgan politikalar na sonsuz destek vermelerinin kendileri için de zararl olduêunu anlayacaklar n düëünüyor. Ona göre çsrail’in günleri say l .


ROMAN

KÝTAP ZAMANI

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

ýairin peüine düümek Prof. Cihan Okuyucu, Sütun Yayçnlarç’ndan ççkan Nâbî: Mütefekkir Bir üairin Romanç’nda, 17. yüzyçlçn büyük ýairini ve dönemin ruhunu roman türünün sçnçrlarç içinde kalarak anlatmayç deniyor. NÂBÎ: MÜTEFEKKýR BýR þAýRýN ROMANI, CýHAN OKUYUCU, SÜTUN YAYINLARI, 200 SAYFA, 10 TL

C

NÛHAT DAßLI

ihan Okuyucu’nun Sütun Yay nlar ’ndan ç kan Nâbî: Mütefekkir Bir æairin Roman adl kitab n okurken içimde(n) kurulan cümle ëu oldu: Bir ëairin peëine düëmek… Bir ëairin peëine düëmeyi, yaëan lan zaman ve olan , geride b rak lan ëiirden okumak ëeklinde anl yorum. èairin ëiirinden dönemin fotoêraf n ve ruhunu çözmek; ëiirin varoluësal bir dil olmas n n ötesinde belgesel bir hüviyet edinmesi… Cihan Hoca da kitab n giriëinde peëine düëtüêü ëairin/ ëiirin bu hususiyetine vurgu yap yor: “Nabi kimdir sorusuna, klasik edebiyat m zda ismi ilk elde hat rlanan beë-alt bahtiyar ëairden biri, diye cevap verebiliriz. O, Nef’i ile birlikte 17. yüzy l edebiyat n n en tan nm ë ismi ve takipçileriyle ekol olmuë bir büyük ëair. Fakat onun önemi sadece sanat kudretinden gelmiyor. Nabi, eserleriyle yaëad ê çaê n tan ê ve aynas . Bu bak mdan onun ëiirleri 17. yüzy l üzerinde araët rma yapanlar için ciddi birer belge olarak kabul edilmië ve iktisattan sosyolojiye kadar birçok alandaki araët rmalara konu teëkil etmië. Zira genel olarak Osmanl ëiiri, özelde de Nabi bir tarihçinin asla dikkat etmediêi ‘iç tarih’i bize verir. çç tarihi; yani duyan, düëünen, ac çeken gündelik insan n hayat ve realite karë s nda tak nd ê tavr .”

NABý’NýN TAVSýYESý Mâlum, ortal kta öêretmen havalar nda çok kurum ve organizasyon var. Her durumda baëar l olman n/kazanman n türlü yollar n iëaretleyen öêretmen kurumlar… Ki bunlar bugünün meselesi de deêil, her dem mevcudiyetlerini sürdürmüëler. 17. yüzy l Osmanl idari ve içtimai yap s nda da ayn ëey geçerli olmuë ki, ëair Nabi Hayriye’sinde oêluna ëu mealde bir tavsiyede bulunur: “En iyisi kendine saêlam kitaplar mürëit edinmen.” Nabi’nin oêluna tavsiyesi üzerinde düëündüêüm akëam, ëair/ëiir ile öêretmen/okulun k yasland ê bir rüyada buldum kendimi. K yasta ëu fark n alt çiziliyordu: èair ve ëiir hakikatli olman n ehemmiyetine iëaretken, öêretmen ve okul her durumda baëar l olman n gerekliliêi demektir. Hakikatin talibi olmak ilkenin alt n çizerken, baëar l olmay öncelemek ise faydac -

l êa önem verir. èairlerin peëinden gitmek, b rak lan ëiirin izinden bakmak/ görmek, en iyisidir. Cihan Hoca’n n kitab nda da bu yap l yor. Nabi, 1642’de Osmanl ’n n taëras nda bir ëehirde, Hazreti çbrahim’in hat ralar na sar nm ë Urfa’da doêar. èehrin irfan içinde geliëen ëair ve ëiiri bir süre sonra çstanbul’a, merkeze akar. Taëran n ëaire ve ëiire dar gelmesi kadim bir meseleymië demek ki. çki taëral n n, Nef’i ve Nabi’nin çstanbul’un ëiirdeki tekelini k rabildiêini söyler Ziya Paëa. Dönemin ëiirindeki etkisi o kadar parlakt r ki, çok geçmeden Nabi ‘iktidar’ n dikkatini çeker, talti e karë lan r. O art k Musahib Mustafa Paëa’n n yak n ndad r. Bu yak nl k içinde hac yolculuêuna ç kar. 1678’in May s ay nda; Üsküdar, çznik, Eskiëehir, Konya, Halep, Urfa, èam, Kudüs, M s r hatt n takip ederek Mekke’ye var r. Bu hatta Eërefoêlu Rumi, Nasreddin Hoca, Hazreti Mevlana, Sadrettin Konevi, Beyaz d- Bistami, Muhyiddin-i Arabi, Mescid-i Aksa ziyaret edilir.

þýýR VE ZAMANIN RUHU çstanbul’dan Mekke’ye var ë ve oradan çstanbul’a dönüë yaklaë k 10 ay sürer. Ziyaret edilen her bir yer, hissedilen her bir ëey Nabi’nin ëiirinde yer bulur. 36 yaë nda büyük bir ëair olarak kabul gören Nabi, Musahib Mustafa Paëa’n n himayesinde devlet görevinde bulunur. 17. yüzy l Osmanl idari yap s na ve dönemin toplum hayat na tan kl ê içinde Hayriye’sini yazar. Özetle, “Hayri ne yaps n?” sorusuna cevap verilir bu ëiirde. èiir zaman n ruhunu deëifre eder; dönemin idari ve içtimai yap s na ayna olur. èairin iktidar, patron, erk karë s nda konumlan ë ; insanl k durumlar ve ëiirin hassasiyeti aras nda yaëanan gerilim kendini aç êa vurur. çstanbul, idari ve içtimai yap kaotik bir hal ald ê ndan, ëair Nabi, hac yolculuêunda görüp sevdiêi Halep’te gözlerden uzak bir hayata talip olur. Burada uzun süre kald ktan sonra çstanbul’a döner. çki y l sonra, 1712’de vefat eder. Nabi sadece ëair ve ëiir demek deêil, ëairin insanl k durumlar yla ve ëiirin iktidarla iliëkisi de demektir. Cihan Okuyucu, bir tarih ve sosyoloji okumas na imkân veren böylesi bir ëairi ve ëiirini kitab n n merkezine oturtuyor. Roman formu içinde dönemin ruhuna bak yor.

19


ARAâTIRMA

KÝTAP ZAMANI

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

Deliliþin gizemli tarihi Michael W. Dols, Mecnun adlç kapsamlç kitabçnda ortaçaþ ûslam toplumlarçnda delilik kavramçnç inceliyor. Rahat anlatçmç, ilginç anekdotlarç ve zengin kaynakçasçyla önemli ve nitelikli bir çalçýma Mecnun. MECNUN, MICHAEL W. DOLS, ÇEV.: DýDEM GAMZE DýNÇ, PýNHAN YAYINCILIK, 656 SAYFA, 35 TL

H

TURAN KARATAÜ

ep söylüyoruz, birçok alanda Bat l lar bizi bizden daha iyi biliyor. Neden? Büyük emek ve paralar harcayarak kapsaml , ciddi araët rmalar yap yorlar da ondan. Michael W. Dols’un geçtiêimiz günlerde yay mlanan Mecnun isimli kitab tam da böyle bir çal ëma. “Ortaçaê çslam Toplumunda Deli” alt baël ê n taë yan kitab Didem Gamze Dinç Türkçeye kazand rm ë. Hemen söyleyeceêim, bilgi ve öykü dolu araët rma. Buram buram tarih ve insan kokuyor. Bu nedenle hem bilimsel bir inceleme gibi hem de tarihî öykücükler kitab gibi okunabilir. Ne var, üç beë günde, bir ç rp da okunacak bir kitap deêil Mecnun; peyderpey, k s m k s m okunabilir. Çal ëman n temel amac , yazar n deyiëiyle, “konuyu tarihsel baêlama oturtabilmek ve deliliêin birbirinden kopuk t bbî, dinî ve hukukî kavramlar halinde sunulmas n saêlamak.”

MÜSLÜMAN TOPLUMLARDA DELýLýK Yazar, çal ëmas nda çslam toplumlar nda ortaçaê boyunca deliliêin anlam n inceliyor. Daha yerinde bir deyiële, deliliêin “kutsal ve profan” düzlemde al mlanmas , tedavisi, yasal konumu, delinin çeëitli edebi portreleri ve deliye karë gösterilen toplumsal müsamaha yahut tepki kaynaklar elverdiêince anlat lm ë. Alçakgönüllülükle, çal ëmas n n “hiçbir ëekilde kesinlik gibi bir iddia” taë mad ê n söyleyen yazar, elimizdeki kitab n “uzun bir toplumsal tarih denemesi” olduêunu belirtiyor. Bir bak ma hakl . Kitab elime almadan böylesine netameli, nicelik bak m ndan belirsiz bir konunun bu kadar sade ve rahat anlat labileceêini düëünemezdim. Hâlâ çok karmaë k ve kendine özgü bir olgu olan delilik, genel hatlar yla “belirli bir zamanda belirli bir yerdeki sosyal grubun anormal ya da hayli olaêand ë gördüêü srarc davran ë türü” olarak tan mlan yor. T bbî nedenleri uzun uzun anlat lm ë. Bu bahiste yazar, büyük çslam lozofu çbni Sina’n n (ö. 1037) görüëlerine geniëçe yer veriyor. Deliliêin onlarca t bbî nedeni say lm ë. Beni ëaë rtan, alkolizmin de deliliêe yol açabildiêi bilgisi oldu. Aklî denge için bir tehdit unsuru olan alkolün,

Leyla ve Mecnun’un Bay lmas

Müslüman toplumlarda yasaklanmas n “oldukça önemli” buluyor yazar. Kenevirin, haëhaë n bütün hastal klar n anas olduêu vurgusundan sonra, bahisle ilgili Franz Rosenhalt’tan yap lan al nt ak llara ziyan. Merak edenler, kitab n 144. sayfas na bakabilir.

lar hastan n sevdiêi kad n n k l ê na bürünüp onun ziksel özelliklerine uygun olarak vücutlar n n belirli k s mlar n hayâs zca ifëa eder ve bu kad n gülünç duruma düëürürler.” (s. 118) Kitapta as l deliliêi tedavi etmek için yap lan giriëimler, uygulanan yöntemler dikkate deêer. Bu giriëimler üç büyük kümede toplan yor: T p, din, büyü. Asl nda, El-Mansurî’ye sorarsan z, veba ve yaël l k gibi deliliêin de tedavisi yok. Bu görüë toptanc ve eskimië gibi görülse de, Michael W. Dols da benimsemië olmal , “Delinin Tedavisi” baël ê n n alt na al nl k olarak koymuë. Her ëeye raêmen geçmië dünyan n tedavi biçimleri anlat lmak durumundad r. Çünkü kitab n en cazip bölümü buras . Bu sayfalarda Ortaçaê çslam toplumlar nda delilerin hastanelerde tedavilerine dair çeëit çeëit hikâyeler aktar l yor. Bir taraf yla kitap bin y l evvelinin toplum ve insan manzaralar yla dolu bir seçkiye benziyor. Sözgelimi, 953 y l nda tedavi için hastaneye kapat lm ë, zaman zaman zincire vurulmuë, ëükür ki sonunda saêl ê na kavuëmuë Hasan’ n sayr l k günlerinde yazd ê ëiirleri okuyoruz: “Ne endiéem biter, ne söner ac m,/ Saadet gelmek bilmez, dinmez gözyaé m/ æikâyetim Tanr yad r çektièim ac lardan,/ O bilir ki ben bîhaberim derdimin devas ndan.” (s. 158) Bilimsel araët rma özelliêinin yan nda bu türden “ilginç” öykücükler kitab n tad n art rm ë. Hastal ê n tedavisi için, “Bir Müslü-

DELýLER VE KARASEVDA Deliliêin nedenleri aras nda melankoli ve karasevda da var. Toplumsal yaëay ë m z n görünür alanlar nda karasevda

gürlerine çoêumuz rastlam ë zd r. Kültürel haf zam zda bu türden hikâyeler çoktur. Benim de akl mdan ç kmayan bir öykücük var: Çocukluêumda, karasevda olduêu söylenen bir uzak akrabam z hat rl yorum. Bugün yaëasa ve televizyoncularca keëfedilse mutlaka dizilerde oynat lacak kadar görkemli, yak ë kl yd . Köyden bir k zcaê za tutulmuë, k z baëkas yla evlenince Kaya’ya olanlar olmuë. çlk zamanlar zarars z görülen davran ëlar , giderek çevreyi tedirgin etmeye baëlad . Babas n n zincire vurur gibi Kaya’y baêlad ê n duyar ve gider gizli gizli bakard k. Çok yaëamad Kaya. Karasevdaya tutulmuë kiëiyi tedavi etmenin en kestirme, belki de tek yolu sevdiêiyle evlendirmek derlerdi. Dols’un kitab nda baëka yollar da anlat lm ë: “Yaël kad nlar hastan n sevdiêini tesirli bir biçimde kötüleyip kiëiyi bu hayranl ê ndan vazgeçirebileceklerinden oldukça iëe yararlar. Bu kad n-

20

man” diyor Dols, “Galen t bb n uygulayan bir hekime gidebilir, kendini tamamen Tanr ’ya emanet edip durumunu iyileëtirmek için hiçbir önlem almayabilir ya da dua edip kurban keserek daha sofu bir dini hayata yönelebilir. Evliyalardan, H ristiyan ve Yahudilerin doêaüstü ëifac l klar ndan medet umabilir. Bir diêer çare olarak da t bb- nebevî ya da büyüye baëvurabilir.” (s. 27) Yahut delilik, kimilerince, tedavi edilip iyileëtirilmeye gerek duyulmayan bir haldir. Çünkü bu durum, akl baë ndaki bir insan n aë r aëk veya mutasavv ar n cerbezeli tutumu say lm ët r. “Ak ll deli” diyebileceêimiz, yani deli mi veli mi olduêunu kestirmediêimiz meczuplar bu gruba dâhildir. Hatta öyle ki, yazar n “budala bilge” diye adland rd ê bu türden insanlar n, baëkalar n n söylemeye cesaret edemediêi “çslam’ n hakikatini ifade eden doêrular ” sak n ms z söylemek için Tanr ’dan ilham ald klar na inan l r. “Su zm ya da tasavvuf” diyor yazar, “bütün Müslümanlar ‘meczup’ ve ‘kutsal deli’ kavramlar yla tan ët rm ët r.” Bu yarg üzerinde durup düëünmek lâz m…

ROMANTýK DELýLER Hastanede tedavinin yan nda deliliêin saêalt m için ailevî bak m, psikoterapi, dinî tedavi (ëifa), büyü tedavi usulleri de uygulan yor. Kitab n yüz sayfadan fazlas (227-331) “dinî ëifa”ya ayr lm ë. Büyü tedavisinin anlat ld ê k s m (333395) ise kitab n en renkli bölümü. Yeri gelmiëken söyleyeyim, kitab n önemli bir özelliêi, dönemin ve konunun neredeyse bütün kaynaklar na ulaë lm ë olmas . Kitab n sonundaki 45 sayfa tutan zengin “kaynakça” da buna iëaret ediyor. Bu büyük ve zengin kitab n, ne yalan söyleyeyim, beni en fazla “Romantik Deli” k sm (399-530) cezbetti. ççe içe, eme eme okudum sanki. Bu bölümde, delinin edebiyat eserlerine aksetmië portreleriyle (Mecnun, Züleyha) birlikte, toplumun diêer alanlar nda karë m za ç kan “mestane sûfî”, “ak ll deli” yahut “kutsal deli” portrelerinin, k sacas “Mecnun” diyebileceêimiz yar deli yar veli, esrik, meczup bir tipin çeëit çeëit öyküsü anlat lmakta. Hele bir Mecnun çözümlemesi var ki, klasik edebiyat hocalar m z keëke okuyabilse! Ne diyelim, ëükür ki hâlâ ak ll ve bilinçli okurlar var, onlar için yay mlanan nitelikli kitaplar…


ÖYKÜ

KÝTAP ZAMANI

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

Ānsan aklênên karmaüêk yasalarê Fatih Balkçý’çn yeni kitabç Fars, bilinç akçýç tekniþiyle ilerleyen, kiýinin aidiyet ve hiçlik duygusunun sorgulandçþç bir roman. Fars’ç sanat eleýtirisinin baýat rol oynadçþç bir yapçt olarak tançmlamak da mümkün. FARS, FATýH BALKIþ, CAN YAYINLARI, 112 SAYFA, 8 TL

F

ÛNAN ÇETÛN

ars çok eski ama modernizmle daha yak n iliëkili olan bir edebi teknikle (bilinç ak ë ) kaleme al nm ë, Fatih Balk ë’ n ikinci roman . Hikâye Çehov’un Mart oyununu sahnelemek üzere bir araya gelmië tiyatro kumpanyas ndaki sanatç lar n bulunduêu trende geçse de tümüyle bu tren yolculuêuna baêlanan bir metin deêil. Anlat c karakter aç s ndan büyük, okur aç s ndan küçük bu serüvende baëat olan ise anlat c n n yirmi y l önce tan d ê ve on y l önce yaëam na son veren yak n dostu Can’ n parça parça anlat lan hikâyesi. Bilinç ak ë n n kullan ld ê metinlerde pek çok baêlant aê vard r; biri ötekini örtmeden aralar nda adeta oynarlar. Fars’ta da Can’ n hangi “çoêul”dan koptuêunu kendi ikilemi içinde yorumlamaya çal ëan anlat c n n benzer bir oyununu okuyoruz. Anlat c geçmiëte, geriye çevrilebilir zamanda dolaë yor, sonra tam da bugüne dönüyor, yemekli vagondaki masan n etraf na. Anlat c n n zihin yolculuêu sayesinde yirmi y l öncesi ile ëimdi aras nda gidip gelen metnin birbirine benzer düëüncelerin ard na s ê nd ê söylenebilir, ancak daha da önemlisi metnin derinleëmesini saêlayan bu düëüncelerin bize t pk buz ile ateëin birbirine yaklaët r lmas karë s nda duyduêumuz derin ama eski bir ëaëk nl ê yaëatmas d r; kir kavranm ët r.

AýDýYET VE HýÇLýK DUYGUSU Anlat c , kumpanyan n bir parças d r; dostu Can’ n yapt ê n (bu dünyadan çekilmeyi baëaramamak) yapamam ë ve kumpanyan n parças olmay seçmiëtir. Ama sorun yaln zca bu deêildir. Bir ailenin üyesi olmak, toplumun bir bireyi olmak veya kendini bir müzik grubuna, bir kumpanyaya ait hissetmek, daha da önemlisi insanl ê n bir parças olmak çekilmezdir. Hayal k r kl ê ve hiçlik duygusu her yeri sarm ët r. Bu baêlamda, kiëinin aidiyet duygusunun sorgulanmas n ve hiçliêi temel alan Fars’ n bu yinelemelerle bir derinlik yaratt ê n söylemek mümkün olabilir. Fars’ta bir gerçeklik daha var ki, o da ölümün, yaëam gerçeklikten ç kar p bir düëünceye dönüëtürmesidir. Burada ikiyüzlülükten, yalanc l k, sapk nl k ve benzeri kötü duygulardan kurtulmak daha kolayd r. Kitapta sorguland ê biçimiyle “gösteri”, yani kendi olmaktan ç kmak, bir kopyaya,

taslaêa dönüëmek söz konusudur ki, anlat c da bundan uzak durmak için sadece susmaktan, bir kenarda durup kumpanyadaki oyuncular izlemekten felse bir zevk duymaktad r. Anlat c kumpanyadaki kiëilerin sahnede veya bir romanda yer almak için neler yapabileceklerini söylüyor ve insanoêlunun basit h rs na iëaret ediyor: “Asl nda hiçbiri gerçekten kendileri deêildi.”

SANAT DÜNYASINA ELEþTýRýLER Fatih Balk ë’ n derdinin tiyatro dünyas n , oyuncular n ikiyüzlülüêünü, s êl ê n anlatmak olmad ê n , en az ndan birincil derecede bunu hede emediêini söylemeliyim. Ama “oyunculuk” mesleêi üzerinden sanat dünyas da eleëtiriden pay n fazlas yla al yor. èimdi, baëta söylemem gerekeni söyleyeyim: Fars bir monolog-roman ve tabii bu düëünsel yolculuêun çeëitli katmanlar var; bunlardan biri de anlat c n n “… biz yaëam ëehir d ë ndan, insanlar da yine d ëlanm ë ëehirden izliyorduk” cümlesi ve benzer sözlerle ifade ettiêi bir kaç ë; toplumdan, insanlardan ve sanattan kaç ët r bu. Anlat c karakter, sözünü ettiêim “kaç ë” bak m ndan bana pek çok romanda iëlenen uyumsuz, toplum d ë nda kalmay seçen veya bir türlü çoêunluêun içinde kendine yer bulamayan karakterleri an msatt . Özellikle 20. yüzy l edebiyat nda s kça gördüêümüz bu “modern karakter”lerin ortak noktas da yaëam n k y s n , kendine ait dünyay , daha doêrusu zihinsel oyun alan n seçmeleridir. Fars’ n anlat c s da bunu ister: “Oyunu oynayacaê m z seyircilerin önüne deêil de, kendi kendimle kalabileceêim, zihnimdeki oyun alan ma geri dönebilecek miyim? Bu yemek vagonunda, bir daha, yaln zca kendimin oturduêu bu masada, hiçbir yere ait bir insan olarak, arka bahçeme geri dönebilecek miyim?” Belki de as l meselesi budur anlat c n n. Bir yere ait olmak ile kendi oyun alan nda kalman n s k nt s n aëamad ê için bize zihnindeki düëünsel dünyadan, düëünsel seçeneklerini çoêaltarak sesleniyor. Birbirine baêlanan düëüncelerle geçmiële bugün aras nda gidip gelen Fars’ sanat eleëtirisinin baëat rol oynad ê bir roman olarak okumak da mümkün elbette. Düëünsel bir atmosferin yoêunluêu alt nda “hiçlik” üzerinden okumak da. Hatta “insan akl ” ile ilgili olan karmaë k yasalar n tezahürü kabul edebiliriz Fars’ .

21


ANLATI

KÝTAP ZAMANI

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

Derin hafêzanên kuytusunda Yirminci yüzyçlçn en büyük edebi eserlerinden Kayçp Zamançn ûzinde tam 100 yçl önce yayçmlanmaya baýlamçýtç. Yazarç Marcel Proust’un gençlik metinlerinden oluýan Hazlar ve Günler ise geçtiþimiz günlerde iki farklç yayçnevince dilimize kazandçrçldç. HAZLAR VE GÜNLER, MARCEL PROUST, ÇEV.: ROZA HAKMEN, YKY, 168 SAYFA, 13 TL HAZLAR VE GÜNLER, MARCEL PROUST, ÇEV.: CEYLAN ÖZÇAPKIN, ALAKARGA YAYINLARI, 220 SAYFA, 17 TL

O

Zaman n åzinde’ye haz rl k olarak kabul ediliyor. Ancak 1897’de onu yazmaktan da vazgeçmië. Yaëad ê hayal k r kl klar onu ilerde büyük bir yazar yapacak olan nehir romanlara baëlamaktan bir süre al koymuë olmal Proust’u. Edebi lezzeti yüksek bu hikâyemsi denemeleri oras ndan buras ndan kar ët ran her dikkatli okur, Proust’un doêuëtan ‘olgun’ bir yazar olduêunu rahatl kla kavrayabilir. Sosyete hayat n ironik bir dille anlat rken, ë mar k bir genç k z n melankolik portresini çizerken, ilk kez tatt ê bir duyguyu tarif ettiêinde onun kendiliêinden bilge duruëunun par ldad ê n hayretle fark edeceksiniz. “Zaman Rengi Tahayyüller” baël kl denemesinin baë nda kelimeleri bir araya getirme sanat na, kelimelerin sesine olan inanc n n nas l oluëtuêunu göreceksiniz: “Bu sabah Tuliers park nda güneë, t pk ha f uykusu bir gölgenin geçiëiyle an nda bölünen sar ë n bir yeniyetme gibi, s rayla bütün taë basamaklar n üzerinde uyudu. Eski saraylar n duvarlar nda körpe lizler yeëeriyor. Efsunlu rüzgâr n soluêu geçmiëin rayihas na, leylaklar n taze kokusunu kar ët r yor.”

A. ESRA YALAZAN

nun her anlamda benzersiz üslubunu hazin bir mezarl k ziyaretinden sonra hat rlaman n ahengi edebiyat hazz yla birleëince ürperdim. Dostu Willie Heath’e yazd ê uzun mektupta m r l m r l ölümden bahsediyordu: “Hayatta öyle çok taahhütte bulunuruz ki, bir an gelir, hepsini yerine getirmeye gücümüz kalmad ê n hisseder, mezarlara döneriz, ölümü, ‘tamamlanmakta zorlanan kaderlerin yard m na koëan ölümü’ çaê r r z. Ancak ölüm, hayata taahhütlerimizden bizi kurtarsa da kendimize taahhütlerimizden, özellikle en baëta gelen, lay ê yla, hakk yla yaëama taahhüdünden kurtaramaz.” Ölüm, hayat, haz, k skançl k, tabiat, kad nlar, burjuvazi, yüksek sosyete, dostluk, vefa, aëk hakk nda henüz yaëamad klar n ‘hat rlayan’ genç Proust, bu cümleleri yazd ê nda sadece 23 yaë ndayd . Onun kendi üstüne kapanan ‘ëizofrenik’ yaz serüvenini merak eden bir okur olarak Hazlar ve Günler’le karë laëmak biraz hüzünlendirdi beni ama pek ëaë rtmad , zira yazma yeteneêinin ve hazz n n bilgiden ziyade sezgiyle, yaz aëk yla geliëtiêine inananlardan m. Marcel Proust böyle bir yazard .

ÜSLUBUNU SEZGýLERýYLE KEþFEDýYORDU çlk ciddi ast m krizini dokuz yaë nda geçiren, ömrünü kendini taammüden kapatt ê yaz odas nda tüketen bu ‘hayalperest çocuêun’ hakikatle beslenmesinden daha doêal ne olabilir ki? Haf zaya olan inanc n yitirmeden roman, hikâye, anlat , mektup denemeleri aras nda dolaë rken kimilerinin vaktiyle biraz ‘aêdal ’ bulduêu üslubunu kömür madeninde elmas arar gibi sezgileriyle keëfediyordu. Edebiyat n kendi tabiat ndan incelikle süzülmesi gerektiêine inan yordu. Tefekküre dald ê nda anlar geniëletmek için itinayla kurduêu uzun cümlelerin, zengin tasvirlerin, coëkulu anlat m n elbette yaz n hayat nda bir karë l ê vard . Mükâfat n görecek olman n sad k bilinci, kendiliêinden “sapk n bir ak ëla” yaz sanat na teslimiyetinin tesadü olmad ê n söylüyordu ona. Kay p zaman n izinde, iç sesinin ritmik tiktaklar aras nda kendini dinleyen Proust sonsuza dek hat ralar yla, hatta henüz tecrübe etmedikleriyle yaëayacaê n hissediyordu. K ëk rt c l ê na raê-

Marcel Proust (ortada), Robert de Flers ve Lucien Daudet ile.

men hazin olan bu yazma dürtüsünün ailesiyle, eleëtirmekten hiç vazgeçmediêi burjuvayla, tan ma f rsat bulduêu yazar çevresiyle doêrudan bir iliëkisi yoktu san r m. Bu gerçeêi en ç plak haliyle gösteren ‘deneme’leri 1894 y l nda arkadaë na okumas için sunarken ëöyle yazm ë: “Bu sayfalar n bir k sm yirmi üç yaë nda, birçoêu da yirmi yaë nda yaz ld . Hepsi çalkant l , ama art k sakinleëmekte olan bir hayat n anlams z köpüêünden ibaret.” Peki, o yaëta bir genci hayat n sonuna gelmië edas yla konuëturan sebep ne olabilirdi? Üslubunun geliëimini, hayat n n hâlâ bilinemeyen mahrem ayr nt lar n , romanlar n n sat r aralar ndaki gerçekleri onun peëinde iz süren edebiyat tarihçileri araët radursun, ben Hazlar ve Günler’i ilk kez Türkçede okurken onu vecd haline geçiren gizli gücün, kendi uçurumuna korkusuzca sarkan metanetli ‘iç bak ë’ olduêunu düëündüm. Proust’un tat, koku, görme, iëitme, dokunma duyular bizden farkl çal ë yordu. O çocukluêunda yediêi bisküvinin tad n hat rlad ktan sonra o ân istediêi gibi ëekillendiriyordu mesela. Ya da genç bir k zla yaëad ê küçücük bir

hat ray , annesinin jestlerini, k rda bir akëamüstü gezisinin kokusunu, yüksek sosyeteye mensup insanlar n aras na kar ët ê bir akëam yemeêinin atmosferini istediêi gibi eêip büküyor, o anlar kurgulayarak kendi sanatsal gerçekliêini oluëturuyordu. Hat rlad ê her ëey ancak onun çok katmanl haf zas na tutunabildiêi, orada kendine yeni ve sonsuz bir ‘yaëam alan ’ bulabildiêi kadar gerçekti. Silinmeye yüz tutmuë anlar Proust gibi zarafetle güzelleëtirerek ebediyete hediye edebilen çok az yazar vard r. 1896 y l nda Anatole France’ n önsöz yazd ê Hazlar ve Günler anlat olarak tan mlanm ë. Doêrusu, ben bu hikâyemsi denemelerin herhangi bir edebi türe dâhil edilemeyeceêini düëündüm. Kitap yay mland ê dönemde, henüz gün ë ê na ç kmam ë bir yazar aday n n ‘say klamalar ’ olarak deêerlendirilmië ve zaten fevkalâde k r lgan olan Proust’u derinden yaralam ë. Yazar o sene, ancak ölümünden sonra, 1954’te yay mlanacak olan Jean Santeuil adl roman üzerinde çal ëmaya baëlam ë. Bu kitap, 1913-1927 y llar aras nda yay mlanacak yedi ciltlik Kay p

22

YAZMANIN SýHRý VE KALP BýLGýSý Anlatma ëehveti, yaz hazz sonradan oluëmuyor genellikle. Olan daima olduêundan daha ‘renkli’ hat rlayan Proust, en baë ndan beri yazman n sihrine kalp bilgisiyle inanm ë. Onu büyük bir yazar yapan en önemli unsur bu bence. Eêer an lar n haf zas n n dantel kenarl çerçevesine hapsederek dönüëtüremeseydi ömrü boyunca üzerine düëündüêü ‘zaman n izini’ gerçekten kaybetmië olacakt . O, reddettiêi kaderini kelimelerin manas ve t n s yla deêiëtirdi. Hakk nda araët rma yapan sinirbilimci Jonah Lehrer, Proust’un kabahatli s rr n ëöyle tarif eder: “Bir ëeyi hat rlamak için önce yanl ë hat rlamak gerekir.” Bir de gerçek k skançl kla tan ëmadan k skançl ê çok içerden hissederek yazabilmeyi, ölmeden ölebilmeyi, aëk tatmadan ondan hazla vazgeçmeyi idrak edebilecek doêal bilgeliêe sahip olmak gerekir. Hazlar ve Günler okura bunu hissettiriyor. YKY’nin yay mlad ê kitab n çevirmeni, Proust külliyat n Türkçeye kazand ran Roza Hakmen ve elbette yine harika. Eëzamanl olarak Alakarga Sanat Yay nlar ’ndan ayn isimle ç kan Hazlar ve Günler de ayn ölçüde ak c .



DÜâÜNCE

KÝTAP ZAMANI

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

Āslam hukukundan ne anlamalêyêz? ABD’de yayçmlanan, Sadakat Kadri imzalç Heaven on Earth adlç kitap, ûslam hukukunun dünden bugüne uzanan serüvenini ve dünyançn çeýitli ülkelerindeki uygulançý biçimlerini inceliyor. Konuya ilgi duyanlarçn faydalanabileceþi verimli bir çalçýma… HEAVEN ON EARTH: A JOURNEY THROUGH SHARI’A LAW, SADAKAT KADRI, VINTAGE, 352 SAYFA, $ 16

D

tidad ve hoëgörüyü dile getirdiêi, ceza hukuku ad na Pakistan, Afganistan ve M s r’daki baz spesi k örnekleri merkeze koyduêu bölümde “enfes” tabiriyle ifade edebileceêim mukayeseli izahlar da yapm ë.

AHMET KURUCAN

ünyadaki Cennet - Kadim Arap Çöllerinden Modern çslam Dünyas n n Sokaklar na èeriat Hukukunda Bir Yolculuk.” T rnak içindeki bu cümle, Londra’da yaëayan, Harvard Hukuk Fakültesi mezunu Sadakat Kadri’nin son kitab na verdiêi ismin Türkçe çevirisi. Heaven on Earth adl kitap, muhtevay tam yans tmak için olsa gerek, uzun ve aç klamal bir alt baël êa sahip: “A Journey Through Shari’a Law from the Deserts of Ancient Arabia to the Streets of the Modern Muslim World”. Baël ê ilk okuduêumda çslam hukukunun kaynaê her ne kadar Arap çölleri olsa da modern dünyaya uygulan p deêiëtirildiêinin ve dünyada cennetin bunu hayata hayat k lmakla yaëanabileceêinin kastedildiêini düëündüm. Baëkalar n n da böyle düëüneceêini tahmin ediyorum. Bununla beraber, bu hacimli eserin hiçbir yerinde yazar bu yaklaë m ifade eden bir cümle kullanm yor. Baëka bir ifadeyle, böyle bir iddias yok yazar n; bu hem doêru hem de vak aya mutab k olmazd zaten. Zira yazar n “shari’a law” dediêi çslam hukuku son tahlilde Müslüman hukukçular n üretilmië düëüncelerinden müteëekkil bir hukukun ad d r. Her ne kadar kaynaklar ilahi bir asla dayansa da, ibadetler baëta olmak üzere muamelat ve ceza hukukunda baz ahkâm birebir ilahi beyana dayansa da… Daha aç k bir ifadeyle, bugün itibar ile dünya sath nda bütünüyle hayata uygulanmayan ve bu yüzden baz lar nca “ölü hukuk” nitelemesine maruz kalan çslam hukukunun müntesiplerine dünyay cennet ettiêi yok. Buna raêmen yazar neden böyle bir ismi tercih etti, kendisine sormak laz m.

ýSLAM HUKUKU NASIL TANIMLANMALI? Yazar n mesela mahkemelerdeki jüri sisteminin çngilizlerden tam 400 y l önce hayata geçirildiêi Abbasi halifesi Mansur dönemini anlat rken -ki bu çok önemli bir tespit- çslam hukukundan “God’s law/Allah hukuku” diye bahsetmesi (s. 58, 130); Hanbeli f kh n n oturduêu zemini tarihi gerçeklere at a, siyaset-f k h iliëkisini Moêol-

ANAYASAL HAK OLARAK DýN HUKUKU

Sadakat Kadri

lar, Cengiz Han, Memluklular, Makrizi ve çbni Teymiye üzerinden anlatt ê yerde “divine law/ilahi hukuk” demesi (s. 139) ve bu tabirleri kitap boyunca çeëitli vesilelerle tekrar etmesi onun düëüncesi ad na bir kir verebilir. Halbuki bu tabirler dinin nass ile beyan ve tespit edilmië sabit, deêiëmeyen ve deêiëtirilemeyecek olan hukuki ahkâm ad na kullan labilirse de Müslüman hukuk adamlar n n içtihatlar n n bütününü de içine alan çslam hukuku yerine kullan lmas doêru deêildir. èunu demek istiyorum: Yazar n çslam hukukunu “God’s law, divine law” diye nitelendirmesi kitaba verdiêi ismin k smen izah olabilir. Madem yaz ya eleëtiriyle baëlad k, öyle devam edelim. Sadakat Kadri’nin çslam hukuk tarihini anlatt ê ilk bölümde mevcudu resmetmesi konusunda olumsuz bir ëey söylemek mümkün deêil. Gerçekten çslam hukukuna dair bir ëey bilmeyen bir insan için tarihî evrelere göre güzel bir özet sunulmuë. Kuruluë, geliëim ve deêiëim farkl veçheleriyle ele al nm ë. Ama buralarda Bat dünya-

s n n diline pelesenk olmuë, özellikle yanl ë yönlendirmelerle taban kitleyi çslam’a düëman eden veya mevcut düëmanl ê körükleyen baz kavramlar ve yaklaë mlar hakk nda hiçbir aç klama yap lmam ë. Mesela “darü’l harb”, “darü’l çslam” ve “cizye” kavramlar (s. 150) veya çbni Teymiye’nin literatüre “cihad fetvas ” olarak giren meëhur fetvas (s. 171) ve nihayet Bat dünyas nda radikalizmin kir babas olarak tan t lmaya çal ë lan Seyyid Kutub’un meëhur cahiliye benzetmesi (s. 161)… Böylesi hacimli bir eseri Bat dünyas na hitap etmek için kaleme alan yazar n Bat l lar n önyarg , yanl ë bilgi ve düëmanca hisler gibi sebeplerle gündeme getirdiêi bu ve benzeri meselelerin mahiyet-i asliyesine vurgu yapmas n beklerdim ëahsen. Kald ki, bu türlü aç klamalar propaganda deêil; aksine, ilmî kayg larla nesnelliêi yakalamak için yap labilirdi. Bu eleëtiriler böylesi bir kitaptan beklenti ad na önemli olduêunu düëündüêüm noktalar. Bununla beraber, özellikle kitab n ikinci bölümünde yazar, dinde zorlama olmad ê n , ir-

24

Özellikle 11 Eylül terör hadisesi sonucu baëta Amerika olmak üzere Bat medeniyetine ait ülkelerde yaëanan çslam ve Müslüman karë t hadiseleri neredeyse teker teker ele alarak izahlarda bulunmuë yazar. Bat ülkelerinde yaëayan Müslümanlar n yürürlükte olan hukuk sisteminin izniyle çslam hukukuna göre -tabii ki belli alanlarda- muhakeme olmay istemesinin mümkün hale getirilmesi ad na yapt ê izahlar önemli tekli er olarak deêerlendirilmeli. çngiltere’de uyguland ê n bildiêim bu tekli Amerika için yapan yazar n aç klamas meseleye ë k tutmas aç s ndan güzel: “… hiçbir göçmen Bat dünyas na çslami bir idari ëekli bulacaê beklentisiyle gelmiyor. Hatta birçoklar böylesi hükümetlerden kaçarak geliyor. Bununla beraber Amerika Müslümanlar n n baz hukuki hususlar n kendi dinî inançlar na göre düzenlenmesini istemesi onlar için anayasal bir hakt r.” As rlar önce Efendimiz’in (sas) Medine vesikas ile uygulad ê bu düzenleme bugün hayata geçirilebilir mi, ülkelerin yürülükte olan hukuk sistemleri buna müsait mi, deêiëen ve geliëen siyasi, kültürel ve dinî ëartlar baëka türlü düzenlemeleri mi ihtiva etmeli yoksa teklif edilen ëekliyle mi uygulanmal ; bunlar ayr müzakerelerin konusu. Yaz neredeyse bitti; eserin genel muhtevas ad na çok ëey söyleyemedik. Kitap, “The Past” [Dün] ve “The Present” [Bugün] olmak üzere iki ana bölümden oluëuyor. çlk bölümde çslam hukuk tarihi ve ilkeleri hakk nda genel malumat veriliyor ve manzara okuyucuya çok iyi resmediliyor. çkinci bölümde ise baz ülkeler ve örnekler özelinde mevcut ëartlar anlat larak olmas gerekene bazen aç k bazen kapal at flarda bulunuluyor. Heaven on Earth, ilgi alan hukuk olanlar n ve hususiyetle konuya ilgi duyanlar n istifade edeceêi güzel ve verimli bir çal ëma…


6 MAYIS 2013 PAZARTESĂ?

‘Birey’den ‘devlet’e‌

Â?”’•Žó’– ÂŽÂ&#x;Š–ȹ Â?Â’¢Â˜Â›ÇŻÇŻÇŻ

Ruth A. Miller, dilimizde Fçkçhtan FaĂ˝izme adçyla yayçmlanan kitabçnda, yĂźzĂźnĂź Batç’ya dĂśnmßý reformlar içinde yer alan hukuk reformunun TĂźrkiye’de dĂśnßýßm geçirerek ‘ceberut’ bir devlet var ettiĂži tezini savunuyor.

FIKIHTAN FAÞýZME NASIL GELýNDý?

Çal ĂŤma 19. ve 20. yĂźzy lda Osmanl ’dan Cumhuriyet’e ceza hukukunun oluĂŤumunun arka plan n , farkl devletlerin hukuk sĂźreçlerini de gĂśz ard etmeden karĂŤ laĂŤt rmal bir yĂśntemle ortaya koyuyor. BugĂźne kadar hukuk çal ĂŤmalar ve tart ĂŤmalar nda hep ‘medeni hukuk’un Ăśne ç kt ĂŞ , ‘ceza hukuku’nun ise arka planda kald ĂŞ , Ăśzellikle yeni anayasa tart ĂŤmalar n n TĂźrkiye’yi Ăśnemli bir sĂźreçten geçirme eĂŤiĂŞinde olduĂŞu gĂśz ĂśnĂźne al nd ĂŞ nda, Ruth Miller’ n çal ĂŤmas n n bĂźyĂźk Ăśnem taĂŤ d ĂŞ n dßÍßnĂźyorum. Prof. Dr. èßkrĂź HanioĂŞlu da arka kapak yaz s nda, “Bu kitap, hukuk reformunun teknik bir deĂŞiĂŤim ve taklidin Ăśtesinde bir geliĂŤme ve dĂśnßÍßmĂźn ĂźrĂźnĂź olduĂŞunu ortaya koyarak Osmanl TĂźrk modernleĂŤmesine iliĂŤkin yeni sorular sormam z da mĂźmkĂźn k lmaktad r.â€? diyerek kitab n Ăśnemine iĂŤaret ediyor. Miller’ n araĂŤt rmas n n sonucunda ortaya ç kan ĂŤu: 1839 GĂźlhane Hatt- HĂźmayunu’ndan TĂźrk Ceza Kanunu’na hukukun sosyal baĂŞla-

èßphesiz as l problem, Cumhuriyet sonras nda hukukun bĂźtĂźn alanlar ndaki laikleĂŤtirme giriĂŤimleriyle baĂŤl yor. Miller, f k htan faĂŤizme doĂŞru dĂśnßÍßmĂźn anlam n n burada aranmas gerektiĂŞini sĂśylĂźyor. Dolay s yla, Miller’ n Cumhuriyet dĂśnemine iliĂŤkin can al c sorusu ĂŤu: AtatĂźrk niçin Mussolini’nin ceza kanununu kabul etmiĂŤtir? Ăœstelik olduĂŞu gibi deĂŞil, demokratik Ăśzelliklerini b rak p faĂŤizan Ăśzelliklerini alarak... Miller, AtatĂźrk’ßn ceza kanununu TĂźrkiye Cumhuriyeti’nin ceza kanunu olarak hayata geçirdiĂŞinde “birçok Ăźlkede siyasetçi ve ilim adamlar n n [‌] faĂŤizmi ileri bir merhale olarak gĂśrĂźyorâ€? olduklar n belirtiyor ve “onlar n TĂźrkiye’deki mevkidaĂŤlar [n n] da bu gĂśrßÍe kat l[d klar n ]â€? ifade ediyor. Miller’ n kitab n n son iki bĂślĂźmĂź (ki, bence en Ăśnemli bĂślĂźmler) “mezkĂťr faĂŤist kanunun kabul edilmesiâ€? sĂźrecini detayl olarak ele al yor. Evet, soru budur: F k htan faĂŤizme nas l gelindiĂŞi!

25

288 SAYFA

HUKUK VE TĂœRK MODERNLEĂžMESĂ˝

SĂ›FĂŽ Š/( 7(5$3Š67 3VLNRWHUDSLOHU YH WDVDYYXI Ä‘]HULQH ELU NDUÄ…Ă ODÄ…WĂ UPD GHQHPHVL RODQ 6Ä?IĂŁ LOH 7HUDSLVW %DWĂ OĂ WHUDSL VLVWHPOHUL LOH ŠVOĂ PĂŁ VÄ?IĂŁ \ROXQ LQVDQGD NHVLÄ…HQ YH D\UĂ Ä…DQ QRNWDODUĂ QĂ PHWLQOHUGHQ D\QHQ DNWDUĂ PODUOD GHVWHNOHQHQ LNQD HGLFL ELU Ä‘VOXSOD RUWD\D NR\X\RU

7²5.Š<(Ĺ‚'(

$<',1,1 .,6$ 7$5Š+Š .LWDS ŠHQWHOHNWđHOł YH ŠD\Gà Qł NDYUDPODUà Qà ELUELULQGHQ D\à UDUDN EXQODUD WDULKLQ DNà ąà YH VL\DVã NRQMRQNWđU L�LQGH QDVà O ELU LąOHY \đNOHQGLÛLQL PHUFHN DOWà QD DOà \RU 9H EX �HU�HYHGH LGHRORMLN RODUDN ]à W NXWXSODUGD \HU DODQ D\Gà QODUà HQWHOHNWđHOOHUL \HUL JHOGLÛLQGH Š.HPDOL]P SDOWRVXł DOWà QGD ELUOHąWLUHQ VđUH�OHUL YH PHNDQL]PDODUà DQDOL] HGL\RU

352 SAYFA

O

smanl -TĂźrkiye tarihi, hukuk ve modern OrtadoĂŞu alanlar nda uzman olan Ruth A. Miller’ n 2003 y l nda Princeton Ăœniversitesi’ne sunduĂŞu “From F kh to Fascismâ€? baĂŤl kl doktora tezi, Hamdi Çilingir’in titiz çevirisiyle Ufuk Yay nlar taraf ndan yay mland . F k htan FaĂŠizme, Ăśncelikle ad yla merak uyand ran bir kitap: ‘F k h’tan ‘faĂŤizm’e nas l gelinebilir? Miller ‘f k h’ ve ‘faĂŤizm’in arkas na neyi yerleĂŤtiriyor? Hemen belirtmeli ki, kitap TĂźrkiye ya da OrtadoĂŞu’da hukukun ne kadar ‘modern’leĂŤebildiĂŞi, yani ‘bĂźyĂźk’ ve ‘muazzam’ Bat ’ya ne kadar yaklaĂŤabildiĂŞi gibi bir meseleyi tart ĂŤm yor. Veya “Osmanl ’dan TĂźrkiye’ye hukuk, s rf Bat ’daki geliĂŤmelere ayak uydurma gayretiyle baĂŤlay p daha sonra bir taklide dĂśnßÍerek Bat ’dan aynen al n p uygulanm ĂŤt râ€? gibi verili bir sĂśylemi yinelemiyor. Fakat Miller, kitaba yazd ĂŞ ĂśnsĂśzde Prof. Dr. Murteza Bedir’in de alt n çizdiĂŞi gibi, yer yer oryantalizmin tuzaĂŞ na da dßÍmemiĂŤ deĂŞil. Peki, nedir bu çal ĂŤman n meselesi? Kitap, yĂźzĂźnĂź her anlamda Bat ’ya dĂśnmßÍ reformlar içinde hukuk reformunun bu topraklarda bilinçli bir dĂśnßÍßm geçirerek ‘ceberut’ bir devlet var ettiĂŞi tezini savunuyor.

m ndan kopar ld ĂŞ , sistemin somuttan uzaklaĂŤt r ld ĂŞ , hukukun merkezinin ‘birey’den ‘devlet’e kayd ĂŞ ‌ Ayr ca ‘suç’ kavram da bĂźyĂźk bir dĂśnßÍßme uĂŞram ĂŤt r: “Yirminci yĂźzy l n baĂŤ ile birlikte suç, ahlâki bir kategori olmaktan ziyade siyasi bir kategori haline gelmiĂŤtir. Hukuki korumaya en muhtaç olan soyut kavram art k ‘birey’, ‘Tanr ’, hatta ‘toplum’ deĂŞil, ‘devlet’tir.â€? Kitab fevkalâde Ăśnemli k lan, ceza hukuku meselesini kuĂŤat c bir biçimde ele alm ĂŤ olmas . Zira Joseph Schacht’ n ĂĽslam Hukukuna GiriÊ’te dikkati çektiĂŞi gibi, “çslam’da genel ceza hukuku kavram yoktur. Suç ve cezai sorumluluk kavramlar pek az geliĂŤmiĂŤtir.â€? Schacht, ha etici sebepler konusunun ise mevcut olmad ĂŞ n , dahas “teĂŤebbĂźsi suç ortakl ĂŞ ve muvafakat nazariyesiâ€?nden de sĂśz edilemeyeceĂŞini bildirir; buna karĂŤ l k, â€œĂŤahsi intikam, hadd cezalar , ta’zir, zecrĂŽ ve Ăśnleyici tedbirler ay r m ile birlikte ceza nazariyesinin geniĂŤ bir kir çeĂŤitliliĂŞi arz ettiĂŞiniâ€? de eklemeyi ihmal etmez. Cumhuriyet dĂśnemine gelinceye kadar ceza hukuku alan nda, ĂŤeriat hĂźkĂźmlerinin d ĂŤ nda herhangi bir kanunlaĂŤt rmadan sĂśz edilemediĂŞi biliniyor. F k h hĂźkĂźmlerin boĂŤ b rakt ĂŞ alanlarda ç kar lan ĂśrfĂŽ kanunnamelerde de â€˜ĂŤer-i ĂŤerif’e uygunluk gĂśzetilmiĂŤtir.

SAKÛNE KORKMAZ

7(9%( 5Š6$/(6Š Ĺƒ+HU LQVDQ \D eGHPĹ‚H D V \D PHOHĂ›H \D Ä…H\WDQD X\DUDN QHVHELQL WDVKLK HGHU *Ä‘QDKĂ QD WHYEH HGHQ LQVDQ LQVDQ ROPDQĂ Q JHUHĂ›LQL \HULQH JHWLUPHNOH QHVHELQLQ eGHPĹ‚H XODÄ…Wà Ûà QD GDLU ELU GHOLO RUWD\D NR\PXÄ…WXU ŠV\DQ HWPHNWH Ă VUDU HGHQ LQVDQ QHIVLQLQ QHVHELQL Ä…H\WDQ Ä‘]HULQH WHVFLO HWPLÄ…WLU =LUD Ä…H\WDQ LÄ…OHGLĂ›L JÄ‘QDKWDQ WHYEH HWPHPLÄ…WLU Ĺ„ qDÛà QĂ Q PÄ‘FHGGLGL ŠPDP *D]DOĂŁĹ‚QLQ ĹƒSLÄ…PDQOĂ N YH WHYEHĹ„ Ä‘]HULQH NDOHPH DOGà Ûà PXKWHÄ…HP eseri‌

184 SAYFA

FIKIHTAN FAÞýZME, RUTH A. MILLER, ÇEV.: HAMDĂ˝ ÇýLĂ˝NGĂ˝R, UFUK YAYINLARI, 254 SAYFA, 14 TL

PENDNAME 2QLNLQFL \Ä‘]\Ă O GÄ‘Q\DVĂ QGD +RUDVDQ ŠVOĂ P GÄ‘Q\DVĂ QĂ Q Ă Ä…Ă N ND\QDÛà GĂ U )HULGÄ‘GGLQ $WWDU GD EX à ąà Ûà Q HQ JĂšUNHPOL YH JĂš] NDPDÄ…WĂ UDQ \Ă OGĂ ]Ă GĂ U 3HQGQDPHĹ‚GH ŠVOĂ P WDVDYYXIX\OD ŠVOĂ P Ä…LLULQL EXOXÄ…WXUXU .DOHPH DOGà Ûà PHVQHYLOHULQGH WDVDYYXIXQ HQ ]RU YH Ă?HWUHÄ&#x;OOL PHVHOHOHULQL HQ DQODÄ…Ă OĂ U YH DNĂ FĂ ELU Ä‘VOXSOD Ä…LLUVHOOHÄ…WLULU )HULGÄ‘GGLQ $WWDUĹ‚Ă Q QHVLOGHQ QHVLOH DNWDUĂ ODQ XQXWXOPD] HVHUL 3HQGQDPH Ä…LPGL \HQLGHQ RNXUX\OD EXOXÄ…X\RU

etkilesimyayinlari.com 0212 551 32 25

416 SAYFA

DĂœâĂœNCE

KĂ?TAP ZAMANI


SÖYLEâá

KÝTAP ZAMANI

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

Sohbetle dile gelen Dergâh dergisinin orta sayfalarçnda yayçmlanan ve bir gelenek halini alan söyleýiler, dört cilt halinde, Orta Sayfa Sohbetleri adçyla kitaplaýtç. Sohbetler yalnçzca derginin 23 yçllçk serüvenine deþil; sanat, edebiyat ve düýünce dünyamçzçn yakçn tarihine de çýçk tutuyor. ORTA SAYFA SOHBETLERý, HAZ.: M. ýHSAN KARA, DERGÂH YAYINLARI, 397 SAYFA, 17 TL

S

CELÂL FEDAÛ

orumluluêu büyük olan baz lar d r.” gibi bir cümle geçiyor zihnimden. Lise y llar nda mant k derslerinde ad na önerme denen böyle cümlelerle hepimiz karë laëm ë zd r. Basit cümle kal plar yla ifade edilen yarg lard r bunlar. Bana nedense çekici gelir: “Sorumluluêu büyük olan baz lar d r” cümlesi de öyle geliyor ëimdi. Bu cümleden ëunu anl yorum: Her ay binlerce kitap ç k yor. Onlarca dergi yay mlan yor. Milyonlarca yaz yaz l yor. Bütün bunlar n oluëturduêu karmaëa içinden deêerli olan bulup ç karmak ve okurun önüne koymak, edebiyat ve düëünce ad na büyük bir sorumluluk üstlenmektir. Onlar bu sorumluluêu üstlenmeseler edebiyat, düëünce hayat m z karmaëa içinde yok olur gider. Bayaê olan, deêerli olana üstün gelir. Bu yüzden edebiyat, düëünce ortam m zda baz lar n n sorumluluêu büyüktür. Ve bu sorumluluêu büyük olan baz lar , nadiren takdir edilir. Öyle de olsa iëlerini lây k yla yapmak isterler.

DÜþÜNCE, SANAT, EDEBýYAT ÜRETMEK Ülkemiz edebiyat ortam nda bu türden bir sorumlulukla iëlerini yürütenler elbette var. Çoklar hiçbir yarat c yan olmayan bir kötümserlikle Türkiye’nin bugünkü atmosferinden ëikâyet edip duruyor. Anayasayd , Kürt meselesiydi, kutuplaëmayd derken, üzerimize bir kara gölge düëürülüyor. 13. asr n Anadolu’sunu bir anlatabilsek bu insanlara, iëte o zaman kaos neymië görecekler. O kaostan doêan bahçelerdeki aêaçlar n alt nda oturuyoruz hâlâ. Bugün de küçüklü büyüklü sorunlar m z var ama gene ayn düzen iëliyor. Düëüncelerinin alt nda oturup nefesleneceêimiz kiëilikler hiç de az deêil. Bugünlerde bunu en iyi, dört cilt halinde yay mlanan Orta Sayfa Sohbetleri’nde görmek mümkün. Bu sohbetler, aëinalar n n hemen anlad ê gibi, edebiyat, düëünce, sanat hayat m z n müstesna dergisi Dergâh’ n orta sayfa sohbetlerinden oluëuyor. Her biri dört yüz sayfay bulan bu ciltlerden ikisi edebiyat, diêer ikisiyse sanat ve kültür üzerine. Bu sohbetleri okumaya baëlay nca aslolan n ëikâyet üretmek deêil düëünce, sanat, edebiyat üretmek olduêunu bir kez

daha anl yoruz. Bir de bu ‘kaos’a karë Kemal Tahir’in dilinden söylenebilecek ëu sözü: “Bizde çok adam bulunur.” 1990’ n Mart ay na gidelim. Dergâh dergisinin ilk say s … Büyük âlim Ömer Faruk Akün Hoca’yla baël yor orta sayfa sohbetleri. Baël k ëöyle: “Türk edebiyat tarihi yazmak mümkün müdür?..” Hoca, sol elinin iëaret parmaê n ha fçe muhatab na doêru kald rm ë. Pul kadar bir fotoêraf. Onun üstünde ne yaz k ki bugün yukar da anlatt ê m z ‘sansasyonel ëikâyet kültürü’yle iliëkilendirilebilecek, karakterden tip olmaya doêru evrilmië bir ismin, çsmet Özel’in o günler için ëevk veren bir yaz s : “Özgürlük ççin èiir”. Onun yan nda, kendini 15 Nisan 1921’de ç kan Dergâh dergisiyle iliëkilendiren bir sunuë yaz s : “(…) Eski Dergâh mecmuas n n uyand rd ê çaêr ë mlar, ayn adl yeni bir dergi ç kar rken bizi rahats z etmiyor; hatta yerli, milli ve baê ms z olma baêlam nda memnunluk bile uyand r yor. Yine de bizim ç k ë m z aradan geçen bunca y l da gözeterek yeni ve kendine has bir ç k ët r.” Gerçekten de bu, ‘kendine has bir ç k ë’t r. Yank lar , etkisi büyük olmuëtur. 1990’l y llar boyunca birçok isim Dergâh’ta sahne alm ët r ilkin. Onda yay mlanan yaz larla, ëiirlerle, sohbetlerle kendini beslemiëtir. Dergâh, yorgunluklar n da s rt na alarak ‘sorumluluêu büyük olan baz lar d r’ sav uyar nca bugüne dek yürüyüp gelmiëtir.

Ömer Faruk Akün

Erol Akyavaé

ýSLAMý BýR HASSASýYETýN ZUHURU Dergâh dergisi o günden bugüne geçen 23 y lda tam dört koca cilt dolusu orta sayfa sohbetine yer vermië. Bunlar n çoêunu yay mland ê ay okuyanlar n olduêunu çevremden biliyorum. Birçoêunu ben de elim erdiêince okumaya çal ët m. Bugün bunlar n topluca elimizin alt nda oluëu bende bir sevinç uyand r yor. Bu yüzden olsa gerek söyleëileri derleme kitaptan deêil de derginin ciltlerinden takip etmek istiyorum. Akün Hoca’yla baëlayan edebiyat söyleëileri Metin Erksan’la sanata kay yor ikinci say da. Orhan Okay, Selim çleri derken, ressam Erol Akyavaë’tan Nabi Avc ’ya, èerif Mardin’e, Erol Özbilgen’e, Orhan èaik Gökyay’a, Âë k Ali R za Ezgi’ye, Süleyman Uludaê’a uzan yor ilk y l n sohbetleri. Söyleëilere yeniden göz atarken gözüm Dergâh’ n dopdolu geçen bu ilk

æerif Mardin

Orhan æaik Gökyay

26

y l n n baëka nice ëiirlerine, yaz lar na tak lmadan edemiyor. O yaz lar, ëiirler ile bu söyleëiler birbirine ne güzel eëlik etmië. 1990’ n Türkiye’sinin düëünce, edebiyat atmosferinin irtifas göz dolduruyor. Ele al nan koca koca meseleler var. Türkiye’de çslami bir hassasiyetin entelektüel anlamda zuhur ettiêi apaç k. Dergâh bunun bilinçli bir zuhur olmas için dertleniyor besbelli. Bu yüzden de bu derdi etik ve estetik bak mdan en üst seviyeden duyanlar burada toplanmak istiyor. Yaz lar, incelemeler özenle seçilmië, yaz lm ë. Sohbet konuklar da öyle. Her birinin o pul kadar resimleri, konuëulanlarla büyüyor. Gerçekten olabilecek olan da budur. Bugün bu resimlerin kiminin sahibi çoktan Hakk’ n rahmetine kavuëtu. Kimiyse gençlik y llar ndan, orta yaë ndan ç k p her bak mdan olgunlaët . Dergâh son yirmi y l n Türkiye’sinde edebiyat, düëünce, sanat ve hatta siyasette yaëanan normalleëmelerin entelektüel aç dan mimarlar ndan biri oldu. Bunu derginin ciltlerinden takip ederek görmek mümkün. Muhakkak ki umulan daha fazlas d r. Öyle de olmal yd . Ancak sürekli ëoklara maruz b rak lan insan m z n içinden ‘bizde adam çoktur’ sözünü doêrulayanlar n ç kmas biraz zaman alacakt r. Orta Sayfa Sohbetleri’ni edebiyat, kültür ve sanat ciltlerinden okuyan okurun deneyimi kuëkusuz daha farkl düëünceler, duygular uyand racakt r benim buraya kadar yazd klar mdan. çlgili okur, sohbete mevzu hususlarda bilgiler edinecektir. Sohbetin yap ld ê y llardan bugüne geçen zaman içinde her sohbet sahibini kendi tarihi içinde takip etmek mümkün olacakt r. Bu tek tek resimler sonra birleëecektir. Kaosa karë renkli, küçük resimlerden oluëan büyük bir resim ç kacakt r. Nitekim baëlatt ê geleneêine sahip ç karak bu sohbetleri kitaplaët ran Dergâh dergisi için de olan böyle bir ëeydir. Orta sayfa sohbetleri baëlarken kim derdi ki bugünlere erilsin ve böyle bir bakiye ç ks n ortaya. Ne kadar sevinilse azd r. Dilerim günün dergileri de gözlerini bugünün kaotik atmosferine deêil de yirmi sene sonras n n güzel yüzlü günlerine diksin. Az da olabilir o günler ama olsun, bir tek gün yetecektir. Ve Dergâh’ n gayreti hat rlats n hepimize: “Sorumluluêu büyük olan baz lar d r ve bizde adam çok bulunur.”



ÖYKÜ

KÝTAP ZAMANI

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

ýamatacê öyküler ve eleütiriler üamatacç Suçlular ve Daha Fazlasç, dünyaca ünlü 11 kurmaca ustasçndan on öykü ve bir çizgi hikâyeyi bir araya getiriyor. Aile kurumundan tüketim ççlgçnlçþçna, iletiýim teknolojilerinden reklamlarçn esir aldçþç hayatlara kadar farklç konularla ilgili ironik öyküler var kitapta. þAMATACI SUÇLULAR VE DAHA FAZLASI, KOLEKTýF, ÇEV.: SEVýNÇ KAYIR, ýTHAKý YAYINLARI, 208 SAYFA, 20 TL

G

k sa mesajlarla göz kulak olmaya çal ë rlar. Gribmle’ n att ê her ad m hesaplarlar ama uzakta, bir gezidedirler. Yer yer fantastik eêriler çizen bu öykünün yan nda, günümüz Amerikan edebiyat n n önemli yazarlar ndan Jonathan Safran Foer’ n “Alt nc Bölge” adl öyküsüne de deêinmek gerekiyor. New York’tan yavaë yavaë koparak Antarktika’ya kadar sürüklenen Alt nc Bölge’nin hikâyesinin anlat ld ê öykü, fantastik öêeler ve keskin eleëtiriler içeriyor.

MEHMED MEHMEDOßLU

ünümüz öykücülüêünün Bat ’daki güçlü temsilcileri Türkçede ikinci kez bir araya geliyor. Daha önce Amerika’n n Yan k Çocuklar adl seçkiyle Türk okurunun karë s na ç kan Amerikal öykücüler, iletiëim teknolojileri ve tüketim ç lg nl ê n n aras nda s k ëm ë bir kuëaê n örneklerini sunuyordu bize. O kitapta yer alan öykülerde varl ê hissedilen travmatik ve hüzünlü ses bir kuëaê n temel yönelimlerini daha iyi anlamam za imkân tan rken, yak nlarda yay mlanan baëka bir derleme, nerdeyse ayn kaynaktan beslenen baëka bir kuëaêa çekiyor dikkatimizi. Tom Thompson ve Eli Horowitz’in derlediêi æamatac Suçlular ve Daha Fazlas , dünyaca ünlü 11 kurmaca ustas ndan on öykü ve bir çizgi hikâye sunuyor. Ancak bu kez Amerika’n n Yan k Çocuklar ’nda karë laët ê m z türden travmatik bir sese rastlam yoruz. Aksine, bu sesle alay eden, yer yer fantastik, hüzünden ziyade ç lg nl êa odaklanm ë öykülerle karë karë yay z. Aile kurumundan tüketim ç lg nl ê na, iletiëim teknolojilerinin körleëtirdiêi bak ëlardan reklamlar n esir ald ê hayatlara deêin günümüz dünyas na ait hemen hemen her önemli husus birbirinden ilginç ve ironik öykülerle dile geliyor. Fantastiêin dünyas na geçië çoêu yerde ironiyle dengelenirken, beliren ara bölgede günümüze yönelik çok ëiddetli bir eleëtiriye de rastl yoruz.

HORNBY’DEN BýR FUTBOL ÖYKÜSÜ æamatac Suçlular ve Daha Fazlas ’nda yer alan öykücüler aras nda Nick Hornby, Jonathan Safran Foer, Neil Gaiman gibi günümüzün önemli yazarlar bulunuyor. Kitapta yer alan öykülerin temel özelliêi, kimi önemli meselelere çoêunlukla çocuklar n dünyas ndan bak lm ë olmas . Örneêin, Nick Hornby’in belki de bugüne kadar yaz lm ë en iyi futbol öyküsü olan “Küçük Ülke”si tastamam böyle. çki devlet aras nda s k ëm ë bir futbol sahas büyüklüêündeki ülkede yaëayan bir çocuêun gözünden anlat lan öykü, eësiz güzellikte. Küçü-

YARIM ÖYKÜYÜ OKUR TAMAMLASIN

Nick Hornby

Jonathan Safran Foer

Neil Gaiman

rüz. Çocuk marketten su deêil, “hayat n gerçek tad n ” alm ët r. Tamamen reklamlar n dünyas na hapsedilmië, tüketim çaê n n dinamikleriyle beslenen bir kuëaê n eleëtirisi ancak bu kadar etkili bir ëekilde yaz labilirdi. Üstelik bu öykü sadece günümüz tüketim toplumuna deêil, Amerikan tarihine de ëiddetli eleëtirileriyle tonunu bir kat daha koyultuyor. Her bir öyküsü renkli resimlerle desteklenen æamatac Suçlular ve Daha Fazlas , günümüz dünyas na çok keskin bir eleëtiri içeriyor. Çoêu öykünün kahraman çocuklar ama eleëtirilerin muhatab yetiëkinler. Çocukluêun dünyas ndaki ëamata ve neëe kadar, büyüklerin dünyas na dair keskin bir öfkenin izlerini bulmak da mümkün kitapta. Bunun en iyi örneêini Clement Freud’un “Grimble” adl öyküsünde görürüyoruz. 11 yaë ndaki Grimble adl küçük çocuêun baë ndan geçen öyküde, oldukça tuhaf bir anne-baba üzerinden normal anne-babalara eleëtirilerle karë laë yoruz. Peru’ya seyahate giden anne ile baba, Gribmle’a birtak m notlar ve

cük ülkenin milli futbol tak m , komëu ülkelerin futbol tak mlar yla yapt ê maçlar bazen 30-0 gibi tarihî farklarla kaybetmektedir. Minik ülkenin hali içler ac s d r. Ama öykünün kahraman küçük çocuêun verdiêi taktikle ülkenin milli tak m tarihinde ilk kez 12-0 yenilir. Milli tak m oyuncular tarihlerinde ilk kez bu kadar az gol yemenin ëere ne maç n sonunda zafer turu atar. Keza Jon Scieszka’n n “Her Biri Ayr Sat l r” öyküsü de benzer güzellikte. T pk diêer öykülerde olduêu gibi, bu öykünün kahramanlar da çocuklar. çki çocuêun aras ndaki diyaloglar tamamen reklam cümleleri veya kimi kliëe ifadelerle kurulmuë. çki çocuk durmadan sohbet eder ama gerçekte hiçbir ëey konuëmamaktad rlar. Daha doêrusu, sarf ettikleri cümlelerin tamam reklamlardan al nmad r. Örneêin, öykünün kahraman k z, küçük çocuêa “Rahatlamay nas l tarif edersin?” diye sorar. Cevap reklam dünyas ndan verilmiëtir: “Bir tane alana ikincisi bedava!” Baëka bir yerde, öykünün kahraman n bir markette görü-

28

Sadece yukar da sözü edilen etkileyici öyküler yok kitapta. æamatac Suçlular ve Daha Fazlas ’nda, aë r kayg l Farf’ n, canavarlardan kaçan James’in, Domuzburun ve çetesinin, Seymur’un Son Dileêi’nin, dünyan n en ilginç Epikür masas n n, sokakta bulduêu bir cep telefonunda iëittiêi garip bir ses sayesinde yard ma muhtaç köpeklerin imdad na koëan Martin Alanzo’nun öykülerini de anmal y z. Bütün bunlar n yan s ra æamatac Suçlular ve Daha Fazlas ’nda bir de çizgi hikâye bulunuyor. “Kaë kl E ve Gergin-3 Mor Yaêmac lara Karë ” adl çizgi öykü, bildik çizgi öykü kal plar n n ötesine geçerek türün kendisini de tart ëmaya aç yor kan mca. Son olarak, kitab n derleyenleri kitapta yar m bir öykü b rakarak okuyucunun da bu kitap krine dâhil olmas n saêlam ë. “Bitiremediêimiz Hikâye” adl yar m öykü, okuruna belirli bir yere kadar eëlik ettikten sonra devam n yazma görevini onlara b rak yor. O zamana kadar ëamatac suçlular , dost canl s olmayan su kabarc klar n , kay p bir ülkeyi, sahipsiz cep telefonlar n , gökyüzünden gelen yarat klar , Peru’da kaybolan ebeveynleri, Laf Farf adl bir adam n hikâyesini sindirmië okurlar, ister istemez bu yar m öyküyü tamamlamak zorunda kalacak. Biraz korku, biraz da ëamatayla ister istemez. çthaki Yay nlar ’n n özenli bir bask yla okura sunduêu æamatac Suçlular ve Daha Fazlas hem günümüz Amerikan edebiyat nda öykünün yerini anlamak için bir baëucu kitab hem de tüketim toplumunun yetkin bir eleëtirisi.


ROMAN

KÝTAP ZAMANI

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

Genç Balzac’ên romanê Balzac’çn sçnçrlç bir mekân ve az sayçda karakterle hayal ve gerçeþi kaynaýtçrdçþç romanç Séraphite, yazçlmasçndan neredeyse iki asçr sonra ûsmet Birkan’çn çevirisiyle Türkçede. Kitap, Balzac’çn baýyapçtç ûnsanlçk Komedyasç’na giden yolun baýlangçcç niteliþinde. SÉRAPHITA, HONORÉ DE BALZAC, ÇEV.: ýSMET BýRKAN, JAGUAR KýTAP, 200 SAYFA, 15 TL

Ö

ÛSA DARAKCI

nce mâlumu ilamla baëlayal m: Balzac daha on dört yaë nda årade Üzerine’yi yazm ë, ard ndan kendini yaz ya adamaya karar vermiëtir. Baëar s zl ê tadar, y lg nl êa kap l r, türlü iëlere bulaë r ama kararl d r, kendine verdiêi sözü tutacak; Napolyon’un k l çla baëlad ê iëi tamamlayacak, sanat yla dünyay fethedecektir. Stefan Zweig, Üç Büyük Usta’da bunu çocuêun bir kahraman gördüêünde onun gibi olmak istemesine baêlar ve Balzac’ n basit bir mareëal asas n n deêil, imparatorluk tac n n peëinde olduêunu yazar. çlk ciddi baëar s n T ls ml Deri’yle elde eder yazar, Séraphita’yla bu baëar s n perçinler. Bu, 1842’de yay mlayacaê ånsanl k Komedyas ’n n dibacesidir. ånsanl k Komedyas ’na –bu eksik kalm ë görkemli yap ta- giden yolun baëlang c n teëkil eden Séraphita, yaz lmas ndan neredeyse iki as r sonra çsmet Birkan’ n özenli çevirisiyle ra ardaki yerini ald . Roman n odak noktas nda meleksi bir varl k, kendisini seven Minna’ya güçlü ve gözüpek bir erkek, Wilfrid’e narin bir genç bir k z olarak görünen Séraphita/Séraphitus yer al r. Séraphita, küçük yaëta anne ve babas n kaybetmië, tek sat r bile okumam ë, Norveç yordlar ndan d ëar ç kmam ët r. Ama çok ëey görmüë, çok ëey yaëam ët r. èatosunda münzevi bir yaëam sürmektedir. Roman boyunca çiçek imgesiyle anlat lan Séraphita, mucizevi yönleriyle, Cemil Meriç’in de söylediêi gibi, ånsanl k Komedyas ’ndaki melek imaj n n temelidir.

BýR DÜþÜNCE ROMANI Romanda eylemden ziyade derin düëünce halinin egemen olduêu görülüyor, öyle ki roman okuduêunuzu unutturacak denli bir üslup ön planda. Köyün papaz Becker’ n uzun monologlar nda neler konu edilmiyor ki: Tanr ’n n ispat , maddenin mi ruhun mu kal c olduêu meselesi, sevginin alt nda yatan bencillik, duan n mahiyeti, kadere r za ve daha pek çok konu ëiirsel anlat mla, çoêu zaman da saêlam bir mant k örgüsüyle iëleniyor. Kimi zaman H ristiyan sembolizmiyle de k smen ters düëmeyi göze al yor Balzac. H ristiyan mistiêi Swedenborg’un bir meleêin kanatlar nda göêe yükseliëini anlat rken görsel olarak zihinlere kaz nan kanatl melek imaj n n yanl ël ê na itiraz edercesine kanatlar n sembolik olduêuna deêiniyor.

Daha da önemlisi, göêe çekilme hadisesi çarm ha gerilen çsa düëüncesinin karë s nda konumland r l yor gibidir. H ristiyan düëüncesinin resmigeçit yapt ê sat rlarda inançlardaki ortak noktalara yap lan vurgular dikkat çekici. Örneêin, “çnsan gücünü Tanr y ölçmekte kullanmaya kalkmadan önce kendi hakk nda hâlen olduêundan daha bilgili olmas gerekmez mi?” vurgusu, Müslüman muhayyilesinde “Kendini bilen Rabbini bilir”e denk düëmüyor mu?

GÖZÜ GÖĀE ÇEVRýLý Roman n ana kri, “Pek az kiëi seçim yapabiliyor. Kalmak veya gitmek, çamur veya gökler.” ikileminde sakl gibi görünüyor. Yeryüzündeki insan n derin trajedisi burada ortaya ç k yor. Roman n s kça göklere vurgu yapmas bir bak ma ilahi bir çaêr . Nitekim o meleksi varl k, dünyan n kirine, pas na, çamuruna s rt dönmüëtür; “teni oruçla, sahte sözü sükûtla, bilgiyi alçakgönüllülükle, kibri hay rseverlikle yenen, harac n zd rapla ödeyen” kahraman n bak ëlar göêe çevrilidir. Kendisine hayranl k ve aëkla baêl olan Minna ve Wilfrid’in, onu yeryüzünde tutmak istemelerine, dünyan n serveti, türlü güzellikleri adeta ayaklar na serilmesine raêmen tutkuyla baêl olduêu yerdedir gözü. Zaten “tüm dünyevi sevinçlerin ard ndan kayg ve korkular, memnuniyetsizlikler” gelmez mi? Balzac bu romanda s n rl bir mekân ve az say daki karakterinde hayalle gerçeêi kaynaët rarak adeta dünyan n peçesini s y rmakta, hakikati tüm ç plakl ê yla yüzümüze hayk rmaktad r. Öldürücü darbe ise en sona saklanm ët r: Göêe yükseliëten sonra gerçek ë ê n ayd nl ê nda krallar n, savaëç lar n, büyüklerin zenginlik ve debdebesi, paçavradan baëka bir ëey deêildir. Ani bir hareketle giysilerinin önünü açarlar. Bu ihtiëam n alt nda görünen bir deri bir kemikten ibaret, kurtlar taraf ndan kemirilmië, çürümüë, kokuëmuë, iêrenç hastal klara tutulmuë vücutlardan baëka bir ëey deêildir. Naturalistler ve 19. yüzy l n ikinci yar s ndaki realistler ‘çürüyüëün yakamozu’nu yans tm ëlard . Öyle anlaë l yor ki, realizmin kurucular ndan Balzac bak ëlar ilahi olana çevirmië, çürümenin içindeki umudu göstermiëtir Séraphita ile. Yoksa “Onun gönlünde dünyada kaybettiklerinizle k yaslanmayacak kadar büyük servetler bulacaks n z.” cümlesi baëka nas l anlaë labilir ki?

29


âEHáR

KÝTAP ZAMANI

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

Āstanbul bu hale nasêl geldi? Murat Gül, Modern ûstanbul’un Doþuýu adlç çalçýmasçnda bir dönemin saltanat ýehrinin ihmal ediliý ve yçkçlçý öyküsünü anlatçyor. Kitapta Cumhuriyet dönemiyle baýlayan, ûstanbul’da Osmanlç’ya ait izleri silmeye yönelik politikalarçn çarpçcç örnekleri var.

S

FOTOüRAF: ZAMAN, SELMAN EĀTÜRKLER

MODERN ýSTANBUL’UN DOĀUþU, MURAT GÜL, SEL YAYINCILIK, 288 SAYFA, 20 TL

ALÂATTÛN KARACA

ezai Karakoç, bir ëiirinde “Mimar Bat ’dayd ev oraya gidecekti.” der. Asl nda bu dize, ëehir mimarimize egemen olan, Bat ’y model alma düëüncesini de özetlemekte. Her ëey gibi çstanbul da nasibini ald ‘modern kent’ f rt nas ndan. Tabii bunda, Murat Gül’ün de Modern åstanbul’un Doèuéu adl kitab nda belirttiêi üzere, Tanzimat sonras nda yaëanan ekonomik krizlerin, askerî yenilgilerin, özellikle K r m, Osmanl -Rus ve Balkan Savaëlar sonras yaëanan büyük göçler sonucunda çstanbul nüfusunun h zla artmas n n da önemli pay var. çëte bu sorunlar nedeniyle çstanbul, dar ve ç kmaz sokaklar , ulaë m güçlükleri, ahëap ve harabeye dönmüë evleri, altyap , kanalizasyon gibi eksiklikleriyle 19. yüzy la büyük sorunlarla girmiëtir. Bu klasik Osmanl ëehri daha sonra sorunlar yla baë baëa b rak lm ë, kaderine terk edilmië, Bat l laëma hareketleriyle yavaë yavaë tarihî dokusunu yitirmeye baëlam ët r. Dersaadet’e “kü enmië bir Avrupa akëam ” dadanm ët r art k. Bu güçlü ‘yeni, modern kent’ f rt nas Osmanl ’n n çslami mimari stilinin son izlerini de söküp att , at yor çstanbul’dan, üstelik yerine özgün bir yap da koyam yor.

þEHýRDEKý BÜYÜK DEĀýþýM Murat Gül, Modern åstanbul’un Doèuéu’nda iëte bunu; çstanbul’un, daha doêrusu bu “mümin ve mütevekkil” Osmanl ëehrinin Tanzimat y llar ndan baëlayarak erken Cumhuriyet, Milli èef ve Demokrat Parti dönemlerindeki o büyük deêiëimini, dönüëümünü, ‘modernizasyon’unu -asl nda buna modernizasyon demek de pek mümkün deêil- konu edinmië. Evet, kitab okuduêumuzda ve bugünkü çstanbul’a bakt ê m zda, bunun bir ‘modernizasyon’ ve ‘yeniden doêuë’ olmad ê n rahatl kla söyleyebiliriz. Çünkü yap lan bütün plan ve uygulamalara raêmen, mimari yap ve üslup itibar ile y k lm ë, reddedilmië, ne Osmanl ne de Avrupal olabilmië ‘melez’ bir kenttir art k çstanbul. Murat Gül, kitab n “Klasik çstanbul’un Sonu” bölümünde, çstanbul’un fetihten sonra bir Müslüman Osmanl ëehrine dönüëtürüldüêünü ancak 19. yüzy la girerken çöküëe koëut biçimde ëehrin de büyük sorunlarla karë -

gesi ëeklinde sunulup itibars zlaët r lmas ” olduêunu ileri sürüyor. Eserden öêrendiêimize göre, bu politika doêrultusunda çstanbul’da 1940’lara kadar neredeyse hiçbir büyük kamu binas inëa edilmemië; buna karë l k Ankara, “modern binalar , genië bulvarlar , parklar ve en önemlisi minaresiz siluetiyle” yeni laik ulus devletin kenti olarak inëa edilmiëtir. Kuëkusuz bu, ëehirler üzerinden bir medeniyet çat ëmas d r.

‘KEMALýST ýLKELER IþIĀINDA’ MýMARý

laët ê n , yavaë yavaë y k ld ê n , önlemlerin yetersizliêini ortaya koyuyor.

min bu tavr ndan nasibini “ihmal ve y k m” olarak alm ët r. Sonuçta Ankara, çstanbul’a karë , modern kentlere özgü yap lar yla laik Kemalist rejimin simgesel kenti olarak inëa edilirken, hilafetin ve saltanat n merkezi çstanbul, Gül’ün de isabetle kaydettiêi üzere, kaderine terk edilip bir ihmal politikas na maruz b rak l r. O nedenle Murat Gül, kitab n n Cumhuriyet sonras ndaki çstanbul (1923-1933) bölümüne “çhmal Edilen èehir” baël ê n koymuë. Yazar, Kemalist rejimin ëehirden/ëehirlerden çslami ve Osmanl ’ya ait gürleri silmeye yönelik politikas na; “1927’de Osmanl tuêralar n n ve niëanlar n n bütün resmî ve kamu kurumlar ndan ç kar lmas n emreden bir kanun”u, Sultanahmet Camii’nin bir sanat galerisine çevrilmesi önerisini, Ayasofya’n n müzeye dönüëtürülmesini, Osmanl sultanlar n n an s n yaëatan sokak adlar n n deêiëtirilmesini örnek veriyor ki, bunlar elbette yeni rejimin çstanbul’a bak ë n gösteren çarp c uygulamalard r. Bu baêlamda kitaptaki, “1931’den sonra Kemalist rejim yeni binalarda Osmanl formlar n n kullan lmas n topyekûn reddetti.” (s. 103) cümlesinin alt çizilmeli. Gül, kitab nda Cumhuriyet’in bu konudaki as l amac n n “geleneksel Osmanl kültürünün bir geri kalm ël k sim-

CUMHURýYET DÖNEMýNDE ýSTANBUL Kitab n ana konusu, Cumhuriyet’ten sonra çstanbul’un yaëad ê büyük deêiëim; asl nda buna ëehrin ihmal edilmiëliêi, çaresizliêi, y k l ë demek daha doêru çünkü yazar n saptamalar bu yönde. Kuëkusuz çstanbul’a vurulan en büyük darbe, Cumhuriyet’ten sonra, Ankara’n n adeta ona alternatif olarak öne ç kar lmas ve baëkent ilan edilmesidir. Kemalist rejim, kendinden önceki ‘ slah etme’ye, yani Osmanl ’y yeniden canland rmaya dayal reform anlay ë n bir kenara iterek Osmanl ’ya ve çslam medeniyetine özgü tüm yap ve kurumlar n izlerini dahi silmeyi amaçlayan bir ret politikas takip etti. Çünkü yazar n da kaydettiêi üzere, “Rejim, geleneksel çslami kurumlara dayanan mevcut toplumsal düzeni ülkenin geri kalm ël ê n n baë müsebbibi olarak görüyordu.” (s. 97) Bu, elbette bütün devrimci rejimlerde görüldüêü üzere, ëehirlerdeki mimari yap y ve tasar mlar da derinden etkilemiëtir. Çünkü “Kemalist rejim de mimariyi ve kent tasar m n kültürel modernleëmenin en önemli görsel belirteci” sayd ê ndan Osmanl ’y ve çslam medeniyetini simgeleyen çstanbul, reji-

30

Murat Gül, erken Cumhuriyet döneminde çstanbul’a karë al nan ‘ihmal’ aê rl kl olumsuz tavr örneklerle ortaya koyduktan sonra, 1933-50 aras nda ëehrin “Kemalist ilkeler ë ê nda” yeniden inëa edilme giriëimleri üzerinde duruyor ve bu çerçevede 1933’te uluslararas bir imar plan yar ëmas düzenlendiêinden söz ediyor. Yar ëmaya kat lan gerek Le Corbusier’nin gerekse Henri Prost’un sözlerinden, bu dönemde de rejimin çstanbul’a nas l bakt ê anlaë lmaktad r. Le Corbusier ve Hermann Ehlgötz gibi mimarlar n projeleri çstanbul’un tarihî dokusunu korumay amaçlad ê ndan kabul görmez. Nitekim Le Corbusier’nin bir röportajda söylediêi, “Eêer hayat m n en büyük gaf ve en büyük taktik hatas Atatürk’e yazd ê m mektup olmasa idi, bugün büyük rakibim Prost yerine güzel çstanbul ëehrinin imar ile ben uêraëacakt m. Bu mektupta, ink lâp yapm ë bir milletin en büyük ink lâpç s na çstanbul’u eski haliyle as rlar n tozu topraê ile b rakmas n tavsiye ediyordum.” (s. 122) cümleleri, mimar n neden tercih edilmediêini de aç klar. Buna karë l k, kabul gören Prost’un projesinin ise ëehirdeki Greko-Romen miras n korunmas n içerdiêi dikkat çekmektedir. Özetle, çstanbul 1950’lere büyük bir çekiëmenin kurban olarak girer. Demokrat Parti iktidara gelince Adnan Menderes, büyük bir hevesle çstanbul’un yeniden inëas için kollar s var. Ancak onun çabalar da kanla biten bir iktidar kavgas na kurban edilir. Bu dönemde de çstanbul’un tarihî dokusu bozulur ve ëehr-i çstanbul bu kez Yass ada’da bir baëbakan n idam edilmesine bahane olarak öne sürülür. K saca Murat Gül, saltanat ëehrimizin, medeniyetimizin ihmal edilië ve y k l ë öyküsünü anlat yor kitab nda.


TARáH

KÝTAP ZAMANI

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

Osmanlê ve Avrupa: Hayranlêk ve çatêüma Fransçz tarihçi Jean-François Solnon, dilimize Sarçk ve ûstanbulin adçyla çevrilen ödüllü kitabçnda Osmanlç ûmparatorluþu ile Avrupa arasçndaki savaý ve çatçýmalarçn ötesine, kültürel alçýveriý ve etkileýimlere yakçndan bakçyor. SARIK VE ýSTANBULýN, JEAN-FRANÇOIS SOLNON, ÇEV.: ALý BERKTAY, DOĀAN KýTAP, 596 SAYFA, 33 TL

S

Osmanl memuru, Bat ’n n tüm deêerlerine intisap etmemiëti. Buharl gemi ve tramvay kullan rken geçmiëini inkâr etmemiëti.” Solnon tarihin farkl dönemlerindeki deêiëik tasavvurlar n, aidiyet duygular n n izini sürmüë. Böylelikle resmî tarihlerin maharetli ellerinden ç kma anlat lar n taht n sallamay baëar yor. Yazar bunu yaparken savaëlar n, çat ëman n, karë l kl önyarg ve korkunun tüm iliëkilerin çat s n oluëturduêu gerçeêini de göz ard etmemië. Aksine, kitab n baë ndan sonuna çat ëman n ne kadar derine sirayet ettiêini ve asl nda ötekine duyulan merakta yönlendirici olduêunu net bir biçimde ortaya koymuë. Ve bu iki z t dünyan n neredeyse fark na bile var lmadan içe içe geçtiêini, birbirini zenginleëtirdiêini anlatm ë.

AYÜE BAÜAK

avaëlar ve karë tl klar anlat lar n n merkezine yerleëtiren tarihçiler, hiç durmadan çat ëan ezeli düëmanlar n öykülerini yazarlar. Bu yüzdendir ki, insanl k tarihinin önemli bir bölümü, fetihten fethe koëan komutanlar n bitmek bilmeyen kanl muharebelerinden ibaret görünür. Böyle bir tarihin okuyucusu için düëmanlar n asla yan yana gelmediêine, uzlaëmaya kesinlikle yer olmad ê na inanmak kaç n lmazd r. Tarihçi Jean-François Solnon, farkl bir yoldan yürümeyi seçenlerden… Tarihsel olgulara çat ëmac bir tarih anlay ë yerine uzlaëmac bir alg yla yaklaë yor. Dilimizde yeni yay mlanan Sar k ve çstanbulin adl kitab nda, Osmanl çmparatorluêu ile Avrupa aras ndaki savaë ve çat ëmalar n ötesine, kültürel al ëverië ve etkileëimlere yak ndan bak yor. Okuyucuya, tarih asl nda hiç bildiêiniz gibi deêil, diyor.

OSMANLI-AVRUPA ýLýþKýLERýNýN DýĀER YÜZÜ Tarihçiler milletlerin, devletlerin, kültürlerin geçmiëini yazmak için farkl kaynaklar, yöntemler, okuma biçimleri kullan rlar. Bak ë aç lar ve vurgular yla yeni boyutlar kazand rd klar tarihsel olaylar n kimi yanlar n da yine ayn ëekilde görünmez k labilirler. Tarihyaz m n n en s k düëtüêü tuzak, siyah ve beyazlara hapsolmakt r. Kimi tarihçilerin karë tl klardan ibaret gördüêü olgular bir de ideolojik çarklar n diëlileri aras nda öêütüldüêünde, “tarihsel gerçek” bütünüyle farkl suretlere bürünebilir. Oysa insanl k tarihi, kanl savaëlardan ve ëanl zaferlerden çok daha fazlas d r. Jean-François Solnon kitab nda Osmanl -Avrupa iliëkilerinin savaëlardan öte taraf na bak yor. Osmanl ile Avrupa aras ndaki etkileëimin derin ve çok yönlü geçmiëini anlama saikiyle yola ç kan tarihçi, bireylere, bireyüstü toplumsal yap lara, birbirine çok uzakm ë gibi alg lansa da asl nda yüzlerce y ld r iç içe geçmië yaëant lara odaklan yor; ekonomik, kültürel, dinî, sanatsal iliëkilerin köklerine iniyor. Osmanl ’n n Bat l laëmas n “yaël Müslümanlar n sa-

TARýH SÜRPRýZLERLE DOLUDUR

Sultan Selim

r ê yla genç kuëaklar n istanbulininin[1]” buluëmas metaforuyla aç klarken, geleneklerin ve yeniliklerin iç içe geçië öyküsünü anlat yor. Yükseliëinden çöküëüne Osmanl ’n n Bat dünyas ile girdiêi iliëkileri inceleyen Solnon, erken tarihlerden baëlayan, ‘öteki’ne duyulan korku ve merak , iki dünyan n karë laëmas ndan doêan nefret ve hayranl k ekseninde ele alm ë. Osmanl ’n n H ristiyanl êa ve H ristiyan dünyaya karë yürüttüêü fütuhat siyasetinin ve Avrupa’n n Türklere duyduêu nefretin, önce yavaë yavaë sonra h zlanarak yerini baëka ëeylere b rakmas n kitab n sayfalar nda ilginç anekdotlar eëliêinde takip edebiliyorsunuz. Osmanl -Avrupa iliëkilerinin kâh uyuëarak kâh didiëerek geliëen çizgisine yak ndan bak ld ê nda ezberleri bozacak pek çok konu ç kacaê aëikâr. Baz Avrupa devletlerinin “ëeytanla” ticaret yapmay kabul etmesi; çstanbul’un fethinin üzerinden daha bir y l geçmeden Venediklilerin muzaffer sultanla bir ticaret anlaëmas na gitmesi, Fransa Kral ’n n èarlken’e karë koyabilmek için padiëahla ittifak yapmas ticaret ruhu ve reel politik-

I. Abdülmecid

le aç klanabilir. Fakat H ristiyan dünyas bundan çok daha fazlas n yapar. Osmanl ’n n günlük hayat n , ev yaëam n merak eder, kimi geleneklerini Avrupa’ya ithal eder, alla turca eêlenceler düzenler, hatta Osmanl usulü giyinmek modaya dönüëür. Hikâyenin Osmanl taraf n da detaylar yla anlatan Solnon’un sözleriyle devam edelim: “Ölümüne mücadelenin yerini çoêunlukla geçici, muêlâk, bazen ancak gönülsüzce desteklenen bir birlikte yaëama ald . Yine de Osmanl seçkinleri XIX. yüzy lda Avrupa’n n reçetelerini benimseseler bile ne sömürgeleëtirilmeye maruz kald lar ne de sömürgeci oldular. Edilgen bir Bat c l k içine düëmekten de sak nd lar. Oryantalizm tutkunu olan ve sözde ‘otantik’ bir Türkiye’nin yok olmas na hay anan Avrupal seyyahlar kusura bakmas nlar ama baëlat lan reformlarda kör bir taklitçilikten eser bile yoktu, tam tersine, önemli bir iddia söz konusuydu: Bat l l êa bir Türk stili kazand rmak ve Türk damgas vurmak. Redingot ve cilal kunduradan oluëan ‘reform k yafeti’ni benimseyen

31

Jean-François Solnon’un kitab ndaki iki baëar s ndan ilki, modernizmin kurgulanm ë tarih alg s n n d ë nda kalabilmesi. Yazar görmezden gelinen, yok say lan kavramlar n, etkileëim ve iliëki biçimlerinin uzun geçmiëini çarp c örneklerle ortaya koyuyor. Böylece 14. yüzy ldan baëlayarak 20. yüzy la kadar gelen süreçte Osmanl Devleti’nde toplumsal yaëant n n ve ëehir hayat n n ne derece so stike olduêunu, Bat ile iliëkilerin derinliêini ve çok boyutluluêunu görebiliyoruz. Bu durum, meseleleri yak ndan bilen bir tarihçi için ëaë rt c olmayabilir ama ortalama okuyucu için sürprizlerle karë karë ya olduêu anlam na geliyor. Hele zihni savaë odakl nitelemelerle meëgul edilmië ve resmî tarih kal plar n n içine hapsedilmiëse… Solnon’un ikinci baëar s ise bu tarih metnini bir roman ak c l ê nda kurgulayabilmië olmas . Hiç ëüphesiz, kitab n zevkle ve merakla okunur olmas nda çevirmen Ali Berktay’ n pay n unutmamak laz m. Son olarak çal ëman n 2010 y l nda, Avrupa tarihini baëar yla anlatan kitaplara verilen Prix du Livre d’Histoire de l’Europe ödülüne deêer görüldüêünü de belirtelim. [1] åstanbulin: Tanzimat’tan Meërutiyet’e kadar Türkiye’de kullan lan, yakas kapal bir tür erkek ceketi.


ÇOCUK

KÝTAP ZAMANI

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

Biraz masal, epeyce roman, tam bir siyer Ayýe Sevim’in kaleme aldçþç Güneýe Yolculuk, kabuþu roman, özü siyer olan bir eser. Kitap, Peygamber Efendimiz’in hayatçna dair bilgileri alçýçldçk formlarçn dçýçnda sunuyor çocuk okurlara... GÜNEüE YOLCULUK, AYüE SEVûM, üULE YAYINLARI, 214 SAYFA, 12 TL

B

MUSA GÜNER

ilgiye ulaëman n bin bir türlü yolu var. Bilgi kuëu, kimi zaman bir öêretmenin cümleleriyle konar omzumuza, kimi zaman bir kitab n sat rlar aras nda kanat ç rpar. Kimi zaman da bir roman kelimelerinin aras nda sessizce süzülüverir zihnimize. Ayëe Sevim’in kaleme ald ê , èule Yay nlar taraf ndan yay mlanan Güneée Yolculuk usta iëi bir roman olmuë. Bilgisini okura ustaca sunan, ‘meyvenin içindeki ëeker’e dönüëtüren bir kitap… Kabuêu roman; epeyce de güzel kurgulanm ë bir eser. Özü siyer; Peygamber Efendimiz’in hayat n anlat yor. O’na dair, çocuklar n bilmesi gerektiêi kadar süzülmüë bilgiyi içeriyor.

SAADET ASRINA YOLCULUK Kitap, Peygamber Efendimiz’in hayat na dair bilgileri al ë ld k formlar n d ë nda sunuyor çocuk okura. Yazar, roman n kahraman n Zehra’n n k l ê na giriyor, saadet asr na gidiyor, aêaç oluyor, masal kahramanlar yla dolaë yor, duvarlar n içinde seyahat ediyor, tesbih tanesi k l ê nda savaëlara kat l yor. Zehra zaman ve

mekânda yolculuêa ç k yor. Bu bir rüya ya da hayal mi? Hay r. Tayy-i zaman, tayy-i mekân... Canl cans z her varl k Allah’ tespih ediyorsa, bütün varl klar da Efendimiz’i tan yor demek ki. Eëyalar, hayvanlar konuëuyor. Ayna, güzel ç nar, rüzgâr, kar nca, toz zerreciêi, Mersina, ekmek ana, gölge, ok ve yay, tesbih ve harita… Hepsi peygamberimizi anlat yor. Hepsi Efendimiz’in farkl bir yönüne ëahitlik ediyor. Bunu bir romandaki fantastik öêe gibi düëünebiliriz ama burada “Allah, Zehra’n n gözündeki perdeyi kald r yor.” Durup dururken deêil elbette, kahraman m z Zehra onlara ëifreyi, anahtar veriyor: çstemek… Zehra istediêi için gerçekleëiyor bütün bunlar. Bir yolculukta Zehra’ya masal kahraman Mersina eëlik ediyor. Yazar n deyiëiyle “Mersina bir Doêu masal , içinde ëehzadesi olan, perisi olan, gözyaëlar yla seccadeler iëlenen bir masal… Zaten bu kitap böyle ëerbetlerle tatland r lmasayd eksik kal rd . Çünkü bahsettiêiniz kiëi Peygamber Efendimiz. O’nun hayat n yazarken güneëi görmek için Bat ’daki deêil Doêu’daki pencereleri açman z gerekir.”

Küçük Prens büyüdü ve geri döndü GENÇ PRENS’ûN DÖNÜüÜ, A. G. ROEMMERS, TûMAü, 127 SAYFA, 12 TL

Küçük Prens büyüseydi, bir gence dönüëseydi nas l olurdu? Yay mland ê günden beri her yaëtan okurun kalbine dokunmay baëaran Küçük Prens’in dünyaya dönüë hikâyesi olan Genç Prens’in Dönüéü bu soruya cevap veriyor. Patagonya’n n çorak topraklar nda yaln z seyahat eden bir adam yolda yard ma muhtaç bir gençle karë laë r, onu arabas na al r. çkisi, hayat ve insanl k üzerine sohbet eder. Bir manevi yolculuêa dönüëen bu seyahatte paylaët klar duygular okurlara yeni kap lar aç yor.

Pencereler doêuya aç l yor ve Güneë bütün ayd nl ê yla doêuyor zihinlere. Güneée Yolculuk’ta bütün bu olaylar Zehra’ya verilen bir ödevle baël yor. Peygamber Efendimiz’in hayat n konu alan bir ödevdir bu. Öêretmen, Zehra’n n yapt klar istediêi gibi olmay nca eline bir adres tutuëturur ve buray ziyaret etmesini ister. Kahraman m z orada Garip Dede beklemektedir ve konuëman n sonunda o da baëka bir adres verir. Bir yandan yeryüzünde o kahramandan bu kahramana doêru yol al rken bir yandan da derinlemesine yolculuklar baëlar. Her yolculuk Efendimiz’in hayat ndaki farkl bir yöne, olaya aç l yor. Okur kurguyu takip ederken bilgiler de bir bir s ralan yor. Öêreniliyor. Bilgelerin bu tarzda verilmesi ‘düëünerek’ öêrenmeye de katk saêl yor. Belki daha ak lda kal c bir form bu. Zehra, yolculuklar n sonunda Kâinat n Güneëi’ni tan yor. Art k biliyor ki, ondan daha k ymetli bir insan yoktur. Onun sevgisiyle, kötü huylar ndan kurtulup yeni bir kimlik kazan yor. Güneée Yolculuk biraz ëiir, biraz masal, epeyce roman ve tam bir siyer.

Bu hayatên bir anlamê olmalê

ýiüko’nun adamlarê geri döndü H. Salih Zengin’in paslar haz rlam ëlar roman æiéko’nun Bübile. K z yurdundatün Adamlar , 14 y l ki s k rakipleri Lüle, önce yaz lm ë ve o Kurdela, Kukila, günün çocuk okurPinpon, Bayan Yalar yla buluëmuëtu. muk ve Süpürge ise O çocuklar büyüdü, kahramanlar m z n belki de ëimdi kendi yine deêiëmez baë çocuklar na hikâyeler belalar ... Tabii belanlat yor. Kitap buletmen K lkuyruk’u da unutmamak gegünün çocuklar için rekiyor. geri döndü, yan æiékonunun Büna yeni maceralar da tün Adamlar -2. alarak. KahramanDönem’de de milar yazar n bir sl ê yzah ve macera kol la yeniden bir araya kola ilerliyor. Kahgeldi. æiéko’nun Büraman m z F ç retün Adamlar - 2. Dönem, Venüsya etikejim yapmaya baëtiyle kitapç ra ar nl yor. Minik kahraüûüKONUN BÜTÜN daki yerini ald . Bir manlar m z bir huyurtta ayn odada ka- ADAMLARI - 2. DÖNEM zurevini ziyarete giH. SALûH ZENGûN, lan bu kahramanlar diyor. F ç ’n n pilates RESûMLEYEN: DAÿISTAN hiç deêiëmedi: Nane, ÇETûNKAYA, VENÜSYA topuyla futbol oynaÇOCUK KITAPLIÿI Filozof, S r k, Palasmalar na ne dersika, F ç , Dört çëlem, niz? Yazar, bu kitapPasakl , Keçe ve T rm k... Her ta küçük çocuklar n diyet yapma biri ayr bir âlem olan bu sevimli merak na ve büyüklerin organik arkadaëlara yeni kat lan bir kiëi ürünler yeme tak nt s na eleëvar: Herodot... O ëehrin beletirel ve mizahi bir yaklaë m gediye baëkan n n oêlu. Ama bu, tiriyor. Sade ve yal n bir üslupkahramanlar m z için durumu la kaleme al nan kitap Daê stan deêiëtirmiyor. Hatta gelir gelÇetinkaya’n n çizgileriyle renkmez ona yeni ëakalar ve kumleniyor.

Dünyanên rengi olur mu?

RUHUN KELEBEK KANATLARI, ÖZNUR ÇOLAKOÿLU CAM, GENÇ NESûL, 191 SAYFA, 10 TL

KEDûNûN KANADI OLSA, FûLûZ ÖZDEM, YKY, 111 SAYFA, 14 TL

Genç bir k z olan Necla’n n ruhunda bitmek bilmeyen s k nt lar vard r. S k nt larla baë edemeyen Necla’ya yard m için ailesi harekete geçer ve onun için her ëeyi yapar. Ancak Necla bir türlü normale dönemez. Ancak bir gün Kopyac Ressam adl kiëinin sergisini görür. Kopyac Ressam, onun hayat hakk nda yeniden düëünmesini, hayat sorgulamas n saêlar. Ressamla konuëmalar , görüëmeleri Necla için tam anlam yla bir deêiëimin baëlang c d r.

Filiz Özdem’in kitap kurtlar için yazd ê serinin alt nc kitab Kedinin Kanad Olsa yay mland . Emine Bora’n n resimleriyle daha da eêlenceli hale gelen kitap yak ndan tan d ê m z, hayat m z n bir parças olan kediler, köpekler, bal klar ve kuëlar üzerine. Yazar, kitapta okurlar ëu sorular n cevab n düëünmeye çaê r yor: Hayvanlar olmasa, hayat m z daha renksiz olmaz m yd ? Kedilerin miyavlamad ê , köpeklerin havlamad ê , kuëlar n daldan dala konarak ötmediêi bir dünyada yaëamamak için neler yapabiliriz?

32

Çocuklar okusun, ebeveynler anlatsên MUTLU ÇOCUKLARA MUTLU MASALLAR, NûHAN TAüTEKûN, MANDOLûN YAY., 264 SAYFA, 50 TL

Masal anlatmak, hele ki anlatacak güzel masal bulabilmek zor ië. Masal buldun diyelim, ëöyle bir ay klamal , çocuêa uygun hale getirmeli deêil mi? Ebeveynlerin bu s k nt s n hisseden Nihan Taëtekin, Mutlu Çocuklara Mutlu Masallar kitab nda “Anadolu’dan Brezilya’ya, Amerika’dan Çin’e” uzanan coêrafyadan masallar derleyip yeniden anlatm ë. Emine Bora’n n resimleriyle süslenen kitap, çocuklar için oldukça albenili hale gelmië. Kitaptaki 24 masal, okuyan büyüklerin ve dinleyen küçüklerin alabileceêi derslerle dolu.


TARáH

KÝTAP ZAMANI

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

ýark’ta Kafkaesk bir mahkeme Tarihçi Mahmut Akyürekli üark ûstiklal Mahkemesi 1925-1927 isimli kitabçnda, üeyh Said davasçnçn görüldüþü Elazçþ’daki ûstiklâl Mahkemesi’ne dair tutanaklara yer veriyor. Kitaptaki karar ilamlarç, “resmî” bakçýçn üeyh Said ûsyanç’na ve diþer hareketlere nasçl yaklaýtçþçnç da gösteriyor. þARK ýSTýKLÂL MAHKEMESý 1925-1927, MAHMUT AKYÜREKLý, KýTAP YAYINEVý, 185 SAYFA, 15 TL

á

A. YAVUZ ALTUN

stiklâl Mahkemeleri hakk nda yaz p çizen herkesin yak nd ê ortak dertler var: Kaynaklar ve haliyle akademik çal ëmalar yetersiz, arëivler saklan yor. Dersim’le ilgili tart ëmalar, örtünün ucunu aç p alt ndakine ëöyle bir göz atmaktan öteye gidemedi. Geçen sene hem Genelkurmay hem de TBMM’de bulunan çstiklal Mahkemeleri arëivlerinin aç lacaê duyurulmuëtu. Üstelik herkesin istifadesine sunulmak kayd yla. Fakat henüz gerçekçi bir ad m at lm ë deêil. Tarihçi Mahmut Akyürekli’nin æark åstiklal Mahkemesi 1925-1927 isimli kitab nda zikrettiêi gibi “baz belgeler” d ëar ya s z yor; birtak m hat ra kitaplar ndan edinilen izlenimler mevcut. Akyürekli, èeyh Said davas n n görüldüêü Elaz ê’daki çstiklâl Mahkemesi’ne dair tutanaklar nas l elde ettiêini aç klam yor ama ëöyle bir kay t düëüyor: “Biz tarih araët rmac lar n n en büyük s k nt s da, Cumhuriyet tarihinin kuruluë dönemine ait belgelere ulaëamamakt r. (...) Atmosfere hâkim olan sis perdesini y rtmaya muktedir sert poyrazlar neticesinde baz bilgi k r nt lar elimize ulaët ê nda, bunlar n deêerini bilip, titizlikle yorumlamakla yükümlüyüz. èark çstiklâl Mahkemesi Karar çlam Defteri, böylesi güçlü bir rüzgâr n yard m yla elime ulaët .”

SýYASÎ HAYATA ÇEKýDÜZEN! Bu mahkemelerin kuruluëu, Akyürekli’nin tespitine göre, Dr. Tev k Rüëtü’nün (Aras) Milli Mücadele döneminde Mustafa Kemal Paëa’ya gelip böyle bir yap ya ihtiyaç duyulduêu kanaatini izhar etmesiyle oluyor. Tev k Rüëtü’nün kafas ndaki yap , bir çeëit “devrim mahkemesi”. Ancak ilk etapta asker kaçaklar ve Milli Mücadele’ye karë isyan faaliyetleri kapsam nda baz yarg lamalar yap lmas için bir yasa ç kar l yor. Birçok tarihçinin uzlaët ê biçimiyle bu “ilk dönem”, bir çeëit tedbir. “çkinci dönem” ise “h yanet-i vataniye” kavram n n mevcut yasaya ilave edilmesiyle birlikte Meclis’teki hâkim ideolojiyi savunmak ve ikâme etmek üzere teëkilatlan yor. çki meëhur dava, çzmir Suikast ve èeyh Said davalar , bu ikinci dönemde teëekkül etmië heyetler eliyle görülüyor ve

Meclis’te “muhalif” görülen pek çok ismin, Milli Mücadele’de “silah arkadaë ” olarak vazife almalar na bak lmaks z n yarg lanmas na yol aç yor. Haliyle “ikinci dönem” özel koëullar içinde meydana getirilmië mahkemelerin, siyasi hayata çekidüzen vermesine, Ahmet Turan Alkan’ n deyiëiyle, “ink lap terörü arac ” haline gelmesine sebep oluyor.

ANKARA ýLE þýFRELý TELGRAFLAR èark çstiklâl Mahkemesi bu çerçevenin içinde özel bir yere sahip. Akyürekli’ye ve birçok tarihçiye göre, bugün hâlâ konuëtuêumuz Kürt meselesinin kökenleri, buradaki “devlet tavr ” ile yak ndan alâkal . Kitapta yer alan karar ilamlar , sadece kiëilerin hangi cezalar ald ê n deêil ayn zamanda “resmî” bak ë n èeyh Said çsyan ’na ve beraberinde bölgedeki siyasi hareketlere nas l yaklaët ê n da gösteriyor. Mahkeme, bölgeye intikalinin ikinci gününde Siverekli èeyh Eyüp ve Dr. Fuat hakk nda tek celsede idam cezas verirken, “isyan” n Hilafet’in kald r lmas na karë , mürteci, Kürdistan kurulmas na yönelik ve devleti y kmaya teëebbüs eden nitelikte olduêunu öne sürüyor. Bu iki ismin, henüz yeni kurulan Terakkiperver Cumhuriyet F rkas ’na yak n olmalar da davay ayn zamanda tek muhalefet partisinin kapanmas na bir dayanak yap yor. Öte yandan mahkeme heyetinin çal ëma biçimi, her türlü keyfîliêe müsait bir zemin haz rl yor. Hukukçu olmayan heyet azalar , karë lar na getirilen isimleri dinleyip Ankara ile ëifreli telgra arla yaz ët ktan sonra kararlar n veriyorlar. çlginç olan, mahkeme baëkan n n ve heyet azalar ndan Ali Saib Bey’in (Ursavaë) ayr ayr ëifrelere sahip olmas ve Ali Saib Bey’in doêrudan Mustafa Kemal’le yaz ëarak onun iradesini temsil etmesi. Dava, çzmir Suikast meselesinde olduêu gibi gazetecilerin sindirilmesine, baz muhalif mebuslar n idam na kadar gidiyor. Hatta heyet azalar n n akëam sofras nda konuëurken bahsi geçen baz kimseleri Elaz ê’a çaê rtarak yarg lamalar bile görülüyor. Nihayet bu Kafkaesk mahkeme, 435 idam karar vererek bölgeden ayr l yor. Ancak geride binlerce “yaralanm ë bilinç” ve “ceberut devlet” hikâyesi b rak yor.

33


ELEâTáRá-DÜâÜNCE

KÝTAP ZAMANI

Ölüm: Ne bir an önce ne sonra

Eleütirel teoriyi eleütirmek

ûngiliz felsefeci John Gray, Ölümsüzleýtirme Kurulu adlç kitabçnda modern insançn ölümsüzlük peýindeki beyhude iz sürüýünü polisiye roman gibi bir tarih çalçýmasçyla ortaya koyuyor ve materyalist felsefeyle hesaplaýçyor.

Siyaset felsefesi üzerine incelemeleri bulunan felsefe profesörü Raymond Geuss’un, Habermas ve Frankfurt Okulu’nun çalçýmalarçnç ele aldçþç Eleýtirel Teori okurla buluýtu. Kçsa ama tartçýmaya deþer bir kitap...

ÖLÜMSÜZLEþTýRME KURULU, JOHN GRAY, ÇEV.: NURETTýN ELHÜSEYNý, YKY, 208 SAYFA, 16 TL

ELEþTýREL TEORý, RAYMOND GEUSS, ÇEV.: FERDA KESKýN, AYRINTI YAYINLARI, 160 SAYFA, 11 TL

F

ALÛ GALÛP YENER

rankfurt Okulu, “Toplumsal Araët rmalar Enstitüsü” ad yla 1923’te kurulmuë, 1930’da baë na felsefeci Max Horkheimer’ n geçmesiyle teorik temeli at lm ë bir kurumdur. Avrupa’y sarsan öêrenci hareketlerinden, 1968’deki olaylardan sonra iëlevini tamamen kaybeden, Horkheimer’ n 1973’deki ölümüyle çözülen bu kurum, Almanya’da Marx ve Freud’un görüëlerinin sentezini yapan radikal sol çevrelerin akademi ismi alt nda toplanmas n n somut bir sonucudur. Tarihî maddeciliêin farkl bir ëekilde yorumlanmas na çal ëan Okul üyeleri, Marksç kriyat için merkezî bir önemi olan praksis kavram ile iliëki kurmaks z n bu kriyat eleëtirmiëlerdir. Raymond Geuss, Frankfurt Okulu üzerine Türkçede yay mlanm ë baëka kaynaklarla beraber okuman z önerdiêim Eleétirel Teori adl kitab nda, Okul’un çal ëmalar n , ortaya att ê eleëtirel teorinin niteliklerini ve yetersiz kald ê alanlar ele al yor. Marksç l k ile psikanalizin sentezini hedefleyen eleëtirel teorinin üç tezini ëöyle s ral yor Geuss: 1) Eleëtirel teoriye inanan faillerin gerçek ç karlar n n nerede olduêunu tespit etme ve onlar bir anlamda özgürleëtirme amac . 2) Eleëtirel teorinin bilgi içeriêinin olmas , yani bilgiyi ëekillendirme iëlevi. 3) Eleëtirel teorinin doêa bilimlerindeki teorilerden fark n n vurgulanmas . Bu fark, eleëtirel teorinin kendi üzerine düëünmesi anlam nda dönüëlü olmas , doêa bilimlerindeki teorilerin ise nesneleëtirici olmas d r. (s. 11)

AYDINLANMA’NIN ELEþTýRýSý VE HABERMAS Geuss, kitab n ilk bölümünde ideoloji kavram ve eleëtirisine yer veriyor. çkinci bölümde eleëtirel teoride ç kar kavram üzerinde duruyor. Son bölümde ise eleëtirel teorinin bilgi yap s n ve epistemolojisini (bilgi felsefesi yönünü) ele al yor. Doêa bilimlerinin bilgiye ulaëma yollar ile Ayd nlanman n eleëtirisi baêlam nda eleëtirel teorinin bilgiye ulaëma yollar n n mukayeseli analizine giriëen Geuss, Frankfurt Okulu’nun, eleëtirel teorinin “bilimsel” teorilerden esas olarak bilgi yap s ve belgeleme ëekli bak m ndan ayr ld ê iddias n detayl bir ëekilde

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

C

ele alm ë. Buna göre, “bilimsel teoriler empirik olarak kati ve gözlem ile deney taraf ndan belgelenmië ise bilgisel olarak kabul edilebilirdir; eleëtirel teoriler ise empirik olarak kati iseler ve nesneleri, yani hitap ettikleri failler taraf ndan özgür bir biçimde kabul ediliyorsa kabul edilebilirdir.” (s. 121) Yazar, Okul’un çöküëünden sonra eleëtirel teorinin epistemolojik varsay mlar n ayakta tutan en önemli düëünür olan Jürgen Habermas’ n görüëlerine aê rl k vermië. Teoriye yapt ê diyalojik katk sayesinde ak l ile ötesi aras nda bir paylaëma sahas bulmaya gayret eden Habermas, Ayd nlanmac akl n dogmatizmini aëmaya çal ëarak ve ortaya koyduêu “iletiëimsel eylem teorisi” ile toplumsal hayattaki iki esas veçheyi, özgürleëme ve disiplin aras ndaki çat ëmay inceleyerek meseleye yaklaë yor. Habermas’ n, özneleri aëan ve “ideal konuëma hali” olarak tespit ettiêi iletiëimin rasyonelliêi kri, Walter Benjamin’in Ayd nlanmac araçsal akla itiraz ederken hikâye anlat c s n n önemine ve beëeri tecrübe kayb n n tela sine iëaret ediëiyle uyum içindedir.

SÜREYYA SU

harles Darwin’in ortaya att ê evrim teorisinin modern insan için esas sars c yan , insan n maymundan geldiêini söylemesi deêil, insan n salt biyolojik bir varl k olduêunu öne sürmesi ve bu yüzden ölümden sonra hayat düëüncesini yok saym ë olmas d r. Bu teori Darwin’in Yahudiliêi aç s ndan pek bir sorun teëkil etmiyordu, çünkü Yahudilik’te ölümden sonra hayat düëüncesi muêlâkt r. Ama diêer birçok insana ölümden sonra hayat ihtimalinin s f rlanmas pek kabul edilebilir gelmemiëti. Bu yüzden çngiliz elit tabakas ndan baz kiëiler Darwin’in teorisine karë olmasalar bile bu teorinin yok sayd ê insan n ruhsal varl ê n ispat etmek üzere “bilimsel” kan tlar bulmaya giriëtiler. Psiëik Araët rmalar Derneêi çat s alt nda bir araya gelen bu kiëilerin yapt ê ië, ruh çaê rma seanslar ndan baëka bir ëey deêildi. Kerli ferli bir grup insan bir araya gelip, “çapraz yaz ëma” ya da “otomatik yaz ” ad verilen yöntemle, ciddi ciddi ölülerle iletiëim kurduklar na inanarak insan n bedensel ölümünden sonra bilinçli varl ê n devam ettirdiêini ispatlamaya çal ët lar.

MARKSÇILIK ýLE HESAPLAþMA

MATERYALýZMýN RUHSUZ DÜNYASINDA

Bütün bilginin doêa bilimlerinde topland ê na inanan ve teorilerin hem dönüëlü hem de bilgi yüklü olabileceêini reddeden pozitivistlerin Ayd nlanmac bak ë aç s n n eleëtirisi bana kal rsa eleëtirel teorinin en önemli unsurudur. çnsan n pozitivist dünya görüëü ile tamamen araçsal akl n hizmetine girmesi, evrendeki her ëeyi doêa bilimlerinin dayand ê zeminde anlamaya çal ëmas tam bir ç kmazd r. Çünkü böyle bir tutum, insan n moral deêerlerinin ve Tanr sal hakikat ile kurabileceêi içsel baê n kökten reddi anlam na gelir. Bu yorumun Geuss’un kitab ndaki tespitlerle bire bir örtüëmediêini, ancak kitab n okura böyle bir yorum yapma f rsat verdiêini söylemek mümkün. çnsan n kozmik ëuuruna kay ts z kalan bir ideoloji olan Marksç l k ile yer yer hesaplaëan ve Ayd nlanmac dünya görüëünü sorgulama imkân sunan eleëtirel teori, Bat ’n n doêa bilimlerine dayal ilerlemeci paradigmas yla hesaplaët ê için önemsenmelidir. Bu teori, konuya Bat medeniyetinin d ë ndan bakmak isteyen okura ayr bir pencere açmakta yard mc olabilir.

Dinsel inançtan vazgeçen ama bilimsel materyalizmin kurduêu ruhsuz dünyada umutsuz bir yaëam n karabasana dönüëmesinden de korkan modern insan n, bilime güya bilimle cevap verme ad na içine düëtüêü gülünç bir durumdur bu. Bu seanslardan birine Darwin de kat l r. Seansa kat lmadan önce içinde teorisini çürütebilecek bir olayla karë laëmaya dair biraz olsun tedirginlik vard r ama seansa kat ld ktan sonra bilimsel materyalizmin ilerleyiëine köstek olmak için basit hile ve düzmecelerden daha fazlas n n gerekli olduêu kanaatine var r. Ne var ki dernek, parapsikolojik çal ëmalara srarla devam etmië ve paranormal dünyayla “bilimsel” ilgisini kesmemiëtir. Bu çal ëmalar neticesinde bugün, ölümden sonra hayat n devam ettiêine dair bilimsel bir aç klama sunulmuë deêil ama korku ve gerilim sinemas için kullan ël bir malzeme ç kt ê söylenebilir. çngiliz siyaset felsefecisi John Gray, Ölümsüzleétirme Kurulu adl kitab nda, modern insan n ölümsüzlük peëindeki beyhude iz sürüëünü polisiye roman tad nda bir tarih çal ëmas yla orta-

34

ya koyuyor. Sat r aralar nda ve özellikle sonuç bölümünde ise materyalist felsefeyle çok esasl bir ëekilde hesaplaë yor. Gray, ilk bölümde Victoria dönemi çngiltere’sinden bir vakay ele al yor. Öte dünyayla iletiëime geçerek ölümden sonraki hayat n varl ê n ispat etmeye çal ëan bir grup insan n çabas nda, dinsel olanla baê n koparm ë modern insanl ê n ahlâki bir varoluëu sürdürebilmek için tinsel olana yöneliëini gösteriyor. Bilimsel materyalizmin getirdiêi, insan n ölümle mutlak yok oluëu

kri, insan içgüdüleriyle hareket eden bir biyolojik varl êa indirgediêi gibi etikte de büyük bir kara delik açm ët r. Burada insan n diêer insanlarla ve dünyayla iliëkisine dair önemli bir sorunsal ortaya ç km ët r. Eêer insan için de ölüm mutlak yok oluë ise varoluë nas l anlaml ve dünyan n ahlâki yönetimi nas l mümkün olabilir? “Ayd nlanm ë” bir dünyada bu sorunun cevab seküler bir din olarak tinsellikte bulunabilirdi.

BýLýM, ÖLÜMÜ YOK EDEBýLýR Mý? Gray, kitab n ikinci bölümünde 20. yüzy l n baë nda Sovyet Rusya’dan bir baëka vakaya bak yor ve materyalizmin radikal bir örneêini gösteriyor bize. Burada insan n öldükten sonra ruhsal hayat n devam ettirdiêine dair bilimsel araët rmalar yerine, bilimin ölümü yok edeceêine dair bir inanç söz konusu. Sovyet ideolojisi, komünizmin cenneti yeryüzüne indireceêini vaat ettiêi gibi, materyalizmin de ölümü yok edeceêini vaat ediyor. Tabii Sovyet tecrübesinde komünizmin nimetlerinin Sovyet seçkinlere nasip olmas gibi, ölümsüzlük de ilk olarak Lenin için söz konusu ediliyor. Lenin öldüêü zaman, ilk önce bilimin ölümü alt edeceêi bir ilerleme kaydedilinceye kadar cesedini muhafaza etmek ve ölümsüzlük araët rmalar yapmak üzere “Ölümsüzleëtirme Kurulu” tesis ediliyor. Bilimin bir gün sadece ölümü yok edeceêine deêil, ölmüë insanlar canland racaê gibi materyalist bir hurafeye de inan l yor çünkü. Lenin mumyalan yor ve cesedinin muhafaza edilebileceêi cam mozoleye konuluyor. Bu arada Sovyet ölüm makinesi milyonlarca insan kamulaët rmalarda, tehcirlerde, toplama kamplar nda katlediyor. Gray, materyalist bilimselciliêin dinin yerini al rken, ölümsüzlük iddias yla asl nda nas l da ölümcül bir hurafeye dönüëtüêünü anlat yor kitab nda.


ROMAN

KÝTAP ZAMANI

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

Modernizmin acê meyveleri Sevinç Çokum son romanç Çok Yapraklç ûliýkiler’de bugünün gerçekliþiyle gerçeküstü öþeleri harmanlayarak modernizmin acç meyvelerini sorguluyor. Yazar, gerçeþin altüst edilmesi karýçsçnda yine ironiye yaslanan bir dil kullanmayç tercih etmiý. ÇOK YAPRAKLI ýLýþKýLER, SEVýNÇ ÇOKUM, KAPI YAYINLARI, 346 SAYFA, 18 TL

M

NESLÛHAN DEMÛRCÛ

odernizm, art lar gözetilip kabahatlerine göz yumularak “masum” maskesiyle hayat m za girip yerleëeli çok uzun zaman oldu. Getirdiêi, götürdüêü tart l p tart ë ladursun, modern hayatla ilk tan ëman n üzerinden nesiller geçerken her toplumdan alacaklar katbekat tahsil ediliyor. Her gün kansere deva diye peëine düëülen bir umut ë ê na karë l k, kanser sebeplerine bir yenisi ekleniyor. Normal hayat aksatan ufak tefek ëikâyetler, ilaç ëirketlerinin iëtah n kabartan psikolojik birer hastal êa dönüëtürülerek kataloglarda yerini al yor. Göêü delen binalar ëehirlerin topraê n da, semas n da kuëat yor. Topraêa ayak basmak, havay ciêerlerine çekmek, kuë c v lt lar yla uyanmak sadece zenginlerin sat n alabildiêi bir masal tad nda kal yor. çnsanlar konuëmuyor, anlaëm yor, okumuyor, sorgulam yor; ya dev kadar ya da avuç içi boyutlarda ekranlara kilitleniyor. Ac y hissedemeyecek denli hissizleëiyoruz. Art k sadece bak yor, görmüyoruz.

SANATÇI VE BUGÜNÜN GERÇEKLýĀý Sanatç bütün bu olup bitenler karë s nda bilmenin ve görmenin hüznüyle ç êl ê n eserine koymaktan baëka ne yapabilir? Sevinç Çokum da son roman Çok Yaprakl åliékiler’in kurgusunda bugünün gerçekliêiyle gerçeküstü öêeleri harmanlayarak modernizmin ac meyvelerini sorguluyor. Kitapta yüzy ll k ç narlar, erguvanlar, hlamurlar kesilip yerine kurulan devasa Yeni çnsan Araët rma Merkezi’nde insan gra kleri ç kar l yor; tek tek kiëilerin ruh haritalar … Medyay ve her türlü propaganda arac n kullanan sistem, itiraz genleri bozulmuë, itaatkâr “yeni insan” ëekillendirmek için hiçbir ëeyi harcamaktan kaç nm yor. Bilim ad na yap lan deneylerle sakat b rak lan hayvanlar da, tekerlerine taë koyacaê hesap edilen her bilinçli insan da yeni bir insanl k kurma idealinin diëlileri aras nda ezilmekten nasibini al yor. Merkezin “Matkap” lakapl matematikçi baëkan , matematik kesinliêinde kurmak istediêi ac mas z dünyan n önünde engel olarak Doêaya Dönüë Hareketi yani DDH gençlerini

görüyor. Farkl alanlardan üniversite mezunu bu gözü kara gençler, çevre duyarl l klar n ve özgürlük aray ëlar n dillendiren tiyatrolar oynuyor, dergi ç kar yor, protesto eylemleri yap yorlar. Öne ç kan grup elemanlar bir bir takip edilip as ls z iddialarla karalan rken üniversite hocas Yamaç Yener’e verilen zor görev, bu idealist gençlere hayati darbeyi vurmakt r. Merkezde deneysel psikoloji araët rmalar n yöneten ve insan gra kleri çizen Yamaç, kendisine kalburüstü bir hayat n nimetlerini sunan kariyerinin dayand ê gerçeklerle vicdan aras nda gelgitler yaë yor. Bir yanda kirli bir projenin dinamolar ndan biri olarak baëar lar , öbür yanda insan iradesinin yok ediliëine araç olman n ve sessiz kalman n manevi bilançosu… Dünyevi hazlar n zirvesine ç kacaê bir hayat tarz na inat, gönlünden atamad ê èelale’nin sade dünyas … Yamaç’ n bir sarkaç gibi iki uç aras nda sallanmas , kâh Dr. Faust’un ruhunu satt ê Mephisto’yla iliëkisini kâh æeytan n Avukat lmindeki avukat n èeytan’la yapt ê anlaëmay hat rlat yor. Yaëad ê iç çat ëmalar da bu kadim ikilemin bir örneêi. Bu denklemde sadece varl ê yla bile vicdan na hitap eden kiëi, eëini ëüpheli bir kazada kaybetmië güçlü bir kad n olan Gülümser Han m. Çakma bir Beyaz Saray yap lmas karë s nda “Öz mimarimiz yok mu?” diye ç rp nan, mevcut karmaëay “z pç kt mimari” diye adland ran efsane mimar Koza Bey, DDH’li gençlerle beraber nice eyleme imza at yor; ta ki her ëeye zorunlu bir nokta konuluncaya kadar.

‘ABUKýZM’ FELSEFESý Romanda iki ayr anlat c var; olaylar Yamaç’ n ve Gülümser’in gözünden aktar l yor. F rça darbeleri gibi k sa k sa bölümlerden oluëan metnin mecras , mektuplar ve farkl metinlerle yön deêiëtiriyor. Yazar, önceki kitaplar nda ürettiêi abukizm felsefesini iëlemeye devam ediyor. Gerçeêin altüst edilmesine yaslanan ironik bir kavram, abukizm. Gerçekler tahammülü aëacak denli ac t nca tepetaklak kurgulanm ë gerçekliklere s ê n yoruz. Ve soruyoruz: çnsan n yeryüzündeki sonu meçhul maceras nda “isyan etmeyen, gözünün önünde her ëeyin tükeniëini seyrederek ses ç karmayan insanlar” m geleceêi belirleyecek yoksa er geç “kendi özüne dönecek insan” m ?

35


ARAâTIRMA-SÖYLEâá

KÝTAP ZAMANI

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

Sâmiha Ayverdi, daha yakêndan

Enkaz ortada kaldê, devletin bacaþê hâlâ kêrêk

Kubbealtç Neýriyat, Sâmiha Ayverdi’nin röportaj, anket ve konuýmalarçnç O da Bana Kalsçn adçyla bir araya getirdi. Kitap, Sâmiha Ayverdi’yi daha yakçndan tançma imkânç sunarken Türkiye’nin 1950’lerden bu yana geçirdiþi dönüýümü anlamançn yolunu aççyor.

Muhsin Yazçcçoþlu’nun ölümüyle ilgili Cihan Haber Ajansç’nda yayçmladçþç belgelerle ismini duyuran genç gazeteci Köksal Akpçnar, konuyla ilgili araýtçrmalarçnç ve belgeleri Kanlç Çukur adlç kitapta bir araya getirdi.

O DA BANA KALSIN, RÖPORTAJLAR-ANKETLER, SÂMýHA AYVERDý, 303 SAYFA, 14 TL

KANLI ÇUKUR, KÖKSAL AKPINAR, GRANADA YAYINLARI, 400 SAYFA, 19 TL

S

OSMAN ÛRÛDAß

iyaset tarihimizde soyad ndan çok ad yla sevilen iki liderden biri olan Muhsin Baëkan (Yaz c oêlu) dört y l önce suikasta kurban gitti. çki iddia içeren bu yorumun ilk bölümü bana ait, ikincisi ise ilk kitab n yay mlayan genç bir gazeteciye. Dolay s yla ilk k sm n ispat bana, ikincisi kitab n yazar na düëüyor. Çok partili siyasi hayat m zda bir yolculuk yap ld ê nda görülecektir ki, siyasi parti liderleri hep soyadlar yla bilinmië ve sevilmiëtir. çnsanlar oylar n çsmet, Adnan, Süleyman, Turgut, Bülent ve Necmettin’e deêil; çnönü, Menderes, Demirel, Özal, Ecevit veya Erbakan’a vermiëtir. çllerine gelen lider ‘çsmet’ deêil ‘çnönü’dür. Mitingde coëan kiëi ‘Süleyman’ deêil, ‘Demirel’dir… Türk siyasetinde bu kural iki lider için geçerli olmad . Biri Muhsin Yaz c oêlu, diêeri Tayyip Erdoêan. Bir seçmene kime oy verdiêi sorulduêunda “Yaz c oêlu” yerine “Muhsin’e” cevab n duymak ëaë rtmazd bizi. T pk AK Parti’nin ilk zamanlar nda esen “Tayyip” rüzgâr nda olduêu gibi. Erdoêan’ n, Yaz c oêlu’nun resmiyetini ya da soêukluêunu deêil; Tayyip’in doêall ê n , Muhsin’in samimiyetini sevdi Türk halk .

KAZA MI, SUýKAST MI? çëte o “Muhsin” dört y l önce milyonlar n gözü önünde yaëanan bir trajedi sonucunda vefat etmiëti. Soêuk ve karl bir günde yerel seçim çal ëmalar için bulunduêu Kahramanmaraë’tan Sivas’a gitmek için bindiêi helikopter Keë Daêlar ’n n eteklerine düëmüë, Yaz c oêlu ile birlikte helikopterde bulunan beë kiëi hayat n kaybetmiëti. Peki, bu bir kaza m yd yoksa Büyük Birlik Partisi liderini ortadan kald rmaya yönelik bir suikast m ? Türkiye, o günden beri bu soruya cevap ar yor. Cevap arayanlardan biri de Cihan Haber Ajans ’nda Muhsin Yaz c oêlu’nun ölümüyle ilgili yeni bilgi ve belgelerle yapt ê aë haberlerle ismini duyuran gazeteci Köksal Akp nar’d . Akp nar, Muhsin Yaz c oèlu Suikast n n Perde Arkas - Kanl Çukur ismini verdiêi kitab nda, o gün ve sonras nda neler yaëand ê n hat rlat yor, yaëananlar n kazayla aç klanacak kadar basit olmad ê n söylüyor. Akp nar’ n kitab nda “suikast n” bütün detaylar n , aëaê da ise onlarca iddiadan birkaç n bulacaks n z.

S

Baëlang çta kaza ihtimali aê r basarken (resmî raporlara göre helikopterin düëme nedeni olumsuz hava ëartlar ve pilot hatas yd ) sonras nda ortaya ç kan bilgi ve belgeler kanaatlerin deêiëmesine neden oldu. Resmî bilgilere göre Keë daêlar na düëen helikoptere üç gün sonra ulaë lm ët . Oysa olay yerine 160 dakika sonra iki helikopterin indiêi, kaza yapan helikopterde bulunan baz parçalar n söküldüêüyle ilgili fotoêraf ve haritalar meçhul bir ëah s taraf ndan Yaz c oêlu ailesine gönderildi. Muhtemelen kendisi de bir asker olan meçhul ëah s bu görüntüleri Hava Kuvvetleri Komutanl ê ’n n sisteminden alm ët . Yaz c oêlu ailesinin Cumhurbaëkan Abdullah Gül’e bu belgeleri göstermesiyle birlikte yeni bir süreç baëlad . Gül’ün isteêiyle Devlet Denetleme Kurulu’nun yapt ê araët rma, olay öncesi ve sonras ndaki kas tl ya da kas ts z ihmallerle birlikte yeni bilgilerin ortaya ç kmas n saêlad . Bunlardan biri de helikopteri savaë uçaklar n n düëürmüë olabileceêi ihtimaliydi. Helikopterin düëtüêü zaman diliminde üç savaë uçaê n n bölgede alçak uçuë yapmas yeni soru iëaretlerine yol açt . Uzmanlara göre jetlerin oluëturduêu türbülans ve egzoz gazlar helikopterin motorunu etkilerken, pilotun kontrolü kaybetmesine neden olmuëtu. Genelkurmay’a göre ise jetlerle helikopterin karë laëma ihtimali çok düëüktü. Genelkurmay iddias n ispatlamak için radar görüntülerini de yay nlad ama ilginç olan bir ëey vard : Helikopterin düëtüêü 15.03’te bölgedeki radarlar 4 dakika 47 saniye kararm ë ve Genelkurmay Baëkanl ê bu durumu, “Doêu bölgesindeki tüm radarlar ar zaland ê için görüntü al namad .” ëeklinde aç klam ët .

YAKUP ÖZTÜRK

âmiha Ayverdi’nin röportaj, anket ve konuëmalar ndan oluëan O da Bana Kals n adl kitapta, 1949-1993 aras nda yazarla yap lan röportajlar, yazar n anketlere verdiêi cevaplar, radyo ve televizyon konuëmalar , yay mlanmam ë iki konferans tebliêi, Kubbealt Nak ëhânesi’nin aç l ë konuëmas ve mektupla yap lan üç röportaj bulunmakta. Aysel Yüksel ve Zeynep Uluant’ n gün yüzüne ç kard ê bu metinler hem Sâmiha Ayverdi’yi daha yak ndan tan ma imkân sunuyor hem de Türkiye’nin 1950’lerden bu yana geçirdiêi dönüëümün, içinde bulunduêu sosyal meselelerin yeniden deêerlendirilmesinin yolunu aç yor.

EDEBý DEĀýL, TOPLUMSAL MESELELER Sâmiha Ayverdi, edebiyat kamusunun bir temsilcisi olarak bilinse de O da Bana Kals n’da daha çok düëünceleri ve siyasi, ahlâki, toplumsal meselelere getirdiêi yorumlar yla öne ç k yor. Kitaptaki metinlerde Ayverdi’nin edebiyatç l ê puslu bir fotoêraf görüntüsü sunuyor. Yazd ê önemli romanlarla Türkiye’de aile, toplum ve bireyin önemi üzerinde duran, Osmanl ’da ailenin çözülmesiyle bütün kurumlar n tek tek çöktüêünü iddia eden Sâmiha Ayverdi’nin ya ëahsî tercihiyle ya da devri içinde sosyal meselelerin bütün aê rl ê yla münevvere hücum ettiêini görerek edebiyat ve roman konuëmaktan uzak durduêunu düëünebiliriz. Elbette, O da Bana Kals n bütünüyle edebiyattan uzak sözler eden bir kitap deêil. Özellikle kad n edebiyat çal ëmalar na önem veren okur ve araët rmac lar n Sâmiha Ayverdi’nin söylediklerine dikkat kesileceêi muhakkak. Resimli Hayat’ta 1954’te “Kad n Romanc lar m z Matbaam zda” baël ê yla yay mlanan, Mebrure Alevok, Cahit Uçuk, Sa ye Erol, èükûfe Nihal gibi kad n yazarlar n edebiyata dair yapt klar sohbetin bugün edebiyat tarihi çal ëmalar içinde önemle ele al nmas gerekir. Kad n edebiyat araët rmalar için önemli s n rlar çizen Ayverdi, bugün muhafazakâr sanatç lar aras nda da raêbet gören feminizm konusunda bekleneni karë lamayacak bir ayd n kad n. Feminizm anlay ë na karë olduêunu kati bir biçimde dile getiren Sâmiha Ayverdi, kad n n Türk toplumunda feminizme muhtaç olunmadan her zaman baëta-

ENKAZA NE ZAMAN ULAþILDI? Baël kla yaz n n alâkas n kuramam ë olabilirsiniz; o da bir baëka skandal anlat yor. Helikopterin düëmesinden iki saat sonra Kayseri Valisi Mevlüt Bilici, “Helikopter enkaz na ulaë ld , Muhsin Yaz c oêlu’nun sadece ayaê k r k.” aç klamas n yapm ë, Baëbakan Erdoêan bile bu bilgiyi referans alm ët . çki saat sonra bilginin yanl ë olduêu aç kland . Belki de o bilgi doêruydu, kaza sonras Yaz c oêlu yaë yordu. Belki de enkaza üç gün deêil, birkaç saat sonra ulaë lm ët . Bir gerçek vard ki, devlet bu enkaz n alt ndan kalkamam ët ; üstelik devletin bir deêil iki bacaê da k r kt …

36

c edildiêini bilen ve bunu kitapta gösteren bir isim. Feminizm meselesi karë s nda “Türk kad n dün mesuttu. Bugün de öyle mi siz düëünün.” derken modern kad n alg s n n vard ê noktay göstermekte. Sâmiha Ayverdi’nin dünyas n daha yak ndan tan mak için bir baëka örnek: Devrin edebiyat kutuplar n n ne denli birbirinden uzak olduêunu gösteren bir telefon konuëmas nda Nesin Vakf Edebiyat Y ll ê ’ndan arayan Perihan Tok’a Ayverdi, “Ben solcular bu memleketin yazar saym yorum.” diyor. Bu ifadeyi devrin edebiyat kanonuna y kmak kurtar c olabilir mi? Edebiyat kamuoyunda ailenin çözülmesi ve Türk roman nda bireyin varl k bulmaya baëlad ê devrede yazd ê n hat rda tutacak olursak, hem din hem millîlik penceresinden bakan Ayverdi’nin söyledikleri önemli. Pek çok kad n yazar n Ayverdi cephesindeki hassasiyete sahip olmad ê n göz önüne al rsak elimizdeki kitapta dile getirilen cehdin anlam ve amac daha saêlam temellere oturacakt r.

EDEBýYATA MESNEVý ýLE YÖNELDý çlk eserini 1938’de veren Sâmiha Ayverdi’yi roman yazmaya ve daha genel manas yla edebiyata yöneltenin Mesnevi olmas , onun nas l bir edebiyat inëa etmeye çal ët ê n gösterir. Özellikle åstanbul Geceleri roman nda 1900’lerin ilk çeyreêindeki çstanbul’u bir roman kahraman k lacak kadar insicama bürümüëtür. Mesihpaéa åmam , Yolcu Nereye Gidiyorsun romanlar nda son dönem Osmanl ’s n n hayat felsefesini, åbrâhim Efendi Konaè ’nda çttihat ve Terakki’yi ele al r. Kitapta yazar n çslam toplumlar na dair görüëleri de var. çslam ad na yola ç kan zümrelerin aralar ndaki uçurumdan rahats zl k duyan Sâmiha Ayverdi, bunlar n çslam ruhuna s êacak iëlerden olmad ê n dile getiriyor. Kölelikten Efendilièe kitab n yazarken Müslümanlar n “Müslüman doêmuë olmakla omuzlar nda taë d ê vazîfe ve mes’ûliyetten ne kadar uzaklarda” olduklar n görmekten üzgün olduêunu ifade ediyor. O da Bana Kals n’da Sâmiha Ayverdi’nin yeni tarz ëiir, çaêdaë edebiyat, çstanbul, din, aile meseleleri hakk ndaki görüëlerini ve Kenan Rifâî Hazretleri’ne dair duygular n bulmak mümkün. Sadece kapakta kullan lan fotoêraf n çözünürlük problemini saymazsak kitap özenli bir araët rma ve bask yla okura sunulmuë. Emeêi geçenlere teëekkür ediyoruz.


POLáSáYE

KÝTAP ZAMANI

Bu iüte kimse temiz deþil!

Sherlock yeniden...

Casus romanlarçnçn ustasç John le Carré dilimize Hain adçyla kazandçrçlan romançnda bu kez Sovyet sonrasç dönemde özelleýtirmelerle zengin olan ‘oligark’larç anlatçyor. Hain, dünyada kara parançn nasçl aklandçþçna dair farklç bir casusluk romanç.

K

FOTOüRAF: AP, KIRSTY WIGGLESWORTH

HAûN, JOHN LE CARRÉ, ÇEV.: ESAT ÖREN, ALTIN KûTAPLAR, 320 SAYFA, 18 TL

YAVUZ ULUTÜRK

itap okumak kiëisel bir yolculuktur. Kitapç raflar ndan seçerken de, kitap eklerini kar ët r rken de karar size aittir. Okurken ëiir, hikâye, roman gibi herhangi bir türe veya mesela romanda macera, fantastik gibi alt türlerden birine aê rl k verebilirsiniz. Bu tercihler s ras nda da o türün illa okuman z gereken isimlerini skalam ë olman z mümkün… Bir polisiye okuru olarak bugüne kadar ya tecrübe ettiêim isimleri ya da zevkine güvendiêim dostlar n önerilerini okumaya çal ët m. Editörüm birkaç y l önce polisiye merak m öêrenince okumam için birkaç isim önermiëti. Hâlâ masamda bir not kaê d as l duruyor: Antonio Muñoz Molina, Jo Nesbo ve John le Carré… Nesbo’yu geçtiêimiz aylarda Türkçedeki yeni kitab Nemesis’le okuma ëans bulmuëtum. èimdi s ra geldi John le Carré’ye...

CASUS ROMANLARI ÖLDÜ MÜ? Türkçede birçok yay nevi Le Carré’nin kitaplar n yay mlad . Fakat birkaç d ë nda bu kitaplara kolay ulaëmak mümkün deêil. Le Carré’nin ilk olarak Aranan Adam (2011) roman n yay mlayan Alt n Kitaplar, ëimdi de Hain’i dilimize kazand rd . Sovyetler Birliêi’nin daê lmas , Soêuk Savaë’ n sona ermesi ve Rus istihbarat örgütü KGB’nin tarihe kar ëmas n n ard ndan dünyada casus romanlar da popülerliêini kaybetti denilebilir. Fakat çngiliz casusluk romanlar yazar John le Carré (as l ad David John Moore Cornwell) Soêuk Savaë öncesi casusluk romanlar nda olduêu gibi 2010’da yazd ê Hain’de de maharetini sergilemië. Yazar n ustal ê na en son beyazperdede ëahit olmuëtuk. Le Carré’nin 1974’te yazd ê ve baëyap t say lan Köstebek (Tinker, Tailor, Soldier, Spy) 2011’de Tomas Alfredson taraf ndan baëar yla sinemaya uyarlanm ët . Filmde, roman kahraman George Smiley’ Gary Oldman oynam ët . Bir bölümü çstanbul’da çekilen yap mda Soêuk Savaë döneminde çngiliz istihbarat içindeki çat ëmalar ve hesaplaëmalar oldukça etkileyici bir dille anlat l yor. Gelelim Hain’e… Casus romanlar devrinin bittiêi bir dönemde türü yeniden canland ran isim olarak karë m za ç k yor Le Carré. Hain’de casuslar n ye-

sonucu. Perry üniversitedeki tekdüze eêitimden b km ët r. Bunu da “çngiltere Boêuluyor mu?” baël ê alt nda George Orwell’ anlat rken fark ediyor. Cübbesini ç kar nca kendini özgür hissedeceêini düëünüyor ve ülkenin yoksul bir bölgesinde ortaokul öêretmenliêi yapmak istiyor. Gail de benzer bir karar aëamas ndad r ve pek de parlak olmayan avukatl k kariyerine devam etmek ya da Perry ile maceraya at lmak aras nda kalm ët r… Böyle bir zamanda onlara iyi geleceêini düëündükleri tatilleri, üç setlik bir tenis maç sonras hayatlar n bambaëka bir yöne çevirecektir. Roman n ilk sayfalar nda bahsi geçen maçta Perry’nin rakibi, Dima adl bir Rus. Dima, siyasi suçlular n gönderildiêi, Stalin döneminin en ac mas z kamplar ndan Gulag tak madalar ndaki Kol yma’dan saê kurtulan nadir insanlardan. Dima kamptan kurtulunca içerde tan ët ê ‘vori’lere kat l yor. Vori, Gulag’da hakemlik yapan, adaleti saêlayan ‘akil adamlar’a deniliyor. Dima’n n kara para aklamadaki mahareti anlaë l nca önce ABD’de, sonra pek çok Avrupa ülkesinde, merkezi Londra’da olan ëirketler kuruluyor. çëleri de Dima yürütüyor elbette. Sonra onun kara para aklamadaki ‘kardeëi’ Miëa ve kar s Olga, kardeëliêin lideri Prens taraf ndan kaza süsü verilerek öldürülüyor. Dima da s ran n kendisine geldiêini böylece anl yor. Tatile gelen iki çngiliz Perry ve Gail vas tas yla da çngiliz Gizli Haberalma Servisi ile baêlant kurmaya çal ë yor. Perry ve Gail, Dima’n n mesaj n ulaët rmak amac yla iletiëim kurduklar çngiliz hükümetinin casuslar taraf ndan sorgulan rken buluyorlar kendilerini.

FARKLI BýR CASUSLUK ROMANI John le Carré

rini Sovyet sonras dönemde özelleëtirmelerle zengin olan “oligark”lar al yor. Yazar, bu kez Rus zenginlerinin tüm dünyada kurduêu kara para aklama yap lanmas n n ëifrelerini çözüyor. 17 bölümden oluëan roman, Oxford Üniversitesi’nde çngiliz edebiyat okutman Perry ve evlilik haz rl ê yapt ê sevgilisi avukat Gail’in Karayip adalar ndan Antigua’ya tatile gitmeleriyle baël yor. Tatile gitme kri her ikisinin de hayatlar nda geleceêe dair önemli deêiëiklikler yapmak istemelerinin bir

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

Hain’de dikkat çeken taraf, olaylar geri dönüëlerle anlat l rken sorgulaman n neredeyse roman n sonuna kadar baëar yla devam ettirilmesi. Roman, ‘katil kim’ türünden bir sürükleyiciliêe sahip deêil, ‘hain kim’ sorusunu da merak unsuru olarak kullanm yor. Casuslar n hain peëinde olduêu, silahlar n konuëtuêu, aksiyon kliëelerinin harmanland ê romanlardan s k ld ysan z Hain, yavaë temposu ile dünyada kara paran n nas l akland ê na dair farkl bir casusluk roman . Merakl s için not: 1931 doêumlu yazar n yeni roman A Delicate Truth 7 May s’ta ç k yor. Türkçeye k sa sürede çevrilmesi dileêiyle…

37

çlk polisiye roman n yaz ld ê 1800’lerin baëlar ndan günümüze kadar pek az dedektif ad n kal c k labildi. Meëhur olanlar da sadece s k okurlar tan d … Elbette biri d ë nda: Sherlock Holmes. Okuyan okumayan, polisiye seven sevmeyen herkes onun kim olduêunu bilir. Arthur Conan Doyle’un ünlü dedekti Sherlock Holmes’un maceralar k sa öyküler olarak yay mland ê 1891 y l ndan bu yana neredeyse bütün dünya dillerine çevrildi. Sinema lmlerine konu oldu, sahneye taë nd , radyoda okundu, hakk nda akademik araët rmalar yap ld … Sherlock Holmes ve yard mc s Dr. John H. Watson’ n polisiye maceralar na Türk okurlar da ilgi gösterdi. II. Abdülhamid’in polisiye tutkusu mâlum. Resmî iëler için kurdurduêu çeviri bürosundaki çevirmenlere ücretini vererek polisiye öyküler çevirttiêini biliyoruz. II. Meërutiyet sonras nda yap lan Sherlock çevirileri giderek çoêal yor hatta yerli “èarlo” uyarlamalar yap l yor, “Türklerin Sherlock Holmes’u” dedekti er boy gösteriyor. BugünAÇIKLAMALI se elinize ald ê NOTLARIYLA SHERLOCK HOLMES - 1, A. CONAN n z çoêu Sherlock DOYLE, ED.: LESLIE S. Holmes maceras KLINGER, EVEREST YAY., baëka yay nevinin 770 SAYFA, 60 TL etiketini taë yor. Yaklaë k bir y l önce haberdar olmuëtuk, Everest Yay nlar Sherlock Holmes külliyat n yeni bir edisyonla yeniden yay mlayacakt . Bu seri nihayet baëlad . Sherlock Holmes lmlerinin dan ëman ve önde gelen Sherlock uzmanlar ndan Leslie S. Klinger’ n editörlüêünde haz rlanan Aç klamal Notlar yla Sherlock Holmes adl üç ciltlik külliyat n ilk cildi yay mland . Eserin 2003’te okurla buluëan bu ilk cildi; 1891-1893 aras nda Strand Magazine’de yay mlanan öykülerin özgün hallerini içeriyor. Klinger çal ëmas nda, öyküler 1892’de Sherlock Holmes’un Maceralar , 1893’te de Sherlock Holmes’un An lar olarak kitaplaët r l rken oluëan hatalar da gidermië. Türkçede yay mlanan ilk ciltte yer alan Holmes’un maceralar n Kaya Genç, an lar kitab n ise Berrak Göçer dilimize aktarm ë. Klinger’ n önsözü, John le Carré’nin girië yaz s ile baëlayan kitapta, Holmes’u ve yaëad ê Londra’y daha iyi anlayabilmek için bir bölüm yer al yor: “Sherlock Holmes’un Dünyas ”. Bu bölümde Victoria Çaê çngiltere’sinden Doyle’un ve meëhur dedekti nin hayat na kadar genië bir bilgi yelpazesi bulunuyor. Maceraya dalmadan önce okunmas ve bilinmesi gereken “Abdülhamit ve Sherlock Holmes” konusunu da Erol Üyepazarc anlat yor. “Bugüne kadar haz rlanm ë en derli toplu ve en kapsaml Sherlock Holmes külliyat ” olarak gösterilen Aç klamal Notlar yla Sherlock Holmes, polisiye severleri hayli memnun edeceêe benziyor.


DáN

KÝTAP ZAMANI

Kur’an’ên bilime gösterdiþi ufuk 14-15 Mayçs 2011 tarihinde ûstanbul Çemberlitaý Kültür Merkezi’nde “Kur’an ve ûlmî Hakikatler-2” adçyla gerçekleýtirilen sempozyumda sunulan tebliþler aynç adla kitaplaýtçrçlarak okura sunuldu. Tebliþlerde Kur’an-bilim iliýkisine dair çarpçcç tespitler yer alçyor. KUR’AN VE ûLMÎ HAKûKATLER-2, HAZ.: DOÇ. DR. ERGUN ÇAPAN, IüIK YAYINLARI, 400 SAYFA, 15 TL

ilim, genië anlam yla zaman ve mekân dünyas nda yer alan ëeylerin olgu ve olaylar n yap lar n , onlar aras ndaki sebepsonuç baêlant lar n n oluëturduêu düzeni keëfetmeyi, bu konudaki verileri toplay p temel yasalar belirlemeyi gaye edinen insani faaliyet ëeklinde tan mlanabilir. Bilim ile din aras ndaki iliëki, tarihin ilk evrelerinden bu yana insanl ê n en önemli meselelerinden biri olagelmiëtir. Her dinin kendine has birtak m özellikleri vard r ve buna baêl olarak din-bilim iliëkisinin farkl tezahürleri söz konusudur. Örneêin, H ristiyanl k tarihini yap sal özelliklerinden dolay dar anlamda din-bilim çat ëmas n n tarihi olarak okumak mümkündür. Bu çat ëman n H ristiyanl ê n ulûhiyet anlay ë , büyük ölçüde bir mucizeler dini oluëu, kutsal metinlerinin içeriêi gibi sebeplere baêl olduêu söylenebilir. Oysa çslam düëünce tarihine bak ld ê nda kayda deêer bir din-bilim çat ëmas görülmez. H ristiyanlar n genellikle kendilerinden yola ç karak karanl k çaê olarak niteledikleri ortaçaê, Müslüman toplumlar için son derece ayd nl kt r.

KUR’AN’IN BýLýME BAKIþI Bunun neden böyle olduêunu aç klayan birçok sebepten herhalde en önemlisi Kur’an’ n ilim karë s ndaki tutumudur. Kur’an’a göre bütün kâinat bilgi, kudret, rahmet ve merhamet sahibi bir yarat c n n eseridir. Âlem yarat lm ë olduêundan zorunlu varl k deêil, mümkün varl kt r. Kur’an birçok yerde mümkün varl ê n bilinmesini teëvik eder ve bilgiyi elde etmek için tecrübi yolu önerir. Âlem mademki her ëeyi bilen, her ëeye gücü yeten kusursuz bir Zât taraf ndan yarat lm ët r, o halde âlemde gayenin ve düzenin bulunmas kaç n lmazd r. Bunun yan nda eêer her ëey mahlûksa Allah’tan baëka hiçbir ëeyde ilahi güç yoktur, hiçbir ëey ibadete lây k deêildir. Tabiat incelenmek, araët r lmak ve yararlan lmak için vard r. Kur’an insan n hem kendi öz varl ê na hem de tabiatta olan biten her ëeye bakmas n , onlar n üzerine düëünmesini ve onlar anlamas n talep eder. Kur’an’ n bu etkisi çslam dünyas nda felsefe ve bilimin erken denilebilecek bir tarihte baë döndürücü bir h zla geliëip ilerlemesine sebep olmuëtur. Din-bilim iliëkisi aç s ndan son üç as rdaki geliëmelerin bizim için çok sars -

ÿLLÜSTRASYON, CEM KIZILTUü

B

CEM MERT

c etkileri oldu. Pozitivist bilimcilik 18. ve 19. yüzy llar boyunca hâkim ideoloji haline geldi ve dünyan n dört bir yan nda siyasi, iktisadi, düëünsel hegemonyalar n kurmuë olan Bat l güçler taraf ndan yerkürenin geri kalan na kültürel olarak dayat ld . Bat ’dan dalga dalga gelen modern paradigmalar karë s nda Bat d ë toplumlar çeëitli ëoklar ve y k mlar yaëad . Kendi deêerlerinden, hayat alg lar ndan ve dinlerinden ëüphe duymaya baëlad lar. èimdi ise yepyeni bir çaê n ve dönemin eëiêindeyiz. Bir taraftan Bat ’n n vicdan n temsil eden bir grup sanatç ve bilim adam hakikate olan açl klar yla materyalist ve pozitivist olmayan bir ‘yeni bilim’ inëa ediyorlar. Diêer taraftan tüm komplekslerinden s yr l p geçmiëini yeniden keëfeden, kendisiyle bar ë p özgüvenlerini tekrar kazanan Müslüman entelektüeller ve bilim adamlar yeni bir dünyay kurmaya soyunuyorlar. 14-15 May s 2011 tarihinde çstanbul Çemberlitaë Kültür Merkezi’nde, “Kur’an ve çlmî Hakikatler-2” ad yla gerçekleëtirilen sempozyum da bu çabalardan biri olarak deêerlendirilebilir. Kur’an ve ålmî Hakikatler-2 isimli kitap bu sempozyumda sunulan tebliêlerden oluëuyor. Kitab Yrd. Doç. Dr. Ergun Çapan yay na haz rlam ë. Çapan, sempozyumun düzenlenmesinde-

ki gayelerden ilkinin, Kur’an’ n ilmî geliëme ve buluëlara ehemmiyet ve k ymet derecelerine göre iëaretlerde bulunduêuna, ufuklar gösterdiêine; ilmî geliëmelere iëaret eden ayetlerin Allah’ n marifet ve azametine delâlet maksad yla zikredildiêine; bu ayetlerin çok zengin anlam katmanlar na sahip olup her devir insan n n seviyesine göre onlar yorumlayabileceêine dikkat çekmek olduêunu söylüyor. çkinci hede n ise bu tür ayetleri, ifadenin enginlik ve esnekliêi nazara al narak anlam n daraltmadan ele alman n gerekliliêini; her zaman yanl ëlanma ihtimali olan teorileri sabit hakikatler gibi kabul etmemenin önemini; kevni ayetlerin ilmî geliëmelere ufuk gösteren aëk n bir bilgi kaynaê oluëunu vurgulamak olduêunu belirtmië.

KUR’AN, BýLýM VE MUCýZELER Sempozyumda pek çok yerli ve yabanc ilim adam ve mütefekkir tebliê sunmuë. Aç l ë konferans n Prof. Dr. Abdullah bin Abdulaziz el-Muslih ilmi icaz n metodu konusunda vermië. Burada ilmî icaz tabiri, Kur’an ve sünnetin, kozmik bilimlerin tespit edip doêruluêunu bilimin metotlar yla ispatlad ê hakikatlere mucizevi bir ëekilde iëaret etmesi manas nda kullan lmakta. Prof. Dr. çbrahim Ka Dönmez’in baëkanl ê n yapt ê birinci oturumda Kur’an ve hadislere göre insan n embriyolojik ve zyolojik geliëimi ile zeytinyaê ndaki bilimsel mucize konular üzerinde durulmuë. Baëkanl ê n Prof. Dr. Süleyman Toprak’ n yapt ê ikinci oturumda Kur’an’a göre kâinat n geniëlemesi ve büyük patlama teorisi konu edilmië. Bu oturumda Prof. Dr. Yunus Çengel’in “Nuraniyet ve Kuantum Âlemi” isimli tebliêi son derece ilgi çekici. Sonraki oturumda ar mucizesi ve baldaki ëifa tüm yönleriyle anlat l yor. Prof. Dr. Suat Y ld r m’ n baëkanl ê n yapt ê dördüncü oturumda anne sütünün mucizevi yönü ve emzirmenin yararlar irdelenmië. Diêer oturumlarda tatl su ile tuzlu suyun kar ëmama mucizesi, Kur’an’da örnek topluluk olarak zikredilen kar ncalar, Kur’an’a göre sema gibi ilgi çekici konular ele al nm ë. Fethullah Gülen Hocaefendi’nin sempozyuma gönderdiêi mesajda da belirttiêi gibi, günümüzde pek çok düëünür gelecek y llar n Kur’an’a aç k y llar olabileceêi hususunda hemen hemen ittifak halinde ve bulunduêumuz çaê n, düëünce ve tasavvurlar m z n üstünde bir süratle Kur’an’a kayd ê da bir gerçek.

38

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

Hak dostlarêndan mektuplar ALLAH DOSTLARINDAN MEKTUPLAR, TARIK VELûOÿLU, UFUK KûTAPLARI, 174 SAYFA, 12 TL

2008’de ilk bask s n yapan Tar k Velioêlu’nun Allah Dostlar ndan Mektuplar adl kitab , Ufuk Yay nlar etiketiyle bir kez daha okurla buluëuyor. Yazar, Peygamber Efendimiz’den (s.a.s.) günümüze Allah dostlar n n, çslam büyüklerinin mektuplar ndan bir güldeste haz rlam ë. Bu güldesteyi okurken Hz. Ali, çbn Arabi, Mevlana, çbn Sina, èems-i Tebrizi, Abdülkadir Geylani, çbrahim Halveti, Molla Fenari, Hac Bayram Veli ve Akëemseddin gibi abide ëahsiyetlerin kelimelere döktüêü Allah aëk na tan k olacaks n z.

Güzellik medeniyeti GÜZELûN PEüûNDE, AYüE TAüKENT, KLASûK YAYINLARI, 304 SAYFA, 20 TL

Bir doktora tezi olan Güzelin Peéinde, Farabi, çbn Sina ve çbn Rüëd’de güzel kavram n n meta zik ve ontolojik izdüëümlerini Tanr ve Tanr ’n n güzelliêine referansla tart ë yor. Yazar, konunun kavramsal arka plan n yap land rmak için kurucu Grek lozo ar nda güzel ve iyi ideleri, mimesis ve tragedya kuramlar ve Grek estetiêinin çslam dünyas na geçiëini de inceliyor. Üç büyük çslam lozofunun estetik düëüncelerini derinlemesine ele alan eser, kuramsal bir çerçeve çizmeyi baëar yor.

Dünya ekonomi tarihi GÜÇ VE REFAH, RONALD FINDLAY, KEVIN H. O’ROURKE, KÜRE YAYINLARI, 735 SAYFA, 42 TL

Dünya siyasi tarihi, bir baëka aç dan bak ld ê nda savaë ve ekonomi tarihi olarak da okunmaya müsait. Columbia Üniversitesi’nden yak n arkadaë olan iki profesör, Ronald Findlay ile Kevin H. O’Rourke’un Güç ve Refah adl eseri, insanl k tarihini bu aç dan ele al yor. Yazarlar n modern dünya ekonomisinin etkileëimli olarak nas l ortaya ç kt ê na dair aç klamalar yla, Avrupa merkezcilik ile Çin merkezcilik aras nda gidip gelmekten kurtulmay baëard ê m z konusunda okuyucuyu önemli ölçüde ikna ettiêini söyleyebiliriz.

‘Yalnêz’ sahabi EBU ZER, HASAN BASRû BûLGûN, HAYAT YAYINLARI, 400 SAYFA, 14 TL

Haks zl êa karë an nda tepki veren çslam kahraman Ebu Zer için Peygamber Efendimiz (s.a.s.), “Göêün alt nda ve yerin üzerinde Ebu Zer’den daha doêru konuëan kimse yoktur!” buyuruyor. Bugün sadece Müslümanlar deêil, tüm insanl k için Ebu Zer’in özgür ve özgün tavr önemli bir yol gösterici. Hasan Basri Bilgin, bu ‘yaln z’ sahabinin roman nda insanl k için her dem taze bir yola iëaret ediyor. Kitap, Hayat Yay nlar etiketiyle okura ulaët .


ROMAN

KÝTAP ZAMANI

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

Nakremlerin Āstanbul’u…

Göçmen üair

Ömer Faruk Karataý, Nakrem: Kçzçl Sahtiyan adlç bilimkurgu romançnda yeryüzünde insandan önce yaýamçý, kâinatçn dört bir yançna sürgün edilmiý Nakrem’lerin tekrar dünyaya dönüýünü anlatçyor. Akçcç ve yalçn diliyle, bilimkurgu sevenlerin ilgisini çekebilecek bir kitap. NAKREM: KIZIL SAHTûYAN, ÖMER FARUK KARATAü, HAYAT YAYINLARI, 264 SAYFA, 9,90 TL

A

ASLIHAN KÖÜÜEKOßLU

merikal yazar John Scalzi, 2005 y l nda yay mlanan ve Türkçeye Yaél Adam n Savaé (Old Man’s War) ad yla çevrilen roman nda insan n uzayda yolculuk ettiêi çaêlara götürür okuru. Hatta insanl k, galaksilerde koloniler kurmaya bile baëlam ët r. Koloni Savunma Güçleri dünyada 75 yaë na gelmië insanlar askere alarak birliklerini savunma iëini onlara vermektedir. Bu göreve gençler yerine ihtiyarlar n seçilmesi boëuna deêildir. Yazar, bunun sebebini henüz roman n baëlar nda söyler okura. Koloni Savunma Güçleri’nin onlar seçmesinin amac bu insanlar n onlarca y ll k bilgi ve becerilerinden faydalanmakt r. Ömer Faruk Karataë’ n bilimkurgu roman Nakrem: K z l Sahtiyan’ okurken Yaél Adam n Savaé düëüyor akl m za. Scalzi’nin yüzy llar sonras n tahayyülünde karë m za ç kan yaël l k kavram Nakrem’de de baërolde. Ancak yaël l k bu sefer bir deêer deêil, artan nüfus problemine karë bir önlem. Hikâye 300 sene sonras n n çstanbul’unda geçiyor. Nüfus art ë ve buna baêl kaynak yetersizliêi bir dünya problemi haline gelmië, Dünya Devletler Konseyi düzenlediêi kongrede bu gidiëe dur demek için önemli kararlar alm ët r. Art k 70 yaë ve üzeri insanlar daha güzel bir gelecekte uyand r lmak üzere donduruluyordur…

Din-estetik iliükisi DûN VE ESTETûK, AYDIN IüIK, ÖTÜKEN NEüRûYAT, 365 SAYFA, 20 TL

çnsanoêlunun kiëilik oluëumunda, daha ötesi sosyal hayatta, bir toplum inëas nda önemli sacayaklar ndan olan din ve estetik birbirinin raêm na deêil, belki birbirini tamamlayarak insan hayat nda önemli bir yer tutar. Ayd n Ië k, iyi bir toplum için ahlâk ve din kadar estetiêin de önemine dikkat çekiyor. Hatta bir ad m daha atarak estetik ya da sanat n ahlâktan daha önemli olup olmad ê na dair s k bir tart ëmaya giriëiyor.

Ömer Faruk Karataé

Roman, bu karar gereêince dondurulmas na 21 gün kalan yaël bir bilim adam n n hikâyesiyle baël yor. Bilim adam n n yaëayacaê deêiëimi kabullenmeye çal ët ê günlerde k z Sahra’n n gördüêü rüyay ayn anda yaëamas hikâyenin derinleëtiêi nokta. Yaël adam, asl nda kendisinin de benzer bir rüyay gördüêünü zannetse de sabah uyand ê nda rüyas ndaki kâê d elinde bulmas yaëad ê n n gerçek olduêu ihtimalini art r r. As rlar öncesine ait bu gazete parças nda ‘21’ yaz l d r. Yani bilim adam n n uyutulmas na kalan gün say s … Hikâye bilim adam ve ailesi eksenin-

de devam edecek diye düëünsek de sat rlar ilerledikçe asl nda bu kurgunun bambaëka bir amaca hizmet ettiêi anlaë l yor. Çünkü eserin as l kahramanlar ‘Nakrem’ler. Yeryüzünde insandan önce yaëam ë, fesat ç karmalar üzerine kâinat n dört bir yan na sürgün edilmië, bu esnada haf zalar n kaybetmië Nakremlerin insanlar n haf zalar n kullanarak nas l yeniden görünür olmaya çal ët klar n okuyoruz kitapta. Bilimkurgu romanlardaki en büyük s k nt lardan biri, yazar n hayal dünyas ndaki ütopyay anlat rken yal n anlat mdan uzaklaëmas d r. Nakrem ak c bir üslupla kaleme al nm ë. Roman n sonuna doêru karakter say s artsa da, hikâyenin düêümü yavaë yavaë çözülmeye baëlasa da anlat m okuru yormuyor. Bu anlamda bilimkurgu romanlar na mesafeli olanlar n da rahatl kla okuyabileceêi bir eser olduêunu söyleyebiliriz Nakrem’in. Tabii 300 y l sonras n n çstanbul’undan bahsediliyor olmas da ilgiyi uyan k tutuyor. Kâh as rlar sonras n n çstanbul’unda da K z Kulesi’nin var olup olmayacaê n düëünüyor, kâh büyük deprem senaryolar n akla düëüren sat rlarda Boêaziçi ve Fatih Sultan Mehmet köprülerinin y k ld ê n okuyorsunuz… Nakrem keyi e okuyacaê n z türden bir roman. Gerçek hayatla ilgili imkânlar, hayaller bile elbette s n rl . Eser, geleceêin çstanbul’unu çok da abart ya kaçmadan makul ölçüler çerçevesinde hayal etme imkân veriyor okura.

‘ýiir uyanmêütêr’ diyen üair

Mümkün öyküler

ûNüûRAH, A. VAHAP AKBAü, KONAK YAYINLARI, 320 SAYFA

MÜMKÜN ÖYKÜLERûN EN ûYûSû, AYKUT ERTUÿRUL, DEDALUS KûTAP, 128 SAYFA, 12 TL

Edebiyat dergilerinde editörlük yapan Aykut Ertuêrul, iki y l önce ç kard ê öykü kitab Keyfekader Kahvesi ile Ömer Seyfettin Öykü Ödülü’ne deêer görülmüëtü. Yazar n ikinci öykü kitab , ‘mümkün olanlar’ içinden bir seçki niteliêinde. çlk kitab kadar yetkin olmasa da Ertuêrul, o klasik ifadeyle okurdan da gayret bekliyor. Hatta meseleyi bir ad m öteye taë y p ‘tembel’ okurlara interaktif bir okuma serüveni vaat ediyor.

èimdiye kadar Efgan, Gül K yam , Mavi Sesli æiirler, Hüzün Coèrafyas , Bir æehre Vard m ve ånce Lugat adl ëiir kitaplar yay mlanan ëair A. Vahap Akbaë, toplu ëiirleriyle okuru selaml yor. Akbaë’ n 1980-2012 y llar aras nda yay mlanm ë ëiirlerinden oluëan ånéirah, ‘Hüznün Çocuklar ’n , ‘K r k M sralar’ , ‘efgan’l bir sesle ‘Ölüm Bâb nda’ dile getiriyor. Olgunluk döneminde bir ëair edas yla ‘èiir Uyanm ët r’ diyerek okura sesleniyor Akbaë.

39

BÜYÜK GÖÇMEN KUü, YAHYA KEMAL BEYATLI, ÂLûM KAHRAMAN, BÜYÜYENAY YAY., 576 SAYFA, 25 TL

Beëir Ayvazoêlu’nun “eve dönen adam” olarak tan mlad ê Yahya Kemal’i, Yeni Türk Edebiyat alan n n önde gelen akademisyenlerinden Âlim Kahraman “Büyük Göçmen Kuë” olarak tarif ediyor. Esas nda ikisi de doêru. Geride b rakt ê m z yüzy lda Türk ëiirinin yüz ak kabul edilen Yahya Kemal Beyatl ’n n hayat , bu kez bir ‘göçler haritas ’ olarak önümüze geliyor. Usta ëairin hayat nda ve eserlerinde mekân n izini sürmek, nitelikli okurlar için bulunmaz f rsat…

Rumeli’ne düüen bir üehzade üEHûT üEHZADE, MAHMUT AÇIL, YûTûK HAZûNE YAY., 200 SAYFA, 8,90 TL

Osmanl tarihinde ‘Rumeli Fatihi’ olarak kaydedilen Süleyman èah’ n açt ê kap dan giden Osmanl ; Rumeli’nin, Balkanlar’ n, Avrupa’n n tarihini deêiëtirdi. Ülkemizde Süleyman èah hakk nda yay mlanm ë ilk roman olan ve Mahmut Aç l’ n imzas n taë yan æehit æehzade, bir kahraman n nas l yetiëtiêini, hangi ufuklara sahip olduêunu ve ölünce mezar n n neden Bolay r’da olmas n istediêini anlat yor.

Ortadoþu’da iktidar AüûRETLER VE ûKTûDAR, FALEH A. JABAR, H. DAWOD, ûSTANBUL BûLGû ÜNû., YAY., 326 SAYFA, 35 TL

Genellemelerden kaç nmak her zaman için yararl d r fakat söz konusu Ortadoêu olduêunda bu yola baëvurmadan konuëmak hüner ister. Londra Üniversitesi Birkbeck College öêretim üyesi Faleh A. Jabar ile Frans z Ulusal Bilimsel Araët rmalar Merkezi’nde (CNRS) araët rmac olan Hosham Dawod, böylesi bir hüneri gösteriyor. çkili, Arap Bahar ’ndan hareketle 2000’li y llara kadar bilim dünyas nda hâkim olan Ortdaoêu’da iktidar yap lanmas ve aëiretlerle ilgili ezberleri bozuyor.

Bir büyüme romanê MAYA’NIN GÜNLÜÿÜ, ISABEL ALLENDE, CAN YAYINLARI, 464 SAYFA, 25 TL

Isabel Allende, soyad ndan da anlaë lacaê üzere, 1973’te öldürülen èili Devlet Baëkan Salvodor Allende’nin yeêeni. Bu özelliêinin d ë nda gazetecilikten gelen yetenekleriyle yaklaë k 30 y ld r romanlar kaleme al yor. Yazar n son roman Maya’n n Günlüèü, sanc l bir büyüme öyküsünü anlat yor. Günümüz romanlar na uygun bir ‘çokkültürlü’ karakter olan Maya’n n göçlerle dolu, maceral öyküsü…


SPOR

KÝTAP ZAMANI

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

Türkiye’de bisikletin tarihi

Savrulan hayatlar… SAVRULAN, SELVûGÜL KANDOÿMUü üAHûN, OKUR KûTAPLIÿI, 103 SAYFA, 10 TL

Üç dönem Bisiklet Federasyonu baýkanlçþç görevi yapan gazeteci ve tarihçi Ergun Hiçyçlmaz, Türkiye’de bisikletin 100 yçllçk tarihini yazdç. Cumhurbaýkanlçþç Bisiklet Turu heyecançnç yaýadçþçmçz günlerde bu kitap önemli bir eksiþi gideriyor.

B

FOTOüRAF: ZAMAN, USAME ARI

BýSýKLETýN 100 YILLIK TARýHý, ERGUN HýÇYILMAZ, BýSýKLET FEDERASYONU YAYINLARI, 152 SAYFA

AHMET ÇAKIR

öyle bir kitap mutlaka yaz lmal yd ve bunu Ergun Hiçy lmaz yazmal yd . Üç dönem Bisiklet Federasyonu baëkanl ê görevinde bulunan Hiçy lmaz, Türkiye’de Bisikletin 100 Y ll k Tarihi’ni yazd . Cumhurbaëkanl ê Bisiklet Turu nedeniyle zamanlaman n denk düëtüêünü söylemek gereksiz, zaten biraz da bu düëünülerek yap lm ë bir çal ëmadan söz ediyoruz. Ergun Hiçy lmaz’ zaman m z n Ahmet Mithat Efendi’si diye nitelendirmek tamamen doêru bir deêerlendirme olmayabilir ama benzer yönlerinin bulunduêu da görmezden gelinemez. Nur içinde yatas Cem Atabeyoêlu aêabeyimizin rahmetli olmas n n ard ndan Türk spor yazarl ê n n en “kitapl ” yazar o. Üstelik tek etkinliêi de bu deêil. Teëkilat- Mahsusa’dan tutun, Zeki Müren’in hayat na kadar deêiëik alanlarda eser vermië bir isim Ergun Hiçy lmaz. Onun bu çal ëkanl ê na ve üretkenliêine hayranl k duymamak imkâns z. Gerçi bu kadar deêiëik alanda top koëturman n s k nt l yanlar da olabiliyor ama art k o kadar kusur.. deyip geçelim. Deêiëik gazetelerde spor d ë alanlarda tarihsel nitelikli yaz lar na da rastlam ël ê m z çoktur Hiçy lmaz’ n. Onun bu yöndeki etkinliêini “Televole tarihçiliêi” olarak da nitelendirenler vard r ama ona da tezvirat diyelim.

TÜRKýYE’DE BýSýKLETÇý SAYISI FRANSA’NIN BýR KASABASINDAKý KADAR Herhangi bir spor dal n n geçmiëini eski Çin’e, Orta Asya’ya, M s r’a taë ma çabalar ndan pek hazzetmediêimi söylemek zorunday m. Çünkü bu iëlerin sözü edilmeye deêer biçimde yap lmas 19. yüzy lda baël yor. Bu nedenle söz konusu çabalar, zenginlerin kendilerine sonradan soylu bir geçmië oluëturma çabalar na benziyor. Hiçy lmaz böyle bir çaba içinde deêil. Özellikle Türkiye’de bisikletin tarihini 1912’den daha öncelere götürmeye çal ëman n bir anlam yok. Herhalde tahtadan yap lm ë bisikletlerden lan söz edecek deêiliz! Bu iëin t pk otomobil ve motosiklet gibi sanayiye dayal bir yan var. Onun da geçmiëi belli. Doêrusunu isterseniz pek çok spor dal gibi ülkemizde bisiklet konusunda da rakamlar ac kl denebilecek kadar kötü. Bu iëi iyi bilenlerden birinin ëu deêerlendirmesi durumu çok iyi anlat yor: “Türkiye’deki

toplam bisikletçi say s , Fransa’n n herhangi bir kasabas ndaki kadard r.” Bisikletin Osmanl topraklar nda çstanbul’dan önce Selanik’te görülmüë olmas n n da yad rganacak bir taraf yok. Bisiklete binmek elbette ki doêrudan Avrupal bir iëtir. 1924 ve 1928 Olimpiyatlar na kat lma çabalar d ë nda Türkiye’de ancak 1930’lu y llarda bisiklet yar ëlar ndan söz edilebilir ki, onlar da pek organize iëler deêildir. çstanbul d ë nda Konya’n n önemli bir merkez oluëu, Ege’de ve Trabzon’da yap lan yar ëlar hep böyle çabalard r. çlk dönemlerin en önemli ismi Talat Tuncalp’tir. O, sporculuêunun ard ndan neredeyse bütün yaëam n bisiklete adam ë bir isim. Uzun y llar yurtiçi ëampiyonluklar n kimseye b rakmaz. Yurtd ë nda da ülkesini en iyi biçimde temsil eder. 1960’l y llara kadar ülkemizde bisikletle ilgili sözü edilmeye deêer bir geliëme görülmez. Bu dönemde ise bir bisikletçinin y l n sporcusu seçilmesine kadar varan büyük heyecan yaëan r. R fat Çal ëkan ve arkadaëlar bisiklet sevgisini ülkeye yayarken buna küçük bir gazete daê t c s olarak ben de tan kl k ettim. Hatta bu noktada günümüz spor bas n yla ilgili bir özeleëtiri de gerekli. O muhteëem 1960’l y llarda R fat Çal ëkan’ n Tercüman gazetesinin spor sayfas n n tamam n kaplayacak ëekilde haberinin verildiêini hat rl yorum. Düëünün ki, gazetenin sadece bir spor sayfas vard r ve öteki bütün haber ve yaz lar ‘devam’ diye adland r lan yar m sayfaya s k ët r lm ët r.

Biliyorsunuz, bugünün bol sayfal spor gazetelerinde bile bisiklet haberlerini büyüteçle aramak gerekiyor. Neyse ki Emin Müftüoêlu baëkan n çabalar ve Cumhurbaëkan Abdullah Gül’ün de desteêiyle turumuz parlad . Kendi televizyonumuzla birlikte Eurosport’un bütün dünyaya aktard ê etkinliêe art k gazetelerimiz de biraz geniëçe veriyor!

FOTOĀRAFLAR DA OLMALIYDI Hiçy lmaz’ n kitab nda bisiklet sporunun geride kalan 100 y l yla ilgili, olmas gereken pek çok ëey var. “çsimler, Y ld zlar” bölümünde hemen hiç kimse atlanmamaya çal ë lm ë. Elbette ki eksiêi aksaê olabilir, ëu da olsayd , bu da konulsayd denilebilir. Onu da baëkalar yapacakt r. Hiçy lmaz’a spor kitapl ê m z zenginleëtiren bu çabas için teëekkür ederken minik bir ayr nt ya tak ld ê m belirtmeden geçemeyeceêim. R fat Çal ëkan’ n ne kadar önemli bir sporcu olduêunu Hiçy lmaz da vurgulam ë ve kitapta mümkün olabilecek en genië yeri ona vermië. Kitab n sonundaki fotoêraf albümü de kuëkusuz bütünleyici bir çaba. Ancak arka kapaktaki minik fotoêrafta “Acaba o mu?” tereddüdüyle bakt ê m z d ë nda Çal ëkan’ n tek fotoêraf yok. Ayr ca Türk bisiklet tarihinde yaz l bölümde yer alan sporcular n da baz lar n n fotoêra ar n göremedik. Hiçy lmaz gibi müthië bir arëivcinin bunlar bulamamas düëünülemez. Albüm bölümü biraz özensiz haz rlanm ë. çkinci bask da mutlaka yaz l bölümle bütünleëen daha derli toplu bir çal ëma yap lmal .

40

Baëta Yedi åklim ve Hece Öykü olmak üzere çeëitli edebiyat dergilerinde öyküleri yay mlanan Selvigül Kandoêmuë èahin, son olarak iki y l önce H z rla Yolculuk adl eserini yay mlam ët . Yazar n son öykü kitab Savrulan, her insan n baë ndaki ‘yaëama kayg s ’ndan yola ç karak hayat n karë s na bir eylem biçimi olarak öyküyü koyuyor. Savrulan, baëka baëka pencerelerden bakt ê insan hikâyelerinde hüzne, ac ya odaklanarak modern çaê n kuëat c l ê nda t kanmaya yüz tutmuë hayatlara ç k ë yolu göstermeye çal ë yor.

Dualê günler için GÜNLÜK DUALAR, NûHAT HATûPOÿLU, ÖZGE YAYINLARI, 133 SAYFA, 10 TL

“çnsanoêlu, yarad l ë itibar yla nisyan ile malul” sözü bir hakikatin ifadesi. En çok da Rabb’ini unutuyor insan, O’nu zikretmeyi... Halbuki Nebiler Serveri (s.a.s.), neredeyse her an n dua ile geçirirdi. Televizyon ekran n n sevilen yüzlerinden Nihat Hatipoêlu, Peygamber Efendimiz’in (s.a.s.) deêiëik vesilelerle yapt ê veya yap lmas n tavsiye ettiêi dualar bir araya getiriyor. “Duan z olmazsa ne k ymetiniz var” ayetinin hikmeti doêrultusunda, Allah kat nda bir k ymetimiz olmas için rehber edinilesi bir kaynak...

Hasret öyküleri ELDE KALAN, HATûCE BûLEN BUÿRA, ÖTÜKEN NEüRûYAT, 117 SAYFA, 10 TL

1994’te aram zdan ayr lan Türk edebiyat n n usta ismi Tar k Buêra’n n eëi Hatice Bilen Buêra, kalemini soyad na s ê nmadan kullanan bir yazar. Yaklaë k 30 y ld r öykülerini yazan Hatice Bilen Buêra, Elde Kalan adl son kitab nda ‘hasret dolu’ alt öykü ile okuru selaml yor. èimdiye kadar toplumun farkl kesimlerinde yaëayan kad nlar anlatan yazar n Tar k Buêra’ya adad ê öykülerde hasretin izini sürmek mümkün.

‘Rabbin seni terk etmedi’ RABBûN SENû TERK ETMEDû, MÜNûRE DANIü, TûMAü YAYINLARI, 192 SAYFA, 9,50 TL

Rabbin Seni Terk Etmedi, Saadet Asr ’nda Peygamber Efendimiz’e (s.a.s.) vahyolunan ayetlerin indirilmesine sebep olan olaylar , öykücü Münire Danië’in bak ë ve kendine has üslubuyla ele al yor. Kitapta, Tebük gazvesine kat lamayan Ka’b bin Malik’in elli gün boyunca yaëad ê çileli ve zd rapl tövbelerine ëahit olacak, Efendimiz’in (s.a.s.) mal ve zenginlik h rs yla hareket eden sahabisine “Yaz k oldu!” itab karë s nda “dünya” ile olan iliëkinizi tekrar gözden geçirme ihtiyac hissedeceksiniz.



USTA GÖZÜYLE

KÝTAP ZAMANI

6 MAYIS 2013 PAZARTESÝ

Ortamekteb kaçkênê bir edebsize dair Klasik tahsilin kazandçrdçklarç onda yok! Felsefeyi nasçl okuduþu, ne anladçþç akademik bir tahlile tâbi tutunca foyasçnçn nasçl meydana ççktçþçnç örtbas etmekde, münhasçran kimsenin anlamadçþç iri lakçrdçlarla milletin gözünü boyamakda mâhir... ÐRFAN KÜLYUTMAZ

C

an mdan muazzez kaarilerim, nas ls n z eyi misiniz, eyi olman z Cenab Rabbü’lÂlemiyn’den niyâz ederekden lak rd ma baëlayorum. Efendim, orta mekteb tahsili bile olmayan bir zât- naëerif, ikide birde Hilmi bey kardaë ma çemkirmekde imië: Hilmi Bey nas l olayor da Boêaziçi Üniversitesi’nde çslam felsefesi dersleri vereyor imië! çbn Sina hakk nda nas l konuëayormuë, deye paçalar na savlet edeyor. Rahmetli vâlidemin bir lak rd s vard : Oturduêu ah r sekisi, çaê rd ê çstanbul türküsü, deye… Biyografisine bakayorum, doêum tarihinden sonra hangi mekteblerde tahsil gördüêüne dair hiçbir kay t mevcud deêil! Arapça, Farsça, çngilizce, Almanca lisanlar n bileyormuë!!! Acaba nerde öêrendi? Girdiêi mapushanede meydanc baë ndan m öêrendi Arapçay ? Merak m mucib oldu da onun için sorayorum…

CAHýLLERýN EN TEHLýKELýLERý… Hilmi Bey’den ehliyet sorarken kendine bakmayan, zavall bir hadnâëinasdan bahsedeyoruz. Muazzez kaarilerim mâlumunuz olduêu vechile, cahillerin en tehlikelileri otodidaktlard r. Üslubu ve mâlumatfuruëluêu, yüksek tahsilli olup cem’iyyetde muayyen bir mevkide bulunanlara karë , ortamekteb kaçk n bir otodidakt n hissedebileceêi h nç ve adavetin hezeyana ink lâb ndan maada bir ëey deêil! Rahmetli Prof. Dr. Ahmed Yüksel Özemre hocam z hakk nda felsefe bilmediêini yazmak edebsizliêinde bulunmuëdu da, rahmetli hoca o güne kadar say s z felsefe doktora tezi yönettiêini söylemiëti… Söylediklerinden hicâb duymak yerine daha bir küstahlaëm ë, terbiyesizleëmië idi bu herzegû!.. Klasik tahsilin insana kazand rd ê çok ëey vard r. Bu, onda yok! Felsefeyi nas l okuduêu, ne anlad ê akademik

bir tahlile tâbi tutunca foyas n n nas l meydana ç kt ê n örtbas etmekde, münhas ran kimsenin anlamad ê iri lak rd larla milletin gözünü boyamakda mâhir... Hilmi Bey’e olan kuyruk ac s n bileyorum: Bundan on sene mukaddem bir TE VE porogram nda Ömer Seyfeddin’in “Tuhaf Bir Zulüm” hikâyesinden haberi olmad ê n , o hikâyenin anlatt ê hadiseyi yeni duymuë gibi, bir baëkas na atfederek anlatm ë ve beni kahkahalarla güldürmüë idi! O porogramda cehaletini daha da ileri götürüp Marksizm hakk nda da nazariyatla bir guna alâkas olmayan ipe sapa gelmez lak rd lar edince dayanamay p bir yaz yazm ëd m. Cehaletinin ayan beyan teëhir edilmesinden vâfir hiddete kap l p Hilmi Bey’e karë çbn Sina yaz lar n yazmaya kalk ëman n esbâb- mucîbesi bu idi! Bu edebsizin ibtizalini teëhir eden o yaz y tekrar neëredeceêim…

‘ALLAH KýBýRLýLERý SEVMEZ’

ay klanmas , havaland r lmas , budanmas , seyreltilmesi ve yer deêiëtirmesi iktizâ eder. Derim ki, sak n ola dünya mal na yap ë r gibi bir cinnet ile ihtiyaç sahiplerinden kitap esirgeyen cimrilerden olmayas n. Bilakis tam yerinde hedâye veya tasadduk edilmië kitap kalbi hafifleten, gönüle inëirah veren bir tesir yapabilir.

kemâl-i dikkat ile gözden geçirüb hangileri ile helâlleëeceêiniz hususunda kendinizi zihnen idmana tabi tutman zd r. Bu esnada da mükrim olunuz, cömert davran n z, sahî durunuz ve husûsen can n z ac tacak ölçüde verimkâr bulunmaya haz r olunuz. “Ne kadar kitab m var ki zekât n vereyimdir?” diye hasislik edip nefsinizi kand rmay n z. Kitaplar gelir ve gider, baz lar durduêu yerde eskir ve yerini yad rgar; onlar zulm ile habsetmek olmaz. Hülâsa: Kütüphaneler de dünya gibi geliëli-gidiëli yerlerdir. Hiçbir kitap raf nda ebediyyen durmaz. Siz bu fikre kendinizi al ët radurunuz, eêer iycap eder ve nasib olursa sizlere ben sahëan bizzat kendim, hangi mercie, ne ëekilde kitap zekât vereceêinizi tebëir edeceêim inëâallah.

Uzun lafa ne hâcet! O ve hempalar n n Hilmi Bey’in paçalar na sald rmas hiçbir mânâ ifâde etmeyor. Adam n [laf n geliëi! ‘Adaml k’ nerdeee, bu nerde?] doêru dürüst tahsili yok; terbiyesi hâkez! Baëtanbaëa kibir ve enaniyet! Rahmetli Özemre Hoca, feylesof geçinen bu kal n kafal ya Kur’an- Kerim’in “Allah kibirlileri sevmez” ayet-i kerimesini hat rlatm ë idi. Ama nerdeee o edeb! Cahil, ukalâ, mütekebbir ve çslamî terbiyeden asla nasibini almam ë bir orta mekteb kaçk n nda edeb ne aras n! Efendim, bu ayl k da bu kadar! Tweet’lerde mütemadiyen aforizmalar yumurtlayarak kendini bir ëey zanneden bu zavall ile bu kadar meëgul olduêum için beni affediniz; edebsize haddini bildirmek iktizâ edeyordu… Telâk y gelecek aya inëallah. O vakde kadar zât n za hoëca bak n z. Rabb’ime emanet olunuz muazzez kaarilerim. Au Revoir canlar m benim!

Kitap zekâtê hakkênda mühim bir izahêm hakkêndadêr Efendim insanlar umumî itibarla kabaca ikiye taksim olurlar: Kitaplarla yaýayanlar ve kitaptan bîhaber olarak pekâlâ imrâr-ç hayat eyleyebilenler. Sözüm ilk zümreye dairdir; kitaplarla yaýayanlar dahi kendi meyanlarçnda birkaç fasla ayrçlayor. RECAÝ GÜLLAPDAN

A

ziz muhiblerim. Kitaplar ile alâkas bir hayli serin bulunan bir muharrir olaraktan, hassaten kitaplar hakk nda neërolunan bir mecmuâda sizlere her mâh itibariyle hitap eyliyor olmam her ne kadar talihin ac bir cilvesi ise de, ëu iëe bak n zd r ki, ëimdi yine kitaplar hakk nda sizleri tenvir ve irëâd etmekliêim lüzumu tuttu. Efendim insanlar umumî itibarla kabaca ikiye taksim olurlar: Kitaplarla yaëayanlar ve kitaptan bîhaber olarak pekâlâ imrâr- hayat eyleyebilenler. Sözüm ilk zümreye dairdir; kitaplarla yaëayanlar dahi kendi meyanlar nda birkaç fasla ayr layor. Meselâ ba’z lar var kim kitap biriktirir, satun al r, okur, hakk n verir ve lüzumu halinde

ihtiyaç sahiplerine devri veya hediye etmekten de çekinmez. Bunlar makbul ve muteber kitap muhibleridir. Kim Cenâb- Hak böylelerinin adedini art rs n inëâallah! Diêer bir k sm ise kitap edinme hususunda azimli ve fedâkâr olmalar na raêmen bir kere bir kitab iktisat eyledikten sonra onu katiyyen elinden ç karmayan ve ebediyen kitab temellük etmek isteyen bir k s m bedbahtlard r ki, bu târizim iëte bu zümre hakk nda olacakt r. Ey talihsiz zât! Bir ömrüm boyunca tesâhüb ettiêim onca kitab elden ç karmamak inad na kimse aferin demez. Kitap bir nimet ise -ki öyledir- her nimet gibi onun da zekât n , öëürünü, fidyesini veya sadakas n vermek icap eder. Kald ki kitaplar da uzviyete benzerler. Zaman zaman

SýZDEN ýSTýRHÂMIM... çmdi diyeceksiniz, “Recai Bey, sizin dilinizin alt nda bir bakla var fekat nedir?” Ey azizler bakla felân yoktur. Doêrudan söylüyorum ki, nâhak yere gardiyanl ê n icrâ ettiêimiz baz kitaplar, lây k olduêu mecrâ ve mevkîi bulunca pek çok hayra bais olabilirler. çmdi sizden istirhâm m, kütüphanenizi

42




Turn static files into dynamic content formats.

Create a flipbook
Issuu converts static files into: digital portfolios, online yearbooks, online catalogs, digital photo albums and more. Sign up and create your flipbook.